Selamun aleykum Mehmed hocam bu güne kadar "gayri metluv vahiy" ve "Hadisi kutsi" diye bir şeyi kabul etmedim bu ayeti okuyunca durdum kaldım, sordum soruşturdum mutmain olacağım bir cevap alamadım bir de size sormak istedim"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi." (Tahrîm Suresi 3. Ayet) <<< İlyas METİN >>>
Ve aleykümselam İlyas kardeşim
Bu önemli sorunu cevaplamadan önce İlahi vahiy kavramının meselemizle ilgili boyutuna kısa bir açıklık getirmemiz gerekecektir. Çünkü vahyi metlüv (okunan, tilavet edilen vahiy) ve vahyi gayri metlüv (okunmayan vahiy) konusunda asırlardır sürdürülen tartışmalar, üzerinde tartışılan vahiy gerçeğinin yeterince anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Bu vahiy gerçeği tartışıldığı konu bağlamında açıklık kazanmadığı zaman Resulullah (s.a.v.)'in bütün söz ve eylemlerini vahiy kapsamına almak isteyenler "Vahyi gayri metlüv vardır" görüşünü çok geniş bir çerçevede savunurlarken, Kur'an-ı Kerim'in eksiksiz ve tamamlanmış bir Kitab olduğunu dikkate alanlar "Kur'an dışında vahiy yoktur" görüşünden hareket ederek "Vahyi gayri metlüv yoktur" demektedirler. Oysa biraz önce de belirttiğimiz gibi bu tartışmaların sağlıklı bir sonuca ulaşması, tartışma konusu olan vahiy gerçeğine açıklık getirilmesiyle mümkündür.
Kur'an'a Yönelirken kitabımızda değindiğimiz gibi vahiy veya vahyetmek, şanı yüce Rabbimizin insan, melek, arı, yer, gök gibi birçok yaratılmışla bir iletişim şeklidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin meleklere, arılara, yer ve göklere vahyettiği gibi, peygamberlere ve peygamber olmayan bazı insanlara da vahyettiği bildirilmektedir. Meseleyi fazla genişletmeden, konumuzla ilgili olarak şunu sormamız gerekir.,
İlahi vahyin,
bir lisana, harf ve kelimelere ihtiyacı var mıdır?
Bu soruyu tartışmamıza pek gerek yoktur. İlahi vahiy, kullandığımız beşeri lisanlardan, harf ve kelimelerden münezzehtir. Kelam sahibi olan Rabbimiz istediği yaratılmışa, istediği gerçeği, hiçbir kelimeye ve hiçbir beşeri lisana gerek duymadan (anlam olarak) vahyedebilir. İlahi vahyin bir Kitap olarak biz insanlara harf ve kelimelerden meydana gelen bir lisanla gönderilmesi ise, harf ve kelimelere İlahi vahyin ihtiyacı olduğu için değil, böyle bir ifadeye bizlerin ihtiyacı olduğu içindir. Çünkü insanlar kendilerine vahyedilen ancak ihtiyari olarak vahyedemeyen yaratıklar olduğu için, kendilerine vahyedilen gerçekleri diğer insanlara vahiy yoluyla değil, ancak harf ve kelimelerden meydana gelen bir dil, bir lisan yoluyla iletebilirler. Nitekim yaratılışımızla ilgili bu gerçeği dikkate alan Rabbimiz "Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Ki O kalemle (kalemin yazdıklarıyla) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti." (96-Alak 3..5) buyruğunda beyan ettiği gibi bizler için böyle bir öğrenme ve öğretme yolunu tercih etmiştir.
Peygamberleri muhatab alan İlahi vahyin beşeri bir lisan ile ifadelendirilmesi ise bu ifadelendirmeyi Rabbimiz yaptığında hem mana ve hem de lafız olarak İlahi, peygamber de olsa bir insan tarafından yapıldığında ise mana olarak İlahi, lafız olarak beşeridir. Mesela şanı yüce Rabbimiz bütün peygamberlerine vahyetmesine rağmen bütün peygamberlerine Kitab vermemiştir. Kendilerine Kitab verilmeyen peygamberler veya resuller, kendilerine vahyedilen gerçekleri kullandıkları lisan ile kavimlerine ileten resullerdir. Kendilerine Kitap verilen peygamberler ise İlahi vahyin kendi lisanlarıyla müşahhas ifadesine sahip olan peygamberlerdir. Nitekim elimizdeki Kur'an-ı Kerim de, İlahi vahyin Rabbimiz tarafından belirlenen arapça bir ifadesidir. Nitekim "Anlayıp-akıl erdiresiniz diye onu (beşeri bir lisanda) arapça bir Kur'an olarak indirdik." (12-Yusuf 2) buyruğunda beyan edildiği gibi Rabbimiz tarafından arapça olarak indirilmiştir.
Burada önemle dikkat etmemiz gereken husus İlahi Kitab'ın asıl itibariyle arapça değil, arapça olarak gönderildiğidir. Şanı yüce Rabbimiz hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim'i başka bir dil ile de gönderebilirdi. Nitekim Fussilet suresi 44. ayet i kerimede beyan edilen "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık,.." ifadesi de, Kur'an-ı Kerim'in başka bir lisan, başka bir dil ile de gönderilebileceğine ve Levh-i Mahfuz'daki aslının beşeri lisanlara bağımlı olmadığına işaret etmektedir.
Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim bütün bir insanlığa gönderilen ve menşei Levh-i Mahfuz olan İlahi vahiydir. Bu Kitab'ı oluşturan İlahi vahyin arapça metnini veya mealini şanı yüce Rabbimiz belirlediği için, Kur'an-ı Kerim'i meydana getiren bu arapça metin, her türlü hatadan ve noksandan münezzeh olan İlahi bir metindir. Kur'an-ı Kerim'in ifadesi olan bu İlahi metni, mealde de aynı özelliklerini koruyarak bir başka dile, bir başka lisana çevirebilmemiz, tercüme edebilmemiz elbetteki mümkün değildir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim gibi hem lafız ve hem de mana olarak İlahi olan bir Kitab'ı, manada olduğu gibi lafizda da ilahilik vasfını koruyarak başka bir dile tercüme etme yükümlülüğü de yoktur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'le muhatap olan ve farklı dilleri konuşan dünya insanlarına öncelikle iletilmesi gereken, İlahi vahyin bizatihi kendisi veya İlahi olan arapça ifadesi değil, bu İlahi vahyin beyan ettiği İlahi manalar, İlahi mesajlardır.
Dolayısıyle manası İlahi olan bu mesajlar, Fussilet suresi 44'de işaret edildiği gibi manasına bağlı kalınarak ve gerekirse dip notlar düşülerek farklı dillere tercüme edilecek ve tüm dünya insanlarına bu şekilde iletilecektir. Bu tercümeleri yapacak olan müslümanların, arapçayla birlikte dünya siyasetine, toplumsal gerçeklere ve pozitif ilimlere de vakıf olmaları, şeytandan ve şeytani vesveselerden Allah'a sığınıp, Allah'a samimi bir şekilde tevekkül etmeleri, bu tercümelerin oldukça sıhhatli olmasını sağlayabilecektir.
Kur'an-ı Kerim ve Kur'an-ı Kerim'in asıl menşei olan İlahi vahiy konusunda bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra vahyi metlüv (okunan, tilavet edilen vahiy) ve vahyi gayri metlüv (okunmayan vahiy) meselemize yönelebiliriz. Öncelikle şunu belirtelim ki bizler için sıkıntılı ve karmaşık gözüken bu mesele Resulullah (s.a.v.) için hiçbir zaman sıkıntılı ve karmaşık bir mesele olmamıştır. Efendimiz (s.a.v.) kalbine nazil olan vahyi metlüvü diğer muhtemel vahiylerden çok rahat bir şekilde ayırmış ve Kur'an-ı Kerim'i meydana getiren bu vahyi ifadeleri (vahiy katipleri vesilesiyle) son harfine kadar kaleme aldırmıştır. Çünkü diğer muhtemel vahiyler kalbe mana olarak gelirken, Kur'an-ı Kerim'i meydana getiren vahiyler apaçık bir arapça lisanıyla gelmekte ve kendisine bu lisanda okunmaktadır. Dolayısıyle arapça bir lisanda indirilen Kur'an-ı Kerim'in tam ve eksiksiz bir şekilde kaleme alındığı noktasında Resulullah (s.a.v.)'in en ufak bir kuşkusu olmadığı gibi bizlerde de böyle bir kuşku yoktur.
Meselenin Kur'an-ı Kerim'le ilgili boyutuna bu açıklığı getirdikten sonra "Vahyi gayri metlüv (okunmayan vahiy) var mıdır?" sorusuna gelecek olursak, böylesi vahiyler sadece peygamberler için değil her insan için söz konusu olabilir. Rabbimiz dilediği insana dilediği şeyi vahyedebileceği gibi bu vahye muhatab olan birçok insan da kalbine gelen bu gerçekliğin Rabbimizden olduğunu farketmeyebilir. Mesela Musa (a.s.)'ın annesi o çaresizlik içinde kalbine gelen ve kalbinde pekişen düşüncelerin Allah'ın vahyi olduğunu bilseydi "Bana Allah şöyle şöyle vahyetti" diyerek o yaptıklarını Allah'a nisbet eder ve bu gerçeği ailesiyle paylaşırdı. Oysa ailesinin ve Musa (a.s.)'ın bu İlahi yardımdan uzun yıllar sonra haberdar olduğunu aşağıdaki ayetlerde görebiliyoruz.,
"Andolsun ki Biz sana bir defa daha lutufta bulunmuştuk. Hani, annene vahyolunan şeyi (şöyle) vahyetmiştik. "Onu sandığın içine koy, onu nehire bırak, nehir onu sahile bıraksın. Onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alsın." (Ey Musa) gözümün önünde yetiştirilmen için Kendimden sana (seni sevdirecek) bir sevgi bıraktım. Hani kızkardeşin gidip "Ona bakacak birini size haber vereyim mi?" diyordu. Böylece seni annene geri verdik ki gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, Biz seni tasadan kurtarmış ve seni çeşitli fitnelerle (musibetlerle) esaslı bir denemeden-imtihandan geçirmiştik. Bu sebeble Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın sonra bir kader-takdir üzerine (bugünlere ve buraya) geldin ey Musa." (20-Taha 37..40)
Rabbimizin dilemesiyle her insan için söz konusu olabilecek bu duruma kısa bir açıklama getirdikten sonra "Resulullah (s.a.v.)'e de vahyi gayri metlüv (okunmayan vahiy) gelmiş midir?" sorusuna elbetteki "Hayır, gelmemiştir" cevabını veremeyiz. Kaldı ki sizin de sorunuzda zikrettiğiniz "Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşi) bunu (başkalarına açıp) haber vermiş, Allah da bunu (sırrın ifşa edildiğini) peygambere açıklayınca (peygamber ona) bunun bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu kendisine haber verince (eşi) "Bunu sana kim haber verdi?" dedi. O da "Bana bilen, (her şeyden) haberdar olan haber verdi" dedi." (66-Tahrim 3) ayetinde olduğu gibi başka ayetlerde de bunun olduğuna dair kuvvetli işaretler vardır.
Burada bizler için önemli olan Resulullah (s.a.v.) için kesin hatlarla birbirinden ayrılan vahyi metlüv ve vahyi gayri metlüvün bizler nezdinde de birbirinden ayrılması ve eksiklikten beri olarak tamamlanmış olan Kur'an-ı Kerim'in son harfine kadar kaleme alındığını bilmemizdir. Vahyi gayri metlüv kapsamındaki haberler kıyamete kadar ki Muhammed ümmeti için mutlak bir gereklilik olsaydı, elbetteki eksiksiz ve korunmuş bir Kitab olan Kur'an-ı Kerim'de yer alırdı. Nitekim kendisine arapça olarak okunan Kur'an ayetleri dışında kalbine vahyolunan bazı gerçeklerle karşılaşan Resulullah (s.a.v.)'in bir ihtimal sorabileceği "Rabbim bunları niye Kur'an'a dahil etmiyor?" sorusu da (ayet kelimesine işaret, gerçek veya haber anlamını verdiğimizde) "Biz bir ayetten her neyi nesheder (hükmünü o dönem için yürürlükten kaldırır) veya unutturursak (ertelersek) ondan daha hayırlısını yahut mislini (benzerini) getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir (güç yetirendir)." (2-Bakara 106) buyruğunda cevap bulmakta ve Kur'an-ı Kerim'in eksiklikten uzak bir bütünlük içinde tamamlandığı beyan edilmektedir.
Çok tartışılan böyle bir meseledeki bu kısa açıklamamızın şimdilik yeterli olacağını ve yeterli olması gerektiğini düşünüyoruz. Dua ile..
<<< Mehmed ALAGAŞ >>>