Kur'an İçerisinde Arama
Sayfayı Yenile
Arapça Metin Arama (Harekeli)
Aranan Kelime : e
Aranan Yer : Arapça Kelime Meali (Latin Harfleriyle)
Bulunan Sonuç : 50249
-
1-Fâtiha 1
er rahmân er rahîm : Rahmân ve Rahîm Rahîm esması ile tecelli eden, rahmet nuru gönderen.
-
1-Fâtiha 2
el hamdu : hamd, övgü, sena, manevî ni'metlere şükür
-
1-Fâtiha 2
el âlemîne : âlemler.
-
1-Fâtiha 3
er rahmâni : Rahman esması ile tecelli eden
-
1-Fâtiha 3
er rahîmi : rahîm esması ile tecelli eden, rahmet nurunun sahibi
-
1-Fâtiha 4
yevmid dîne (yevme ed dîne) : dîn günü,
-
1-Fâtiha 5
iyyâ-ke : yalnız sen, yalnız sana
-
1-Fâtiha 5
ve : ve
-
1-Fâtiha 5
iyyâ-ke : yalnız sen, yalnız senden
-
1-Fâtiha 5
nestaînu : istiane (yardım) isteriz
-
1-Fâtiha 6
es sırâte el mustakîme : Sıratı Mustakîm, Allah'a ulaştıran yol
-
1-Fâtiha 7
ellezîne : ki onlar
-
1-Fâtiha 7
en'amte : sen ni'met verdin
-
1-Fâtiha 7
aleyhim : onlara, onların üzerine
-
1-Fâtiha 7
el magdûbi : gadap, öfke duyulanlar
-
1-Fâtiha 7
aleyhim : onlara, onların üzerine
-
1-Fâtiha 7
ve : ve
-
1-Fâtiha 7
lâ ed dâllîne : dalâlette olanlar değil
-
10-Yunus 1
tilke : işte bunlar
-
10-Yunus 1
el kitâbi el hakîmi : hikmetli kitap
-
10-Yunus 2
e : mı
-
10-Yunus 2
kâne : oldu
-
10-Yunus 2
li en nâsi : insanlar için
-
10-Yunus 2
aceben : acayip, garip
-
10-Yunus 2
en evhay-nâ : vahyetmemiz
-
10-Yunus 2
ilâ reculin : bir adama
-
10-Yunus 2
en enzirin : uyarması
-
10-Yunus 2
en nâse : insanları
-
10-Yunus 2
ve beşşiri : ve müjdelemesi
-
10-Yunus 2
ellezîne âmenû : âmenû olan (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler
-
10-Yunus 2
enne : muhakkak ki
-
10-Yunus 2
lehum : onlar için
-
10-Yunus 2
kademe : ileri derecede mertebe
-
10-Yunus 2
inde rabbi-him : Rab'lerinin katında
-
10-Yunus 2
kâle el kâfirûne : kâfirler der ki
-
10-Yunus 2
inne : muhakkak ki
-
10-Yunus 2
le sâhırun : mutlaka bir büyücüdür
-
10-Yunus 3
inne : muhakkak
-
10-Yunus 3
rabbe-kum allâhu : sizin Rabbiniz O Allah'tır
-
10-Yunus 3
ellezî halaka : ki o yarattı
-
10-Yunus 3
es semâvâti : gökler
-
10-Yunus 3
ve el arda : ve yer, arz
-
10-Yunus 3
fî sitteti eyyâmin : altı gün, altı zaman dilimi
-
10-Yunus 3
summe istevâ : sonra istiva etti
-
10-Yunus 3
alâ el arşi : arşa
-
10-Yunus 3
yudebbiru el emre : işleri takdir eder, tedbir eder
-
10-Yunus 3
min şefîın : bir şefaatçi
-
10-Yunus 3
fa'budûhu (fe u'budû-hu) : artık ona kulluk edin
-
10-Yunus 3
e fe : hâlâ mı
-
10-Yunus 3
lâ tezekkerûne : tezekkür etmezsiniz
-
10-Yunus 4
ileyhi : ona
-
10-Yunus 4
merciu-kum : sizin dönüşünüz (dönüş yeriniz)
-
10-Yunus 4
cemîan : hepsi, topluca, toptan
-
10-Yunus 4
va'dallâhi (va'de allâhi) : Allah'ın vaadi
-
10-Yunus 4
innehu : muhakkak ki o
-
10-Yunus 4
yebdeu el halka : ilk olarak (örneksiz) yaratmaya başlar
-
10-Yunus 4
summe : sonra
-
10-Yunus 4
li yecziye : ödemek için, mükâfatını vermek için
-
10-Yunus 4
ellezîne âmenû : âmenû olan (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler
-
10-Yunus 4
ve amilû es sâlihâti : ve nefsi tezkiye edici ameller, salih ameller yapanlar
-
10-Yunus 4
bi el kıstı : adalet ile
-
10-Yunus 4
ve ellezîne keferû : ve inkâr eden kimseler
-
10-Yunus 4
lehum : onlar için
-
10-Yunus 4
şerâbun : bir içki, içecek bir şey
-
10-Yunus 4
ve azâbun elîmun : ve acı azap
-
10-Yunus 4
kânû yekfurûne : inkâr etmiş oldular, küfretmiş oldular
-
10-Yunus 5
huve : o ki
-
10-Yunus 5
ellezî ceale : ki o kıldı (yarattı)
-
10-Yunus 5
eş şemse : güneş
-
10-Yunus 5
dıyâen : bir ziya, bir ışık (olarak)
-
10-Yunus 5
ve el kamere : ve ay (kamer)
-
10-Yunus 5
nûren : bir nur
-
10-Yunus 5
ve kaddere-hu : ve ona takdir etti
-
10-Yunus 5
menâzile : menziller, yörüngeler
-
10-Yunus 5
li ta'lemû : bilmeniz için
-
10-Yunus 5
adede es sinîne : senelerin adedini, sayısını
-
10-Yunus 5
ve el hisâbe : ve hesabını
-
10-Yunus 5
zâlike : işte bu, böylece
-
10-Yunus 5
bi el hakkı : hak ile
-
10-Yunus 5
yufassılu el âyâti : âyetleri tafsilatlı açıklar
-
10-Yunus 5
ya'lemûne : biliyorlar
-
10-Yunus 6
inne : muhakkak ki
-
10-Yunus 6
el leyli : gece
-
10-Yunus 6
ve en nehâri : ve gündüz
-
10-Yunus 6
ve mâ halaka allâhu : ve Allah'ın yarattığı şeyler
-
10-Yunus 6
fî es semâvâti : göklerde, semalarda
-
10-Yunus 6
ve el ardı : ve yerde, yeryüzünde
-
10-Yunus 6
le âyâtin : âyetler, alâmetler, deliller
-
10-Yunus 6
yettekûne : takva sahibi olurlar
-
10-Yunus 7
inne : muhakkak ki
-
10-Yunus 7
ellezîne lâ yercûne : dilemeyen kimseler
-
10-Yunus 7
likâe-nâ : bize ulaşmayı
-
10-Yunus 7
ve radû : ve razı oldular
-
10-Yunus 7
bi el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
10-Yunus 7
vatme'ennû (ve ıtme'ennû) : ve tatmin oldular, doyuma ulaştılar
-
10-Yunus 7
ve ellezîne : ve o kimseler
-
10-Yunus 7
gâfilûne : gâfil (habersiz) olanlardır
-
10-Yunus 8
ulâike : işte onlar
-
10-Yunus 8
me'vâ-hum : onların varacakları yer
-
10-Yunus 8
en nâru : ateştir
-
10-Yunus 8
kânû yeksibûne : kazanmış oldukları
-
10-Yunus 9
inne : muhakkak
-
10-Yunus 9
ellezîne âmenû : âmenû olan (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı dileyen) kimseler
-
10-Yunus 9
ve amilû es sâlihâti : ve nefsi ıslâh edici ameller (nefs tezkiyesi) yapanlar
-
10-Yunus 9
yehdî-him : onları ulaştırır, hidayet eder
-
10-Yunus 9
tecrî : akar
-
10-Yunus 9
el enhâru : nehirler, ırmaklar
-
10-Yunus 9
fî cennâtin naîmi : naîm cennetleri içinde
-
10-Yunus 10
subhâne-ke allâhumme : Allah'ım Seni tenzih ederim
-
10-Yunus 10
ve tehiyyetu-hum : ve onların dilekleri, tehiyyatları (hayatları)
-
10-Yunus 10
selâmun : selâmdır
-
10-Yunus 10
ve âhıru : ve sonrası
-
10-Yunus 10
en el hamdu li allâhi : 'Allah'a hamdetmek'tir
-
10-Yunus 10
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbine
-
10-Yunus 11
ve lev : ve eğer
-
10-Yunus 11
li en nâsi : insanlara
-
10-Yunus 11
eş şerre : şerri
-
10-Yunus 11
isti'câle-hum : onların acele istemeleri
-
10-Yunus 11
bi el hayri : hayrı
-
10-Yunus 11
le kudiye : yerine getirilirdi
-
10-Yunus 11
ileyhim : onlara
-
10-Yunus 11
ecelu-hum : ecelleri, zamanları
-
10-Yunus 11
fe nezeru : böylece bırakırız
-
10-Yunus 11
ellezîne lâ yercûne : dilemeyen kimseler
-
10-Yunus 11
likâe-nâ : bize ulaşmayı
-
10-Yunus 11
ya'mehûne : şaşkın olurlar, bocalarlar
-
10-Yunus 12
ve izâ messe : ve dokunduğu, isabet ettiği zaman
-
10-Yunus 12
el insâne : insana
-
10-Yunus 12
ed durru : zarar, ziyan
-
10-Yunus 12
deâ-nâ : bize dua etti
-
10-Yunus 12
li cenbi-hî : yan üstü yatarken
-
10-Yunus 12
ev kâiden : veya otururken
-
10-Yunus 12
ev kâimen : veya ayakta iken
-
10-Yunus 12
fe lemmâ : fakat ..... olduğu zaman
-
10-Yunus 12
keşef-nâ : biz giderdik, kaldırdık, açtık
-
10-Yunus 12
durre-hu : onun zararını, sıkıntısını
-
10-Yunus 12
merre : döndü
-
10-Yunus 12
ke : gibi
-
10-Yunus 12
en lem yed'u-nâ : bize dua etmedi (dua etmemek)
-
10-Yunus 12
messe-hu : ona isabet etti, dokundu
-
10-Yunus 12
kezâlike : işte böylece
-
10-Yunus 12
zuyyine : süslendi, güzel gösterildi
-
10-Yunus 12
li el musrifîne : haddi aşanlar için, müsrifler için
-
10-Yunus 12
ya'melûne : yapıyorlar, yaparlar
-
10-Yunus 13
ve lekad : ve andolsun ki
-
10-Yunus 13
ehlek-nâ : helâk ettik
-
10-Yunus 13
el kurûne : asırlar, devirler, çağlar, o çağlarda yaşayan nesiller
-
10-Yunus 13
lemmâ zalemû : zulmettikleri zaman
-
10-Yunus 13
ve câet-hum : ve onlara geldi
-
10-Yunus 13
bi el beyyinâti : beyyinelerle, delillerle
-
10-Yunus 13
ve mâ kânû : ve olmadılar
-
10-Yunus 13
kezâlike : işte böyle
-
10-Yunus 13
neczi : cezalandırırız
-
10-Yunus 13
el kavme el mucrimîne : mücrim (suçlu) kavmi
-
10-Yunus 14
summe : sonra
-
10-Yunus 14
ceal-nâ-kum : sizi kıldı, yaptı
-
10-Yunus 14
halâife : halifeler
-
10-Yunus 14
fî el ardı : yeryüzünde
-
10-Yunus 14
li nanzure : bakmamız için
-
10-Yunus 14
keyfe : nasıl
-
10-Yunus 14
ta'melûne : amel ediyorsunuz
-
10-Yunus 15
ve izâ tutlâ : ve okunduğu zaman
-
10-Yunus 15
aleyhim : onlara
-
10-Yunus 15
beyyinâtin : belgeler olarak, delillerle, belgelerle
-
10-Yunus 15
kâle : dedi
-
10-Yunus 15
ellezîne lâ yercûne : dilemeyen kimseler
-
10-Yunus 15
likâe-nâ : bize ulaşmayı
-
10-Yunus 15
e'ti bi kur'ânin : bir Kur'ân getir
-
10-Yunus 15
ev : veya
-
10-Yunus 15
beddil-hu : onu değiştir
-
10-Yunus 15
mâ yekûnu : olamaz
-
10-Yunus 15
lî en ubeddile-hu : onu benim değiştirmem
-
10-Yunus 15
min tilkâi nefsî : nefsimden, kendimden bir şey ilka etmem (katmam)
-
10-Yunus 15
in ettebiu : tâbî olursam
-
10-Yunus 15
ileyye : bana
-
10-Yunus 15
ehâfu : korkarım
-
10-Yunus 15
azâbe : azabı
-
10-Yunus 15
yevmin azîmin : büyük gün
-
10-Yunus 16
lev : eğer
-
10-Yunus 16
sâe allâhu : Allah dileseydi
-
10-Yunus 16
mâ televtu-hu : onu okumazdım
-
10-Yunus 16
aleykum : size
-
10-Yunus 16
ve lâ edrâ-kum : ve size bildirmezdim
-
10-Yunus 16
fe kad : halbuki olmuştu
-
10-Yunus 16
lebistu : kaldım, bulundum
-
10-Yunus 16
umuren : bir ömür
-
10-Yunus 16
e : mi
-
10-Yunus 16
fe : hâlâ
-
10-Yunus 16
lâ ta'kilûne : akıl etmiyorsunuz
-
10-Yunus 17
fe men : artık, kim
-
10-Yunus 17
azlemu : daha zalim
-
10-Yunus 17
mimmen ifterâ : iftira edenden
-
10-Yunus 17
keziben : yalan olarak, yalanla
-
10-Yunus 17
ev : veya
-
10-Yunus 17
kezzebe : yalanladı
-
10-Yunus 17
inne-hu : muhakkak o
-
10-Yunus 17
el mucrimûne : mücrimleri
-
10-Yunus 18
ve ya'budûne : ve kulluk ediyorlar, ibadet ediyorlar
-
10-Yunus 18
mâ lâ yedurru-hum : onlara zarar vermeyen şey
-
10-Yunus 18
ve lâ yenfeu-hum : ve onlara yarar, fayda, menfaat vermiyor
-
10-Yunus 18
ve yekûlûne : ve derler
-
10-Yunus 18
şufeâu-nâ : bizim şefaatçilerimiz
-
10-Yunus 18
inde allâhi : Allah'ın katında, yanında
-
10-Yunus 18
e tunebbiûne âllâhe : Allah'a haber mi veriyorsunuz
-
10-Yunus 18
lâ ya'lemu : bilmiyor
-
10-Yunus 18
fî es semâvâti : göklerde bulunan
-
10-Yunus 18
ve lâ : ve olmayan
-
10-Yunus 18
fî el ardı : yerde, yeryüzünde
-
10-Yunus 18
subhâne-hu : o sübhandır, o münezzehtir
-
10-Yunus 18
ve teâlâ : ve yücedir
-
10-Yunus 18
yuşrikûne : şirk koşuyorlar
-
10-Yunus 19
ve mâ kâne en nâsu : ve insanlar olmadı
-
10-Yunus 19
ummeten : bir ümmet(ten)
-
10-Yunus 19
vâhideten : tek, bir
-
10-Yunus 19
fahtelefû (fe ihtelefû) : bundan sonra ihtilâfa, (anlaşmazlığa) düştüler
-
10-Yunus 19
ve lev : ve eğer
-
10-Yunus 19
lâ kelimetun : bir söz olmasaydı
-
10-Yunus 19
sebekat : geçti, geçmiş
-
10-Yunus 19
min rabbike : senin Rabbinden
-
10-Yunus 19
le kudiye : mutlaka vuku bulurdu, olurdu, hüküm verilirdi
-
10-Yunus 19
beyne-hum : onların aralarında olan
-
10-Yunus 19
yahtelifûne : ihtilâfa düşüyorlar
-
10-Yunus 20
ve yekûlûne : ve derler
-
10-Yunus 20
lev lâ : olmaz mıydı
-
10-Yunus 20
unzile : indirildi
-
10-Yunus 20
aleyhi : ona
-
10-Yunus 20
âyetun : bir âyet (mucize, delil)
-
10-Yunus 20
fe kul : o zaman de
-
10-Yunus 20
innemâ el gaybu : sadece, yalnız gayb
-
10-Yunus 20
fe entezirû : artık bekleyin
-
10-Yunus 20
mea-kum : sizinle beraber
-
10-Yunus 20
min el muntezirîne : bekleyenlerdenim
-
10-Yunus 21
ve izâ ezak-nâ en nâse : ve insanlara tattırdığımız zaman
-
10-Yunus 21
rahmeten : bir rahmet
-
10-Yunus 21
darrâe : bir sıkıntı, bir zarar
-
10-Yunus 21
messet-hum : onlara isabet etti
-
10-Yunus 21
lehum : onların
-
10-Yunus 21
mekrun : bir düzen, bir tuzak
-
10-Yunus 21
esrau : daha hızlı
-
10-Yunus 21
mekren : bir düzen, bir tuzak kurmak
-
10-Yunus 21
inne : muhakkak
-
10-Yunus 21
rusule-nâ : resûllerimiz
-
10-Yunus 21
yektubûne : yazarlar
-
10-Yunus 21
temkurûne : tuzaklar (düzenler) kuruyorsunuz
-
10-Yunus 22
huve ellezî : odur
-
10-Yunus 22
yuseyyiru-kum : sizi gezdirir
-
10-Yunus 22
fî el berri : karada
-
10-Yunus 22
ve el bahri : ve denizde
-
10-Yunus 22
fî el fulki : gemide, gemilerde
-
10-Yunus 22
ve cereyne : ve aktılar, gittiler (yüzdüler)
-
10-Yunus 22
tayyibetin : temiz, hoş, güzel
-
10-Yunus 22
ve ferihû : ve ferahladılar (sevinçliydiler)
-
10-Yunus 22
câet-hâ : ona geldi
-
10-Yunus 22
ve câe-hum el mevcu : ve onlara dalga geldi
-
10-Yunus 22
min kulli mekânin : her taraftan, her mekândan
-
10-Yunus 22
ve zannû : ve zannettiler
-
10-Yunus 22
enne-hum : muhakkak onlar
-
10-Yunus 22
deavû allâhe : Allah'a dua ettiler
-
10-Yunus 22
muhlisîne : muhlisler olarak, halis kılarak
-
10-Yunus 22
lehu ed dîne : dîni ona
-
10-Yunus 22
le in : eğer olursa mutlaka
-
10-Yunus 22
enceyte-nâ : bizi kurtar
-
10-Yunus 22
le nekûnenne : biz muhakkak olacağız
-
10-Yunus 22
min eş şâkirîne : şükredenlerden
-
10-Yunus 23
fe lemmâ : ama, olunca, olduğu zaman
-
10-Yunus 23
encâ-hum : onları kurtardı
-
10-Yunus 23
yebgûne : azgınlık ederler, haddi aşarlar
-
10-Yunus 23
fî el ardı : yeryüzünde
-
10-Yunus 23
bi gayri el hakkı : haksız yere
-
10-Yunus 23
yâ eyyuhe en nâsu : ey insanlar
-
10-Yunus 23
innemâ : sadece, yalnız, ancak
-
10-Yunus 23
alâ enfusi-kum : nefslerinizin üzerine size, kendinize
-
10-Yunus 23
metâ el hayâti ed dunyâ : dünya hayatının metaı, malı
-
10-Yunus 23
summe : sonra
-
10-Yunus 23
ileynâ : bize
-
10-Yunus 23
merciu-kum : sizin dönüşünüz
-
10-Yunus 23
fe nunebbiu-kum : o zaman size haber vereceğız
-
10-Yunus 23
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
10-Yunus 24
innemâ : sadece, yalnız, ancak
-
10-Yunus 24
meselu el hayâti ed dunyâ : dünya hayatının meselesi (örneği, durumu)
-
10-Yunus 24
ke mâin : su gibidir
-
10-Yunus 24
enzel-nâ-hu : onu biz indirdik
-
10-Yunus 24
min es semâi : gökten, semadan
-
10-Yunus 24
fahteleta (fe ihteleta) : o zaman karışır
-
10-Yunus 24
nebâtu el ardi : yeryüzünün bitkisi
-
10-Yunus 24
ye'kulu en nâsu : insanlar yerler
-
10-Yunus 24
ve el en'âmu : ve hayvanlar
-
10-Yunus 24
ehazet el ardu : yeryüzü aldı
-
10-Yunus 24
zuhrufe-hâ : onun güzelliği, onun güzelleşmesi (son derece güzel ve parlak olması)
-
10-Yunus 24
vezzeyyenet : ve süslendi, güzelleşti
-
10-Yunus 24
ve zanne : ve zannederler
-
10-Yunus 24
ehlu-hâ : onun sahibi
-
10-Yunus 24
enne-hum : onlar ..... olduklarını
-
10-Yunus 24
kâdirûne : kadir olan kimseler
-
10-Yunus 24
aleyhâ : ona
-
10-Yunus 24
etâ-hâ : ona geldi
-
10-Yunus 24
emru-nâ : emrimiz
-
10-Yunus 24
leylen : gece
-
10-Yunus 24
ev nehâren : veya gündüz
-
10-Yunus 24
fe ceal-nâ-hâ : böylece onu kıldık (yaptık)
-
10-Yunus 24
hasîden : hasat ederek, kökünden kopararak
-
10-Yunus 24
ke en : gibi olur (oldu)
-
10-Yunus 24
lem tagne : olmamış (zenginleşmemiş)
-
10-Yunus 24
bi el emsi : dün
-
10-Yunus 24
kezâlike : onun gibi, işte böylece
-
10-Yunus 24
nufassilu el âyâti : âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz
-
10-Yunus 24
yetefekkerûne : tefekkür ediyorlar
-
10-Yunus 25
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
10-Yunus 25
yed'û : davet eder
-
10-Yunus 25
ilâ dâri es selâmi : teslim yurduna, selâm yurduna
-
10-Yunus 25
ve yehdî : ve ulaştırır
-
10-Yunus 25
men yeşâu : dilediği kişi
-
10-Yunus 25
mustekîmin : istikamet üzere olan, Allah'a götüren
-
10-Yunus 26
li ellezîne : o kimseler için (vardır)
-
10-Yunus 26
ahsenû : ahsen olanlar, daha güzel olanlar
-
10-Yunus 26
el husnâ : güzellik
-
10-Yunus 26
ve zîyâdetun : ve onun ziyadesi, daha fazlası
-
10-Yunus 26
ve lâ yerheku : ve kaplamaz, bürümez
-
10-Yunus 26
vucûhe-hum : onların yüzleri
-
10-Yunus 26
katerun : ne bir karartı, korku, keder, sıkıntı
-
10-Yunus 26
ve lâ zilletun : ve ne de bir zillet, hakirlik, küçük düşme (yoktur)
-
10-Yunus 26
ulâike : işte onlar
-
10-Yunus 26
ashâbu el cenneti : cennet halkıdır
-
10-Yunus 26
hâlidûne : devamlı kalanlardır
-
10-Yunus 27
ve ellezîne kesebû : ve kazanan kimselerin
-
10-Yunus 27
es seyyiâti : seyyiat, derecat kaybettiren ameller, günahlar
-
10-Yunus 27
cezâu : cezası, karşılığı
-
10-Yunus 27
seyyietin : bir kötülüğün, derecat kaybettiren amellerin
-
10-Yunus 27
ve terheku-hum : ve onları kaplar, bürür
-
10-Yunus 27
zilletun : bir zillet, hakirlik, küçük düşme
-
10-Yunus 27
mâ lehum : onlar için (onların) yoktur
-
10-Yunus 27
ke ennemâ : ancak sanki, gibi
-
10-Yunus 27
ugsîyet : büründü, kaplandı
-
10-Yunus 27
min el leyli : geceden
-
10-Yunus 27
muzlimen : bir karanlık
-
10-Yunus 27
ulâike : işte onlar
-
10-Yunus 27
ashâbu en nâri : ateş halkıdır
-
10-Yunus 27
hâlidûne : devamlı kalanlardır
-
10-Yunus 28
ve yevme : ve gün
-
10-Yunus 28
cemîan : topluca, hepsi, bütünü
-
10-Yunus 28
summe : sonra
-
10-Yunus 28
nekûlu : diyeceğiz
-
10-Yunus 28
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere
-
10-Yunus 28
eşrekû : şirk koştular
-
10-Yunus 28
mekâne-kum : sizin yeriniz
-
10-Yunus 28
entum : siz
-
10-Yunus 28
ve şurekâu-kum : ve sizin şirk koştuklarınız (Allah'a ortak ettikleriniz)
-
10-Yunus 28
fe zeyyel-nâ : böylece biz ayırdık
-
10-Yunus 28
beyne-hum : onlar arasını
-
10-Yunus 28
ve kâle : ve dediler
-
10-Yunus 28
şurekâu-hum : onlarin şirk koştukları
-
10-Yunus 28
ta'budûne : kulluk edersiniz
-
10-Yunus 29
fe kefâ : artık yeterli, kâfidir
-
10-Yunus 29
şehîden : şahit olarak
-
10-Yunus 29
beyne-nâ : bizim aramızda
-
10-Yunus 29
ve beyne-kum : ve sizin aranızda
-
10-Yunus 29
an ibâdeti-kum : sizin ibadetinizden
-
10-Yunus 29
le gâfilîne : mutlaka, gerçekten habersiz, gâfil olanlar
-
10-Yunus 30
teblû : imtihan olur
-
10-Yunus 30
kullu nefsin : her nefs, bütün nefsler
-
10-Yunus 30
mâ eslefet : geçmişte yaptıklarıyla (selef olan şeyler)
-
10-Yunus 30
ve ruddû : ve döndürüldüler
-
10-Yunus 30
mevlâ-hum el hakkı : onların mevlâsı Hakk'tır
-
10-Yunus 30
ve dalle : ve uzaklaştı
-
10-Yunus 30
yefterûne : iftira ediyorlar, uyduruyorlar
-
10-Yunus 31
men : kim
-
10-Yunus 31
yerzuku-kum : sizlere rızık verir, sizi rızıklandırır
-
10-Yunus 31
min es semâi : göklerden, semadan
-
10-Yunus 31
ve el ardı : ve yeryüzü, yer
-
10-Yunus 31
emmen (em men) : veya kim
-
10-Yunus 31
yemliku : gücü yeter, sahip olur, melik olur
-
10-Yunus 31
es sem'a : işitme (duyusu)
-
10-Yunus 31
ve el ebsâre : ve görme hassası
-
10-Yunus 31
ve men : ve kim
-
10-Yunus 31
el hayye : diri, canlı
-
10-Yunus 31
min el meyyiti : ölüden, cansızdan
-
10-Yunus 31
ve yuhricu : ve çıkarır
-
10-Yunus 31
meyyite : ölü
-
10-Yunus 31
min el hayyi : diriden, canlıdan
-
10-Yunus 31
ve men : ve kim
-
10-Yunus 31
yudebbiru el emre : işleri düzenleyip, idare eder, yürütür
-
10-Yunus 31
fe se yekûlûne : o zaman diyecekler, derler
-
10-Yunus 31
fe kul : öyleyse de
-
10-Yunus 31
e fe lâ tettekûne : hâlâ, takva sahibi olmayacak mısınız
-
10-Yunus 32
fe : o halde, öyleyse, artık
-
10-Yunus 32
el hakku : Hakk'tır
-
10-Yunus 32
fe mâzâ : o halde nedir
-
10-Yunus 32
ba'de : sonra
-
10-Yunus 32
el hakkı : Hakk
-
10-Yunus 32
illâ ed dalâlu : dalâletten başka
-
10-Yunus 32
fe ennâ : artık nasıl
-
10-Yunus 32
tusrafûne : çevriliyorsunuz
-
10-Yunus 33
kezâlike : böylece
-
10-Yunus 33
kelimetu : sözü, kelimesi
-
10-Yunus 33
rabbi-ke : senin Rabbin
-
10-Yunus 33
alellezîne (alâ ellezîne) : o kimselere
-
10-Yunus 33
fesekû : fasık oldular
-
10-Yunus 33
enne-hum : şüphesiz onlar
-
10-Yunus 33
lâ yu'minûne : inanmazlar
-
10-Yunus 34
hel : var mı
-
10-Yunus 34
min şurekâi-kum : sizin şirk koştuklarınızdan, ortaklarınızdan
-
10-Yunus 34
men : kim
-
10-Yunus 34
yebdeu : örneksiz, ilk defa yaratır
-
10-Yunus 34
el halka : yaratma, halketme
-
10-Yunus 34
summe : sonra
-
10-Yunus 34
yebdeu : örneksiz ilk defa yaratır
-
10-Yunus 34
el halka : yaratma, halketme
-
10-Yunus 34
summe : sonra
-
10-Yunus 34
fe ennâ : öyleyse nasıl
-
10-Yunus 34
tu'fekûne : döndürülüyorsunuz
-
10-Yunus 35
hel : var mı
-
10-Yunus 35
min şurekâi-kum : sizin şirk (ortak) koştuklarınızdan, ortaklarınızdan
-
10-Yunus 35
men yehdî : hidayete erdiren kimse (ulaştıran kimse)
-
10-Yunus 35
ilâ el hakkı, : hakka
-
10-Yunus 35
yehdî li el hakkı : hakka ulaştırır, hidayete erdirir
-
10-Yunus 35
e fe men : öyleyse ..... kimse mi
-
10-Yunus 35
yehdî ilâ el hakkı : hakka hidayet eder (ulaştırır)
-
10-Yunus 35
ehakku : daha lâyık, daha çok hak sahibi
-
10-Yunus 35
en yuttebe : tâbî olunmak
-
10-Yunus 35
em men : yoksa kim, kimse, kişi
-
10-Yunus 35
lâ yehiddî : kendisi hidayete eremez (ulaşamaz) (kendisini hidayete erdiremez)
-
10-Yunus 35
en yuhdâ : ulaştırılmak, hidayete erdirilmek
-
10-Yunus 35
fe mâ lekum : artık size ne oluyor
-
10-Yunus 35
keyfe : nasıl
-
10-Yunus 35
tahkumûne : hüküm veriyorsunuz
-
10-Yunus 36
ve mâ : ve değil
-
10-Yunus 36
yettebiu : tâbî oluyor
-
10-Yunus 36
ekseru-hum : onların çoğu
-
10-Yunus 36
zannen : zanna
-
10-Yunus 36
inne ez zanne : şüphesiz zan
-
10-Yunus 36
el hakkı : hak
-
10-Yunus 36
şey'en : şey
-
10-Yunus 36
innallâhe : muhakkak ki Allah
-
10-Yunus 36
yef'alûne : onların yaptıklarını
-
10-Yunus 37
ve mâ kâne : ve değildir
-
10-Yunus 37
el kur'ânu : Kur'ân
-
10-Yunus 37
en yufterâ : uydurulmuş
-
10-Yunus 37
ve lâkin : ve ancak, lâkin
-
10-Yunus 37
ellezî beyne yedey-hi : onların ellerinde olanı (onların elleri arasında olanı)
-
10-Yunus 37
ve tafsîle : ve tafsilatlı (ayrıntılı) olarak açıklar
-
10-Yunus 37
el kitâbi : kitabı
-
10-Yunus 37
lâ reybe : şüphe yoktur
-
10-Yunus 37
el âlemîne : âlemler
-
10-Yunus 38
em : yoksa, veya, öyle mi
-
10-Yunus 38
yekûlûne ifterâ-hu : onu uydurdu mu
-
10-Yunus 38
fe'tû : öyleyse getirin
-
10-Yunus 38
bi sûretin : bir sure
-
10-Yunus 38
ved'û (ve ud'û) : ve çağırın
-
10-Yunus 38
men isteta'tum : gücünüzün yettiği kimse(leri)
-
10-Yunus 38
sâdikîne : doğru söyleyenler, sadıklar
-
10-Yunus 39
bel : aksine, hayır
-
10-Yunus 39
kezzebû : yalanladılar
-
10-Yunus 39
lem yuhîtû : ihata edemediler, kavrayamadılar
-
10-Yunus 39
ve lemmâ : ve olmadıkça
-
10-Yunus 39
ye'ti-him : onlara geldi
-
10-Yunus 39
te'vîlu-hu : onun yorumu, tevîli
-
10-Yunus 39
kezâlike : böylece, bunun gibi
-
10-Yunus 39
kezzebe : yalanladılar
-
10-Yunus 39
ellezîne min kabli-him : onlardan önceki kimseler
-
10-Yunus 39
fanzur (fe unzur) : artık bak
-
10-Yunus 39
keyfe : nasıl
-
10-Yunus 39
kâne : oldu
-
10-Yunus 39
âkibetu : sonu, akıbeti
-
10-Yunus 39
ez zâlimîne : zalimler
-
10-Yunus 40
ve min-hum : ve onlardan
-
10-Yunus 40
men yu'minu : îmân eden, mü'min olan kimseler
-
10-Yunus 40
ve min-hum : ve onlardan
-
10-Yunus 40
men : kimseler
-
10-Yunus 40
ve rabbu-ke : ve senin Rabbin
-
10-Yunus 40
a'lemu : iyi bilir
-
10-Yunus 40
bi el mufsidîne : fesat (bozgunculuk) çıkaranlar
-
10-Yunus 41
ve in kezzebû-ke : ve eğer seni yalanlarlarsa
-
10-Yunus 41
fe : o zaman
-
10-Yunus 41
lî amelî : benim amelim benim (bana ait)
-
10-Yunus 41
ve lekum : ve sizin
-
10-Yunus 41
amelu-kum : sizin ameliniz
-
10-Yunus 41
entum : siz
-
10-Yunus 41
berîûne : uzak, berî
-
10-Yunus 41
a'melu : yapıyorum, yaparım
-
10-Yunus 41
ve ene : ve ben
-
10-Yunus 41
berîun : uzak, berî
-
10-Yunus 41
ta'melûne : yapıyorsunuz, yaparsınız
-
10-Yunus 42
ve min-hum : ve onlardan
-
10-Yunus 42
men : kimseler (var)
-
10-Yunus 42
yestemiûne : seni dinlerler
-
10-Yunus 42
ileyke : sana
-
10-Yunus 42
e fe ente : fakat, sen mi
-
10-Yunus 42
es summe : sağırlar
-
10-Yunus 42
ve lev : ve ise, olsa
-
10-Yunus 42
lâ ya'kilûne : akıl etmezler
-
10-Yunus 43
ve min-hum : ve onlardan (var)
-
10-Yunus 43
men yanzuru : bakan kimseler
-
10-Yunus 43
ileyke : sana
-
10-Yunus 43
e fe ente : artık, sen mi
-
10-Yunus 43
tehdi : hidayete erdireceksin
-
10-Yunus 43
el umye : kör olan, âmâ
-
10-Yunus 43
ve lev : ve ise, eğer
-
10-Yunus 43
lâ yubsırûne : görmüyorlar (basar hassaları çalışmıyor)
-
10-Yunus 44
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
10-Yunus 44
en nâse : insanlar
-
10-Yunus 44
şey'en : bir şey (bir şekilde)
-
10-Yunus 44
ve lâkinne : ve ancak, lâkin, fakat
-
10-Yunus 44
en nâse : insanlar
-
10-Yunus 44
enfuse-hum : kendi nefslerine
-
10-Yunus 44
yazlimûne : zulmediyorlar, zulmederler
-
10-Yunus 45
ve yevme : ve gün
-
10-Yunus 45
keen : gibi
-
10-Yunus 45
lem : olmadı
-
10-Yunus 45
yelbesû : kalırlar
-
10-Yunus 45
sâaten : bir saat
-
10-Yunus 45
en nehâri : gündüz
-
10-Yunus 45
yeteârefûne : tanışırlar, tanışacaklar
-
10-Yunus 45
beyne-hum : onlar aralarında
-
10-Yunus 45
hasire : hüsrana düştüler
-
10-Yunus 45
ellezîne kezzebû : yalanlayan kimseler, yalanlayanlar
-
10-Yunus 45
ve mâ kânû : ve olmadılar
-
10-Yunus 45
muhtedîne : hidayete eren kimseler (ruhlarını Allah'a ölmeden evvel ulaştıranlar)
-
10-Yunus 46
ve immâ : ve ama, eğer
-
10-Yunus 46
nurîyenne-ke : elbette sana gösteririz
-
10-Yunus 46
ba'de : bir kısmı
-
10-Yunus 46
ellezî naıdu-hum : onlara vaadettiğimiz
-
10-Yunus 46
ev neteveffeyenne-ke : veya seni vefat ettiririz
-
10-Yunus 46
fe ileynâ : böylece, sonunda ..... bizedir
-
10-Yunus 46
merciu-hum : onların dönüşleri
-
10-Yunus 46
summe allâhu : sonra Allah
-
10-Yunus 46
şehîdun : şahittir
-
10-Yunus 46
alâ mâ yef'alûn : yaptıkları şeye
-
10-Yunus 47
ve li kulli : ve bütün, hepsi, ..... için vardır
-
10-Yunus 47
ummetin : ümmet
-
10-Yunus 47
resûlun : resûl
-
10-Yunus 47
fe izâ câe : geldiği zaman
-
10-Yunus 47
resûlu-hum : onlara resûlleri
-
10-Yunus 47
kudıye : hükmedildi
-
10-Yunus 47
beyne-hum : onların aralarında
-
10-Yunus 47
bi el kıstı : adaletle
-
10-Yunus 47
ve hum : ve onlar
-
10-Yunus 47
lâ yuzlamûne : zulmedilmez, zulme uğratılmazlar
-
10-Yunus 48
ve yekûlûne : ve onlar derler ki
-
10-Yunus 48
metâ : ne zaman
-
10-Yunus 48
hâza el va'du : bu vaad
-
10-Yunus 48
sadıkîne : sözünüze sadık olanlar, doğru sözlü
-
10-Yunus 49
lâ emliku : malik değilim
-
10-Yunus 49
li nefsî : nefsim için, kendim için
-
10-Yunus 49
ve lâ nef'an : ve ne de fayda
-
10-Yunus 49
mâ şâallâh(şâe allâhu) : Allah'ın dilediği şey
-
10-Yunus 49
ummetin : ümmet
-
10-Yunus 49
ecelun : bir ecel, belirlenmiş bir zaman
-
10-Yunus 49
izâ câe : geldiği zaman
-
10-Yunus 49
ecelu-hum : onların ecelleri
-
10-Yunus 49
fe lâ yeste'hırûne : artık ertelenmez
-
10-Yunus 49
sâaten : bir saat
-
10-Yunus 49
ve lâ yestakdimûne : ve öne alınmaz, tehir edilmez
-
10-Yunus 50
ereeytum : siz gördünüz mü (düşündünüz mü, görüşünüz nedir, reyiniz nedir)
-
10-Yunus 50
in etâ-kum : şâyet size gelse
-
10-Yunus 50
beyâten : geceleyin
-
10-Yunus 50
ev nehâren : veya gündüzleyin
-
10-Yunus 50
yesta'cilu : acele olarak isterler
-
10-Yunus 50
el mucrimûne : mücrimler, suçlular
-
10-Yunus 51
e summe : sonra mı
-
10-Yunus 51
âmentum : âmenû oldunuz
-
10-Yunus 51
âl'âne : şimdi
-
10-Yunus 51
ve kad : ve oldu, olmuştu
-
10-Yunus 51
testa'cilûne : acele istiyorsunuz
-
10-Yunus 52
summe : sonra
-
10-Yunus 52
kîle : denildi
-
10-Yunus 52
li ellezîne zalemû : zulmedenlere
-
10-Yunus 52
el huldi : sürekli, daimî, (hâlidîne) ebedî
-
10-Yunus 52
hel : mi
-
10-Yunus 52
tuczevne : cezalandırılacaksınız
-
10-Yunus 52
teksibûne : kazanıyorsunuz
-
10-Yunus 53
ve yestenbiûne-ke : ve senden haber soracaklar
-
10-Yunus 53
e hakkun : bu gerçek mi, hak mıdır
-
10-Yunus 53
huve : o
-
10-Yunus 53
î ve rabbî : evet Rabbime andolsun
-
10-Yunus 53
inne-hu : muhakkak ki o
-
10-Yunus 53
le hakkun : kesin olarak haktır (gerçektir)
-
10-Yunus 53
ve mâ entum : ve siz değilsiniz
-
10-Yunus 53
bi mu'cizîne : aciz bırakan kimse
-
10-Yunus 54
ve lev : ve olsa
-
10-Yunus 54
enne : gerçekten
-
10-Yunus 54
li kulli nefsin : her nefs için, her nefsin, ona ait, onun
-
10-Yunus 54
zalemet : zulmetti
-
10-Yunus 54
mâ fî el ardı : yeryüzünde ne varsa
-
10-Yunus 54
le iftedet : mutlaka feda ederdi (etti)
-
10-Yunus 54
ve eserru : ve gizlediler, gizlice içlerinde hissettiler
-
10-Yunus 54
en nedâmete : pişmanlıkları
-
10-Yunus 54
lemmâ : olduğu zaman
-
10-Yunus 54
reevû el azâbe : azabı görünce
-
10-Yunus 54
ve kudıye : ve hükmedildi
-
10-Yunus 54
beyne-hum : aralarında
-
10-Yunus 54
bi el kıstı : adaletle
-
10-Yunus 54
ve hum : ve onlar
-
10-Yunus 54
lâ yuzlemûne : zulmedilmezler (haksızlığa uğratılmazlar)
-
10-Yunus 55
e lâ : değil mi
-
10-Yunus 55
inne li allâhi : muhakkak Allah'ın
-
10-Yunus 55
mâ fî es semâvâti : göklerde olan şeyler, olanlar
-
10-Yunus 55
ve el ardı : ve yerde
-
10-Yunus 55
e lâ : değil mi
-
10-Yunus 55
inne va'de allâhi : mutlaka Allah'ın vaadi
-
10-Yunus 55
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
10-Yunus 55
eksere-hum : onların çoğu
-
10-Yunus 55
lâ ya'lemûne : bilmezler
-
10-Yunus 56
huve : o
-
10-Yunus 56
ve yumîtu : ve öldürür
-
10-Yunus 56
ve ileyhi : ve ona
-
10-Yunus 56
turceûne : döndürüleceksiniz
-
10-Yunus 57
yâ eyyuhâ en nâsu : ey insanlar
-
10-Yunus 57
câet-kum : size geldi
-
10-Yunus 57
mev'ızatun : öğüt
-
10-Yunus 57
ve şifâun : ve şifa
-
10-Yunus 57
limâ fî es sudûri : sinelerde olana
-
10-Yunus 57
ve huden : ve hidayet
-
10-Yunus 57
ve rahmetun : ve rahmet
-
10-Yunus 57
li el mu'minîne : mü'minler için
-
10-Yunus 58
ve bi rahmeti-hî : ve onun rahmeti ile
-
10-Yunus 58
fe bi zâlike : artık böylece
-
10-Yunus 58
fel yefrahû : artık ferahlasınlar, sevinsinler
-
10-Yunus 58
huve : o
-
10-Yunus 58
yecmeûne : maddî eşyayı topluyorlar
-
10-Yunus 59
e reeytum : gördünüz mü, reyiniz görüşünüz nedir
-
10-Yunus 59
mâ enzele âllâhu : Allah'ın indirdiği şey
-
10-Yunus 59
lekum : sizin için, size
-
10-Yunus 59
fe cealtum : ve de yaptınız, kıldınız
-
10-Yunus 59
harâmen : haram
-
10-Yunus 59
ve halâlen, : ve helâl
-
10-Yunus 59
ezine : izin mi verdi
-
10-Yunus 59
lekum : size, sizin için
-
10-Yunus 59
em alâ allâhi : yoksa Allah'a
-
10-Yunus 59
tefterûne : iftira ediyorsunuz
-
10-Yunus 60
ve mâ zannu : ve zannı nedir
-
10-Yunus 60
ellezîne yefterûne : iftira eden kimseler
-
10-Yunus 60
alâ allahi el kezibe : Allah'a yalan
-
10-Yunus 60
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
10-Yunus 60
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
10-Yunus 60
le zû fadlın : elbette büyük fazl sahibi
-
10-Yunus 60
alâ en nâsi : insanlara karşı
-
10-Yunus 60
ve lâkinne : ve ancak, lâkin
-
10-Yunus 60
eksere-hum : onların çoğu
-
10-Yunus 60
lâ yeşkurûne : şükretmezler
-
10-Yunus 61
ve mâ tekûnu : ve olmazsınız (olmanız yoktur ki)
-
10-Yunus 61
fî şe'nin : bir halde, iş üzerinde, bir durumda
-
10-Yunus 61
ve mâ tetlû : ve okumazsınız (okumanız yoktur ki)
-
10-Yunus 61
ve lâ ta'melûne : ve yapmazsınız (yapmanız yoktur ki)
-
10-Yunus 61
min amelin : amelden bir şey, bir amel, bir iş
-
10-Yunus 61
aleykum : sizin üzerinize
-
10-Yunus 61
şuhûden : şahitler
-
10-Yunus 61
iz tufîdûne : daldığınız zaman
-
10-Yunus 61
ve mâ ya'zubu : ve gizli kalmaz
-
10-Yunus 61
an rabbi-ke : Rabbinden
-
10-Yunus 61
zerretin : bir zerre
-
10-Yunus 61
fî el ardı : yeryüzünde
-
10-Yunus 61
ve lâ : ve olmaz
-
10-Yunus 61
fî es semâi : gökte, semada
-
10-Yunus 61
ve lâ asgare : ve daha küçüğü yoktur (olmaz)
-
10-Yunus 61
min zâlike : bundan
-
10-Yunus 61
ve lâ ekbere : ve daha büyüğü yoktur (olmaz)
-
10-Yunus 62
e lâ : öyle değil mi
-
10-Yunus 62
inne : muhakkak
-
10-Yunus 62
evlîyâe allâhi : Allah'ın dostları
-
10-Yunus 62
aleyhim : onlara
-
10-Yunus 62
ve lâ : ve olmaz
-
10-Yunus 62
yahzenûne : mahzun
-
10-Yunus 63
ellezîne : o kimseler
-
10-Yunus 63
âmenû : âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
-
10-Yunus 63
ve kânû : ve oldular
-
10-Yunus 63
yettekûne : takva sahibi olurlar
-
10-Yunus 64
lehum el buşrâ : onlara müjde vardır
-
10-Yunus 64
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
10-Yunus 64
ve fî el âhıreti : ve ahirette
-
10-Yunus 64
lâ tebdîle : değişmez
-
10-Yunus 64
li kelimâti allâhi : Allah'ın sözü, kelimesi
-
10-Yunus 64
zâlike : işte bu
-
10-Yunus 64
huve el fevzu el azîm : o en büyük mükâfat (fevzdir)
-
10-Yunus 65
ve lâ yahzun-ke : ve seni üzmesin, mahzun olma
-
10-Yunus 65
inne el izzete : muhakkak ki izzet
-
10-Yunus 65
cemîan : bütünü, hepsi
-
10-Yunus 65
huve es semîu : o işitendir
-
10-Yunus 65
el alîmu : bilendir
-
10-Yunus 66
e lâ : öyle değil mi
-
10-Yunus 66
inne : muhakkak
-
10-Yunus 66
men : kimse, kim
-
10-Yunus 66
fî es semâvâti : göklerde, semalarda
-
10-Yunus 66
ve men : ve kimse, kim
-
10-Yunus 66
fî el ardı : yerde
-
10-Yunus 66
ve mâ yettebiu : ve tâbî olmaz
-
10-Yunus 66
ellezîne yed'ûne : dua eden kimseler
-
10-Yunus 66
şûrekâe : şirk koştukları, ortaklar
-
10-Yunus 66
yettebiûne : tâbî olurlar
-
10-Yunus 66
illâ ez zanne : ancak, yalnız, sadece zan
-
10-Yunus 66
ve in : ve eğer
-
10-Yunus 66
yahrusûne : sadece tahminde bulunurlar, yalan uydururlar
-
10-Yunus 67
huve : o
-
10-Yunus 67
ellezî ceale : ki o kıldı, yaptı
-
10-Yunus 67
lekum : sizin için
-
10-Yunus 67
el leyle : gece
-
10-Yunus 67
li teskunû : sukûn bulmanız, dinlenmeniz için
-
10-Yunus 67
ve en nehâre : ve gündüz
-
10-Yunus 67
mubsıren : basireti (görmeyi) sağlayan
-
10-Yunus 67
inne : muhakkak
-
10-Yunus 67
fî zâlike : bunda
-
10-Yunus 67
le âyâtin : elbette âyetler vardır
-
10-Yunus 67
yesmeûne : işitirler
-
10-Yunus 68
kâlû ittehaze allâhu : dediler, Allah edindi
-
10-Yunus 68
veleden : bir çocuk (veled)
-
10-Yunus 68
subhâne-hu : o münezzehtir, ondan münezzehtir
-
10-Yunus 68
huve el ganiyyu : o ganidir (zengindir, ihtiyacı yoktur)
-
10-Yunus 68
lehu : onun
-
10-Yunus 68
fî es semâvâti : göklerde var olan
-
10-Yunus 68
ve mâ : ve şeyler
-
10-Yunus 68
fî el ardı : yeryüzünde var olan
-
10-Yunus 68
inde-kum : sizde, sizin yanınızda
-
10-Yunus 68
e tekûlûne : mi söylüyorsunuz (söylüyor musunuz)
-
10-Yunus 68
mâ lâ ta'lemûne : bilmediğiniz şey
-
10-Yunus 69
inne : muhakkak
-
10-Yunus 69
ellezîne yefterûne : iftira eden kimseler
-
10-Yunus 69
el kezibe : yalan
-
10-Yunus 69
lâ yuflihûne : felâha, kurtuluşa eremezler
-
10-Yunus 70
metâun : bir metadır (geçinme) vardır
-
10-Yunus 70
fî ed dunyâ : dünyada
-
10-Yunus 70
summe : sonra
-
10-Yunus 70
ileynâ : bize
-
10-Yunus 70
merciu-hum : onların dönüşleri
-
10-Yunus 70
summe : sonra
-
10-Yunus 70
el azâbe eş şedîde : şiddetli azabı
-
10-Yunus 70
yekfurûne : inkâr ediyorlar (kâfir oluyorlar)
-
10-Yunus 71
vetlu : ve oku
-
10-Yunus 71
aleyhim : onlara
-
10-Yunus 71
nebe'e : haberi
-
10-Yunus 71
iz kâle : dediği zaman, demişti
-
10-Yunus 71
in kâne : eğer ise
-
10-Yunus 71
kebure : ağır geldi (büyük oldu)
-
10-Yunus 71
aleykum : size
-
10-Yunus 71
ve tezkîrî : ve benim zikretmem
-
10-Yunus 71
fe alâllâhi (alâ allâhi) : artık Allah'a
-
10-Yunus 71
tevekkeltu : ben tevekkül ettim, güvendim
-
10-Yunus 71
fe ecmiû : artık, bundan sonra (toplanın) \n karar verin (icma edin)
-
10-Yunus 71
emre-kum : işinizi
-
10-Yunus 71
ve şurekâe-kum : ve ortaklarınız
-
10-Yunus 71
summe : sonra
-
10-Yunus 71
lâ yekun : olmasın
-
10-Yunus 71
emru-kum : işiniz
-
10-Yunus 71
aleykum : sizin üzerinize
-
10-Yunus 71
gummeten : bir gam, keder, belirsiz, gizli
-
10-Yunus 71
summe akdû : sonra uygulayın (yerine getirin)
-
10-Yunus 71
ileyye : bana
-
10-Yunus 71
ve lâ tunzirûne : ve beklemeyin
-
10-Yunus 72
fe in : eğer
-
10-Yunus 72
tevelleytum : yüz çevirirseniz, dönerseniz
-
10-Yunus 72
fe mâ se'eltu-kum : o zaman sizden istemem
-
10-Yunus 72
min ecrin : ücretten, bir ücret
-
10-Yunus 72
in ecriye : (eğer varsa) benim ecrim, ücretim
-
10-Yunus 72
ve umirtu : ve emrolundum
-
10-Yunus 72
en ekûne : olmakla
-
10-Yunus 72
min el muslimîne : (Allah'a) teslim olanlardan
-
10-Yunus 73
fe kezzebû-hu : fakat onu yalanladılar
-
10-Yunus 73
fe necceynâ-hu : sonra biz onu kurtardık
-
10-Yunus 73
ve men : ve kim, kimse(ler)
-
10-Yunus 73
mea-hu : onunla beraber
-
10-Yunus 73
fî el fulki : gemide
-
10-Yunus 73
ve cealnâ-hum : ve onları kıldık (yaptık)
-
10-Yunus 73
halâife : halifeler
-
10-Yunus 73
ve agraknâ : ve suda boğduk
-
10-Yunus 73
ellezîne kezzebû : yalanlayan kimseler
-
10-Yunus 73
fanzur (fe unzur) : artık bak
-
10-Yunus 73
keyfe : nasıl
-
10-Yunus 73
kâne : oldu
-
10-Yunus 73
âkıbetu el munzerîne : uyarılanların sonu (akıbeti)
-
10-Yunus 74
summe : sonra
-
10-Yunus 74
beas-nâ : biz gönderdik
-
10-Yunus 74
rusulen : resûller
-
10-Yunus 74
fe câû-hum bi \n(câe) \n(câe bi) : o zaman onlara getirdiler \n: (geldi) \n: (getirdi)
-
10-Yunus 74
el beyyinâti : beyyineler, belgeler
-
10-Yunus 74
fe mâ kânû li yu'minû : ama inanmadılar, mü'min olmadılar
-
10-Yunus 74
bi mâ kezzebû : yalanladıklarından dolayı
-
10-Yunus 74
kezâlike : işte böyle
-
10-Yunus 74
natbeu : mühürleriz
-
10-Yunus 74
el mugtedîne : haddi aşanlar
-
10-Yunus 75
summe : sonra
-
10-Yunus 75
beas-nâ : biz gönderdik
-
10-Yunus 75
mûsâ ve hârûne : Musa ve Harun
-
10-Yunus 75
ilâ fir'avne : firavuna
-
10-Yunus 75
ve melâi-hî : ve onun ileri gelenlerine
-
10-Yunus 75
festekberû (fe istekberû) : fakat kibirlendiler
-
10-Yunus 75
ve kânû : ve oldular
-
10-Yunus 75
kavmen : bir kavim
-
10-Yunus 75
mucrimîne : mücrim (suçlu)
-
10-Yunus 76
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
10-Yunus 76
câe-humu el hakku : onlara hak geldi
-
10-Yunus 76
inne : muhakkak
-
10-Yunus 76
le sıhrun : mutlaka bir sihirdir
-
10-Yunus 77
kâle : dedi
-
10-Yunus 77
e tekûlûne : mı söylüyorsunuz, konuşuyorsunuz
-
10-Yunus 77
li el hakkı : hak için
-
10-Yunus 77
lemmâ câe-kum : size geldiği zaman
-
10-Yunus 77
e sıhrun : bir sihir mi
-
10-Yunus 77
ve lâ yuflihu : ve felâha (kurtuluşa) ermez
-
10-Yunus 77
es sâhırûne : sihir yapanlar (sihirbazlar)
-
10-Yunus 78
e ci'te-nâ : bize mi geldiniz
-
10-Yunus 78
li telfite-nâ : bizi çevirmek, (vazgeçirmek) için
-
10-Yunus 78
veced-nâ : bulduk
-
10-Yunus 78
aleyhi : (onun) üzerinde
-
10-Yunus 78
âbâe-nâ : atalarımız, babalarımız
-
10-Yunus 78
ve tekûne : ve siz olursunuz
-
10-Yunus 78
lekum : sizin için
-
10-Yunus 78
el kibriyâu : büyüklük (üstünlük)
-
10-Yunus 78
fî el ardı : yeryüzünde
-
10-Yunus 78
ve mâ nahnu : ve biz değiliz
-
10-Yunus 78
lekumâ : siz ikiniz
-
10-Yunus 78
bi mu'minîne : inanacak, îmân edecek
-
10-Yunus 79
ve kâle : ve dedi
-
10-Yunus 80
fe : bunun üzerine, böylece
-
10-Yunus 80
lemmâ : olduğu zaman
-
10-Yunus 80
câe es seharetu : sihirbazlar geldi
-
10-Yunus 80
kâle : dedi
-
10-Yunus 80
lehum : onlara
-
10-Yunus 80
elkû : atın
-
10-Yunus 80
entum : siz
-
10-Yunus 80
mulkûne : yere atacağınız
-
10-Yunus 81
fe lemmâ : artık, olduğu zaman
-
10-Yunus 81
elkav : attılar
-
10-Yunus 81
kâle : dedi
-
10-Yunus 81
bi-hi es sihru : o sihir iledir, o sihirdir
-
10-Yunus 81
inne allâhe : muhakkak Allah
-
10-Yunus 81
se yubtilu-hu : onu bâtıl (geçersiz) kılacaktır
-
10-Yunus 81
inne allâhe : muhakkak Allah
-
10-Yunus 81
amele el mufsidîne : fesat çıkaranların amelini
-
10-Yunus 82
ve yuhikku allâhu : ve Allah gerçekleştirecek
-
10-Yunus 82
el hakka : hakkı
-
10-Yunus 82
bi kelimâti-hi : kelimeleri ile, sözleri ile
-
10-Yunus 82
ve lev kerihe : ve kerih görse de (istemese de), hoşlanmasa da
-
10-Yunus 82
el mucrimûne : mücrimler (suçlular)
-
10-Yunus 83
fe : bundan sonra
-
10-Yunus 83
mâ âmene : âmenû olmadı (îmân etmedi, inanmadı)
-
10-Yunus 83
zurriyyetun : zürriyet, sülâle
-
10-Yunus 83
min fir'avne : firavundan
-
10-Yunus 83
ve melâi-him : ve onun ileri gelenleri
-
10-Yunus 83
en yeftine-hum : onları fitneye düşürmesi (onlara işkence etmesi)
-
10-Yunus 83
ve inne : ve muhakkak
-
10-Yunus 83
fir'avne : firavun
-
10-Yunus 83
le âlin : çok kibirli, büyüklük taslayan, üstün (zorba)
-
10-Yunus 83
fî el ardı : yeryüzünde
-
10-Yunus 83
ve inne-hu : ve muhakkak o
-
10-Yunus 83
le min el musrifîne : haddi aşanlardan, müsriflerden, azgınlardan
-
10-Yunus 84
ve kâle : ve dedi
-
10-Yunus 84
âmentum : îmân ettiniz, âmenû oldunuz (olan lar) (ölmeden önce Allah'a ulaş mayı dilediniz)
-
10-Yunus 84
fe aleyhi : artık ona
-
10-Yunus 84
tevekkelû : tevekkül edin, güvenin
-
10-Yunus 84
muslimîne : müslüman, teslim olanlar
-
10-Yunus 85
fe kâlû : bunun üzerine dediler
-
10-Yunus 85
tevekkelnâ : biz tevekkül ettik
-
10-Yunus 85
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
10-Yunus 85
lâ tec'al-nâ : bizi kılma
-
10-Yunus 85
fitneten : fitne
-
10-Yunus 85
li el kavmi ez zâlimîne : zalim kavme
-
10-Yunus 86
ve necci-nâ : ve bizi kurtar
-
10-Yunus 86
bi rahmeti-ke : senin rahmetin ile
-
10-Yunus 86
min el kavmi el kâfirîne : kâfirler kavminden
-
10-Yunus 87
ve evhaynâ : ve biz vahyettik
-
10-Yunus 87
ve ahî-hi : ve onun kardeşine
-
10-Yunus 87
en tebevveâ : yerleşmek, ev yapmak
-
10-Yunus 87
buyûten : evler
-
10-Yunus 87
vec'alû : ve kılınız
-
10-Yunus 87
buyûte-kum : evleriniz
-
10-Yunus 87
kıbleten : kıble olarak
-
10-Yunus 87
ve akîmu es sâlate : ve namazı ikame edin
-
10-Yunus 87
ve beşşiri el mu'minîne : ve mü'minleri müjdele
-
10-Yunus 88
ve kâle : ve dedi
-
10-Yunus 88
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
10-Yunus 88
inne-ke : muhakkak sen
-
10-Yunus 88
âteyte : sen verdin
-
10-Yunus 88
fir'avne : firavun
-
10-Yunus 88
ve melâ-hu : ve onun ileri gelenleri
-
10-Yunus 88
zîneten : süs, ziynet
-
10-Yunus 88
ve emvâlen : ve mallar
-
10-Yunus 88
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
10-Yunus 88
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
10-Yunus 88
an sebîli-ke : senin yolundan
-
10-Yunus 88
rabbenatmis alâ : Rabbimiz yok et, mahvet
-
10-Yunus 88
emvâli-him : onların mallarını
-
10-Yunus 88
veşdud (ve uşdud) : ve şiddetlendir, sıkıştır
-
10-Yunus 88
fe lâ yu'minû : artık mü'min olmazlar
-
10-Yunus 88
hattâ yerevu : görünceye kadar
-
10-Yunus 88
el azâb el elîme : acı azap
-
10-Yunus 89
kâle : dedi
-
10-Yunus 89
ucîbet : kabul olundu, icabet edildi
-
10-Yunus 89
da'vetu-kumâ : ikinizin duası
-
10-Yunus 89
festekîmâ (fe istekîmâ) : artık ikiniz (de) (kendinizi dîne) ikame edin (Allah'a çağırmaya devam edin)
-
10-Yunus 89
ve lâ tettebi : ve tâbî olmayın
-
10-Yunus 89
sebîle : yol
-
10-Yunus 89
ellezîne lâ ya'lemûne : bilmeyen kimseler
-
10-Yunus 90
ve câvez-nâ : ve biz geçirdik
-
10-Yunus 90
bi benî isrâîle : İsrailoğullarını
-
10-Yunus 90
el bahre : deniz
-
10-Yunus 90
fe etbea-hum : böylece onları takip etti
-
10-Yunus 90
ve cunûdu-hu : ve onun ordusu
-
10-Yunus 90
bagyen : zulümle, zulmetmek için
-
10-Yunus 90
ve adven : düşmanlıkla
-
10-Yunus 90
edreke-hu el gareku : onu boğacak düzeye erişti
-
10-Yunus 90
kâle : dedi
-
10-Yunus 90
âmentu : îmân ettim
-
10-Yunus 90
enne-hu : muhakkak ona, onun ..... olduğuna
-
10-Yunus 90
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
10-Yunus 90
ellezî âmenet : ki ona îmân etti (inandı)
-
10-Yunus 90
benû isrâîle : İsrailoğulları
-
10-Yunus 90
ve ene : ve ben
-
10-Yunus 90
min el muslimîne : müslümanlardanım
-
10-Yunus 91
âl'âne : şimdi
-
10-Yunus 91
ve kad : ve olmuştu
-
10-Yunus 91
asayte : sen asi oldun
-
10-Yunus 91
ve kunte : ve sen oldun
-
10-Yunus 91
min el mufsidîne : fesat çıkaranlardan
-
10-Yunus 92
fe el yevme : böylece bugün
-
10-Yunus 92
nuneccî-ke : seni kurtaracağız
-
10-Yunus 92
bi bedeni-ke : senin bedenin ile
-
10-Yunus 92
li tekûne : olman için
-
10-Yunus 92
li men : o kimseler için
-
10-Yunus 92
halfe-ke \n(li men halfe-ke) : senden sonra, senin arkanda \n: (senden sonraki nesl'e)
-
10-Yunus 92
âyeten : bir âyet, delil (ibret)
-
10-Yunus 92
ve inne : ve muhakkak ki, gerçekten
-
10-Yunus 92
kesîren : çoğu
-
10-Yunus 92
min en nâsi : insanlardan
-
10-Yunus 92
le gâfilûne : elbette habersiz olan, gâfil olan kimseler
-
10-Yunus 93
ve lekad : ve andolsun ki
-
10-Yunus 93
bevve'nâ : yerleştirdik
-
10-Yunus 93
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
10-Yunus 93
mubevvee : yerleşme yeri
-
10-Yunus 93
ve razaknâ-hum : ve onları rızıklandırdık
-
10-Yunus 93
min et tayyibâti : temiz, helâl olanlardan
-
10-Yunus 93
femahtelefû (fe mâ ihtelefû) : bundan sonra ihtilâfa düşmediler
-
10-Yunus 93
hattâ câe-hum el ilmu : onlara ilim gelinceye kadar
-
10-Yunus 93
inne rabbe-ke : muhakkak ki senin Rabbin
-
10-Yunus 93
beyne-hum : onların aralarında
-
10-Yunus 93
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
10-Yunus 93
fî hi yahtelifûne : onun hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşerler
-
10-Yunus 94
fe in : bundan sonra, eğer
-
10-Yunus 94
kunte : sen oldun
-
10-Yunus 94
fî şekkin : şüphe içinde
-
10-Yunus 94
mim mâ (min mâ) enzel-nâ : indirdiğimiz şeyden
-
10-Yunus 94
ileyke : sana
-
10-Yunus 94
fes'eli (fe es'eli) : o zaman onlara sor
-
10-Yunus 94
ellezîne yakreûne : okuyan kimseler
-
10-Yunus 94
el kitâbe : kitabı
-
10-Yunus 94
min kabli-ke : senden önce
-
10-Yunus 94
lekad : andolsun
-
10-Yunus 94
câe-ke : sana geldi
-
10-Yunus 94
el hakku : hak
-
10-Yunus 94
min rabbi-ke : Rabbinden
-
10-Yunus 94
fe lâ tekûnenne : öyleyse sakın olma
-
10-Yunus 94
min el mumterîne : şüphe edenlerden, şüphecilerden
-
10-Yunus 95
ve lâ tekûnenne : ve sakın olma
-
10-Yunus 95
min ellezîne : o kimselerden
-
10-Yunus 95
kezzebû : yalanladılar
-
10-Yunus 95
fe : o taktirde, böylece, yoksa
-
10-Yunus 95
tekûne : olursun
-
10-Yunus 95
min el hâsirîne : hüsrana uğrayanlardan
-
10-Yunus 96
inne ellezîne : muhakkak ki onlar
-
10-Yunus 96
aleyhim : onlar üzerlerine, onların üzerine
-
10-Yunus 96
kelimetu : kelime, söz
-
10-Yunus 96
rabbi-ke : senin Rabbin
-
10-Yunus 96
lâ yu'minûne : mü'min olmazlar
-
10-Yunus 97
ve lev câet-hum : ve onlara gelse bile
-
10-Yunus 97
âyetin : âyet
-
10-Yunus 97
yerevû : görürler
-
10-Yunus 97
el azâbe el elîme : elîm azap
-
10-Yunus 98
fe : bundan sonra, artık
-
10-Yunus 98
lev lâ : keşke olsaydı, olmaz mıydı
-
10-Yunus 98
kânet : oldu
-
10-Yunus 98
karyetun : bir ülke, bir karye
-
10-Yunus 98
âmenet : îmân etti, âmenû oldu
-
10-Yunus 98
fe nefea-hâ : böylece ona fayda sağladı
-
10-Yunus 98
kavme yûnuse : yunus kavmi
-
10-Yunus 98
lemmâ : olduğu zaman, olunca
-
10-Yunus 98
âmenû : âmenû oldular
-
10-Yunus 98
keşef-nâ : giderdik, kaldırdık
-
10-Yunus 98
azâbe el hızyi : aşağılatıcı azap
-
10-Yunus 98
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
10-Yunus 98
ve metta'nâ-hum : ve onları yararlandırdık, metalandırdık, geçimlerini sağladık
-
10-Yunus 99
rabbu-ke : senin Rabbin
-
10-Yunus 99
le âmene : elbette îmân ederdi
-
10-Yunus 99
men : o kimseler
-
10-Yunus 99
fî el ardı : yeryüzünde
-
10-Yunus 99
cemîân : topluca
-
10-Yunus 99
e fe ente : öyleyse, yoksa sen mi
-
10-Yunus 99
tukrihu en nâse : insanları zorlayacaksın (mecbur tutacaksın) insanlar kerih görse de (istemese de)
-
10-Yunus 99
yekûnû : olurlar
-
10-Yunus 99
mu'minîne : mü'minler
-
10-Yunus 100
ve mâ kâne : ve olmadı, olmaz, olamaz
-
10-Yunus 100
li nefsin : bir nefs için, bir nefsin
-
10-Yunus 100
en tu'mine : mü'min olması
-
10-Yunus 100
ve yec'alu : ve kılar, yapar, verir
-
10-Yunus 100
er ricse : ceza, azap, pislik
-
10-Yunus 100
ellezîne lâ ya'kılûne : akıl etmeyen kimseler
-
10-Yunus 101
fî es semâvâti : göklerde
-
10-Yunus 101
ve el ardı : ve yeryüzünde
-
10-Yunus 101
ve mâ tugnî : ve fayda vermez (gani olmaz)
-
10-Yunus 101
el âyâtu : âyetler
-
10-Yunus 101
ve en nuzuru : ve uyarmalar
-
10-Yunus 101
lâ yu'minûne : âmenû olmayan
-
10-Yunus 102
fe hel : artık, yoksa, mi, mı
-
10-Yunus 102
yentezırûne : bekliyorlar
-
10-Yunus 102
misle : misli, benzeri
-
10-Yunus 102
eyyâmi : günler
-
10-Yunus 102
ellezîne halev : yalnız, gelip geçenler
-
10-Yunus 102
fentezırû (fe intezırû) : artık bekleyin
-
10-Yunus 102
mea-kum : sizinle beraber
-
10-Yunus 102
min el muntezirîne : bekleyenlerden
-
10-Yunus 103
summe : sonra
-
10-Yunus 103
nuneccî : kurtarırız
-
10-Yunus 103
rusulenâ : resûllerimizi
-
10-Yunus 103
ve : ve
-
10-Yunus 103
ellezine âmenû : âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)
-
10-Yunus 103
kezâlike : böyle, böylece
-
10-Yunus 103
aleynâ : üzerimize
-
10-Yunus 103
el mu'minîne : mü'minler
-
10-Yunus 104
yâ eyyuhâ en nâsu : ey insanlar
-
10-Yunus 104
fî şekkin : şüphe içinde
-
10-Yunus 104
fe lâ a'budu : ibadet etmem, kulluk etmem, tapmam
-
10-Yunus 104
ellezîne ta'budûne : sizin ibadet ettiklerinize, sizin kulluk ettiklerinize, taptıklarınıza
-
10-Yunus 104
ve lâkin : ve lâkin, ancak, fakat
-
10-Yunus 104
a'budu allâhe : Allah'a kulluk ederim ki o
-
10-Yunus 104
ellezî yeteveffâ-kum : sizi vefat ettirir, ettirecektir
-
10-Yunus 104
ve umirtu : ve ben emrolundum
-
10-Yunus 104
en ekûne : olmak (benim olmam)
-
10-Yunus 104
min el mu'minîne : mü'minlerden
-
10-Yunus 105
ve en ekim : ve yöneltmek, yönelt
-
10-Yunus 105
veche-ke : vechini, yüzünü
-
10-Yunus 105
li ed dîni : dîne
-
10-Yunus 105
ve lâ tekûnenne : ve sakın olma
-
10-Yunus 105
min el muşrikîne : müşriklerden
-
10-Yunus 106
ve lâ ted'u : ve tapma, dua etme
-
10-Yunus 106
mâ lâ yenfeu-ke : sana fayda vermeyen şeyler
-
10-Yunus 106
ve lâ yadurru-ke : ve sana zarar vermeyen
-
10-Yunus 106
fe in fealte : bundan sonra, eğer yapacak olursan, yaparsan
-
10-Yunus 106
fe inne-ke : o zaman sen mutlaka
-
10-Yunus 106
izen : bu durumda, öyle olursa (öyle yaparsan)
-
10-Yunus 106
min ez zâlimîne : zalimlerden, zulmedenlerden
-
10-Yunus 107
ve in yemseske allâhu : ve Allah eğer dokundurursa (isabet ettirirse)
-
10-Yunus 107
fe lâ : artık yoktur
-
10-Yunus 107
kâşife : gideren kimse (giderecek kimse)
-
10-Yunus 107
lehu : onun için, onu, ona
-
10-Yunus 107
illâ hûve : ondan başka
-
10-Yunus 107
ve in yurid-ke : ve eğer senin için (sana) isterse
-
10-Yunus 107
fe lâ : o taktirde yoktur
-
10-Yunus 107
râdde : geri çeviren kimse (geri çevirecek kimse)
-
10-Yunus 107
men yeşâu : kimi dilerse, dilediği kimse
-
10-Yunus 107
ve huve : ve o
-
10-Yunus 107
el gafûru : gafurdur, mağfiret edendir
-
10-Yunus 107
er râhîmu : rahîmdir, rahmet nurunu gönderendir
-
10-Yunus 108
yâ eyyuhe en nâsu : ey insanlar
-
10-Yunus 108
kad câe-kum : size gelmiştir
-
10-Yunus 108
el hakku : hak, gerçek
-
10-Yunus 108
fe men ihtedâ : kim hidayete erdiyse
-
10-Yunus 108
fe innemâ : o ancak
-
10-Yunus 108
yehtedî : hidayete erer
-
10-Yunus 108
li nefsi-hi : kendi nefsi için
-
10-Yunus 108
ve men dalle : ve kim dalâlette olduysa
-
10-Yunus 108
fe innemâ : o ancak
-
10-Yunus 108
aleyhâ : kendi aleyhine (sorumluluğu kendi üzerinde)
-
10-Yunus 108
ve mâ : ve değil
-
10-Yunus 108
ene : ben
-
10-Yunus 108
aleykum : üzerinizde
-
10-Yunus 108
bi vekîlin : vekil
-
10-Yunus 109
vettebi' (ve ittebi') : ve tâbî ol
-
10-Yunus 109
iley-ke : sana
-
10-Yunus 109
vasbir (ve ısbir) : ve sabret
-
10-Yunus 109
yahkume allâhu : Allah hükmeder, hükmünü verir
-
10-Yunus 109
ve huve : ve o
-
10-Yunus 109
el hâkimîne : hükmedenler, hüküm verenler
-
10-Yunus 30
hunālike : işte orada
-
100-Âdiyât 1
ve : andolsun
-
100-Âdiyât 1
el âdiyâti : koşanlar
-
100-Âdiyât 2
fe : sonra
-
100-Âdiyât 2
el mûriyâti : kıvılcım saçanlar
-
100-Âdiyât 3
fe : sonra
-
100-Âdiyât 3
el mugîrâti : ansızın akın edenler
-
100-Âdiyât 4
fe : sonra, böylece
-
100-Âdiyât 4
eserne : tozu dumana kattılar
-
100-Âdiyât 5
fe : sonra
-
100-Âdiyât 5
vasatne : ortasına daldılar
-
100-Âdiyât 5
cem'an : topluluk
-
100-Âdiyât 6
inne : muhakkak
-
100-Âdiyât 6
el insâne : insan
-
100-Âdiyât 6
le : gerçekten
-
100-Âdiyât 6
kenûdun : hamdetmeyen, çok nankör
-
100-Âdiyât 7
ve inne-hu : ve muhakkak ki o
-
100-Âdiyât 7
zâlike : bu
-
100-Âdiyât 7
le : elbette
-
100-Âdiyât 7
şehîdun : şahittir
-
100-Âdiyât 8
ve inne-hu : ve muhakkak ki o
-
100-Âdiyât 8
el hayri : hayr, mal (malı hayır sandığı için)
-
100-Âdiyât 8
le : gerçekten
-
100-Âdiyât 8
şedîdun : şiddetli, kuvvetli
-
100-Âdiyât 9
e : mi
-
100-Âdiyât 9
fe : artık
-
100-Âdiyât 9
lâ ya'lemu : bilmeyecek
-
100-Âdiyât 9
fî el kubûri : kabirlerde
-
100-Âdiyât 10
ve hussıle : ve hasıl olanlar toplandı, toplanıp izhar edildi
-
100-Âdiyât 10
fî es sudûri : göğüslerde
-
100-Âdiyât 11
inne : muhakkak
-
100-Âdiyât 11
rabbe-hum : onların Rabbi
-
100-Âdiyât 11
yevme izin : o gün, izin günü
-
100-Âdiyât 11
le : mutlaka, elbette
-
101-Kâria 1
el kâriatu : kâria, korkunç ve dehşet verici çarpan bir felâket
-
101-Kâria 2
el kâriatu : kâria
-
101-Kâria 3
ve mâ : ve nedir
-
101-Kâria 3
edrâ-ke : sana bildirdi
-
101-Kâria 3
el kâriatu : kâria
-
101-Kâria 4
yevme : o gün
-
101-Kâria 4
yekûnu : olurlar
-
101-Kâria 4
en nâsu : insanlar
-
101-Kâria 4
ke el ferâşi : kelebekler, pervaneler gibi
-
101-Kâria 4
el mebsûsi : dağılmış
-
101-Kâria 5
ve tekûnu : ve olurlar
-
101-Kâria 5
el cibâlu : dağlar
-
101-Kâria 5
ke el ıhni : renkli yünler gibi
-
101-Kâria 5
el menfuşi : etrafa saçılmış
-
101-Kâria 6
fe : artık
-
101-Kâria 6
emmâ : fakat
-
101-Kâria 6
men : kim
-
101-Kâria 6
sekulet : ağır geldi
-
101-Kâria 6
mevâzînu-hu : onun tartıları
-
101-Kâria 7
fe : artık, işte
-
101-Kâria 7
huve : o
-
101-Kâria 7
îşetin : yaşayış
-
101-Kâria 7
râdiyetin : razı olan, razı olduğu
-
101-Kâria 8
ve emmâ : ve amma, fakat
-
101-Kâria 8
men : kim
-
101-Kâria 8
haffet : hafif geldi
-
101-Kâria 8
mevâzînu-hu : tartıları
-
101-Kâria 9
fe : artık
-
101-Kâria 9
hâviyetun : haviye, cehennem ateşi
-
101-Kâria 10
ve mâ edrâ-ke : ve sana bildiren nedir
-
101-Kâria 10
mâ hiyeh : onun ne olduğu
-
101-Kâria 11
hâmiyetun : kızgın, yakıcı
-
102-Tekâsür 1
elhâ-kum (u) : sizi oyaladı
-
102-Tekâsür 1
et tekâsuru : çoklukla (mal, mülk, evlât ile) övünme
-
102-Tekâsür 2
el mekâbira : kabirler, mezarlar
-
102-Tekâsür 3
kellâ : hayır
-
102-Tekâsür 3
sevfe : yakında
-
102-Tekâsür 3
ta'lemûne : siz bileceksiniz
-
102-Tekâsür 4
summe : sonra
-
102-Tekâsür 4
kellâ : hayır
-
102-Tekâsür 4
sevfe : yakında
-
102-Tekâsür 4
ta'lemûne : siz bileceksiniz
-
102-Tekâsür 5
kellâ : hayır
-
102-Tekâsür 5
lev ta'lemûne : keşke siz bilseydiniz
-
102-Tekâsür 5
ilme el yakîni : İlm'el Yakîn, kesin bilgi
-
102-Tekâsür 6
le : elbette, mutlaka
-
102-Tekâsür 6
terevunne : göreceksiniz
-
102-Tekâsür 6
el cahîme : alevli ateş
-
102-Tekâsür 7
summe : sonra
-
102-Tekâsür 7
le : mutlaka
-
102-Tekâsür 7
terevunne-hâ : onu göreceksiniz
-
102-Tekâsür 7
ayne el yakîni : Ayn'el Yakîn, göz ile
-
102-Tekâsür 8
summe : sonra
-
102-Tekâsür 8
le : mutlaka
-
102-Tekâsür 8
tus'elunne : sorgulanacaksınız
-
102-Tekâsür 8
yevme izin : o gün, izin günü
-
102-Tekâsür 8
an(i) en naîmi : ni'metlerden
-
103-Asr 1
ve : andolsun, yemin olsun
-
103-Asr 1
el asrı : asr, zaman
-
103-Asr 2
inne : muhakkak
-
103-Asr 2
el insâne : insan
-
103-Asr 2
le : gerçekten, mutlaka
-
103-Asr 3
ellezîne : onlar, olanlar
-
103-Asr 3
âmenû : âmenû oldular
-
103-Asr 3
ve amilû es sâlihâti : ve salih amel işlediler, nefs tezkiyesi yaptılar
-
103-Asr 3
ve tevâsav : ve tavsiye ettiler
-
103-Asr 3
bi el hakkı : hakkı
-
103-Asr 3
ve tevâsav : ve tavsiye ettiler
-
103-Asr 3
bi es sabrı : sabrı
-
104-Hümeze 1
veylun : yazıklar olsun, vay haline
-
104-Hümeze 1
humezetin : arkadan çekiştirmeyi alışkanlık haline getirme
-
104-Hümeze 1
lumezetin : kaş-göz hareketleriyle alay etme
-
104-Hümeze 2
ellezî : o ki
-
104-Hümeze 2
cemea : topladı
-
104-Hümeze 2
mâlen : mal
-
104-Hümeze 2
ve addede-hu : ve onu adetlendirdi, onu tekrar tekrar saydı
-
104-Hümeze 3
yahsebu : sanıyor
-
104-Hümeze 3
enne : olduğunu, olacağını
-
104-Hümeze 3
mâle-hu : onun malı
-
104-Hümeze 3
ahlede-hu : onu halid kıldı, onu ebedî kıldı
-
104-Hümeze 4
kellâ : hayır
-
104-Hümeze 4
le yunbezenne : mutlaka atılacak
-
104-Hümeze 4
fî el hutameti : hutamenin içine, hutameye, tutuşturulmuş ateşe
-
104-Hümeze 5
ve mâ : ve nedir
-
104-Hümeze 5
edrâ-ke : sana bildirdi
-
104-Hümeze 5
el hutameti : hutame
-
104-Hümeze 6
el mûkadetu : tutuşturulmuş
-
104-Hümeze 7
elletî : ki o
-
104-Hümeze 7
tettaliu : üstüne çıkar
-
104-Hümeze 7
alâ el ef'ideti : yüreklerin üzerine
-
104-Hümeze 8
inne-hâ : muhakkak o
-
104-Hümeze 8
aleyhim : onların üzerine
-
104-Hümeze 8
mu'sadetun : kilitlenmiştir, kapatılmıştır
-
104-Hümeze 9
amedin : sütunlar, direkler
-
104-Hümeze 9
mumeddedetin : uzatılmış yüksek
-
105-Fil 1
e lem tere : görmedin mi
-
105-Fil 1
keyfe : nasıl (neler)
-
105-Fil 1
feale : yaptı
-
105-Fil 1
rabbu-ke : senin Rabbin
-
105-Fil 1
el fîli : fil
-
105-Fil 2
e lem yec'al : ve kılmadı mı, yapmadı mı
-
105-Fil 2
keyde-hum : onların tuzağı, hilesi
-
105-Fil 3
ve ersele : ve gönderdi
-
105-Fil 3
aleyhim : onların üzerine
-
105-Fil 3
tayren : kuş, uçan
-
105-Fil 3
ebâbîle : ebabil
-
105-Fil 4
termî-him : onların üzerine atıyorlar
-
105-Fil 4
bi hicâretin : taşları
-
105-Fil 5
fe : böylece
-
105-Fil 5
ceale-hum : onları kıldı, yaptı
-
105-Fil 5
ke : gibi
-
105-Fil 5
me'kûlin : yenilmiş olan
-
106-Kureyş 1
kureyşin : Kureyş (Kabilesi)
-
106-Kureyş 2
rıhlete : yolculuk, göçler
-
106-Kureyş 2
eş şitâi : kış
-
106-Kureyş 2
ve es sayfi : ve yaz
-
106-Kureyş 3
fe : artık
-
106-Kureyş 3
rabbe : Rabb
-
106-Kureyş 3
hâzâ el beyti : bu ev
-
106-Kureyş 4
ellezî : o ki
-
106-Kureyş 4
at'ame-hum : onları doyurdu
-
106-Kureyş 4
ve âmene-hum : ve onları emin kıldı
-
107-Mâ'ûn 1
e raeyte : sen gördün mü
-
107-Mâ'ûn 1
ellezî : ki o, olan, yapan
-
107-Mâ'ûn 1
yukezzibu : yalanlıyor
-
107-Mâ'ûn 1
bi ed dîni : dîni
-
107-Mâ'ûn 2
fe : artık, oysa
-
107-Mâ'ûn 2
zâlike : işte o
-
107-Mâ'ûn 2
ellezî : ki o, olan, yapan
-
107-Mâ'ûn 2
yedu'u : itip kakan
-
107-Mâ'ûn 2
el yetîme : yetim
-
107-Mâ'ûn 3
ve lâ yahuddu : ve teşvik etmez
-
107-Mâ'ûn 3
el miskîni : miskin, yoksul, çalışmaya gücü olmayan
-
107-Mâ'ûn 4
fe : işte
-
107-Mâ'ûn 4
veylun : vay haline, yazıklar olsun
-
107-Mâ'ûn 4
li el musallîne : namaz kılanlara
-
107-Mâ'ûn 5
ellezîne : ki onlar, onlar ki
-
107-Mâ'ûn 5
sâhûne : gâfil olanlar
-
107-Mâ'ûn 6
ellezîne : onlar, ..
yapanlar
-
107-Mâ'ûn 6
yurâûne : gösteriş yaparlar
-
107-Mâ'ûn 7
ve yemneûne : ve mani olurlar, engel olurlar
-
107-Mâ'ûn 7
el maûne : zekât ve yardımlaşma
-
108-Kevser 1
a'taynâ-ke : biz sana verdik
-
108-Kevser 1
el kevsere : kevser
-
108-Kevser 2
fe : artık , o halde
-
108-Kevser 2
li rabbi-ke : Rabbin için
-
108-Kevser 2
venhar : ve kurban kes
-
108-Kevser 3
inne : muhakkak
-
108-Kevser 3
şânie-ke : sana buğzetti
-
108-Kevser 3
huve : o
-
108-Kevser 3
el ebteru : ebter, soyu kesik
-
109-Kâfirûn 1
yâ eyyuhâ : ey, yâ
-
109-Kâfirûn 1
el kâfirûne : kâfirler
-
109-Kâfirûn 2
mâ ta'budûne : sizin kul olduğunuz, taptığınız şeyler
-
109-Kâfirûn 3
ve lâ entum : ve siz değilsiniz
-
109-Kâfirûn 3
âbidûne : kul olanlar, tapanlar
-
109-Kâfirûn 4
ve lâ ene : ve ben değilim
-
109-Kâfirûn 4
mâ abedtum : sizin kul olduğunuz, sizin taptığınız şeyler
-
109-Kâfirûn 5
ve lâ entum : ve siz değilsiniz
-
109-Kâfirûn 5
âbidûne : kul olanlar, tapanlar
-
109-Kâfirûn 6
lekum : sizin
-
109-Kâfirûn 6
ve liye : ve benim
-
11-Hûd 1
uhkimet : muhkem kılındı (sağlamlaştırıldı)
-
11-Hûd 1
summe : sonra
-
11-Hûd 1
fussılet : ayrı ayrı açıklandı
-
11-Hûd 1
min ledun : katından, tarafından
-
11-Hûd 2
ellâ (en lâ) ta'budû : kul olmamanız
-
11-Hûd 2
illâ allâhe : Allah'tan başkası
-
11-Hûd 2
inne-nî : muhakkak ben
-
11-Hûd 2
lekum : size, sizin için
-
11-Hûd 2
nezîrun : bir uyarıcı
-
11-Hûd 2
ve beşîrun : ve bir müjdeleyici
-
11-Hûd 3
ve en istagfirû : ve mağrifet istemeniz
-
11-Hûd 3
rabbe-kum : sizin Rabbinizden
-
11-Hûd 3
summe : sonra
-
11-Hûd 3
ileyhi : ona
-
11-Hûd 3
yumetti'kum : sizi metalandırır, faydalandırır, geçindirir
-
11-Hûd 3
metâan : bir meta, bir fayda
-
11-Hûd 3
hasenen : güzel
-
11-Hûd 3
ilâ ecelin : bir zamana kadar
-
11-Hûd 3
musemmen : belirlenmiş
-
11-Hûd 3
ve yu'ti : ve verir
-
11-Hûd 3
kulle : her, tüm, hepsi, bütün
-
11-Hûd 3
fadle-hu : onun fazlını
-
11-Hûd 3
ve in : ve eğer
-
11-Hûd 3
tevellev : yüz çevirirseniz
-
11-Hûd 3
fe innî : o zaman muhakkak ki ben
-
11-Hûd 3
ehâfu : korkarım
-
11-Hûd 3
aleykum : size, sizin üzerinize
-
11-Hûd 3
azâbe : azap
-
11-Hûd 3
yevmin kebîrin : büyük gün
-
11-Hûd 4
merciu-kum : sizin dönüşünüz (dönüş yeriniz)
-
11-Hûd 4
ve huve : ve o
-
11-Hûd 4
alâ kulli şey'in : herşeye
-
11-Hûd 5
e lâ : değil mi
-
11-Hûd 5
inne-hum : muhakkak, gerçekten onlar
-
11-Hûd 5
yesnûne : bükerler
-
11-Hûd 5
sudûre-hum : göğüslerini
-
11-Hûd 5
li yestahfû : gizlemek için
-
11-Hûd 5
e lâ : değil mi
-
11-Hûd 5
hîne : o zaman, o vakit, böylece
-
11-Hûd 5
yestagşûne \n(gışave) : perde (örtü) yaparlar, perdelerler \n: (perde)
-
11-Hûd 5
siyâbe-hum : elbiselerini
-
11-Hûd 5
ya'lemu : bilir
-
11-Hûd 5
mâ yusirrûne : gizledikleri şeyler (sır olanlar)
-
11-Hûd 5
ve mâ yu'linûne : ve açıkladıkları şeyler (aleni olan şeyler)
-
11-Hûd 5
inne-hu : muhakkak o
-
11-Hûd 5
bi zâti es sudûri : göğüslerde, sinelerde olanı
-
11-Hûd 6
ve mâ : ve yoktur
-
11-Hûd 6
min dâbbetin : yürüyen bir canlıdan, bir hayvan dan
-
11-Hûd 6
fi el ardı : yeryüzünde
-
11-Hûd 6
ve ya'lemu : ve bilir
-
11-Hûd 6
mustekarre-hâ : onun karar kıldığı (kaldığı) yer
-
11-Hûd 6
ve mustevdea-hâ : ve onun emanet (geçici) durduğu yer
-
11-Hûd 7
ve huve ellezî : ve odur ki
-
11-Hûd 7
halaka es semâvâti : semaları yarattı
-
11-Hûd 7
ve el arda : ve yeryüzü
-
11-Hûd 7
fî sitteti eyyâmin : altı gün (için)de
-
11-Hûd 7
ve kâne : ve idi
-
11-Hûd 7
alâ el mâi : su üzerinde
-
11-Hûd 7
li yebluve-kum : sizi imtihan etmek için
-
11-Hûd 7
eyyu-kum : sizin hanginiz
-
11-Hûd 7
ahsenu : en güzel, ahsen
-
11-Hûd 7
amelen : amel olarak, amel
-
11-Hûd 7
ve le in : ve muhakkak ki eğer
-
11-Hûd 7
kulte : sen dedin
-
11-Hûd 7
inne-kum : muhakkak siz
-
11-Hûd 7
meb'ûsûne : diriltileceksiniz
-
11-Hûd 7
min ba'di el mevti : ölümden sonra
-
11-Hûd 7
le yekûlenne : muhakkak ki derler
-
11-Hûd 7
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
11-Hûd 8
ve le in : ve eğer, gerçekten
-
11-Hûd 8
an-hum el azâbe : onlardan azabı
-
11-Hûd 8
ilâ ummetin : bir ümmete (bir topluma)
-
11-Hûd 8
ma'dûdetin : sayılı (bir zaman), belli bir müddet
-
11-Hûd 8
le yekûlunne : muhakkak derler ki
-
11-Hûd 8
e lâ : değil mi
-
11-Hûd 8
yevme ye'tî-him : onlara geldiği gün
-
11-Hûd 8
leyse : değil
-
11-Hûd 8
masrûfen : çevrilecek, uzaklaştırılacak
-
11-Hûd 8
ve hâka : ve kuşattı
-
11-Hûd 8
yestehziûne : alay ediyorlar
-
11-Hûd 9
ve le : ve elbette
-
11-Hûd 9
ezaknâ el insâne : insana tattırdık
-
11-Hûd 9
rahmeten : bir rahmet
-
11-Hûd 9
summe : sonra
-
11-Hûd 9
neza'nâ-hâ : onu biz çekip aldık
-
11-Hûd 9
inne-hu : muhakkak ki o
-
11-Hûd 9
le yeûsun : mutlaka (tamamen) ümitsiz olur
-
11-Hûd 9
kefûrun : nankör olur
-
11-Hûd 10
ve le in : ve muhakkak ki
-
11-Hûd 10
ezaknâ-hu : ona tattırırsak
-
11-Hûd 10
na'mâe : bir ni'met
-
11-Hûd 10
ba'de : sonra
-
11-Hûd 10
darrâe : sıkıntı
-
11-Hûd 10
messet-hu : onu dokundurduğumuz
-
11-Hûd 10
le yekûlenne : muhakkak derler ki
-
11-Hûd 10
zehebe es seyyiâtu : kötülükler gitti
-
11-Hûd 10
inne-hu : muhakkak o
-
11-Hûd 10
le ferihun : şımarıktır
-
11-Hûd 11
illâ ellezîne : ancak o kimseler (onlar hariç)
-
11-Hûd 11
saberû : sabredenler
-
11-Hûd 11
ve amilû es sâlihâti : ve ıslâh edici ameller yapanlar
-
11-Hûd 11
ûlâike : işte onlar
-
11-Hûd 11
lehum : onlarındır, onlar için vardır
-
11-Hûd 11
magfiretun : mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi)
-
11-Hûd 11
ve ecrun : ve ecir, bedel
-
11-Hûd 11
kebîrun : büyük
-
11-Hûd 12
fe lealle-ke : ve belki sen
-
11-Hûd 12
ileyke : sana
-
11-Hûd 12
ve dâikun : ve daralır
-
11-Hûd 12
sadru-ke : senin göğsün
-
11-Hûd 12
en yekûlû : demeleri
-
11-Hûd 12
lev : olsa
-
11-Hûd 12
lev lâ : olsa olmaz mı
-
11-Hûd 12
unzile : indirildi
-
11-Hûd 12
aleyhi : ona
-
11-Hûd 12
kenzun : bir hazine
-
11-Hûd 12
ev : veya
-
11-Hûd 12
câe : geldi
-
11-Hûd 12
mea-hu : onunla birlikte
-
11-Hûd 12
melekun : bir melek
-
11-Hûd 12
innemâ : ancak, sadece, yalnız
-
11-Hûd 12
ente : sen
-
11-Hûd 12
nezîrun : uyarıcısın
-
11-Hûd 12
alâ kulli şey'in : herşeye
-
11-Hûd 12
vekîlun : vekildir
-
11-Hûd 13
em : yoksa, veya, mı
-
11-Hûd 13
yekûlûne ifterâ-hu : onu uydurdu diyorlar
-
11-Hûd 13
fe'tû : öyleyse getirin
-
11-Hûd 13
suverin : sure
-
11-Hûd 13
muftereyâtin : uydurulmuş olanlar
-
11-Hûd 13
ved'û : ve çağırın, davet edin
-
11-Hûd 13
men isteta'tum : gücünüzün yettiği kimseyi (kimseleri)
-
11-Hûd 13
sâdikîne : sadıklar, doğru söyleyenler
-
11-Hûd 14
fe : o zaman, artık
-
11-Hûd 14
illem (in lem) yestecîbû : eğer icabet etmezlerse, edemezlerse
-
11-Hûd 14
lekum : size (sizin davetinize)
-
11-Hûd 14
fa'lemû : o zaman bilin ki
-
11-Hûd 14
ennemâ : ancak, ..... olduğunu
-
11-Hûd 14
unzile : indirildi
-
11-Hûd 14
ve en lâ : ve (yoktur) olmadığı
-
11-Hûd 14
ilâhe illâ huve : O'ndan başka ilâh
-
11-Hûd 14
fe hel : artık, öyleyse, mı
-
11-Hûd 14
entum : siz
-
11-Hûd 14
muslimûne : müslümanlar, teslim olanlar
-
11-Hûd 15
men : kim
-
11-Hûd 15
kâne : idi
-
11-Hûd 15
el hayâte ed dunyâ : dünya hayatı
-
11-Hûd 15
ve zînete-hâ : ve onun süsünü, ziynetini
-
11-Hûd 15
nuveffi : tamamen öderiz (vefa ederiz), veririz
-
11-Hûd 15
ileyhim : onlara
-
11-Hûd 15
a'mâle-hum : onların amellerini, yaptıklarını
-
11-Hûd 15
ve hum : ve onlar, onlara
-
11-Hûd 15
lâ yubhasûne : eksiltilmez
-
11-Hûd 16
ulâike : işte onlar
-
11-Hûd 16
ellezîne : o kimseler
-
11-Hûd 16
leyse : yoktur, değildir
-
11-Hûd 16
lehum : onlar için
-
11-Hûd 16
fi el âhireti : ahirette
-
11-Hûd 16
illâ en nâru : ateşten başka
-
11-Hûd 16
ve habita : ve boşa gitti, heba oldu
-
11-Hûd 16
ve bâtılun : ve geçersizdir, bâtıldır
-
11-Hûd 16
ya'melûne : yapıyorlar
-
11-Hûd 17
e fe men : artık (o) kimse mi
-
11-Hûd 17
kâne : oldu
-
11-Hûd 17
alâ beyyinetin : kesin bir delil üzerinde
-
11-Hûd 17
ve yetlû-hu : ve onu okur / ona tâbî olur
-
11-Hûd 17
ve min kabli-hi : ve ondan önce
-
11-Hûd 17
imâmen : bir imam, bir rehber (önder) olarak
-
11-Hûd 17
ve rahmeten : ve rahmet olarak
-
11-Hûd 17
ulâike : işte onlar
-
11-Hûd 17
yu'minûne : inanırlar (mü'mindirler)
-
11-Hûd 17
ve men : ve kimse
-
11-Hûd 17
yekfur : inkâr eder
-
11-Hûd 17
min el ahzâbi : hiziplerden, topluluklardan
-
11-Hûd 17
fe en nâru : böylece ateş
-
11-Hûd 17
mev'ıdu-hu : ona vaadedilen yer
-
11-Hûd 17
fe lâ teku : öyleyse olma
-
11-Hûd 17
fî miryetin : şüphe içinde, şüphede
-
11-Hûd 17
innehu el hakku : (muhakkak ki o) çünkü o haktır
-
11-Hûd 17
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
11-Hûd 17
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
11-Hûd 17
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
11-Hûd 17
lâ yu'minûne : inanmazlar, mü'min olmazlar
-
11-Hûd 18
ve men : ve kim
-
11-Hûd 18
ezlemu : daha zalim
-
11-Hûd 18
mimmen (min men) ifterâ : iftira edenden
-
11-Hûd 18
keziben : yalan olarak, yalanla
-
11-Hûd 18
ulâike : işte onlar
-
11-Hûd 18
yu'radûne : sunulacaklar, arz edilecekler
-
11-Hûd 18
ve yekûlu el eşhâdu : ve şahitler derler
-
11-Hûd 18
ellezîne kezebû : yalan söyleyen kimseler
-
11-Hûd 18
e lâ : değil mi
-
11-Hûd 18
lâ'netu allâhi : Allah'ın lâneti
-
11-Hûd 18
alâ ez zâlimîne : zalimlerin üzerine
-
11-Hûd 19
ellezîne : o kimseler
-
11-Hûd 19
yasuddûne : saptırırlar, engel olurlar
-
11-Hûd 19
an sebîli allâhi : Allah'ın yolundan
-
11-Hûd 19
ve yebgûne-hâ : ve onda ararlar, isterler
-
11-Hûd 19
ivecen : çarpıklık, eğrilik
-
11-Hûd 19
ve hum : ve onlar
-
11-Hûd 19
bi el âhireti : ahireti
-
11-Hûd 19
kâfirûne : inkâr edenler
-
11-Hûd 20
ulâike : onlar
-
11-Hûd 20
lem yekûnû : değildir, olmazlar, olamazlar
-
11-Hûd 20
mu'cizîne : aciz bırakanlar
-
11-Hûd 20
fî el ardı : yeryüzünde
-
11-Hûd 20
ve mâ kâne : ve yoktur, olmaz
-
11-Hûd 20
lehum : onlara
-
11-Hûd 20
min evliyâe : velîlerden, dostlardan (bir dost)
-
11-Hûd 20
lehum : onlara
-
11-Hûd 20
el azâbu : azap
-
11-Hûd 20
yestetîûnes sem'a : işitmeye güç yetirirler (sem'î hassaları çalışır)
-
11-Hûd 20
ve mâ kânû : ve olmadılar
-
11-Hûd 20
yubsirûne : görüyorlar (basar hassaları çalışıyor)
-
11-Hûd 21
ulâike : işte onlar
-
11-Hûd 21
ellezîne : o kimseler
-
11-Hûd 21
hasirû enfuse-hum : nefslerini hüsrana düşürdüler
-
11-Hûd 21
ve dalle an-hum : ve onlardan saptı, uzaklaştı (gitti)
-
11-Hûd 21
yefterûne : uyduruyorlar, iftira ediyorlar
-
11-Hûd 22
lâ cereme : bedeli yok, kurtuluşu yok, mecburi, kesinlikle
-
11-Hûd 22
enne-hum : muhakkak onlar
-
11-Hûd 22
fî el âhıreti : ahirette
-
11-Hûd 22
hum el ahserûne : onlar en çok hüsrana uğrayanlar
-
11-Hûd 23
inne ellezîne : muhakkak ki onlar
-
11-Hûd 23
âmenû : ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dilediler
-
11-Hûd 23
ve amilû es sâlihâti : ve ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) yaptılar
-
11-Hûd 23
ve ahbetû : ve huşû duydular, boyun eğdiler (razı ve itaatkâr oldular)
-
11-Hûd 23
ulâike : işte onlar
-
11-Hûd 23
ashâbu el cenneti : cennet halkı, cennet ehli
-
11-Hûd 23
hâlidûne : ebedî kalanlar
-
11-Hûd 24
mesele : durum, hal, örnek
-
11-Hûd 24
el ferîkayni : iki grup, iki topluluk
-
11-Hûd 24
ke el a'mâ : âmâ, kör olan kimse (göremeyen) gibi
-
11-Hûd 24
ve el esammi : ve sağır olan kimse (işitmeyen)
-
11-Hûd 24
ve el basîri : ve gören (basar hassası çalışan)
-
11-Hûd 24
ve es semîı : ve işiten (sem'î hassası çalışan)
-
11-Hûd 24
hel yesteviyâni : ikisi eşit (müsavi) mi
-
11-Hûd 24
meselen : durum, hal, örnek
-
11-Hûd 24
e fe lâ tezekkerûne : hâlâ tezekkür etmez misiniz
-
11-Hûd 25
ve lekad : ve andolsun ki
-
11-Hûd 25
erselnâ : biz gönderdik
-
11-Hûd 25
lekum : sizin için, size
-
11-Hûd 25
nezîrun : bir uyarıcıyım
-
11-Hûd 25
mubînun \n(ebâne) : ifadesi açık ve kesin olan, fasih konuşan, açıklayan, açıkça ifade eden kişi \n: (açık konuştu, kesin ifade etti)
-
11-Hûd 26
en lâ ta'budû : kul olmayın
-
11-Hûd 26
illallâhe (illâ allâhe) : Allah'tan başkasına
-
11-Hûd 26
ehâfu : korkarım, korkuyorum
-
11-Hûd 26
aleykum : sizin için
-
11-Hûd 26
azâbe : azap
-
11-Hûd 26
yevmin : gün
-
11-Hûd 26
elîmin : acı
-
11-Hûd 27
fe kâle el meleu : o zaman ileri gelenler dedi
-
11-Hûd 27
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
-
11-Hûd 27
mâ nerâ-ke : biz, seni görmüyoruz
-
11-Hûd 27
illâ beşeren : beşerden başka
-
11-Hûd 27
misle-nâ : bizim gibi
-
11-Hûd 27
ve mâ nerâ-ke : ve görmüyoruz seni
-
11-Hûd 27
ittebea-ke : sana tâbî oldu
-
11-Hûd 27
illellezîne (illâ ellezîne) : o kimselerden başka
-
11-Hûd 27
erâzilu-nâ : bizden aşağı (fakir, zayıf ve aciz)
-
11-Hûd 27
bâdiye : basit olan, düşünmeden olan
-
11-Hûd 27
er re'yi : görüş, rey
-
11-Hûd 27
ve mâ nerâ : ve biz görmüyoruz
-
11-Hûd 27
lekum : sizi (sizin için)
-
11-Hûd 27
aleynâ : bizim üzerimizde
-
11-Hûd 27
bel : bilâkis, aksine
-
11-Hûd 27
nezunnu-kum : sizi zannediyoruz
-
11-Hûd 27
kâzibîne : yalanlayanlar, yalancılar
-
11-Hûd 28
kâle : dedi
-
11-Hûd 28
e reeytum : sizin reyiniz, görüşünüz mü
-
11-Hûd 28
alâ beyyinetin : bir beyyine, kesin, delil üzerinde
-
11-Hûd 28
ve âtâ-nî : ve bana verdi
-
11-Hûd 28
rahmeten : bir rahmet
-
11-Hûd 28
fe ummiyet : gizli tutuldu (saklandı)
-
11-Hûd 28
aleykum : size
-
11-Hûd 28
e : mi
-
11-Hûd 28
ve entum : ve siz
-
11-Hûd 28
lehâ : onu
-
11-Hûd 28
kârihûne : kerih görenler, hoşlanmayanlar
-
11-Hûd 29
ve yâ kavmi : ve ey kavmim
-
11-Hûd 29
lâ es'elu-kum : sizden istemiyorum
-
11-Hûd 29
aleyhi : ona karşılık, ona (onun için)
-
11-Hûd 29
mâlen : mal olarak
-
11-Hûd 29
in ecriye : eğer varsa ecrim, ücretim
-
11-Hûd 29
ve mâ : ve değil
-
11-Hûd 29
ene : ben
-
11-Hûd 29
ellezîne âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyen (âmenû olan) kimseler
-
11-Hûd 29
inne-hum : muhakkak onlar
-
11-Hûd 29
ve lâkin-nî : ve fakat ben
-
11-Hûd 29
erâ-kum : sizi görüyorum
-
11-Hûd 29
kavmen : bir kavim
-
11-Hûd 29
techelûne : siz cahillik ediyorsunuz
-
11-Hûd 30
ve yâ kavmi : ve ey kavmim
-
11-Hûd 30
men : kim
-
11-Hûd 30
taredtu-hum : onları ben uzaklaştırdım (kovdum)
-
11-Hûd 30
e fe lâ tezekkerûne : hâlâ tezekkür etmez misiniz
-
11-Hûd 31
ve lâ ekûlu : ve ben demiyorum
-
11-Hûd 31
lekum : size
-
11-Hûd 31
ve lâ a'lemu el gaybe : ve gaybı bilmiyorum
-
11-Hûd 31
ve lâ ekûlu : ve ben demiyorum
-
11-Hûd 31
melekun : bir melek
-
11-Hûd 31
ve lâ ekûlu : ve ben demiyorum
-
11-Hûd 31
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere
-
11-Hûd 31
tezderî : hakir görürsünüz
-
11-Hûd 31
len yu'tiyehum allâhu : Allah onlara hiç vermeyecek
-
11-Hûd 31
hayren : bir hayır
-
11-Hûd 31
a'lemu : bilir
-
11-Hûd 31
fî enfusi-him : onların nefslerindekileri
-
11-Hûd 31
izen : o taktirde, öyleyse
-
11-Hûd 31
le : mutlaka, elbette
-
11-Hûd 31
min ez zâlimîne : zalimlerden
-
11-Hûd 32
câdelte-nâ : sen bizimle çekiştin, mücâdele ettin
-
11-Hûd 32
fe : öyle ki, hatta
-
11-Hûd 32
ekserte : sen çok oldun, çok ileri gittin
-
11-Hûd 32
cidâle-nâ : bizimle çekişmede, mücâdelede
-
11-Hûd 32
fe'ti-nâ : artık bize getir
-
11-Hûd 32
teidu-nâ : bize vaadettiğin
-
11-Hûd 32
in kunte : eğer isen
-
11-Hûd 32
min es sâdikîne : sadıklardan, doğru sözlülerden
-
11-Hûd 33
kâle : dedi
-
11-Hûd 33
innemâ : ancak, sadece, yalnız
-
11-Hûd 33
ye'tî-kum : size getirir
-
11-Hûd 33
allâhu in şâe : Allah eğer dilerse
-
11-Hûd 33
ve mâ entum : ve siz değilsiniz
-
11-Hûd 33
bi mu'cizîne : aciz bırakan kimseler
-
11-Hûd 34
ve lâ yenfeu-kum : ve size fayda vermez
-
11-Hûd 34
eredtu : istedim
-
11-Hûd 34
en ensaha : nasihat etmek
-
11-Hûd 34
lekum : size
-
11-Hûd 34
kâne allâhu : Allah oldu
-
11-Hûd 34
en yugviye-kum : sizi azdırmayı
-
11-Hûd 34
huve : o
-
11-Hûd 34
ve ileyhi : ve ona
-
11-Hûd 34
turceûne : döndürüleceksiniz
-
11-Hûd 35
em : veya, yoksa ..... mu
-
11-Hûd 35
yekûlûne : diyorlar
-
11-Hûd 35
ifterâhu : onu uydurdu
-
11-Hûd 35
in iftereytu-hu : eğer onu uydurduysam
-
11-Hûd 35
fe aleyye : o zaman benim üzerimdedir, bana aittir
-
11-Hûd 35
ve ene : ve ben
-
11-Hûd 35
berîun : uzağım
-
11-Hûd 35
tucrimûne : siz suç işliyorsunuz
-
11-Hûd 36
ve ûhiye : ve vahyedildi
-
11-Hûd 36
enne-hu : çünkü o, (onlar) olduğu
-
11-Hûd 36
len yu'mine : asla inanmayacaklar (mü'min olmayacaklar)
-
11-Hûd 36
min kavmi-ke : senin kavminden
-
11-Hûd 36
men : kimse
-
11-Hûd 36
âmene : îmân etti, âmenû oldu
-
11-Hûd 36
fe lâ tebteis : üzülme, sen yeise kapılma
-
11-Hûd 36
yef'alûne : yapıyorlar
-
11-Hûd 37
vasnaıl fulke : ve gemiyi inşa et (yap)
-
11-Hûd 37
ve vahyi-nâ : ve vahyimizle
-
11-Hûd 37
ve lâ tuhâtıb-nî : ve bana hitap etme, hitapta bulunma
-
11-Hûd 37
fîllezîne (fî ellezîne) : o kimseler hakkında
-
11-Hûd 37
zalemû : zulmederler
-
11-Hûd 37
inne-hum : muhakkak onlar
-
11-Hûd 37
mugrekûne : boğulacak olanlar
-
11-Hûd 38
ve yasneu el fulke : ve gemiyi yapıyor
-
11-Hûd 38
ve kullemâ : ve her defa
-
11-Hûd 38
merre : uğradı
-
11-Hûd 38
aleyhi : ona
-
11-Hûd 38
meleun : ileri gelenler
-
11-Hûd 38
sehırû : alay ettiler
-
11-Hûd 38
kâle : de
-
11-Hûd 38
tesharû : alay ediyorsunuz
-
11-Hûd 38
fe in-nâ : o zaman muhakkak biz
-
11-Hûd 38
nesharu : alay edeceğiz
-
11-Hûd 38
kemâ : gibi
-
11-Hûd 38
tesharûne : alay ediyorsunuz
-
11-Hûd 39
fe sevfe : artık yakında
-
11-Hûd 39
ta'lemûne : bileceksiniz
-
11-Hûd 39
men : kimse(leri)
-
11-Hûd 39
ye'tî-hi : ona gelecek
-
11-Hûd 39
ve yehıllu : ve hulul eder, girer, nüfuz eder, sirayet eder
-
11-Hûd 39
aleyhi : onun üzerine, ona
-
11-Hûd 40
izâ câe : geldiği zaman, gelince
-
11-Hûd 40
emru-nâ : emrimiz
-
11-Hûd 40
ve fâret tennûru : ve tennur kaynadı (feveran etti)
-
11-Hûd 40
zevceynisneyni : iki unsurdan oluşan (bir dişi ve bir erkek) bir çift
-
11-Hûd 40
ve ehle-ke : ve aileni, senin ehlini
-
11-Hûd 40
men : kimse
-
11-Hûd 40
sebeka : geçti
-
11-Hûd 40
aleyhi el kavlu : onların üzerlerine söz, onlar hakkında söz
-
11-Hûd 40
ve men : ve kimse
-
11-Hûd 40
âmene : âmenû oldu (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı, mülâki olmayı diledi)
-
11-Hûd 40
ve mâ âmene : ve âmenû olmadı
-
11-Hûd 40
mea-hu : onunla beraber
-
11-Hûd 41
ve kâle irkebû : ve dedi binin
-
11-Hûd 41
mecrâ-hâ : onun gidişi, akışı, yüzmesi
-
11-Hûd 41
ve mursâ-hâ : ve onun demir atması (durması)
-
11-Hûd 41
inne : muhakkak ki, şüphesiz
-
11-Hûd 41
le gafûrun : mutlaka mağfiret edendir (günahları sevaba çeviren)
-
11-Hûd 42
ve hiye : ve o (gemi)
-
11-Hûd 42
tecrî : akar, yüzer
-
11-Hûd 42
fî mevcin : dalgalar içinde
-
11-Hûd 42
ke el cibâli : dağlar gibi
-
11-Hûd 42
ve nâdâ : ve seslendi
-
11-Hûd 42
ibne-hu : oğluna
-
11-Hûd 42
ve kâne : oldu, idi
-
11-Hûd 42
yâ buneyye irkeb : ey oğlum bin
-
11-Hûd 42
mea-nâ : bizimle beraber
-
11-Hûd 42
ve lâ tekun : ve olma
-
11-Hûd 42
mea : beraber
-
11-Hûd 42
el kâfirîne : kâfirler
-
11-Hûd 43
kâle : dedi
-
11-Hûd 43
se-âvî : ben sığınacağım
-
11-Hûd 43
ilâ cebelin : bir dağa
-
11-Hûd 43
min el mâi : sudan
-
11-Hûd 43
kâle : dedi
-
11-Hûd 43
lâ âsıme : engel olan (engel olucu), koruyan (koruyucu) yoktur
-
11-Hûd 43
el yevme : bugün
-
11-Hûd 43
min emri allâhi : Allah'ın emrinden
-
11-Hûd 43
men rahime : rahmet ettiği kimse(ler)
-
11-Hûd 43
ve hâle beyne-humâ : ve ikisinin arasına girdi
-
11-Hûd 43
el mevcu : dalga(lar)
-
11-Hûd 43
fe : böylece, o zaman
-
11-Hûd 43
kâne : oldu
-
11-Hûd 43
min el mugrakîne : boğulanlardan
-
11-Hûd 44
ve kîle : ve denildi ki
-
11-Hûd 44
ıbleî : yut
-
11-Hûd 44
mâe-ki : (senin) suyunu
-
11-Hûd 44
ve : ve
-
11-Hûd 44
yâ semâu : ey sema
-
11-Hûd 44
ve gîda : ve çekildi
-
11-Hûd 44
el mâu : su
-
11-Hûd 44
ve kudıye : ve yerine getirildi
-
11-Hûd 44
el emru : emir
-
11-Hûd 44
vestevet (ve istevet) : yerleşti, durdu
-
11-Hûd 44
alâ el cûdiyyi : Cudi dağı üstünde
-
11-Hûd 44
ve kîle : ve denildi
-
11-Hûd 44
bu'den : uzak olsunlar
-
11-Hûd 44
lil kavmi ez zâlimîne : zalimler kavmi
-
11-Hûd 45
ve nâdâ : ve seslendi
-
11-Hûd 45
rabbe-hu : Rabbine
-
11-Hûd 45
fe kâle : o zaman dedi
-
11-Hûd 45
innebnî (inne ibnî) : muhakkak ki benim oğlum
-
11-Hûd 45
ehlî : benim ailem
-
11-Hûd 45
ve inne : ve şüphesiz ki
-
11-Hûd 45
va'de-ke : senin vaadin
-
11-Hûd 45
el hakku : haktır
-
11-Hûd 45
ve ente : ve sen
-
11-Hûd 45
ahkem : en iyi hüküm veren
-
11-Hûd 45
el hâkimîne : hüküm verenler
-
11-Hûd 46
kâle : dedi
-
11-Hûd 46
inne-hu : muhakkak ki o
-
11-Hûd 46
leyse : değildir
-
11-Hûd 46
ehli-ke : senin ailen
-
11-Hûd 46
inne-hu : muhakkak ki o
-
11-Hûd 46
amelun : amel işleyendir
-
11-Hûd 46
fe : artık
-
11-Hûd 46
lâ tes'el-ni : benden isteme
-
11-Hûd 46
leyse : değil, olmayan
-
11-Hûd 46
leke : senin
-
11-Hûd 46
eizu-ke : sana öğüt veriyorum
-
11-Hûd 46
en tekûne : olmaktan
-
11-Hûd 46
min el câhilîne : cahillerden
-
11-Hûd 47
kâle : dedi
-
11-Hûd 47
innî eûzu bi-ke : muhakkak ki ben sana sığınırım
-
11-Hûd 47
en es'ele-ke : senden istemekten
-
11-Hûd 47
mâ leyse : olmayan şey
-
11-Hûd 47
ve illâ : ve olması hariç, olmazsa
-
11-Hûd 47
ve terham-nî : ve bana rahmet et
-
11-Hûd 47
ekun : ben olurum
-
11-Hûd 47
min el hâsirîne : hüsrana uğrayanlardan
-
11-Hûd 48
kîle : denildi
-
11-Hûd 48
bi selâmin : selâmetle
-
11-Hûd 48
ve berekâtin : ve bereketlerle
-
11-Hûd 48
aleyke : senin üzerine, sana
-
11-Hûd 48
ve alâ umemin : ve ümmetler, toplumlar üzerine
-
11-Hûd 48
mimmen (min men) : olan kimselerden
-
11-Hûd 48
meâ-ke : seninle beraber
-
11-Hûd 48
ve umemun : ve ümmetler
-
11-Hûd 48
se numettiu-hum : onları metalandıracağız, faydalandıracağız
-
11-Hûd 48
summe : sonra
-
11-Hûd 48
yemessu-hum : onlara dokunacak
-
11-Hûd 48
azâbun elîmun : elîm azap, acı azap
-
11-Hûd 49
tilke : bunlar
-
11-Hûd 49
min enbâi : haberlerden
-
11-Hûd 49
el gaybi : gayb (bilinmeyen)
-
11-Hûd 49
ileyke : sana
-
11-Hûd 49
mâ kunte : sen değildin
-
11-Hûd 49
ta'lemu-hâ : onu biliyorsun
-
11-Hûd 49
ente : sen
-
11-Hûd 49
ve lâ : ve değil
-
11-Hûd 49
kavmu-ke : senin kavmin
-
11-Hûd 49
fasbır (fe isbır) : artık sabret
-
11-Hûd 49
inne : muhakkak ki
-
11-Hûd 49
el âkıbete : akıbet, sonuç,
-
11-Hûd 49
li el muttekîne : takva sahiplerinin
-
11-Hûd 50
ve ilâ : ve, ...e
-
11-Hûd 50
ehâ-hum : onların kardeşi
-
11-Hûd 50
hûden : Hud
-
11-Hûd 50
kâle : dedi
-
11-Hûd 50
i'budu allâhe : Allah'a kul olun
-
11-Hûd 50
mâ lekum : sizin için yoktur
-
11-Hûd 50
in entum illâ : siz ancak ...sınız
-
11-Hûd 50
mufterûne : iftira edenler, uyduranlar
-
11-Hûd 51
lâ es'elu-kum : sizden istemiyorum
-
11-Hûd 51
aleyhi : ona (onun karşılığında)
-
11-Hûd 51
ecren : bir ecir, ücret
-
11-Hûd 51
in ecriye : eğer benim ücretim varsa
-
11-Hûd 51
alellezî (alâ ellezî) : ona aittir
-
11-Hûd 51
fetara-nî : beni yarattı
-
11-Hûd 51
e fe lâ ta'kılûne : hâlâ akıl etmez misiniz
-
11-Hûd 52
ve yâ kavmi istagfirû : ve, ey kavmim mağfiret isteyin (dileyin)
-
11-Hûd 52
rabbe-kum : Rabbinizin
-
11-Hûd 52
summe : sonra
-
11-Hûd 52
ileyhi : ona
-
11-Hûd 52
yursil es semâe : sema(dan) göndersin
-
11-Hûd 52
aleykum : sizin üzerinize
-
11-Hûd 52
ve yezid-kum : ve size arttırsın
-
11-Hûd 52
kuvveten : kuvvet, güç
-
11-Hûd 52
ilâ kuvveti-kum : sizin gücünüze, kuvvetinize
-
11-Hûd 52
ve lâ tetevellev : ve yüz çevirmeyin, dönmeyin
-
11-Hûd 52
mucrimîne : mücrimler, suçlular
-
11-Hûd 53
mâ ci'te-nâ bi : bize getirmedin
-
11-Hûd 53
beyyinetin : delil, apaçık bir belge, bir beyyine, bir mucize
-
11-Hûd 53
ve mâ nahnu : ve biz değiliz, olmayız
-
11-Hûd 53
âliheti-nâ : ilâhlarımız
-
11-Hûd 53
an kavli-ke : senin sözünden (dolayı)
-
11-Hûd 53
ve mâ nahnu : ve biz değiliz, olmayız
-
11-Hûd 53
leke : sana
-
11-Hûd 53
bi muminîne : inananlar
-
11-Hûd 54
in nekûlu illâ : biz ancak ..... deriz
-
11-Hûd 54
ı'terâ-ke : sana isabet etti, çarptı
-
11-Hûd 54
âliheti-nâ : ilâhlarımız
-
11-Hûd 54
kâle : dedi
-
11-Hûd 54
uşhidu allâhe : Allah'ı şahit tutuyorum
-
11-Hûd 54
veşhedû : ve şahit olun
-
11-Hûd 54
ennî : muhakkak ki ben, benim olduğuma
-
11-Hûd 54
berîun : berî, uzak
-
11-Hûd 54
mimmâ (min mâ) tuşrikûne : şirk koştuğunuz şeylerden
-
11-Hûd 55
fe kîdû-nî : haydi bana tuzak kurun
-
11-Hûd 55
cemîan : hepiniz, hepsi
-
11-Hûd 55
summe : sonra
-
11-Hûd 56
tevekkeltu : tevekkül ettim
-
11-Hûd 56
ve rabbi-kum, : ve sizin Rabbiniz
-
11-Hûd 56
mâ min dâbbetin : (hiç)bir dabbe (yürüyen canlı mahlûk) yoktur
-
11-Hûd 56
huve : o
-
11-Hûd 56
bi nâsıyeti-hâ : onun perçemini (saçların alındaki kısmını)
-
11-Hûd 56
inne : muhakkak
-
11-Hûd 56
alâ sırâtın mustekîmin : Sıratı Mustakîm üzeredir (Sıratı Mustakîm'in kontrolü Allah'tadır)
-
11-Hûd 57
fe in : eğer, buna rağmen, hâlâ
-
11-Hûd 57
tevellev : yüz çevirirsiniz, dönersiniz
-
11-Hûd 57
fe : artık
-
11-Hûd 57
eblagtu-kum : size tebliğ ettim
-
11-Hûd 57
ileykum : size
-
11-Hûd 57
ve yestahlifu : ve yerine getirir, halife kılar
-
11-Hûd 57
kavmen : bir kavim
-
11-Hûd 57
gayre-kum : sizden başka
-
11-Hûd 57
ve lâ tedurrûne-hu : ve ona zarar veremezsiniz
-
11-Hûd 57
şey'en : bir şey
-
11-Hûd 57
inne rabbî : muhakkak ki benim Rabbim
-
11-Hûd 57
alâ kulli şey'in : herşeyi, herşeye
-
11-Hûd 58
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
11-Hûd 58
câe emru-nâ : emrimiz geldi
-
11-Hûd 58
necceynâ : biz kurtardık
-
11-Hûd 58
hûden : Hud
-
11-Hûd 58
ve ellezîne : ve onlar
-
11-Hûd 58
âmenû : âmenû oldular (yaşarken Allah'a ulaşmayı dilediler)
-
11-Hûd 58
mea-hu : onunla beraber
-
11-Hûd 58
bi rahmetin : bir rahmet ile
-
11-Hûd 58
ve necceynâ-hum : ve onları kurtardık
-
11-Hûd 59
ve tilke : ve işte bu
-
11-Hûd 59
cehadû : bilerek inkâr ettiler
-
11-Hûd 59
ve asav : ve asi oldular, isyan ettiler
-
11-Hûd 59
rusule-hu : onun resûllerine
-
11-Hûd 59
ve ittebeû : tâbî oldular
-
11-Hûd 59
emre : emir
-
11-Hûd 59
cebbârin : zorlayıcı, cebbar
-
11-Hûd 60
ve utbiû : ve tâbî tutulurlar
-
11-Hûd 60
hâzihi ed dunyâ : bu dünyada
-
11-Hûd 60
la'neten : lânet
-
11-Hûd 60
ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
-
11-Hûd 60
e lâ : öyle değil mi, olmadı mı
-
11-Hûd 60
inne : gerçekten, muhakkak
-
11-Hûd 60
âden : Ad kavmi
-
11-Hûd 60
keferû : inkâr ettiler
-
11-Hûd 60
rabbe-hum : Rab'lerini
-
11-Hûd 60
e lâ : öyle değil mi
-
11-Hûd 60
bu'den : uzak oldu, uzak kaldı
-
11-Hûd 61
ve ilâ semûde : ve Semud kavmine
-
11-Hûd 61
ehâ-hum : onların kardeşi
-
11-Hûd 61
kâle : dedi
-
11-Hûd 61
ı'budû allâhe : Allah'a kul olun
-
11-Hûd 61
mâ lekum : sizin için yoktur
-
11-Hûd 61
huve : o
-
11-Hûd 61
enşee-kum : sizi yarattı
-
11-Hûd 61
min el ardı : topraktan, arzdan
-
11-Hûd 61
ve ista'mere-kum : ve size imar ettirdi, mamur hale getirtti (veya size ömür verdi)
-
11-Hûd 61
fe istâgfirû-hu : artık ondan mağfiret isteyin
-
11-Hûd 61
summe : sonra
-
11-Hûd 61
ileyhi : ona
-
11-Hûd 61
inne : muhakkak, şüphesiz
-
11-Hûd 62
kunte : sen oldun
-
11-Hûd 62
mercuvven : hakkında ümit beslenen kimse
-
11-Hûd 62
kable : önce
-
11-Hûd 62
e tenhâ-nâ : bizi nehy (men) mi ediyorsun
-
11-Hûd 62
en na'bude : tapmaktan (bizim tapmamız)
-
11-Hûd 62
ve inne-nâ : ve muhakkak ki biz
-
11-Hûd 62
le fî şekkin : kesinlikle (şüphe) tereddüt içinde
-
11-Hûd 62
mimmâ (min mâ) ted'û-nâ : bizi davet ettiğin (çağırdığın) şeyden
-
11-Hûd 62
ileyhi : ona
-
11-Hûd 63
kâle : dedi
-
11-Hûd 63
e reeytum : gördünüz mü, sizin görüşünüz (bu) mu
-
11-Hûd 63
beyyinetin : açık bir belge, beyyine, delil
-
11-Hûd 63
ve âtâ-nî : ve bana verdi
-
11-Hûd 63
rahmeten : bir rahmet
-
11-Hûd 63
fe men : o zaman kim
-
11-Hûd 63
fe : o halde, o zaman
-
11-Hûd 63
tezîdûne-nî : bana artırırsınız
-
11-Hûd 63
gayre : başka
-
11-Hûd 64
ve yâ kavmi : ve ey kavmim
-
11-Hûd 64
lekum : size, sizin için
-
11-Hûd 64
âyeten : bir âyet, delil, mucize
-
11-Hûd 64
fe zerû-hâ : onu serbest bırakın
-
11-Hûd 64
te'kul : yesin
-
11-Hûd 64
ve lâ temessû-hâ : ve ona dokunmayın
-
11-Hûd 64
fe ye'huze-kum : aksi halde, o taktirde sizi alır (olur)
-
11-Hûd 65
fe akarû-hâ : buna rağmen onu kestiler
-
11-Hûd 65
fe kâle : bunun üzerine dedi
-
11-Hûd 65
temetteû : faydalanın, metalanın (yaşayın)
-
11-Hûd 65
selâsete : üç
-
11-Hûd 65
eyyâmin : günler
-
11-Hûd 65
zâlike : bu
-
11-Hûd 65
gayru mekzûbin : yalanlanmayan, tekzip edilmesi olmayan
-
11-Hûd 66
fe lemmâ : bundan sonra böylece, olduğu zaman
-
11-Hûd 66
câe : geldi
-
11-Hûd 66
emru-nâ : emrimiz
-
11-Hûd 66
necceynâ : kurtardık
-
11-Hûd 66
ve : ve
-
11-Hûd 66
ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
11-Hûd 66
mea-hu : onunla beraber, onun yanında
-
11-Hûd 66
bi rahmetin : bir rahmetle
-
11-Hûd 66
ve min hizyi : ve alçaklıktan, aşağılatıcı azaptan, zilletten
-
11-Hûd 66
yevmi izin : izin günü
-
11-Hûd 66
inne rabbe-ke : muhakkak ki senin Rabbin
-
11-Hûd 66
huve : o
-
11-Hûd 66
el kaviyyu : güçlüdür, kuvvetlidir, kavidir
-
11-Hûd 66
el azîzu : azîzdir, yücedir
-
11-Hûd 67
ve ehaze : ve aldı, helâk etti
-
11-Hûd 67
ellezîne zalemû : zulmeden kimseleri
-
11-Hûd 67
es sayhatu : bir çığlık, bir sayha, çok kuvvetli korkunç ses
-
11-Hûd 67
fe : böylece
-
11-Hûd 67
câsimîne : diz üstü çöküp kaldılar
-
11-Hûd 68
ke : gibi
-
11-Hûd 68
en lem yagnev : yaşamadılar, var olmadılar
-
11-Hûd 68
e lâ : (öyle) değil mi
-
11-Hûd 68
inne : gerçekten
-
11-Hûd 68
semûde : Semud kavmi
-
11-Hûd 68
keferû : inkâr ettiler
-
11-Hûd 68
rabbe-hum : Rab'lerini
-
11-Hûd 68
e lâ : (öyle) değil mi
-
11-Hûd 68
bu'den : uzaklık, uzak oldu, uzak kaldı
-
11-Hûd 68
li semûde : Semud kavmi
-
11-Hûd 69
ve lekad : ve andolsun
-
11-Hûd 69
câet : geldi
-
11-Hûd 69
ibrâhîme : İbrâhîm
-
11-Hûd 69
bi el buşrâ : müjde ile
-
11-Hûd 69
selâmen : selâm
-
11-Hûd 69
kâle : dedi
-
11-Hûd 69
selâmun : selâm
-
11-Hûd 69
fe mâ lebise : bunun üzerine, çok geçmedi (gecikmeden)
-
11-Hûd 69
en câe bi : getirmesi
-
11-Hûd 70
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
11-Hûd 70
reâ : gördü
-
11-Hûd 70
eydiye-hum : onların elleri
-
11-Hûd 70
lâ tesilu : uzanmadı (vasıl olmadı)
-
11-Hûd 70
ileyhi : ona
-
11-Hûd 70
nekire-hum : onları yadırgadı (ürktü)
-
11-Hûd 70
ve evcese : ve hissetti
-
11-Hûd 70
hîfeten : bir korku
-
11-Hûd 70
lâ tehaf : korkma
-
11-Hûd 70
in-nâ (inne-na) : muhakkak ki biz
-
11-Hûd 71
ve emre'etu-hu : ve onun eşi, hanımı (kadını)
-
11-Hûd 71
kâimetun : ayakta, ayakta duran
-
11-Hûd 71
fe dahıket : bunun üzerine güldü, gülümsedi
-
11-Hûd 71
fe beşşernâ-hâ : o zaman onu müjdeledik
-
11-Hûd 71
ve min verâi : ve arkasından
-
11-Hûd 71
ya'kûbe : Yâkub
-
11-Hûd 72
kâlet : dedi
-
11-Hûd 72
yâ veyletâ : vay, heyhat, hayret
-
11-Hûd 72
e elidu : ben mi doğuracağım
-
11-Hûd 72
ve ene : ve ben
-
11-Hûd 72
ecûzun : yaşlı, ihtiyarım
-
11-Hûd 72
ve hâzâ : ve bu
-
11-Hûd 72
şeyhan : ihtiyar, şeyh
-
11-Hûd 72
inne hâzâ : muhakkak ki bu
-
11-Hûd 72
le şey'un : elbette bir şeydir
-
11-Hûd 73
e : mı
-
11-Hûd 73
ta'cebîne : şaşırıyorsun
-
11-Hûd 73
min emri allâhi : Allah'ın emrinden (dolayı), Allah'ın emrine
-
11-Hûd 73
rahmetu allâhi : Allah'ın rahmeti
-
11-Hûd 73
ve berekâtu-hu : ve onun bereketi
-
11-Hûd 73
aleykum : sizin üzerinize
-
11-Hûd 73
ehle el beyti : ev halkı
-
11-Hûd 73
inne-hu : muhakkak o
-
11-Hûd 73
mecîdun : şanı yücedir, meciddir
-
11-Hûd 74
fe lemmâ : artık, olunca, olduğu zaman
-
11-Hûd 74
zehebe : gitti
-
11-Hûd 74
an ibrâhîme : İbrâhîm'den
-
11-Hûd 74
er rev'u : korku
-
11-Hûd 74
ve câet-hu : ve geldi ona
-
11-Hûd 74
el buşrâ : müjde
-
11-Hûd 75
inne : muhakkak ki
-
11-Hûd 75
ibrâhîme : İbrâhîm
-
11-Hûd 75
le : elbette, cidden
-
11-Hûd 75
evvâhun : çok içli, çok acıyan, (Allah'a) çok yalvarandır
-
11-Hûd 76
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
11-Hûd 76
kad câe : gelmiştir
-
11-Hûd 76
emru rabbi-ke : Rabbinin emri
-
11-Hûd 76
ve inne-hum : ve muhakkak onlar, onlara
-
11-Hûd 76
gayru merdûdin : geri çevrilemez, reddedilemez
-
11-Hûd 77
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
11-Hûd 77
câet : geldi
-
11-Hûd 77
resulu-nâ : resûlümüz
-
11-Hûd 77
sîe bi-him : onlarla, onlardan dolayı fena oldu, üzüldü
-
11-Hûd 77
ve dâka bi-him zer'an : ve onlardan dolayı içi daralıp, telâşlandı
-
11-Hûd 77
ve kâle : ve dedi
-
11-Hûd 77
yevmun : gün
-
11-Hûd 78
ve câe-hu : ve ona geldi
-
11-Hûd 78
yuhreûne : süratle koşarak
-
11-Hûd 78
ileyhi : ona, yanına
-
11-Hûd 78
ve min kablu : ve önceden
-
11-Hûd 78
ya'melûne es seyyiâti : kötülük yapıyorlar
-
11-Hûd 78
kâle : dedi
-
11-Hûd 78
benâtî : kızlarım
-
11-Hûd 78
hunne : onlar
-
11-Hûd 78
etharu : daha temiz
-
11-Hûd 78
lekum : sizin için
-
11-Hûd 78
fettekullâhe (fe itteku allâhe) : artık Allah'a karşı takva sahibi olun
-
11-Hûd 78
ve lâ tuhzû-ni : ve beni utandırmayın, rezil, rüsva etmeyin
-
11-Hûd 78
e leyse : değil mi, yok mu
-
11-Hûd 78
reşîdun : reşid olan, irşad eden
-
11-Hûd 79
lekad : andolsun
-
11-Hûd 79
alimte : sen bildin, senin bildiğin (gibi)
-
11-Hûd 79
lenâ : bizim için
-
11-Hûd 79
fî benâti-ke : senin kızlarında, kızların hakkında, konusunda
-
11-Hûd 79
ve inne-ke : ve muhakkak sen
-
11-Hûd 79
le ta'lemu : elbette biliyorsun
-
11-Hûd 80
kâle : dedi
-
11-Hûd 80
lev enne : keşke olsaydı
-
11-Hûd 80
kuvveten : bir kuvvet, bir güç
-
11-Hûd 80
ev : veya
-
11-Hûd 80
şedîdin : şiddetli, kuvvetli, güçlü
-
11-Hûd 81
rabbi-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 81
len yasilû : asla ulaşamazlar (vasıl olamazlar)
-
11-Hûd 81
ileyke : sana
-
11-Hûd 81
fe esri : hemen gece çık yürü
-
11-Hûd 81
bi ehli-ke : (senin) ailenle birlikte
-
11-Hûd 81
min el leyli : geceden, gecenin
-
11-Hûd 81
ve lâ yeltefit : ve (yüzünüzü) geri dönmeyin
-
11-Hûd 81
ehadun : birisi, bir kimse
-
11-Hûd 81
illâ emreete-ke : senin hanımın (kadının) hariç
-
11-Hûd 81
inne-hu : muhakkak, çünkü o, çünkü
-
11-Hûd 81
esâbe-hum : onlara isabet etti
-
11-Hûd 81
inne : muhakkak ki
-
11-Hûd 81
mev'ıde-hum : onlara vaadedilen
-
11-Hûd 81
es subhu : sabah (vakti)
-
11-Hûd 81
e leyse : değil mi
-
11-Hûd 81
es subhu : sabah (vakti)
-
11-Hûd 82
fe lemmâ : artık olduğu zaman
-
11-Hûd 82
câe : geldi
-
11-Hûd 82
emru-nâ : emrimiz
-
11-Hûd 82
cealnâ : biz kıldık, yaptık
-
11-Hûd 82
âliye-hâ : onu en yüksek
-
11-Hûd 82
sâfile-hâ \n(ceale âliye-hâ sâfile-hâ) : onu en alçak \n: (onun altını üstüne getirdi)
-
11-Hûd 82
ve emtar-nâ : ve yağdırdık
-
11-Hûd 82
aleyhâ : onun üzerine
-
11-Hûd 82
hicâreten : taşlar
-
11-Hûd 82
mendûdin : dizilip hazırlanmış, istif edilmiş (veya ardarda gelen)
-
11-Hûd 83
musevvemeten : damgalanmış, işaretlenmiş
-
11-Hûd 83
inde : katında, indinde, yanında
-
11-Hûd 83
rabbi-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 83
ve mâ : ve değildir
-
11-Hûd 83
hiye : o
-
11-Hûd 83
min ez zâlimîne : zalimlerden
-
11-Hûd 84
ve ilâ medyene : ve Medyen kavmine
-
11-Hûd 84
ehâ-hum : onların kardeşi
-
11-Hûd 84
şuayben : Şuayb
-
11-Hûd 84
kâle : dedi
-
11-Hûd 84
u'budû allâhe : Allah'a kul olun
-
11-Hûd 84
lekum : size, sizin için
-
11-Hûd 84
ve lâ tenkusû : ve eksiltmeyin
-
11-Hûd 84
el mikyâle : ölçek
-
11-Hûd 84
ve el mîzâne : ve tartı, mizan
-
11-Hûd 84
erâ-kum : sizi görüyorum
-
11-Hûd 84
ve in-nî : ve gerçekten, muhakkak ben
-
11-Hûd 84
ehâfu : korkuyorum
-
11-Hûd 84
aleykum : sizin üzerinize
-
11-Hûd 84
azâbe : azap
-
11-Hûd 84
yevmin muhîtin : ihata eden (kuşatan) gün
-
11-Hûd 85
ve yâ kavmi : ve ey kavmim
-
11-Hûd 85
evfû : ifa edin (yerine getirin)
-
11-Hûd 85
el mikyâle : ölçek
-
11-Hûd 85
ve el mîzâne : ve tartı, mizan
-
11-Hûd 85
bi el kıstı : adalet ile
-
11-Hûd 85
ve lâ tebhasû en nâse : ve insanlara eksiltmeyin
-
11-Hûd 85
eşyâe-hum : onların eşyaları (şeyleri), hakları
-
11-Hûd 85
ve lâ ta'sev : ve karışıklık, bozgunculuk yapmayın, fesat çıkarmayın
-
11-Hûd 85
fî el ardı : yeryüzünde
-
11-Hûd 85
mufsidîne : fesat çıkaranlar
-
11-Hûd 86
bakıyyetu allâhi : Allah'ın bakiyesi (ticaretin bıraktığı kâr, helâl kazanç)
-
11-Hûd 86
lekum : sizin için
-
11-Hûd 86
mu'minîne : mü'minler
-
11-Hûd 86
ve mâ ene : ve ben değilim
-
11-Hûd 86
aleykum : sizin üzerinize
-
11-Hûd 87
e salâtu-ke : senin namazın mı
-
11-Hûd 87
te'muru-ke : sana emrediyor
-
11-Hûd 87
en netruke : bırakmamız, terketmemiz, vazgeçmemiz
-
11-Hûd 87
ev : veya, ve de
-
11-Hûd 87
en nef'ale : yapmamız
-
11-Hûd 87
fî emvâli-nâ : mallarımız hakkında, konusunda, mallarımıza
-
11-Hûd 87
mâ neşâu : dilediğimiz şeyi
-
11-Hûd 87
inne-ke : muhakkak ki sen
-
11-Hûd 87
le ente : elbette sen
-
11-Hûd 87
el halîmu : yumuşak huylu, halim
-
11-Hûd 87
er reşîdu : irşad eden, rüşde ermiş
-
11-Hûd 88
kâle : dedi
-
11-Hûd 88
e reeytum : sizin görüşünüz (bu) mu
-
11-Hûd 88
alâ beyyinetin : bir belge, delil üzerinde
-
11-Hûd 88
ve rezeka-nî : ve beni rızıklandırdı
-
11-Hûd 88
hasenen : güzel
-
11-Hûd 88
ve mâ urîdu : ve ben istemiyorum
-
11-Hûd 88
en uhâlife-kum : size muhalefet etmek, karşı çıkmak
-
11-Hûd 88
enhâ-kum : size yasakladım
-
11-Hûd 88
illâ el ıslâha : sadece, ancak ıslâh etmek
-
11-Hûd 88
mesteta'tu (mâ isteta'tu) : gücümün yettiği (şey) kadar
-
11-Hûd 88
ve mâ tevfîkî : ve benim muvaffak olmam, benim başarım
-
11-Hûd 88
aleyhi : ona
-
11-Hûd 88
tevekkeltu : ben tevekkül ettim
-
11-Hûd 88
ve ileyhi : ve ona
-
11-Hûd 89
ve yâ kavmi : ve ey kavmim
-
11-Hûd 89
lâ yecrimenne-kum : sakın olmasın, size isabet etmesin
-
11-Hûd 89
en yusîbe-kum : size isabet ettirmesi
-
11-Hûd 89
mâ esâbe : isabet eden şey
-
11-Hûd 89
kavme nûhin : Nuh kavmi
-
11-Hûd 89
ev : veya
-
11-Hûd 89
kavme hûdin : Hud kavmi
-
11-Hûd 89
ev : veya
-
11-Hûd 89
kavme sâlihın : Salih kavmi
-
11-Hûd 89
ve mâ : ve değildir
-
11-Hûd 90
ve istagfirû : ve mağfiret dileyin, isteyin
-
11-Hûd 90
rabbe-kum : Rabbinizin
-
11-Hûd 90
summe : sonra
-
11-Hûd 90
ileyhi : ona
-
11-Hûd 90
inne : muhakkak ki
-
11-Hûd 90
vedûdun : sevendir
-
11-Hûd 91
mâ nefkahu : fıkıh edemedik, anlayamadık, idrak edemedik
-
11-Hûd 91
kesîren : çok, çoğu
-
11-Hûd 91
mim mâ (min mâ) tekûlu : söylediğin şeyler
-
11-Hûd 91
ve in-nâ : ve muhakkak, biz
-
11-Hûd 91
le nerâ-ke : cidden seni görüyoruz
-
11-Hûd 91
daîfen : zayıf olan, zayıf
-
11-Hûd 91
ve lev lâ : ve olmasaydı
-
11-Hûd 91
rehtu-ke : senin gurubun (on kişiden az olan erkek grubu)
-
11-Hûd 91
le recemnâ-ke : mutlaka seni taşlardık (taşlayarak öldürürdük)
-
11-Hûd 91
ve mâ : ve değil
-
11-Hûd 91
ente : sen
-
11-Hûd 91
aleynâ : bize karşı
-
11-Hûd 92
kâle : dedi
-
11-Hûd 92
e : mi
-
11-Hûd 92
eazzu : daha azîz
-
11-Hûd 92
aleykum : size, sizin yanınızda
-
11-Hûd 92
ve ittehaztumû-hu : ve onu edindiniz, kabul ettiniz, öyle yaptınız
-
11-Hûd 92
verâe-kum : arkanıza
-
11-Hûd 92
zıhriyyen : arkaya atarak (unutarak)
-
11-Hûd 92
inne : muhakkak, şüphesiz
-
11-Hûd 92
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
11-Hûd 93
ve yâ kavmi ı'melû : ve ey kavmim, yapın
-
11-Hûd 93
alâ mekânetikum) : siz yapacağınız şeyi
-
11-Hûd 93
sevfe ta'lemûne : yakında bileceksiniz
-
11-Hûd 93
men : kim, kime
-
11-Hûd 93
ye'tî-hi : ona gelir
-
11-Hûd 93
ve men : ve kim
-
11-Hûd 93
huve : o
-
11-Hûd 93
ve irtekibû : ve bekleyin, gözetin
-
11-Hûd 93
mea-kum : sizinle beraber
-
11-Hûd 94
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
11-Hûd 94
câe : geldi
-
11-Hûd 94
emru-nâ : emrimiz
-
11-Hûd 94
necceynâ : kurtardık
-
11-Hûd 94
şuayben : Şuayb
-
11-Hûd 94
ve ellezîne âmenû : ve âmenû olan kimseler
-
11-Hûd 94
mea-hu : onunla beraber
-
11-Hûd 94
bi rahmetin : rahmetle
-
11-Hûd 94
ve ehazet : ve helâk etti, aldı
-
11-Hûd 94
ellezîne zalemû : zulmeden kimseleri
-
11-Hûd 94
es sayhatu : sayha, korkunç bir ses
-
11-Hûd 94
fe asbahû : böylece oldular
-
11-Hûd 94
câsimîne : diz üstü çökmüş olanlar (olarak)
-
11-Hûd 95
ke : gibi
-
11-Hûd 95
en lem yagnev : yaşamadılar, var olmadılar
-
11-Hûd 95
e lâ : (öyle) değil mi, olmadı mı
-
11-Hûd 95
bu'den : uzak oldu, uzaklaştırıldı
-
11-Hûd 95
li medyene : Medyen kavmi için
-
11-Hûd 95
kemâ : gibi
-
11-Hûd 95
baıdet : uzak oldu
-
11-Hûd 95
semûdu : Semud kavmi
-
11-Hûd 96
ve lekad : ve andolsun
-
11-Hûd 96
erselnâ : biz gönderdik
-
11-Hûd 96
ve sultânin : ve bir sultan
-
11-Hûd 97
ilâ fir'avne : firavuna
-
11-Hûd 97
ve melâi-hi : ve onun ileri gelenleri
-
11-Hûd 97
fe ittebeû : fakat, tâbî oldular
-
11-Hûd 97
emre fir'avne : firavunun emri
-
11-Hûd 97
ve mâ : ve değildi
-
11-Hûd 97
emru fir'avne : firavunun emri
-
11-Hûd 97
bi reşîdin : irşad edici
-
11-Hûd 98
kavme-hu : onun kavmi, kendi kavmi
-
11-Hûd 98
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
11-Hûd 98
fe : böylece
-
11-Hûd 98
evrede-hum : onları girdirdi (götürür, götürecek)
-
11-Hûd 98
en nâre : ateş
-
11-Hûd 98
ve bi'se : ve (ne) kötü
-
11-Hûd 98
el virdu : yer
-
11-Hûd 98
el mevrûdu : vardıkları yer, girdikleri yer
-
11-Hûd 99
ve utbiû : ve tâbî tutuldular
-
11-Hûd 99
la'neten : lânet
-
11-Hûd 99
ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
-
11-Hûd 99
bi'se : (ne) kötü
-
11-Hûd 99
er rifdu : bağış, bahşiş
-
11-Hûd 99
el merfûdu : verilen bağış, bahşiş
-
11-Hûd 100
zâlike : işte bu
-
11-Hûd 100
min enbâi : haberlerden
-
11-Hûd 100
el kurâ : beldeler, ülkeler
-
11-Hûd 100
nekussu-hu : onu anlatıyoruz, kıssa ediyoruz
-
11-Hûd 100
aleyke : sana
-
11-Hûd 100
ve hasîdun : ve hasat edilmiş olan (izleri silinmiş olup izi kalmayan)
-
11-Hûd 101
ve mâ zalemnâ-hum : ve biz onlara zulmetmedik
-
11-Hûd 101
ve lâkin : ve lâkin
-
11-Hûd 101
zalemû : zulmettiler
-
11-Hûd 101
enfuse-hum : onların nefsleri, kendileri
-
11-Hûd 101
fe : artık
-
11-Hûd 101
mâ agnet : gani olmadı, fayda vermedi
-
11-Hûd 101
âlihetu-hum : onların ilâhları
-
11-Hûd 101
elletî yed'ûne : dua ettikleri (ki ona dua ederler)
-
11-Hûd 101
min şey'in : bir şey
-
11-Hûd 101
lemmâ câe emru : emir geldiği zaman
-
11-Hûd 101
rabbi-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 101
ve mâ : ve olmadı
-
11-Hûd 101
gayre : başka
-
11-Hûd 101
tetbîbin : helâk olma, ziyana uğrama
-
11-Hûd 102
ve kezâlike : ve onun gibi, böyle, böylece
-
11-Hûd 102
rabbi-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 102
ehaze : aldı, yakaladı
-
11-Hûd 102
el kurâ : belde, ülke, ülkeler, ülke halkı
-
11-Hûd 102
ve hiye : ve o
-
11-Hûd 102
zâlimetun : zulmetmek, zulüm işlemek, zalimdir
-
11-Hûd 102
inne : muhakkak, gerçekten
-
11-Hûd 102
ahze-hu : onun yakalaması, cezası
-
11-Hûd 102
elîmun : elîm, acı
-
11-Hûd 102
şedîdun : şiddetli
-
11-Hûd 103
inne : muhakkak, gerçekten
-
11-Hûd 103
fî zâlike : bunda vardır
-
11-Hûd 103
le âyeten : elbette bir âyet (delil)
-
11-Hûd 103
li men hâfe : korkan kimse için
-
11-Hûd 103
azâbe el âhıreti : ahiret azabı
-
11-Hûd 103
zâlike : işte bu
-
11-Hûd 103
yevmun mecmûun : toplanma günü
-
11-Hûd 103
lehu : ona
-
11-Hûd 103
en nâsu : insanlar
-
11-Hûd 103
ve zâlike : ve işte bu
-
11-Hûd 103
yevmun meşhûdun : şahadet günü
-
11-Hûd 104
ve mâ nuahhıru-hû : ve biz onu ertelemeyiz
-
11-Hûd 104
li ecelin : bir ecele, bir zamana
-
11-Hûd 105
yevme : gün
-
11-Hûd 105
ye'ti : gelir
-
11-Hûd 105
lâ tekellemu : konuşmaz (konuşamaz)
-
11-Hûd 105
nefsun : bir kimse
-
11-Hûd 105
fe : artık, o zaman
-
11-Hûd 105
ve saîdun : ve saiddir (mutlu) (cennette kalacak lar)
-
11-Hûd 106
fe emmâ : ama, artık
-
11-Hûd 106
ellezîne şekû : şâkî olanlar, mutsuz olanlar, bed- baht olanlar
-
11-Hûd 106
fe : artık
-
11-Hûd 106
fî en nâri : ateş içinde, ateşte
-
11-Hûd 106
lehum : onlar
-
11-Hûd 106
zefîrun : sesli nefes verme, inilti, hızlı soluk soluğa nefes almak
-
11-Hûd 106
ve şehîkun : ve nefesin içeri çekilip, şiddetli ve kötü bir sesle çıkması
-
11-Hûd 107
hâlidîne : ebedî kalanlar
-
11-Hûd 107
mâ dâmeti : devam ettikçe, durduğu müddetçe
-
11-Hûd 107
es semâvâtu : gökler, semalar
-
11-Hûd 107
ve el ardu : ve yeryüzü, arz
-
11-Hûd 107
mâ şâe : dilediği şey
-
11-Hûd 107
rabbu-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 107
inne : muhakkak
-
11-Hûd 107
rabbe-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 107
fe'âlun : yapandır
-
11-Hûd 108
ve emmâ : ve fakat
-
11-Hûd 108
ellezîne suidû : mutlu olanlar, said olanlar
-
11-Hûd 108
fe : artık, böylece
-
11-Hûd 108
fî el cenneti : cennette
-
11-Hûd 108
hâlidîne : ebedî kalanlar
-
11-Hûd 108
mâ dâmeti : devam ettikçe, durduğu müddetçe
-
11-Hûd 108
es semâvâtu : gökler, semalar
-
11-Hûd 108
ve el ardu : ve yeryüzü, arz
-
11-Hûd 108
mâ şâe : dilediği şey
-
11-Hûd 108
rabbu-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 108
atâen : lütuf, bağış, ihsan olarak
-
11-Hûd 108
gayre : olmayan
-
11-Hûd 108
meczûzin \n(gayre meczûzin) : kesinti, kesilmiş \n: (kesintisiz, devamlı, kesilmeyen)
-
11-Hûd 109
fe : o zaman, böylece, artık
-
11-Hûd 109
lâ teku : sen olma
-
11-Hûd 109
fî miryetin : şüphe içinde, kuşku içinde
-
11-Hûd 109
mâ ya'budûne : onların taptıkları şey, ibadet ettikleri şey
-
11-Hûd 109
kemâ : gibi, nasıl ki
-
11-Hûd 109
ve in-nâ : ve muhakkak biz
-
11-Hûd 109
le muveffû-hum : elbette onlara ödeyen (vefa eden)
-
11-Hûd 109
nasîbe-hum : onların nasipleri
-
11-Hûd 109
gayre menkûsin : eksiltmeksizin (tenkis etmeksizin)
-
11-Hûd 110
ve lekad : ve andolsun ki
-
11-Hûd 110
âteynâ : biz verdik
-
11-Hûd 110
el kitâbe : kitap
-
11-Hûd 110
fahtulife (fe ıhtulife) : bundan sonra ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştüler
-
11-Hûd 110
ve lev lâ : ve olmasaydı
-
11-Hûd 110
kelimetun : bir söz, bir kelime
-
11-Hûd 110
sebekat : geçti (söylendi)
-
11-Hûd 110
min rabbi-ke : Rabbinden
-
11-Hûd 110
le kudiye : mutlaka hüküm verilmiş olurdu
-
11-Hûd 110
beyne-hum : onların arasında
-
11-Hûd 110
ve inne-hum : ve gerçekten, muhakkak onlar
-
11-Hûd 110
le fî şekkin : kesin, ciddî, bir tereddüt (şüphe) içinde
-
11-Hûd 110
murîbun \n(reyb) : tatmin etmeyen, kanaat hasıl etmeyen, şüphe veren \n: (şüphe)
-
11-Hûd 111
ve inne : ve muhakkak, şüphesiz
-
11-Hûd 111
kullen : tamamen, bütün, tüm, hepsi
-
11-Hûd 111
lemmâ : olduğu zaman
-
11-Hûd 111
le yuveffiyenne-hum : onlara mutlaka öder
-
11-Hûd 111
rabbuke : senin Rabbin
-
11-Hûd 111
a'mâle-hum : onların amelleri
-
11-Hûd 111
inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
-
11-Hûd 111
ya'melûne : yapıyorlar
-
11-Hûd 112
festekim (fe istekim) : istikamet üzere ol
-
11-Hûd 112
kemâ : gibi
-
11-Hûd 112
umirte : emrolundun
-
11-Hûd 112
ve men : ve o kimseler
-
11-Hûd 112
tâbe : tövbe etti (tövbe ederek tâbî oldu)
-
11-Hûd 112
mea-ke : seninle beraber, birlikte
-
11-Hûd 112
ve lâ tatgav : ve azgınlık etmeyin
-
11-Hûd 112
inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
-
11-Hûd 112
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
11-Hûd 113
ve lâ terkenû : ve meyletmeyin, eğilim göstermeyin, dayanmayın
-
11-Hûd 113
ilâ ellezîne zalemû : zulmeden (zalim olan) kimselere
-
11-Hûd 113
fe temesse-kum : o zaman size dokunur
-
11-Hûd 113
en nâru : ateş
-
11-Hûd 113
ve mâ lekum : ve sizin için yoktur
-
11-Hûd 113
min evliyâe : evliyadan, velîlerden, dostlardan bir dost
-
11-Hûd 113
summe : sonra
-
11-Hûd 113
lâ tunsarûne : yardım olunmazsınız
-
11-Hûd 114
ve ekımı es salâte : ve namazı kıl, ikame et
-
11-Hûd 114
tarafeyin : iki tarafında
-
11-Hûd 114
nehâri : gündüz
-
11-Hûd 114
ve zulefen : ve gecenin ilk saatleri
-
11-Hûd 114
min el leyli : geceden
-
11-Hûd 114
inne el hasenâti : muhakkak hasenat (iyilikler, kazanılan dereceler)
-
11-Hûd 114
yuzhibne : giderir, yok eder
-
11-Hûd 114
es seyyiâti : seyyiat, kötülükler (kaybedilen dereceler)
-
11-Hûd 114
zâlike : işte bu
-
11-Hûd 114
li ez zâkirîne : öğüt alanlar, zikredenler için
-
11-Hûd 115
vasbir (ve isbir) : ve sabret
-
11-Hûd 115
fe innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
-
11-Hûd 115
ecre el muhsinîne : muhsinlerin ecrini
-
11-Hûd 116
fe : o zaman, bu durumda
-
11-Hûd 116
lev lâ kâne : olmaz mıydı, olmasaydı
-
11-Hûd 116
min el kurûni : nesillerden (asırlardan)
-
11-Hûd 116
ûlû bakıyyetin : bakiye sahipleri (asırlarca münkerden nehyedenler ve ma'rufla emredenler)
-
11-Hûd 116
yenhevne : nehyederler, men ederler
-
11-Hûd 116
an el fesâdi : fesat(lar)dan
-
11-Hûd 116
fi el ardı : yeryüzünde
-
11-Hûd 116
illâ kalîlen : pek azı hariç
-
11-Hûd 116
mimmen (min men) enceynâ : kurtardıklarımızdan
-
11-Hûd 116
vettebea (ve ittebea) : ve tâbî oldular
-
11-Hûd 116
ellezîne zalemû : zulmeden kimseler
-
11-Hûd 116
mâ utrifû \n(teref) : şımartıldıkları şeyler (mal, mülk) \n: (şımarıklık, ni'met ve bolluk içinde olup şımarmak)
-
11-Hûd 116
ve kânû : ve oldular
-
11-Hûd 116
mucrimîne : mücrimler, suçlular, günahkârlar
-
11-Hûd 117
ve mâ kâne : ve olmadı
-
11-Hûd 117
rabbu-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 117
li yuhlike : helâk edici
-
11-Hûd 117
el kurâ : beldeler, ülkeler
-
11-Hûd 117
ve ehlu-hâ : ve halkı
-
11-Hûd 117
muslihûne : ıslâh eden kimseler
-
11-Hûd 118
ve lev : ve eğer, olsa bile
-
11-Hûd 118
şâe : diledi
-
11-Hûd 118
rabbu-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 118
le ceale : elbette kıldı, yaptı
-
11-Hûd 118
en nâse : insanlar
-
11-Hûd 118
ummeten : bir ümmet
-
11-Hûd 118
vâhideten : tek, bir
-
11-Hûd 118
ve lâ yezâlûne : ve devam edecek (bitmeyecek, zail olmayacak)
-
11-Hûd 118
muhtelifîne : çeşitli anlaşmazlıklar, ihtilâflar
-
11-Hûd 119
men rahime : rahmet ettiği kimseler
-
11-Hûd 119
rabbu-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 119
ve li zâlike : ve bunun için
-
11-Hûd 119
ve temmet : ve tamamlandı
-
11-Hûd 119
kelimetu : söz, kelime
-
11-Hûd 119
rabbi-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 119
le emleenne : muhakkak dolduracağım
-
11-Hûd 119
cehenneme : cehennem
-
11-Hûd 119
min el cinneti : cinlerden (cinlerle)
-
11-Hûd 119
ve en nâsi : ve insanlar
-
11-Hûd 119
ecmaîne : toplu olarak, hepsi, tamamı, tümü
-
11-Hûd 120
ve kullen : ve hepsini, hepsi
-
11-Hûd 120
aleyke : sana
-
11-Hûd 120
min enbâi : haberlerden
-
11-Hûd 120
er rusuli : resûller
-
11-Hûd 120
nusebbitu : sabitleştiririz, sağlamlaştırırız
-
11-Hûd 120
fuâde-ke : senin kalbindeki idrak hassasını (fiziğin ötesine açık idrak)
-
11-Hûd 120
ve câe-ke : ve sana geldi
-
11-Hûd 120
el hakku : hak
-
11-Hûd 120
ve mev'ızatun : ve öğüt
-
11-Hûd 120
ve zikrâ : ve zikir
-
11-Hûd 120
li el muminîne : mü'minler için, mü'minlere
-
11-Hûd 121
ve kul : ve de (ki)
-
11-Hûd 121
ellezîne lâ yu'minû : mü'min olmayan kimseler
-
11-Hûd 121
a'melû : yapın
-
11-Hûd 121
alâ mekâneti-kum : yapmakta olduğunuz şeyler
-
11-Hûd 121
âmilûne : yapanlar, amel edenler
-
11-Hûd 122
ve intazırû : ve gözleyin, bekleyin
-
11-Hûd 122
muntazırûne : bekleyenler, gözleyenler
-
11-Hûd 123
ve li allâhi : ve Allah'ın, Allah'a ait
-
11-Hûd 123
gaybu es semâvâti : semaların (göklerin) gaybı
-
11-Hûd 123
ve el ardı : ve yeryüzü, arz
-
11-Hûd 123
ve ileyhi : ve ona
-
11-Hûd 123
yurceu : döndürülür
-
11-Hûd 123
el emru : emir, iş
-
11-Hûd 123
fa'bud-hu (fe u'bud-hu) : artık ona kul olun
-
11-Hûd 123
ve tevekkel : ve tevekkül edin
-
11-Hûd 123
aleyhi : ona
-
11-Hûd 123
ve mâ : ve değil
-
11-Hûd 123
rabbu-ke : senin Rabbin
-
11-Hûd 123
ammâ (an mâ) ta'melûne : yaptıklarınızdan
-
110-Nasr 1
izâ câe : geldiği zaman
-
110-Nasr 1
ve el fethu : ve fetih
-
110-Nasr 2
ve raeyte : ve sen gördün
-
110-Nasr 2
en nâse : insanlar
-
110-Nasr 2
yedhulûne : girerler
-
110-Nasr 2
efvâcen : grup grup
-
110-Nasr 3
fe : o zaman, artık
-
110-Nasr 3
sebbih : tespih et
-
110-Nasr 3
rabbi-ke : senin Rabbin, Rabbin
-
110-Nasr 3
ve istagfir-hu : ve ondan mağfiret dile
-
110-Nasr 3
inne-hu : muhakkak o
-
110-Nasr 3
kâne : oldu, idi, dır
-
110-Nasr 3
tevvâben : tövbeleri kabul eden
-
111-Tebbet 1
tebbet : kurudu, hüsrana uğradı, helâk oldu
-
111-Tebbet 1
yedâ : iki eli
-
111-Tebbet 1
ebî lehebin : Ebu Leheb
-
111-Tebbet 1
ve : ve
-
111-Tebbet 1
tebbe : kurudu, hüsrana uğradı, helâk oldu
-
111-Tebbet 2
ve : ve
-
111-Tebbet 2
kesebe : kazandıkları
-
111-Tebbet 3
se-yaslâ : yaslanacak, atılacak
-
111-Tebbet 3
nâren : ateş
-
111-Tebbet 3
zâte lehebin : alevli
-
111-Tebbet 4
ve imreetu-hu : ve onun kadını, eşi
-
111-Tebbet 4
hammâlete : taşıyan
-
111-Tebbet 4
el hatabi : odun
-
111-Tebbet 5
min mesedin : bükülmüş liften
-
112-İhlâs 1
huve allâhu : O Allah
-
112-İhlâs 1
ehadun : bir, tek
-
112-İhlâs 2
es samedu : samed, herşeyin ona muhtaç olması, onun hiçbir şeye muhtaç olmaması
-
112-İhlâs 3
lem yelid : o doğurmadı
-
112-İhlâs 3
ve lem yûled : ve doğurulmadı
-
112-İhlâs 4
ve lem yekun : ve olmadı
-
112-İhlâs 4
lehu : onun
-
112-İhlâs 4
kufuven : denk, eş
-
112-İhlâs 4
ehadun : tek, bir
-
113-Felâk 1
eûzu : ben sığınırım
-
113-Felâk 1
el felakı : felâk
-
113-Felâk 2
min şerri : kötülüklerinden, şerrinden
-
113-Felâk 3
ve min şerri : ve şerrinden
-
113-Felâk 3
izâ vakabe : çöktüğü zaman
-
113-Felâk 4
ve min şerri : ve şerrinden
-
113-Felâk 4
en neffâsâti : nefes edenler, üfleyenler
-
113-Felâk 4
fî el ukadi : düğümlere
-
113-Felâk 5
ve min şerri : ve şerrinden
-
113-Felâk 5
izâ hasede : haset ettiği zaman
-
114-Nâs 1
eûzu : ben sığınırım
-
114-Nâs 1
en nâsi : insanlar
-
114-Nâs 2
meliki : melik (sultan), mâlik (sahip)
-
114-Nâs 2
en nâsi : insanlar
-
114-Nâs 3
en nâsi : insanlar
-
114-Nâs 4
min şerri : şerrinden
-
114-Nâs 4
el vesvâsi : vesveseler
-
114-Nâs 4
el hannâsi : gizlice vesvese veren
-
114-Nâs 5
ellezî : ki o
-
114-Nâs 5
yuvesvisu : vesvese verir
-
114-Nâs 5
en nâsi : insanlar
-
114-Nâs 6
min(e) el cinneti : cinlerden
-
114-Nâs 6
ve en nâsi : ve insanlar
-
12-Yusuf 1
tilke : bunlar
-
12-Yusuf 1
el kitâbi el mubîni : açıklanmış, beyan edilmiş kitap
-
12-Yusuf 2
enzelnâ-hu : onu indirdik
-
12-Yusuf 2
kur'ânen : Kur'ân
-
12-Yusuf 2
arabiyyen : Arapça olarak
-
12-Yusuf 2
lealle-kum : umulur ki siz, böylece siz
-
12-Yusuf 2
ta'kılûne : akıl edersiniz
-
12-Yusuf 3
aleyke : sana
-
12-Yusuf 3
ahsene el kasası : en güzel kıssaları
-
12-Yusuf 3
evhaynâ : vahyettik
-
12-Yusuf 3
ileyke : sana
-
12-Yusuf 3
hâze el kur'âne : bu Kur'ân'ı
-
12-Yusuf 3
ve in kunte : ve eğer, oysa sen ..... idin
-
12-Yusuf 3
le min el gâfilîne : gâfillerden
-
12-Yusuf 4
iz kâle : dediği zaman, demişti
-
12-Yusuf 4
li ebî-hi : babasına
-
12-Yusuf 4
yâ ebeti : ey baba, babacığım
-
12-Yusuf 4
reeytu : gördüm
-
12-Yusuf 4
ehade aşere : on bir
-
12-Yusuf 4
kevkeben : gezegen
-
12-Yusuf 4
ve eş şemse : ve güneş
-
12-Yusuf 4
ve el kamere : ve ay
-
12-Yusuf 4
reeytu-hum : onları gördüm
-
12-Yusuf 4
sâcidîne : secde edenler
-
12-Yusuf 5
kâle : dedi
-
12-Yusuf 5
yâ buneyye : ey oğul
-
12-Yusuf 5
ru'yâ-ke : senin rüyan
-
12-Yusuf 5
alâ ıhveti-ke : kardeşlerine
-
12-Yusuf 5
fe yekîdû : o zaman hile yaparlar (tuzak kurarlar)
-
12-Yusuf 5
leke : sana
-
12-Yusuf 5
keyden : hile, tuzak
-
12-Yusuf 5
inne eş şeytâne : muhakkak ki şeytan
-
12-Yusuf 5
li el insâni : insan için
-
12-Yusuf 6
ve kezâlike : ve böylece, işte böylece
-
12-Yusuf 6
yectebî-ke : seni seçecek
-
12-Yusuf 6
rabbu-ke : senin Rabbin
-
12-Yusuf 6
ve yuallimu-ke : ve sana öğretecek
-
12-Yusuf 6
min te'vîli : tevîlinden, yorumundan
-
12-Yusuf 6
el ehâdîsi : sözler, olaylar
-
12-Yusuf 6
ve yutimmu : ve tamamlayacak
-
12-Yusuf 6
ni'mete-hu : ni'metini
-
12-Yusuf 6
aleyke : sana
-
12-Yusuf 6
ve alâ : ve üzerine, ...a
-
12-Yusuf 6
âli ya'kûbe : Yâkub ailesi
-
12-Yusuf 6
kemâ : gibi
-
12-Yusuf 6
etemme-hâ : onu tamamladı
-
12-Yusuf 6
alâ ebevey-ke : senin ebeveynine
-
12-Yusuf 6
ibrâhîme ve ishâka : İbrâhîm ve İshak
-
12-Yusuf 6
inne : muhakkak
-
12-Yusuf 6
rabbe-ke : senin Rabbin
-
12-Yusuf 7
lekad : andolsun
-
12-Yusuf 7
kâne : oldu, idi
-
12-Yusuf 7
yûsufe : Yusuf
-
12-Yusuf 7
ve ihveti-hi : ve onun kardeşleri
-
12-Yusuf 7
li es sâilîne : soranlar için
-
12-Yusuf 8
le yûsufu : gerçekten, elbette Yusuf
-
12-Yusuf 8
ve ehû-hu : ve onun kardeşi
-
12-Yusuf 8
ehabbu : daha sevgili
-
12-Yusuf 8
ilâ ebî-nâ : babamıza
-
12-Yusuf 8
ve nahnu : ve biz
-
12-Yusuf 8
usbehtun : grup (on kişilik veya daha fazlası)
-
12-Yusuf 8
inne : muhakkak
-
12-Yusuf 8
ebâ-nâ : babamız
-
12-Yusuf 8
le fî : elbette içindedir
-
12-Yusuf 9
yûsufe : Yusuf'u
-
12-Yusuf 9
ev itrahû-hu : veya onu atın
-
12-Yusuf 9
lekum : size
-
12-Yusuf 9
vechu : yüz
-
12-Yusuf 9
ebî-kum : sizin babanız
-
12-Yusuf 9
ve tekûnû : ve olun
-
12-Yusuf 9
kavmen : bir kavim, toplum, topluluk
-
12-Yusuf 9
sâlihîne : salihler
-
12-Yusuf 10
kâle : dedi
-
12-Yusuf 10
yûsufe : Yusuf'u
-
12-Yusuf 10
ve elkû-hu : ve onu atın, bırakın
-
12-Yusuf 10
fî gayâbeti el cubbi : kuyunun dibine
-
12-Yusuf 10
yeltekit-hu : onu bulur
-
12-Yusuf 10
ba'du es seyyâreti : bir kısım yolcular, bir grup yolcu, yolcu kafilesi
-
12-Yusuf 10
fâılîne : yapanlar
-
12-Yusuf 11
yâ ebâ-nâ : ey babamız
-
12-Yusuf 11
mâ leke : sana ne oluyor, ne oldu
-
12-Yusuf 11
lâ te'men-nâ alâ : bize emniyet etmiyorsun, bize güvenmiyorsun (bizden emin değilsin)
-
12-Yusuf 11
yûsufe : Yusuf
-
12-Yusuf 11
ve in-nâ : ve muhakkak ki biz
-
12-Yusuf 11
lehu : ona
-
12-Yusuf 11
le : elbette, gerçekten
-
12-Yusuf 11
nâsıhûne : nasihat edenler, öğüt verenler, iyiliğini isteyenler
-
12-Yusuf 12
ersil-hu : onu gönder
-
12-Yusuf 12
mea-nâ : bizimle birlikte
-
12-Yusuf 12
gaden : yarın
-
12-Yusuf 12
yerta' : bol bol yesin (beğendiği meyvelerden)
-
12-Yusuf 12
ve yel'ab : ve oynasın
-
12-Yusuf 12
ve in-nâ : ve muhakkak biz
-
12-Yusuf 12
lehu : ona, onu
-
12-Yusuf 12
le : elbette, gerçekten
-
12-Yusuf 12
hâfizûne : koruyanlar, muhafaza edenler
-
12-Yusuf 13
kâle : dedi
-
12-Yusuf 13
le yahzunu-nî : mutlaka, gerçekten beni üzer mahzun eder
-
12-Yusuf 13
en tezhebû : gitmeniz
-
12-Yusuf 13
ve ehâfu : ve korkuyorum, korkarım
-
12-Yusuf 13
en ye'kule-hu : onu yemesi
-
12-Yusuf 13
ez zi'bu : bir kurt
-
12-Yusuf 13
ve entum : ve siz
-
12-Yusuf 13
gâfilûne : gâfil olanlar (habersiz iken)
-
12-Yusuf 14
le in : gerçekten olursa
-
12-Yusuf 14
ekele-hu : onu yedi
-
12-Yusuf 14
ez zi'bu : bir kurt
-
12-Yusuf 14
ve nahnu : ve biz
-
12-Yusuf 14
usbetun : 10 kişilik grup, bir ekip, kuvvetli topluluk
-
12-Yusuf 14
izen : o taktirde, öyleyse
-
12-Yusuf 14
le hâsirûne : hüsrana düşenler
-
12-Yusuf 15
fe lemmâ : böylece, bundan sonra, olduğu zaman
-
12-Yusuf 15
zehebû bi-hî : onu götürdüler (onunla gittiler)
-
12-Yusuf 15
ve ecmeû : ve topluca, toplu olarak, hep beraber
-
12-Yusuf 15
en yec'alû-hu : onu kılmak için (bırakmak için)
-
12-Yusuf 15
gayâbet : dip, derinlik
-
12-Yusuf 15
el cubbi : kuyu
-
12-Yusuf 15
ve evhaynâ : ve biz vahyettik
-
12-Yusuf 15
ileyhi : ona
-
12-Yusuf 15
le tunebbienne-hum : mutlaka onlara haber vereceksin
-
12-Yusuf 15
bi emri-him : onların yaptıklarını, onların işini
-
12-Yusuf 15
ve hum : ve onlar
-
12-Yusuf 15
lâ yeş'urûne : farkında değiller
-
12-Yusuf 16
ve câû : ve geldiler
-
12-Yusuf 16
ebâ-hum : (onların) babaları
-
12-Yusuf 16
işâen : yatsı vakti
-
12-Yusuf 16
yebkûne : ağlıyorlar
-
12-Yusuf 17
yâ ebâ-nâ : ey babamız
-
12-Yusuf 17
zehebnâ : biz gittik
-
12-Yusuf 17
nestebiku : biz yarış yapmak istiyoruz
-
12-Yusuf 17
ve terek-nâ : ve biz bıraktık, terkettik
-
12-Yusuf 17
yûsufe : Yusuf
-
12-Yusuf 17
inde : yanında
-
12-Yusuf 17
metâı-nâ : eşyamız (metalarımız)
-
12-Yusuf 17
fe ekele-hu : böylece, o zaman onu yedi
-
12-Yusuf 17
ez zi'bu : kurt
-
12-Yusuf 17
ve mâ ente : ve sen değilsin
-
12-Yusuf 17
lenâ : bize
-
12-Yusuf 17
ve lev kunnâ : ve şâyet biz olsak bile
-
12-Yusuf 17
sâdikîne : doğru sözlü, sadık olanlar, doğru söyleyen kimseler
-
12-Yusuf 18
ve câû \n(câû bi) : ve geldiler \n: (getirdiler)
-
12-Yusuf 18
bi demin kezibin : yalancı kan ile
-
12-Yusuf 18
kâle : dedi
-
12-Yusuf 18
bel : hayır
-
12-Yusuf 18
sevvelet : sürükledi, teşvik etti
-
12-Yusuf 18
lekum : sizi
-
12-Yusuf 18
enfusu-kum : sizin nefsiniz
-
12-Yusuf 18
emren : bir iş
-
12-Yusuf 18
fe : artık bundan sonra
-
12-Yusuf 18
sabrun cemîlun : güzel (bir) sabırdır
-
12-Yusuf 18
ve allâhu : ve Allah
-
12-Yusuf 18
el musteânu : yardım (istiane) istenecek olan
-
12-Yusuf 18
tesıfûne : anlatıyorsunuz, vasıflandırıyorsunuz
-
12-Yusuf 19
ve câet : ve geldi
-
12-Yusuf 19
seyyâretun : yolcular, bir yolcu kafilesi, bir kervan
-
12-Yusuf 19
fe : böylece, sonra
-
12-Yusuf 19
erselû : gönderdiler
-
12-Yusuf 19
vâride-hum : sucularını
-
12-Yusuf 19
fe adlâ : o zaman sarkıttı
-
12-Yusuf 19
delve-hu : kovasını
-
12-Yusuf 19
kâle : dedi
-
12-Yusuf 19
ve eserrû-hu : ve onu gizlediler
-
12-Yusuf 19
bidâaten : sermaye, ticaret malı olarak
-
12-Yusuf 19
ya'melûne : yapıyorlar
-
12-Yusuf 20
ve şerev-hu : ve onu sattılar
-
12-Yusuf 20
bi semenin : bir fiyat ile
-
12-Yusuf 20
derâhime : dirhemler
-
12-Yusuf 20
ma'dûdetin : sayılı, birkaç
-
12-Yusuf 20
ve kânû : ve oldular, idiler
-
12-Yusuf 20
ez zâhidîne : kıymet vermeyen, rağbet etmeyen, önemsemeyen kimseler
-
12-Yusuf 21
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 21
ellezî işterâ-hu : onu satın alan kişi
-
12-Yusuf 21
li imre'eti-hi : eşine, hanımına (onun eşine)
-
12-Yusuf 21
ekrimî : ikram et, kerim ol, güzel yap, özenle hazırla
-
12-Yusuf 21
mesvâ-hu : onun mekânı, onun yerleşme yeri
-
12-Yusuf 21
en yenfea-nâ : bize fayda verir, bize faydası olur
-
12-Yusuf 21
ev nettehize-hu : veya onu ediniriz
-
12-Yusuf 21
veleden : evlât
-
12-Yusuf 21
ve kezâlike : ve böylece
-
12-Yusuf 21
mekken-nâ : biz yerleştirdik
-
12-Yusuf 21
li yûsufe : Yusuf'u
-
12-Yusuf 21
fî el ardı : yeryüzünde
-
12-Yusuf 21
ve li nuallime-hu : ve ona öğretelim diye (öğretmemiz için)
-
12-Yusuf 21
min te'vîli el ehâdîsi : olayların, sözlerin yorumundan (yorumunu)
-
12-Yusuf 21
ve allâhu : ve Allah
-
12-Yusuf 21
alâ emri-hî : emri üzerine, emrinde
-
12-Yusuf 21
ve lâkinne : ve fakat, lâkin
-
12-Yusuf 21
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
12-Yusuf 21
lâ ya'lemûne : bilmezler
-
12-Yusuf 22
ve lemma : ve olduğu zaman
-
12-Yusuf 22
belega : erişti, ulaştı
-
12-Yusuf 22
eşudde-hu : kemâl, olgun çağına, en kuvvetli çağına
-
12-Yusuf 22
âteynâ-hu : ona verdik
-
12-Yusuf 22
hukmen : hüküm (hakimiyet, hüküm sahibi olma yetkisi, hikmet)
-
12-Yusuf 22
ve ilmen : ve ilim
-
12-Yusuf 22
ve kezâlike : ve işte böyle
-
12-Yusuf 22
neczî : ödüllendiririz, mükâfat veririz, ceza (karşılık) veririz
-
12-Yusuf 22
el muhsinîne : muhsinler
-
12-Yusuf 23
ve râvedet-hu \n(râvede) : ve ondan murat almak istedi, onunla olmak istedi \n: (beraber olmak istedi)
-
12-Yusuf 23
elletî : ki o (bayan için)
-
12-Yusuf 23
huve : o
-
12-Yusuf 23
fî beytihâ : onun evinde
-
12-Yusuf 23
an nefsi-hî : onun nefsinden
-
12-Yusuf 23
ve gallekat : ve sımsıkı kapadı
-
12-Yusuf 23
el ebvâbe : kapılar
-
12-Yusuf 23
ve kâlet : ve dedi
-
12-Yusuf 23
heyte : hadi gel
-
12-Yusuf 23
leke : senin için, sana, sen
-
12-Yusuf 23
kâle : dedi
-
12-Yusuf 23
inne-hu : muhakkak o
-
12-Yusuf 23
ahsene : en güzel şekilde
-
12-Yusuf 23
mesvâye : benim yerleşme yerim
-
12-Yusuf 23
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
12-Yusuf 23
ez zâlimûne : zalimler
-
12-Yusuf 24
ve le kad : andolsun
-
12-Yusuf 24
hemmet : arzuladı
-
12-Yusuf 24
ve hemme : ve arzuladı
-
12-Yusuf 24
lev lâ : şâyet, eğer
-
12-Yusuf 24
en reâ : muhakkak gördü
-
12-Yusuf 24
burhâne : delilini
-
12-Yusuf 24
kezâlike : işte böyle, böylece
-
12-Yusuf 24
li nasrife : çevirmemiz için
-
12-Yusuf 24
anhu es sûe : onu kötülükten
-
12-Yusuf 24
ve el fahşâe : ve fuhuş
-
12-Yusuf 24
inne-hu : muhakkak ki o (çünkü)
-
12-Yusuf 24
el muhlesîne : muhlis olanlar
-
12-Yusuf 25
ve istebekâ : ve koştular
-
12-Yusuf 25
el bâbe : kapı
-
12-Yusuf 25
ve kaddet \n(kadde) \n(kadde (kalın d ile yazılırsa)) \n(kudde) : ve yırttı \n: (boyuna yırttı) \n: (enine yırttı) \n: (yırtıldı)
-
12-Yusuf 25
ve elfeyâ : ve ikisi karşılaştılar, karşılarında (buldular)
-
12-Yusuf 25
seyyide-hâ : onun efendisi (kadının)
-
12-Yusuf 25
ledâ el bâbi : kapının yanı
-
12-Yusuf 25
kâlet : dedi (kadın)
-
12-Yusuf 25
cezâu : cezası
-
12-Yusuf 25
men erâde : isteyen kimse
-
12-Yusuf 25
bi ehli-ke : senin ailene
-
12-Yusuf 25
sûen : bir kötülük
-
12-Yusuf 25
en yuscene : zindana atılmak
-
12-Yusuf 25
ev : veya
-
12-Yusuf 25
azâbun elîmun : acı (bir) azap
-
12-Yusuf 26
kâle : dedi
-
12-Yusuf 26
hiye : o (kadın)
-
12-Yusuf 26
râvedet-nî : beni elde etmeye çalıştı, benimle beraber olmak istedi
-
12-Yusuf 26
an nefsî : nefsimden
-
12-Yusuf 26
ve şehide : ve şahitlik etti
-
12-Yusuf 26
min ehli-hâ : onun (kadının) ailesinden
-
12-Yusuf 26
in kâne : eğer olduysa, ise
-
12-Yusuf 26
kudde : yırtıldı
-
12-Yusuf 26
fe sadekat : o zaman, o taktirde doğru söyledi, haklı
-
12-Yusuf 26
ve huve : ve o (erkek)
-
12-Yusuf 26
min el kâzibîne : yalancılardan
-
12-Yusuf 27
ve in kâne : ve eğer olduysa, ise
-
12-Yusuf 27
kudde : yırtıldı
-
12-Yusuf 27
fe kezebet : bu durumda o (kadın) yalan söyledi
-
12-Yusuf 27
ve huve : ve o (erkek)
-
12-Yusuf 27
min es sâdikîne : doğru söyleyenlerden, sadıklardan
-
12-Yusuf 28
fe lemmâ : olduğu zaman
-
12-Yusuf 28
reâ : gördü
-
12-Yusuf 28
kudde : yırtılmış
-
12-Yusuf 28
kâle : dedi
-
12-Yusuf 28
inne-hu : muhakkak o
-
12-Yusuf 28
min keydikunne : sizin tuzaklarınızdan (hilelerinizden)
-
12-Yusuf 28
inne : muhakkak
-
12-Yusuf 28
keydekunne : sizin tuzağınız (hileniz)
-
12-Yusuf 29
vestagfirî (ve istagfirî) : mağfiret iste
-
12-Yusuf 29
li zenbi-ki : senin suçun, günahın için (kadın için)
-
12-Yusuf 29
inne-ki : muhakkak sen (kadın)
-
12-Yusuf 29
min el hâtıîne : kasten günah işleyenlerden
-
12-Yusuf 30
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 30
nisvetun : kadınlar
-
12-Yusuf 30
fî el medîneti : şehirde
-
12-Yusuf 30
emre'etu el azîzi : azîzin (vezirin) hanımı
-
12-Yusuf 30
fetâhâ : onun emrinde olan (kölesi) genç delikanlı
-
12-Yusuf 30
an nefsi-hî : onun nefsinden
-
12-Yusuf 30
şegafe-hâ : onun kalbine işlemiş
-
12-Yusuf 30
hubben : sevgi, aşk
-
12-Yusuf 30
le nerâ-hâ : onu görüyoruz
-
12-Yusuf 31
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 31
semiat : işitti (kadın)
-
12-Yusuf 31
bi mekrihinne : çekiştirdiklerini, dedikodu yaptıklarını
-
12-Yusuf 31
erselet : gönderdi
-
12-Yusuf 31
ileyhinne : onlara (kadınlara)
-
12-Yusuf 31
ve a'tedet : ve hazırladı
-
12-Yusuf 31
lehunne : onlar (kadınlar) için
-
12-Yusuf 31
mutteke'en : karşılıklı dayanıp oturacak yer
-
12-Yusuf 31
ve âtet : ve verdi
-
12-Yusuf 31
kulle : hepsi
-
12-Yusuf 31
vâhidetin : birine
-
12-Yusuf 31
min hunne : onlardan (kadınlardan)
-
12-Yusuf 31
sikkînen : bir bıçak
-
12-Yusuf 31
ve kâlet ihruc : ve 'çık' dedi
-
12-Yusuf 31
aleyhinne : onlara (kadınlara)
-
12-Yusuf 31
fe lemmâ : o zaman, ..... olunca
-
12-Yusuf 31
re'eyne-hu : onu gördüler (kadınlar)
-
12-Yusuf 31
ekberne-hu : onu büyüttüler (çok beğendiler, hayran kaldılar)
-
12-Yusuf 31
ve katta'ne : ve kestiler
-
12-Yusuf 31
eydiye-hunne : (onlar) ellerini
-
12-Yusuf 31
ve kulne : ve dediler
-
12-Yusuf 31
hâşe : hayır
-
12-Yusuf 31
beşeren : bir beşer
-
12-Yusuf 31
melekun : bir melek
-
12-Yusuf 31
kerîmun : üstün, kerim
-
12-Yusuf 32
kâlet : dedi (kadın)
-
12-Yusuf 32
fe zâlikunne : işte bu
-
12-Yusuf 32
ellezî lumtunne-nî : beni kınadığınız kimse
-
12-Yusuf 32
ve lekad : ve andolsun ki
-
12-Yusuf 32
râvedtu-hu : onu elde etmeye çalıştım, elde etmek istedim
-
12-Yusuf 32
an nefsi-hi : onun nefsinden
-
12-Yusuf 32
fe ista'same : o zaman imtina etti, aşırı derecede, şiddetle sakındı
-
12-Yusuf 32
ve lein : ve eğer
-
12-Yusuf 32
lem yef'al : yapmazsa
-
12-Yusuf 32
le yuscenenne : mutlaka zindana atılacak
-
12-Yusuf 32
ve le yekûne : ve mutlaka olacak, olarak
-
12-Yusuf 32
min es sâgırîne : küçük düşenlerden
-
12-Yusuf 33
kâle : dedi
-
12-Yusuf 33
es sicnu : hapishane, zindan
-
12-Yusuf 33
ehabbu : daha sevimlidir
-
12-Yusuf 33
ileyye : bana
-
12-Yusuf 33
yed'ûne-nî : beni çağırdıkları, davet ettikleri
-
12-Yusuf 33
ileyhi : ona
-
12-Yusuf 33
ve illâ : ve ancak, yalnız, başka
-
12-Yusuf 33
keydehunne : onların (kadınların) hilesi, tuzağı
-
12-Yusuf 33
ileyhinne : onlara
-
12-Yusuf 33
ve ekun : ve olurum
-
12-Yusuf 33
min el câhilîne : cahillerden
-
12-Yusuf 34
fe istecâbe : o zaman kabul etti, icabet etti
-
12-Yusuf 34
lehu : ona
-
12-Yusuf 34
fe sarefe : böylece uzaklaştırdı, çevirdi
-
12-Yusuf 34
keydehunne : onların hilesini, tuzağını
-
12-Yusuf 34
inne-hu : muhakkak o
-
12-Yusuf 34
huve es semîu : o en iyi işitendir
-
12-Yusuf 34
el alîmu : en iyi bilendir
-
12-Yusuf 35
summe : sonra, daha sonra
-
12-Yusuf 35
bedâle-hum : onlara zahir oldu, uygun göründü
-
12-Yusuf 35
raevu el âyâti : delilleri gördüler
-
12-Yusuf 35
le yescununne-hu : onu mutlaka zindana atacaklar
-
12-Yusuf 36
ve dehale : ve girdi
-
12-Yusuf 36
mea-hu : onunla beraber
-
12-Yusuf 36
es sicne : zindan
-
12-Yusuf 36
feteyâni : iki genç erkek
-
12-Yusuf 36
kâle : dedi
-
12-Yusuf 36
ehadu-humâ : onlardan biri
-
12-Yusuf 36
erâ-nî : beni, kendimi görüyorum
-
12-Yusuf 36
hamren : üzüm
-
12-Yusuf 36
ve kâle el âharu : ve diğeri dedi
-
12-Yusuf 36
erâ-nî : görüyorum
-
12-Yusuf 36
fevka : üstünde
-
12-Yusuf 36
re'sî : başım
-
12-Yusuf 36
hubzen : ekmek
-
12-Yusuf 36
te'kulu : yiyor
-
12-Yusuf 36
et tayru : kuş(lar)
-
12-Yusuf 36
nebbi'nâ : bize haber ver, bize anlat
-
12-Yusuf 36
bi te'vîli-hi : onun yorumunu
-
12-Yusuf 36
nerâ-ke : seni görüyoruz
-
12-Yusuf 36
min el muhsinîne : muhsinlerden
-
12-Yusuf 37
kâle : dedi
-
12-Yusuf 37
lâ ye'tikumâ : size (ikinize) gelmez
-
12-Yusuf 37
turzekâni-hi : onunla rızıklandırılacağınız
-
12-Yusuf 37
nebbe'tu-kumâ : size (ikinize) haber verdim
-
12-Yusuf 37
bi te'vîli-hi : onun yorumunu, açıklamasını
-
12-Yusuf 37
kable : önce
-
12-Yusuf 37
en ye'tiye-kumâ : size (ikinize) gelmesi
-
12-Yusuf 37
alleme-ni : bana öğretti
-
12-Yusuf 37
terektu : terkettim
-
12-Yusuf 37
millete kavmin : bir kavmin dîni
-
12-Yusuf 37
lâ yu'minûne : inanmayan
-
12-Yusuf 37
ve hum : ve onlar
-
12-Yusuf 37
bi el âhireti-hum : kendi ahiretlerini
-
12-Yusuf 37
kâfirûne : inkâr edenler
-
12-Yusuf 38
ve itteba'tu : ve ben tâbî oldum
-
12-Yusuf 38
millete : dîn
-
12-Yusuf 38
ibrâhîme : İbrâhîm
-
12-Yusuf 38
ve ishâka : ve İshak
-
12-Yusuf 38
ve ya'kûbe : ve Yâkub
-
12-Yusuf 38
mâ kâne : olmadı, olmaz
-
12-Yusuf 38
lenâ : bizim için, bize
-
12-Yusuf 38
en nuşrike : şirk koşmamız
-
12-Yusuf 38
min şey'in : bir şeyden, bir şey ile
-
12-Yusuf 38
zâlike : işte bu
-
12-Yusuf 38
aleynâ : bizim üzerimize, bize
-
12-Yusuf 38
ve alâ en nâsi : ve insanların üzerine, insanlara
-
12-Yusuf 38
ve lâkinne : ve lâkin, fakat, ama
-
12-Yusuf 38
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
12-Yusuf 38
lâ yeşkurûne : şükretmezler, şükretmiyorlar
-
12-Yusuf 39
yâ sâhibeyis sicni : ey zindan arkadaşlarım
-
12-Yusuf 39
e erbâbun : Rab'ler mi
-
12-Yusuf 39
muteferrikûne : ayrı ayrı, birçok (tefrik edilmiş olanlar)
-
12-Yusuf 39
emillâhu (emi allâhu) : yoksa, Allah mı
-
12-Yusuf 39
el vâhıdu : bir tek olan, tek
-
12-Yusuf 39
el kahhâru : kahhar olan (tutan, yakalayan, hakim ve gâlip olan)
-
12-Yusuf 40
ta'budûne : siz tapıyorsunuz
-
12-Yusuf 40
esmâen : isimler
-
12-Yusuf 40
semmeytumû-hâ : onu isimlendirdiniz
-
12-Yusuf 40
entum : siz
-
12-Yusuf 40
ve âbâu-kum : ve atalarınız, babalarınız
-
12-Yusuf 40
mâ enzele allâhu : Allah indirmedi
-
12-Yusuf 40
in el hukmu : hüküm ise
-
12-Yusuf 40
emere : emretti
-
12-Yusuf 40
ellâ (en lâ) ta'budû : kul olmamanız
-
12-Yusuf 40
zâlike : işte bu
-
12-Yusuf 40
ed dînu el kayyimu : kayyum (Âdem (A.S)'dan kıyâmete kadar devam edecek olan) dîn
-
12-Yusuf 40
ve lâkinne : ve lâkin, fakat, ama
-
12-Yusuf 40
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
12-Yusuf 40
lâ ya'lemûne : bilmezler, bilmiyorlar
-
12-Yusuf 41
yâ sâhıbeyi es sicni : ey zindan arkadaşlarım
-
12-Yusuf 41
emmâ ehadu-kumâ : ama, fakat, sizin ikinizden biri
-
12-Yusuf 41
fe yeskî : bundan sonra sakilik yapacak (içecek sunacak)
-
12-Yusuf 41
rabbe-hu : rabbine, efendisine
-
12-Yusuf 41
hamren : şarap, üzüm
-
12-Yusuf 41
ve emmâ el âharu : ve (ama) fakat diğeri, diğerine gelince
-
12-Yusuf 41
fe yuslebu : asılacak
-
12-Yusuf 41
fe te'kulu et tayru : sonra, böylece, kuş(lar) yiyecek
-
12-Yusuf 41
min re'si-hi : onun başından
-
12-Yusuf 41
kudiye : olmuştur, bitirilmiştir, kesinleşmiştir (kesinleştirilmiştir)
-
12-Yusuf 41
el emru : emir, iş, hüküm
-
12-Yusuf 41
ellezî : ki o
-
12-Yusuf 41
testeftiyâni : ikinizin tabirini, fetvasını, açıklamasını istediğiniz
-
12-Yusuf 42
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 42
lillezî (li ellezî) : o kimseye
-
12-Yusuf 42
zanne : zannetti, bildi
-
12-Yusuf 42
enne-hu : onun olduğu
-
12-Yusuf 42
inde rabbi-ke : efendinin yanında
-
12-Yusuf 42
fe ensâhu : o zaman, fakat ona unutturdu
-
12-Yusuf 42
eş şeytânu : şeytan
-
12-Yusuf 42
zikre : hatırlama, anma
-
12-Yusuf 42
fe lebise : böylece kaldı
-
12-Yusuf 42
fî es sicni : zindanda
-
12-Yusuf 42
sinîne : seneler
-
12-Yusuf 43
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 43
el meliku : hükümdar, melik
-
12-Yusuf 43
erâ : görüyorum
-
12-Yusuf 43
seb'a : yedi (adet)
-
12-Yusuf 43
ye'kuluhunne : onları yiyor
-
12-Yusuf 43
seb'un : yedi (adet)
-
12-Yusuf 43
ve seb'a : ve yedi (adet)
-
12-Yusuf 43
ve uhara : ve diğerleri, ötekileri
-
12-Yusuf 43
yâ eyyuhâ el meleu : ey (kavmin) önde gelenleri, ileri gelenler
-
12-Yusuf 43
eftû-ni \n(eftâ) : bana açıklayın, tabir edin, fetva verin \n: (açıkladı, tabir etti, fetva verdi)
-
12-Yusuf 43
fî ru'yâye : rüyamı, rüyam hakkında
-
12-Yusuf 43
li er ru'yâ : rüya için
-
12-Yusuf 43
ta'burûne : tabir edenler, yorumlayanlar
-
12-Yusuf 44
ve mâ : ve değil
-
12-Yusuf 44
bi te'vîli el ahlâmi : rüyaların yorumunu
-
12-Yusuf 44
bi âlimîne : bilenler
-
12-Yusuf 45
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 45
ellezî necâ : kurtulan kimse
-
12-Yusuf 45
ve eddekere : ve sonradan (unutmuşken) hatırladı
-
12-Yusuf 45
ba'de : sonra
-
12-Yusuf 45
ummetin : ümmet, zaman, vakit
-
12-Yusuf 45
ene : ben
-
12-Yusuf 45
unebbiu-kum : size haber veririm
-
12-Yusuf 45
bi te'vîli-hi : onun yorumunu
-
12-Yusuf 45
fe ersilû-ni : hemen beni gönderin
-
12-Yusuf 46
eyyuhâ es sıddîku : ey doğru sözlü, sıddîk
-
12-Yusuf 46
efti-nâ : bize açıkla, tabir et, yorumla
-
12-Yusuf 46
seb'ı : yedi (adet)
-
12-Yusuf 46
ye'kuluhunne : onları yiyorlar
-
12-Yusuf 46
seb'un : yedi (adet)
-
12-Yusuf 46
ve seb'ı : ve yedi (adet)
-
12-Yusuf 46
ve uhare : ve diğerleri
-
12-Yusuf 46
leal-lî : umarım ben
-
12-Yusuf 46
erciu : dönerim
-
12-Yusuf 46
ilâ en nâsi : insanlara
-
12-Yusuf 46
lealle-hum : umulur ki, belki onlar, böylece onlar
-
12-Yusuf 46
ya'lemûne : bilirler, öğrenirler
-
12-Yusuf 47
kâle : dedi
-
12-Yusuf 47
tezreûne : ekin ekersiniz
-
12-Yusuf 47
seb'a : yedi (7)
-
12-Yusuf 47
sinîne : seneler
-
12-Yusuf 47
de'eben : âdetiniz üzere, devam ederek, eskisi gibi
-
12-Yusuf 47
fe : böylece
-
12-Yusuf 47
fe zerû-hu : sonra onu (onları) bırakın
-
12-Yusuf 47
kalîlen : az
-
12-Yusuf 47
te'kulûne \n(min mâ te'kulûne) : yiyorsunuz \n: (yediğiniz şeylerden)
-
12-Yusuf 48
summe : bir süre sonra
-
12-Yusuf 48
ye'tî : gelecek, gelir
-
12-Yusuf 48
zâlike : bu
-
12-Yusuf 48
seb'un : yedi (7)
-
12-Yusuf 48
ye'kulne : yiyecekler, yerler
-
12-Yusuf 48
mâ kaddemtum : önceden sakladığınız, takdim ettiğiniz, hazırladığınız şeyler
-
12-Yusuf 48
lehunne : onlar için
-
12-Yusuf 48
kalîlen : azı
-
12-Yusuf 48
tuhsinûne : biriktiriyorsunuz, saklıyorsunuz
-
12-Yusuf 49
summe : sonra
-
12-Yusuf 49
ye'tî : gelecek
-
12-Yusuf 49
zâlike : bu
-
12-Yusuf 49
yugâsu en nâsu : insanlara yardım edilecek, yardım görecekler, yağmur verilecek, verimli, bol mahsullü olacak
-
12-Yusuf 49
ve fî-hi : ve onda (o yılda)
-
12-Yusuf 49
ya'sırûne : meyvelerin suyunu sıkacaklar,
-
12-Yusuf 50
ve kale el meliku'tû-nî : ve hükümdar 'bana getirin' dedi
-
12-Yusuf 50
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 50
câe-hu er resûlu : ona elçi geldi
-
12-Yusuf 50
kale irci' : dedi 'dön'
-
12-Yusuf 50
ilâ rabbi-ke : efendine
-
12-Yusuf 50
fe es'el-hu : böylece, o zaman ona sor
-
12-Yusuf 50
bâlu en nisveti : o kadınların durumu, hali
-
12-Yusuf 50
ellâtî kattane : kesenler (kadınlar)
-
12-Yusuf 50
eydiyehunne : ellerini
-
12-Yusuf 50
inne : muhakkak
-
12-Yusuf 50
bi keydihinne : onların (kadınların) hilelerini
-
12-Yusuf 51
kâle : dedi
-
12-Yusuf 51
hatbukunne : üzerinde konuşma yaptığınız konu, mesele
-
12-Yusuf 51
iz râvedtunne yûsufe : Yusuf'u elde etmeye çalıştığınız zaman
-
12-Yusuf 51
an nefsi-hi : onun nefsinden
-
12-Yusuf 51
kulne : dediler
-
12-Yusuf 51
hâşe : hayır
-
12-Yusuf 51
aleyhi : onda
-
12-Yusuf 51
kâlet imre'etu el azîzi : azîzin hanımı dedi
-
12-Yusuf 51
el'âne : şimdi
-
12-Yusuf 51
hashasa el hakku : hak (gizli iken sonradan) ortaya çıktı
-
12-Yusuf 51
ene : ben
-
12-Yusuf 51
râvedtu-hu : onu elde etmeye çalıştım, murat almak istedim
-
12-Yusuf 51
an nefsi-hi : onun nefsinden
-
12-Yusuf 51
ve inne-hu : ve muhakkak o
-
12-Yusuf 51
le min es sâdikîne : elbette doğru söyleyenlerden, sadıklardan
-
12-Yusuf 52
zâlike : bu
-
12-Yusuf 52
li ya'leme : bilmesi içindir
-
12-Yusuf 52
ennî : muhakkak ben
-
12-Yusuf 52
lem ehun-hu : ona ihanet etmedim
-
12-Yusuf 52
bi el gaybi : yokluğunda, gıyabında
-
12-Yusuf 52
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
12-Yusuf 52
lâ yehdî : hidayete erdirmez, başarıya ulaştırmaz
-
12-Yusuf 52
keyde el hâinîne : ihanet edenlerin tuzağı, hilesi
-
12-Yusuf 53
ve mâ uberriu : ve temize çıkaramam
-
12-Yusuf 53
nefsî : nefsimi
-
12-Yusuf 53
inne en nefse : muhakkak nefs
-
12-Yusuf 53
le emmâretun : mutlaka emreder
-
12-Yusuf 53
mâ rahime : Rahîm esmasıyla tecelli ettiği kişi
-
12-Yusuf 53
inne : muhakkak
-
12-Yusuf 54
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 54
el meliku'tûnî : melik (hükümdar) 'bana getirin'
-
12-Yusuf 54
estahlis-hu : onu seçtim, (bana) has kıldım
-
12-Yusuf 54
li nefsî : kendim için
-
12-Yusuf 54
fe lemmâ : olduğu zaman
-
12-Yusuf 54
kelleme-hu : onunla konuştu
-
12-Yusuf 54
kâle : dedi
-
12-Yusuf 54
inneke el yevme : muhakkak sen bugün
-
12-Yusuf 54
ledey-nâ : yanımızda
-
12-Yusuf 54
mekînun : yüksek mevki sahibi
-
12-Yusuf 54
emînun : güvenilir, emin
-
12-Yusuf 55
kâle ic'al-ni : beni (sorumlu) kıl dedi
-
12-Yusuf 55
hazâin el ardı : bu yerin hazineleri
-
12-Yusuf 56
ve kezâlike : ve böylece
-
12-Yusuf 56
mekkennâ : yerleştirdik, mevki sahibi yaptık
-
12-Yusuf 56
li yûsufe : Yusuf'u
-
12-Yusuf 56
fî el ardı : yeryüzünde
-
12-Yusuf 56
yetebevveu : konaklar, yerleşir
-
12-Yusuf 56
yeşâu : diler
-
12-Yusuf 56
bi rahmeti-nâ : rahmetimizi
-
12-Yusuf 56
men neşâu : dilediğimiz kimseye
-
12-Yusuf 56
ve lâ nudîu : ve zayi etmeyiz, kayba uğratmayız
-
12-Yusuf 56
ecre el muhsinîne : muhsinlerin ücretini, ecrini, karşılığını, mükâfatını
-
12-Yusuf 57
ve le ecrul âhıreti : ve mutlaka, ahiretin ecri (mükâfatı)
-
12-Yusuf 57
lillezîne (li ellezîne) : o kimseler için
-
12-Yusuf 57
âmenû : âmenû olan, (yaşarken) Allah'a ulaşmayı dileyen kimseler
-
12-Yusuf 57
ve kânû : ve oldular
-
12-Yusuf 57
yettekûne : takva sahibi olurlar
-
12-Yusuf 58
ve câe : ve geldi(ler)
-
12-Yusuf 58
ihvetu yûsufe : Yusuf'un kardeşleri
-
12-Yusuf 58
fe dehalû : böylece girdiler
-
12-Yusuf 58
aleyhi : ona, onun yanına
-
12-Yusuf 58
fe arefe-hum : hemen onları tanıdı
-
12-Yusuf 58
ve hum : ve onlar
-
12-Yusuf 58
lehu : onu
-
12-Yusuf 58
munkirûne : tanımayanlar (tanıyamayanlar)
-
12-Yusuf 59
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
12-Yusuf 59
cehheze-hum : onlara hazırladı
-
12-Yusuf 59
bi cehâzi-him : zahire yüklerini
-
12-Yusuf 59
kâle'tûnî : bana getirin dedi
-
12-Yusuf 59
lekum : sizin
-
12-Yusuf 59
min ebî-kum : sizin babanızdan
-
12-Yusuf 59
e lâ terevne : görmüyor musunuz
-
12-Yusuf 59
ennî : muhakkak ben
-
12-Yusuf 59
ûfî el keyle : ölçmeyi tam yaparım
-
12-Yusuf 59
ve ene : ve ben
-
12-Yusuf 59
el munzilîne : ağırlayanlar, ikram edenler
-
12-Yusuf 60
fe : artık, o taktirde
-
12-Yusuf 60
in lem te'tû-nî : eğer bana getirmezseniz
-
12-Yusuf 60
fe lâ : o zaman yoktur
-
12-Yusuf 60
keyle : bir ölçek, ölçülen madde
-
12-Yusuf 60
lekum : size, sizin için
-
12-Yusuf 60
ve lâ takrebû-ni : ve bana yaklaşmayın
-
12-Yusuf 61
se nurâvidu : isteyeceğiz, istemeye çalışacağız
-
12-Yusuf 61
an-hu ebâ-hu : onu babasından
-
12-Yusuf 61
ve in-nâ : ve muhakkak ki biz
-
12-Yusuf 61
le : elbette, mutlaka
-
12-Yusuf 61
fâ'ilûne : yapanlar
-
12-Yusuf 62
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 62
bidâate-hum : onların sermayeleri, erzak bedelleri
-
12-Yusuf 62
lealle-hum : umulur ki, belki onlar
-
12-Yusuf 62
ya'rifûne-hâ : onu tanırlar, onu farkederler
-
12-Yusuf 62
izenkalebû (izâ inkalebû) : geri döndükleri zaman
-
12-Yusuf 62
ilâ ehli-him : ailelerine
-
12-Yusuf 62
lealle-hum : umulur ki, böylece onlar
-
12-Yusuf 62
yerci'ûne : rücu ederler, dönerler
-
12-Yusuf 63
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 63
receû : döndüler
-
12-Yusuf 63
ebî-him : (onların) babaları
-
12-Yusuf 63
yâ ebâ-nâ : ey babamız
-
12-Yusuf 63
el keylu : ölçek
-
12-Yusuf 63
fe ersil : artık gönder
-
12-Yusuf 63
mea-nâ : bizimle beraber
-
12-Yusuf 63
ehâ-nâ : kardeşimiz
-
12-Yusuf 63
nektel : ölçekle (satın) alalım
-
12-Yusuf 63
ve innâ : ve muhakkak biz
-
12-Yusuf 63
lehu : onu, onun için
-
12-Yusuf 63
le : mutlaka, elbette, gerçekten
-
12-Yusuf 63
hâfizûne : koruyanlar, koruyan kimseler, koruyucular
-
12-Yusuf 64
kâle : dedi
-
12-Yusuf 64
hel âmenu-kum : size güvenir miyim, size inanır mıyım, sizden emin olur muyum
-
12-Yusuf 64
aleyhi : ona, onun için (hakkında)
-
12-Yusuf 64
kemâ : gibi
-
12-Yusuf 64
emintu-kum : sizden emin oldum
-
12-Yusuf 64
fallâhu (fe allâhu) : fakat Allah
-
12-Yusuf 64
hâfizen : koruyucu, koruyan
-
12-Yusuf 64
ve huve : ve o
-
12-Yusuf 64
erhamu er râhimîne : rahmet edenlerin en çok rahmet edenidir
-
12-Yusuf 65
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
12-Yusuf 65
fetehû : açtılar
-
12-Yusuf 65
metâa-hum : metalarını, eşyalarını
-
12-Yusuf 65
vecedû : buldular
-
12-Yusuf 65
bidâate-hum : onların sermayeleri, ana malları (erzak ile takas için götürdükleri mal)
-
12-Yusuf 65
ruddet : iade edildi, geri verildi
-
12-Yusuf 65
ileyhim : kendilerine, onlara
-
12-Yusuf 65
yâ ebâ-nâ : ey babamız
-
12-Yusuf 65
mâ nebgî : (daha) ne isteriz
-
12-Yusuf 65
ruddet : iade edildi
-
12-Yusuf 65
ileynâ, : bize
-
12-Yusuf 65
ve nemîru : ve erzak, yiyecek getiririz
-
12-Yusuf 65
ehle-nâ : ailemize
-
12-Yusuf 65
ve nahfazu : ve koruruz, muhafaza ederiz
-
12-Yusuf 65
ehâ-nâ : kardeşimiz
-
12-Yusuf 65
ve nezdâdu : ve arttırırız
-
12-Yusuf 65
keyle : bir ölçek (ölçmede kullanılan bir birim, miktar)
-
12-Yusuf 65
beîrin : (yük taşıyan) deve
-
12-Yusuf 65
keyle beîrin : bir deve yükü (ölçüsü kadar)
-
12-Yusuf 65
zâlike : işte bu
-
12-Yusuf 65
keylun : ölçektir, miktardır
-
12-Yusuf 65
yesîrun : azdır (kolaydır)
-
12-Yusuf 66
kâle : dedi
-
12-Yusuf 66
len ursile-hu : onu göndermem
-
12-Yusuf 66
mea-kum : sizinle beraber
-
12-Yusuf 66
mevsikan : sağlam söz (misak)
-
12-Yusuf 66
le te'tunne-nî : mutlaka bana getireceksiniz
-
12-Yusuf 66
en yuhâta : kuşatılmak, ihata edilmek
-
12-Yusuf 66
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 66
âtev-hu : ona verdiler
-
12-Yusuf 66
mevsika-hum : sağlam söz, kesin sözlerini
-
12-Yusuf 66
kâle : dedi
-
12-Yusuf 66
alâ mâ nekûlu : söylediğimiz şeylere
-
12-Yusuf 66
vekîlun : vekildir
-
12-Yusuf 67
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 67
yâ beniyye : ey oğullarım
-
12-Yusuf 67
lâ tedhulû : girmeyiniz
-
12-Yusuf 67
ve udhulû : ve giriniz
-
12-Yusuf 67
min ebvâbin : kapılardan
-
12-Yusuf 67
muteferrikatin : ayrı ayrı
-
12-Yusuf 67
ve mâ ugnî : ve ben kâfi gelemem, fayda veremem, gideremem
-
12-Yusuf 67
min şeyin : bir şeyi (bir şeyden)
-
12-Yusuf 67
inil hukmu (in el hukmu) : hüküm ise
-
12-Yusuf 67
aleyhi : ona
-
12-Yusuf 67
tevekkeltu : tevekkül ettim
-
12-Yusuf 67
ve aleyhi : ve ona
-
12-Yusuf 67
fe li yetevekkeli : artık tevekkül etsinler
-
12-Yusuf 67
el mutevekkilûne : tevekkül edenler
-
12-Yusuf 68
ve lemmâ : ve olduğu zaman, böylece
-
12-Yusuf 68
dehalû : girdiler
-
12-Yusuf 68
emere-hum : onlara emretti
-
12-Yusuf 68
ebû-hum, : onların babaları
-
12-Yusuf 68
mâ kâne : olmadı, olmazdı
-
12-Yusuf 68
min şey'in : bir şeyi, bir şeyden
-
12-Yusuf 68
hâceten : bir dilek, bir hacet
-
12-Yusuf 68
fî nefsi : nefsinde
-
12-Yusuf 68
ya'kûbe : Yâkub
-
12-Yusuf 68
ve inne-hu : ve muhakkak o, çünkü o
-
12-Yusuf 68
le : mutlaka, elbette
-
12-Yusuf 68
allemnâ-hu : ona öğrettik
-
12-Yusuf 68
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
12-Yusuf 68
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
12-Yusuf 68
lâ ya'lemûne : bilmezler, bilmiyorlar
-
12-Yusuf 69
ve lemmâ : olduğu zaman
-
12-Yusuf 69
dehalû : girdiler
-
12-Yusuf 69
yûsufe : Yusuf'un
-
12-Yusuf 69
ileyhi : ona
-
12-Yusuf 69
ehâ-hu : onun kardeşi
-
12-Yusuf 69
kâle : dedi
-
12-Yusuf 69
ene : ben
-
12-Yusuf 69
ehû-ke : senin kardeşin
-
12-Yusuf 69
fe : artık
-
12-Yusuf 69
lâ tebteis : üzülme
-
12-Yusuf 69
ya'melûne : yapıyorlar
-
12-Yusuf 70
fe lemmâ : artık, böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 70
cehheze-hum : onları hazırladı
-
12-Yusuf 70
bi cehâzi-him : onların yüklerini
-
12-Yusuf 70
ceale : kıldı, yaptı (koydu)
-
12-Yusuf 70
es sikâyete : su kabı
-
12-Yusuf 70
summe : sonra
-
12-Yusuf 70
ezzene : seslendi (ilân etti)
-
12-Yusuf 70
muezzinun : müezzin, seslenen kişi, seslenmekle görevli kişi
-
12-Yusuf 70
eyyetu-hâ : ey
-
12-Yusuf 70
el îru : kafile
-
12-Yusuf 70
inne-kum : muhakkak ki siz(ler)
-
12-Yusuf 70
le : gerçekten
-
12-Yusuf 70
sârikûne : hırsızlar
-
12-Yusuf 71
ve akbelû : ve döndüler
-
12-Yusuf 71
aleyhim : onlara
-
12-Yusuf 71
tefkidûne : kaybediyorsunuz (arıyorsunuz)
-
12-Yusuf 72
nefkıdu : kaybediyoruz (kaybettiğimizi arıyoruz)
-
12-Yusuf 72
suvâa el meliki : melikin (hükümdarın) su kabı
-
12-Yusuf 72
ve li men câe bi-hi : ve kim onu getirirse
-
12-Yusuf 72
hımlu beîrin : bir deve yükü
-
12-Yusuf 72
ve ene : ve ben
-
12-Yusuf 73
lekad : andolsun ki
-
12-Yusuf 73
li nufside : bozgunculuk çıkarmak için
-
12-Yusuf 73
fi el ardı : bu yerde, yeryüzünde
-
12-Yusuf 73
ve mâ kunnâ : ve biz değiliz, biz olmadık
-
12-Yusuf 73
sârikîne : hırsızlar
-
12-Yusuf 74
fe : öyleyse, o taktirde
-
12-Yusuf 74
mâ cezâu-hû : onun cezası nedir
-
12-Yusuf 74
in kuntum kâzibîne : eğer siz yalan söylüyorsanız
-
12-Yusuf 75
cezâu-hu : onun cezası
-
12-Yusuf 75
men vucide : kimde bulunursa
-
12-Yusuf 75
fe huve : o taktirde, artık odur (kendisidir)
-
12-Yusuf 75
cezâu-hu : onun cezası
-
12-Yusuf 75
kezâlike : işte böyle
-
12-Yusuf 75
neczî ez zâlimîne : biz zalimleri cezalandırırız
-
12-Yusuf 76
fe : böylece, o zaman
-
12-Yusuf 76
bedee : başladı
-
12-Yusuf 76
bi ev'ıyeti-him : onların heybeleri
-
12-Yusuf 76
kable : önce
-
12-Yusuf 76
summestahrecehâ : sonra onu çıkardı
-
12-Yusuf 76
kezâlike : işte böylece
-
12-Yusuf 76
kidnâ \n(keyd) : düzen hazırladık \n: (hile, düzen, tedbir)
-
12-Yusuf 76
li yûsufe : Yusuf için
-
12-Yusuf 76
mâ kâne : olmadı, olmazdı
-
12-Yusuf 76
li ye'huze : alıkoyması, tutması
-
12-Yusuf 76
ehâ-hu : kardeşini
-
12-Yusuf 76
fî dîni el meliki : melikin dîninde, milletinde, kurallarında
-
12-Yusuf 76
en yeşâallâhu(yeşâu allâhu) : Allah'ın dilemesi
-
12-Yusuf 76
nerfeu : yükseltiriz
-
12-Yusuf 76
derecâtin : dereceler
-
12-Yusuf 76
men neşâu : dilediğimiz kimseye
-
12-Yusuf 76
ve fevka : ve üstünde
-
12-Yusuf 77
in yesrık : eğer çalmışsa
-
12-Yusuf 77
fe kad : olmuştu
-
12-Yusuf 77
sereka : çaldı
-
12-Yusuf 77
ehun : kardeşi
-
12-Yusuf 77
lehu : onun
-
12-Yusuf 77
fe eserre-hâ : onu saklı tuttu, gizledi
-
12-Yusuf 77
fî nefsi-hî : nefsinde, kendi içinde
-
12-Yusuf 77
ve lem yubdi-hâ : ve onu açıklamadı
-
12-Yusuf 77
lehum : onlara
-
12-Yusuf 77
kâle : dedi
-
12-Yusuf 77
entum : siz
-
12-Yusuf 77
şerrun : şerr, kötü
-
12-Yusuf 77
mekânen : konum, yer
-
12-Yusuf 77
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
12-Yusuf 77
a'lemu : daha iyi bilir
-
12-Yusuf 77
tesifûne : anlatıyorsunuz
-
12-Yusuf 78
yâ eyyuhâ el azîzu : ey azîz
-
12-Yusuf 78
inne : muhakkak, gerçekten
-
12-Yusuf 78
lehû : onun var
-
12-Yusuf 78
eben : babası
-
12-Yusuf 78
şeyhan : ihtiyar
-
12-Yusuf 78
kebîren : büyük, yaşlı
-
12-Yusuf 78
fe : artık, o sebeple, bundan dolayı
-
12-Yusuf 78
ehade-nâ : bizden birisi
-
12-Yusuf 78
mekâne-hu : onun yerine
-
12-Yusuf 78
nerâ-ke : seni görüyoruz
-
12-Yusuf 78
min el muhsinîne : muhsinlerden
-
12-Yusuf 79
kâle : dediler
-
12-Yusuf 79
maâzâ allâhi \n(âze) : Allah'a sığınırım \n: (sığındı)
-
12-Yusuf 79
en ne'huze : alıkoymamız, onu almamız, tutmamız, alıkoymamız
-
12-Yusuf 79
men vecednâ : bulduğumuz kimse
-
12-Yusuf 79
metâa-nâ : bizim eşyamız
-
12-Yusuf 79
inde-hû : onun yanında
-
12-Yusuf 79
izen : o zaman
-
12-Yusuf 79
le zâlimûne : mutlaka zalimler
-
12-Yusuf 80
fe lemmestey'esû : artık umutlarını kestikleri zaman
-
12-Yusuf 80
halesû : ayrıldılar, bir kenara çekildiler
-
12-Yusuf 80
neciyyan : fısıldaşarak, gizli konuşarak
-
12-Yusuf 80
kâle : dedi
-
12-Yusuf 80
kebîru-hum : onların büyüğü
-
12-Yusuf 80
e lem ta'lemû : bilmiyor musunuz
-
12-Yusuf 80
enne : olduğunu
-
12-Yusuf 80
ebâ-kum : sizin babanız
-
12-Yusuf 80
ehaze : aldı
-
12-Yusuf 80
aleykum : sizden
-
12-Yusuf 80
mevsikan : misak
-
12-Yusuf 80
ve min kablu : ve önceden, daha önceden
-
12-Yusuf 80
mâ ferrattum : yaptığınız kusur
-
12-Yusuf 80
fî yûsufe : Yusuf için, Yusuf hakkında, Yusuf'a
-
12-Yusuf 80
fe len ebraha \n(bereha) : artık asla ayrılmam \n: (ayrıldı)
-
12-Yusuf 80
el arda : yer (burası)
-
12-Yusuf 80
ye'zene : izin verir
-
12-Yusuf 80
lî ebî : bana babam
-
12-Yusuf 80
ev : veya
-
12-Yusuf 80
ve huve : ve o
-
12-Yusuf 80
hayru el hâkimîne : hüküm verenlerin en hayırlısı
-
12-Yusuf 81
ilâ ebî-kum : babanıza
-
12-Yusuf 81
fe kûlû : böylece deyin, söyleyin
-
12-Yusuf 81
yâ ebâ-nâ : ey babamız
-
12-Yusuf 81
innebneke (inne ibne-ke) : muhakkak senin oğlun
-
12-Yusuf 81
seraka : hırsızlık yaptı
-
12-Yusuf 81
ve mâ şehid-nâ : ve biz şahit olmadık (görmedik)
-
12-Yusuf 81
ve mâ kunnâ : ve biz değildik, olmadık
-
12-Yusuf 81
lilgaybi (li el gaybi) : gaybı, gizli olanı
-
12-Yusuf 81
hâfizîne : koruyanlar, bilenler (bilgiyi muhafaza edenler, bilgi sahibi olanlar)
-
12-Yusuf 82
ves'elil karyete : ve o karyeye, şehir halkına sor
-
12-Yusuf 82
elletî : ki o
-
12-Yusuf 82
vel îrelletî (ve el îre elletî) \n(îre) : ve kafile, ki o \n: (üzerinde yük bulunan develer, yüklü develer topluluğu, kafile)
-
12-Yusuf 82
akbelnâ : döndük
-
12-Yusuf 82
ve innâ : muhakkak biz
-
12-Yusuf 82
le sâdikûne : gerçekten sadıklar, doğruyu söyleyenler
-
12-Yusuf 83
kâle : dedi
-
12-Yusuf 83
bel : hayır
-
12-Yusuf 83
sevvelet : teşvik etti, güzel gösterdi
-
12-Yusuf 83
lekum : size
-
12-Yusuf 83
enfusu-kum : sizin nefsiniz
-
12-Yusuf 83
emren : bir iş, bir durum
-
12-Yusuf 83
fe : artık
-
12-Yusuf 83
cemîlun : güzel
-
12-Yusuf 83
en ye'tiye-nî : bana getirir (bana getirmesi)
-
12-Yusuf 83
cemî'an : hepsini
-
12-Yusuf 83
innehu : muhakkak, çünkü o
-
12-Yusuf 83
huve : o
-
12-Yusuf 83
el alîmu el hakîmu : en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır
-
12-Yusuf 84
ve tevellâ : ve yüz çevirdi
-
12-Yusuf 84
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 84
yâ esefâ alâ yûsufe : ey Yusuf'a olan esefim (üzüntü)
-
12-Yusuf 84
ve ebyaddat : beyaz oldu, ağardı
-
12-Yusuf 84
min el huzni : hüzünden
-
12-Yusuf 84
fe huve : böylece o, artık o
-
12-Yusuf 84
kezîmun : üzüntüsünü saklayan
-
12-Yusuf 85
tefteu : hâlâ devam ediyorsun
-
12-Yusuf 85
tezkuru : zikrediyorsun, anıyorsun
-
12-Yusuf 85
yûsufe : Yusuf'u
-
12-Yusuf 85
tekûne : olursun, olacaksın
-
12-Yusuf 85
ev : ya da, veya
-
12-Yusuf 85
tekûne : olursun, olacaksın
-
12-Yusuf 85
min el hâlikîne : helâk olanlardan
-
12-Yusuf 86
kâle : dedi
-
12-Yusuf 86
innemâ : sadece
-
12-Yusuf 86
eşkû : şikâyet ederim (arz ederim)
-
12-Yusuf 86
bessî : derin üzüntüm, kederim
-
12-Yusuf 86
ve huznî : ve hüznüm
-
12-Yusuf 86
ve a'lemu : ve biliyorum
-
12-Yusuf 86
mâ lâ ta'lemûne : bilmediğiniz şey(ler)i
-
12-Yusuf 87
yâ beniyye izhebû : ey oğullarım, gidiniz
-
12-Yusuf 87
fe : artık
-
12-Yusuf 87
tehassesû : iyice araştırın
-
12-Yusuf 87
min yûsufe : Yusuf'tan, Yusuf'u
-
12-Yusuf 87
ve ehî-hi : ve onun kardeşi
-
12-Yusuf 87
ve lâ te'yesû : ve umut kesmeyin
-
12-Yusuf 87
min revhi allâhi \n(er revhu) : Allah'ın rahmetinden, Allah'ın vereceği ferahlıktan, sevinçten \n: (sevinç, ferahlık, rahmet)
-
12-Yusuf 87
inne-hu : çünkü o
-
12-Yusuf 87
lâ ye'yesu : umut kesmezler
-
12-Yusuf 87
min revhi allâhi : Allah'ın rahmetinden, Allah'ın vereceği ferahlıktan, sevinçten
-
12-Yusuf 87
el kavmu el kâfirûne : kâfirler kavmi (onu inkâr edenler topluluğu)
-
12-Yusuf 88
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 88
dehalû : girdiler
-
12-Yusuf 88
aleyhi : ona (onun yanına, huzuruna)
-
12-Yusuf 88
yâ eyyuhâ el azîzu : ey vezir, ey azîz
-
12-Yusuf 88
messenâ : bize dokundu
-
12-Yusuf 88
ve ehlenâ : ve ailemize
-
12-Yusuf 88
ed durru : şiddetli darlık
-
12-Yusuf 88
ve ci'nâ : ve geldik
-
12-Yusuf 88
fe evfi : tam ver
-
12-Yusuf 88
lenâ : bize
-
12-Yusuf 88
el keyle : ölçek
-
12-Yusuf 88
ve tesaddak : sadaka ver, bağışta bulun
-
12-Yusuf 88
aleynâ : bize
-
12-Yusuf 88
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
12-Yusuf 88
yeczî : karşılığını öder, mükâfatını verir
-
12-Yusuf 88
el mutesaddikîne : sadaka verenler, tasaddukta bulunanlar
-
12-Yusuf 89
kâle : dedi
-
12-Yusuf 89
hel : mi
-
12-Yusuf 89
fealtum : siz yaptınız
-
12-Yusuf 89
bi yûsufe : Yusuf'a
-
12-Yusuf 89
ve ahî-hi : ve onun kardeşi
-
12-Yusuf 89
entum : siz
-
12-Yusuf 89
câhilûne : cahiller
-
12-Yusuf 90
e inne-ke : gerçekten sen misin
-
12-Yusuf 90
le ente yûsufu : mutlaka sen Yusuf'sun
-
12-Yusuf 90
kâle : dedi
-
12-Yusuf 90
ene yûsufu : ben Yusuf'um
-
12-Yusuf 90
ve hâzâ : ve bu
-
12-Yusuf 90
menne allâhu : Allah ni'metlendirdi (ni'met verdi)
-
12-Yusuf 90
aleynâ, : bize
-
12-Yusuf 90
inne-hu : muhakkak, çünkü
-
12-Yusuf 90
men yettekı : kim takva sahibi olursa
-
12-Yusuf 90
ve yasbir : ve sabreder
-
12-Yusuf 90
fe innallâhe : o taktirde, muhakkak ki Allah
-
12-Yusuf 90
lâ yudî'u ecre : karşılığını zayi etmez (boşa çıkarmaz)
-
12-Yusuf 90
el muhsinîne \n(ecre el muhsinîne) : muhsinler \n: (muhsinlerin ecrini)
-
12-Yusuf 91
lekad : andolsun ki
-
12-Yusuf 91
âserekellâhu : Allah seni tercih etmiştir
-
12-Yusuf 91
aleynâ : bize
-
12-Yusuf 91
ve in kunnâ : ve biz olduk
-
12-Yusuf 91
le hâtıîne : kasten günah işleyen günahkârlar
-
12-Yusuf 92
kâle : dedi
-
12-Yusuf 92
lâ tesrîbe : kınama (suçlama) yoktur
-
12-Yusuf 92
aleykum el yevme : bugün size
-
12-Yusuf 92
lekum : siz, sizin için
-
12-Yusuf 92
ve huve : ve o
-
12-Yusuf 92
erhamu er râhimîne : rahîm olanların en çok rahmet edenidir
-
12-Yusuf 93
yezhebû \n(izhebû) : götürün \n: (gidin)
-
12-Yusuf 93
fe : o zaman
-
12-Yusuf 93
elkû-hu : onu atın, ilka edin, sürün
-
12-Yusuf 93
vechi ebî : babamın yüzüne (vechine)
-
12-Yusuf 93
ye'ti : gelir
-
12-Yusuf 93
ve'tûnî : ve bana getirin
-
12-Yusuf 93
bi ehli-kum : ailenizi
-
12-Yusuf 93
ecma'îne : hepsi, tümü
-
12-Yusuf 94
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
12-Yusuf 94
fasalatil'îru (fasalati el îru) : kafile ayrıldı
-
12-Yusuf 94
kâle : dedi
-
12-Yusuf 94
ebû-hum : onların babası
-
12-Yusuf 94
le ecidu : buluyorum (duyuyorum)
-
12-Yusuf 94
rîha yûsufe : Yusuf'un kokusu (esintisi, rüzgârı, rayihası)
-
12-Yusuf 94
lev lâ : eğer olmasa, olmazsa
-
12-Yusuf 94
en tufennidû-ni \n(fened) : bana bunuyor demeniz \n: (kişinin ihtiyarlıktan dolayı bunaması)
-
12-Yusuf 95
inne-ke : muhakkak, gerçekten sen
-
12-Yusuf 95
le fî : içindesin
-
12-Yusuf 95
dalâlike : senin dalâletin (doğru olan şeyden uzaklığın, sapman)
-
12-Yusuf 95
el kadîmi : eski
-
12-Yusuf 96
fe : böylece
-
12-Yusuf 96
lemmâ : olduğu zaman
-
12-Yusuf 96
en câe : gelmek
-
12-Yusuf 96
el beşîru : müjdeci
-
12-Yusuf 96
elkâ-hu : attı, koydu, sürdü
-
12-Yusuf 96
alâ vechi-hî : onun yüzüne
-
12-Yusuf 96
fertedde : hemen geri döndü
-
12-Yusuf 96
kâle : dedi
-
12-Yusuf 96
e lem : olmadı mı
-
12-Yusuf 96
ekul : ben dedim, söyledim
-
12-Yusuf 96
lekum : size
-
12-Yusuf 96
a'lemu : biliyorum, bilirim
-
12-Yusuf 96
mâ lâ ta'lemûne : sizin bilmediğiniz şeyleri
-
12-Yusuf 97
yâ ebânestagfir : ey babamız mağfiret dile
-
12-Yusuf 97
lenâ : bize, bizim için
-
12-Yusuf 97
zunûbe-nâ : bizim günahlarımız
-
12-Yusuf 97
hâtıîne : bilerek günah işleyenler
-
12-Yusuf 98
kâle : dedi
-
12-Yusuf 98
sevfe estagfiru \n(sevfe) : yakında mağfiret isteyeceğim \n: (yakın gelecek, yakında olacak)
-
12-Yusuf 98
lekum : sizin için
-
12-Yusuf 98
inne-hu : muhakkak o
-
12-Yusuf 98
huve : o
-
12-Yusuf 98
el gafûru : gafûrdur (mağfiret edendir)
-
12-Yusuf 98
er rahîmu : rahîmdir (rahmet nuru gönderendir)
-
12-Yusuf 99
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
12-Yusuf 99
dehalû : girdiler
-
12-Yusuf 99
alâ yûsufe : Yusuf'a (yanına, huzuruna)
-
12-Yusuf 99
âvâ ileyhi : kendi yanına aldı (barındırdı)
-
12-Yusuf 99
ebeveyhi : onun annesi, babası
-
12-Yusuf 99
ve kâledhulû (kâle udhulû) : ve 'giriniz' dedi
-
12-Yusuf 99
in şâallâhu (in şâe allâhu) : eğer Allah dilerse
-
12-Yusuf 99
âminîne : emin olanlar, güvende olanlar
-
12-Yusuf 100
ve refea : ve yükseltti, çıkardı
-
12-Yusuf 100
ebeveyhi : onun annesi ve babası
-
12-Yusuf 100
alel arşı (alâ el arşı) : tahtın üzerine
-
12-Yusuf 100
ve harrû : ve (yere) eğildiler (çömeldiler)
-
12-Yusuf 100
lehu : ona
-
12-Yusuf 100
succeden : secde ederek
-
12-Yusuf 100
ve kâle : ve dedi
-
12-Yusuf 100
yâ ebeti : ey babacığım
-
12-Yusuf 100
te'vîlu : tabiri, yorumu
-
12-Yusuf 100
ru'yâye : benim rüyam
-
12-Yusuf 100
ceale-hâ : onu kıldı, yaptı
-
12-Yusuf 100
ve kad : ve olmuştu
-
12-Yusuf 100
ahsene : ahsen, en güzeli, en iyisi
-
12-Yusuf 100
ahrece-nî : beni çıkardı
-
12-Yusuf 100
min es sicni : zindandan
-
12-Yusuf 100
ve câe bi-kum : ve sizi getirdi
-
12-Yusuf 100
min el bedvi : çölden
-
12-Yusuf 100
en nezega : arasını açmak
-
12-Yusuf 100
eş şeytânu : şeytan
-
12-Yusuf 100
beynî : benim aram
-
12-Yusuf 100
ve beyne : ve arasında
-
12-Yusuf 100
ıhvetî : benim kardeşlerim
-
12-Yusuf 100
inne : muhakkak
-
12-Yusuf 100
li mâ yeşâu : dilediğine
-
12-Yusuf 100
inne-hu : muhakkak ki o
-
12-Yusuf 100
huve : o
-
12-Yusuf 100
el alîmu : en iyi bilen
-
12-Yusuf 100
el hakîmu : hüküm ve hikmet sahibi olan
-
12-Yusuf 101
âteyte-nî : bana verdin
-
12-Yusuf 101
min el mulki : mülkten
-
12-Yusuf 101
ve allemte-nî : ve bana öğrettin
-
12-Yusuf 101
min te'vîli : yorumundan
-
12-Yusuf 101
el ehâdîsi : sözler, olaylar
-
12-Yusuf 101
fâtıra es semâvâti : semaları yaratan
-
12-Yusuf 101
vel ardı (ve el ardı) : ve yeryüzü
-
12-Yusuf 101
ente : sen
-
12-Yusuf 101
veliyyî : benim velîm, dostum
-
12-Yusuf 101
fîd dunyâ (fî ed dunyâ) : dünyada
-
12-Yusuf 101
vel âhıreti (ve el âhıreti) : ve ahiret
-
12-Yusuf 101
teveffe-nî : beni vefat ettir
-
12-Yusuf 101
muslimen : müslüman olarak (teslim olan)
-
12-Yusuf 101
ve elhık-nî : ve beni dahil et, arasına kat, ilhak et
-
12-Yusuf 101
bi es sâlihîne : salihlerle
-
12-Yusuf 102
zâlike : işte bu
-
12-Yusuf 102
min enbâi : haberlerinden
-
12-Yusuf 102
el gaybi : gayb
-
12-Yusuf 102
ileyke : sana
-
12-Yusuf 102
ve mâ kunte : ve sen olmadın
-
12-Yusuf 102
ledey-him : onların yanında
-
12-Yusuf 102
ecmaû : toplandılar, karar verdiler
-
12-Yusuf 102
emre-hum : onların işleri
-
12-Yusuf 102
ve hum : ve onlar
-
12-Yusuf 102
yemkurûne : hile yapıyorlar, tuzak hazırlıyorlar
-
12-Yusuf 103
ve mâ : ve değil
-
12-Yusuf 103
ekseru en nâsi : insanların çoğu
-
12-Yusuf 103
ve lev : ve olsa bile
-
12-Yusuf 103
haraste : şiddetli istedin, çok istedin
-
12-Yusuf 103
bi mu'minîne : mü'min olanlar
-
12-Yusuf 104
ve mâ tes'elu-hum : ve onlardan istemiyorsun
-
12-Yusuf 104
aleyhi : ona
-
12-Yusuf 104
min ecrin : (ücretten) bir ücret
-
12-Yusuf 104
in huve : o olursa
-
12-Yusuf 104
li el âlemîne : âlemler için, âlemlere
-
12-Yusuf 105
ve keeyyin : ve (ne kadar) pek çok, nice
-
12-Yusuf 105
min âyetin : (âyetlerden) âyet, delil
-
12-Yusuf 105
fî es semâvâti : göklerde
-
12-Yusuf 105
ve el ardı : ve yeryüzü
-
12-Yusuf 105
yemurrûne : yanından geçerler
-
12-Yusuf 105
aleyhâ : onun üzerinden
-
12-Yusuf 105
ve hum an-hâ : ve onlar, ondan
-
12-Yusuf 105
mu'ridûne : yüz çeviren kimseler
-
12-Yusuf 106
ve mâ yu'minu : inanmazlar, mü'min olmazlar
-
12-Yusuf 106
ekseru-hum : onların çoğu
-
12-Yusuf 106
ve hum muşrikûne : ve onlar şirk koşanlardır (müşriklerdir)
-
12-Yusuf 107
e : mi, mı
-
12-Yusuf 107
fe : artık, bundan sonra
-
12-Yusuf 107
eminû : emin oldular
-
12-Yusuf 107
en te'tiye-hum : onların gelmesi
-
12-Yusuf 107
gâşiyetun : perdeleyen, örten, herşeyi kaplayan
-
12-Yusuf 107
ev : veya
-
12-Yusuf 107
te'tiyehumu es sâatu : o saatin (vaktin) onlara gelmesi
-
12-Yusuf 107
bagteten : ansızın, aniden
-
12-Yusuf 107
ve hum : ve onlar
-
12-Yusuf 107
lâ yeş'urûne : farkına varmazlar
-
12-Yusuf 108
sebîlî : sebîl, yol
-
12-Yusuf 108
ed'û : davet ediyor
-
12-Yusuf 108
alâ basîretin : basiret üzerine, Allah'ı kalp gözüyle görerek
-
12-Yusuf 108
ene : ben
-
12-Yusuf 108
ve men ittebea-nî : ve bana tâbî olan kimseler
-
12-Yusuf 108
ve subhânallâhi : ve Allah'ı tenzih ederim
-
12-Yusuf 108
ve mâ ene : ve ben değilim
-
12-Yusuf 108
min el muşrikîne : müşriklerden
-
12-Yusuf 109
ve mâ erselnâ : ve biz göndermedik
-
12-Yusuf 109
min kabli-ke : senden önce
-
12-Yusuf 109
ricâlen : erkekler, adamlar
-
12-Yusuf 109
ileyhim : onlara
-
12-Yusuf 109
min ehli el kurâ : şehirler halkından, beldeler halkından
-
12-Yusuf 109
e fe lem yesîrû : dolaşmıyorlar mı, dolaşmazlar mı (dolaşmadılar mı)
-
12-Yusuf 109
fî el ardı : yeryüzünde
-
12-Yusuf 109
fe yanzurû : artık baksınlar
-
12-Yusuf 109
keyfe : nasıl
-
12-Yusuf 109
kâne : oldu
-
12-Yusuf 109
âkıbetu : akıbet, sonuç
-
12-Yusuf 109
ellezîne min kabli-him : onlardan önceki kimseler
-
12-Yusuf 109
ve le dâru el âhıreti : ve mutlaka ahiret yurdu
-
12-Yusuf 109
lillezînettekav : takva sahibi olan kimseler için
-
12-Yusuf 109
e fe lâ ta'kılûne : hâlâ akıl etmiyor musunuz
-
12-Yusuf 110
izestey'eser rusulu : resûller umutlarını kestikleri zaman
-
12-Yusuf 110
ve zannû : ve zannettiler
-
12-Yusuf 110
enne-hum : kendilerinin olduğunu
-
12-Yusuf 110
câe-hum : onlara geldi
-
12-Yusuf 110
fe : o zaman
-
12-Yusuf 110
nucciye : kurtarıldı
-
12-Yusuf 110
men : kimse(ler)
-
12-Yusuf 110
neşâu : dileriz, isteriz
-
12-Yusuf 110
ve lâ yureddu : ve geri döndürülmez
-
12-Yusuf 110
be'su-nâ : azabımız
-
12-Yusuf 110
el kavm el mucrimîne : mücrimler kavmi, günahkârlar topluluğu
-
12-Yusuf 111
lekad : andolsun ki
-
12-Yusuf 111
kâne : oldu
-
12-Yusuf 111
ibretun : bir ibret
-
12-Yusuf 111
li ûlîl elbâbi (lî ûlî elbâbi) : ulûl'elbab için, sır (lübb) sahipleri için
-
12-Yusuf 111
mâ kâne : değildir, olmadı
-
12-Yusuf 111
hadîsen : bir söz
-
12-Yusuf 111
yufterâ : uydurulur
-
12-Yusuf 111
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
12-Yusuf 111
ellezî beyne : arasında olan
-
12-Yusuf 111
yedey-hi : onun elleri
-
12-Yusuf 111
ve tafsîle : ayrı ayrı açıklar
-
12-Yusuf 111
kulli şey'in : herşey
-
12-Yusuf 111
ve huden : ve hidayet, hidayet edici olarak
-
12-Yusuf 111
ve rahmeten : ve rahmet, rahmet olarak
-
12-Yusuf 111
yu'minûne \n(kavmin yu'minûne) : mü'min olan \n: (mü'min kavim)
-
13-Ra'd 1
elif, lâm, mim, râ : hurûfu mukattaa; mukattaa harfleridir. Kur'ân-ı Kerim'de bazı surelerin başında zikredilen özel (anlamlı) harflerdir.
-
13-Ra'd 1
tilke : bunlar
-
13-Ra'd 1
âyâtu el kitâbi : kitabın âyetleridir
-
13-Ra'd 1
ve ellezî : ve ki o
-
13-Ra'd 1
unzile : indirildi
-
13-Ra'd 1
ileyke : sana
-
13-Ra'd 1
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
13-Ra'd 1
el hakku : haktır
-
13-Ra'd 1
ve lâkinne : ve
-
13-Ra'd 1
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
13-Ra'd 1
lâ yu'minûne : inanmazlar, mü'min olmazlar
-
13-Ra'd 2
allâhu ellezî : Allah o ki
-
13-Ra'd 2
refea es semavâti : gökleri yükseltti
-
13-Ra'd 2
amedin : direkler
-
13-Ra'd 2
terevne-hâ : onu görüyorsunuz
-
13-Ra'd 2
summe istevâ : sonra istiva etti
-
13-Ra'd 2
alel arşı (alâ el arşı) : arşın üzerine, arşa
-
13-Ra'd 2
ve sehhare : ve emri altına aldı
-
13-Ra'd 2
eş şemse : güneş
-
13-Ra'd 2
ve el kamere : ve ay
-
13-Ra'd 2
yecrî : akar gider (hareket eder)
-
13-Ra'd 2
li ecelin : bir süreye (zamana) kadar
-
13-Ra'd 2
musemmen : belirlenmiş (isimlendirilmiş)
-
13-Ra'd 2
yudebbiru el emre : işleri düzenleyip dizayn eder, idare eder
-
13-Ra'd 2
yufassılu el âyâti : âyetleri ayrı ayrı açıklar
-
13-Ra'd 2
lealle-kum : umulur ki siz, böylece siz
-
13-Ra'd 2
tûkınûne : kesin inanırsınız, yakîn hasıl edersiniz
-
13-Ra'd 3
ve huve : ve o
-
13-Ra'd 3
ellezî : ki o
-
13-Ra'd 3
medde : uzattı, yaydı
-
13-Ra'd 3
el arda : yeryüzü
-
13-Ra'd 3
ve ceale : ve kıldı, yaptı (yarattı)
-
13-Ra'd 3
revâsiye : dağlar
-
13-Ra'd 3
ve enhâren : ve nehirler
-
13-Ra'd 3
ve min kulli : ve hepsinden
-
13-Ra'd 3
es semerâti : ürünler, meyveler
-
13-Ra'd 3
ceale : kıldı (yarattı)
-
13-Ra'd 3
zevceynisneyni \n(zevceyni) \n(isneyni) : ikili (zıt cinsten eşler) bir çift \n: (zıt cinsli bir çift (dişi+erkek)) \n: (iki, ikili)
-
13-Ra'd 3
el leyl : gece
-
13-Ra'd 3
en nehâre : gündüz
-
13-Ra'd 3
inne : muhakkak
-
13-Ra'd 3
fî zâlike : bunda vardır
-
13-Ra'd 3
le âyâtin : elbette âyetler
-
13-Ra'd 3
yetefekkerûne : tefekkür ederler
-
13-Ra'd 4
ve fî el ardı : ve yeryüzünde
-
13-Ra'd 4
mutecâvirâtun : birbirine komşu
-
13-Ra'd 4
ve cennâtun : ve bahçeler
-
13-Ra'd 4
ve zer'un : ve ekin
-
13-Ra'd 4
ve nahîlun : ve hurma ağaçları
-
13-Ra'd 4
ve gayru sınvânin : ve budaklı olmayan
-
13-Ra'd 4
ve nufaddılu : ve üstün kılarız
-
13-Ra'd 4
ba'de-hâ : onun bazısını
-
13-Ra'd 4
fî el ukuli : yenmesinde (tadında, lezzetinde ve kokusunda v.s)
-
13-Ra'd 4
inne : muhakkak
-
13-Ra'd 4
fî zâlike : bunda vardır
-
13-Ra'd 4
le âyâtin : elbette âyetler
-
13-Ra'd 4
ya'kılûne : akıl ederler
-
13-Ra'd 5
ve in ta'ceb : ve eğer acayip buluyorsan (şaşıyorsan)
-
13-Ra'd 5
fe : artık, doğrusu
-
13-Ra'd 5
acebun : acayiptir
-
13-Ra'd 5
e izâ kunnâ : biz olduğumuz zaman mı
-
13-Ra'd 5
turâben : toprak
-
13-Ra'd 5
e innâ : gerçekten biz mi
-
13-Ra'd 5
le fî halkın : mutlaka yaratılışta (yaratılış hakkında, konusunda)
-
13-Ra'd 5
cedîdin : yeni, yeniden
-
13-Ra'd 5
ulâike : işte onlar
-
13-Ra'd 5
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
13-Ra'd 5
ve ulâike el aglâlu : ve işte bu halkalar
-
13-Ra'd 5
ve ulâike : ve işte bunlar
-
13-Ra'd 5
ashâbu en nâri : ateş ehlidir, halkıdır
-
13-Ra'd 5
hâlidûne : ebedîdirler, ebedî kalanlardır
-
13-Ra'd 6
ve yesta'cilûne-ke : ve senden acele (acil) istiyorlar
-
13-Ra'd 6
bi es seyyieti : kötülüğü
-
13-Ra'd 6
kable el haseneti : iyilikten önce
-
13-Ra'd 6
ve kad : ve oldu
-
13-Ra'd 6
halet : gelip geçti
-
13-Ra'd 6
el mesulâtu \n(mesuletun) : cezalar \n: (ceza)
-
13-Ra'd 6
ve inne : ve muhakkak
-
13-Ra'd 6
rabbe-ke : senin Rabbin
-
13-Ra'd 6
le zû : mutlaka sahiptir
-
13-Ra'd 6
magfiretin : mağfiret
-
13-Ra'd 6
li en nâsi : insanlar için
-
13-Ra'd 6
ve inne : ve muhakkak
-
13-Ra'd 6
rabbe-ke : senin Rabbin
-
13-Ra'd 6
le şedîdu el ıkâbi : mutlaka ikabı (azabı, cezası) çok şiddetli
-
13-Ra'd 7
ve yekûlu : ve derler, söylerler
-
13-Ra'd 7
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
13-Ra'd 7
lev lâ : olmaz mıydı
-
13-Ra'd 7
unzile : indirildi
-
13-Ra'd 7
aleyhi : ona
-
13-Ra'd 7
âyetun : bir âyet, bir mucize
-
13-Ra'd 7
innemâ : sadece, yalnız
-
13-Ra'd 7
ente : sen
-
13-Ra'd 7
ve li kulli kavmin : ve bütün kavim(ler) için (vardır)
-
13-Ra'd 8
ya'lemu : bilir
-
13-Ra'd 8
ve mâ : ve ne, neyi
-
13-Ra'd 8
tegîdu : azalır
-
13-Ra'd 8
el erhâmu : rahimler
-
13-Ra'd 8
ve mâ : ve ne, neyi
-
13-Ra'd 8
tezdâdu : artırır
-
13-Ra'd 8
ve kullu şey'in : ve herşey
-
13-Ra'd 8
inde-hu : onun katında, yanında
-
13-Ra'd 9
el gaybi : gaybı
-
13-Ra'd 9
ve eş şehâdetil : ve şehadet edileni, görüleni
-
13-Ra'd 9
kebîru : büyük olan
-
13-Ra'd 9
el muteâli : herşeyden üstün, yüce, âlî olan
-
13-Ra'd 10
sevâun : birdir, eşittir, musavidir
-
13-Ra'd 10
men eserre : gizleyen kimse
-
13-Ra'd 10
el kavle : söz
-
13-Ra'd 10
ve men cehere : ve alenen, açıkça (cehren) söyleyen kimse
-
13-Ra'd 10
ve men : ve kimse, kim
-
13-Ra'd 10
huve : o
-
13-Ra'd 10
bi el leyli : geceleyin
-
13-Ra'd 10
ve sâribun : ve dolaşan
-
13-Ra'd 10
bi en nehâri : gündüzleyin
-
13-Ra'd 11
lehu : onun vardır
-
13-Ra'd 11
min beyni yedey-hi : onun önünden (onun elleri arasından)
-
13-Ra'd 11
ve min halfi-hi : ve onun arkasından
-
13-Ra'd 11
yahfezûne-hu : onu korurlar, muhafaza ederler
-
13-Ra'd 11
min emri allâhi : Allah'ın emrinden
-
13-Ra'd 11
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
13-Ra'd 11
mâ bi enfusi-him : nefslerinde olan şeyi
-
13-Ra'd 11
ve izâ : ve, olduğu zaman
-
13-Ra'd 11
erâde allâhu : Allah diler
-
13-Ra'd 11
sûen : bir kötülük, bir ceza
-
13-Ra'd 11
fe lâ meredde : artık reddedecek (mani olacak kimse) yoktur
-
13-Ra'd 11
lehu : onu
-
13-Ra'd 11
ve mâ lehum : ve onlar için yoktur
-
13-Ra'd 12
huve : o
-
13-Ra'd 12
ellezî : ki o
-
13-Ra'd 12
el berka : şimşek
-
13-Ra'd 12
havfen : korku
-
13-Ra'd 12
ve tamaan : ve ümit, umut
-
13-Ra'd 12
ve yunşiu : ve inşa eder, yapar, dizayn eder
-
13-Ra'd 12
es sehâbe : bulutlar
-
13-Ra'd 12
es sikâle : ağır, yüklü
-
13-Ra'd 13
ve yusebbihu : ve tesbih ederler
-
13-Ra'd 13
er ra'du : gök gürültüsü
-
13-Ra'd 13
ve el melâiketu : ve melekler
-
13-Ra'd 13
min hîfeti-hi : onun korkusundan
-
13-Ra'd 13
ve yursilu : ve gönderir
-
13-Ra'd 13
es savâıka : yıldırımlar
-
13-Ra'd 13
fe yusîbu : böylece isabet ettirir
-
13-Ra'd 13
men yeşâu : dilediği kimse
-
13-Ra'd 13
ve hum : ve onlar
-
13-Ra'd 13
yucâdilûne : mücâdele ediyorlar
-
13-Ra'd 13
ve huve : ve o
-
13-Ra'd 13
şedîdu : şiddetli, çok kuvvetli
-
13-Ra'd 13
el mihâli : mukavemet edilemeyen, dayanılmaz, karşı koyulmaz
-
13-Ra'd 14
lehu : ona (kendisinedir)
-
13-Ra'd 14
da'vetu el hakkı : hakkın daveti
-
13-Ra'd 14
ve ellezîne : ve o kimseler
-
13-Ra'd 14
yed'ûne : dua ederler
-
13-Ra'd 14
lâ yestecîbûne : icabet edilmez
-
13-Ra'd 14
lehum : onlara
-
13-Ra'd 14
bi şey'in : bir şey ile
-
13-Ra'd 14
ke bâsitı : açan gibidir
-
13-Ra'd 14
keffey-hi : avucunu
-
13-Ra'd 14
ilel mâi (ilâ el mâi) : suya
-
13-Ra'd 14
li yebluga : erişmesi için
-
13-Ra'd 14
ve mâ huve : ve o değildir
-
13-Ra'd 14
ve mâ : ve değildir
-
13-Ra'd 14
duâu el kâfirîne : kâfirlerin duası
-
13-Ra'd 15
ve lillâhi (li allâhi) : ve Allah'a
-
13-Ra'd 15
yescudu : secde eder
-
13-Ra'd 15
men fî es semâvâti : semalarda olanlar
-
13-Ra'd 15
ve el ardı : ve yeryüzü
-
13-Ra'd 15
ve kerhen : ve istemeyerek
-
13-Ra'd 15
ve zilâlu-hum : ve onların gölgeleri
-
13-Ra'd 15
bi el guduvvi : sabahleyin, sabah
-
13-Ra'd 15
ve el âsâli : ve akşamleyin, akşam
-
13-Ra'd 16
men : kim
-
13-Ra'd 16
rabbu es semâvâti : semaların (göklerin) Rabbi
-
13-Ra'd 16
ve el ardı : ve yer
-
13-Ra'd 16
e fettehaztum : artık siz, ...mı edindiniz
-
13-Ra'd 16
evliyâe : evliya, velîler, dostlar
-
13-Ra'd 16
lâ yemlikûne : yapamaz, gücü yetmez, malik değil
-
13-Ra'd 16
li enfusi-him : kendileri için
-
13-Ra'd 16
nef'an : bir yarar, fayda, menfaat
-
13-Ra'd 16
ve lâ darren : ve zarar vermez
-
13-Ra'd 16
hel yestevi : bir mi, bir olur mu
-
13-Ra'd 16
el a'mâ : âmâ olan, görmeyen
-
13-Ra'd 16
ve el basîru : ve gören
-
13-Ra'd 16
em : yoksa, veya
-
13-Ra'd 16
hel testevî : bir mi, bir olur mu
-
13-Ra'd 16
ez zulumâtu : karanlıklar
-
13-Ra'd 16
ve en nûru : ve nur
-
13-Ra'd 16
em : yoksa, veya
-
13-Ra'd 16
cealû : kıldılar, yaptılar
-
13-Ra'd 16
şurekâe : ortaklar
-
13-Ra'd 16
ke : gibi
-
13-Ra'd 16
fe : böylece
-
13-Ra'd 16
teşâbehe : birbirine benzedi, benzer göründü
-
13-Ra'd 16
el halku : yaratma
-
13-Ra'd 16
aleyhim : onlara
-
13-Ra'd 16
kulli şey'in : herşey
-
13-Ra'd 16
ve huve : ve o
-
13-Ra'd 16
el vâhidu : ek (bir tane)
-
13-Ra'd 16
el kahhâru : kahhar olan, en kuvvetli olan, herşeye gücü yeten
-
13-Ra'd 17
enzele : indirdi
-
13-Ra'd 17
min es semâi : gökten
-
13-Ra'd 17
mâen : su
-
13-Ra'd 17
fe sâlet : böylece akar
-
13-Ra'd 17
evdiyetun : vadiler
-
13-Ra'd 17
bi kaderi-hâ : miktarınca, ona takdir edilen miktar kadar
-
13-Ra'd 17
fahtemele (fe ihtemele) : böylece yüklendi, götürdü, taşıdı
-
13-Ra'd 17
es seylu : sel
-
13-Ra'd 17
zebeden : köpük
-
13-Ra'd 17
râbiyen : üste çıkan, kabaran
-
13-Ra'd 17
ve mim-mâ : ve şeyden
-
13-Ra'd 17
yûkıdûne : ateşe tutulurlar, yakılırlar
-
13-Ra'd 17
aleyhi : ona, üzerinde
-
13-Ra'd 17
fî en nâri : ateş içinde, ateşte
-
13-Ra'd 17
ibtigâe : istedi
-
13-Ra'd 17
hılyetin : süs eşyası
-
13-Ra'd 17
ev : veya
-
13-Ra'd 17
metâın : meta, eşya
-
13-Ra'd 17
zebedun : köpük
-
13-Ra'd 17
kezâlike : işte böyle
-
13-Ra'd 17
el hakka : hak
-
13-Ra'd 17
ve el bâtıle : ve bâtıl
-
13-Ra'd 17
fe emme : ama, fakat
-
13-Ra'd 17
ez zebedu : köpük
-
13-Ra'd 17
fe yezhebu : fakat, sonra gider
-
13-Ra'd 17
cufâen : çözülüp dağılarak
-
13-Ra'd 17
ve emmâ : ve ama, fakat
-
13-Ra'd 17
yenfau en nâse : insanlara yarar sağlar, faydası olur
-
13-Ra'd 17
fe yemkusu : böylece durur, kalır
-
13-Ra'd 17
fî el ardı : yeryüzünde
-
13-Ra'd 17
kezâlike : böylece
-
13-Ra'd 17
el emsâle : örnekler, misaller
-
13-Ra'd 18
lillezînestecâbû : icabet edenler için vardır
-
13-Ra'd 18
el husnâ : en güzeli
-
13-Ra'd 18
ve ellezîne : ve o kimseler ki
-
13-Ra'd 18
lem yestecibû : icabet etmezler
-
13-Ra'd 18
lehu : ona
-
13-Ra'd 18
lev enne : (eğer, şâyet) gerçekten olsaydı
-
13-Ra'd 18
lehum : onlara ait, onların
-
13-Ra'd 18
mâ fî el ardı : yeryüzünde olan şeyler
-
13-Ra'd 18
cemîan : tümü, hepsi
-
13-Ra'd 18
ve misle-hu : ve onun bir misli daha, onun kadar daha
-
13-Ra'd 18
mea-hu : onunla beraber
-
13-Ra'd 18
leftedev (le iftedev) : fidye verirlerdi
-
13-Ra'd 18
ulâike : işte onlar
-
13-Ra'd 18
lehum : onlar için vardır
-
13-Ra'd 18
sûu el hısâbi : sorgulamanın, hesabın en kötüsü
-
13-Ra'd 18
ve me'vâ-hum : ve onların barınacağı yer
-
13-Ra'd 18
cehennemu : cehennemdir
-
13-Ra'd 18
ve bi'se el mihâdu : ve ne kötü yatak, döşek
-
13-Ra'd 19
e : mi
-
13-Ra'd 19
fe men : artık kim
-
13-Ra'd 19
ya'lemu : bilir
-
13-Ra'd 19
ennemâ : olduğunu
-
13-Ra'd 19
unzile : indirildi
-
13-Ra'd 19
ileyke : sana
-
13-Ra'd 19
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
13-Ra'd 19
el hakku : hak
-
13-Ra'd 19
ke : gibi
-
13-Ra'd 19
men huve : o kimse
-
13-Ra'd 19
innemâ : sadece, ancak, fakat
-
13-Ra'd 19
yetezekkeru : tezekkür eder
-
13-Ra'd 19
ûlu el elbâbi : sır sahipleri
-
13-Ra'd 20
ellezîne : o kimseler
-
13-Ra'd 20
yûfûne : yerine getirirler, ifa ederler
-
13-Ra'd 20
ve lâ yenkudûne : ve bozmazlar
-
13-Ra'd 20
el misâka : misaki
-
13-Ra'd 21
ve ellezîne : ve o kimseler
-
13-Ra'd 21
yasılûne : ulaştırırlar, vasıl ederler
-
13-Ra'd 21
mâ emerallâhu (emre allâhu) : Allah'ın emrettiği şeyi
-
13-Ra'd 21
en yûsale : ulaştırmak
-
13-Ra'd 21
ve yahşevne : ve korkarlar, huşû duyarlar
-
13-Ra'd 21
rabbe-hum : onların Rab'leri
-
13-Ra'd 21
ve yehâfûne : ve korkarlar
-
13-Ra'd 21
sûe el hisâbi : kötü hesap
-
13-Ra'd 22
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler
-
13-Ra'd 22
saberû : sabrettiler
-
13-Ra'd 22
ibtigâe : istedi
-
13-Ra'd 22
vechi rabbi-him : Rab'lerinin yüzünü, Zat'ını
-
13-Ra'd 22
ve ekâmû es salâte : ve namazı ikame ettiler
-
13-Ra'd 22
ve enfekû : ve infâk ettiler
-
13-Ra'd 22
rezaknâ-hum : onları rızıklandırdık
-
13-Ra'd 22
sirren : gizli olarak
-
13-Ra'd 22
ve alâniyeten : ve açık olarak
-
13-Ra'd 22
ve yedreûne : ve giderirler, savarlar
-
13-Ra'd 22
bi el haseneti es seyyiete : kötülüğü iyilik ile
-
13-Ra'd 22
ulâike : işte onlar
-
13-Ra'd 22
lehum : onlar için vardır
-
13-Ra'd 22
ukbe ed dâri : (bu) diyarın (bu dünyanın) sonucu
-
13-Ra'd 23
cennâtu : cennetler
-
13-Ra'd 23
yedhulûne-hâ : ona girerler
-
13-Ra'd 23
ve men : ve kim
-
13-Ra'd 23
ve ezvâci-him : ve onların eşlerinden
-
13-Ra'd 23
ve zurriyyâti-him : ve onların zürriyetlerinden
-
13-Ra'd 23
ve el melâiketu : ve melekler
-
13-Ra'd 23
yedhulûne : girerler
-
13-Ra'd 23
aleyhim : onlara, onların yanına
-
13-Ra'd 24
selâmun : selâm olsun
-
13-Ra'd 24
aleykum : sizin üzerinize, size
-
13-Ra'd 24
sabertum : sabrettiniz
-
13-Ra'd 24
fe : artık, işte, böyle, bundan sonra
-
13-Ra'd 24
ni'me : ne güzel
-
13-Ra'd 24
ukbe ed dâri : yurdun sonu
-
13-Ra'd 25
ve ellezîne : ve o kimseler ki
-
13-Ra'd 25
yankudûne : bozarlar
-
13-Ra'd 25
ahdallâhi (ahde allâhi) : Allah'ın ahdini
-
13-Ra'd 25
ve yaktaûne : ve keserler
-
13-Ra'd 25
mâ emere allâhu : Allah'ın emrettiği şeyi
-
13-Ra'd 25
en yûsale : ulaştırılmak
-
13-Ra'd 25
ve yufsidûne : ve fesat çıkarırlar
-
13-Ra'd 25
fî el ardı : yeryüzünde
-
13-Ra'd 25
ulâike : işte onlar
-
13-Ra'd 25
lehum el la'netu : lânet onlaradır
-
13-Ra'd 25
ve lehum : ve onlarındır, onlar için vardır
-
13-Ra'd 25
sûu ed dâri : yurdun kötüsü
-
13-Ra'd 26
yebsutu er rızka : rızkı genişletir
-
13-Ra'd 26
li men yeşâu : dilediği kimseye
-
13-Ra'd 26
ve yakdiru : ve daraltır (az bir ölçü takdir eder)
-
13-Ra'd 26
ve ferihû : ve sevinirler (ferahlanırlar)
-
13-Ra'd 26
bi el hayâti ed dunyâ : dünya hayatı ile
-
13-Ra'd 26
ve mâ el hayâtu ed dunyâ : ve dünya hayatı değildir
-
13-Ra'd 26
fî el âhıreti : ahirette, ahiret hayatı yanında
-
13-Ra'd 26
metâun : bir meta (geçici faydalanılan şey)
-
13-Ra'd 27
ve yekûlu : ve der(ler)
-
13-Ra'd 27
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
13-Ra'd 27
lev lâ : olmasaydı, olsa olmaz mıydı, değil miydi
-
13-Ra'd 27
unzile : indirildi
-
13-Ra'd 27
aleyhi : ona
-
13-Ra'd 27
âyetun : bir âyet, mucize
-
13-Ra'd 27
inne allâhe : muhakkak Allah
-
13-Ra'd 27
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
13-Ra'd 27
ve yehdî : ve hidayete erdirir (ulaştırır)
-
13-Ra'd 27
ileyhi : ona
-
13-Ra'd 27
men enâbe : dönen, yönelen kimse
-
13-Ra'd 28
ellezîne âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyen, âmenû olan kimseler
-
13-Ra'd 28
ve tatmainnu : ve mutmain olur, tatmin olur
-
13-Ra'd 28
e lâ : öyle değil mi
-
13-Ra'd 28
tatmainnu el kulûbu : kalpler tatmin (mutmain) olur
-
13-Ra'd 29
ellezîne âmenû : âmenû olan kimseler
-
13-Ra'd 29
ve amilû es sâlihâti : ve salih amel işleyenler
-
13-Ra'd 29
lehum : onlar için, onlara
-
13-Ra'd 29
ve husnu : ve en güzeli
-
13-Ra'd 29
meâbin : dönüş, dönme yeri, sığınak
-
13-Ra'd 30
kezâlike : böyle, böylece, öyle
-
13-Ra'd 30
erselnâ-ke : seni gönderdik
-
13-Ra'd 30
fî ummetin : bir ümmetin içine
-
13-Ra'd 30
halet : gelip geçti
-
13-Ra'd 30
umemun : ümmetler
-
13-Ra'd 30
li tetluve : okuman için
-
13-Ra'd 30
aleyhim : onlara
-
13-Ra'd 30
ellezî : ki onu
-
13-Ra'd 30
evhaynâ : biz vahyettik
-
13-Ra'd 30
ileyke : sana
-
13-Ra'd 30
ve hum yekfurûne : ve onlar inkâr ederler
-
13-Ra'd 30
huve : o
-
13-Ra'd 30
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
13-Ra'd 30
illâ hûve : ondan başka
-
13-Ra'd 30
aleyhi : ona
-
13-Ra'd 30
tevekkeltu : ben tevekkül ettim
-
13-Ra'd 30
ve ileyhi : ve ona
-
13-Ra'd 30
metâbi : benim tövbem, dönüşüm (tövbesi kabul edilmiş olarak dönüşüm)
-
13-Ra'd 31
ve lev enne : ve eğer gerçekten olsaydı
-
13-Ra'd 31
kur'ânen : Kur'ân
-
13-Ra'd 31
suyyiret : yürüttü
-
13-Ra'd 31
el cibâlu : dağlar
-
13-Ra'd 31
ev : veya, yahut
-
13-Ra'd 31
el ardu : yer
-
13-Ra'd 31
ev : veya, yahut
-
13-Ra'd 31
kullime : konuşturuldu
-
13-Ra'd 31
el mevtâ : ölüler
-
13-Ra'd 31
bel : fakat, ama
-
13-Ra'd 31
el emru : emir, işler
-
13-Ra'd 31
cemîan : bütün, hepsi
-
13-Ra'd 31
e fe lem : hâlâ olmadı mı
-
13-Ra'd 31
ye'yesi : ümidini kesiyor
-
13-Ra'd 31
ellezîne âmenû : âmenû olan kimseler
-
13-Ra'd 31
en : olması
-
13-Ra'd 31
lev : eğer, ise
-
13-Ra'd 31
yeşâu allâhu : Allah diler
-
13-Ra'd 31
le hede en nâse : elbette insanları hidayete erdirir
-
13-Ra'd 31
cemîan : tümünü, hepsini
-
13-Ra'd 31
ve lâ yezâlu : ve zail olmaz, devam eder
-
13-Ra'd 31
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
13-Ra'd 31
ev : veya
-
13-Ra'd 31
tehullu : gelir, iner, girer, hulul eder
-
13-Ra'd 31
karîben : yakın
-
13-Ra'd 31
ye'tiye : gelir
-
13-Ra'd 31
inne allâhe : muhakkak Allah
-
13-Ra'd 31
lâ yuhlifu el mîâde : vaadinden dönmez
-
13-Ra'd 32
ve lekad : ve andolsun ki
-
13-Ra'd 32
istuhzie : alay edildi
-
13-Ra'd 32
min kabli-ke : senden önce
-
13-Ra'd 32
fe : o zaman, fakat
-
13-Ra'd 32
emleytu : ben mühlet (süre) verdim
-
13-Ra'd 32
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere
-
13-Ra'd 32
keferû : inkâr ettiler
-
13-Ra'd 32
summe : sonra
-
13-Ra'd 32
ehaztu-hum : onları helâk ettim, aldım, yakaladım
-
13-Ra'd 32
fe : artık, bundan sonra, o zaman, böylece
-
13-Ra'd 32
keyfe : nasıl
-
13-Ra'd 32
kâne : oldu
-
13-Ra'd 33
e fe men : artık kim, ...mi
-
13-Ra'd 33
huve : o
-
13-Ra'd 33
nefsin : nefs
-
13-Ra'd 33
bi mâ kesebet : kazandığı şeylere
-
13-Ra'd 33
ve cealû : ve kıldılar
-
13-Ra'd 33
şurekâe : ortaklar
-
13-Ra'd 33
semmû-hum : onları isimlendirin (onları isimleri ile davet edin)
-
13-Ra'd 33
em tunebbiûne-hu : yoksa ona haber mi veriyorsunuz
-
13-Ra'd 33
lâ ya'lemu : bilmiyor
-
13-Ra'd 33
fî el ardı : yeryüzünde
-
13-Ra'd 33
em : yoksa, veya
-
13-Ra'd 33
min el kavli : sözden, sözün
-
13-Ra'd 33
bel : hayır, fakat
-
13-Ra'd 33
zuyyine : süslü gösterildi
-
13-Ra'd 33
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere
-
13-Ra'd 33
keferû : inkâr ettiler
-
13-Ra'd 33
mekru-hum : onların hileleri, tuzakları
-
13-Ra'd 33
ve suddû : ve men edilirler, saptırılırlar
-
13-Ra'd 33
an es sebîli : yoldan
-
13-Ra'd 33
ve men yudlili allâhu : ve Allah kimi saptırırsa
-
13-Ra'd 33
fe mâ lehu : artık onun için yoktur
-
13-Ra'd 34
lehum : onlar için vardır
-
13-Ra'd 34
fîl hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
13-Ra'd 34
ve le azâbu el âhıreti : ve elbette ahiret azabı
-
13-Ra'd 34
eşakku : daha güç, daha meşakkatli
-
13-Ra'd 34
ve mâ lehum : ve onlar için yoktur
-
13-Ra'd 35
meselu el cenneti elletî : o cennetin örneği, durumu, gibi
-
13-Ra'd 35
vuide el muttekûne : takva sahiplerine vaadedilen
-
13-Ra'd 35
tecrî : akar
-
13-Ra'd 35
el enhâru : nehirler
-
13-Ra'd 35
ve zillu-hâ : ve onun gölgesi
-
13-Ra'd 35
tilke : işte bu
-
13-Ra'd 35
ukbâ ellezîne ittekav : takva sahiplerinin sonu
-
13-Ra'd 35
ve ukbâ el kâfirîne : ve inkâr edenlerin sonu
-
13-Ra'd 35
en nâru : ateş
-
13-Ra'd 36
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler
-
13-Ra'd 36
âteynâ-hum : onlara verdik
-
13-Ra'd 36
el kitâbe : kitap
-
13-Ra'd 36
yefrehûne : sevinirler
-
13-Ra'd 36
bimâ unzile : indirilen şeye
-
13-Ra'd 36
ileyke : sana
-
13-Ra'd 36
ve min el ahzâbi : ve taraftarlardan, gruplardan, hiziplerden
-
13-Ra'd 36
men yunkiru : inkâr eden kimseler
-
13-Ra'd 36
innemâ : sadece, yalnız
-
13-Ra'd 36
en a'bude allâhe : benim Allah'a kul olmam
-
13-Ra'd 36
ve lâ uşrike : ve ben şirk koşmam
-
13-Ra'd 36
ileyhi : ona
-
13-Ra'd 36
ed'û : ben davet ederim
-
13-Ra'd 36
ve ileyhi : ve ona, o
-
13-Ra'd 36
meâbi : meabım, dönüş yerim, dönüşüm, sığınağım
-
13-Ra'd 37
ve kezâlike : ve işte böyle, böylece
-
13-Ra'd 37
enzelnâ-hu : onu biz indirdik
-
13-Ra'd 37
hukmen : bir hüküm olarak
-
13-Ra'd 37
arabiyyen : Arapça
-
13-Ra'd 37
ve le initteba'te (in itteba'te) : ve elbette tâbî olursan
-
13-Ra'd 37
ehvâe-hum : onların hevalarına (heveslerine)
-
13-Ra'd 37
ba'de : sonra
-
13-Ra'd 37
mâ câe-ke : sana gelen şey
-
13-Ra'd 37
min el ilmi : ilimden
-
13-Ra'd 37
mâ leke : senin yoktur
-
13-Ra'd 37
min veliyyin : bir velî, dost
-
13-Ra'd 37
ve lâ vâkın : ve bir koruyucu yoktur
-
13-Ra'd 38
ve lekad : ve andolsun
-
13-Ra'd 38
erselnâ : biz gönderdik
-
13-Ra'd 38
rusulen : resûller
-
13-Ra'd 38
min kabli-ke : senden önce
-
13-Ra'd 38
ve cealnâ : ve kıldık
-
13-Ra'd 38
lehum ezvâcen : onlara eşler
-
13-Ra'd 38
ve zurriyyeten : ve zürriyet, nesil, çocuklar
-
13-Ra'd 38
ve mâ kâne : ve değildir, olmaz
-
13-Ra'd 38
li resûlin : bir resûl için
-
13-Ra'd 38
en ye'tiye bi : getirmesi
-
13-Ra'd 38
âyetin : bir âyet
-
13-Ra'd 38
li kulli ecelin : her zaman için vardır
-
13-Ra'd 39
yemhû : siler (mahveder, yok eder), imha eder
-
13-Ra'd 39
mâ yeşâu : dilediği şeyi
-
13-Ra'd 39
ve yusbitu : ve sabit kılar, bırakır, tespit eder
-
13-Ra'd 39
ve inde-hu : ve onun katında, yanında, indinde, nezdinde
-
13-Ra'd 39
ummu el kitâbi : ana kitap
-
13-Ra'd 40
ve in mâ : ve eğer, şâyet, ya (veya)
-
13-Ra'd 40
nuriyenne-ke : sana gösteririz
-
13-Ra'd 40
ellezî neidu-hum : onlara vaadettiğimizi
-
13-Ra'd 40
ev neteveffeyenne-ke : veya seni vefat ettiririz
-
13-Ra'd 40
fe innemâ : sadece
-
13-Ra'd 40
aleyke el belâgu : tebliğ senin üzerine
-
13-Ra'd 40
ve aleynâ el hisâbu : ve hesap bizim üzerimize, bize ait
-
13-Ra'd 41
e ve lem yerev : görmüyorlar mı
-
13-Ra'd 41
ennâ : nasıl
-
13-Ra'd 41
ne'ti : geliyoruz
-
13-Ra'd 41
el arda : arz, yeryüzü
-
13-Ra'd 41
nenkusu-hâ : onu eksiltiyoruz
-
13-Ra'd 41
min etrâfi-hâ : onun çevresinden, etrafından
-
13-Ra'd 41
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
13-Ra'd 41
lâ muakkıbe : takip eden, kontrol eden, bozacak yoktur
-
13-Ra'd 41
ve huve : ve o
-
13-Ra'd 41
serîu el hısâbi : hesabı çabuk gören
-
13-Ra'd 42
ve kad : ve olmuştur
-
13-Ra'd 42
mekere : hile, tuzak kurdu
-
13-Ra'd 42
ellezîne min kabli-him : onlardan önceki kimseler
-
13-Ra'd 42
fe lillâhi (li allâhi) : oysa Allah'a aittir
-
13-Ra'd 42
el mekru : hile
-
13-Ra'd 42
cemîan : tümü, hepsi
-
13-Ra'd 42
ya'lemu : bilir
-
13-Ra'd 42
mâ teksibu : kazandığı şey
-
13-Ra'd 42
nefsin : nefs
-
13-Ra'd 42
ve se ya'lemu : ve yakında bilecek
-
13-Ra'd 42
el kuffâru : kâfirler
-
13-Ra'd 42
li men : kimin
-
13-Ra'd 42
ukbe ed dâri : yurdun sonu
-
13-Ra'd 43
ve yekûlu : ve derler, diyorlar
-
13-Ra'd 43
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler, kâfir olanlar
-
13-Ra'd 43
leste : sen değilsin
-
13-Ra'd 43
murselen : resûl olarak gönderilmiş
-
13-Ra'd 43
kefâ : kâfi
-
13-Ra'd 43
şehîden : şahit olarak
-
13-Ra'd 43
beynî : benimle
-
13-Ra'd 43
ve beyne-kum : ve sizin aranızda
-
13-Ra'd 43
ve men : ve kim, kimse
-
13-Ra'd 43
inde-hu : onun yanında, indinde
-
13-Ra'd 43
ilmu el kitâbi : kitabın ilmi
-
14-İbrahim 1
elif lâm râ : elif lâm râ
-
14-İbrahim 1
enzelnâ-hu : onu indirdik
-
14-İbrahim 1
ileyke : sana
-
14-İbrahim 1
li tuhrice en nâse : insanları çıkarman için
-
14-İbrahim 1
min ez zulûmâti : zulmetten, karanlıklardan
-
14-İbrahim 1
ilâ en nûri : nura
-
14-İbrahim 1
el azîzi : azîz olan, izzet sahibi olan
-
14-İbrahim 1
el hamîdi : kendisine hamdedilen
-
14-İbrahim 2
ellezî : o ki
-
14-İbrahim 2
lehu : onundur
-
14-İbrahim 2
fî es semâvâti : göklerde, semalarda
-
14-İbrahim 2
ve mâ : ve şeyler
-
14-İbrahim 2
fî el ardı : yerde
-
14-İbrahim 2
ve veylun : ve vay haline, yazıklar olsun
-
14-İbrahim 2
li el kâfirîne : inkâr edenler, kâfirler için, kâfirlere
-
14-İbrahim 2
şedîdin : şiddetli
-
14-İbrahim 3
ellezîne : o kimseler, onlar
-
14-İbrahim 3
yestehıbbûne : tercih ederler, severler
-
14-İbrahim 3
el hayâte ed dunyâ : dünya hayatını
-
14-İbrahim 3
alâ el âhıreti : ahirete
-
14-İbrahim 3
ve yasuddûne : ve alıkoyarlar
-
14-İbrahim 3
an sebîli allâhi : Allah'ın yolundan
-
14-İbrahim 3
ve yebgûne-hâ : ve onu isterler
-
14-İbrahim 3
ivecen : eğrilik
-
14-İbrahim 3
ulâike : işte onlar
-
14-İbrahim 4
ve mâ erselnâ : ve biz göndermedik
-
14-İbrahim 4
min resûlin : resûlden (resûl olarak)
-
14-İbrahim 4
li yubeyyine : anlatması için, beyan etsin diye
-
14-İbrahim 4
lehum : onlara
-
14-İbrahim 4
fe : artık, bundan sonra
-
14-İbrahim 4
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
14-İbrahim 4
ve yehdî : ve hidayete erdirir, ulaştırır
-
14-İbrahim 4
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
14-İbrahim 4
ve huve : ve o
-
14-İbrahim 4
el azîzu : izzet sahibi, azîz olandır
-
14-İbrahim 4
el hakîmu : hikmet sahibidir, hüküm sahibidir
-
14-İbrahim 5
ve lekad : ve andolsun ki
-
14-İbrahim 5
erselnâ : biz gönderdik
-
14-İbrahim 5
en ahric : çıkarmak
-
14-İbrahim 5
kavme-ke : senin kavmin
-
14-İbrahim 5
min ez zulumâti : karanlıklardan
-
14-İbrahim 5
ilâ en nûri : nura
-
14-İbrahim 5
ve zekkir-hum : ve onlara hatırlat, onları zikrettir
-
14-İbrahim 5
bi eyyâmi allâhi : Allah'ın günlerini
-
14-İbrahim 5
inne : muhakkak
-
14-İbrahim 5
fî zâlike : bunda
-
14-İbrahim 5
le âyâtin : elbette âyetler vardır
-
14-İbrahim 5
şekûrin : şükredenler
-
14-İbrahim 6
ve iz kâle : ve demişti
-
14-İbrahim 6
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'metlerini
-
14-İbrahim 6
aleykum : size
-
14-İbrahim 6
iz encâ-kum : sizi kurtardığı zaman
-
14-İbrahim 6
min âli fir'avne : firavunun ailesinden
-
14-İbrahim 6
yesûmûne-kum : sizi zorluyorlar, maruz bırakıyorlar
-
14-İbrahim 6
sûe el azâbi : kötü azaba
-
14-İbrahim 6
ve yuzebbihûne : ve boğazlıyorlar (öldürüyorlar)
-
14-İbrahim 6
ebnâe-kum : sizin oğullarınız
-
14-İbrahim 6
ve yestahyûne : ve canlı bırakıyorlar (sağ)
-
14-İbrahim 6
nisâe-kum : hanımlarınızı, kadınlarınızı
-
14-İbrahim 6
ve fî zâlikum : ve bunlarda vardır
-
14-İbrahim 6
belâun : bir imtihan
-
14-İbrahim 7
ve iz te'ezzene : ve bildirmişti, duyurmuştu
-
14-İbrahim 7
le in : eğer gerçekten
-
14-İbrahim 7
şekertum : şükrettiniz
-
14-İbrahim 7
le ezîdenne-kum : mutlaka, elbette size artırırım
-
14-İbrahim 7
ve le in : ve eğer
-
14-İbrahim 7
kefertum : inkâr ettiniz
-
14-İbrahim 7
inne : muhakkak
-
14-İbrahim 7
le şedîdun : mutlaka çok şiddetli
-
14-İbrahim 8
ve kâle : ve dedi
-
14-İbrahim 8
in tekfurû : eğer inkâr ederseniz
-
14-İbrahim 8
entum : siz
-
14-İbrahim 8
ve men : ve kimse
-
14-İbrahim 8
fî el ardı : yeryüzünde
-
14-İbrahim 8
cemî'an : tümü, hepsi
-
14-İbrahim 8
fe : o zaman
-
14-İbrahim 8
inne allâhe : muhakkak Allah
-
14-İbrahim 8
le ganiyyun : ganidir, ihtiyacı yoktur, muhtaç değildir
-
14-İbrahim 9
e lem ye'ti-kum : size gelmedi mi
-
14-İbrahim 9
nebeu ellezîne : o kimselerin haberi
-
14-İbrahim 9
ve âdin : ve
-
14-İbrahim 9
ve semûde : ve
-
14-İbrahim 9
ve ellezîne : ve o kimseler
-
14-İbrahim 9
lâ ya'lemu-hum : onları bilmez
-
14-İbrahim 9
câet-hum : onlara geldi
-
14-İbrahim 9
bi el beyyinâti : beyyinelerle (delillerle)
-
14-İbrahim 9
fe reddû : döndürdüler, götürdüler
-
14-İbrahim 9
eydiye-hum : ellerini
-
14-İbrahim 9
fî efvâhi-him : ağızlarına
-
14-İbrahim 9
ve kâlû : ve dediler
-
14-İbrahim 9
kefernâ : inkâr ettik
-
14-İbrahim 9
ve innâ : ve muhakkak biz
-
14-İbrahim 9
le fî şekkin : mutlaka şüphe içinde
-
14-İbrahim 9
ted'ûne-nâ : bizi davet ediyorsun
-
14-İbrahim 9
ileyhi : ona
-
14-İbrahim 10
kâlet : dedi
-
14-İbrahim 10
e fî allâhi : Allah hakkında mı
-
14-İbrahim 10
şekkun : bir şüphe
-
14-İbrahim 10
fâtırı es semâvâti : semaları yaratan
-
14-İbrahim 10
ve el ardı : ve arzı (yeryüzünü)
-
14-İbrahim 10
yed'û-kum : sizi davet ediyor
-
14-İbrahim 10
li yagfire : mağfiret etmek için
-
14-İbrahim 10
lekum : sizi
-
14-İbrahim 10
ve yuahhıre-kum : ve sizi tehir ediyor, erteliyor, mühlet veriyor
-
14-İbrahim 10
ilâ ecelin : bir zamana kadar
-
14-İbrahim 10
musemmen : belirli
-
14-İbrahim 10
in entum : siz, eğer iseniz
-
14-İbrahim 10
beşerun : bir beşer
-
14-İbrahim 10
turîdûne : istiyorsunuz
-
14-İbrahim 10
en tesuddû-nâ : bizi men etmek, alıkoymak
-
14-İbrahim 10
kâne : oldu, idi
-
14-İbrahim 10
fe'tû-nâ : öyleyse bize getirin
-
14-İbrahim 11
kâlet : dedi
-
14-İbrahim 11
lehum : onlara
-
14-İbrahim 11
beşerun : beşer, insan
-
14-İbrahim 11
ve lâkinne allâhe : ve fakat Allah
-
14-İbrahim 11
yemunnu : lütufta bulunur, ni'metlendirir
-
14-İbrahim 11
men yeşâu : dilediği kimse
-
14-İbrahim 11
ve mâ kâne : ve olmaz
-
14-İbrahim 11
lenâ : bizim
-
14-İbrahim 11
en ne'tiye-kum : size bizim getirmemiz
-
14-İbrahim 11
ve alâ allâhi : ve Allah'a
-
14-İbrahim 11
fel yetevekkeli : artık tevekkül etsinler
-
14-İbrahim 11
el mu'minûne : mü'minler
-
14-İbrahim 12
ve mâ lenâ : ve niçin (neden) biz
-
14-İbrahim 12
ellâ netevekkele : tevekkül etmeyelim
-
14-İbrahim 12
ve kad hedâ-nâ : ve bizi hidayet etmiştir, ulaştırmıştır
-
14-İbrahim 12
subule-nâ : yollarımıza
-
14-İbrahim 12
ve le nasbirenne : ve elbette sabredeceğiz
-
14-İbrahim 12
âzeytumû-nâ : bize sizin yaptığınız eziyetler
-
14-İbrahim 12
ve alâllâhi (ve alâ allahi) : ve Allah'a
-
14-İbrahim 12
fel yetevekkeli : artık tevekkül etsinler
-
14-İbrahim 12
el mutevekkilûne : tevekkül edenler
-
14-İbrahim 13
ve kâle : ve dedi
-
14-İbrahim 13
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
14-İbrahim 13
le nuhricenne-kum : muhakkak sizi çıkaracağız
-
14-İbrahim 13
ev : veya
-
14-İbrahim 13
le teûdunne : mutlaka döneceksiniz, dönersiniz
-
14-İbrahim 13
fî milleti-nâ : bizim dînimize
-
14-İbrahim 13
fe evhâ : bunun üzerine vahyetti
-
14-İbrahim 13
ileyhim : onlara
-
14-İbrahim 13
le nuhlikenne : mutlaka helâk edeceğiz
-
14-İbrahim 13
ez zâlimîne : zalimler
-
14-İbrahim 14
ve le nuskinenne-kum : ve sizi yerleştireceğiz
-
14-İbrahim 14
el arda : arz, yer
-
14-İbrahim 14
zâlike : işte bu
-
14-İbrahim 14
li men : kimse için
-
14-İbrahim 14
hâfe makâmî : makamımdan korkan
-
14-İbrahim 14
ve hâfe : ve korkan
-
14-İbrahim 15
vesteftehû (ve isteftehû) : ve fetih (zafer) istediler
-
14-İbrahim 15
ve hâbe : ve kaybettiler
-
14-İbrahim 15
cebbârin : zorba, zorlayıcı
-
14-İbrahim 16
min verâi-hi : onun arkasında, ardında
-
14-İbrahim 16
cehennemu : cehennem
-
14-İbrahim 16
ve yuskâ : ve içirirler
-
14-İbrahim 17
yetecerreu-hu : onu yutmaya çalışır (çalışacak)
-
14-İbrahim 17
ve lâ yekâdu : ve olmayacak, olamayacak
-
14-İbrahim 17
ve ye'tî-hi el mevtu : ve ona ölüm gelecek
-
14-İbrahim 17
min kulli mekânin : heryerden, her mekândan
-
14-İbrahim 17
ve mâ : ve olmaz, olamaz
-
14-İbrahim 17
huve : o
-
14-İbrahim 17
bi meyyitin : ölü
-
14-İbrahim 17
ve min verâi-hi : ve onun arkasından
-
14-İbrahim 18
meselu : mesele, durum
-
14-İbrahim 18
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfir olanlar
-
14-İbrahim 18
ke remâdin : kül gibi
-
14-İbrahim 18
işteddet : savurdu
-
14-İbrahim 18
er rîhu : şiddetli rüzgâr
-
14-İbrahim 18
fî yevmin : gün içinde, günde
-
14-İbrahim 18
lâ yakdirûne : güç yetiremezler
-
14-İbrahim 18
kesebû : kazandılar
-
14-İbrahim 18
şey'in : şey(ler)
-
14-İbrahim 18
zâlike : işte bu, bu
-
14-İbrahim 18
huve : o
-
14-İbrahim 18
ed dalâlu : dalâlet
-
14-İbrahim 18
el baîdu : uzak
-
14-İbrahim 19
e lem tere : görmüyor musun
-
14-İbrahim 19
enne allâhe : muhakkak ki Allah
-
14-İbrahim 19
es semâvâti : gökleri, semaları
-
14-İbrahim 19
ve el arda : ve yeryüzü, arz
-
14-İbrahim 19
bi el hakkı : hak ile
-
14-İbrahim 19
in yeşa' : eğer o dilerse
-
14-İbrahim 19
ve ye'ti : ve getirir
-
14-İbrahim 19
cedîdin : yeni
-
14-İbrahim 20
ve mâ : ve değildir
-
14-İbrahim 20
zâlike : işte bu, bu
-
14-İbrahim 21
ve berezû : ve çıktılar
-
14-İbrahim 21
cemîan : hepsi
-
14-İbrahim 21
fe kâle : o zaman, dediler
-
14-İbrahim 21
ed duafâu : zayıflar, güçsüzler
-
14-İbrahim 21
li ellezîne istekberû : kibirlenen kimselere
-
14-İbrahim 21
lekum : size
-
14-İbrahim 21
tebean : tâbî
-
14-İbrahim 21
fe hel : artık, şu an, şimdi, mi
-
14-İbrahim 21
entum : siz
-
14-İbrahim 21
mugnûne : giderenler, uzaklaştıranlar
-
14-İbrahim 21
min şey'in : bir şeyden, bir şeyi
-
14-İbrahim 21
lev : eğer, şâyet
-
14-İbrahim 21
hedâ-na allâhu : Allah bizi hidayete erdirdi
-
14-İbrahim 21
le hedeynâ-kum : elbette biz sizi hidayete erdirdik
-
14-İbrahim 21
sevâun : eşittir, birdir
-
14-İbrahim 21
aleynâ : bize göre, bizim için
-
14-İbrahim 21
e cezi'nâ : feryat mı ettik
-
14-İbrahim 21
em sabernâ : yoksa sabır mı ettik
-
14-İbrahim 21
mâ lenâ : bize yoktur
-
14-İbrahim 22
ve kâle eş şeytânu : ve şeytan dedi
-
14-İbrahim 22
lemmâ : olduğu zaman
-
14-İbrahim 22
kudıye el emru : emir yerine getirildi, tamamlandı
-
14-İbrahim 22
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
14-İbrahim 22
veade-kum : size vaadetti
-
14-İbrahim 22
va'de el hakkı : hakkın vaadi
-
14-İbrahim 22
ve veadtu-kum : ve size vaadettim
-
14-İbrahim 22
fe ahleftu-kum : size verdiğim sözden hilâf ettim (vaadimden döndüm)
-
14-İbrahim 22
ve mâ kâne : ve olmadı, yoktu
-
14-İbrahim 22
liye : benim
-
14-İbrahim 22
aleykum : sizin üzerinizde
-
14-İbrahim 22
illâ en : ancak, sadece
-
14-İbrahim 22
deavtu-kum : sizi davet ettim
-
14-İbrahim 22
fe istecebtum : böylece siz icabet ettiniz
-
14-İbrahim 22
fe lâ telûmû-nî : artık beni kınamayın, levmetmeyin
-
14-İbrahim 22
ve lûmû : ve kınayın, levmedin
-
14-İbrahim 22
enfuse-kum : sizin nesflerinizi (kendinizi)
-
14-İbrahim 22
ene : ben
-
14-İbrahim 22
ve mâ entum : ve siz değilsiniz
-
14-İbrahim 22
bi musrıhıyye : benim yardımcım (bana yardım eden)
-
14-İbrahim 22
kefertu : inkâr ettim
-
14-İbrahim 22
eşrektumû-ni : beni ortak koşmanız
-
14-İbrahim 22
inne ez zâlimîne : muhakkak zalimler
-
14-İbrahim 22
lehum : onlara vardır, onlar için vardır
-
14-İbrahim 22
azâbun elîmun : acı azap
-
14-İbrahim 23
ve udhile : ve dahil edilirler, konulurlar
-
14-İbrahim 23
ellezîne : o kimseler
-
14-İbrahim 23
âmenû : ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar
-
14-İbrahim 23
ve amilû es sâlihâti : ve nefsi ıslâh edici amel işleyenler
-
14-İbrahim 23
cennâtin : cennetler
-
14-İbrahim 23
tecrî : akar
-
14-İbrahim 23
el enhâru : nehirler
-
14-İbrahim 23
hâlidîne : ebedî kalırlar
-
14-İbrahim 23
tehıyyetu-hum : onların tahiyyeleri (temennileri, iltifatları, duaları, esenlik dilekleri)
-
14-İbrahim 23
selâmun : selâmdır
-
14-İbrahim 24
e lem tere : görmedin mi
-
14-İbrahim 24
keyfe : nasıl
-
14-İbrahim 24
darabe allâhu meselen : Allah örnek (misal) verdi
-
14-İbrahim 24
kelimeten : bir söz, bir kelime
-
14-İbrahim 24
tayyibeten : güzel
-
14-İbrahim 24
ke şeceretin : bir ağaç gibi
-
14-İbrahim 24
tayyibetin : güzel
-
14-İbrahim 24
ve fer'u-hâ : ve onun dalı
-
14-İbrahim 24
fî es semâi : semada
-
14-İbrahim 25
ukule-hâ : (onun) kendi meyvesi
-
14-İbrahim 25
kulle : her
-
14-İbrahim 25
ve yadrıbu allâhu el emsâle : ve Allah misal verir
-
14-İbrahim 25
li en nâsi : insanlara
-
14-İbrahim 25
lealle-hum : umulur ki onlar, böylece onlar
-
14-İbrahim 25
yetezekkerûne : tezekkür ederler
-
14-İbrahim 26
ve meselu : ve örnek, misal, durum
-
14-İbrahim 26
kelimetin : bir söz, bir kelime
-
14-İbrahim 26
habîsetin : kötü, habis, fena, çirkin
-
14-İbrahim 26
ke şeceretin : bir ağaç gibi
-
14-İbrahim 26
habîsetin : kötü, habis, fena, çirkin
-
14-İbrahim 26
ictusset : kökünden koparıldı
-
14-İbrahim 26
min fevkı el ardı : yerin üstünden
-
14-İbrahim 26
mâ lehâ : onun (için) yoktur
-
14-İbrahim 27
yusebbitu allâhu : Allah sebat ettirir
-
14-İbrahim 27
ellezîne âmenû : ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen kimseler, âmenû olanlar
-
14-İbrahim 27
bi el kavli es sâbiti : sabit söz ile
-
14-İbrahim 27
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
14-İbrahim 27
ve fî el âhıreti : ve ahirette
-
14-İbrahim 27
ve yudıllu allâhu : ve Allah dalâlette bırakır
-
14-İbrahim 27
ez zâlimîne : zalimler
-
14-İbrahim 27
ve yef'alu allâhu : ve Allah yapar
-
14-İbrahim 27
mâ yeşâu : dilediği şeyi
-
14-İbrahim 28
e lem tere : görmedin mi
-
14-İbrahim 28
ilellezîne (ilâ ellezîne) : o kimseleri
-
14-İbrahim 28
beddelû : bedel, karşılık
-
14-İbrahim 28
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'meti
-
14-İbrahim 28
kufren : küfür, inkâr
-
14-İbrahim 28
ve ehallû : ve ikamet etmek üzere götürdüler, ikamet ettirdiler
-
14-İbrahim 28
kavme-hum : onların kavimleri
-
14-İbrahim 28
dâre : yurt
-
14-İbrahim 28
el bevâri : yok olma, helâk olma
-
14-İbrahim 29
cehenneme : cehennem
-
14-İbrahim 29
yaslevne-hâ : ona (ateşe) yaslanırlar, maruz kalırlar
-
14-İbrahim 29
ve bi'se : ve ne kötü
-
14-İbrahim 29
el karâru : karar yeri, yerleşme mekânı, karar kılınan yer
-
14-İbrahim 30
ve cealû : ve kıldılar
-
14-İbrahim 30
endâden : eşler, denkler
-
14-İbrahim 30
an sebîli-hi : onun yolundan
-
14-İbrahim 30
temetteû : metalanın, faydalanın, refah içinde olun
-
14-İbrahim 30
fe inne : artık mutlaka
-
14-İbrahim 30
masîre-kum : sizin dönüşünüz
-
14-İbrahim 30
ilâ en nâri : ateşe
-
14-İbrahim 31
li ibâdiye : kullarıma
-
14-İbrahim 31
ellezîne âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar
-
14-İbrahim 31
yukîmu es salâte : namazı ikame ederler
-
14-İbrahim 31
ve yunfikû : ve infâk ederler
-
14-İbrahim 31
sirren : gizli
-
14-İbrahim 31
ve alâniyeten : ve açık olarak
-
14-İbrahim 31
en ye'tiye : gelmesi
-
14-İbrahim 31
yevmun : o gün
-
14-İbrahim 31
lâ bey'un : alışveriş olmayan
-
14-İbrahim 31
ve lâ : ve yoktur
-
14-İbrahim 32
allâhu ellezî : Allah, ki o
-
14-İbrahim 32
halaka es semâvâti : semaları yarattı
-
14-İbrahim 32
ve el arda : ve yeryüzü, arz
-
14-İbrahim 32
ve enzele : ve indirdi
-
14-İbrahim 32
min es semâi : semadan, gökyüzünden
-
14-İbrahim 32
mâen : su
-
14-İbrahim 32
fe ahrece : böylece çıkardı
-
14-İbrahim 32
min es semerâti : ürünlerden
-
14-İbrahim 32
lekum : size, sizin için
-
14-İbrahim 32
ve sehhare lekum : ve sizin emrinize verdi, emrinize amade kıldı, musahhar kıldı
-
14-İbrahim 32
el fulke : gemiler
-
14-İbrahim 32
li tecriye : akıp gitmesi için
-
14-İbrahim 32
fî el bahri : denizde
-
14-İbrahim 32
bi emri-hi : onun emri ile
-
14-İbrahim 32
ve sehhare lekum : ve sizin emrinize verdi, emrinize amade kıldı, musahhar kıldı
-
14-İbrahim 32
el enhâra : nehirler
-
14-İbrahim 33
ve sehhare : ve boyun eğdirdi, emre amade kıldı, musahhar kıldı
-
14-İbrahim 33
lekum : sizin için
-
14-İbrahim 33
eş şemse : güneş
-
14-İbrahim 33
ve el kamere : ve ay
-
14-İbrahim 33
dâibeyni : ikisi de adet üzere (sünnetullah ile) devamlı hareket halinde
-
14-İbrahim 33
ve sehhare : ve emre amade kıldı, musahhar kıldı
-
14-İbrahim 33
lekum : sizin için
-
14-İbrahim 33
el leyle : gece
-
14-İbrahim 33
ve en nehâra : ve gündüz
-
14-İbrahim 34
ve âtâ-kum : ve size verdi
-
14-İbrahim 34
mâ se'eltumû-hu : sizin ondan istediğiniz şey
-
14-İbrahim 34
ve in teuddû : ve eğer sayarsanız
-
14-İbrahim 34
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'meti
-
14-İbrahim 34
inne el insâne : muhakkak insan
-
14-İbrahim 34
le zalûmûn : gerçekten çok zalim
-
14-İbrahim 34
keffârun : çok nankör, kuvvetle inkâr eden
-
14-İbrahim 35
ve iz kâle : ve demişti
-
14-İbrahim 35
hâze el belede : bu şehir, bu belde
-
14-İbrahim 35
âminen : emniyetli, emin
-
14-İbrahim 35
vecnubnî (ve ucnub-nî) : ve beni uzaklaştır, içtinab ettir
-
14-İbrahim 35
ve beniyye : ve oğullarımı
-
14-İbrahim 35
en na'bude : bizim tapmamız
-
14-İbrahim 35
el asnâme : putlara
-
14-İbrahim 36
innehunne : muhakkak onlar, gerçekten onlar
-
14-İbrahim 36
adlelne : saptırdılar, dalâlete düşürdüler
-
14-İbrahim 36
kesîren : çoğunu
-
14-İbrahim 36
min en nâsi : insanlardan
-
14-İbrahim 36
fe men : artık kim
-
14-İbrahim 36
tebia-nî : bana tâbî olur
-
14-İbrahim 36
fe inne-hu : o zaman muhakkak o
-
14-İbrahim 36
ve men : ve kim
-
14-İbrahim 36
fe inne-ke : o zaman muhakkak sen
-
14-İbrahim 37
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
14-İbrahim 37
eskentu : yerleştirdim, iskân ettim
-
14-İbrahim 37
min zurriyyetî : zürriyetimden
-
14-İbrahim 37
zî zer'ın : ekine sahip
-
14-İbrahim 37
inde : yanında
-
14-İbrahim 37
beyti-ke el muharremi : senin Beyt-i Haram'ın
-
14-İbrahim 37
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
14-İbrahim 37
li yukîmu es salâte : (namazı ikame etmek için) namazı ikame etsinler
-
14-İbrahim 37
fec'al (fe ic'al) : böylece kıl
-
14-İbrahim 37
ef'ideten : gönüller
-
14-İbrahim 37
min en nâsi : insanlardan
-
14-İbrahim 37
tehvî : sen meylettir
-
14-İbrahim 37
ileyhim : onlara
-
14-İbrahim 37
verzuk-hum : ve onları rızıklandır
-
14-İbrahim 37
min es semerâti : ürünlerden
-
14-İbrahim 37
lealle-hum : umulur ki onlar, böylece onlar
-
14-İbrahim 37
yeşkurûne : şükrederler
-
14-İbrahim 38
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
14-İbrahim 38
inne-ke : muhakkak sen
-
14-İbrahim 38
ta'lemu : bilirsin
-
14-İbrahim 38
ve mâ nu'linu : ve açıkladığımız (aleni olan) şeyler
-
14-İbrahim 38
ve mâ yahfâ : ve gizli değildir (olmaz)
-
14-İbrahim 38
min şey'in : bir şey
-
14-İbrahim 38
fî el ardı : yeryüzünde
-
14-İbrahim 38
ve lâ : ve değildir
-
14-İbrahim 38
fî es semâi : semada
-
14-İbrahim 39
el hamdu li allâhi : hamd Allah'a aittir, hamd Allah'adır, Allah'a mahsustur
-
14-İbrahim 39
ellezî : ki o
-
14-İbrahim 39
vehebe : bağışladı, hibe etti
-
14-İbrahim 39
el kiberi : ihtiyarlık
-
14-İbrahim 39
ismâîle : İsmail
-
14-İbrahim 39
ve ishâka : ve İshak
-
14-İbrahim 39
inne : muhakkak
-
14-İbrahim 39
le semîu ed duâi : duayı mutlaka işitendir
-
14-İbrahim 40
mukîme : ikame eden
-
14-İbrahim 40
es salâti : namaz
-
14-İbrahim 40
ve min zurriyyetî : ve zürriyetimden, zürriyetimi
-
14-İbrahim 40
rabbe-nâ : bizim Rabbimiz
-
14-İbrahim 40
ve tekabbel : ve kabul et
-
14-İbrahim 41
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
14-İbrahim 41
ve li vâlideyye : ve, annemi ve babamı
-
14-İbrahim 41
ve li el mu'minîne : ve mü'minleri
-
14-İbrahim 41
yevme : gün
-
14-İbrahim 41
yekûmu : yapılır (ikame edilir)
-
14-İbrahim 41
el hisâbu : hesap
-
14-İbrahim 42
ve lâ tahsebenne allâhe : ve Allah'ı sanma, zannetme
-
14-İbrahim 42
gâfilen : gâfil, bilmeyen
-
14-İbrahim 42
ya'melu : yapıyorlar
-
14-İbrahim 42
ez zâlimûne : zalimler
-
14-İbrahim 42
innemâ : sadece, yalnız
-
14-İbrahim 42
li yevmin : o güne
-
14-İbrahim 42
teşhasu : (gördüğü şeyin dehşetinden) açık kalır
-
14-İbrahim 42
el ebsâru : gözler
-
14-İbrahim 43
muhtiîne : hızla gidenler, koşanlar
-
14-İbrahim 43
lâ yerteddu : dönmez, dönemez, çevrilmez
-
14-İbrahim 43
ileyhim : onlara, kendilerine
-
14-İbrahim 43
ve ef'idetu-hum : ve onların kalpleri
-
14-İbrahim 43
hevâun : heva (hevesler), nefsin afetleri (vardır)
-
14-İbrahim 44
ve enzir : ve uyar
-
14-İbrahim 44
en nâse : insanlar
-
14-İbrahim 44
yevme : gün
-
14-İbrahim 44
ye'tî-him : onlara gelecek
-
14-İbrahim 44
el azâbu : azap
-
14-İbrahim 44
fe yekûlu : o zaman der, söyler
-
14-İbrahim 44
ellezîne zalemû : zulmeden kimseler
-
14-İbrahim 44
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
14-İbrahim 44
ilâ ecelin : bir süreye kadar
-
14-İbrahim 44
da'vete-ke : senin davetine
-
14-İbrahim 44
ve nettebii : ve biz tâbî olalım
-
14-İbrahim 44
er rusule : resûllere
-
14-İbrahim 44
e ve lem tekûnû : ve, siz olmadınız mı, siz değil misiniz
-
14-İbrahim 44
aksemtum : yemin ettiniz (kasem ettiniz)
-
14-İbrahim 44
mâ lekum : sizin için yoktur
-
14-İbrahim 44
min zevâlin : bir zeval, zail olma, gitme (yer değiştirme: bir yerden bir yere gitme, dünya yurdundan ahiret yurduna intikal etme)
-
14-İbrahim 45
ve sekentum : ve siz yerleştiniz
-
14-İbrahim 45
fî mesâkini : meskenlere
-
14-İbrahim 45
ellezîne zalemû enfuse-hum : nefslerine zulmeden kimseler
-
14-İbrahim 45
ve tebeyyene : ve beyan edildi (açıklandı)
-
14-İbrahim 45
lekum : size
-
14-İbrahim 45
keyfe : nasıl (neler)
-
14-İbrahim 45
fealnâ : yaptık
-
14-İbrahim 45
ve darabnâ : ve (misal) verdik
-
14-İbrahim 45
lekum : size
-
14-İbrahim 45
el emsâle : misaller, örnekler
-
14-İbrahim 46
ve kad : ve olmuştu
-
14-İbrahim 46
mekerû : (hile) tuzak kurdular
-
14-İbrahim 46
mekre-hum : onların hileleri, tuzakları
-
14-İbrahim 46
ve inde allâhi : ve Allah'ın indindedir (katında, bilgisi vardır)
-
14-İbrahim 46
mekru-hum, : onların tuzakları, hileleri
-
14-İbrahim 46
ve in kâne : ve olsa bile
-
14-İbrahim 46
mekru-hum : onların tuzakları, hileleri
-
14-İbrahim 46
li tezûle : zail olması, yok edecek olması
-
14-İbrahim 46
el cibâlu : dağlar
-
14-İbrahim 47
fe : öyleyse
-
14-İbrahim 47
lâ tahsebenne allâhe : Allah'ı sakın sanma, zannetme
-
14-İbrahim 47
muhlife : sözünde hilâf bulunan, vaadini yerine getirmeyen
-
14-İbrahim 47
rusule-hu : onun resûlleri
-
14-İbrahim 47
inne allâhe : muhakkak Allah
-
14-İbrahim 48
yevme : o gün
-
14-İbrahim 48
tubeddelu : değiştirilir, bir halden (şekilden) bir başka hale (şekle) döndürülür
-
14-İbrahim 48
el ardu : yeryüzü
-
14-İbrahim 48
gayre : başka
-
14-İbrahim 48
el ardı : yeryüzü
-
14-İbrahim 48
ve es semâvâtu : ve semalar
-
14-İbrahim 48
ve berezû : ve ortaya çıktılar
-
14-İbrahim 48
el vâhıdi : bir (tek) olan, vahid olan
-
14-İbrahim 48
el kahhâri : kahhar olan, kahretmeye gücü yeten
-
14-İbrahim 49
ve tere : ve sen görürsün
-
14-İbrahim 49
el mucrimîne : mücrimler, suçlular
-
14-İbrahim 49
yevme izin : izin günü
-
14-İbrahim 49
mukarrenîne : birbirine bağlanmış olanlar
-
14-İbrahim 49
el asfâdi \n(el safedu) : bukağı, kelepçeler, zincir \n: (kelepçe)
-
14-İbrahim 50
serâbîlu-hum : onların gömlekleri
-
14-İbrahim 50
ve tagşâ : ve kaplamıştır, sarmıştır
-
14-İbrahim 50
vucûhe-hum : onların yüzleri
-
14-İbrahim 50
en nâru : ateş
-
14-İbrahim 51
li yecziye allâhu : Allah'ın karşılığını (ceza veya mükâfat) vermesi içindir
-
14-İbrahim 51
kulle : hepsi, bütünü, tamamı
-
14-İbrahim 51
nefsin : nefs
-
14-İbrahim 51
mâ kesebet, : kazandığı şeyler
-
14-İbrahim 51
inne allâhe : muhakkak Allah
-
14-İbrahim 51
serîu el hısâbi : hesabı çabuk gören
-
14-İbrahim 52
belâgun : bir bildiridir, duyurudur, tebliğdir
-
14-İbrahim 52
li en nâsi : insanlar için
-
14-İbrahim 52
ve li yunzerû : ve uyarılsınlar diye
-
14-İbrahim 52
ve li ya'lemû : ve bilsinler diye
-
14-İbrahim 52
ennemâ : sadece, yalnız, ancak
-
14-İbrahim 52
huve : o
-
14-İbrahim 52
ve li yezzekkere : ve tezekkür etsinler diye
-
14-İbrahim 52
ûlu el elbâbi : sırların sahipleri
-
15-Hicr 1
elif lâm râ : elif, lâm, râ
-
15-Hicr 1
tilke : işte bu, bunlar
-
15-Hicr 1
âyâtu el kitâbi : kitabın âyetleridir
-
15-Hicr 1
ve kur'ânin : ve Kur'ân
-
15-Hicr 2
rubemâ : ihtimal ki
-
15-Hicr 2
yeveddu : isterler, temenni (ederler) edecekler
-
15-Hicr 2
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
-
15-Hicr 2
lev : ise, olsa, keşke
-
15-Hicr 2
muslimîne : müslüman, teslim olanlar
-
15-Hicr 3
zer-hum : onları bırak, terket
-
15-Hicr 3
ye'kulû : yesinler
-
15-Hicr 3
ve yetemetteû : ve metalansınlar, refah içerisinde yaşasınlar, faydalansınlar
-
15-Hicr 3
ve yulhi-him : ve onları meşgul etsin, oyalasın
-
15-Hicr 3
el emelu : emel, ümit
-
15-Hicr 3
fe : artık, fakat
-
15-Hicr 3
sevfe : yakında olacak
-
15-Hicr 3
ya'lemûne : bilirler, bilecekler
-
15-Hicr 4
ve mâ ehleknâ : ve biz helâk etmedik
-
15-Hicr 4
min karyetin : bir yeri, bir ülkeyi
-
15-Hicr 4
ve lehâ : ve onun vardır
-
15-Hicr 5
tesbiku : öne geçer, öne alır
-
15-Hicr 5
min ummetin : bir ümmet(ten)
-
15-Hicr 5
ecele-hâ : onun eceli, onun için tayin edilen zaman dilimi
-
15-Hicr 5
ve mâ : ve olmaz
-
15-Hicr 5
yeste'hırûne : tehir eder (erteler, geciktirir)
-
15-Hicr 6
ve kâlû : ve dediler
-
15-Hicr 6
yâ eyyuhâ ellezî : ey o kimse
-
15-Hicr 6
nuzzile : indirildi
-
15-Hicr 6
aleyhi ez zikru : ona zikir
-
15-Hicr 6
inne-ke : muhakkak sen
-
15-Hicr 6
le mecnûnun : mutlaka mecnun (deli)
-
15-Hicr 7
lev mâ : olsa olmaz mı
-
15-Hicr 7
te'tî-nâ bi : sen bize getirirsin
-
15-Hicr 7
el melâiketi : melekler
-
15-Hicr 7
in kunte : eğer sen isen
-
15-Hicr 7
min es sâdıkîne : doğru söyleyenlerden, sadıklardan
-
15-Hicr 8
mâ nunezzilu : indirmeyiz
-
15-Hicr 8
el melâikete : melekler
-
15-Hicr 8
bi el hakkı : hak ile
-
15-Hicr 8
ve mâ kânû : ve olmadılar (olmazlar)
-
15-Hicr 8
izen : o taktirde, o zaman
-
15-Hicr 8
munzarîne : bekletilenler (mühlet, zaman verilenler)
-
15-Hicr 9
nezzelnâ : indirdik
-
15-Hicr 9
ez zikre : zikir
-
15-Hicr 9
ve innâ : ve muhakkak biz
-
15-Hicr 9
lehu : onu
-
15-Hicr 9
le : elbette, mutlaka
-
15-Hicr 9
hâfizûne : koruyanlar, koruyucular
-
15-Hicr 10
ve lekad : ve andolsun ki
-
15-Hicr 10
erselnâ : biz gönderdik
-
15-Hicr 10
min kabli-ke : senden önce
-
15-Hicr 10
el evvelîne : evvelkiler, öncekiler
-
15-Hicr 11
ve mâ ye'tî-him : ve onlara gelmedi
-
15-Hicr 11
min resûlin : bir resûl(den)
-
15-Hicr 11
yestehziûne : alay ederler
-
15-Hicr 12
kezâlike : işte böyle, böylece, onun gibi
-
15-Hicr 12
nesluku-hu : onu sokarız
-
15-Hicr 12
el mucrimîne : mücrimler, suçlular, günahkârlar
-
15-Hicr 13
lâ yu'minûne : inanmazlar
-
15-Hicr 13
ve kad : ve olmuştur
-
15-Hicr 13
halet : geçti
-
15-Hicr 13
sunnetu : sünnet (âdet)
-
15-Hicr 13
el evvelîne : evvelkiler
-
15-Hicr 14
ve lev : ve olsa, olsa bile
-
15-Hicr 14
fetahnâ : biz açtık
-
15-Hicr 14
aleyhim : onlara
-
15-Hicr 14
bâben : bir kapı
-
15-Hicr 14
min es semâi : semadan
-
15-Hicr 14
fe : o zaman
-
15-Hicr 14
ya'rucûne : yükselirler
-
15-Hicr 15
le : elbette, mutlaka
-
15-Hicr 15
innemâ : sadece, ancak, fakat
-
15-Hicr 15
sukkiret : döndürüldü, engellendi, bağlandı
-
15-Hicr 15
ebsâru-nâ : gözlerimiz
-
15-Hicr 15
bel : hayır, aksine
-
15-Hicr 15
meshûrûne : büyülenmiş, sihir yapılmış
-
15-Hicr 16
ve lekad : ve andolsun
-
15-Hicr 16
cealnâ : biz kıldık, yaptık
-
15-Hicr 16
fî es semâi : semada
-
15-Hicr 16
burûcen : burçlar, takım yıldızlar, yıldız kümeleri
-
15-Hicr 16
ve zeyyennâ-hâ : ve onu süsledik
-
15-Hicr 16
li en nâzırîne : bakanlar için
-
15-Hicr 17
ve hafıznâ-hâ : ve onu muhafaza ettik, koruduk
-
15-Hicr 17
şeytânin : şeytan
-
15-Hicr 17
recîmin : taşlanmış
-
15-Hicr 18
men : kim
-
15-Hicr 18
isteraka : hırsızlık yaptı (gaybî bilgileri çalmak istedi)
-
15-Hicr 18
es sem'a : duyma, işitme
-
15-Hicr 18
fe : o zaman
-
15-Hicr 18
etbea-hu : onu takip etti
-
15-Hicr 19
ve el arda : ve yeryüzü
-
15-Hicr 19
medednâ-hâ : biz onu uzattık (yaydık)
-
15-Hicr 19
ve elkaynâ : ve biz koyduk, bıraktık
-
15-Hicr 19
revâsiye : büyük dağlar
-
15-Hicr 19
ve enbetnâ : ve biz nebat (bitkiler) yetiştirdik
-
15-Hicr 19
min kulli şey'in : herşeyden
-
15-Hicr 19
mevzûnin : mevzun, birbiriyle orantılı, ölçülü
-
15-Hicr 20
ve cealnâ : ve biz kıldık, yaptık
-
15-Hicr 20
lekum : sizin için
-
15-Hicr 20
meâyişe : geçim kaynakları
-
15-Hicr 20
ve men : ve kimse, kimseler
-
15-Hicr 20
lestum : siz değilsiniz
-
15-Hicr 20
lehu : ona, onun için
-
15-Hicr 20
bi râzıkîne : rızık vericiler, rızıklandıranlar
-
15-Hicr 21
ve in : ve yoktur (eğer var ise, ancak ...dır)
-
15-Hicr 21
min şey'in : bir şeyden, bir şey
-
15-Hicr 21
inde-nâ : bizim katımızda, yanımızda
-
15-Hicr 21
ve mâ nunezzilu-hû : ve onu indirmeyiz
-
15-Hicr 21
bi kaderin : bir kader ile, takdir edilmiş miktarda
-
15-Hicr 22
ve erselna : ve biz gönderdik
-
15-Hicr 22
er riyâha : rüzgârlar
-
15-Hicr 22
levâkıha : aşılayıcı
-
15-Hicr 22
fe enzelnâ : böylece indirdik
-
15-Hicr 22
min es semâi : semadan
-
15-Hicr 22
mâen : su
-
15-Hicr 22
fe eskaynâ-kumû-hu : böylece onunla sizi suladık
-
15-Hicr 22
ve mâ : ve değilsiniz
-
15-Hicr 22
entum : siz
-
15-Hicr 22
lehu : onun
-
15-Hicr 22
bi hâzinîne : hazineler oluşturan
-
15-Hicr 23
ve innâ : ve muhakkak biz
-
15-Hicr 23
le nahnu : mutlaka biz, sadece (kesinlikle) biz
-
15-Hicr 23
ve numîtu : ve öldürürüz
-
15-Hicr 23
ve nahnu : ve biziz
-
15-Hicr 23
el vârisûne : varisler
-
15-Hicr 24
ve lekad : ve andolsun
-
15-Hicr 24
el mustakdimîne : evvelkiler (kadim olanlar, öncekiler)
-
15-Hicr 24
ve lekad : ve andolsun
-
15-Hicr 24
el muste'hırîne : sonrakiler (tehir olanlar)
-
15-Hicr 25
ve inne : ve muhakkak
-
15-Hicr 25
rabbe-ke : senin Rabbin
-
15-Hicr 25
huve : o
-
15-Hicr 25
inne-hu : muhakkak o
-
15-Hicr 26
ve lekad : ve andolsun
-
15-Hicr 26
el insâne : insan
-
15-Hicr 26
hamein : (organik) dönüşüme uğramış
-
15-Hicr 26
mesnûnin : standart (belli) bir şekil verilmiş
-
15-Hicr 27
ve el cânne : cânn (cinlerin babası)
-
15-Hicr 27
min nâri es semûmi \n(semûm) : semûmun ateşinden \n: (çölde esen, hücrelerin içine nüfuz eden yakıcı kavuran (sıcak) rüzgâr)
-
15-Hicr 28
ve iz kâle : ve demişti
-
15-Hicr 28
rabbu-ke : senin Rabbin
-
15-Hicr 28
li el melâiketi : meleklere
-
15-Hicr 28
beşeren : bir beşer (insan)
-
15-Hicr 28
hamein : (organik) dönüşüme uğramış
-
15-Hicr 28
mesnûnin : standart (belli) bir şekil verilmiş
-
15-Hicr 29
fe : artık
-
15-Hicr 29
sevveytu-hu : onu sevva ettim, dizayn ettim
-
15-Hicr 29
ve nefah-tu : ve üfledim
-
15-Hicr 29
fe : hemen
-
15-Hicr 29
lehu : ona, onun için
-
15-Hicr 29
sâcidîne : secde edenler
-
15-Hicr 30
fe secede : böylece secde ettiler
-
15-Hicr 30
el melâiketu : melekler
-
15-Hicr 30
ecmaûne : toplu olarak
-
15-Hicr 31
iblîse : iblis (şeytan)
-
15-Hicr 31
ebâ : kaçındı (direnerek)
-
15-Hicr 31
en yekûne : olmak
-
15-Hicr 31
mea : beraber
-
15-Hicr 31
es sâcidîne : secde edenler
-
15-Hicr 32
kâle : dedi
-
15-Hicr 32
leke : sen (sana)
-
15-Hicr 32
ellâ tekûne (en lâ tekûne) : senin olmaman
-
15-Hicr 32
mea : beraber
-
15-Hicr 32
es sâcidîne : secde edenler
-
15-Hicr 33
kâle : dedi
-
15-Hicr 33
lem ekun : ben olmam
-
15-Hicr 33
li escude : secde eden
-
15-Hicr 33
li beşerin : bir beşere
-
15-Hicr 33
halakte-hu : sen onu halkettin, yarattın
-
15-Hicr 33
min hamein : hameinden (organik dönüşüme uğramış olan)
-
15-Hicr 33
mesnûnin : standart (belli) bir şekil verilmiş
-
15-Hicr 34
kâle : dedi
-
15-Hicr 34
fahruc (fe uhruc) : öyleyse hemen çık
-
15-Hicr 34
fe : artık, böylece, bu sebeple
-
15-Hicr 34
inne-ke : muhakkak sen
-
15-Hicr 34
recîmun : kovulmuş (lânetlenmiş)
-
15-Hicr 35
ve inne : ve muhakkak
-
15-Hicr 35
aleyke el lâ'nete : lânet senin üzerinedir
-
15-Hicr 35
ilâ yevmi ed dîni : dîn gününe (karşılıkların, ceza veya mükâfatın verildiği güne) kadar
-
15-Hicr 36
kâle : dedi
-
15-Hicr 36
fe enzır-nî : öyleyse beni beklet, bana mühlet (zaman, süre) ver
-
15-Hicr 36
ilâ yevmi : güne kadar
-
15-Hicr 36
yub'asûne : beas olunurlar (yeniden diriltilirler)
-
15-Hicr 37
kâle : dedi
-
15-Hicr 37
fe inne-ke : öyleyse gerçekten sen
-
15-Hicr 37
min el munzarîne : bekletilenlerden, mühlet (süre, zaman) verilenlerdensin
-
15-Hicr 38
ilâ yevmi : güne kadar
-
15-Hicr 38
el vakti el ma'lûmi : malûm olan (bilinen) vakit
-
15-Hicr 39
kâle : dedi
-
15-Hicr 39
agveyte-nî : beni sen azdırdın
-
15-Hicr 39
le uzeyyinenne : mutlaka güzelleştireceğim, süsleyeceğim (ziynetlendireceğim)
-
15-Hicr 39
lehum : onlara
-
15-Hicr 39
fî el ardı : yeryüzünde
-
15-Hicr 39
ve le ugviyenne-hum : ve mutlaka onları azdıracağım
-
15-Hicr 39
ecmeîne : tümünü, hepsini
-
15-Hicr 40
ıbâde-ke : senin kulların
-
15-Hicr 40
el muhlasîne : muhlis olanlar, ihlâs makamının sahibi olanlar
-
15-Hicr 41
kâle : dedi
-
15-Hicr 41
aleyye : bana
-
15-Hicr 41
mustekîmun : istikamet verilmiş, yönlendirilmiş
-
15-Hicr 42
inne : muhakkak, gerçekten
-
15-Hicr 42
leyse : değildir, yoktur
-
15-Hicr 42
leke aleyhim : senin onların üzerinde
-
15-Hicr 42
men ittebea-ke : sana uyan, sana tâbî olan kimse
-
15-Hicr 42
min el gâvîne : azgın olanlardan (iğvaya düşenlerden)
-
15-Hicr 43
ve inne : ve muhakkak
-
15-Hicr 43
cehenneme : cehennem
-
15-Hicr 43
le : mutlaka, elbette
-
15-Hicr 43
mev'ıdu-hum : onlara vaadedilen yer
-
15-Hicr 43
ecmaîne : hepsi
-
15-Hicr 44
lehâ : ona ait, onun vardır
-
15-Hicr 44
seb'atu : yedi (7) adet
-
15-Hicr 44
ebvâbin : kapılar
-
15-Hicr 45
inne : muhakkak
-
15-Hicr 45
el muttekîne : takva sahipleri
-
15-Hicr 45
fî cennâtin : cennetler içinde
-
15-Hicr 45
ve uyûnin : ve pınarlar
-
15-Hicr 46
bi selâmin : selâm ile, selâmetle
-
15-Hicr 46
âminîne : emin (korkusuz) olarak
-
15-Hicr 47
ve neza'nâ : ve biz çekip çıkarttık
-
15-Hicr 47
ıhvânen : kardeşler olarak
-
15-Hicr 47
mutekâbilîne : karşılıklı, karşı karşıya
-
15-Hicr 48
lâ yemessu-hum : onlara dokunmaz
-
15-Hicr 48
ve mâ : ve değildir
-
15-Hicr 48
bi muhrecîne : çıkarılacak
-
15-Hicr 49
nebbî : haber ver
-
15-Hicr 49
ennî : muhakkak ben
-
15-Hicr 49
ene : ben
-
15-Hicr 49
el gafûru : mağfiret eden
-
15-Hicr 49
er rahîmu : rahmet eden, rahmet nuru gönderen
-
15-Hicr 50
ve enne : ve muhakkak
-
15-Hicr 50
huve : o
-
15-Hicr 50
el azâbu el elîmu : elîm (acı) azap
-
15-Hicr 51
ve nebbi'hum : ve onlara haber ver
-
15-Hicr 51
ibrâhîme : İbrâhîm
-
15-Hicr 52
iz dehalû : girdikleri zaman
-
15-Hicr 52
aleyhi : onun yanına
-
15-Hicr 52
fe kâlû : o zaman dediler
-
15-Hicr 52
selâmen : selâm (olsun)
-
15-Hicr 52
kâle : dedi
-
15-Hicr 52
vecilûne : korkanlar, ürperenler
-
15-Hicr 53
lâ tevcel : siz korkmayın
-
15-Hicr 53
nubeşşiru-ke : sana müjdeliyoruz
-
15-Hicr 54
kâle : dedi
-
15-Hicr 54
e beşşertumû-nî : beni mi müjdeliyorsunuz
-
15-Hicr 54
en messeniye : bana dokunması (gelmesi)
-
15-Hicr 54
el kiberu : ihtiyarlık
-
15-Hicr 54
fe : artık, böyleyken, o halde
-
15-Hicr 54
bime : ne ile, nasıl
-
15-Hicr 54
tubeşşirûne : müjdeliyorsunuz
-
15-Hicr 55
beşşernâ-ke : biz seni müjdeledik
-
15-Hicr 55
bi el hakkı : hak ile
-
15-Hicr 55
fe lâ tekun : artık sen olma
-
15-Hicr 55
min el kânıtîne : ümidi kesenlerden
-
15-Hicr 56
kâle : dedi
-
15-Hicr 56
ve men : ve kim
-
15-Hicr 56
yaknetu : ümidi keser, ümitsiz olur
-
15-Hicr 56
min rahmeti : rahmetten
-
15-Hicr 56
ed dâllûne : dalâlette olanlar
-
15-Hicr 57
kâle : dedi
-
15-Hicr 57
fe mâ : bundan sonra nedir
-
15-Hicr 57
eyyuhâ : ey
-
15-Hicr 57
el murselûne : gönderilmiş olan resûller, mürseller, elçiler
-
15-Hicr 58
mucrimîne : mücrimler, günahkârlar, suçlular
-
15-Hicr 59
âle lûtın : Lut'un ailesi
-
15-Hicr 59
le muneccû-hum : mutlaka onları kurtaracağız
-
15-Hicr 59
ecma'îne : hepsini
-
15-Hicr 60
illemre'ete-hu : onun hanımı (kadını) hariç
-
15-Hicr 60
kaddernâ : hükmettik (kaderini tayin ettik), takdir ettik
-
15-Hicr 60
inne-hâ : muhakkak o
-
15-Hicr 60
le min el gâbirîne : mutlaka geride kalanlardan, helâk olanlardan
-
15-Hicr 61
fe : o zaman, böylece
-
15-Hicr 61
lemmâ : olduğu zaman
-
15-Hicr 61
câe : geldi
-
15-Hicr 61
âle lûtın : Lut'un ailesi
-
15-Hicr 61
el murselûne : elçiler, gönderilmiş olan resûller
-
15-Hicr 62
kâle : dedi
-
15-Hicr 62
inne-kum : muhakkak siz
-
15-Hicr 62
munkerûne : tanınmayan (yabancı)
-
15-Hicr 63
bel : hayır, bilâkis
-
15-Hicr 63
ci'nâ-ke : sana getirdik, geldik
-
15-Hicr 63
yemterûne : şüphe ediyorlar
-
15-Hicr 64
ve eteynâ-ke : ve biz sana getirdik
-
15-Hicr 64
bi el hakkı : hak ile, hakkı
-
15-Hicr 64
ve innâ : ve muhakkak biz
-
15-Hicr 64
le : elbette, gerçekten
-
15-Hicr 64
sâdikûne : sadıklar, doğruyu söyleyenler
-
15-Hicr 65
fe esri : hemen gece yürüyüşe çık
-
15-Hicr 65
bi ehli-ke : ailen ile
-
15-Hicr 65
min el leyli : geceden, gecenin
-
15-Hicr 65
vettebı' (ve ittebi') : ve tâbî ol, takip et
-
15-Hicr 65
edbâre-hum : onların arkasından
-
15-Hicr 65
ve lâ yeltefit : ve yüzünü (arkaya) çevirmesin, arkasına dönüp bakmasın
-
15-Hicr 65
ehadun : biri, birisi
-
15-Hicr 65
tu'merûne : emrolunacaksınız, emrolunuyorsunuz
-
15-Hicr 66
ve kadaynâ : ve biz hükmettik
-
15-Hicr 66
ileyhi : ona
-
15-Hicr 66
zâlike el emre : işte bu emir
-
15-Hicr 66
enne : muhakkak, olduğuna
-
15-Hicr 66
dâbire : arkası
-
15-Hicr 66
musbihîne : sabahlayanlar
-
15-Hicr 67
ve câe : ve geldi
-
15-Hicr 67
ehlu el medîneti : şehir halkı
-
15-Hicr 67
yestebşirûne : birbirini müjdeliyorlar
-
15-Hicr 68
kâle : dedi
-
15-Hicr 68
inne : muhakkak
-
15-Hicr 68
fe lâ tefdahû-ni : artık beni mahçup etmeyin
-
15-Hicr 69
vettekullâhe : ve Allah'a karşı takva sahibi olun, (ve ittekû allâhe) sakının
-
15-Hicr 69
ve lâ tuhzû-ni : ve beni alçaltmayın (rezil etmeyin)
-
15-Hicr 70
e : mı
-
15-Hicr 70
ve lem : ve olmadı
-
15-Hicr 70
nenhe-ke : seni men ediyoruz, seni nehyediyoruz, seni yasaklıyoruz
-
15-Hicr 70
an el âlemîne : el âlemden, başkalarından
-
15-Hicr 71
kâle : dedi
-
15-Hicr 71
benâtî : benim kızlarım
-
15-Hicr 71
fâilîne : yapacak olanlar, yapanlar
-
15-Hicr 72
le amru-ke : senin ömrüne andolsun (yemin olsun)
-
15-Hicr 72
inne-hum : muhakkak ki onlar
-
15-Hicr 72
le fî sekreti-him : elbette sarhoşlukları içinde
-
15-Hicr 72
ya'mehûne : bocalıyorlar
-
15-Hicr 73
fe : böylece
-
15-Hicr 73
ehazethum : onları aldı, yakaladı
-
15-Hicr 73
es sayhatu : bir sayha (korkunç ses dalgası)
-
15-Hicr 73
muşrikîne : güneş doğduğu vakit orada bulunanları (şark zamanı orada olanlar)
-
15-Hicr 74
fe cealnâ : böylece kıldık, yaptık
-
15-Hicr 74
âliye-hâ : onu, en yüksek (yaptık)
-
15-Hicr 74
sâfile-hâ : onu en alçak (yaptı)
-
15-Hicr 74
âliye-hâ sâfile-hâ : onun üstünün altına gelmesi, onun yükselip alçalması
-
15-Hicr 74
ve emternâ : ve yağmur yağdırdık
-
15-Hicr 74
aleyhim : onların üzerine
-
15-Hicr 74
hıcâreten min siccîlin : siccîlden (öldürücü) taşlar
-
15-Hicr 75
inne : muhakkak ki
-
15-Hicr 75
zâlike : işte bu
-
15-Hicr 75
le : elbette, mutlaka
-
15-Hicr 75
li el mutevessimîne : ibretle izleyenler için
-
15-Hicr 76
ve inne-hâ : ve çünkü o, muhakkak ki o
-
15-Hicr 76
le : gerçekten
-
15-Hicr 76
bi sebîlin : yol üzerinde
-
15-Hicr 77
inne : muhakkak ki
-
15-Hicr 77
zâlike : işte bunda
-
15-Hicr 77
le : elbette
-
15-Hicr 77
âyeten : bir delil (ibret)
-
15-Hicr 77
li el mu'minîne : mü'minler için, nefslerinin kalbine îmân yazılmış olanlar için
-
15-Hicr 78
ve in kâne : ve oldu
-
15-Hicr 78
ashâbu el eyketi : Eyke halkı
-
15-Hicr 78
le zâlimîne : elbette zalim kimseler
-
15-Hicr 79
fentekamnâ (fe intikamnâ) : böylece intikam aldık
-
15-Hicr 79
ve inne-humâ : ve muhakkak her ikisi
-
15-Hicr 79
le : elbette, gerçekten
-
15-Hicr 80
ve lekad : ve andolsun ki
-
15-Hicr 80
kezzebe : yalanladı
-
15-Hicr 80
ashâbu el hıcr : Hicr halkı
-
15-Hicr 80
el murselîne : gönderilen resûller, mürseller
-
15-Hicr 81
ve âteynâ-hum : ve onlara verdik
-
15-Hicr 81
fe : o zaman, böylece, olduğu halde, fakat
-
15-Hicr 81
mu'rıdîne : yüz çeviren kimseler
-
15-Hicr 82
ve kânû : ve oldular
-
15-Hicr 82
yanhıtûne : oyuyorlar, yontuyorlar
-
15-Hicr 82
min el cibâli : dağlardan
-
15-Hicr 82
buyûten : evler
-
15-Hicr 82
âminîne : emin olanlar, güvenilir olanlar
-
15-Hicr 83
fe : böylece
-
15-Hicr 83
ehazet-hum : onları aldı (yakaladı)
-
15-Hicr 83
es sayhatu : korkunç bir ses, bir sayha
-
15-Hicr 83
musbıhîne : sabahlayanlar, sabah vaktine erenler (sabaha çıkanlar)
-
15-Hicr 84
fe : böylece, buna rağmen
-
15-Hicr 84
yeksibûne : kazanıyorlar, iktisap ediyorlar
-
15-Hicr 85
ve mâ halaknâ : ve biz yaratmadık
-
15-Hicr 85
es semâvâti : semalar (gökler)
-
15-Hicr 85
ve el arda : ve yer, yeryüzü, arz
-
15-Hicr 85
ve mâ beyne-humâ : ve ikisinin arasında olan şeyler
-
15-Hicr 85
bi el hakkı : hak ile
-
15-Hicr 85
ve inne es sâate : ve muhakkak ki o saat (kıyâmet)
-
15-Hicr 85
le âtiyetun : mutlaka, elbette gelecek
-
15-Hicr 85
fasfah (fe ısfah) : artık, müsamaha göster, iyi muamele et
-
15-Hicr 85
es safha el cemîle : güzel (bir) şekilde yüz çevirmek
-
15-Hicr 86
inne : muhakkak
-
15-Hicr 86
rabbe-ke : senin Rabbin
-
15-Hicr 86
huve : o
-
15-Hicr 86
el hallâku : en iyi yaratan
-
15-Hicr 86
el alîmu : en iyi bilen
-
15-Hicr 87
ve lekad : ve andolsun ki
-
15-Hicr 87
âteynâ-ke : sana verdik
-
15-Hicr 87
seb'an : yedi, yedili
-
15-Hicr 87
min el mesânî : mesâniden (ikinciden)
-
15-Hicr 87
ve el kur'âne : ve Kur'ân'ı
-
15-Hicr 87
el azîme : büyük, azîm
-
15-Hicr 88
lâ temuddenne : uzatma (dikme, uzun uzun bakma)
-
15-Hicr 88
ayneyke : iki gözünü
-
15-Hicr 88
mâ metta'nâ : yararlandırdığımız şeyler
-
15-Hicr 88
ezvâcen : çift çift, kat kat, fazla olarak
-
15-Hicr 88
ve lâ tahzen : ve üzülme, hüzünlenme, mahzun olma
-
15-Hicr 88
aleyhim : onlara, onlar için
-
15-Hicr 88
vahfıd (ve ıhvıd) : ve indir, alçalt
-
15-Hicr 88
cenâha-ke : (senin) kanatların
-
15-Hicr 88
li el mu'minîne : mü'minler için, mü'minlere
-
15-Hicr 89
ve : ve
-
15-Hicr 89
ene : ben
-
15-Hicr 89
el nezîru : nezir, uyarıcı
-
15-Hicr 89
el mubînu : apaçık, açıkça açıklayan, beyan eden
-
15-Hicr 90
ke : gibi
-
15-Hicr 90
mâ enzel-nâ : indirdiğimiz şey
-
15-Hicr 90
alâ el muktesimîne : muktesim olanlara, kısım kısım ayıranlara
-
15-Hicr 91
ellezîne : o kimseler ki
-
15-Hicr 91
cealû : kıldılar, yaptılar
-
15-Hicr 91
el kur'âne : Kur'ân'ı
-
15-Hicr 91
ıdîne : kısım kısım, parça parça
-
15-Hicr 92
fe : artık, böylece, bundan sonra
-
15-Hicr 92
ve rabbi-ke : ve senin Rabbine andolsun
-
15-Hicr 92
le nes'elenne-hum : elbette, onlara mutlaka soracağız
-
15-Hicr 92
ecmaîne : hepsi, hepsine, bütününe
-
15-Hicr 93
ya'melûne : yapıyorlar
-
15-Hicr 94
fasda' (fe ısda') : açıkça bildir,
-
15-Hicr 94
bi mâ tu'meru : emrolunduğun şeyi
-
15-Hicr 94
ve a'rıd : ve yüz çevir
-
15-Hicr 94
an el muşrikîne : müşriklerden
-
15-Hicr 95
kefeynâ-ke : biz sana kâfiyiz
-
15-Hicr 95
el mustehziîne : alay edenler
-
15-Hicr 96
ellezîne : o kimseler
-
15-Hicr 96
yec'alûne : kılarlar, yaparlar
-
15-Hicr 96
mea allâhi : Allah ile beraber
-
15-Hicr 96
ilâhen : ilâh
-
15-Hicr 96
âhare : başka, diğer(leri)
-
15-Hicr 96
fe sevfe : ileride, yakında, olacak
-
15-Hicr 96
ya'lemûne : biliyorlar, bilirler
-
15-Hicr 97
ve lekad : ve andolsun ki
-
15-Hicr 97
na'lemu : biz biliyoruz
-
15-Hicr 97
enne-ke : senin olduğunu
-
15-Hicr 97
sadru-ke : senin göğsün
-
15-Hicr 97
yekûlûne : söylüyorlar
-
15-Hicr 98
fe : böylece
-
15-Hicr 98
sebbih : tesbih et
-
15-Hicr 98
rabbi-ke : senin Rabbin
-
15-Hicr 98
ve kun : ve ol
-
15-Hicr 98
min es sâcidîne : secde edenlerden
-
15-Hicr 99
rabbe-ke : senin Rabbin
-
15-Hicr 99
ye'tiye-ke : sana gelir
-
15-Hicr 99
el yakînu : yakîn
-
16-Nahl 1
etâ : geldi
-
16-Nahl 1
emru allâhi : Allah'ın emri
-
16-Nahl 1
fe : o halde, artık
-
16-Nahl 1
lâ testa'cilû-hu : onu acele istemeyin
-
16-Nahl 1
subhâne-hu \n(sebbehu subhane-hu) : onu tenzih edin \n: (onu şanına yakışır şekilde tesbih edin)
-
16-Nahl 1
ve teâlâ : ve yücedir, alâdır
-
16-Nahl 1
yuşrikûne : şirk koşuyorlar
-
16-Nahl 2
yunezzilu : indirir
-
16-Nahl 2
el melâikete : melekler
-
16-Nahl 2
bi er rûhi : ruh ile
-
16-Nahl 2
min emri-hi : onun emrinden
-
16-Nahl 2
men yeşâu : dilediği kimse(ler)
-
16-Nahl 2
en enzirû : uyarmaları (için), uyarsınlar diye
-
16-Nahl 2
enne-hu : onun olduğu
-
16-Nahl 2
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
16-Nahl 2
ene : ben
-
16-Nahl 2
fettekû-ni (fe ittekû-ni) : öyleyse, bana karşı takva sahibi olun (ruhunuzu ölmeden evvel bana ulaştırın)
-
16-Nahl 3
halaka es semâvâti : semaları yarattı
-
16-Nahl 3
ve el arda : ve yer, arz, yeryüzü
-
16-Nahl 3
bi el hakkı : hak ile
-
16-Nahl 3
teâlâ : o yücedir, alâdır
-
16-Nahl 3
yuşrikûne : şirk koşuyorlar
-
16-Nahl 4
halaka el insâne : insanı yarattı
-
16-Nahl 4
min nutfetin : bir damla sudan, nutfeden
-
16-Nahl 4
fe : böylece, buna rağmen
-
16-Nahl 4
huve : o
-
16-Nahl 5
ve : ve
-
16-Nahl 5
el en'âme : hayvanlar
-
16-Nahl 5
lekum : sizin için
-
16-Nahl 5
ve menâfiu : ve menfaatler, faydalar
-
16-Nahl 5
ve min-hâ : ve ondan
-
16-Nahl 5
te'kulûne : yersiniz
-
16-Nahl 6
ve lekum : ve sizin için
-
16-Nahl 6
cemâlun : güzellik
-
16-Nahl 6
hîne : o zaman, olduğu zaman
-
16-Nahl 6
turîhûne : (hayvanları) akşamleyin otlaktan döndürüyorsunuz
-
16-Nahl 6
ve hîne : ve o zaman, olduğu zaman
-
16-Nahl 6
tesrehûne : (hayvanları) otlatmaya çıkarıyorsunuz
-
16-Nahl 7
ve tahmilu : ve taşırsınız
-
16-Nahl 7
eskâle-kum : ağırlıklarınız, ağır eşyalarınız
-
16-Nahl 7
ilâ beledin : bir beldeye (şehire)
-
16-Nahl 7
lem tekûnû : siz olmazsınız
-
16-Nahl 7
el enfusi : nefsler, kendileri
-
16-Nahl 7
inne : muhakkak
-
16-Nahl 7
rabbe-kum : sizin Rabbiniz
-
16-Nahl 7
le raûfun : elbette, mutlaka rauftur (şefkatli, çok merhametli)
-
16-Nahl 8
ve el hayle : ve atlar
-
16-Nahl 8
ve el bigâle : ve katırlar
-
16-Nahl 8
ve el hamîre : ve merkepler
-
16-Nahl 8
li terkebû-hâ : onlara binmeniz için
-
16-Nahl 8
ve zîneten : ve süs olarak
-
16-Nahl 8
ve yahluku : ve yaratır
-
16-Nahl 8
mâ lâ ta'lemûne : bilmediğiniz şeyler
-
16-Nahl 9
ve alâ allâhi : ve Allah'a aittir, Allah'ın üzerinedir 2 - kasdu es sebîli
-
16-Nahl 9
kasdu es sebîli : sebîlin (yolun) tayini
-
16-Nahl 9
ve min-hâ : ve ondan
-
16-Nahl 9
ve lev : ve eğer
-
16-Nahl 9
şâe : diledi
-
16-Nahl 9
le hedâ-kum : elbette hidayete erdirirdi
-
16-Nahl 9
ecmaîne : hepsini, tümünü, topluca
-
16-Nahl 10
huve : o
-
16-Nahl 10
ellezî : ki o
-
16-Nahl 10
enzele : indirdi
-
16-Nahl 10
min es semâi : semadan
-
16-Nahl 10
mâen : su
-
16-Nahl 10
lekum : sizin için
-
16-Nahl 10
ve min-hu : ve ondan
-
16-Nahl 10
şecerun : ağaç, yeşillik, otlar
-
16-Nahl 10
tusîmûne \n(esâme) : hayvanları otlatırsınız (otlatmak için salarsınız) \n: (hayvanları otlatmak için saldı)
-
16-Nahl 11
lekum : sizin için
-
16-Nahl 11
bihi ez zer'a : onunla ekin
-
16-Nahl 11
ve ez zeytûne : ve zeytinler
-
16-Nahl 11
ve en nahîle : ve hurmalıklar
-
16-Nahl 11
ve el a'nâbe : ve üzümler, bağlar
-
16-Nahl 11
ve min kulli es semerâti : ve meyvelerin (ürünlerin) her türlüsünden
-
16-Nahl 11
inne : muhakkak, şüphesiz
-
16-Nahl 11
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 11
le âyeten : mutlaka, elbette âyet (delil)
-
16-Nahl 11
yetefekkerûne : tefekkür ederler
-
16-Nahl 12
ve sehhara lekum : ve sizin emrinize verdi
-
16-Nahl 12
el leyle : gece
-
16-Nahl 12
ve en nehâre : ve gündüz
-
16-Nahl 12
ve eş şemse : ve güneş
-
16-Nahl 12
ve el kamere : ve kamer (ay)
-
16-Nahl 12
ve en nucûmu : ve yıldızlar
-
16-Nahl 12
bi emri-hi : onun emriyle
-
16-Nahl 12
inne : muhakkak
-
16-Nahl 12
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 12
le âyâtin : âyetler
-
16-Nahl 12
ya'kılûne : akıl ediyorlar, akıl ederler
-
16-Nahl 13
ve mâ : ve şey(ler)
-
16-Nahl 13
zerae : yoktan varedip, çoğalttı
-
16-Nahl 13
lekum : siz, sizin için
-
16-Nahl 13
fî el ardı : yerde
-
16-Nahl 13
muhtelifen : muhtelif, çeşitli, çeşit çeşit
-
16-Nahl 13
elvânu-hu : onun renkleri
-
16-Nahl 13
inne : muhakkak
-
16-Nahl 13
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 13
le âyeten : elbette âyet (delil)
-
16-Nahl 13
yezzekkerûne : zikrederler
-
16-Nahl 14
ve huve : ve o
-
16-Nahl 14
ellezî : ki o
-
16-Nahl 14
sahhare : emrinize verdi
-
16-Nahl 14
el bahre : deniz
-
16-Nahl 14
li te'kulû : yemeniz için
-
16-Nahl 14
lahmen : et
-
16-Nahl 14
tariyyen : taze
-
16-Nahl 14
ve testahricû : ve çıkarırsınız
-
16-Nahl 14
hilyeten : süs eşyası (inci)
-
16-Nahl 14
telbesûne-hâ : onu takarsınız, giyersiniz
-
16-Nahl 14
ve tere el fulke : ve gemileri görürsün
-
16-Nahl 14
mevâhira : denizi yararak giden
-
16-Nahl 14
ve li tebtegû : ve ibtiga etmeniz (istemeniz) için
-
16-Nahl 14
ve lealle-kum : ve umulur ki siz, böylece siz
-
16-Nahl 14
teşkurûne : şükredersiniz
-
16-Nahl 15
ve elkâ : ve bıraktı, koydu, attı
-
16-Nahl 15
fî el ardı : yeryüzünde
-
16-Nahl 15
revâsiye : dağlar
-
16-Nahl 15
en temîde : sarsılması
-
16-Nahl 15
ve enhâren : ve nehirler
-
16-Nahl 15
ve subulen : ve yollar
-
16-Nahl 15
lealle-kum : umulur ki, böylece
-
16-Nahl 15
tehtedûne : yol bulursunuz (menzillerinize ulaşırsınız)
-
16-Nahl 16
ve alâmatin : ve alâmetler, işaretler
-
16-Nahl 16
ve bi en necmi : ve yıldız ile
-
16-Nahl 16
yehtedûne : yol bulurlar, hidayete ererler
-
16-Nahl 17
e : mi
-
16-Nahl 17
fe : artık
-
16-Nahl 17
men : kimse
-
16-Nahl 17
ke : gibi
-
16-Nahl 17
men : kimse
-
16-Nahl 17
e fe lâ tezekkerûne : tezekkür etmez misiniz
-
16-Nahl 18
ve in : ve eğer, şâyet
-
16-Nahl 18
teuddû : adeten (tane tane) sayarsanız
-
16-Nahl 18
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'metleri
-
16-Nahl 18
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 18
le gafûrun : bağışlayan
-
16-Nahl 19
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 19
ya'lemu : bilir
-
16-Nahl 19
mâ tusirrûne : gizledikleriniz, sırlarınız, sakladığınız şeyler
-
16-Nahl 19
ve mâ tu'linûne : ve alenî olan, açıkladığınız şeyler
-
16-Nahl 20
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler ki
-
16-Nahl 20
yed'ûne : dua ederler
-
16-Nahl 20
lâ yahlukûne : yaratamazlar
-
16-Nahl 20
şey'en : bir şey
-
16-Nahl 20
ve hum : ve onlar
-
16-Nahl 20
yuhlekûne : yaratılırlar
-
16-Nahl 21
emvâtun : cansızdır, ölüdürler
-
16-Nahl 21
ve mâ yeş'urûne : ve şuurunda, bilincinde değillerdir
-
16-Nahl 21
eyyâne : ne zaman
-
16-Nahl 21
yub'asûne : diriltilecekler
-
16-Nahl 22
fellezîne (fe ellezîne) : böylece, artık, hâlâ o kimseler
-
16-Nahl 22
lâ yu'minûne : mü'min olmazlar, inanmazlar
-
16-Nahl 22
bi el âhirati : ahirete (ruhu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmaya)
-
16-Nahl 22
munkiretun : inkârcıdır, inkâr edicidir
-
16-Nahl 22
ve hum : ve onlar
-
16-Nahl 22
mustekbirûne : büyüklenenler, kibirlenen kimseler
-
16-Nahl 23
lâ cereme : şüphe yok, şüphesiz
-
16-Nahl 23
enne allâhe : (muhakkak ki Allah), Allah'ın olduğu
-
16-Nahl 23
ya'lemu : bilir
-
16-Nahl 23
mâ yusirrûne : gizledikleri, sırları, sakladıkları şeyler
-
16-Nahl 23
ve mâ yu'linûne : ve açıkladıkları (alenî olan) şeyler
-
16-Nahl 23
inne-hu : muhakkak o
-
16-Nahl 23
el mustekbirîne : büyüklenen, kibirlenen kimseler
-
16-Nahl 24
ve izâ kîle : ve denildiği zaman
-
16-Nahl 24
lehum : onlara
-
16-Nahl 24
enzele : indirdi
-
16-Nahl 24
esâtîru : (satırlar) masallar, asılsız sözler
-
16-Nahl 24
el evvelîne : evvelkiler, daha önce geçmiş olanlar
-
16-Nahl 25
evzâre-hum : onların kendi yükleri, kendi günahları
-
16-Nahl 25
kâmileten : tam, tamamı
-
16-Nahl 25
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
16-Nahl 25
ve min evzâri : ve yüklerden, ağırlıklardan, günahlardan
-
16-Nahl 25
ellezîne : o kimseler
-
16-Nahl 25
yudıllûne-hum : onları saptırırlar (dalâlette bırakırlar)
-
16-Nahl 25
e lâ : (öyle) değil mi
-
16-Nahl 25
sâe : kötü (ne kadar kötü)
-
16-Nahl 25
mâ yezirûne : yüklendikleri şey
-
16-Nahl 26
kad mekere : hile yapmışlardı
-
16-Nahl 26
ellezîne min kabli-him : onlardan önceki kimseler
-
16-Nahl 26
fe etallâhu : böylece Allah, getirdi, yıktı, harap etti
-
16-Nahl 26
bunyâne-hum : onların binaları
-
16-Nahl 26
min el kavâıdi : temellerinden
-
16-Nahl 26
fe harre : böylece çöktü
-
16-Nahl 26
aleyhim : onların üzerlerine
-
16-Nahl 26
es sakfu : tavan
-
16-Nahl 26
min fevkı-him : üstlerinden
-
16-Nahl 26
ve etâ-hum : ve onlara geldi
-
16-Nahl 26
el azâbu : azap
-
16-Nahl 26
lâ yeş'urûne : farkında olmazlar
-
16-Nahl 27
summe : sonra
-
16-Nahl 27
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
16-Nahl 27
ve yekûlu : ve diyecek
-
16-Nahl 27
eyne : nerede
-
16-Nahl 27
şurekâiye : ortaklarım
-
16-Nahl 27
ellezîne : ki onlar
-
16-Nahl 27
tuşâkkûne : ayrılıyorsunuz, muhalefet ediyorsunuz
-
16-Nahl 27
kâle : dedi
-
16-Nahl 27
ellezîne : onlar, o kimseler
-
16-Nahl 27
ûtu el ilme : ilim verilen
-
16-Nahl 27
inne : muhakkak
-
16-Nahl 27
el hızye : alçaklık, rezillik
-
16-Nahl 27
el yevme : bugün, o gün
-
16-Nahl 27
ve es sûe : ve kötülük
-
16-Nahl 27
alâ el kâfirîne : kâfirlerin üzerine
-
16-Nahl 28
ellezîne : o kimseler
-
16-Nahl 28
teteveffâ-hum : onları vefat ettirir
-
16-Nahl 28
el melâiketu : melekler
-
16-Nahl 28
enfusi-him : onların nefsleri
-
16-Nahl 28
fe : o zaman
-
16-Nahl 28
elkavû : (attılar) cevap verdiler
-
16-Nahl 28
es seleme : teslim olmak
-
16-Nahl 28
na'melu : yapıyoruz (yaparız), amel ederiz
-
16-Nahl 28
belâ : hayır
-
16-Nahl 28
innâllahe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
16-Nahl 28
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
16-Nahl 29
fedhulû (fe udhulû) : haydi, artık girin
-
16-Nahl 29
ebvâbe : kapılar
-
16-Nahl 29
cehenneme : cehennem
-
16-Nahl 29
hâlidîne : ebedî olanlar, ebediyyen kalanlar
-
16-Nahl 29
fe le bi'se : artık ne kötü
-
16-Nahl 29
mesvâ : yerleşme (ikamet) yeri, kalınan yer
-
16-Nahl 29
el mutekebbirîne : kibirlenenler, büyüklük taslayanlar
-
16-Nahl 30
ve kîle : ve denir
-
16-Nahl 30
enzele : indirdi
-
16-Nahl 30
hayren : hayır, güzellikler
-
16-Nahl 30
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere
-
16-Nahl 30
ahsenû : ahsen olanlar, nefslerini Allah'a teslim edenler, daimî zikrin sahipleri
-
16-Nahl 30
fî hâzihi ed dunyâ : bu dünyada vardır
-
16-Nahl 30
haseneten : iyilikler, güzellikler, Allah'ın ikramları, pozitif dereceler
-
16-Nahl 30
ve le dâru el âhıreti : ve elbette ahiret yurdu
-
16-Nahl 30
ve le ni'me : ve elbette ne güzeldir
-
16-Nahl 30
dâru el muttekîne : takva sahiplerinin yurdu
-
16-Nahl 31
cennâtu : cennetler
-
16-Nahl 31
yedhulûne-hâ : ona girerler, dahil olurlar
-
16-Nahl 31
tecrî : akar
-
16-Nahl 31
el enhâru : nehirler
-
16-Nahl 31
lehum : onlar için vardır
-
16-Nahl 31
mâ yeşâûne : onların diledikleri şeyler
-
16-Nahl 31
kezâlike : işte böyle, böylece
-
16-Nahl 31
yeczîllâhu (yeczî allâhu) : Allah mükâfatlandırır (cezalandırır, karşılığını verir)
-
16-Nahl 31
el muttekîne : takva sahipleri
-
16-Nahl 32
ellezîne : o kimseler, onlar
-
16-Nahl 32
teteveffâ-hum : onları vefat ettirir
-
16-Nahl 32
el melâiketu : melekler
-
16-Nahl 32
tayyibîne : hoş, güzel, kolay, en iyi şekilde
-
16-Nahl 32
yekûlûne : derler
-
16-Nahl 32
selâmun : selâm olsun
-
16-Nahl 32
aleykum : size
-
16-Nahl 32
el cennete : cennete
-
16-Nahl 32
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
16-Nahl 33
hel : mı
-
16-Nahl 33
yanzurûne : bakıyorlar, bekliyorlar
-
16-Nahl 33
en te'tiye-hum : onlara gelmesi
-
16-Nahl 33
el melâiketu : melekler
-
16-Nahl 33
ev : veya
-
16-Nahl 33
ye'tiye : gelir, gelecek
-
16-Nahl 33
emru : emir
-
16-Nahl 33
rabbi-ke : senin Rabbin
-
16-Nahl 33
kezâlike : işte böyle, böyle
-
16-Nahl 33
feale : yaptı
-
16-Nahl 33
ellezîne : o kimseler, onlar
-
16-Nahl 33
ve mâ zaleme-hum allâhu : ve Allah onlara zulmetmedi
-
16-Nahl 33
ve lâkin : ve fakat, ama
-
16-Nahl 33
enfuse-hum : onların (kendi) nefsleri
-
16-Nahl 33
yazlimûne : zulmediyorlar
-
16-Nahl 34
fe esâbe-hum : artık, böylece onlara isabet etti (ulaştı)
-
16-Nahl 34
seyyiâtu : kötülükler
-
16-Nahl 34
ve hâka : ve kuşattı
-
16-Nahl 34
yestehziûne : alay ediyorlar
-
16-Nahl 35
ve kâle : ve dedi
-
16-Nahl 35
ellezîne eşrekû : şirk koşan kimseler
-
16-Nahl 35
lev şâallâhu (lev şâe allâhu) : eğer Allah dileseydi
-
16-Nahl 35
mâ abed-nâ : biz kul olmazdık
-
16-Nahl 35
min şey'in : bir şey(den)
-
16-Nahl 35
ve lâ : ve olmaz, yapmaz
-
16-Nahl 35
ve lâ harremnâ : ve biz haram kılmayız
-
16-Nahl 35
min şey'in : bir şey(den)
-
16-Nahl 35
kezâlike : işte böyle, bunun gibi
-
16-Nahl 35
feale : yaptı
-
16-Nahl 35
ellezîne : o kimseler
-
16-Nahl 35
fe : artık
-
16-Nahl 35
hel : (var) mı
-
16-Nahl 35
aler rusuli (alâ er rusuli) : resûllerin üzerinde (sorumluluğunda)
-
16-Nahl 35
illel belâgul mubînu : apaçık tebliğden başka
-
16-Nahl 36
ve lekad : ve andolsun
-
16-Nahl 36
beasnâ : biz gönderdik, beas ettik
-
16-Nahl 36
fî kulli ummetin : bütün ümmetlerin içinde
-
16-Nahl 36
resûlen : bir resûl
-
16-Nahl 36
eni'budûllâhe (en i'budû allâhe) : Allah'a kul olmak
-
16-Nahl 36
vectenibû (ve ictenibû) : ve içtinap edin, sakının
-
16-Nahl 36
et tâgûte : tagut, şeytan (insan ve cin şeytanlar)
-
16-Nahl 36
fe min-hum : artık onlardan
-
16-Nahl 36
men : kim, kimi
-
16-Nahl 36
hedallâhu (hedâ allâhu) : Allah hidayete erdirdi
-
16-Nahl 36
ve min-hum : ve onlardan
-
16-Nahl 36
men : kim, kimi
-
16-Nahl 36
aleyhi : onların üzerine
-
16-Nahl 36
ed dalâletu : dalâlet
-
16-Nahl 36
fe sîrû : bundan sonra dolaşın, gezin
-
16-Nahl 36
fî el ardı : yeryüzünde
-
16-Nahl 36
fanzurû (fe unzurû) : böylece bakın
-
16-Nahl 36
keyfe : nasıl
-
16-Nahl 36
kâne : oldu
-
16-Nahl 36
âkıbetu : akibet, son
-
16-Nahl 36
el mukezzibîne : yalanlayanlar, tekzib edenler
-
16-Nahl 37
fe : artık, bundan sonra, buna rağmen
-
16-Nahl 37
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
16-Nahl 37
lâ yehdî : hidayete erdirmez
-
16-Nahl 37
men : kimse
-
16-Nahl 37
ve mâ : ve yoktur
-
16-Nahl 37
lehum : onlara, onlar için
-
16-Nahl 37
min nâsırîne : bir yardımcı
-
16-Nahl 38
ve aksemû : ve yemin ettiler, kasem ettiler
-
16-Nahl 38
cehde : en kuvvetli şekilde
-
16-Nahl 38
eymâni-him : yeminleri
-
16-Nahl 38
lâ yeb'asullâhu : Allah yeniden diriltmez (beas etmez)
-
16-Nahl 38
men yemûtu : ölen kimseyi
-
16-Nahl 38
belâ : hayır (bilâkis), öyle değil
-
16-Nahl 38
va'den : bir vaad
-
16-Nahl 38
aleyhi : onun üzerinde
-
16-Nahl 38
ve lâkinne : ve lâkin, fakat, ama
-
16-Nahl 38
eksere en nâsi : insanların çoğu
-
16-Nahl 38
lâ ya'lemûne : bilmezler
-
16-Nahl 39
li yubeyyine : açıklaması, bildirmesi için
-
16-Nahl 39
lehum : onlara
-
16-Nahl 39
ellezî yahtelifûne : onlar ihtilâfa düşerler
-
16-Nahl 39
ve li ya'leme : ve bilmesi için
-
16-Nahl 39
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler, kâfirler
-
16-Nahl 39
enne-hum : muhakkak onların olduğunu
-
16-Nahl 39
kâzibîne : yalancılar
-
16-Nahl 40
innemâ : ancak, sadece, yalnız
-
16-Nahl 40
li şey'in : bir şey için
-
16-Nahl 40
erednâ-hu : biz onu istedik
-
16-Nahl 40
en nekûle : bizim dememiz
-
16-Nahl 40
lehu : ona
-
16-Nahl 40
fe yekûnu : böylece, o hemen olur
-
16-Nahl 41
ve ellezîne hâcerû : ve hicret edenler
-
16-Nahl 41
li nubevvienne-hum : onlara mutlaka hazırlamamız, ağırlamamız, yerleştirmemiz için
-
16-Nahl 41
fî ed dunyâ : dünya hayatında vardır
-
16-Nahl 41
haseneten : hasene, güzellik, iyilik, pozitif dereceler
-
16-Nahl 41
ve le ecru el âhıreti : ve elbette ahiret mükâfatı
-
16-Nahl 41
ekberu : daha büyüktür
-
16-Nahl 41
lev : eğer, şâyet
-
16-Nahl 41
ya'lemûne : biliyorlar
-
16-Nahl 42
ellezîne : onlar
-
16-Nahl 42
saberû : sabrettiler
-
16-Nahl 42
ve alâ rabbi-him : ve Rab'lerine
-
16-Nahl 42
yetevekkelûne : tevekkül ederler
-
16-Nahl 43
ve mâ erselnâ : ve biz göndermedik
-
16-Nahl 43
min kabli-ke : senden önce
-
16-Nahl 43
ricâlen : erkekler, adamlar, rical
-
16-Nahl 43
ileyhim : onlara
-
16-Nahl 43
fes'elû (fe es'elû) : o zaman, o taktirde sorun
-
16-Nahl 43
ehle ez zikri : zikir ehli (daimî zikrin sahibi)
-
16-Nahl 43
lâ ta'lemûne : bilmiyorsunuz
-
16-Nahl 44
bi el beyyinâti : delillerle, beyyinelerle, ispat vasıtaları ile
-
16-Nahl 44
ve ez zuburi (zebur) : ve semavî kitaplarla (Davut'a ait semavî kitap)
-
16-Nahl 44
ve enzelnâ : ve biz indirdik
-
16-Nahl 44
ileyke : sana
-
16-Nahl 44
ez zikre : zikir (Kur'ân-ı Kerim)
-
16-Nahl 44
li tubeyyine : açıklaman için, beyan etmen için
-
16-Nahl 44
li en nâsi : insanlara
-
16-Nahl 44
mâ nuzzile : indirilen şey(ler)
-
16-Nahl 44
ileyhim : onlara
-
16-Nahl 44
ve lealle-hum : ve umulur ki böylece onlar
-
16-Nahl 44
yetefekkerûne : tefekkür ederler
-
16-Nahl 45
e fe emin : artık emin mi oldular
-
16-Nahl 45
ellezîne mekerû : tuzak kuranlar, hileler düzenleyenler
-
16-Nahl 45
seyyiâti : kötülükler
-
16-Nahl 45
en yahsife : bir yerin çöküp kaybolması
-
16-Nahl 45
el arda : yeryüzü, yer, arz
-
16-Nahl 45
ev : veya
-
16-Nahl 45
ye'tiye-hum : onlara gelir
-
16-Nahl 45
el azâbu : azap
-
16-Nahl 45
lâ yeş'urûne : farkında olmazlar, şuurunda (bilincinde) olmazlar
-
16-Nahl 46
ev : veya, yoksa
-
16-Nahl 46
ye'huze-hum : onları alır, yakalar
-
16-Nahl 46
fî tekallubi-him : onları dönüp dolaşmaları esnasında
-
16-Nahl 46
fe : o zaman, böylece (ve)
-
16-Nahl 46
mu'cizîne : aciz bırakanlar
-
16-Nahl 47
ev : veya
-
16-Nahl 47
ye'huze-hum : onları alır, yakalar
-
16-Nahl 47
alâ tehavvufin : korkuyorken, korkarken, korkar halde
-
16-Nahl 47
fe : artık, buna rağmen
-
16-Nahl 47
inne : muhakkak
-
16-Nahl 47
rabbe-kum : sizin Rabbiniz
-
16-Nahl 47
le raûfun : rauf, çok şefkatli
-
16-Nahl 48
e ve lem yerev : ve onlar görmüyorlar mı (görmediler mi)
-
16-Nahl 48
min şey'in : şeylerden
-
16-Nahl 48
mâ ... min şey'in : herhangibir şey
-
16-Nahl 48
yetefeyyeu \n(fâe) \n(tefeyyee) : bir taraftan bir tarafa meyleder (döner) \n: (döndü) \n: (döndü, meyletti)
-
16-Nahl 48
an el yemîni : sağdan
-
16-Nahl 48
ve eş şemâili : ve sol
-
16-Nahl 48
succeden li allâhi : Allah'a secde ederek
-
16-Nahl 48
ve hum : ve onlar (olarak)
-
16-Nahl 48
dâhırûne : zelil ve aşağılık olanlar (küçülenler, tâbî olanlar)
-
16-Nahl 49
ve li allâhi : ve Allah'a
-
16-Nahl 49
yescudu : secde ederler
-
16-Nahl 49
mâ fî es semâvâti : semalarda olanlar
-
16-Nahl 49
ve mâ fî el ardı : ve yeryüzünde olanlar
-
16-Nahl 49
min dâbbetin : dabbelerden (yürüyen canlılardan)
-
16-Nahl 49
ve el melâiketu : ve melekler
-
16-Nahl 49
ve hum : ve onlar
-
16-Nahl 49
lâ yestekbirûne : büyüklenmezler, kibirlenmezler
-
16-Nahl 50
yehâfûne : (onlar) korkarlar
-
16-Nahl 50
rabbe-hum : Rab'lerinden
-
16-Nahl 50
min fevkı-him : onların (kendi) üstlerinden
-
16-Nahl 50
ve yef'alûne : ve yaparlar
-
16-Nahl 50
mâ yu'merûne : emrolundukları şey(ler)i
-
16-Nahl 51
ve kâlallâhu (ve kâle allâhu) : ve Allah dedi
-
16-Nahl 51
lâ tettehızû : edinmeyin
-
16-Nahl 51
ilâheyni isneyni : iki ilâh
-
16-Nahl 51
innemâ : sadece, yalnız
-
16-Nahl 51
huve : o
-
16-Nahl 51
fe : o zaman, öyleyse
-
16-Nahl 51
iyyâ-ye : yalnız ben
-
16-Nahl 51
ferhabûne (fe ırhabûne) : artık korkun
-
16-Nahl 52
ve lehu : ve onun
-
16-Nahl 52
mâ fî es semâvâti : semalarda olan şeyler
-
16-Nahl 52
ve el ardı : ve yeryüzünde
-
16-Nahl 52
ve lehu ed dînu : ve dîn onundur
-
16-Nahl 52
vâsıben : devamlı, sürekli, her zaman
-
16-Nahl 52
e fe gayrallâhi (gayre allâhi) : öyleyse Allah'tan başkası mı
-
16-Nahl 52
tettekûne : korkuyorsunuz
-
16-Nahl 53
ve mâ : ve ne (varsa)
-
16-Nahl 53
min ni'metin : ni'metten
-
16-Nahl 53
fe : böylece, tamamen, hepsi
-
16-Nahl 53
summe : sonra
-
16-Nahl 53
messe-kum : size dokundu
-
16-Nahl 53
ed durru : zarar, sıkıntı
-
16-Nahl 53
fe : o zaman
-
16-Nahl 53
ileyhi : ona
-
16-Nahl 53
tec'erûne : yalvarırsınız
-
16-Nahl 54
summe : sonra
-
16-Nahl 54
keşefe ed durra : zararı (sıkıntıları) giderdi
-
16-Nahl 54
ferîkun : bir grup
-
16-Nahl 54
yuşrikûne : şirk (ortak) koşarlar
-
16-Nahl 55
li yekfurû : nankörlük etsinler
-
16-Nahl 55
âteynâ-hum : onlara verdik
-
16-Nahl 55
fe : haydi
-
16-Nahl 55
temetteû : faydalanın (metalanın)
-
16-Nahl 55
fe sevfe : artık yakında olacak
-
16-Nahl 55
ta'lemûne : bilecekler
-
16-Nahl 56
ve yec'alûne : ve yapıyorlar (ayırıyorlar)
-
16-Nahl 56
lâ ya'lemûne : bilmiyorlar
-
16-Nahl 56
nasîben : bir nasip, bir pay
-
16-Nahl 56
le tus'elunne : mutlaka sorgulanacaksınız
-
16-Nahl 56
tefterûne : iftira ediyorsunuz
-
16-Nahl 57
ve yec'alûne : ve kılıyorlar, yapıyorlar, isnad ediyorlar
-
16-Nahl 57
el benâti : kızlar
-
16-Nahl 57
subhâne-hu : o sübhandır, münezzehtir
-
16-Nahl 57
ve lehum : ve onlarındır (kendilerinindir)
-
16-Nahl 57
mâ yeştehûne : beğendikleri (tercih ettikleri)
-
16-Nahl 58
ve izâ : ve olduğu zaman
-
16-Nahl 58
buşşire : müjdelendi
-
16-Nahl 58
ehadu-hum : onlardan birisi
-
16-Nahl 58
bi el unsâ : kız çocuk ile
-
16-Nahl 58
zalle : gölgelendi
-
16-Nahl 58
vechu-hu : onun yüzü
-
16-Nahl 58
musvedden \n(esved) : kararmış, siyahlaşmış \n: (siyah)
-
16-Nahl 58
ve huve : ve o
-
16-Nahl 58
kezîmun : kızgın, öfkeli
-
16-Nahl 59
yetevârâ (vârâ) (te-vârâ) : gizlenir (gizledi, örttü) (gizlendi)
-
16-Nahl 59
min el kavmi : kavimden
-
16-Nahl 59
mâ buşşire : müjdelenen şey
-
16-Nahl 59
e yumsiku-hu (emseke) : onu tutsun mu (tuttu)
-
16-Nahl 59
em yedussu-hu (desse) : yoksa onu gömsün mü (gömdü)
-
16-Nahl 59
fî et turâbi : toprağın içine, toprağa
-
16-Nahl 59
e lâ sâe : kötü değil mi
-
16-Nahl 59
mâ yahkumûne : hükmettikleri (karar verdikleri) şey
-
16-Nahl 60
lillezîne (li ellezîne) : onlara aittir
-
16-Nahl 60
lâ yu'minûne : mü'min olmazlar, inanmazlar
-
16-Nahl 60
bi el âhıreti : ahirete (hayattayken Allah'a ulaşma gününe)
-
16-Nahl 60
meselu es sev'i : 'kötü' meselesi, durumu, telâkki edilmesi
-
16-Nahl 60
ve li allâhi : ve Allah'ındır, Allah'a aittir
-
16-Nahl 60
el meselu el â'lâ : âlâ, yüce olma durumu
-
16-Nahl 60
ve huve : ve o
-
16-Nahl 60
el azîzu : azîzdir, yücedir
-
16-Nahl 60
el hakîmu : hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir
-
16-Nahl 61
ve lev : ve eğer, şâyet
-
16-Nahl 61
en nâse : insanlar
-
16-Nahl 61
mâ tereke : bırakmadı (bırakmazdı)
-
16-Nahl 61
aleyhâ : onun üzerinde
-
16-Nahl 61
min dâbbetin : yürüyen canlılardan bir canlı
-
16-Nahl 61
ve lâkin : ve fakat, ama
-
16-Nahl 61
ilâ ecelin : bir süreye (ecele) kadar
-
16-Nahl 61
musemmen : belirlenmiş (isimlendirilmiş)
-
16-Nahl 61
fe izâ câe : artık geldiği zaman
-
16-Nahl 61
ecelu-hum : onların ecelleri (onlar için tayin edilmiş olan zaman)
-
16-Nahl 61
lâ yeste'hırûne : ertelenmez (tehir edilmez)
-
16-Nahl 61
sâaten : bir saat
-
16-Nahl 61
ve lâ yestakdimûne : ve evvele (öne) alınmaz
-
16-Nahl 62
ve yec'alûne : ve kılarlar (kılıyorlar), isnad ederler (ediyorlar)
-
16-Nahl 62
mâ yekrehûne : beğenmedikleri, hoşlanmadıkları, kerih gördükleri şey(ler)
-
16-Nahl 62
ve tesıfu \n(vasafe) : ve söylüyor, vasıflandırıyor \n: (vasıflandırdı, niteledi)
-
16-Nahl 62
elsinetu-hum : onların dilleri
-
16-Nahl 62
el kezibe : yalan
-
16-Nahl 62
enne : olduğu
-
16-Nahl 62
lehum el husnâ : en güzeli onların, onlara ait
-
16-Nahl 62
lâ cereme : şüphesiz, şüphe yok
-
16-Nahl 62
enne : olduğu
-
16-Nahl 62
lehum en nâre : ateş onlar içindir, onlarındır
-
16-Nahl 62
ve enne-hum : ve muhakkak onlar
-
16-Nahl 62
mufretûne : ifratta olanlar, aşırı davrananlar
-
16-Nahl 63
lekad : andolsun
-
16-Nahl 63
erselnâ : biz gönderdik
-
16-Nahl 63
ilâ umemin : ümmetlere
-
16-Nahl 63
min kabli-ke : senden önce
-
16-Nahl 63
fe zeyyene : fakat süslü gösterdi, süsledi
-
16-Nahl 63
lehum : onlara
-
16-Nahl 63
eş şeytânu : şeytan
-
16-Nahl 63
a'mâle-hum : amellerini, yaptıklarını
-
16-Nahl 63
fe huve : artık o (dur)
-
16-Nahl 63
veliyyu-hum : onların velîsi, dostu
-
16-Nahl 63
el yevme : o gün (bugün)
-
16-Nahl 63
ve lehum : ve onlar için vardır, onlarındır
-
16-Nahl 63
azâbun elîmun : elîm (acı) azap
-
16-Nahl 64
ve mâ enzelnâ : ve biz indirmedik
-
16-Nahl 64
aleyke el kitâbe : sana kitabı
-
16-Nahl 64
li tubeyyine : açıklaman için, beyan etmen için
-
16-Nahl 64
lehum : onlar, onlara
-
16-Nahl 64
ellezî ihtelefû : ihtilâfa düştükleri şey
-
16-Nahl 64
ve huden : ve hidayet edici
-
16-Nahl 64
ve rahmeten : ve bir rahmet
-
16-Nahl 64
yu'minûne : inanırlar, mü'min olurlar
-
16-Nahl 65
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 65
enzele : indirdi
-
16-Nahl 65
min es semâi : semadan
-
16-Nahl 65
mâen : su
-
16-Nahl 65
fe ahyâ : böylece diriltti, hayat verdi
-
16-Nahl 65
bi-hi el arda : onunla arza, yeryüzüne
-
16-Nahl 65
ba'de : sonra
-
16-Nahl 65
mevti-hâ : onun ölümü
-
16-Nahl 65
inne : muhakkak
-
16-Nahl 65
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 65
le âyeten : elbette bir âyet (bir delil)
-
16-Nahl 65
yesmeûne : işitiyorlar, işitirler
-
16-Nahl 66
ve inne : ve muhakkak
-
16-Nahl 66
lekum : sizin için vardır
-
16-Nahl 66
fî el en'âmi : hayvanlarda
-
16-Nahl 66
le ibreten : mutlaka, elbette bir ibret vardır
-
16-Nahl 66
min beyni : arasından
-
16-Nahl 66
fersin : fers, sindirilmiş gıda, posa
-
16-Nahl 66
ve demin : ve kan
-
16-Nahl 66
lebenen hâlisen : halis süt, saf süt
-
16-Nahl 66
li eş şâribîne : içenler için, tadanlar için
-
16-Nahl 67
ve min semerâtin : ve meyvelerden
-
16-Nahl 67
en nahîli : hurma ağaçları
-
16-Nahl 67
ve el a'nâbi : ve üzüm, bağlar
-
16-Nahl 67
tettehîzûne : edinirsiniz, yaparsınız
-
16-Nahl 67
sekeren : seker, hurma şerbeti, üzüm suyu, şıra
-
16-Nahl 67
ve rızkan : ve bir rızık
-
16-Nahl 67
hasenen : güzel
-
16-Nahl 67
inne : muhakkak
-
16-Nahl 67
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 67
le âyeten : bir âyet
-
16-Nahl 67
ya'kılûne : akıl edenler
-
16-Nahl 68
ve evhâ : ve vahyetti
-
16-Nahl 68
rabbu-ke : senin Rabbin
-
16-Nahl 68
ilâ en nahli : balarısına
-
16-Nahl 68
en ittehızî : (edinmek) edinmesini
-
16-Nahl 68
min el cibâli : dağlardan
-
16-Nahl 68
buyûten : evler
-
16-Nahl 68
ve min eş şeceri : ve ağaçlardan
-
16-Nahl 68
ve mimmâ (min mâ) : ve şeyden
-
16-Nahl 68
ya'rişûne : (çardak) kuruyorlar, yapıyorlar
-
16-Nahl 69
summe : sonra
-
16-Nahl 69
min kulli es semerâti : meyvelerin, ürünlerin, çiçeklerin hepsinden
-
16-Nahl 69
feslukî (fe uslukî) : böylece sülûk edin, yolculuk edin, uçun
-
16-Nahl 69
subule \n(sebil) : yollar \n: (yol)
-
16-Nahl 69
zululen : zelil edilmiş, boyun eğdirilmiş, emrine verilmiş
-
16-Nahl 69
muhtelifun : muhtelif, çeşitli
-
16-Nahl 69
elvânu-hu \n(levn) : onun renkleri \n: (renk)
-
16-Nahl 69
li en nâsi : insanlar için
-
16-Nahl 69
inne : muhakkak
-
16-Nahl 69
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 69
le âyeten : elbette bir âyet, bir delil
-
16-Nahl 69
yetefekkerûne : tefekkür ederler
-
16-Nahl 70
summe : sonra
-
16-Nahl 70
yeteveffâ-kum : vefat ettirecek (ettirir)
-
16-Nahl 70
ve min-kum : ve sizden
-
16-Nahl 70
men yureddu : geri döndürülen kimse (kim geri döndürülürse)
-
16-Nahl 70
ilâ erzeli : en rezil hale, en aşağı hale
-
16-Nahl 70
el umuri : ömür
-
16-Nahl 70
li keylâ : olmaması için, olmadığı için
-
16-Nahl 70
ya'leme : bilir
-
16-Nahl 70
ba'de : sonra
-
16-Nahl 70
şey'en : bir şey
-
16-Nahl 70
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 71
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 71
faddale : üstün kıldı
-
16-Nahl 71
fî er rızkı : rızıkta, rızık konusunda
-
16-Nahl 71
femellezîne (fe mâ ellezîne) : o kimseler değiller
-
16-Nahl 71
alâ mâ meleket eymâne-hum \n(meleke) : onların ellerinin altında olanlara \n: (sahip oldu)
-
16-Nahl 71
eymâne-hum : onların elleri
-
16-Nahl 71
fe hum : oysa, halbuki onlar
-
16-Nahl 71
sevâun : eşittir, birdir
-
16-Nahl 71
e fe bi ni'meti allâhi : artık, Allah'ın ni'metini mi
-
16-Nahl 71
yechadûne : bilerek inkâr ediyorlar
-
16-Nahl 72
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 72
ceale : kıldı, halketti
-
16-Nahl 72
lekum : size, sizin için
-
16-Nahl 72
min enfusi-kum : sizin nefslerinizden
-
16-Nahl 72
ezvâcen : eşler, zevceler
-
16-Nahl 72
ve ceale : ve kıldı, halketti
-
16-Nahl 72
lekum : size, sizin için
-
16-Nahl 72
min ezvâci-kum : sizin eşlerinizden, zevcelerinizden
-
16-Nahl 72
benîne : oğullar
-
16-Nahl 72
ve hafedeten : ve torunlar
-
16-Nahl 72
ve rezaka-kum : ve sizi rızıklandırdı
-
16-Nahl 72
min et tayyibâti : temiz, helâl olanlardan
-
16-Nahl 72
e fe bi el bâtıli : hâlâ bâtıla mı
-
16-Nahl 72
yu'minûne : inanıyorlar
-
16-Nahl 72
ve bi ni'meti allâhi : ve Allah'ın ni'metini
-
16-Nahl 72
yekfurûne : inkâr ediyor
-
16-Nahl 73
ve ya'budûne : ve kulluk ediyorlar, tapıyorlar
-
16-Nahl 73
lâ yemliku : malik değil, gücü yetmez
-
16-Nahl 73
lehum : onlara, onlar için
-
16-Nahl 73
min es semâvâti : semalardan
-
16-Nahl 73
ve el ardı : ve yer(den), yeryüzünden
-
16-Nahl 73
şey'en : bir şey
-
16-Nahl 73
ve lâ yestetîûne : ve güçleri yetmez, yapamazlar, muktedir değildirler
-
16-Nahl 74
fe lâ tadribû : artık (misal) getirmeyin, yapmayın, vurgulamayın
-
16-Nahl 74
el emsâle \n(darabe meselen) : benzer, misal, emsal \n: (örnek vermek, eş, benzer kılmak)
-
16-Nahl 74
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 74
ya'lemu : bilir
-
16-Nahl 74
ve entum : ve siz
-
16-Nahl 74
lâ ta'lemûne : bilmezsiniz
-
16-Nahl 75
darabe allâhu : Allah (misal) verdi
-
16-Nahl 75
meselen : bir misal, bir örnek
-
16-Nahl 75
abden : bir kul
-
16-Nahl 75
memlûken : sahip olunan, köle olan, memluk
-
16-Nahl 75
alâ şey'in : bir şeye
-
16-Nahl 75
ve men : ve kimse, kim
-
16-Nahl 75
hasenen : güzel, temiz, helâl
-
16-Nahl 75
fe huve : böylece o
-
16-Nahl 75
sırren : gizli (sır) olarak
-
16-Nahl 75
ve cehren : ve açık olarak
-
16-Nahl 75
hel yestevûne : eşit (musavi) midir
-
16-Nahl 75
el hamdu li allâhi : hamd Allah'a aittir (Allah içindir)
-
16-Nahl 75
bel : hayır
-
16-Nahl 75
ekseru-hum : onların çoğu
-
16-Nahl 75
lâ ya'lemûne : bilmezler, bilmiyorlar
-
16-Nahl 76
ve darabe allâhu : ve Allah (misal) verdi
-
16-Nahl 76
meselen : bir misal, bir örnek
-
16-Nahl 76
raculeyni : iki kişi, iki adam
-
16-Nahl 76
ehadu-humâ : ikisinden biri
-
16-Nahl 76
ebkemu : dilsiz
-
16-Nahl 76
alâ şey'in : bir şeye
-
16-Nahl 76
ve huve : ve o
-
16-Nahl 76
kellun : başkasına yük olan, geçimi başkasına ait olan
-
16-Nahl 76
alâ mevlâ-hu : mevlâsına (efendisine)
-
16-Nahl 76
eynemâ : her nereye
-
16-Nahl 76
yuveccih-hu : onu yönlendirir, gönderir
-
16-Nahl 76
lâ ye'ti : getiremez
-
16-Nahl 76
hel yestevî : eşit (musavi) midir
-
16-Nahl 76
huve : o
-
16-Nahl 76
ve men : ve kimse, kişi
-
16-Nahl 76
ye'muru : emreder
-
16-Nahl 76
bil adli (bi el adli) : adalet ile
-
16-Nahl 76
ve huve : ve o
-
16-Nahl 77
ve lillâhi (li allâhi) : ve Allah'a aittir
-
16-Nahl 77
gaybu es semâvâti : semaların gaybı (görünmeyen, bilinmeyen ilim)
-
16-Nahl 77
ve el ardı : ve yeryüzü
-
16-Nahl 77
ve mâ : ve değildir
-
16-Nahl 77
emru es sâati : o saatin emri
-
16-Nahl 77
ke : gibi, kadar
-
16-Nahl 77
lemhi : bir an, en kısa zaman aralığı
-
16-Nahl 77
el basari (lemhi el basri) : göz, bakış (göz kırpması, bir anlık bakış)
-
16-Nahl 77
ev : veya
-
16-Nahl 77
huve : o
-
16-Nahl 77
akrebu : daha yakın, daha çabuk, daha hızlı
-
16-Nahl 77
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 77
alâ kulli şey'in : herşeye
-
16-Nahl 78
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 78
ahrece-kum : sizi çıkardı
-
16-Nahl 78
ummehâti-kum : sizin annelerinizin
-
16-Nahl 78
lâ ta'lemune : bilmiyorsunuz
-
16-Nahl 78
şey'en : bir şey
-
16-Nahl 78
ve ceale : ve kıldı, yaptı
-
16-Nahl 78
lekum : size, sizin için
-
16-Nahl 78
es sem'a : işitme hassası
-
16-Nahl 78
ve el ebsâre : ve görme hassası
-
16-Nahl 78
ve el ef'idete : ve gönül, kalp, fuad, anlama, idrak etme hassası
-
16-Nahl 78
lealle-kum : umulur ki siz, böylece siz
-
16-Nahl 78
teşkurûne : şükredersiniz
-
16-Nahl 79
e lem yerev : görmüyorlar mı, görmediler mi
-
16-Nahl 79
ilet tayri (ilâ et tayri) : kuşları
-
16-Nahl 79
fî cevvi es semâi : semanın hava boşluğunda, havada
-
16-Nahl 79
mâ yumsikuhunne : onları tutmaz (havada durduramaz)
-
16-Nahl 79
inne : muhakkak
-
16-Nahl 79
fî zâlike : bunda vardır
-
16-Nahl 79
le âyâtin : elbette âyetler
-
16-Nahl 79
yu'minûne : (mü'min olanlar) mü'min oluyorlar
-
16-Nahl 80
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 80
ceale : kıldı, yaptı
-
16-Nahl 80
lekum : size, sizin için
-
16-Nahl 80
sekenen : (mesken) huzur, sekînet, dinlenme yeri
-
16-Nahl 80
ve ceale : ve kıldı
-
16-Nahl 80
lekum : size, sizin için
-
16-Nahl 80
el en'âmi : hayvanlar
-
16-Nahl 80
buyûten : evler
-
16-Nahl 80
testehıffûne-hâ : onu hafifçe taşırsınız
-
16-Nahl 80
yevme : gün
-
16-Nahl 80
ve yevme : ve gün
-
16-Nahl 80
ikâmeti-kum : sizin yerleşmeniz, ikâmet etmeniz, konaklamanız
-
16-Nahl 80
ve min asvâfi-hâ (sûfu) : ve onun yünlerinden (koyun yünü)
-
16-Nahl 80
ve evbâri-hâ (vebare) : ve onun tüyleri (deve tüyü)
-
16-Nahl 80
ve eş'âri-hâ (şearu) : ve onun kılları (kıl)
-
16-Nahl 80
esâsen : çeşitli mal, ev eşyası (giyecek, kullanılacak şeyler)
-
16-Nahl 80
ve metâan : ve meta, geçim vasıtası
-
16-Nahl 81
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
16-Nahl 81
ceale : kıldı, halketti
-
16-Nahl 81
lekum : sizin için
-
16-Nahl 81
zılâlen : gölgeler, gölgelikler
-
16-Nahl 81
ve ceale : ve kıldı
-
16-Nahl 81
lekum : sizin için
-
16-Nahl 81
min el cibâli : dağlardan
-
16-Nahl 81
eknânen \n\n(kenn) : barınılacak yerler \n(yağmur, rüzgâr, vs.'den koruyan şeyler, sığınaklar, siperler) \n: (barınılan yer, sığınak)
-
16-Nahl 81
ve ceale : ve kıldı
-
16-Nahl 81
lekum : sizin için
-
16-Nahl 81
serâbîle \n(sirbâl) : gömlekler, zırhlar (savaşta korunmak için yapılan demir giysiler) \n: (gömlek)
-
16-Nahl 81
tekî-kum : sizi korur
-
16-Nahl 81
el harra : sıcak
-
16-Nahl 81
ve serâbîle : ve gömlekler, zırhlar (savaşta korunmak için yapılan demir) giysiler)
-
16-Nahl 81
tekî-kum : sizi korur
-
16-Nahl 81
be'se-kum : sizi şiddetten, kuvvetli darbeden
-
16-Nahl 81
kezâlike : işte böyle
-
16-Nahl 81
ni'mete-hu : (onun) kendi ni'metini
-
16-Nahl 81
aleykum : sizin üzerinize, size
-
16-Nahl 81
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
16-Nahl 81
tuslimûne : teslim olursunuz
-
16-Nahl 82
fe : artık
-
16-Nahl 82
in tevellev : eğer yüz çevirirlerse
-
16-Nahl 82
fe : bundan sonra
-
16-Nahl 82
innemâ : yalnızca, sadece
-
16-Nahl 82
aleyke : senin üzerinde
-
16-Nahl 82
el belâgu : tebliğ, beyan
-
16-Nahl 82
el mubînu : apaçık
-
16-Nahl 83
ya'rifûne : tanıyorlar, biliyorlar
-
16-Nahl 83
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'meti
-
16-Nahl 83
summe : sonra
-
16-Nahl 83
yunkirûne-hâ : onu inkâr ediyorlar
-
16-Nahl 83
ve ekseru-hum : ve onların çoğu
-
16-Nahl 83
el kâfirûne : inkâr edenler, kâfirler
-
16-Nahl 84
ve yevme : ve o gün
-
16-Nahl 84
neb'asu : beas ederiz (göndeririz)
-
16-Nahl 84
min kulli ummetin : bütün ümmetlerden
-
16-Nahl 84
şehîden : bir şahit
-
16-Nahl 84
summe : sonra
-
16-Nahl 84
lâ yu'zenu \n(ezine) : izin verilmez \n: (izin verdi)
-
16-Nahl 84
li ellezîne : o kimselere
-
16-Nahl 84
keferû : inkâr ettiler
-
16-Nahl 84
ve lâ hum yusta'tebûne \n(a'tebe) : ve rızanın oluşması için, onlardan özür (mazeret) beyan etmeleri istenmez \n: (gönlünü aldı, razı etti)
-
16-Nahl 85
ve izâ : ve olduğu zaman
-
16-Nahl 85
rae : gördü
-
16-Nahl 85
ellezîne : kimseler
-
16-Nahl 85
zalemû : zulmettiler
-
16-Nahl 85
el azâbe : azap
-
16-Nahl 85
fe : o zaman, artık
-
16-Nahl 85
lâ yuhaffefu : hafifletilmez
-
16-Nahl 85
ve lâ hum yunzarûne : ve onlara nazar edilmez (yüzüne bakılmaz)
-
16-Nahl 86
ve izâ : ve o zaman, olduğu zaman
-
16-Nahl 86
rae : gördü
-
16-Nahl 86
ellezîne : onlar
-
16-Nahl 86
eşrekû : (Allah'a) ortak (şirk) koştular
-
16-Nahl 86
şurekâe-hum : onların ortakları (şerikleri)
-
16-Nahl 86
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
16-Nahl 86
şurekâu-nâ : bizim ortak koştuklarımız
-
16-Nahl 86
ellezîne : onlar
-
16-Nahl 86
ned'û : dua ettik, (yardıma) çağırdık
-
16-Nahl 86
min dûni-ke : senden başka
-
16-Nahl 86
fe elkav : böylece attılar
-
16-Nahl 86
ileyhim : onlara
-
16-Nahl 86
el kavle : söz
-
16-Nahl 86
inne-kum : muhakkak siz
-
16-Nahl 86
le kâzibûne : elbette yalan söyleyenler
-
16-Nahl 87
ve elkav : ve arz ettiler (attılar)
-
16-Nahl 87
yevme izin : izin günü
-
16-Nahl 87
es seleme : teslimiyet
-
16-Nahl 87
ve dalle : ve saptı, gitti
-
16-Nahl 87
yefterûne : iftira ediyorlar, uyduruyorlar
-
16-Nahl 88
ellezîne : o kimseler, onlar
-
16-Nahl 88
keferû : inkâr ettiler, örttüler
-
16-Nahl 88
ve saddû : ve men ettiler, engellediler
-
16-Nahl 88
an sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolundan
-
16-Nahl 88
azâben : azap
-
16-Nahl 88
fevka el azâbi : azap üstüne
-
16-Nahl 88
yufsidûne : fesat çıkarırlar
-
16-Nahl 89
ve yevme : ve o gün
-
16-Nahl 89
neb'asu : göndeririz, beas ederiz, vazifeli kılarız
-
16-Nahl 89
ummetin : ümmet
-
16-Nahl 89
şehîden : bir şahit
-
16-Nahl 89
aleyhim : onların üzerine
-
16-Nahl 89
min enfusi-him : onların kendilerinden
-
16-Nahl 89
ve ci'nâ : ve getirdik
-
16-Nahl 89
bi-ke şehîden : seni şahit olarak
-
16-Nahl 89
ve nezzel-nâ : ve biz indirdik
-
16-Nahl 89
aleyke : sana
-
16-Nahl 89
el kitâbe : kitap
-
16-Nahl 89
tibyânen : beyan eden (açıklayan)
-
16-Nahl 89
li kulli şey'in : herşeyi
-
16-Nahl 89
ve huden : ve hidayete erdiren
-
16-Nahl 89
ve rahmeten : ve rahmet olan (rahmet nuru gönderen), rahmet olarak
-
16-Nahl 89
ve buşrâ : ve müjde olarak
-
16-Nahl 89
li el muslimîne : müslümanlara, müslümanlar (teslim olanlar) için
-
16-Nahl 90
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 90
ye'muru : emreder
-
16-Nahl 90
bi el adli : adaletle
-
16-Nahl 90
ve el ihsâni : ve ihsan
-
16-Nahl 90
ve îtâi : ve verme(k)
-
16-Nahl 90
zî el kurbâ : yakınlara, akrabalara
-
16-Nahl 90
ve yenhâ : ve yasaklar, nehyeder
-
16-Nahl 90
an el fahşâi : fuhuş (yalan, iftira, zina)dan, kötülüklerden
-
16-Nahl 90
ve el munkeri : ve fenalık, kötülük, çirkin şeyler, Allah'ın yasakladığı şeyler
-
16-Nahl 90
ve el bagyi : ve zulüm, azgınlık, taşkınlık, hakka tecavüz
-
16-Nahl 90
yeizu-kum : size öğüt veriyor
-
16-Nahl 90
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
16-Nahl 90
tezekkerûne : tezekkür edersiniz
-
16-Nahl 91
ve evfû : ve yerine getirin, ifa edin, vefa edin
-
16-Nahl 91
ahedtum : siz ahid yaptınız
-
16-Nahl 91
ve lâ tenkudû : ve siz bozmayın
-
16-Nahl 91
eymâne : yeminler
-
16-Nahl 91
ba'de : sonra
-
16-Nahl 91
tevkîdi-hâ : onu pekiştiriyorsunuz, onu sağlamlaştırıyorsunuz
-
16-Nahl 91
ve kad : ve olmuştu
-
16-Nahl 91
cealtum : siz kıldınız (yaptınız)
-
16-Nahl 91
allâhe : Allah
-
16-Nahl 91
aleykum : sizin üzerinize
-
16-Nahl 91
kefîlen : kefil
-
16-Nahl 91
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 91
ya'lemu : bilir
-
16-Nahl 91
mâ tef'alûne : yaptığınız şeyleri, ne yaptığınızı
-
16-Nahl 92
ve lâ tekûnû : ve siz olmayın
-
16-Nahl 92
kelletî (ke elletî) : o kimse (kadın) gibi
-
16-Nahl 92
nekadat : çözdü, açtı
-
16-Nahl 92
gazle-hâ : eğrilmiş ipini
-
16-Nahl 92
kuvvetin : kuvvetli, kuvvetle
-
16-Nahl 92
enkâsen : bükülmüş ipin tekrar çözülüp açılması
-
16-Nahl 92
tettehızûne : ediniyorsunuz
-
16-Nahl 92
eymâne-kum : sizin yeminleriniz
-
16-Nahl 92
dehalen : hile, tuzak, aldatma
-
16-Nahl 92
beyne-kum : aranızda
-
16-Nahl 92
en tekûne : olması
-
16-Nahl 92
ummetun : bir ümmet
-
16-Nahl 92
hiye : o
-
16-Nahl 92
erbâ \n(rabâ) : daha çok artması, daha çok olması \n: (arttı, ziyade oldu)
-
16-Nahl 92
min ummetin : bir ümmetten
-
16-Nahl 92
innemâ : ancak, oysa
-
16-Nahl 92
yeblû-kum allâhu : Allah sizi imtihan eder
-
16-Nahl 92
ve le yubeyyinenne : ve muhakkak açıklayacak
-
16-Nahl 92
lekum : size
-
16-Nahl 92
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
16-Nahl 92
tahtelifûne : siz ihtilâfa düşüyorsunuz
-
16-Nahl 93
ve lev şâe allâhu : ve eğer Allah dileseydi
-
16-Nahl 93
le ceale-kum : elbette sizi kıldı
-
16-Nahl 93
ummeten : bir ümmet
-
16-Nahl 93
vâhideten : bir tek
-
16-Nahl 93
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
16-Nahl 93
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
16-Nahl 93
ve yehdî : ve hidayete erdirir
-
16-Nahl 93
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
16-Nahl 93
ve le tus'elunne : ve elbette sorulacaksınız, sorgulanacaksınız
-
16-Nahl 93
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
16-Nahl 94
ve lâ tettehızû : ve edinmeyin
-
16-Nahl 94
eymâne-kum : yeminlerinizi
-
16-Nahl 94
dehalen : hile, tuzak, aldatma
-
16-Nahl 94
beyne-kum : siz kendi aranızda
-
16-Nahl 94
fe tezille : o taktirde, o zaman kayar
-
16-Nahl 94
kademun : ayak
-
16-Nahl 94
ba'de : sonra
-
16-Nahl 94
ve tezûku : ve tadarsınız
-
16-Nahl 94
es sûe : şerr, kötülük, fenalık
-
16-Nahl 94
saded-tum : men ettiniz, saptınız, yüz çevirdiniz
-
16-Nahl 94
an sebîlillâhi : Allah'ın yolundan
-
16-Nahl 94
ve lekum : ve sizin için, size vardır
-
16-Nahl 95
ve lâ teşterû : ve satmayın
-
16-Nahl 95
semenen : bir bedel, değer
-
16-Nahl 95
kalîlen : az
-
16-Nahl 95
innemâ : ancak, fakat, oysa
-
16-Nahl 95
inde allâhi : Allah'ın indinde, katında, yanında
-
16-Nahl 95
huve : o
-
16-Nahl 95
lekum : sizin için
-
16-Nahl 95
ta'lemûne : biliyorsunuz
-
16-Nahl 96
mâ ınde-kum : sizin yanınızda olan şey(ler)
-
16-Nahl 96
yenfedu : tükenir, biter
-
16-Nahl 96
ve mâ ındallâhi (inde allâhi) : ve Allah'ın indinde, katında olan şey(ler)
-
16-Nahl 96
ve le necziyenne : ve mutlaka karşılığını vereceğiz, mükafatlandıracağız
-
16-Nahl 96
ellezîne saberû : sabredenler, sabrın sahipleri
-
16-Nahl 96
ecre-hum : onların ecirleri (bedelleri), ücretleri
-
16-Nahl 96
bi ahseni : en ahseni (güzeli) ile, daha ahseni (güzeli) ile
-
16-Nahl 96
mâ kânû ya'melûne : yapmış oldukları ameller (şeyler)
-
16-Nahl 97
men : kim
-
16-Nahl 97
amile sâlihan : salih amel (nefsi tezkiye edici amel)
-
16-Nahl 97
min zekerin : erkek(ler)den
-
16-Nahl 97
ev unsâ : veya kadın(lar)
-
16-Nahl 97
ve huve : ve o
-
16-Nahl 97
fe le : o taktirde mutlaka
-
16-Nahl 97
nuhyiyenne-hu : ona hayat veririz, yaşatırız
-
16-Nahl 97
hayâten : hayat
-
16-Nahl 97
tayyibeten : tayyib, temiz, güzel, helâl
-
16-Nahl 97
ve le necziyenne-hum : ve mutlaka, ellbette onlara karşılığını vereceğiz, mükâfatlandıracağız
-
16-Nahl 97
ecre-hum : onların ecrini, bedelini
-
16-Nahl 97
bi ahseni : en ahseni ile, daha ahseni (güzeli) ile
-
16-Nahl 97
mâ kânû ya'melûne : yapmış oldukları ameller (şeyler)
-
16-Nahl 98
fe : o zaman, artık
-
16-Nahl 98
izâ kare'te : okuduğun zaman
-
16-Nahl 98
el kur'âne : Kur'ân
-
16-Nahl 98
fe isteız : hemen, önce sığın
-
16-Nahl 98
min eş şeytâni er racîmi : taşlanmış, kovulmuş şeytandan
-
16-Nahl 99
inne-hu : çünkü o, muhakkak ki o
-
16-Nahl 99
leyse : değil, yoktur
-
16-Nahl 99
lehu : onun
-
16-Nahl 99
alellezîne (alâ ellezîne) : onların üzerinde
-
16-Nahl 99
âmenû : âmenû olanlar (âmenû oldular)
-
16-Nahl 99
ve alâ : ve üzerine, ...e
-
16-Nahl 99
yetevekkelûne : tevekkül ederler
-
16-Nahl 100
innemâ : fakat, sadece
-
16-Nahl 100
alellezîne (alâ ellezîne) : onların üzerinde
-
16-Nahl 100
yetevellevne-hu : ona yönelenler
-
16-Nahl 100
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler
-
16-Nahl 100
müşrikûne : Allah'a ortak (şirk) koşanlar, müşrikler
-
16-Nahl 101
ve izâ : ve olduğu zaman
-
16-Nahl 101
beddelnâ : biz değiştirdik
-
16-Nahl 101
âyeten : bir âyet
-
16-Nahl 101
mekâne : yer, mekân
-
16-Nahl 101
âyetin : bir âyet
-
16-Nahl 101
vallâhu a'lemu : ve Allah bilir
-
16-Nahl 101
a'lemu : bilir
-
16-Nahl 101
yunezzilu : indirir
-
16-Nahl 101
innemâ : sadece, ancak
-
16-Nahl 101
ente : sen
-
16-Nahl 101
mufterin : iftira eden, kendisi uyduran
-
16-Nahl 101
bel : hayır, tam aksi, bilâkis
-
16-Nahl 101
ekseru-hum : onların çoğu
-
16-Nahl 101
lâ ya'lemûne : bilmezler, bilmiyorlar
-
16-Nahl 102
nezzele-hu : onu indirdi
-
16-Nahl 102
rûhu el kudusi : Ruh'ûl Kudüs
-
16-Nahl 102
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
16-Nahl 102
bi el hakkı : hak ile
-
16-Nahl 102
li yusebbite : sağlamlaştırmak, sebat ettirmek için
-
16-Nahl 102
ellezîne : kimseler
-
16-Nahl 102
âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar
-
16-Nahl 102
ve huden : ve hidayete erdiren
-
16-Nahl 102
ve buşrâ : ve müjde olarak
-
16-Nahl 102
li el muslimîne : müslümanlar, teslim olanlar için
-
16-Nahl 103
ve lekad : ve andolsun ki
-
16-Nahl 103
na'lemu : biz biliyoruz, biliriz
-
16-Nahl 103
enne-hum : onların olduğunu
-
16-Nahl 103
yekûlûne : diyorlar
-
16-Nahl 103
innemâ : sadece, yalnız, fakat
-
16-Nahl 103
beşerun : bir beşer, bir insan
-
16-Nahl 103
ellezî : ki o
-
16-Nahl 103
yulhıdûne \n(elhade) : yöneliyorlar, isnad ediyorlar, dil uzatıyorlar \n: (yöneldi, dil uzattı)
-
16-Nahl 103
ileyhi : ona
-
16-Nahl 103
a'cemiyyun : yabancı, acemi, Arapça olmayan
-
16-Nahl 103
ve hâzâ : ve bu
-
16-Nahl 104
inne : muhakkak
-
16-Nahl 104
ellezîne : onlar
-
16-Nahl 104
lâ yu'minûne : inanmazlar (îmân etmezler)
-
16-Nahl 104
lâ yehdî-him : onları hidayete erdirmez
-
16-Nahl 104
ve lehum : ve onlar için vardır
-
16-Nahl 104
azâbun elîmun : elîm azap, acı azap
-
16-Nahl 105
innemâ : sadece, yalnız, fakat
-
16-Nahl 105
yefterî : iftira ederler, uydururlar
-
16-Nahl 105
el kezibe : yalan
-
16-Nahl 105
ellezîne : onlar
-
16-Nahl 105
lâ yu'minûne : inanmazlar
-
16-Nahl 105
ve ulâike : ve işte onlar
-
16-Nahl 105
hum el kâzibûne : onlar yalancılardır
-
16-Nahl 106
men kefere : kim inkâr ederse
-
16-Nahl 106
men ukrihe : kim zorlanırsa, mecbur edilirse
-
16-Nahl 106
ve kalbu-hu : ve onun kalbi
-
16-Nahl 106
bi el îmâni : îmân ile
-
16-Nahl 106
ve lâkin : fakat, ama, ve de
-
16-Nahl 106
men şereha : kim açarsa, şerhederse
-
16-Nahl 106
bi el kufri : küfre
-
16-Nahl 106
fe aleyhim : o zaman onlara, onların üstüne
-
16-Nahl 106
ve lehum : ve onların vardır, onlar için vardır
-
16-Nahl 107
zâlike : işte bu
-
16-Nahl 107
bi enne-hum : onların olmalarından dolayı, sebebiyle
-
16-Nahl 107
istehebbû : sevgiyle istediler (çok sevdiler)
-
16-Nahl 107
el hayâte ed dunyâ : dünya hayatı
-
16-Nahl 107
alâ el âhıreti : ahirete
-
16-Nahl 107
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
16-Nahl 107
lâ yehdî : hidayete erdirmez
-
16-Nahl 107
el kavme el kâfirîne : kâfir kavim
-
16-Nahl 108
ulâike : işte onlar
-
16-Nahl 108
ellezîne : onlar, o kimseler ki
-
16-Nahl 108
tabe allâhu : Allah mühürledi, tabetti
-
16-Nahl 108
ve sem'ı-him : ve onların işitme hassaları
-
16-Nahl 108
ve ebsâri-him : ve onların görme hassaları
-
16-Nahl 108
ve ulâike : ve işte onlar
-
16-Nahl 108
hum el gâfilûne : onlar gâfil olanlardır
-
16-Nahl 109
lâ cereme : şüphesiz, şüphe yok
-
16-Nahl 109
enne-hum : onların olduğuna
-
16-Nahl 109
fî el âhıreti : ahirette
-
16-Nahl 109
hum el hâsirûne : onlar hüsranda olanlardır
-
16-Nahl 110
summe : sonra
-
16-Nahl 110
inne : muhakkak
-
16-Nahl 110
rabbe-ke : senin Rabbin
-
16-Nahl 110
li ellezîne : o kimseler için
-
16-Nahl 110
hâcerû : hicret (göç) ettiler
-
16-Nahl 110
futinû \n(fetene) : işkenceye uğratıldılar \n: (işkence etti)
-
16-Nahl 110
summe : sonra
-
16-Nahl 110
câhedû : cihad ettiler
-
16-Nahl 110
ve saberû : ve sabrettiler
-
16-Nahl 110
inne : muhakkak
-
16-Nahl 110
rabbeke : senin Rabbin
-
16-Nahl 110
le gafûrun : elbette mağfiret edendir
-
16-Nahl 111
yevme : gün, o gün
-
16-Nahl 111
te'tî : gelir
-
16-Nahl 111
kullu nefsin : bütün nefsler
-
16-Nahl 111
an nefsi-hâ : kendi nefsinden
-
16-Nahl 111
ve tuveffâ : ve tam ödenir, vefa edilir
-
16-Nahl 111
kullu nefsin : bütün nefslere
-
16-Nahl 111
mâ amilet : yaptıkları şeyler
-
16-Nahl 111
ve hum : ve onlar
-
16-Nahl 111
lâ yuzlemûne : zulmedilmezler, haksızlığa uğratılmazlar
-
16-Nahl 112
ve darabe allâhu : ve Allah misal verdi
-
16-Nahl 112
meselen : bir misal, örnek
-
16-Nahl 112
karyeten : bir şehir (halkı)
-
16-Nahl 112
kânet : oldu
-
16-Nahl 112
âmineten : güvenlik içinde, emin
-
16-Nahl 112
mutmainneten : tatmin olmuş
-
16-Nahl 112
ye'tî-hâ : ona gelir
-
16-Nahl 112
ragaden : bol bol, rahat
-
16-Nahl 112
min kulli mekânin : her yerden
-
16-Nahl 112
fe keferet : fakat inkâr ettiler
-
16-Nahl 112
bi en'umi allâhi : Allah'ın ni'metleri (ni'metlendirmesi)
-
16-Nahl 112
fe ezâka-hâ allâhu : bundan sonra Allah ona tattırdı
-
16-Nahl 112
libâse el cûi : açlık elbisesi, açlığı
-
16-Nahl 112
ve el havfi : ve korku
-
16-Nahl 112
yasnaûne \n(sanaa) : yapıyorlar \n: (yaptı, meydana getirdi)
-
16-Nahl 113
ve lekad : ve andolsun
-
16-Nahl 113
câe-hum : onlara geldi
-
16-Nahl 113
resûlun : bir resûl
-
16-Nahl 113
fe kezzebû-hu : fakat onu yalanladılar
-
16-Nahl 113
fe ehaze-hum : bundan sonra, böylece onları yakaladı, aldı
-
16-Nahl 113
el azâbu : azap
-
16-Nahl 113
ve hum zâlimûne : ve onlar zalimler dir
-
16-Nahl 114
fe kulû : öyleyse yeyin
-
16-Nahl 114
halâlen : helâl olarak
-
16-Nahl 114
tayyiben : güzel, helâl, temiz olarak
-
16-Nahl 114
veşkurû : ve şükredin
-
16-Nahl 114
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'metleri
-
16-Nahl 114
ta'budûne : kul oluyorsunuz
-
16-Nahl 115
innemâ : sadece, yalnız, fakat
-
16-Nahl 115
harreme : haram kıldı
-
16-Nahl 115
aleykum : sizin üzerinize, size
-
16-Nahl 115
el meytete : ölü
-
16-Nahl 115
veddeme (ve ed deme) : ve kan
-
16-Nahl 115
ve lahme el hınzîri : ve domuz eti
-
16-Nahl 115
ve mâ : ve şeyi
-
16-Nahl 115
uhılle : kesilen
-
16-Nahl 115
fe men idturra : artık kim mecbur kalırsa, darda kalırsa
-
16-Nahl 115
gayre bâgın : haddi aşmadan
-
16-Nahl 115
ve lâ âdin : ve hakka tecavüz etmeden
-
16-Nahl 115
fe inne allâhe : o taktirde, bu halde, muhakkak Allah
-
16-Nahl 116
ve lâ tekûlû : ve söylemeyin
-
16-Nahl 116
tesıfu \n(vasefe) : vasıflandırır \n: (vasıflandırdı, nitelendirdi)
-
16-Nahl 116
elsinetu-kum : sizin diliniz
-
16-Nahl 116
el kezibe : yalan
-
16-Nahl 116
ve hâzâ : ve bu
-
16-Nahl 116
li tefterû : iftira etmeniz için
-
16-Nahl 116
el kezibe : yalan
-
16-Nahl 116
inne ellezîne : muhakkak o kimseler
-
16-Nahl 116
yefterûne : iftira ediyorlar
-
16-Nahl 116
el kezibe : yalan
-
16-Nahl 116
lâ yuflihûne : felâha, kurtuluşa ermezler (eremezler)
-
16-Nahl 117
metâun : bir metadır
-
16-Nahl 117
ve lehum : ve onlar içindir
-
16-Nahl 117
azâbun elîmun : elîm (acı) bir azap
-
16-Nahl 118
ve alellezîne (alâ ellezîne) : ve o kimseler üzerine
-
16-Nahl 118
harremnâ : biz haram kıldık
-
16-Nahl 118
aleyke : sana
-
16-Nahl 118
ve mâ zalemnâ-hum : ve biz onlara zulmetmedik
-
16-Nahl 118
ve lâkin : ve fakat, ama, lâkin
-
16-Nahl 118
enfuse-hum : onların nefsleri (kendi nefsleri)
-
16-Nahl 118
yazlimûne : zulmediyorlar
-
16-Nahl 119
summe : sonra
-
16-Nahl 119
inne : muhakkak
-
16-Nahl 119
rabbe-ke : senin Rabbin
-
16-Nahl 119
lillezîne (li ellezîne) : o kimseler için, o kimselere
-
16-Nahl 119
amilû es sûe : kötü amel yaptılar
-
16-Nahl 119
bi cehâletin : cehaletle, cahillikle, bilmeyerek
-
16-Nahl 119
summe : sonra
-
16-Nahl 119
min ba'di zâlike : bundan sonra
-
16-Nahl 119
ve aslahû : ve ıslâh oldular (nefsi ıslâh edici amel yaptılar)
-
16-Nahl 119
inne : muhakkak
-
16-Nahl 119
rabbe-ke : senin Rabbin
-
16-Nahl 119
le gafûrun : elbette gafurdur, mağfiret edendir
-
16-Nahl 120
inne : muhakkak
-
16-Nahl 120
ibrâhîme : İbrâhîm
-
16-Nahl 120
kâne : oldu, idi
-
16-Nahl 120
ummeten : bir ümmet
-
16-Nahl 120
kâniten : kanitin olan, yönelen
-
16-Nahl 120
hanîfen : hanif olarak (bir tek Allah'a inanan)
-
16-Nahl 120
ve lem yeku : ve olmadı
-
16-Nahl 120
min el muşrikîne : müşriklerden
-
16-Nahl 121
şâkiren : şükreden
-
16-Nahl 121
li en'umi-hî : onun ni'metlerine
-
16-Nahl 121
ictebâ-hu : onu seçti
-
16-Nahl 121
ve hudâ-hu : ve onu ulaştırdı, hidayete erdirdi
-
16-Nahl 121
ilâ sırâtın mustekîmin : Sıratı Mustakîm'e (Allah'a yönlendirilmiş, Allah'a ulaştıran yola)
-
16-Nahl 122
ve âteynâ-hu : ve biz ona verdik
-
16-Nahl 122
fî ed dunyâ : dünyada
-
16-Nahl 122
haseneten : haseneler, güzellikler, iyilikler, (pozitif) dereceler
-
16-Nahl 122
ve inne-hu : ve çünkü o, muhakkak ki o
-
16-Nahl 122
fî el âhıreti : ahirette
-
16-Nahl 122
le : elbette, mutlaka
-
16-Nahl 122
es sâlihîne : salihler
-
16-Nahl 123
summe : sonra
-
16-Nahl 123
evhaynâ : biz vahyettik
-
16-Nahl 123
ileyke : sana
-
16-Nahl 123
en ittebi' : tâbî olmayı
-
16-Nahl 123
millete : dîn
-
16-Nahl 123
ibrâhîme : İbrâhîm
-
16-Nahl 123
hanîfen : hanif olarak (tek Allah'a inanan, yönelen)
-
16-Nahl 123
ve mâ kâne : ve o olmadı
-
16-Nahl 123
min el muşrikîne : müşriklerden, şirk koşanlardan
-
16-Nahl 124
innemâ : sadece, fakat, oysa
-
16-Nahl 124
cuile : kılındı
-
16-Nahl 124
es sebtu : cumartesi
-
16-Nahl 124
alellezînahtelefû : ihtilâfa düşenler üzerine
-
16-Nahl 124
ve inne rabbe-ke : ve muhakkak senin Rabbin
-
16-Nahl 124
le yahkumu : elbette hüküm verecek
-
16-Nahl 124
beyne-hum : onların arasında
-
16-Nahl 124
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
16-Nahl 124
yahtelifûne : ihtilâf ediyorlar
-
16-Nahl 125
ilâ sebîli : yola
-
16-Nahl 125
rabbi-ke : senin Rabbinin
-
16-Nahl 125
bi el hikmeti : hikmet ile
-
16-Nahl 125
ve el mev'ızati : ve öğüt, vaaz, nasihat
-
16-Nahl 125
el haseneti : güzel (pozitif dereceler kazandıran)
-
16-Nahl 125
ve câdil-hum : ve onlarla mücâdele et
-
16-Nahl 125
billetî (bi elletî) : onunla ki o
-
16-Nahl 125
hiye : o
-
16-Nahl 125
ahsenu : en güzel
-
16-Nahl 125
inne : muhakkak
-
16-Nahl 125
rabbe-ke : senin Rabbin
-
16-Nahl 125
huve : o
-
16-Nahl 125
a'lemu : bilir
-
16-Nahl 125
bi men : kimseyi, kişiyi
-
16-Nahl 125
dalle : dalâlette oldu, saptı
-
16-Nahl 125
an sebîli-hî : onun yolundan
-
16-Nahl 125
ve huve : ve o
-
16-Nahl 125
a'lemu : bilir
-
16-Nahl 125
bi el muhtedîne : hidayete eren kimseler
-
16-Nahl 126
ve in : ve eğer
-
16-Nahl 126
fe âkıbû : o taktirde ceza verin, cezalandırın
-
16-Nahl 126
ve le in : ve eğer gerçekten
-
16-Nahl 126
sabertum : siz sabrettiniz
-
16-Nahl 126
le huve : elbette o
-
16-Nahl 126
li es sâbirîne : sabredenler için
-
16-Nahl 127
vasbır (ve ısbır) : ve sabret
-
16-Nahl 127
ve mâ : ve değildir
-
16-Nahl 127
sabru-ke : senin sabrın
-
16-Nahl 127
ve lâ tahzen : ve üzülme, mahzun olma
-
16-Nahl 127
aleyhim : onlara, onların yüzünden
-
16-Nahl 127
ve lâ teku : ve olma
-
16-Nahl 127
yemkurûne : hile yapıyorlar, tuzak kuruyorlar
-
16-Nahl 128
inne allâhe : muhakkak Allah
-
16-Nahl 128
meallezînettekav : takva sahibi kimselerle beraberdir
-
16-Nahl 128
ve ellezîne : ve o kimseler
-
16-Nahl 128
muhsinûne : muhsinler
-
17-İsrâ 1
subhâne : o sübhandır, bütün noksanlıklardan münezzehtir
-
17-İsrâ 1
ellezî : ki o
-
17-İsrâ 1
esrâ bi : gece yürüttü
-
17-İsrâ 1
leylen : geceleyin
-
17-İsrâ 1
min el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram'dan
-
17-İsrâ 1
ilâ el mescidi el aksa : Mescid-i Aksa'ya
-
17-İsrâ 1
ellezî : ki o, ki onu
-
17-İsrâ 1
bâreknâ : hayırlı, mübarek ve bereketli kıldık
-
17-İsrâ 1
havle-hu : onun etrafını, çevresini
-
17-İsrâ 1
li nuriye-hu : ona göstermemiz için
-
17-İsrâ 1
inne-hu : muhakkak o
-
17-İsrâ 1
huve es semîu el basîru : o en iyi işitendir, en iyi görendir
-
17-İsrâ 2
ve âteynâ : ve verdik
-
17-İsrâ 2
el kitâbe : kitap
-
17-İsrâ 2
ve cealnâ-hu : ve onu kıldık
-
17-İsrâ 2
huden : hidayete erdiren, hidayetçi
-
17-İsrâ 2
li benî isrâîle : İsrailoğulları için
-
17-İsrâ 2
ellâ tettehızû : edinmeyin (diye)
-
17-İsrâ 2
vekîlen : bir vekil
-
17-İsrâ 3
zurriyyete : zürriyet, nesil
-
17-İsrâ 3
men hamelnâ : taşıdığımız kimse
-
17-İsrâ 3
mea : beraberinde, birlikte
-
17-İsrâ 3
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
17-İsrâ 3
kâne : oldu, idi
-
17-İsrâ 3
abden : bir kul
-
17-İsrâ 3
şekûren : çok şükreden
-
17-İsrâ 4
ve kadaynâ : ve bildirdik
-
17-İsrâ 4
ilâ benî İsrâîle : İsrailoğullarına
-
17-İsrâ 4
fî el kitâbi : kitapta
-
17-İsrâ 4
le tufsidunne : mutlaka fesat çıkaracaksınız
-
17-İsrâ 4
fî el ardı : yeryüzünde
-
17-İsrâ 4
merreteyni : iki defa, iki kere
-
17-İsrâ 4
ve le ta'lunne \n(alâ) : ve gerçekten üstün geleceksiniz, gâlip geleceksiniz \n: (üstün, geldi)
-
17-İsrâ 4
uluvven : üstünlük
-
17-İsrâ 4
kebîren : büyük
-
17-İsrâ 5
fe : artık böylece
-
17-İsrâ 5
izâ câe : geldiği zaman
-
17-İsrâ 5
beasnâ : gönderdik
-
17-İsrâ 5
aleykum : sizin üzerinize
-
17-İsrâ 5
ibâden : kullar
-
17-İsrâ 5
lenâ : bizim
-
17-İsrâ 5
be'sin : kuvvet
-
17-İsrâ 5
şedîdin : şiddetli, çok çetin
-
17-İsrâ 5
fe : böylece
-
17-İsrâ 5
hılâle ed diyâri : evlerin arası
-
17-İsrâ 5
ve kâne : ve oldu
-
17-İsrâ 5
va'den mef'ûlen : yapılması vaadedilen
-
17-İsrâ 6
summe : sonra
-
17-İsrâ 6
redednâ : döndürdük, iade ettik
-
17-İsrâ 6
lekum : size, sizi
-
17-İsrâ 6
el kerrete : tekrar
-
17-İsrâ 6
aleyhim : onlara, onların üzerine
-
17-İsrâ 6
ve emdednâ-kum : ve destekledik, yardım (medet) ettik
-
17-İsrâ 6
bi emvâlin : mal ile
-
17-İsrâ 6
ve benîne : ve oğullar (erkek çocuklar)
-
17-İsrâ 6
ve cealnâ-kum : ve sizi kıldık, yaptık
-
17-İsrâ 6
eksere : ekser, daha çok
-
17-İsrâ 6
nefîren : nefer olarak, cemiyet, birlik, topluluk olarak
-
17-İsrâ 7
in ahsentum : eğer ahsen olursanız, ahsen davranırsanız
-
17-İsrâ 7
ahsen-tum : ahsen oldunuz
-
17-İsrâ 7
li enfusi-kum : kendi nefsiniz için
-
17-İsrâ 7
ve in ese'tum : ve eğer kötülük ederseniz, kötü davranırsanız
-
17-İsrâ 7
fe lehâ, : artık onun(dur)
-
17-İsrâ 7
fe izâ câe : geldiği zaman
-
17-İsrâ 7
el âhıreti : diğeri, sonraki
-
17-İsrâ 7
li yesûu : fena olması için
-
17-İsrâ 7
vucûhe-kum : sizin yüzleriniz
-
17-İsrâ 7
ve li yedhulû : ve girsinler, dahil olsunlar
-
17-İsrâ 7
el mescide : mescid
-
17-İsrâ 7
kemâ : gibi
-
17-İsrâ 7
dehalû-hu : ona girdiler
-
17-İsrâ 7
evvele : evvel, ilk
-
17-İsrâ 7
merretin : defa, kere
-
17-İsrâ 7
ve li yutebbirû : ve helâk etmeleri için
-
17-İsrâ 7
mâ alev : ele geçirdikleri, üstün oldukları şeyler, üstünlükleri
-
17-İsrâ 7
tetbîren : helâk ederek, mahvederek
-
17-İsrâ 8
en yerhame-kum : size merhamet etmesi
-
17-İsrâ 8
ve in udtum \n(âde) : ve eğer dönerseniz, döndüyseniz \n: (döndü)
-
17-İsrâ 8
ve cealnâ : ve kıldık
-
17-İsrâ 8
cehenneme : cehennemi
-
17-İsrâ 8
li el kâfirîne : kâfirler için, kâfirlere
-
17-İsrâ 8
hasîren : kuşatıcı
-
17-İsrâ 9
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 9
hâzâ el kur'âne : bu Kur'ân
-
17-İsrâ 9
yehdî : hidayete erdirir
-
17-İsrâ 9
li elletî : ki onu
-
17-İsrâ 9
hiye : o
-
17-İsrâ 9
akvemu : en kuvvetli, en kavi, en sağlam
-
17-İsrâ 9
ve yubeşşiru : ve müjdeler
-
17-İsrâ 9
el mu'minîne ellezîne : mü'min kimseler ki, onlar
-
17-İsrâ 9
ya'melûne : yaparlar, amel ederler
-
17-İsrâ 9
es sâlihâti : salih ameller
-
17-İsrâ 9
enne : muhakkak, vardır, olduğunu
-
17-İsrâ 9
lehum : onlar için
-
17-İsrâ 9
ecren kebîren : büyük bir ecir, mükâfat
-
17-İsrâ 10
ve ennellezîne (enne ellezîne) : ve muhakkak o kimseler ki
-
17-İsrâ 10
lâ yu'minûne : inanmazlar, mü'min olmazlar (kalplerine îmân yazılmaz)
-
17-İsrâ 10
bi el âhıreti : ahirete
-
17-İsrâ 10
a'tednâ : hazırladık
-
17-İsrâ 10
lehum : onlar için, onlara
-
17-İsrâ 10
azâben : bir azap
-
17-İsrâ 10
elîmen : elîm, acı
-
17-İsrâ 11
ve yed'u : ve dua eder
-
17-İsrâ 11
el insânu : insan
-
17-İsrâ 11
bi eş şerri : şerre
-
17-İsrâ 11
duâe-hu : onun duası
-
17-İsrâ 11
bi el hayri : hayır için, hayra
-
17-İsrâ 11
ve kâne : ve oldu
-
17-İsrâ 11
el insânu : insan
-
17-İsrâ 11
acûlen : aceleci
-
17-İsrâ 12
ve cealnâ : ve kıldık
-
17-İsrâ 12
el leyle : gece
-
17-İsrâ 12
ve en nehâre : ve gündüz
-
17-İsrâ 12
âyeteyni : iki âyet
-
17-İsrâ 12
fe : böylece
-
17-İsrâ 12
mehavnâ : mahvettik, sildik, giderdik
-
17-İsrâ 12
âyete : âyet, delil, alâmet, belirti
-
17-İsrâ 12
el leyli : gece
-
17-İsrâ 12
ve cealnâ : ve biz kıldık
-
17-İsrâ 12
âyete : âyet
-
17-İsrâ 12
en nehâri : gündüz
-
17-İsrâ 12
mubsıraten : gösteren, gösterici olan
-
17-İsrâ 12
li tebtegû : istemeniz için
-
17-İsrâ 12
fadlen : bir fazl
-
17-İsrâ 12
ve li ta'lemû : ve bilmeniz (öğrenmeniz) için
-
17-İsrâ 12
adede : adet, sayı
-
17-İsrâ 12
es sinîne : yıllar, seneler
-
17-İsrâ 12
ve el hisâbe : ve hesap
-
17-İsrâ 12
ve kulle şey'in : ve herşeyi, hepsini
-
17-İsrâ 12
tafsîlen : tefsilatlı, ayrıntıları ile
-
17-İsrâ 13
ve kulle : ve hepsi, bütün
-
17-İsrâ 13
elzemnâ-hu : onu bağladık, astık
-
17-İsrâ 13
tâire-hu : onun kuşu, onun amellerinin neticesi
-
17-İsrâ 13
ve nuhricu : ve çıkarırız
-
17-İsrâ 13
lehu : ona
-
17-İsrâ 13
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
17-İsrâ 13
kitâben : bir kitap
-
17-İsrâ 13
yelkâhu : onu ilka eder, arz eder
-
17-İsrâ 13
menşûren : neşredilmiş olarak
-
17-İsrâ 14
kitâbe-ke : senin kitabın
-
17-İsrâ 14
kefâ : kâfi oldu
-
17-İsrâ 14
bi nefsike : senin nefsine
-
17-İsrâ 14
el yevme : (bu) gün
-
17-İsrâ 14
aleyke : sana
-
17-İsrâ 14
hasîben : hesap görücü olarak
-
17-İsrâ 15
men ihtedâ : kim hidayete erdiyse (ererse)
-
17-İsrâ 15
fe : o taktirde, öyle olunca
-
17-İsrâ 15
innemâ : sadece
-
17-İsrâ 15
yehtedî : hidayete erer
-
17-İsrâ 15
li nefsi-hi : kendi nefsi için
-
17-İsrâ 15
ve men dalle : ve kim dalâlette ise
-
17-İsrâ 15
fe : o taktirde, öyle olunca
-
17-İsrâ 15
innemâ : sadece
-
17-İsrâ 15
aleyhâ : (sorumluluğu) kendi üzerinedir
-
17-İsrâ 15
ve lâ teziru : ve yük (ağırlık) taşımaz
-
17-İsrâ 15
vâziretun : yük taşıyan (günah yüklenen) kimse
-
17-İsrâ 15
vizre : ağırlık, yük, günah
-
17-İsrâ 15
ve mâ kunnâ : ve biz olmadık
-
17-İsrâ 15
muazzibîne : azap edenler, azap ediciler
-
17-İsrâ 15
neb'ase : göndeririz, beas ederiz, vazifelendiririz
-
17-İsrâ 15
resûlen : bir resûl
-
17-İsrâ 16
ve izâ : ve olduğu zaman
-
17-İsrâ 16
erednâ : istedik
-
17-İsrâ 16
en nuhlike : helâk etmeyi
-
17-İsrâ 16
karyeten : bir ülke, bir karye, bir kasaba
-
17-İsrâ 16
emernâ : emrettik
-
17-İsrâ 16
mutrafî-hâ \n(etrefe) : onun refah içinde olan ileri gelenleri, zenginleri \n: (her istediği verildi)
-
17-İsrâ 16
fe : böylece, buna rağmen
-
17-İsrâ 16
fesekû : fesat çıkardılar
-
17-İsrâ 16
fe : böylece, artık
-
17-İsrâ 16
aleyhâ : onun üzerine
-
17-İsrâ 16
el kavlu : söz
-
17-İsrâ 16
fe : artık, bundan sonra, böylece
-
17-İsrâ 16
demmernâ-hâ : onu dumura uğrattık, helâk ettik
-
17-İsrâ 16
tedmîren : dumura uğratarak (malını, canını, evlâdını yok ederek)
-
17-İsrâ 17
ve kem : ve kaç, kaç tane, nice
-
17-İsrâ 17
ehleknâ : biz helâk ettik
-
17-İsrâ 17
min el kurûni : asırlar boyunca yaşayan insanlardan, nesillerden
-
17-İsrâ 17
ve kefâ bi : ve ...'e kâfidir, kâfi oldu
-
17-İsrâ 17
rabbi-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 17
habîren : haberdar olarak, haberdar olan
-
17-İsrâ 17
basîren : görerek, gören
-
17-İsrâ 18
men : kim
-
17-İsrâ 18
kâne : oldu
-
17-İsrâ 18
yurîdu el âcilete : acil, acele olarak (bu dünyada) isterse
-
17-İsrâ 18
accelnâ : acele verdik
-
17-İsrâ 18
lehu : ona
-
17-İsrâ 18
mâ neşâu : dilediğimiz şeyi
-
17-İsrâ 18
li men nurîdu : istediğimiz kimseye
-
17-İsrâ 18
summe : sonra
-
17-İsrâ 18
cealnâ : kıldık
-
17-İsrâ 18
lehu : ona, onu
-
17-İsrâ 18
cehenneme : cehennem
-
17-İsrâ 18
mezmûmen : ayıplanmış, kınanmış, zemmedilmiş
-
17-İsrâ 18
medhûren : kovulmuş, uzaklaştırılmış olarak
-
17-İsrâ 19
ve men : ve kim
-
17-İsrâ 19
erâde el âhırete : ahireti istedi
-
17-İsrâ 19
ve saâ : ve çalıştı
-
17-İsrâ 19
lehâ : ona, onun için
-
17-İsrâ 19
sa'ye-hâ : onun çalışması
-
17-İsrâ 19
ve huve : ve o
-
17-İsrâ 19
fe : o zaman, böylece
-
17-İsrâ 19
ulâike : işte onlar
-
17-İsrâ 19
kâne : oldu
-
17-İsrâ 19
meşkûren : şükre değer olan, şükredilen, karşılığını hakeden
-
17-İsrâ 20
kullen : herkes, hepsi
-
17-İsrâ 20
ve hâulâi : ve bunlar
-
17-İsrâ 20
rabbi-ke : senin Rabbinin
-
17-İsrâ 20
ve mâ kâne : ve değildir, olmadı
-
17-İsrâ 20
rabbi-ke : senin Rabbinin
-
17-İsrâ 20
mahzûren : mahzur, hazer edilmiş, men edilmiş, sınırlı, kısıtlı
-
17-İsrâ 21
keyfe : nasıl
-
17-İsrâ 21
ve le el âhıretu : ve muhakkak ahiret
-
17-İsrâ 21
ekberu : en büyük, daha büyük
-
17-İsrâ 21
derecâtin : dereceler
-
17-İsrâ 21
ve ekberu : ve en büyük
-
17-İsrâ 21
tafdîlen : üstünlük bakımından, fazl bakımından
-
17-İsrâ 22
lâ tec'al : kılma, yapma, edinme
-
17-İsrâ 22
meallâhi (mea allâhi) : Allah ile beraber
-
17-İsrâ 22
ilâhen : bir ilâh
-
17-İsrâ 22
âhare : başka, diğer
-
17-İsrâ 22
fe : o zaman, o taktirde
-
17-İsrâ 22
tak'ude : oturursun, kalırsın
-
17-İsrâ 22
mezmûmen : kınanmış, zemmedilmiş olarak
-
17-İsrâ 22
mahzûlen : hor görülmüş olarak
-
17-İsrâ 23
ve kadâ : ve yerine getirdi, takdir etti, hükmetti, bildirdi
-
17-İsrâ 23
rabbu-ke : Rabbin
-
17-İsrâ 23
ellâ : olmamak
-
17-İsrâ 23
ve bil vâlideyni : ve anne babaya
-
17-İsrâ 23
ihsânen : ihsanla davranma
-
17-İsrâ 23
yebluganne : ulaşır, erişir
-
17-İsrâ 23
inde-ke : senin yanında
-
17-İsrâ 23
el kibere : yaşlılık
-
17-İsrâ 23
ehadu-humâ : ikisinden birisi
-
17-İsrâ 23
ev kilâ-humâ : veya her ikisi
-
17-İsrâ 23
fe : o zaman
-
17-İsrâ 23
lâ tekul : söyleme
-
17-İsrâ 23
lehumâ : onlara (ikisine), o ikisine
-
17-İsrâ 23
ve lâ tenher-humâ : ve ikisini azarlama, bağırma, kaba davranma
-
17-İsrâ 23
ve kul : ve de
-
17-İsrâ 23
lehumâ : onlara (ikisine), o ikisine
-
17-İsrâ 23
kavlen : söz
-
17-İsrâ 23
kerîmen : güzel, hoş, kerim
-
17-İsrâ 24
vahfıd (ve ihfıd) : ve (yere) indir, ger
-
17-İsrâ 24
lehumâ : onlara, o ikisine
-
17-İsrâ 24
cenâha : kanat
-
17-İsrâ 24
ez zulli : yumuşak olarak, alçaltarak (zelil olarak), tevazu ile
-
17-İsrâ 24
min er rahmeti : rahmetten, merhametten, merhamet ederek
-
17-İsrâ 24
ve kul : ve de, söyle
-
17-İsrâ 24
kemâ : gibi, nasıl
-
17-İsrâ 24
rabbeyânî : (ikisi) beni yetiştirdi, terbiye etti
-
17-İsrâ 24
sagîren : küçük iken
-
17-İsrâ 25
a'lemu : en iyi bilir, daha iyi bilir
-
17-İsrâ 25
in tekûnû : eğer olursanız
-
17-İsrâ 25
sâlihîne : salihler
-
17-İsrâ 25
fe : o zaman, böylece
-
17-İsrâ 25
inne-hu : muhakkak o
-
17-İsrâ 25
kâne : oldu
-
17-İsrâ 25
li el evvâbîne \n\n(evvâb) \n(evvâbin) : evvab olanlar için, (ona) yönelip tövbe ederek ulaşanlar için, \nçok tövbe edenler için \n: (çok tövbe eden) \n: (çok tövbe edenler)
-
17-İsrâ 25
gafûren : mağfiret edici, bağışlayıcı
-
17-İsrâ 26
ve âti : ve ver
-
17-İsrâ 26
ze el kurbâ : karib olan, yakınlık sahibi, akraba
-
17-İsrâ 26
ve el miskîne : ve miskinlere (çalışamayacak durumda olan ihtiyarlara)
-
17-İsrâ 26
vebnes sebîli (ve ibne es sebîli) : ve yolda olan
-
17-İsrâ 26
ve lâ tubezzir : ve savurma, israf etme
-
17-İsrâ 26
tebzîren : israf ederek, savurarak, malı gereksiz yere harcayarak
-
17-İsrâ 27
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 27
el mubezzirîne : savuranlar, israf edenler
-
17-İsrâ 27
ihvâne eş şeyâtîni : şeytanların kardeşleri
-
17-İsrâ 27
ve kâne eş şeytânu : ve şeytan oldu
-
17-İsrâ 27
kefûren : küfür içinde, çok nankör
-
17-İsrâ 28
ve immâ : ve eğer, şâyet, fakat, ama
-
17-İsrâ 28
tu'ridanne : sen yüz çevirirsin
-
17-İsrâ 28
ibtigâe : istedi
-
17-İsrâ 28
rahmetin : rahmet
-
17-İsrâ 28
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
17-İsrâ 28
tercû-hâ : onu ümit edersin
-
17-İsrâ 28
fe : böylece, o zaman
-
17-İsrâ 28
lehum : onlara
-
17-İsrâ 28
kavlen : söz
-
17-İsrâ 28
meysûren : yumuşak, güzel
-
17-İsrâ 29
ve lâ tec'al : ve kılma, yapma
-
17-İsrâ 29
yedeke maglûleten : elini bağlamış
-
17-İsrâ 29
ilâ unukı-ke : boynuna
-
17-İsrâ 29
ve lâ tebsut-hâ : ve tutma, onu fazla harcama
-
17-İsrâ 29
kulle el bastı : büsbütün açma, hepsini açma, açıp savurma
-
17-İsrâ 29
fe : böylece, sonra, o zaman
-
17-İsrâ 29
tak'ude : kalırsın
-
17-İsrâ 29
melûmen : kınanmış
-
17-İsrâ 29
mahsûren : malı tükenmiş
-
17-İsrâ 30
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 30
rabbe-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 30
yebsutu : genişletir
-
17-İsrâ 30
er rızka : rızık
-
17-İsrâ 30
li men yeşâu : dilediği kimse için, dilediğine
-
17-İsrâ 30
ve yakdiru : ve daraltır, ölçüsünü takdir eder
-
17-İsrâ 30
inne-hu : muhakkak o, mutlaka o
-
17-İsrâ 30
kâne : oldu
-
17-İsrâ 31
ve lâ taktulû : ve öldürmeyin
-
17-İsrâ 31
evlâde-kum : evlâtlarınız
-
17-İsrâ 31
haşyete : korku
-
17-İsrâ 31
nerzuku-hum : onları rızıklandırırız
-
17-İsrâ 31
ve iyyâ : ve sadece, yalnız
-
17-İsrâ 31
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 31
katle-hum : onların öldürülmesi
-
17-İsrâ 31
kâne : oldu
-
17-İsrâ 31
hıt'en : bilerek yapılan (kasdî işlenen) suç
-
17-İsrâ 31
kebîren : büyük
-
17-İsrâ 32
ve lâ takrebû : ve yaklaşmayın
-
17-İsrâ 32
ez zinâ : zina
-
17-İsrâ 32
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
17-İsrâ 32
kâne : oldu
-
17-İsrâ 32
fâhışeten : fuhuş, hayasızlık
-
17-İsrâ 32
ve sâe : ve kötü
-
17-İsrâ 32
sebîlen : bir yol
-
17-İsrâ 33
ve lâ taktulû : ve öldürmeyin
-
17-İsrâ 33
en nefselletî (en nefse elletî) : bir kişi, ki o(nu)
-
17-İsrâ 33
harremallâhu : Allah haram kıldı
-
17-İsrâ 33
bi el hakkı : hak ile, hak olarak
-
17-İsrâ 33
ve men : ve kim
-
17-İsrâ 33
kutile : öldürülürdü
-
17-İsrâ 33
mazlûmen : mazlum, zulmedilen (haksızlığa uğrayan)
-
17-İsrâ 33
fe : o zaman
-
17-İsrâ 33
kad cealnâ : kıldık, yaptık
-
17-İsrâ 33
li veliyyi-hi : onun velîsine
-
17-İsrâ 33
sultânen : sultan (hak sahibi)
-
17-İsrâ 33
fe : artık, o taktirde, o zaman
-
17-İsrâ 33
fî el katli : öldürmede
-
17-İsrâ 33
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
17-İsrâ 33
kâne : oldu
-
17-İsrâ 33
mensûren : yardım gören
-
17-İsrâ 34
ve lâ takrebû : ve yaklaşmayın
-
17-İsrâ 34
mâle el yetîmi : yetimin malına
-
17-İsrâ 34
bi elletî : o şey ile, ki o
-
17-İsrâ 34
hiye : o
-
17-İsrâ 34
ahsenu : en güzel
-
17-İsrâ 34
hattâ yebluga : erişinceye kadar
-
17-İsrâ 34
eşudde-hu : onun en kuvvetli (bulûğ) çağı
-
17-İsrâ 34
ve evfû : ve vefa gösterin, yerine getirin, ifa edin
-
17-İsrâ 34
bi el ahdi : ahde
-
17-İsrâ 34
inne el ahde : muhakkak ki ahd
-
17-İsrâ 34
kâne : oldu
-
17-İsrâ 34
mes'ûlen : mes'ul, sorumlu
-
17-İsrâ 35
ve evfû el keyle : ve ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin)
-
17-İsrâ 35
vezinû : tartın
-
17-İsrâ 35
bi el kıstâsi : kıstas ile, ölçü ile, adaletle
-
17-İsrâ 35
el mustekîmi : doğru olarak
-
17-İsrâ 35
zâlike : işte bu
-
17-İsrâ 35
ve ahsenu : ve ahsen, en güzel, daha güzel
-
17-İsrâ 35
te'vîlen : te'vîl (yorum) bakımından
-
17-İsrâ 36
ve lâ takfu \n(kafâ) : ve ardına düşme \n: (ardından yürüdü)
-
17-İsrâ 36
leyse : değil, yok, olmaz
-
17-İsrâ 36
leke : senin
-
17-İsrâ 36
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 36
es sem'a : işitme
-
17-İsrâ 36
ve el basara : ve görme
-
17-İsrâ 36
ve el fuâde : ve idrak
-
17-İsrâ 36
ulâike : işte onlar, onlar
-
17-İsrâ 36
kâne : oldu
-
17-İsrâ 36
mes'ûlen : mesul, sorumlu
-
17-İsrâ 37
ve lâ temşi : ve yürüme
-
17-İsrâ 37
merehan (merah) : gururlanarak, azametle (aşırı sevinç, gurur)
-
17-İsrâ 37
inne-ke : muhakkak sen
-
17-İsrâ 37
len tahrika el arda \n(hareka) : yeryüzünü asla tahrik edemezsin (hareket ettiremezsin) \n: (deldi, tahrik etti, yardı)
-
17-İsrâ 37
ve len tebluga (belega) : ve asla erişemezsin (erişti, ulaştı)
-
17-İsrâ 37
el cibâle : dağlar
-
17-İsrâ 37
tûlen : boy bakımından, uzayarak, uzanarak
-
17-İsrâ 38
zâlike : işte bunlar
-
17-İsrâ 38
kâne : oldu
-
17-İsrâ 38
seyyiu-hu : onun seyyiatleri (derecat kaybettiren şeyler), onun kötülüğü
-
17-İsrâ 38
inde : yanında
-
17-İsrâ 38
rabbi-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 38
mekrûhen : kerih olan (hoş olmayan)
-
17-İsrâ 39
zâlike : işte bunlar
-
17-İsrâ 39
evhâ : vahyetti
-
17-İsrâ 39
ileyke : sana
-
17-İsrâ 39
rabbu-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 39
min el hikmeti : hikmetten
-
17-İsrâ 39
ve lâ tec'al : ve kılma, edinme
-
17-İsrâ 39
meallâhi (mea allahi) : Allah'la beraber
-
17-İsrâ 39
ilâhen : bir ilâh
-
17-İsrâ 39
âhare : diğer, başka
-
17-İsrâ 39
fe tulkâ : o zaman yoksa, atılırsın
-
17-İsrâ 39
fî cehenneme : cehenneme
-
17-İsrâ 39
melûmen : kınanmış olarak
-
17-İsrâ 39
medhûren : kovulmuş olarak
-
17-İsrâ 40
e fe asfâ-kum : size mi seçti
-
17-İsrâ 40
bi el benîne : oğulları
-
17-İsrâ 40
vettehaze (ve ittehaze) : ve edindi
-
17-İsrâ 40
min el melâiketi : meleklerden
-
17-İsrâ 40
inâsen : kadınlar (kızlar)
-
17-İsrâ 40
inne-kum : muhakkak siz
-
17-İsrâ 40
le tekûlûne : gerçekten söylüyorsunuz
-
17-İsrâ 40
kavlen : bir söz
-
17-İsrâ 40
azîmen : (çok) büyük
-
17-İsrâ 41
ve lekad : ve andolsun
-
17-İsrâ 41
el kur'âni : Kur'ân
-
17-İsrâ 41
li yezzekkerû : tezekkür etsinler diye
-
17-İsrâ 41
ve mâ yezîdu-hum : ve onlara artırmadı
-
17-İsrâ 41
nufûren : nefret
-
17-İsrâ 42
lev : eğer
-
17-İsrâ 42
kâne : oldu
-
17-İsrâ 42
mea-hu : onunla beraber
-
17-İsrâ 42
âlihetun : ilâhlar
-
17-İsrâ 42
kemâ : gibi
-
17-İsrâ 42
yekûlûne : söylüyorlar
-
17-İsrâ 42
izen : bu durumda, öyle olursa
-
17-İsrâ 42
lebtegav (le ibtega) : elbette, mutlaka ararlardı
-
17-İsrâ 42
ilâ zîl arşı (zî el arşı) : arşın sahibine
-
17-İsrâ 42
sebîlen : sebîl, yol
-
17-İsrâ 43
subhânehu : Allah münezzehtir
-
17-İsrâ 43
ve teâlâ : ve âlâ, üstün
-
17-İsrâ 43
yekûlûne : söyledikleri
-
17-İsrâ 43
uluvven : ulu, çok yüce
-
17-İsrâ 43
kebîren : büyük
-
17-İsrâ 44
tusebbihu lehu : onu tesbih eder
-
17-İsrâ 44
es semâvâtu : semalar
-
17-İsrâ 44
es seb'u : 7
-
17-İsrâ 44
ve el ardu : ve yeryüzü
-
17-İsrâ 44
ve men fîhinne : ve içindekiler, onlarda bulunan kimseler
-
17-İsrâ 44
ve in : ve eğer olsa, olursa
-
17-İsrâ 44
min şey'in : bir şeyden, bir şey
-
17-İsrâ 44
yusebbihu : tesbih eder
-
17-İsrâ 44
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
17-İsrâ 44
lâ tefkahûne : fıkıh edemezsiniz, idrak edemezsiniz, anlayamazsınız
-
17-İsrâ 44
tesbîha-hum : onların tesbihlerini
-
17-İsrâ 44
inne-hu : muhakak ki o
-
17-İsrâ 44
kâne : oldu
-
17-İsrâ 44
halîmen : halim
-
17-İsrâ 44
gafûren : gafûr (mağfiret eden)
-
17-İsrâ 45
ve izâ kara'te : ve kıraat ettiğin (okuduğun) zaman
-
17-İsrâ 45
el kur'âne : Kur'ân
-
17-İsrâ 45
ceal-nâ : kıldık
-
17-İsrâ 45
beyne-ke : seninle arasına
-
17-İsrâ 45
ve beynellezîne : ve onların arasına
-
17-İsrâ 45
lâ yu'minûne : inanmazlar
-
17-İsrâ 45
bi el âhıreti : ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe)
-
17-İsrâ 45
hicâben mestûren : hicab-ı mesture, gizli perde
-
17-İsrâ 46
ve cealnâ : ve kıldık
-
17-İsrâ 46
ekinneten : ekinnet, idrak etme engeli
-
17-İsrâ 46
en yefkahû-hu : onu fıkıh etmeleri, anlamaları
-
17-İsrâ 46
ve fî âzâni-him : ve onların kulaklarında vardır
-
17-İsrâ 46
ve izâ zekerte : ve sen zikrettiğin zaman
-
17-İsrâ 46
rabbe-ke : Rabbini
-
17-İsrâ 46
fî el kur'âni : Kur'ân'da
-
17-İsrâ 46
vahde-hu : onun tekliğini, tek oluşunu
-
17-İsrâ 46
vellev : döndüler
-
17-İsrâ 46
edbâri-him : arkalarına
-
17-İsrâ 46
nufûren : nefretle
-
17-İsrâ 47
a'lemu : çok iyi biliriz
-
17-İsrâ 47
yestemiûne : seni dinlerler
-
17-İsrâ 47
iz yestemiûne : dinliyorlarken
-
17-İsrâ 47
ileyke : sana, seni
-
17-İsrâ 47
ve iz hum necvâ : ve onlar fısıldaştılar, gizli gizli konuştular
-
17-İsrâ 47
iz yekûlu : dedikleri zaman, diyerek
-
17-İsrâ 47
ez zâlimûne : zalimler
-
17-İsrâ 47
in tettebiûne : eğer siz tâbî oluyorsanız
-
17-İsrâ 47
raculen : bir adam
-
17-İsrâ 47
meshûran : büyülenmiş
-
17-İsrâ 48
keyfe : nasıl
-
17-İsrâ 48
leke : sana, senin için
-
17-İsrâ 48
el emsâle : örnekler, misaller, benzetmeler
-
17-İsrâ 48
fe : böylece
-
17-İsrâ 48
fe lâ yestetîûne : artık güç yetiremezler, güçleri yetmez
-
17-İsrâ 48
sebîlen : bir yol
-
17-İsrâ 49
ve kâlû : ve dediler
-
17-İsrâ 49
e : mı
-
17-İsrâ 49
izâmen : kemik
-
17-İsrâ 49
ve rufâten : ve kırıntı, ufalanmış toprak
-
17-İsrâ 49
e : mı
-
17-İsrâ 49
le meb'ûsûne : mutlaka beas edilenler (yeniden diriltilenler)
-
17-İsrâ 49
cedîden : yeni, yeniden
-
17-İsrâ 50
hicâreten : taş
-
17-İsrâ 50
ev : veya
-
17-İsrâ 50
hadîden : demir
-
17-İsrâ 51
ev : veya
-
17-İsrâ 51
yekburu : büyür, büyük olur, büyüyen (bir şey)
-
17-İsrâ 51
fe se yekûlûne : o zaman derler
-
17-İsrâ 51
men : kim
-
17-İsrâ 51
kulillezî (kul ellezî) : de, ki o
-
17-İsrâ 51
fetara-kum : sizi yarattı
-
17-İsrâ 51
evvele : ilk, evvelce
-
17-İsrâ 51
merretin : kere, defa
-
17-İsrâ 51
fe se yungıdûne \n(angada) : o zaman sallayacaklar \n: (salladı)
-
17-İsrâ 51
ileyke : sana
-
17-İsrâ 51
ruûse-hum : onların başları, başlarını
-
17-İsrâ 51
ve yekûlûne : ve derler
-
17-İsrâ 51
metâ : ne zaman
-
17-İsrâ 51
huve : o
-
17-İsrâ 51
en yekûne : olmak, olması
-
17-İsrâ 51
karîben : pek yakın, yakın
-
17-İsrâ 52
yevme : o gün
-
17-İsrâ 52
yed'û-kum : sizi çağırır, çağıracak
-
17-İsrâ 52
fe testecîbûne : o zaman, hemen icabet edeceksiniz
-
17-İsrâ 52
ve tezunnûne : ve zannedeceksiniz
-
17-İsrâ 52
lebistum : kaldınız, orada bulundunuz
-
17-İsrâ 52
kalîlen : az, pek az
-
17-İsrâ 53
ve kul : ve de
-
17-İsrâ 53
yekûlû : söylesinler
-
17-İsrâ 53
elletî : ki onu
-
17-İsrâ 53
hiye : o
-
17-İsrâ 53
ahsenu : en güzel, en ahsen
-
17-İsrâ 53
inne eş şeytâne : muhakkak şeytan
-
17-İsrâ 53
yenzegu : arasını bozar, fesat çıkarır
-
17-İsrâ 53
beyne-hum : onların araları, aralarında
-
17-İsrâ 53
inne eş şeytâne : muhakkak şeytan
-
17-İsrâ 53
kâne : oldu
-
17-İsrâ 53
li el insâni : insan için, insana
-
17-İsrâ 53
aduvven : düşman
-
17-İsrâ 53
mubînen : apaçık, açıkça, beyan olunan, açıklanan
-
17-İsrâ 54
a'lemu : iyi bilir
-
17-İsrâ 54
yeşa' : diler
-
17-İsrâ 54
yerham-kum : size merhamet eder, rahmet nuru gönderir
-
17-İsrâ 54
ev : veya
-
17-İsrâ 54
yeşa' : diler
-
17-İsrâ 54
ve mâ erselnâ-ke : ve biz seni göndermedik
-
17-İsrâ 54
aleyhim : onların üzerine, onlara
-
17-İsrâ 54
vekîlen : vekil olarak
-
17-İsrâ 55
ve rabbu-ke : ve Rabbin
-
17-İsrâ 55
a'lemu : iyi bilir
-
17-İsrâ 55
bi men : kimseyi
-
17-İsrâ 55
fî es semâvâti : semalarda (7 kat göklerde)
-
17-İsrâ 55
ve el ardı : ve yeryüzü
-
17-İsrâ 55
ve lekad : ve andolsun ki
-
17-İsrâ 55
nebiyyîne : peygamberler
-
17-İsrâ 55
ve âteynâ : ve biz verdik
-
17-İsrâ 55
dâvûde : Davut'a
-
17-İsrâ 55
zebûren : Zebur'u
-
17-İsrâ 56
kulid'ûllezîne (kul udû ellezîne) : 'o kimseleri davet edin' de
-
17-İsrâ 56
zeamtum : zanda bulundunuz
-
17-İsrâ 56
fe : o zaman, oysa, halbuki
-
17-İsrâ 56
lâ yemlikûne : güçleri yetmez, güce malik (sahip) değiller
-
17-İsrâ 56
keşfe : giderdi, kaldırdı
-
17-İsrâ 56
ed durri : darlık, sıkıntı
-
17-İsrâ 56
ve lâ tahvîlen : ve değiştirme olmaz
-
17-İsrâ 57
ulâikellezîne (ulâike ellezîne) : işte onlar
-
17-İsrâ 57
yed'ûne : davet ediyorlar, çağırıyorlar
-
17-İsrâ 57
yebtegûne : talep ediyorlar, arıyorlar
-
17-İsrâ 57
el vesîlete : bir vesile
-
17-İsrâ 57
eyyu-hum : onların hangisi
-
17-İsrâ 57
akrebu : en yakın
-
17-İsrâ 57
ve yercûne : ve ümit ederler
-
17-İsrâ 57
rahmete-hu : onun rahmeti
-
17-İsrâ 57
ve yehâfûne : ve korkarlar
-
17-İsrâ 57
azâbe-hu : onun azabı
-
17-İsrâ 57
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 57
azâbe : azap
-
17-İsrâ 57
rabbi-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 57
kâne : oldu
-
17-İsrâ 57
mahzûren : hazer edilen (çekinilen, korkulan)
-
17-İsrâ 58
ve in : ve ise, olursa
-
17-İsrâ 58
min karyetin : bir ülke, bir şehir
-
17-İsrâ 58
kable : önce
-
17-İsrâ 58
yevmi el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
17-İsrâ 58
ev : veya
-
17-İsrâ 58
azâben şedîden : şiddetli azap
-
17-İsrâ 58
kâne : oldu
-
17-İsrâ 58
zâlike : işte bu
-
17-İsrâ 58
fî el kitâbi : kitapta (vardır)
-
17-İsrâ 58
mestûren : yazılmış, yazılı (satırlandırılmış) olarak
-
17-İsrâ 59
ve mâ menea-nâ : ve bizi engellemedi, bize mani olmadı
-
17-İsrâ 59
en nursile : bizim göndermemiz
-
17-İsrâ 59
bi el âyâti : âyetleri, delilleri, mucizeleri
-
17-İsrâ 59
en kezzebe : yalanlamak
-
17-İsrâ 59
el evvelûne : öncekiler, evvelkiler
-
17-İsrâ 59
ve âteynâ : ve biz verdik
-
17-İsrâ 59
semûden : Semud kavmine
-
17-İsrâ 59
en nâkate : dişi deve
-
17-İsrâ 59
mubsıraten : görünür olarak, görünen
-
17-İsrâ 59
fe zalemû : sonra zulmettiler
-
17-İsrâ 59
ve mâ nursilu : ve biz göndermedik
-
17-İsrâ 59
bi el âyâti : âyetleri, delilleri, mucizeleri
-
17-İsrâ 59
tahvîfen : korkutucu olarak
-
17-İsrâ 60
ve iz kulnâ : ve biz dediğimiz zaman
-
17-İsrâ 60
leke : sana
-
17-İsrâ 60
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 60
rabbe-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 60
ehâta : kuşattı, kapsadı
-
17-İsrâ 60
bi en nâsi : insanları
-
17-İsrâ 60
ve mâ cealnâ : ve biz kılmadık, yapmadık
-
17-İsrâ 60
er ru'yâlletî (er ru'yâ elletî) : rüya ki o
-
17-İsrâ 60
ereynâ-ke : sana gösterdik
-
17-İsrâ 60
fitneten : bir imtihan, fitne
-
17-İsrâ 60
li en nâsi : insanlar için
-
17-İsrâ 60
ve eş şecerete : ve ağaç
-
17-İsrâ 60
el mel'ûnete : lânetlenmiş
-
17-İsrâ 60
fî el kur'âni : Kur'ân-ı Kerim'de
-
17-İsrâ 60
ve nuhavvifu-hum : ve onları korkutuyoruz
-
17-İsrâ 60
fe mâ yezîdu-hum : artık onların arttırmıyor
-
17-İsrâ 60
tugyânen : azgınlık, şaşkınlık
-
17-İsrâ 60
kebîren : büyük
-
17-İsrâ 61
ve iz kulnâ : ve biz demiştik
-
17-İsrâ 61
lil melâiketiscudû : meleklere secde edin
-
17-İsrâ 61
li âdeme : Âdem'e
-
17-İsrâ 61
fe : o zaman
-
17-İsrâ 61
secedû : secde ettiler
-
17-İsrâ 61
iblîse : iblis
-
17-İsrâ 61
kâle : dedi
-
17-İsrâ 61
e escudu : ben secde mi edeyim
-
17-İsrâ 61
li men halakte : halkettiğin, yarattığın kimseye
-
17-İsrâ 61
tînen : tînden, çamurdan
-
17-İsrâ 62
kâle : dedi
-
17-İsrâ 62
e : mi
-
17-İsrâ 62
raeyte-ke : senin görüşün
-
17-İsrâ 62
ellezî : ki o
-
17-İsrâ 62
kerremte : sen yücelttin, kerim kıldın, üstün kıldın, şerefli kıldın
-
17-İsrâ 62
aleyye : bana, benim üzerime
-
17-İsrâ 62
le in ahharte-ni : gerçekten eğer beni ertelersen
-
17-İsrâ 62
ilâ yevmil kıyâmeti : kıyâmet gününe
-
17-İsrâ 62
le ahtenikenne : muhakkak ele geçireceğim, kumanda edeceğim, bana tâbî kılacağım
-
17-İsrâ 62
zurriyyete-hu : onun soyunu, zürriyetini
-
17-İsrâ 62
kalîlen : az
-
17-İsrâ 63
kâlezheb (kâle izheb) : 'git' dedi
-
17-İsrâ 63
fe men : artık kim
-
17-İsrâ 63
tebia-ke : sana tâbî oldu
-
17-İsrâ 63
fe : o zaman, artık
-
17-İsrâ 63
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 63
cehenneme : cehennem
-
17-İsrâ 63
cezâu-kum : sizin cezanız
-
17-İsrâ 63
cezâen : ceza olarak
-
17-İsrâ 63
mevfûren : eksiksiz, tam
-
17-İsrâ 64
vestefziz (ve istefsiz) : ve aldat, rahatsız et
-
17-İsrâ 64
men isteta'te : kime güç yetirirsen
-
17-İsrâ 64
bi savti-ke : sesinle
-
17-İsrâ 64
ve eclib : ve bağırarak sevket (yönlendir)
-
17-İsrâ 64
aleyhim : onların üzerine
-
17-İsrâ 64
bi hayli-ke : senin atlılarınla
-
17-İsrâ 64
ve recili-ke : ve senin yayaların
-
17-İsrâ 64
ve şârik-hum : ve onlara ortak ol
-
17-İsrâ 64
fî el emvâli : mallarda
-
17-İsrâ 64
ve el evlâdi : ve evlâtlarda, çocuklarda
-
17-İsrâ 64
ve mâ yaidu-hum : ve onlara vaadettiği şeyler
-
17-İsrâ 64
eş şeytânu : şeytan
-
17-İsrâ 64
gurûren : aldanma, aldatma
-
17-İsrâ 65
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 65
leyse : değil, yoktur
-
17-İsrâ 65
leke : senin
-
17-İsrâ 65
aleyhim : onların üzerine
-
17-İsrâ 65
ve kefâ bi : ve yeterli, kâfi
-
17-İsrâ 65
rabbi-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 65
vekîlen : vekil olarak
-
17-İsrâ 66
ellezî : ki o
-
17-İsrâ 66
lekum : sizi, sizin için
-
17-İsrâ 66
el fulke : gemiler
-
17-İsrâ 66
fî el bahri : denizde
-
17-İsrâ 66
li tebtegû : aramanız için
-
17-İsrâ 66
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
17-İsrâ 66
kâne : oldu
-
17-İsrâ 66
rahîmen : merhametli, rahmet eden, rahmet nuru gönderen
-
17-İsrâ 67
ve izâ messe-kum : ve size dokunduğu zaman
-
17-İsrâ 67
ed durru : bir zarar, bir sıkıntı, bir tehlike
-
17-İsrâ 67
fî el bahri : denizde
-
17-İsrâ 67
dalle : saptı, gitti
-
17-İsrâ 67
men ted'ûne : çağırdığınız, davet ettiğiniz, dua ettikleriniz
-
17-İsrâ 67
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman, olunca
-
17-İsrâ 67
neccâ-kum : sizi kurtardık
-
17-İsrâ 67
ilâ el berri : karaya
-
17-İsrâ 67
ve kâne : ve oldu
-
17-İsrâ 67
el insânu : insan
-
17-İsrâ 67
kefûren : çok nankör
-
17-İsrâ 68
e fe emintum : bundan sonra emin mi oldunuz
-
17-İsrâ 68
en yahsife : yere geçirmesi
-
17-İsrâ 68
cânibe : taraf
-
17-İsrâ 68
el berri : kara
-
17-İsrâ 68
ev : veya
-
17-İsrâ 68
yursile : gönderir
-
17-İsrâ 68
aleykum : sizin üzerinize
-
17-İsrâ 68
hâsiben : taş yağdıran fırtına
-
17-İsrâ 68
summe : sonra
-
17-İsrâ 68
lâ tecidû : bulamazsınız
-
17-İsrâ 68
lekum vekîlen : sizin için bir vekil
-
17-İsrâ 69
em emintum : emin mi oldunuz
-
17-İsrâ 69
en yuîde-kum : sizi döndürmesi
-
17-İsrâ 69
târeten : bir defa daha
-
17-İsrâ 69
fe : o zaman, artık
-
17-İsrâ 69
yursile : gönderir
-
17-İsrâ 69
aleykum : sizin üzerinize
-
17-İsrâ 69
kâsıfen : kasıp kavuran, şiddetle deviren (kasırga)
-
17-İsrâ 69
min er rîhi : fırtınadan, bir fırtına (rüzgâr)
-
17-İsrâ 69
fe : o zaman, artık
-
17-İsrâ 69
bi-mâ kefertum : inkâr etmenizden dolayı
-
17-İsrâ 69
summe : sonra
-
17-İsrâ 69
lâ tecidû : bulamazsınız
-
17-İsrâ 69
lekum : sizin için
-
17-İsrâ 69
aleynâ : bize, bize karşı
-
17-İsrâ 69
tebîan : yardımcı olan, destek olan
-
17-İsrâ 70
ve lekad : ve andolsun
-
17-İsrâ 70
kerremnâ : biz yücelttik, şereflendirdik, kerim kıldık
-
17-İsrâ 70
benî âdeme : Âdemoğlu
-
17-İsrâ 70
ve hamelnâ-hum : ve onları taşıdık
-
17-İsrâ 70
fî el berri : karada
-
17-İsrâ 70
ve el bahri : ve denizde
-
17-İsrâ 70
ve razaknâ-hum : ve onları rızıklandırdık
-
17-İsrâ 70
min et tayyibâti : temiz, helâl şeylerden
-
17-İsrâ 70
ve faddalnâ-hum : ve onları üstün kıldık
-
17-İsrâ 70
kesîrin : çok, hepsi
-
17-İsrâ 70
mimmen(min men) halaknâ : yarattıklarımızdan
-
17-İsrâ 70
tafdîlen : üstünlük (fazilet)
-
17-İsrâ 71
yevme : o gün
-
17-İsrâ 71
ned'û : davet edeceğiz (ederiz), çağıracağız (çağırırız)
-
17-İsrâ 71
kulle : herkes, hepsi, bütün
-
17-İsrâ 71
fe : o zaman
-
17-İsrâ 71
men : kim, kimse
-
17-İsrâ 71
ûtiye : verilir
-
17-İsrâ 71
kitâbe-hu : onun kitabı (kendi kitabı)
-
17-İsrâ 71
bi yemîni-hi : onun sağında
-
17-İsrâ 71
fe ulâike : o zaman işte onlar
-
17-İsrâ 71
yakreûne : okurlar
-
17-İsrâ 71
kitâbe-hum : onların kitapları
-
17-İsrâ 71
ve lâ yuzlemûne : ve zulmedilmezler
-
17-İsrâ 71
fetîlen : hurma çekirdeğindeki küçük iplik (zerre kadar)
-
17-İsrâ 72
ve men : ve kim
-
17-İsrâ 72
kâne : oldu
-
17-İsrâ 72
fe huve : artık o
-
17-İsrâ 72
fî el âhıreti : ahirette
-
17-İsrâ 72
ve edallu : ve daha çok dalâlette, daha çok saptı
-
17-İsrâ 72
sebîlen : yol
-
17-İsrâ 73
ve in : ve eğer
-
17-İsrâ 73
le yeftinûne-ke : gerçekten seni fitneye düşürüyorlar
-
17-İsrâ 73
anillezî (an ellezî) : ondan
-
17-İsrâ 73
evhaynâ : sana vahyettik
-
17-İsrâ 73
ileyke : sana
-
17-İsrâ 73
li tefteriye : iftira etmen, uydurman için
-
17-İsrâ 73
aleynâ : bize
-
17-İsrâ 73
gayre-hu : ondan başka
-
17-İsrâ 73
ve izen : ve o taktirde, o zaman
-
17-İsrâ 73
lettehazû-ke (le ittehazû-ke) : seni mutlaka edinirler
-
17-İsrâ 73
halîlen : bir dost
-
17-İsrâ 74
ve lev lâ : ve olmasaydı
-
17-İsrâ 74
en sebbetnâ-ke : biz seni sağlamlaştırmamız
-
17-İsrâ 74
lekad : andolsun ki
-
17-İsrâ 74
kidte : az kalsın, neredeyse
-
17-İsrâ 74
terkenu : meyledersin
-
17-İsrâ 74
ileyhim : onlara
-
17-İsrâ 74
şey'en : bir şey
-
17-İsrâ 74
kalîlen : az, biraz
-
17-İsrâ 75
izen : o taktirde, o zaman
-
17-İsrâ 75
le ezaknâ-ke : elbette sana tattırdık (tattırırdık)
-
17-İsrâ 75
di'fa el hayâti : hayatın zayıflığı (sıkıntısı)
-
17-İsrâ 75
ve di'fa el memâti \n(di'fa) : ve ölümün zayıflığı (sıkıntısı) \n: (kat kat, iki kat), (zayıflık, güçsüzlük, sıkıntı)
-
17-İsrâ 75
summe : sonra
-
17-İsrâ 75
lâ tecidu : bulamazsın
-
17-İsrâ 75
leke : senin için
-
17-İsrâ 75
aleynâ : bize karşı
-
17-İsrâ 76
ve in : ve eğer
-
17-İsrâ 76
le yestefizzûne-ke : seni tedirgin ediyorlar
-
17-İsrâ 76
min el ardı : arzdan, yurttan, dünyadan
-
17-İsrâ 76
li yuhricû-ke : seni çıkarmak için
-
17-İsrâ 76
ve izen : ve o taktirde, artık, bundan sonra
-
17-İsrâ 76
lâ yelbesûne : (orada) kalmazlar, kalamazlar
-
17-İsrâ 76
hilâfe-ke : senden sonra, senin arkandan
-
17-İsrâ 76
kalîlen : az
-
17-İsrâ 77
sunnete : sünnet (Allah'ın kanunu)
-
17-İsrâ 77
men : kimse, kim
-
17-İsrâ 77
erselnâ : biz gönderdik
-
17-İsrâ 77
kable-ke : senden önce
-
17-İsrâ 77
ve lâ tecidu : ve bulamazsın
-
17-İsrâ 77
li sunneti-nâ : sünnetimizde
-
17-İsrâ 77
tahvîlen : bir değişiklik
-
17-İsrâ 78
ekımı es salâte : namazı kıl, ikame et
-
17-İsrâ 78
eş şemsi : güneş
-
17-İsrâ 78
ilâ gasakı el leyli (gasaka) : gecenin kararmasına kadar (karardı)
-
17-İsrâ 78
ve kur'âne : ve Kur'ân-ı Kerim
-
17-İsrâ 78
el fecri : fecr vakti, günün ilk aydınlanmaya başladığı vakit
-
17-İsrâ 78
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 78
kur'âne : Kur'ân-ı Kerim
-
17-İsrâ 78
el fecri : fecr vakti, günün ilk aydınlanmaya başladığı vakit
-
17-İsrâ 78
kâne : dir, idi, oldu
-
17-İsrâ 78
meşhûden : şahitli olan, şahit olunan, müşahede edilen
-
17-İsrâ 79
ve min el leyli : ve geceden, gecenin bir kısmında
-
17-İsrâ 79
fe tehecced : ve teheccüde kalk, teheccüd namazı kıl
-
17-İsrâ 79
nâfileten : ilâve olarak
-
17-İsrâ 79
leke : sana özel, senin için
-
17-İsrâ 79
en yeb'ase-ke : seni gönderir
-
17-İsrâ 79
rabbu-ke : senin Rabbin
-
17-İsrâ 79
makâmen : makam
-
17-İsrâ 79
mahmûden : mahmut, hamdedilen, övülen
-
17-İsrâ 80
ve kul : ve de ki
-
17-İsrâ 80
edhıl-ni : beni dahil et
-
17-İsrâ 80
mudhale : giriş ile
-
17-İsrâ 80
ve ahric-ni : ve beni çıkar
-
17-İsrâ 80
muhrece : çıkış ile
-
17-İsrâ 80
vec'al (ve ic'al) : ve kıl, yap
-
17-İsrâ 80
min ledun-ke : senin katından (gizli ilminden)
-
17-İsrâ 80
sultânen : bir sultan, bir güç
-
17-İsrâ 80
nasîren : yardım
-
17-İsrâ 81
ve kul : ve de, söyle
-
17-İsrâ 81
câe : geldi
-
17-İsrâ 81
el hakku : hak
-
17-İsrâ 81
ve zeheka : ve yok oldu, zail oldu, ortadan kalktı
-
17-İsrâ 81
el bâtılu : bâtıl, boş olan, yanlış olan
-
17-İsrâ 81
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 81
el bâtıle : bâtıl
-
17-İsrâ 81
kâne : oldu
-
17-İsrâ 81
zehûkan : yok olan, ortadan kalkan
-
17-İsrâ 82
ve nunezzilu : ve indiriyoruz
-
17-İsrâ 82
min el kur'ani : Kur'ân'dan
-
17-İsrâ 82
huve : o
-
17-İsrâ 82
ve rahmetun : ve rahmet
-
17-İsrâ 82
li el mu'minîne : mü'minler için, mü'minlere
-
17-İsrâ 82
ve lâ yezîdu : ve artırmaz
-
17-İsrâ 82
ez zâlimîne : zalimler
-
17-İsrâ 83
ve izâ en'amnâ : ve ni'met verdiğimiz (ni'metlendirdiğimiz) zaman
-
17-İsrâ 83
alâ el insâni : insana
-
17-İsrâ 83
ve neâ : ve uzaklaştı
-
17-İsrâ 83
ve izâ : ve olduğu zaman
-
17-İsrâ 83
messehu eş şerru : ona bir şerr dokundu
-
17-İsrâ 83
kâne : oldu
-
17-İsrâ 83
yeûsen : umutsuz, ümitsiz, yeis, üzüntü
-
17-İsrâ 84
ya'melu : amel eder
-
17-İsrâ 84
şâkileti-hi : onun (kendi) şekli, durumu, hüviyeti, karakteri
-
17-İsrâ 84
fe : o zaman, böylece
-
17-İsrâ 84
a'lemu : en iyi bilir
-
17-İsrâ 84
bi men : kim, kimin
-
17-İsrâ 84
huve : o
-
17-İsrâ 84
ehdâ : daha çok hidayete erdi
-
17-İsrâ 84
sebîlen : sebîl, yol
-
17-İsrâ 85
ve yes'elûne-ke : ve sana sorarlar
-
17-İsrâ 85
anir rûhı (an er rûhi) : ruhtan
-
17-İsrâ 85
kulir rûhu (kul er rûhu) : de ki ruh
-
17-İsrâ 85
min emri rabbî : Rabbimin emrinden
-
17-İsrâ 85
ve mâ ûtîtum : ve size verilmedi
-
17-İsrâ 85
min el ilmi : ilimden (onun ilminden)
-
17-İsrâ 85
kalîlen : az, pek az
-
17-İsrâ 86
ve le in : ve eğer
-
17-İsrâ 86
le nezhebenne : mutlaka gideririz
-
17-İsrâ 86
bi ellezî : onu
-
17-İsrâ 86
evhaynâ : vahyettik
-
17-İsrâ 86
ileyke : sana
-
17-İsrâ 86
summe : sonra
-
17-İsrâ 86
lâ tecidu : bulamazsın
-
17-İsrâ 86
leke : senin, sana
-
17-İsrâ 86
aleynâ : bize karşı
-
17-İsrâ 86
vekîlen : bir vekil
-
17-İsrâ 87
rahmeten : bir rahmet
-
17-İsrâ 87
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
17-İsrâ 87
inne : muhakkak
-
17-İsrâ 87
fadle-hu : onun fazlı
-
17-İsrâ 87
kâne : oldu
-
17-İsrâ 87
aleyke : senin üzerinde
-
17-İsrâ 87
kebîren : büyük
-
17-İsrâ 88
le in ictemeâti (le in ictemeâti) : eğer toplansalar
-
17-İsrâ 88
el insu : insan
-
17-İsrâ 88
ve el cinnu : ve cin
-
17-İsrâ 88
en ye'tû : getirmek
-
17-İsrâ 88
hâzâ el kur'âni : bu Kur'ân
-
17-İsrâ 88
lâ ye'tûne : getiremezler
-
17-İsrâ 88
ve lev kâne : ve eğer olsa, olsaydı, olsa bile
-
17-İsrâ 88
zahîren : zahir, yardımcı, destek veren
-
17-İsrâ 89
ve lekad : ve andolsun
-
17-İsrâ 89
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
17-İsrâ 89
el kur'âni : Kur'ân-ı Kerim
-
17-İsrâ 89
meselin : misâl, mesele, durum
-
17-İsrâ 89
fe : o zaman, öyleyse, buna rağmen
-
17-İsrâ 89
ebâ : çekindi, direndi
-
17-İsrâ 89
ekseru : daha çok, çoğu
-
17-İsrâ 89
en nâsi : insanlar
-
17-İsrâ 90
ve kâlû : ve dediler
-
17-İsrâ 90
len nu'mine : biz asla inanmayız
-
17-İsrâ 90
leke : sana
-
17-İsrâ 90
tefcure : fışkırtırsın (yerden çıkarırsın)
-
17-İsrâ 90
lenâ : bizim için, bize
-
17-İsrâ 90
min el ardı : yerden, yeryüzünden, arzdan
-
17-İsrâ 90
yenbûan : pınar, menba, su kaynağı
-
17-İsrâ 91
ev : veya
-
17-İsrâ 91
tekûne : (senin) olsun
-
17-İsrâ 91
leke : sana ait, senin
-
17-İsrâ 91
cennetun : bir cennet, bir bahçe
-
17-İsrâ 91
ve inebin : ve üzüm bağ(lar)ı
-
17-İsrâ 91
fe tufeccire : böylece akıtırsın, fışkırtırsın
-
17-İsrâ 91
el enhâre : nehirler
-
17-İsrâ 91
hılâle-hâ : onun arasından
-
17-İsrâ 91
tefcîren : akan, fışkırarak akan
-
17-İsrâ 92
ev : veya
-
17-İsrâ 92
tuskıta es semâe \n(sakata) : semayı düşürürsün \n: (düştü)
-
17-İsrâ 92
kemâ : gibi
-
17-İsrâ 92
zeamte : söylediğin, zanda bulunduğun
-
17-İsrâ 92
aleynâ : üzerimize
-
17-İsrâ 92
kisefen : parça parça
-
17-İsrâ 92
ev : veya
-
17-İsrâ 92
te'tiye : getirirsin
-
17-İsrâ 92
vel melâiketi : ve melekleri
-
17-İsrâ 92
kabîlen : açıkça, karşımıza (mukabil)
-
17-İsrâ 93
ev : veya
-
17-İsrâ 93
yekûne : olur, olsun
-
17-İsrâ 93
leke : sana ait, senin
-
17-İsrâ 93
beytun : bir ev
-
17-İsrâ 93
ev : veya
-
17-İsrâ 93
terkâ : çıkarsın, yükselirsin
-
17-İsrâ 93
fî es semâi : gökyüzünde, semada
-
17-İsrâ 93
ve len nu'mine : ve asla inanmayız
-
17-İsrâ 93
li rukıyyi-ke : senin yükselişine, çıkışına
-
17-İsrâ 93
hattâ tunezzile : sen indirinceye kadar (indirmedikçe)
-
17-İsrâ 93
aleynâ : bize
-
17-İsrâ 93
kitâben : bir kitap
-
17-İsrâ 93
nakreu-hu : onu okuruz
-
17-İsrâ 93
subhâne : o sübhandır, o noksan sıfatlardan münezzehtir
-
17-İsrâ 93
hel : mı
-
17-İsrâ 93
beşeren : beşer, insan
-
17-İsrâ 93
resûlen : resûl, elçi
-
17-İsrâ 94
ve mâ : ve değildir, olmadı
-
17-İsrâ 94
menea : men etti, engelledi
-
17-İsrâ 94
en nâse : insan
-
17-İsrâ 94
en yu'minû : inanmak
-
17-İsrâ 94
iz câe : geldiği zaman
-
17-İsrâ 94
el hudâ : hidayet
-
17-İsrâ 94
en kâlû : onların demeleri
-
17-İsrâ 94
e : mi
-
17-İsrâ 94
bease : gönderdi, hayata getirdi, vazifeli kıldı
-
17-İsrâ 94
beşeren : beşer, insan
-
17-İsrâ 94
resûlen : resûl, elçi
-
17-İsrâ 95
lev : eğer, şâyet
-
17-İsrâ 95
kâne : oldu
-
17-İsrâ 95
fî el ardı : yeryüzünde
-
17-İsrâ 95
melâiketun : melekler
-
17-İsrâ 95
yemşûne : yürürler
-
17-İsrâ 95
mutmainnîne : mutmain olanlar (olarak), yerleşip yaşayanlar
-
17-İsrâ 95
le nezzelnâ : elbette indirirdik
-
17-İsrâ 95
aleyhim : onlara
-
17-İsrâ 95
min es semâi : semadan
-
17-İsrâ 95
meleken : melek
-
17-İsrâ 95
resûlen : resûl
-
17-İsrâ 96
kefâ : yeter, kâfi oldu
-
17-İsrâ 96
şehîden : şahit olarak
-
17-İsrâ 96
beynî : benim
-
17-İsrâ 96
ve beyne-kum : ve sizin aranızda
-
17-İsrâ 96
inne-hu : muhakkak o
-
17-İsrâ 96
kâne : olandır
-
17-İsrâ 96
habîren : haberdar olan
-
17-İsrâ 96
basîren : gören
-
17-İsrâ 97
ve men : ve kim, kimi
-
17-İsrâ 97
yehdi allâhu : Allah (Kendisine) ulaştırır
-
17-İsrâ 97
fe huve : artık, o zaman, o taktirde o
-
17-İsrâ 97
el muhtedi : hidayete ermiştir
-
17-İsrâ 97
ve men : ve kim, kimi
-
17-İsrâ 97
fe len tecide : o zaman bulamazsın
-
17-İsrâ 97
lehum : onlar, onlar için
-
17-İsrâ 97
evliyâe : velîler, dostlar
-
17-İsrâ 97
ve nahşuru-hum : ve onları haşrederiz, toplarız
-
17-İsrâ 97
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
17-İsrâ 97
umyen : kör olarak
-
17-İsrâ 97
ve bukmen : ve dilsiz olarak
-
17-İsrâ 97
ve summen : ve sağır olarak
-
17-İsrâ 97
me'vâ-hum : onların barınağı, kalacağı yeri
-
17-İsrâ 97
cehennemu : cehennem
-
17-İsrâ 97
kullemâ : her seferinde, her defasında
-
17-İsrâ 97
habet : sönmeye yüz tuttu
-
17-İsrâ 97
saîren : alevli ateş
-
17-İsrâ 98
zâlike : işte bu
-
17-İsrâ 98
cezâu-hum : onların cezası
-
17-İsrâ 98
bi enne-hum : onların olması dolayısıyla, sebebiyle
-
17-İsrâ 98
keferû : inkâr ettiler
-
17-İsrâ 98
ve kâlû : ve dediler
-
17-İsrâ 98
e izâ kunnâ : biz olduğumuz zaman mı
-
17-İsrâ 98
izâmen : kemik
-
17-İsrâ 98
ve rufâten : ve toz haline gelmiş (toprak)
-
17-İsrâ 98
e innâ : gerçekten biz mi
-
17-İsrâ 98
le meb'ûsûne : mutlaka beas edileceğiz, diriltileceğiz
-
17-İsrâ 98
cedîden : yeni olarak
-
17-İsrâ 99
e ve lem yerev : ve onlar görmüyorlar mı
-
17-İsrâ 99
ennallâhellezî : o Allah ki, onun olduğunu
-
17-İsrâ 99
halaka es semâvâti : semaları yarattı
-
17-İsrâ 99
ve el arda : ve yeryüzü, arz
-
17-İsrâ 99
en yahluka : yaratmak
-
17-İsrâ 99
misle-hum : onların benzerini, bir mislini daha
-
17-İsrâ 99
ve ceale : ve kıldı, yaptı
-
17-İsrâ 99
lehum : onlara, onlar için
-
17-İsrâ 99
ecelen : bir süre, bir ecel, belli bir zaman dilimi
-
17-İsrâ 99
lâ reybe : şüphe yoktur
-
17-İsrâ 99
fe ebâ : buna rağmen direttiler, dayattılar
-
17-İsrâ 99
ez zalimûne : zulmedenler
-
17-İsrâ 99
kufûren : inkâr ederek
-
17-İsrâ 100
lev : eğer, şâyet
-
17-İsrâ 100
entum : siz
-
17-İsrâ 100
temlikûne : siz maliksiniz, sahipsiniz
-
17-İsrâ 100
hazâine : hazineler
-
17-İsrâ 100
rahmeti : rahmet
-
17-İsrâ 100
izen : olduğu zaman, öyle olursa
-
17-İsrâ 100
le emsektum : mutlaka siz tuttunuz (tutardınız)
-
17-İsrâ 100
haşyete el infâkı : infâk (harcama, tükenme) korkusu
-
17-İsrâ 100
ve kâne : ve oldu, ...dir
-
17-İsrâ 100
el insânu : insan
-
17-İsrâ 100
katûren \n(katere) : çok cimri \n: (fazla sıktı, daralttı)
-
17-İsrâ 101
ve lekad : ve andolsun
-
17-İsrâ 101
âteynâ : biz verdik
-
17-İsrâ 101
beyyinâtin : beyyine, açıkça, beyan olunanlar, ispat vasıtaları
-
17-İsrâ 101
fes'el (fe es'el) : o zaman artık sor
-
17-İsrâ 101
benî isrâîle : İsrailoğullarına
-
17-İsrâ 101
iz câe-hum : onlara gelmişti
-
17-İsrâ 101
fe : o zaman
-
17-İsrâ 101
kâle : dedi
-
17-İsrâ 101
lehu : ona
-
17-İsrâ 101
le ezunnu-ke : kesin bir şekilde senin olduğunu zannediyorum (kesinlikle inanıyorum)
-
17-İsrâ 101
meshûren : büyülenmiş, sihir yapılmış
-
17-İsrâ 102
kâle : dedi
-
17-İsrâ 102
lekad : andolsun
-
17-İsrâ 102
alimte : sen bildin, biliyordun
-
17-İsrâ 102
mâ enzele : indirmedi
-
17-İsrâ 102
es semâvâti : semalar
-
17-İsrâ 102
ve el ardı : ve yeryüzü, arz
-
17-İsrâ 102
basâire : basiretle (ibretle) görülen, görünür bir şekilde, görülmek üzere
-
17-İsrâ 102
ve innî : ve muhakkak ki ben
-
17-İsrâ 102
le ezunnu-ke : mutlaka seni sanıyorum, kesin şekilde inanıyorum
-
17-İsrâ 102
mesbûren : yıkılmış, helâk olmuş
-
17-İsrâ 103
fe : o zaman, böylece, bundan sonra
-
17-İsrâ 103
erâde : istedi, diledi
-
17-İsrâ 103
en yestefizze-hum : onları tedirgin etmek (yerinden oynatmak, çıkarmak)
-
17-İsrâ 103
min el ardı : yeryüzünden (yurttan)
-
17-İsrâ 103
fe : böylece, bunun üzerine
-
17-İsrâ 103
ve men mea-hu : ve beraberindekiler
-
17-İsrâ 103
cemîan : topluca, hepsi
-
17-İsrâ 104
ve kulnâ : ve dedik, söyledik
-
17-İsrâ 104
li benî isrâîle : İsrailoğullarına
-
17-İsrâ 104
uskunû el arda : yeryüzünde (orada) yerleşin, iskân olun
-
17-İsrâ 104
fe : o zaman, böylece
-
17-İsrâ 104
izâ câe : geldiğinde, geldiği zaman, hasıl olduğu zaman
-
17-İsrâ 104
va'dul âhıreti : ahiret vaadi, ahiret zamanı
-
17-İsrâ 104
lefîfen : beraber, birarada (biraraya)
-
17-İsrâ 105
ve bi el hakkı : ve hakkı
-
17-İsrâ 105
enzelnâ-hu : onu biz indirdik
-
17-İsrâ 105
ve bi el hakkı : ve hak ile
-
17-İsrâ 105
nezele : indi
-
17-İsrâ 105
ve mâ erselnâ-ke : ve seni göndermedik
-
17-İsrâ 105
mubeşşiren : müjdeleyici
-
17-İsrâ 105
ve nezîren : ve nezir, uyarıcı
-
17-İsrâ 106
ve kur'ânen : ve Kur'ân-ı Kerim
-
17-İsrâ 106
li takree-hu : onu okuman için
-
17-İsrâ 106
alen nâsi (alâ en nâsi) : insanlara
-
17-İsrâ 106
ve nezzelnâ-hu : ve onu indirdik
-
17-İsrâ 106
tenzîlen : bir indirme ile, indiriş ile, tenzil ederek
-
17-İsrâ 107
ev : veya
-
17-İsrâ 107
inne ellezîne : muhakkak onlar, o kimseler
-
17-İsrâ 107
el ilme : ilim
-
17-İsrâ 107
aleyhim : onlara
-
17-İsrâ 107
yahırrûne : kapanırlar
-
17-İsrâ 107
li el ezkâni : çenelerine (çeneleri üstüne)
-
17-İsrâ 107
succeden : secde ederek
-
17-İsrâ 108
ve yekûlûne : ve derler
-
17-İsrâ 108
subhâne : yücedir, sübhandır, herşeyden münezzehtir
-
17-İsrâ 108
in kâne : olursa
-
17-İsrâ 108
le mef'ûlen : mutlaka, elbette yapılmıştır, ifa edilmiştir
-
17-İsrâ 109
ve yahırrûne : ve kapanıyorlar, kapanırlar
-
17-İsrâ 109
li el ezkâni : çenelerine (çeneleri üstüne)
-
17-İsrâ 109
yebkûne : ağlıyorlar, ağlarlar
-
17-İsrâ 109
ve yezîdu-hum : ve onların artıyor
-
17-İsrâ 110
kulid'ullâhe (kul ud'u allâhe) : de ki Allah (diye) çağır
-
17-İsrâ 110
evid'u (ev ud'û) : veya çağır
-
17-İsrâ 110
er rahmâne : rahmân
-
17-İsrâ 110
eyye : hangisi
-
17-İsrâ 110
mâ ted'û : çağırdığınız şey (isim)
-
17-İsrâ 110
fe : böylece, hepsi
-
17-İsrâ 110
lehu : onun
-
17-İsrâ 110
el esmâu el husnâ : esmaül hüsna, en güzel isimler
-
17-İsrâ 110
ve lâ techer : ve çok yükseltme, çok belli etme
-
17-İsrâ 110
bi salâtike : namazında
-
17-İsrâ 110
ve lâ tuhâfit : ve gizleme
-
17-İsrâ 110
vebtegı (ve ibtegi) : ve ibtiga et, iste
-
17-İsrâ 110
beyne : arasında
-
17-İsrâ 110
zâlike : bu
-
17-İsrâ 110
sebîlen : bir sebîl, bir yol
-
17-İsrâ 111
ve kulil hamdu : ve hamd ile de
-
17-İsrâ 111
lillâhillezî (li allâhi ellezî) : Allah'a ki o
-
17-İsrâ 111
lem yettehız : edinmedi, edinmez
-
17-İsrâ 111
veleden : bir çocuk
-
17-İsrâ 111
ve lem yekun : ve olmamıştır, olmaz
-
17-İsrâ 111
lehu : onun
-
17-İsrâ 111
şerîkun : bir ortak
-
17-İsrâ 111
fî el mulki : mülkte
-
17-İsrâ 111
ve lem yekun : ve olmamıştır, olmaz
-
17-İsrâ 111
lehu : onun
-
17-İsrâ 111
veliyyun : dost, yardımcı
-
17-İsrâ 111
min ez zulli : zilletten
-
17-İsrâ 111
ve kebbir-hu : ve onu tekbir et, onu büyült, yücelt
-
17-İsrâ 111
tekbîren : tekbir ile, (onun) büyüklüğünü ifade ederek, üstün kılarak
-
18-Kehf 1
el hamdulillâhillezî : hamd Allah'adır, o ki
-
18-Kehf 1
enzele : indirdi
-
18-Kehf 1
el kitâbe : kitabı
-
18-Kehf 1
ve lem yec'al : ve kılmadı, olmadı
-
18-Kehf 1
lehu : onda
-
18-Kehf 1
ivecen : bir çarpıklık, eğrilik
-
18-Kehf 2
kayyimen : kayyum olarak, kıyâmete kadar devam ederek
-
18-Kehf 2
li yunzire : uyarması için
-
18-Kehf 2
be'sen : bir azapla
-
18-Kehf 2
şedîden : şiddetli
-
18-Kehf 2
min ledun-hu : (onun) katından, kendi katından
-
18-Kehf 2
ve yubeşşire : ve müjdeler
-
18-Kehf 2
el mu'minîne ellezîne : mü'minleri, o kimseler ki
-
18-Kehf 2
ya'melûn es sâlihâti : salih (nefsi ıslâh edici) ameller yaparlar
-
18-Kehf 2
enne : muhakkak, olduğunu
-
18-Kehf 2
lehum : onlar için
-
18-Kehf 2
ecren : bir ecir, mükâfat
-
18-Kehf 2
hasenen : (en) güzel
-
18-Kehf 3
mâkisîne : kalıcıdırlar
-
18-Kehf 3
ebeden : ebediyyen
-
18-Kehf 4
ve yunzire : ve uyarır, korkutur
-
18-Kehf 4
ellezîne : o kimseleri
-
18-Kehf 4
ittehaze allâhu : Allah edindi
-
18-Kehf 4
veleden : bir çocuk
-
18-Kehf 5
lehum : onların
-
18-Kehf 5
ve lâ : ve yoktur
-
18-Kehf 5
keburet : çok büyük, büyük oldu
-
18-Kehf 5
kelimeten : bir kelime
-
18-Kehf 5
min efvâhi-him : ağızlarından
-
18-Kehf 5
in yekûlûne : söylerlerse
-
18-Kehf 5
keziben : yalan (olarak)
-
18-Kehf 6
fe lealle-ke : bundan sonra, o zaman belki sen, neredeyse sen
-
18-Kehf 6
nefse-ke : sen kendini
-
18-Kehf 6
lem yu'minû : inanmazlar
-
18-Kehf 6
bi hâzâ el hadîsi : bu söze
-
18-Kehf 6
esefen : üzüntü (ile), esefle, esef ederek
-
18-Kehf 7
cealnâ : kıldık
-
18-Kehf 7
alel ardı (alâ el ardı) : yeryüzünde
-
18-Kehf 7
zîneten : süs, ziynet
-
18-Kehf 7
lehâ : ona
-
18-Kehf 7
li nebluve-hum : onları imtihan etmemiz için
-
18-Kehf 7
eyyu-hum : onların hangisi
-
18-Kehf 7
ahsenu : daha güzel, en güzel
-
18-Kehf 7
amelen : amel
-
18-Kehf 8
ve innâ : ve muhakkak biz
-
18-Kehf 8
le câilûne : elbette kılıcılarız, yapanlarız
-
18-Kehf 8
mâ aleyhâ : onun üzerinde olan şeyler
-
18-Kehf 8
saîden : toprak
-
18-Kehf 8
curuzen : üzerinde nebat bulunmayan çorak, kuru toprak
-
18-Kehf 9
em : yoksa, veya
-
18-Kehf 9
hasibte : sen sandın
-
18-Kehf 9
enne : olduğunu
-
18-Kehf 9
ashâbe el kehfi : kehf (mağara) ehli (mağarada bulunanlar)
-
18-Kehf 9
ve er rakîmi : ve Rakîm
-
18-Kehf 9
acaben : acayip olan, garip olan
-
18-Kehf 10
iz evâ : sığındıkları zaman
-
18-Kehf 10
el fityetu : gençler
-
18-Kehf 10
ilel kehfi (ilâ el kehfi) : mağaraya
-
18-Kehf 10
fe kâlû : o zaman dediler
-
18-Kehf 10
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
18-Kehf 10
min ledun-ke : senin katından
-
18-Kehf 10
rahmeten : bir rahmet
-
18-Kehf 10
ve heyyi' : ve bağışla, lütfet
-
18-Kehf 10
lenâ : bize
-
18-Kehf 10
min emri-nâ : emrimizden, içimizden
-
18-Kehf 10
reşeden : irşad edecek
-
18-Kehf 11
fe : o zaman, böylece, böylelikle
-
18-Kehf 11
fî el kehfi : mağarada, mağara içinde
-
18-Kehf 11
sinîne : seneler, yıllar
-
18-Kehf 11
adeden : adet, sayı
-
18-Kehf 12
summe : sonra
-
18-Kehf 12
beasnâ-hum : onları uyandırdık, dirilttik
-
18-Kehf 12
li na'leme : bilmemiz için, belirtmemiz için
-
18-Kehf 12
eyyu : hangisi
-
18-Kehf 12
el hızbeyni : iki topluluk
-
18-Kehf 12
lebisû : kaldılar
-
18-Kehf 12
emeden : uzun zaman, uzun süre, müddet
-
18-Kehf 13
aleyke : sana
-
18-Kehf 13
nebe'e-hum : onların haberlerini
-
18-Kehf 13
bi el hakkı : hak ile, gerçek olarak
-
18-Kehf 13
inne-hum : muhakkak onlar
-
18-Kehf 13
fityetun : gençler
-
18-Kehf 13
âmenû : âmenû oldular, inandılar
-
18-Kehf 13
ve zidnâ-hum : ve onlara artırdık
-
18-Kehf 13
huden : hidayet
-
18-Kehf 14
ve rabatnâ : ve bağladık, kuvvetlendirdik, takviye ettik, rabıta kurduk
-
18-Kehf 14
fe : böylece, o zaman
-
18-Kehf 14
rabbu es semâvâti : semaların Rabbi
-
18-Kehf 14
ve el ardı : ve yeryüzü, arz
-
18-Kehf 14
len ned'uve : asla dua etmeyiz
-
18-Kehf 14
ilâhen : ilâh
-
18-Kehf 14
lekad : andolsun
-
18-Kehf 14
izen : öyleyse, öyle olursa, bu taktirde
-
18-Kehf 14
şetaten : haddi aşma, taşkınlık, yanlış
-
18-Kehf 15
ittehazû : edindiler
-
18-Kehf 15
âliheten : ilâhlar
-
18-Kehf 15
lev : olsa, olmasına rağmen
-
18-Kehf 15
lâ ye'tûne : gelmez
-
18-Kehf 15
aleyhim : onlara
-
18-Kehf 15
beyyinin : açıkça
-
18-Kehf 15
fe men : o zaman kim
-
18-Kehf 15
azlemu : daha zalim
-
18-Kehf 15
mimmenifterâ : iftira eden kimseden
-
18-Kehf 15
keziben : yalanla
-
18-Kehf 16
ve izi'tezeltumû-hum \n(i'tezele) : ve onlardan ayrıldığınız zaman \n: (ayrıldı)
-
18-Kehf 16
ve mâ ya'budûne : ve kul olduğunuz şeyler
-
18-Kehf 16
illâllâhe (illâ allâhe) : Allah'tan başka
-
18-Kehf 16
fe'vû (fe evû) : artık, o halde, sığının
-
18-Kehf 16
ilel kehfi (illâ el kehfi) : mağaraya
-
18-Kehf 16
yenşur : neşretsin, göndersin, ulaştırsın
-
18-Kehf 16
lekum : sizin için, size
-
18-Kehf 16
min rahmeti-hi : rahmetinden
-
18-Kehf 16
ve yuheyyi' : ve kolaylaştırsın, düzenlesin, lütfetsin
-
18-Kehf 16
lekum : sizin için, size
-
18-Kehf 16
min emri-kum : sizin emrinizden, sizin işinizden (işinizi)
-
18-Kehf 16
mirfekan : yardımcı olarak, arkadaş, destek olarak
-
18-Kehf 17
ve tere : ve görürsün
-
18-Kehf 17
eş şemse : güneş
-
18-Kehf 17
izâ taleat : doğduğu zaman
-
18-Kehf 17
tezâveru : (ziyaret eder) uğrar, meyleder, gelir
-
18-Kehf 17
an kehfi-him : onların mağarasından (mağarasına)
-
18-Kehf 17
zâte el yemîni : sağ taraf
-
18-Kehf 17
ve izâ garabet : ve battığı zaman
-
18-Kehf 17
zâte eş şimâli : sol taraf
-
18-Kehf 17
ve hum : ve onlar
-
18-Kehf 17
fecvetin : geniş yer, mağaranın içindeki geniş boşluk
-
18-Kehf 17
zâlike : işte bu
-
18-Kehf 17
men : kim
-
18-Kehf 17
yehdi allâhu : Allah hidayete erdirir (kendisine ulaştırır)
-
18-Kehf 17
fe : böylece
-
18-Kehf 17
huve : o
-
18-Kehf 17
el muhtedi : hidayete eren kişi (hidayete ermiştir)
-
18-Kehf 17
ve men : ve kim, kimi
-
18-Kehf 17
fe len tecide : artık bulamazsın
-
18-Kehf 17
lehu : onun için
-
18-Kehf 17
veliyyen : velî, dost
-
18-Kehf 17
murşiden : bir mürşid, irşad eden
-
18-Kehf 18
ve tahsebu-hum : ve onları sanırsın
-
18-Kehf 18
eykâzan : uyanık
-
18-Kehf 18
ve hum rukûdun : ve onlar uykudadır
-
18-Kehf 18
ve nukallibu-hum : ve onları çeviririz, döndürürüz
-
18-Kehf 18
zâte el yemîni : sağ taraf
-
18-Kehf 18
ve zâte eş şimâli : ve sol taraf
-
18-Kehf 18
ve kelbu-hum : ve onların köpeği (Ashabı Kehf'in köpeği)
-
18-Kehf 18
el vasîdi : mağaranın dış kısmı, giriş, avlu
-
18-Kehf 18
levittala'te (lev ittala'te) : muttali olsaydın, yakından görseydin
-
18-Kehf 18
aleyhim : onlara, onları
-
18-Kehf 18
le velleyte : mutlaka (geri) dönerdin
-
18-Kehf 18
firâren : kaçarak
-
18-Kehf 18
ve le muli'te : ve sen mutlaka dolardın
-
18-Kehf 18
ru'ben : korku ile (korkarak)
-
18-Kehf 19
ve kezâlike : ve böylece
-
18-Kehf 19
beasnâ-hum : onları dirilttik, uyandırdık
-
18-Kehf 19
li yetesâelû : karşılıklı birbirlerine sorsunlar diye
-
18-Kehf 19
beyne-hum, : aralarında
-
18-Kehf 19
kâle : dedi
-
18-Kehf 19
kem lebistum : ne kadar kaldınız
-
18-Kehf 19
lebisnâ : biz kaldık
-
18-Kehf 19
yevmen : bir gün
-
18-Kehf 19
ev : veya
-
18-Kehf 19
ba'da yevmin : günün bir kısmı
-
18-Kehf 19
a'lemu : en iyi bilir
-
18-Kehf 19
bi mâ lebistum : siz ne kadar kaldınız
-
18-Kehf 19
feb'asû : bundan sonra gönderin
-
18-Kehf 19
ehade-kum : sizden birisi
-
18-Kehf 19
bi verıkı-kum : sizin (gümüş) paranız ile
-
18-Kehf 19
ilel medîneti : şehre
-
18-Kehf 19
fe li yanzur : böylece baksın
-
18-Kehf 19
eyyu-hâ : hangisi
-
18-Kehf 19
ezkâ \n(zekâ) : daha temiz \n: (temiz)
-
18-Kehf 19
taâmen : yiyecek
-
18-Kehf 19
fel ye'tikum (fe li ye'tikum) : böylece getirsin
-
18-Kehf 19
ve li yetelattaf : ve dikkat etsin (en ince hususa kadar ifa etsin) tedbirli olsun
-
18-Kehf 19
ve lâ yuş'ırenne : ve sakın sezdirmesin, hissettirmesin, farkına vardırmasın
-
18-Kehf 19
ehaden : birisi
-
18-Kehf 20
inne-hum : muhakkak onlar
-
18-Kehf 20
in yazherû : gâlip gelirse
-
18-Kehf 20
aleykum : sizin üzerinize, size
-
18-Kehf 20
yercumû-kum : sizi taşlarlar
-
18-Kehf 20
ev : veya
-
18-Kehf 20
milleti-him : kendi dînlerine
-
18-Kehf 20
ve len tuflihû : ve asla felâha eremezsiniz, kurtulamazsınız
-
18-Kehf 20
izen ebeden : o zaman ebediyyen
-
18-Kehf 21
ve kezâlike : ve böylece, işte böyle
-
18-Kehf 21
a'sernâ : bildirdik
-
18-Kehf 21
aleyhim : onlara, onları
-
18-Kehf 21
li ya'lemû : bilmeleri için, bilsinler diye
-
18-Kehf 21
enne : muhakkak, olduğunu
-
18-Kehf 21
va'dallâhi (va'de allâhi) : Allah'ın vaadi
-
18-Kehf 21
ve enne es sâate : ve muhakkak o saat, o vakit
-
18-Kehf 21
lâ reybe : şüphe yok
-
18-Kehf 21
yetenâzeûne : çekişiyorlar, niza ediyorlar
-
18-Kehf 21
beyne-hum : onlar aralarında
-
18-Kehf 21
emre-hum : onların işleri, durumu
-
18-Kehf 21
fe kâlûbnû (fe kâlû ubnû) : öyleyse 'inşa edin' dediler
-
18-Kehf 21
aleyhim : onların üzerine
-
18-Kehf 21
bunyânen : binalar
-
18-Kehf 21
a'lemu : en iyi bilir
-
18-Kehf 21
kâlellezîne (kâle ellezîne) : dediler o kimseler
-
18-Kehf 21
galebû : gâlip oldular, üstün oldular (sözü geçenler)
-
18-Kehf 21
alâ emri-him : onların işleri üzerine, onların işlerine
-
18-Kehf 21
le nettehızenne : mutlaka edinelim, yapalım
-
18-Kehf 21
aleyhim : onların üzerine
-
18-Kehf 21
mesciden : bir mescid
-
18-Kehf 22
se yekûlûne : diyecekler
-
18-Kehf 22
selâsetun : üç
-
18-Kehf 22
kelbu-hum : onların köpeği
-
18-Kehf 22
ve yekûlûne : ve diyecekler
-
18-Kehf 22
hamsetun : beş
-
18-Kehf 22
kelbu-hum : onların köpeği
-
18-Kehf 22
recmen : taşlayarak
-
18-Kehf 22
bi el gaybi : gaybı, bilinmeyeni
-
18-Kehf 22
ve yekûlûne : ve diyecekler
-
18-Kehf 22
seb'atun : yedi
-
18-Kehf 22
ve sâminu-hum : ve onların sekizincisi
-
18-Kehf 22
kelbu-hum : onların köpeği
-
18-Kehf 22
a'lemu : en iyi bilir
-
18-Kehf 22
bi ıddeti-him : onların sayısını
-
18-Kehf 22
mâ ya'lemu-hum : onları bilmezler
-
18-Kehf 22
fe lâ tumâri : artık tartışma
-
18-Kehf 22
mirâen : bir tartışma, bir mücâdele
-
18-Kehf 22
zâhiren : açık, görünen, bilinen
-
18-Kehf 22
ve lâ testefti \n(fetva) : ve soru sorma (açıklama isteme) \n: (açıklama, hüküm verme, fetva verme)
-
18-Kehf 22
ehâden : birine
-
18-Kehf 23
ve lâ tekûlenne : ve deme muhakkak
-
18-Kehf 23
li şey'in : bir şey için
-
18-Kehf 23
zâlike : bunu
-
18-Kehf 23
gaden : yarın
-
18-Kehf 24
en yeşâallâhu : Allah dilerse
-
18-Kehf 24
vezkur (ve uzkur) : ve zikret
-
18-Kehf 24
rabbe-ke : senin Rabbin
-
18-Kehf 24
nesîte : sen unuttun
-
18-Kehf 24
ve kul : ve de
-
18-Kehf 24
en yehdiye-ni : beni ulaştırması
-
18-Kehf 24
li akrabe : daha yakın, daha üstün
-
18-Kehf 24
reşeden : irşad
-
18-Kehf 25
ve lebisû : ve kaldılar
-
18-Kehf 25
fî kehfi-him : mağaralarının içinde (mağarada)
-
18-Kehf 25
selâse : üç
-
18-Kehf 25
mietin : yüz
-
18-Kehf 25
sinîne : seneler, yıllar
-
18-Kehf 25
vezdâdû (ve ezdâdû) : ve arttı, fazlalaştı
-
18-Kehf 26
a'lemu : en iyi bilir
-
18-Kehf 26
lebisû : kaldılar
-
18-Kehf 26
lehu : onundur
-
18-Kehf 26
gaybu es semâvâti : semaların gaybı
-
18-Kehf 26
ve el ardı : ve yeryüzü, arz
-
18-Kehf 26
ebsır : en iyi görür
-
18-Kehf 26
ve esmı' : ve en iyi işitir
-
18-Kehf 26
lehum : onların
-
18-Kehf 26
min veliyyin : bir velî, bir dost
-
18-Kehf 26
ve lâ yuşriku : ve ortak etmez
-
18-Kehf 26
ehaden : birisi, bir kimse
-
18-Kehf 27
vetlu (ve utlu) : ve oku
-
18-Kehf 27
ûhıye : vahyedildi
-
18-Kehf 27
ileyke : sana
-
18-Kehf 27
rabbi-ke : senin Rabbin
-
18-Kehf 27
lâ mubeddile : değiştirecek yoktur
-
18-Kehf 27
li kelimâti-hi : onun kelimesini
-
18-Kehf 27
ve len tecide : ve bulamazsın
-
18-Kehf 27
multehaden \n(elhade) : yönelinen \n: (yöneldi, meyletti)
-
18-Kehf 28
nefse-ke : senin nefsin, kendi nefsin
-
18-Kehf 28
mea ellezîne : o kimselerle birlikte
-
18-Kehf 28
yed'ûne : dua ederler, ediyorlar
-
18-Kehf 28
rabbe-hum : onların Rabbi
-
18-Kehf 28
bi el gadâti : sabah
-
18-Kehf 28
ve el aşiyyi : ve akşam
-
18-Kehf 28
yurîdûne : isterler, istiyorlar
-
18-Kehf 28
veche-hu : onun vechini, zatını
-
18-Kehf 28
ve lâ ta'du \n(âde) : ve döndürme, çevirme \n: (döndü)
-
18-Kehf 28
aynâ-ke : senin gözlerin
-
18-Kehf 28
zînete el hayâti ed dunyâ : dünya hayatının süsünü, ziynetini
-
18-Kehf 28
ve lâ tutı' : ve itaat etme
-
18-Kehf 28
men : kimse
-
18-Kehf 28
agfelnâ : gâfil bıraktık
-
18-Kehf 28
kalbe-hu : onun kalbi
-
18-Kehf 28
vettebea (ve ittebea) : ve tâbî oldu
-
18-Kehf 28
hevâ-hu \n(hevâ) : hevesleri \n: (hevesler: nefsin afetleri ile şeytanın talepleri)
-
18-Kehf 28
ve kâne : ve oldu
-
18-Kehf 28
emru-hu : onun işi, kendi işi
-
18-Kehf 29
ve kulil hakku (ve kul el hakku) : ve de ki hak
-
18-Kehf 29
fe men şâe : bundan sonra dileyen kimse
-
18-Kehf 29
fe li yu'min : artık inansın
-
18-Kehf 29
ve men şâe : ve dileyen kimse
-
18-Kehf 29
fe li yekfur : artık inkâr etsin
-
18-Kehf 29
a'tednâ : hazırladık
-
18-Kehf 29
li ez zâlimîne : zalimler için, zalimlere
-
18-Kehf 29
nâren : bir ateş
-
18-Kehf 29
ehâta : ihata etti, sardı, kapladı
-
18-Kehf 29
ve in : ve eğer
-
18-Kehf 29
yestegîsû : yağmur isterler
-
18-Kehf 29
ke : gibi
-
18-Kehf 29
el muhli : erimiş maden (demir, bakır vs.)
-
18-Kehf 29
yeşvî el vucûhe : yüzü kavurur
-
18-Kehf 29
bi'se eş şarâbu : ne kötü içecek
-
18-Kehf 29
ve sâet : ve ne kötü
-
18-Kehf 29
murtefekan : arkadaş, dost, destek, yardım
-
18-Kehf 30
innellezîne (inne ellezîne) : muhakkak o kimseler, onlar
-
18-Kehf 30
âmenû : âmenû oldular, ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dilediler
-
18-Kehf 30
ve amilû es sâlihâti : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptılar
-
18-Kehf 30
ecre : ecir, ücret, karşılık, bedel
-
18-Kehf 30
men : kimse
-
18-Kehf 30
ahsene : en güzel
-
18-Kehf 30
amelen : amel
-
18-Kehf 31
ulâike : işte onlar
-
18-Kehf 31
lehum : onlara, onlar için vardır
-
18-Kehf 31
cennâtu adnin : adn cennetleri
-
18-Kehf 31
tecrî : akar
-
18-Kehf 31
el enharu : nehirler
-
18-Kehf 31
yuhallevne : süslenirler
-
18-Kehf 31
min esâvire (el esveretu) : bileziklerden, bileziklerle (bilezik)
-
18-Kehf 31
zehebin : altın
-
18-Kehf 31
ve yelbesûne : ve giyerler
-
18-Kehf 31
siyâben : elbise
-
18-Kehf 31
hudren : yeşil
-
18-Kehf 31
ve istebrekın : ve kalın ipek (diba), atlas
-
18-Kehf 31
muttekiîne : yaslanırlar
-
18-Kehf 31
alel erâiki (alâ el erâiki) : tahtlar üzerinde, üzerine
-
18-Kehf 31
ni'me es sevâbu : ne güzel sevap (kazanılan pozitif dereceler)
-
18-Kehf 31
ve hasunet : ve güzel oldu
-
18-Kehf 31
murtefekan : arkadaş, dost, yardımcı, destek
-
18-Kehf 32
lehum : onlara, onlar için vardır
-
18-Kehf 32
meselen : misal, örnek
-
18-Kehf 32
raculeyni : iki adam
-
18-Kehf 32
cealnâ : kıldık, verdik
-
18-Kehf 32
li ehadi-himâ : ikisinden birine
-
18-Kehf 32
cenneteyni : iki bahçe
-
18-Kehf 32
ve hafefnâ-humâ : ve ikisini kuşattık
-
18-Kehf 32
ve cealnâ : ve kıldık
-
18-Kehf 32
beyne-humâ : ikisinin arasında
-
18-Kehf 32
zer'an : ekinler
-
18-Kehf 33
kilte : her iki, her ikisi
-
18-Kehf 33
el cenneteyni : iki bahçe
-
18-Kehf 33
âtet : verdi
-
18-Kehf 33
ukule-hâ : meyvelerini
-
18-Kehf 33
ve lem tazlim : ve eksik bırakmadı
-
18-Kehf 33
şey'en : bir şeyi
-
18-Kehf 33
ve feccernâ : ve fışkırttık, çıkardık, akıttık
-
18-Kehf 33
hılâle-humâ : ikisinin arasından
-
18-Kehf 33
neheren : bir nehir
-
18-Kehf 34
ve kâne : ve oldu
-
18-Kehf 34
lehu : onun, onun vardır
-
18-Kehf 34
semerun : ürün, servet
-
18-Kehf 34
fe : böylece, artık
-
18-Kehf 34
kâle : dedi
-
18-Kehf 34
ve huve : ve o
-
18-Kehf 34
ene : ben
-
18-Kehf 34
ekseru : daha çok
-
18-Kehf 34
min-ke : senden
-
18-Kehf 34
mâlen : mal bakımından
-
18-Kehf 34
ve eazzu : ve daha azîz, daha üstün
-
18-Kehf 34
neferen : fertler bakımından
-
18-Kehf 35
ve dehale : ve girdi
-
18-Kehf 35
cennete-hu : onun bahçesi
-
18-Kehf 35
ve huve : ve o
-
18-Kehf 35
li nefsi-hi : (onun nefsine) kendi nefsine
-
18-Kehf 35
kâle : dedi
-
18-Kehf 35
mâ ezunnu : ben sanmıyorum
-
18-Kehf 35
en tebîde : kuruyup yok olmak, helâk olmak
-
18-Kehf 35
ebeden : ebediyyen
-
18-Kehf 36
ve mâ ezunnu : ve zannetmiyorum
-
18-Kehf 36
es sâate : o saat, kıyâmet saati
-
18-Kehf 36
kâimeten : kaim olan
-
18-Kehf 36
ve le in rudidtu : ve eğer ben geri döndürülürsem (döndürülsem bile)
-
18-Kehf 36
le ecidenne : mutlaka bulacağım
-
18-Kehf 36
hayren : daha hayırlı
-
18-Kehf 36
munkaleben : dönüşmüş olan
-
18-Kehf 37
kâle : dedi
-
18-Kehf 37
lehu : ona
-
18-Kehf 37
ve huve : ve o
-
18-Kehf 37
e keferte : sen inkâr mı ettin
-
18-Kehf 37
bi ellezî : ki onu
-
18-Kehf 37
halaka-ke : seni yarattı
-
18-Kehf 37
summe min nutfetin : sonra bir nutfeden (bir damla sudan)
-
18-Kehf 37
summe : sonra
-
18-Kehf 37
sevvâ-ke : seni sevva etti (dizayn etti) düzenledi
-
18-Kehf 37
raculen : bir adam (insan) hüviyetine
-
18-Kehf 38
lâkinne : fakat
-
18-Kehf 38
huvallâhu (huve allâhu) : o Allah
-
18-Kehf 38
ve lâ uşriku : ve ben şirk koşmam, ortak koşmam
-
18-Kehf 38
ehaden : bir kimse, bir şey
-
18-Kehf 39
ve lev lâ : ve olmasaydı, olmaz mıydı
-
18-Kehf 39
iz dehalte : sen girdiğin zaman
-
18-Kehf 39
cennete-ke : senin bahçen
-
18-Kehf 39
kulte : dedin, söyledin
-
18-Kehf 39
mâ şâe allâhu : maşaallah, Allah'ın dilediği şey
-
18-Kehf 39
lâ kuvvete : kuvvet yoktur
-
18-Kehf 39
in tere-ni : eğer sen beni görüyorsan
-
18-Kehf 39
ene : ben
-
18-Kehf 39
ekalle : daha az
-
18-Kehf 39
min-ke : senden
-
18-Kehf 39
mâlen : mal (miktar) bakımından
-
18-Kehf 39
ve veleden : ve çocuk (sayısı) bakımından
-
18-Kehf 40
fe : böylece, artık
-
18-Kehf 40
en yu'tiye-ni : bana vermesi
-
18-Kehf 40
min cenneti-ke : senin bahçenden
-
18-Kehf 40
ve yursile : ve gönderir
-
18-Kehf 40
aleyhâ : onun üzerinde
-
18-Kehf 40
husbânen : yıldırımlar, semadan inen felâketler
-
18-Kehf 40
min es semâi : semadan
-
18-Kehf 40
fe : böylece
-
18-Kehf 40
saîden : toprak
-
18-Kehf 40
zelekan : kaygan olan
-
18-Kehf 41
ev : veya
-
18-Kehf 41
gavren : çekilir, yerin içine çekilir
-
18-Kehf 41
fe len testetîa : artık asla senin gücün yetmez, sen muktedir olamazsın
-
18-Kehf 41
lehu : onu
-
18-Kehf 41
taleben : talep ederek, elde ederek (elde etmek)
-
18-Kehf 42
ve uhîta : ve ihata edildi (kuşatılıp, mahvedildi)
-
18-Kehf 42
bi semeri-hi : onun ürünleri
-
18-Kehf 42
fe asbeha : böylece oldu
-
18-Kehf 42
keffey-hi : avuçlarını (ellerini)
-
18-Kehf 42
mâ enfeka : harcadığı, sarfettiği şeyler (emek, para)
-
18-Kehf 42
ve hiye : ve o
-
18-Kehf 42
hâviyetun alâ : üzerine yıkılmış, çökmüş halde
-
18-Kehf 42
ve yekûlu : ve diyor
-
18-Kehf 42
yâ leyte-ni : keşke ben
-
18-Kehf 42
lem uşrik : şirk koşmam
-
18-Kehf 42
ehaden : bir kimse, bir şey
-
18-Kehf 43
ve lem tekun : ve olmadı, olmaz
-
18-Kehf 43
lehu : ona
-
18-Kehf 43
fietun : grup, topluluk, kimseler
-
18-Kehf 43
yansurûne-hu : ona yardım ederler
-
18-Kehf 43
ve mâ kâne : ve olmadı
-
18-Kehf 43
muntesiren : yardım edilen, yardım alan
-
18-Kehf 44
hunâlike : işte burada (orada)
-
18-Kehf 44
el velâyetu : velâyet, yardım, dostluk
-
18-Kehf 44
lillâhil hakkı (li allâhi el hakkı) : hak olan Allah'a aittir
-
18-Kehf 44
huve : o
-
18-Kehf 44
sevâben : sevap olarak, sevap açısından
-
18-Kehf 44
ve hayrun : ve hayırlıdır
-
18-Kehf 44
ukben : akıbet (sonuç) olarak, sonuç açısından
-
18-Kehf 45
lehum : onlara
-
18-Kehf 45
meselel hayâtid dunyâ : dünya hayatı misalini, durumunu
-
18-Kehf 45
ke mâin : su gibi
-
18-Kehf 45
enzelnâ-hu : onu indirdik
-
18-Kehf 45
min es semâi : semadan
-
18-Kehf 45
fahteleta : böylece karıştı, yeşerdi (büyüdü)
-
18-Kehf 45
nebâtu el ardı : yeryüzünün nebatları, bitkileri
-
18-Kehf 45
fe asbeha : böylece, sonra da oldu
-
18-Kehf 45
heşîmen : kuruyup, ufalanır
-
18-Kehf 45
tezrû-hu : onu uçurur, dağıtır, savurur
-
18-Kehf 45
er riyâhu : rüzgâr
-
18-Kehf 45
ve kânallâhu (kâne allâhu) : ve (Allah ..... oldu) Allah ...'tır
-
18-Kehf 45
alâ kulli şey'in : herşeye
-
18-Kehf 45
muktediren : muktedir olan, gücü yeten, kaadir olan
-
18-Kehf 46
el mâlu : mal
-
18-Kehf 46
ve el benûne : ve çocuklar, oğullar
-
18-Kehf 46
zînetu el hayâti ed dunyâ : dünya hayatının süsüdür, ziynetidir
-
18-Kehf 46
ve el bâkıyâtu : ve bâki olan, kalıcı olan
-
18-Kehf 46
es sâlihâtu : salih ameller (nefs tezkiyesi)
-
18-Kehf 46
inde : katında
-
18-Kehf 46
rabbi-ke : senin Rabbin
-
18-Kehf 46
sevâben : sevap bakımından
-
18-Kehf 46
ve hayrun : ve hayırlıdır
-
18-Kehf 46
emelen : ümit olarak, emel olarak
-
18-Kehf 47
ve yevme : ve o gün
-
18-Kehf 47
nuseyyiru : yürüteceğiz
-
18-Kehf 47
el cibâle : dağlar
-
18-Kehf 47
ve tere : ve görürsün
-
18-Kehf 47
el arda : yeryüzü, arz
-
18-Kehf 47
bârizeten : bariz olarak, açık ve net olarak
-
18-Kehf 47
ve haşernâ-hum : ve onları haşrettik (topladık)
-
18-Kehf 47
fe lem nugâdir : böylece bırakmayız
-
18-Kehf 47
ehaden : birisi
-
18-Kehf 48
ve uridû : ve sunuldular, arz edildiler
-
18-Kehf 48
alâ rabbi-ke : senin Rabbine
-
18-Kehf 48
saffen : saf saf, sıra halinde
-
18-Kehf 48
lekad : andolsun
-
18-Kehf 48
kemâ : gibi
-
18-Kehf 48
evvele : ilk, evvel
-
18-Kehf 48
merretin : kez, defa
-
18-Kehf 48
bel : hayır
-
18-Kehf 48
zeamtum \n(zeame) : zanda bulundunuz \n: (zanda bulunup bir şey söyledi)
-
18-Kehf 48
ellen nec'ale : bizim asla yapmayacağımızı, yapamayacağımızı
-
18-Kehf 48
lekum : size
-
18-Kehf 48
mev'ıden : vaadedilen
-
18-Kehf 49
ve vudıa : ve kondu
-
18-Kehf 49
el kitâbu : kitap
-
18-Kehf 49
fe tere : o zaman görürsün
-
18-Kehf 49
el mucrimîne : mücrimler
-
18-Kehf 49
muşfikîne : korkanlar
-
18-Kehf 49
ve yekûlûne : ve derler
-
18-Kehf 49
yâ veylete-nâ : yazıklar olsun bize
-
18-Kehf 49
hâzâ el kitâbi : bu kitap
-
18-Kehf 49
sagîreten : küçük
-
18-Kehf 49
ve lâ : ve olmadı, olmaz
-
18-Kehf 49
kebîreten : büyük
-
18-Kehf 49
ve vecedû : ve buldular
-
18-Kehf 49
hâdıren : hazır olarak
-
18-Kehf 49
ve lâ yazlimu : ve zulmetmez
-
18-Kehf 49
rabbu-ke : senin Rabbin
-
18-Kehf 49
ehaden : bir kimse
-
18-Kehf 50
ve iz : ve olmuştu
-
18-Kehf 50
li el melâiketi : meleklere
-
18-Kehf 50
li âdeme : Âdem'e
-
18-Kehf 50
fe secedû : hemen secde ettiler
-
18-Kehf 50
illâ iblîse : iblis dışında, iblis hariç
-
18-Kehf 50
kâne : oldu, idi
-
18-Kehf 50
min el cinni : cinlerden
-
18-Kehf 50
fe feseka : böylece fıska düştü, itaat etmedi, isyan etti
-
18-Kehf 50
an emri : emrinden
-
18-Kehf 50
e fe tettehızûne-hu : hâlâ onu ediniyor musunuz
-
18-Kehf 50
ve zurriyyete-hû : ve onun zürriyetini, neslini
-
18-Kehf 50
evliyâe : dostlar
-
18-Kehf 50
ve hum : ve onlar
-
18-Kehf 50
lekum : size, sizin için
-
18-Kehf 50
bi'se : ne kötü
-
18-Kehf 50
liz zâlimîne (li ez zâlimîne) : zalimler için
-
18-Kehf 50
bedelen : bedel, karşılık
-
18-Kehf 51
mâ eşhedtu-hum : onları şahit tutmadım
-
18-Kehf 51
halka es semâvâti : semaların yaratılışı
-
18-Kehf 51
ve el ardı : ve yerin
-
18-Kehf 51
ve lâ : ve olmadı
-
18-Kehf 51
enfusi-him : onlar, kendileri
-
18-Kehf 51
ve mâ kuntu : ve ben olmadım
-
18-Kehf 51
muttehıze : edinen
-
18-Kehf 51
el mudıllîne : dalâlette bırakanlar
-
18-Kehf 51
aduden (el adudu) : yardımcı (pazu, kol kuvveti)
-
18-Kehf 52
ve yevme : ve o gün (kıyâmet günü)
-
18-Kehf 52
yekûlu : söyler
-
18-Kehf 52
şurekâiyellezîne : ortak koştuğunuz o şeyler
-
18-Kehf 52
zeamtum : zanda bulundunuz
-
18-Kehf 52
fe : o zaman, böylece
-
18-Kehf 52
deav-hum : onları davet ettiler
-
18-Kehf 52
fe : o zaman, fakat
-
18-Kehf 52
lem yestecibû : icabet etmezler, etmediler
-
18-Kehf 52
lehum : onlara
-
18-Kehf 52
ve cealnâ : ve biz kıldık,
-
18-Kehf 52
beyne-hum : onların aralarını
-
18-Kehf 52
mevbikan \n(evbeka) : helâk olma yeri, helâk edici (engel) \n: (helâk etti)
-
18-Kehf 53
ve ree : ve gördü
-
18-Kehf 53
el mucrimûne : suçlular, günahkârlar
-
18-Kehf 53
en nâre : ateş
-
18-Kehf 53
fe : o zaman, artık, böylece
-
18-Kehf 53
enne-hum : kendilerinin olduğunu
-
18-Kehf 53
ve lem yecidû : ve bulamazlar, bulamadılar
-
18-Kehf 53
masrifen \n(serefa) : uzaklaşacak yer, kaçış yolu \n: (çevirdi, uzaklaştı)
-
18-Kehf 54
ve lekad : ve andolsun
-
18-Kehf 54
el kur'âni : Kur'ân-ı Kerim
-
18-Kehf 54
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
18-Kehf 54
meselin : misal, mesele
-
18-Kehf 54
ve kâne : ve oldu
-
18-Kehf 54
el insânu : insan
-
18-Kehf 54
eksere : daha çok
-
18-Kehf 54
şey'in : şey
-
18-Kehf 54
cedelen : cedelleşen, münakaşa edici, kavga edici
-
18-Kehf 55
ve mâ menea : ve men eden şey
-
18-Kehf 55
en nâse : insanlar
-
18-Kehf 55
en yu'minû : mü'min olmak
-
18-Kehf 55
iz câe-hum : onlara geldiği zaman
-
18-Kehf 55
el hudâ : hidayet
-
18-Kehf 55
ve yestagfirû : ve mağfiret isterler, dilerler
-
18-Kehf 55
rabbe-hum : onların Rab'leri
-
18-Kehf 55
en te'tiye-hum : onlara gelmesi
-
18-Kehf 55
sunnetu el evvelîne : evvelkilerin sünneti
-
18-Kehf 55
ev : veya
-
18-Kehf 55
ye'tiye-hum : onlara gelir
-
18-Kehf 55
el azâbu : azap
-
18-Kehf 55
kubulen : karşı karşıya kalarak
-
18-Kehf 56
ve mâ nursilu : ve göndermeyiz
-
18-Kehf 56
el murselîne : resûl olanlar, elçi olanlar
-
18-Kehf 56
mubeşşirîne : müjdeleyiciler
-
18-Kehf 56
ve munzirîne : ve uyarıcılar
-
18-Kehf 56
ve yucâdilu : ve mücâdele ederler
-
18-Kehf 56
ellezîne keferû : kâfir olanlar
-
18-Kehf 56
bi el bâtılı : bâtıl ile
-
18-Kehf 56
li yudhıdû \n(edhada) : boşa çıkarmaları için, iptal etmeleri için \n: (iptal etti, boşa çıkardı)
-
18-Kehf 56
el hakka : hak
-
18-Kehf 56
vettehazû (ve ittehazû) : ve edindiler
-
18-Kehf 56
ve mâ unzirû : ve uyarıldıkları şeyler
-
18-Kehf 56
huzuven : alay ederek
-
18-Kehf 57
ve men azlemu : ve daha zalim kimdir
-
18-Kehf 57
mimmen (min men) : o kimseden
-
18-Kehf 57
zukkire : zikredildi
-
18-Kehf 57
fe : o zaman, öyleyse
-
18-Kehf 57
ve nesiye : ve unuttu
-
18-Kehf 57
mâ kaddemet : takdim ettiği şey(ler)
-
18-Kehf 57
yedâ-hu : onun elleri
-
18-Kehf 57
cealnâ : kıldık
-
18-Kehf 57
ekinneten : ekinnet, fıkıh etmeye mani olan engel
-
18-Kehf 57
en yefkahû-hu : onu fıkıh etmeleri
-
18-Kehf 57
ve fî : ve vardır
-
18-Kehf 57
vakren : vakra (işitme engeli)
-
18-Kehf 57
ve in : ve şâyet, eğer
-
18-Kehf 57
ted'u-hum : onları davet edersin
-
18-Kehf 57
ilel hudâ (ilâ el hudâ) : hidayete
-
18-Kehf 57
fe len yehtedû : bundan sonra asla hidayete eremezler
-
18-Kehf 57
izen : öyleyse, o zaman
-
18-Kehf 57
ebeden : ebediyyen, sonsuza kadar
-
18-Kehf 58
ve rabbu-ke : ve senin Rabbin
-
18-Kehf 58
el gafûru : gafur, bağışlayıcı, mağfiret eden
-
18-Kehf 58
er rahmeti : rahmet
-
18-Kehf 58
lev : eğer
-
18-Kehf 58
mâ kesebû : kazandıkları şeyler
-
18-Kehf 58
le accele : mutlaka acele eder
-
18-Kehf 58
lehum : onlar için, onlara
-
18-Kehf 58
el azâbe : azap
-
18-Kehf 58
bel : bilâkis, aksine, hayır
-
18-Kehf 58
lehum : onlar için, onlara (vardır)
-
18-Kehf 58
mev'ıdun : vaadedilen zaman
-
18-Kehf 58
len yecidû : asla bulamazlar
-
18-Kehf 58
mev'ilen : sığınılacak yer, sığınacak yer
-
18-Kehf 59
ve tilke : ve işte bu, işte o
-
18-Kehf 59
el kurâ : ülkeler
-
18-Kehf 59
ehleknâ-hum : onları helâk ettik
-
18-Kehf 59
lemmâ zalemû : zulmettikleri zaman
-
18-Kehf 59
ve cealnâ : ve kıldık (yaptık)
-
18-Kehf 59
li mehliki-him : onların helâk edilmesi için
-
18-Kehf 59
mev'ıden : vaadedilen zaman
-
18-Kehf 60
ve iz kâle : ve demişti
-
18-Kehf 60
li fetâ-hu : gence, genç arkadaşına
-
18-Kehf 60
lâ ebrehu : ayrılmayacağım, devam edeceğim
-
18-Kehf 60
ebluga : erişeceğim, ulaşacağım
-
18-Kehf 60
mecmea : cem olduğu yer, birleştiği yer
-
18-Kehf 60
el bahreyni : iki deniz
-
18-Kehf 60
ev : veya
-
18-Kehf 60
emdıye : geçip gideceğim
-
18-Kehf 60
hukuben : seneler, senelerce, uzun zaman
-
18-Kehf 61
fe lemmâ : böylece olduğu zaman
-
18-Kehf 61
belega : erişti, ulaştı
-
18-Kehf 61
mecmea : birleştiği yere, cem olduğu yere
-
18-Kehf 61
beyni-himâ : ikisinin arasında
-
18-Kehf 61
nesiyâ : ikisi unuttular
-
18-Kehf 61
hûte-humâ : ikisinin balığı
-
18-Kehf 61
fettehaze (fe ittehaze) : o zaman edindi
-
18-Kehf 61
sebîle-hu : kendi yolunu
-
18-Kehf 61
fî el bahri : denizin içinde, denizde, denize doğru
-
18-Kehf 61
sereben : içine girilip, gidilen yer
-
18-Kehf 62
fe : böylece, bundan sonra
-
18-Kehf 62
lemmâ : olduğu zaman
-
18-Kehf 62
câvezâ : ikisi mesafe katettiler (bir yerden bir yere geçtiler, gittiler)
-
18-Kehf 62
kâle : dedi
-
18-Kehf 62
li fetâ-hu : genç arkadaşına
-
18-Kehf 62
gadâe-nâ : sabah kahvaltımız
-
18-Kehf 62
lekad : andolsun ki
-
18-Kehf 62
lekînâ : biz karşılaştık, maruz kaldık (hissettik)
-
18-Kehf 62
min seferi-nâ : seferimizden, yolculuğumuzdan (dolayı, sebebiyle)
-
18-Kehf 62
nasaben : yorgunluk, bitkinlik, meşakkat
-
18-Kehf 63
kâle : dedi
-
18-Kehf 63
e raeyte : gördün mü
-
18-Kehf 63
iz eveynâ : sığındığımız zaman, orada bulunduğumuz zaman
-
18-Kehf 63
ilas sahrati (ilâ es sahrati) : kayaya
-
18-Kehf 63
fe in-nî : o zaman gerçekten ben
-
18-Kehf 63
nesîtu : unuttum
-
18-Kehf 63
el hûte : balığı
-
18-Kehf 63
ve mâ ensâ-nî-hu : ve onu bana unutturmadı
-
18-Kehf 63
illeş şeytânu (illâ eş şeytânu) : şeytandan başkası
-
18-Kehf 63
en ezkure-hu : onu hatırlamayı
-
18-Kehf 63
vettehaze (ve ittehaze) : ve edindi (tuttu)
-
18-Kehf 63
sebîle-hu : kendi yolunu
-
18-Kehf 63
fî el bahri : denizde (denizin içinde)
-
18-Kehf 63
aceben : acayip, şaşılacak şekilde
-
18-Kehf 64
kâle : dedi
-
18-Kehf 64
zâlike : bu
-
18-Kehf 64
nebgı : talep ediyoruz, arıyoruz, ibtiga ediyoruz
-
18-Kehf 64
ferteddâ : o zaman döndüler
-
18-Kehf 65
fe vecedâ : böylece (ikisi) buldular
-
18-Kehf 65
abden : bir kul
-
18-Kehf 65
âteynâ-hu : biz ona verdik
-
18-Kehf 65
rahmeten : bir rahmet
-
18-Kehf 65
ve allemnâ-hu : ve biz ona öğrettik
-
18-Kehf 65
min ledun-nâ : ledun (gizli) ilmimizden
-
18-Kehf 65
ilmen : bir ilim
-
18-Kehf 66
kâle : dedi
-
18-Kehf 66
lehu : ona
-
18-Kehf 66
hel ettebiu-ke : sana tâbî olabilir miyim
-
18-Kehf 66
en tuallime-ni : senin bana öğretmen
-
18-Kehf 66
ullimte : sana öğretildi
-
18-Kehf 66
ruşden : rüşde ulaşma
-
18-Kehf 67
kâle : dedi
-
18-Kehf 67
inne-ke : muhakkak sen
-
18-Kehf 67
len testetîa : asla güç yetiremezsin, yapamazsın
-
18-Kehf 67
maiye : benimle beraber, benim maiyetimde
-
18-Kehf 67
sabren : sabırla, sabırlı olma
-
18-Kehf 68
ve keyfe : ve nasıl
-
18-Kehf 68
tesbiru alâ : sabredersin
-
18-Kehf 68
lem tuhıt : ihata edemedin, kavrayamadın
-
18-Kehf 68
hubren : haberdar edilerek
-
18-Kehf 69
kâle : dedi
-
18-Kehf 69
se tecidu-ni : beni bulacaksın
-
18-Kehf 69
inşâallahu (inşâe allâhu) : Allah dilerse
-
18-Kehf 69
sâbiren : sabreden (sabırlı olan)
-
18-Kehf 69
ve lâ a'sî : ve asi olmayacağım
-
18-Kehf 69
leke : sana
-
18-Kehf 69
emren : emir
-
18-Kehf 70
kâle : dedi
-
18-Kehf 70
fe : o taktirde
-
18-Kehf 70
in itteba'te-nî : eğer bana tâbî olursan
-
18-Kehf 70
fe lâ tes'el-nî : bana soru sorma
-
18-Kehf 70
an şey'in : bir şeyden
-
18-Kehf 70
uhdise \n(hadese) : ben bahsederim \n: (bahsetti, anlattı)
-
18-Kehf 70
leke : sana
-
18-Kehf 70
zikren : zikir, öğüt, kıssa, haber
-
18-Kehf 71
fentalakâ (fe intalakâ) : böylece (ikisi) gittiler
-
18-Kehf 71
fî es sefîneti : bir gemiye
-
18-Kehf 71
kâle : dedi
-
18-Kehf 71
e harakte-hâ : onu deldin mi
-
18-Kehf 71
ehle-hâ : onun ehlini (ahalisini, içinde bulunanları)
-
18-Kehf 71
lekad : andolsun
-
18-Kehf 71
ci'te : sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin
-
18-Kehf 71
şey'en : bir şey
-
18-Kehf 71
imren : büyük iş
-
18-Kehf 72
kâle : dedi
-
18-Kehf 72
e lem ekul : ben söylemedim mi, ben demedim mi
-
18-Kehf 72
inne-ke : muhakkak sen,
-
18-Kehf 72
len testetîa : asla güç yetiremezsin
-
18-Kehf 72
maiye : benimle beraber
-
18-Kehf 72
sabren : sabırlı olarak, sabırlı olma
-
18-Kehf 73
kâle : dedi
-
18-Kehf 73
nesîtu : unuttum
-
18-Kehf 73
ve lâ turhık-nî : ve bana yükleme,
-
18-Kehf 73
min emrî : benim emirlerimden (bana verilen emirlerde)
-
18-Kehf 73
usren : zorluk, güçlük
-
18-Kehf 74
fe : böylece
-
18-Kehf 74
intalekâ : ikisi gitti (oradan ayrıldı)
-
18-Kehf 74
lekıyâ : ikisi karşılaştılar, rastladılar
-
18-Kehf 74
gulâmen : (erkek) çocuk
-
18-Kehf 74
fe : o zaman
-
18-Kehf 74
katele-hu : onu öldürdü
-
18-Kehf 74
kâle : dedi
-
18-Kehf 74
e katelte : sen öldürdün mü
-
18-Kehf 74
nefsen : bir nefs
-
18-Kehf 74
zekiyyeten : temiz, masum
-
18-Kehf 74
nefsin : bir nefs
-
18-Kehf 74
lekad : andolsun
-
18-Kehf 74
ci'te : sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin
-
18-Kehf 74
şey'en : bir şey
-
18-Kehf 74
nukren : kötü, şeriate uymayan
-
18-Kehf 75
kâle : dedi
-
18-Kehf 75
e lem ekul : ben demedim mi
-
18-Kehf 75
leke : sana
-
18-Kehf 75
inne-ke : muhakkak sen
-
18-Kehf 75
len testetîa : güç yetiremezsin
-
18-Kehf 75
maiye : benimle beraber
-
18-Kehf 75
sabren : sabırlı olma
-
18-Kehf 76
kâle : dedi
-
18-Kehf 76
in seeltu-ke : eğer sana sorarsam
-
18-Kehf 76
an şey'in : bir şey
-
18-Kehf 76
ba'de-hâ : ondan sonra
-
18-Kehf 76
fe : öyleyse, o zaman, artık
-
18-Kehf 76
belagte : sen ulaştın
-
18-Kehf 76
min ledun-nî : benim yanımdan, benim tarafımdan
-
18-Kehf 76
uzren : özür, kabul edilebilir sebep
-
18-Kehf 77
fentalekâ hattâ izâ : böylece ikisi yola çıktılar
-
18-Kehf 77
eteyâ : ikisi geldiler
-
18-Kehf 77
ehle : şehir halkı
-
18-Kehf 77
karyetin : bir karye, bir kasaba, bir ülke
-
18-Kehf 77
ehle hâ : şehir halkı
-
18-Kehf 77
fe ebev : fakat çekindiler
-
18-Kehf 77
en yudayyifû humâ : ikisini misafir etmek
-
18-Kehf 77
fe : fakat, böylece
-
18-Kehf 77
vecedâ : (ikisi) buldular
-
18-Kehf 77
cidâren : bir duvar
-
18-Kehf 77
en yenkadda : yıkılmak üzere
-
18-Kehf 77
fe ekâme-hu : o zaman onu ikâme etti, düzeltti
-
18-Kehf 77
kâle : dedi
-
18-Kehf 77
lev : eğer
-
18-Kehf 77
şi'te : sen diledin
-
18-Kehf 77
lettehazte (le ittehaze) : elbette buna karşılık
-
18-Kehf 77
aleyhi : ona
-
18-Kehf 77
ecren : ecir, ücret, bedel
-
18-Kehf 78
kâle : dedi
-
18-Kehf 78
bey-nî ve beyni ke : benimle senin aranda, aramızda
-
18-Kehf 78
se unebbiu ke : sana haber vereceğim
-
18-Kehf 78
bi te'vîli : te'vîl, yorum, izah
-
18-Kehf 78
mâ lem testetı' : güç yetiremediğin şey
-
18-Kehf 78
aleyhi : ona
-
18-Kehf 78
sabren : sabırlı olarak, sabırlı olma
-
18-Kehf 79
emme : fakat, lâkin, amma
-
18-Kehf 79
es sefînetu : gemi
-
18-Kehf 79
fe kânet : o zaman oldu, idi
-
18-Kehf 79
li mesâkîne : fakirlere ait, fakirlerin
-
18-Kehf 79
ya'melûne : çalışıyorlar
-
18-Kehf 79
fî el bahri : denizde
-
18-Kehf 79
fe : böylece, bu sebeple
-
18-Kehf 79
eradtu : ben istedim
-
18-Kehf 79
en eîbe-hâ : onu kusurlu yapmak
-
18-Kehf 79
ve kâne : ve oldu, idi, vardı
-
18-Kehf 79
verâe-hum : onların arkasında
-
18-Kehf 79
melikun : bir kral
-
18-Kehf 79
ye'huzu : alıyor (ele geçiriyor)
-
18-Kehf 79
kulle sefînetin : bütün gemi(ler)
-
18-Kehf 79
gasben : gasbederek, zorla
-
18-Kehf 80
ve emmâ el gulâmu : ve fakat çocuğa (gelince)
-
18-Kehf 80
fe : o zaman, böylece
-
18-Kehf 80
kâne : oldu, idi
-
18-Kehf 80
ebevâ-hu : onun anne ve babası
-
18-Kehf 80
mu'mineyni : iki mü'min (mü'minler)
-
18-Kehf 80
fe : bundan dolayı, böylece
-
18-Kehf 80
en yurhika-humâ : onları (o ikisini küfre ve tuğyana) sürüklemek
-
18-Kehf 80
tugyânen : azgınlık
-
18-Kehf 80
ve kufren : ve küfür (inkâr)
-
18-Kehf 81
fe erednâ : böylece diledik, istedik
-
18-Kehf 81
en yubdile-humâ : onlara (o ikisi için) değiştirmesi
-
18-Kehf 81
hayren : (daha) hayırlısı
-
18-Kehf 81
zekâten : temiz
-
18-Kehf 81
ve akrebe : ve daha yakın
-
18-Kehf 81
ruhmen : merhamet (açısından)
-
18-Kehf 82
ve emmâ el cidâru : ve duvar meselesine gelince, duvar ise
-
18-Kehf 82
fe kâne : böylece idi
-
18-Kehf 82
li gulâmeyni : iki (erkek) çocuğa ait, iki (erkek) çocuğun
-
18-Kehf 82
yetîmeyni : iki yetim
-
18-Kehf 82
fî el medîneti : şehirde
-
18-Kehf 82
ve kâne : ve idi, vardı
-
18-Kehf 82
tahte-hu : onun altında
-
18-Kehf 82
kenzun : hazine, define
-
18-Kehf 82
lehumâ : ikisinin, ikisine ait
-
18-Kehf 82
ve kâne : ve idi
-
18-Kehf 82
ebû-humâ : ikisinin babası
-
18-Kehf 82
fe erâde : bu sebeple diledi, istedi
-
18-Kehf 82
rabbu-ke : senin Rabbin
-
18-Kehf 82
en yeblugâ : ikisinin erişmesini, ulaşmasını
-
18-Kehf 82
eşudde-humâ : onların en kuvvetli çağı, gençlik çağı
-
18-Kehf 82
ve yestahricâ : ve ikisinin çıkarması
-
18-Kehf 82
kenze-humâ : ikisinin definesi
-
18-Kehf 82
rahmeten : bir rahmet olarak
-
18-Kehf 82
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
18-Kehf 82
ve mâ fealtu-hu : ve onu ben yapmadım
-
18-Kehf 82
an emrî : kendi emrimden, kendi isteğimle
-
18-Kehf 82
zâlike : işte bu
-
18-Kehf 82
te'vîlu : te'vîl, yorum, izah
-
18-Kehf 82
lem testı' : sen güç yetiremedin
-
18-Kehf 82
aleyhi : ona
-
18-Kehf 82
sabren : sabırlı olma
-
18-Kehf 83
ve yes'elûne-ke : ve sana sorarlar
-
18-Kehf 83
an zi el karneyni : Zülkarneyn'den (iki karn sahibi)
-
18-Kehf 83
se etlû : tilâvet edeceğim, okuyacağım
-
18-Kehf 83
aleykum : size
-
18-Kehf 83
zikren : zikir, hatırlatma, kıssa, konu, bahis
-
18-Kehf 84
mekkennâ : sağlam yerleştirdik, kuvvetlendirdik, destekledik
-
18-Kehf 84
lehu : ona, onu
-
18-Kehf 84
fî el ardı : yeryüzünde
-
18-Kehf 84
ve âteynâ-hu : ve ona verdik
-
18-Kehf 84
min kulli şey'in : herşeyden
-
18-Kehf 84
sebeben : sebep, vesile
-
18-Kehf 85
fe etbea : böylece tâbî oldu
-
18-Kehf 85
sebeben : sebep, vesile
-
18-Kehf 86
belega : erişti, ulaştı
-
18-Kehf 86
magribe eş şemsi : güneşin battığı yer
-
18-Kehf 86
vecede-hâ : onu buldu
-
18-Kehf 86
hamietin : bulanık, çamurlu
-
18-Kehf 86
ve vecede : ve buldu
-
18-Kehf 86
inde-hâ : onun yanında
-
18-Kehf 86
kavmen : bir kavim, topluluk
-
18-Kehf 86
yâ ze el karneyni : ey Zülkarneyn
-
18-Kehf 86
en tuazzibe : senin azaba uğratman
-
18-Kehf 86
ve immâ : ve ya, veya
-
18-Kehf 86
en tettehıze : senin edinmen, ittihaz etmen
-
18-Kehf 86
husnen : güzellikle, iyilikle, güzel davranışla
-
18-Kehf 87
kâle : dedi
-
18-Kehf 87
emmâ : amma, lâkin, fakat
-
18-Kehf 87
men zaleme : kim zulmederse
-
18-Kehf 87
fe sevfe nuazzibu-hu : o taktirde ona azap edeceğiz
-
18-Kehf 87
summe : sonra
-
18-Kehf 87
yureddu : reddedilir, geri gönderilir
-
18-Kehf 87
fe yuazzibu-hu : o zaman onu azaplandırır
-
18-Kehf 87
azâben : bir azap (ile)
-
18-Kehf 87
nukren : dehşetli, çok şiddetli
-
18-Kehf 88
ve emmâ : ve amma, fakat
-
18-Kehf 88
men âmene : kim âmenû olursa (kim ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dilerse)
-
18-Kehf 88
ve amile sâlihan : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptı, amel etti
-
18-Kehf 88
fe lehu : o zaman onun için, onun
-
18-Kehf 88
cezâen : karşılık, mükâfat
-
18-Kehf 88
el husnâ : güzel
-
18-Kehf 88
ve se nekûlu : ve söyleyeceğiz
-
18-Kehf 88
lehu : ona
-
18-Kehf 88
min emri-nâ : emrimizden
-
18-Kehf 88
yusren : kolay olan
-
18-Kehf 89
summe : sonra
-
18-Kehf 89
etbea : tâbî oldu
-
18-Kehf 89
sebeben : vesile, sebep
-
18-Kehf 90
belega : ulaştı
-
18-Kehf 90
matlıa eş şemsi \n(talaa) : güneşin (tulû ettiği) doğduğu yer \n: (doğdu)
-
18-Kehf 90
vecede-hâ : onu buldu
-
18-Kehf 90
lem nec'al : kılmadık, yapmadık
-
18-Kehf 90
lehum : onlar için, onlara
-
18-Kehf 90
sitren : bir örtü, perde
-
18-Kehf 91
kezâlike : işte böyle
-
18-Kehf 91
ve kad : ve oldu, olmuştu
-
18-Kehf 91
ehatnâ : biz ihata ettik
-
18-Kehf 91
ledey-hi : onun yanında, huzurunda
-
18-Kehf 91
hubren : olayın sebebinden, gerçek durumdan haberdar olan
-
18-Kehf 92
summe : sonra
-
18-Kehf 92
etbea : tuttu
-
18-Kehf 92
sebeben : bir sebep
-
18-Kehf 93
belega : ulaştı
-
18-Kehf 93
beyne es seddeyni : iki seddin arası
-
18-Kehf 93
vecede : buldu
-
18-Kehf 93
kavmen : bir kavim
-
18-Kehf 93
lâ yekâdûne yefkahûne : (neredeyse hiç) anlamayan
-
18-Kehf 93
kavlen : söz
-
18-Kehf 94
yâ ze el karneyni : ey Zülkarneyn
-
18-Kehf 94
inne : muhakkak
-
18-Kehf 94
ye'cûce : yecüc
-
18-Kehf 94
ve me'cûce : ve mecüc
-
18-Kehf 94
mufsidûne : fesat çıkaranlar
-
18-Kehf 94
fî el ardı : yeryüzünde
-
18-Kehf 94
fe : bu yüzden, bu sebeple
-
18-Kehf 94
hel : mı
-
18-Kehf 94
nec'alu : biz kılalım, biz yapalım
-
18-Kehf 94
leke : sana
-
18-Kehf 94
harcen : harç, ücret
-
18-Kehf 94
en tec'ale : senin yapman
-
18-Kehf 94
beyne-nâ ve beyne-hum : onlarla bizim aramız
-
18-Kehf 94
sedden : bir set
-
18-Kehf 95
kâle : dedi
-
18-Kehf 95
mâ mekken-nî : beni kuvvetlendirdiği (desteklediği) şeyler
-
18-Kehf 95
fe : öyleyse, şimdi
-
18-Kehf 95
eînû-nî : bana yardım edin
-
18-Kehf 95
bi kuvvetin : güçle, kuvvetle
-
18-Kehf 95
ec'al : yapayım
-
18-Kehf 95
beyne-kum ve beyne-hum : onlarla sizin aranıza
-
18-Kehf 95
redmen : çok sağlam engel
-
18-Kehf 96
zubere el hadîdi : demir parçaları
-
18-Kehf 96
beyne es sadafeyni : iki dağın arası
-
18-Kehf 96
kâle infuhû : körükleyin dedi
-
18-Kehf 96
izâ ceale-hu : onu yaptığı zaman
-
18-Kehf 96
nâren : ateş (hali)
-
18-Kehf 96
kâle : dedi
-
18-Kehf 96
aleyhi : onun üzerine
-
18-Kehf 96
kıtren : erimiş bakır
-
18-Kehf 97
femestâû (fe ma istetaû) : böylece, artık güçleri yetmez
-
18-Kehf 97
en yazherû-hu : ona zahir olmaya (üstün gelmeye), onu aşmaya
-
18-Kehf 97
ve mestetâû (ma istetaû) : ve muktedir olamazlar, güçleri yetmez
-
18-Kehf 97
lehu : onu
-
18-Kehf 97
nakben : delerek
-
18-Kehf 98
kâle : dedi
-
18-Kehf 98
rahmetun : rahmet
-
18-Kehf 98
fe : öyleyse, o zaman, ama
-
18-Kehf 98
izâ câe : geldiği zaman
-
18-Kehf 98
ceale-hu : onu kılar, yapar
-
18-Kehf 98
dekkâe : kırıp ufaladı, yerle bir etti
-
18-Kehf 98
ve kâne : ve oldu
-
18-Kehf 99
ve teraknâ : ve biz terkettik, bıraktık
-
18-Kehf 99
yevmeizin : izin günü
-
18-Kehf 99
yemûcu : (birbirlerine) karışır
-
18-Kehf 99
ve nufiha : ve üfürüldü
-
18-Kehf 99
fî es sûri : sur'a
-
18-Kehf 99
fe : artık, o zaman
-
18-Kehf 99
cema'nâ-hum : onları topladık
-
18-Kehf 99
cem'an : hepsini
-
18-Kehf 100
ve aradnâ : ve arz ettik, gösterdik
-
18-Kehf 100
cehenneme : cehennemi
-
18-Kehf 100
yevmeizin : izin günü, o gün
-
18-Kehf 100
li el kâfirîne : inkâr edenlere, kâfirlere
-
18-Kehf 101
ellezîne : onlar
-
18-Kehf 101
kânet : idi, oldu
-
18-Kehf 101
ve kânû : ve oldular
-
18-Kehf 101
lâ yestetîûne : güçleri yetmez, muktedir olamazlar
-
18-Kehf 101
sem'an : işitmeye
-
18-Kehf 102
e : mı
-
18-Kehf 102
fe hasibe : yoksa zannettiler
-
18-Kehf 102
ellezîne keferû : kâfirler, inkâr eden kimseler
-
18-Kehf 102
en yettehızû : edindiklerini
-
18-Kehf 102
evliyâe : evliya, dostlar, veliler
-
18-Kehf 102
a'tednâ : hazırladık
-
18-Kehf 102
cehenneme : cehennemi
-
18-Kehf 102
li el kâfirîne : kâfirler için, kâfirlere
-
18-Kehf 102
nuzulen : ikram olarak, kalacak yer olarak
-
18-Kehf 103
hel : mi
-
18-Kehf 103
nunebbiu-kum : size haber vereyim
-
18-Kehf 103
bi el ahserîne : en çok hüsrana uğrayanları
-
18-Kehf 103
a'mâlen : ameller açısından
-
18-Kehf 104
ellezîne : onlar
-
18-Kehf 104
dalle : saptı (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla oldu)
-
18-Kehf 104
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
18-Kehf 104
ve hum : ve onlar
-
18-Kehf 104
yahsebûne : zannediyorlar
-
18-Kehf 104
enne-hum : olduğunu
-
18-Kehf 104
yuhsinûne : güzel davranıyorlar, güzel ameller yapıyorlar
-
18-Kehf 105
ulâike ellezîne : işte o kimseler, onlar
-
18-Kehf 105
keferû : inkâr ettiler, örttüler
-
18-Kehf 105
ve likâi-hî : ve ona ulaşmak, ona mülâki olmak (ölmeden önce ruhun Allah'a ulaşması)
-
18-Kehf 105
fe habitat : o zaman, böylece boşa gitti, heba oldu
-
18-Kehf 105
fe lâ nukîmu : bu sebeple ikame etmeyeceğiz, yapmayacağız
-
18-Kehf 105
lehum : onlar için, onlara
-
18-Kehf 105
yevme el kıyameti : kıyâmet günü
-
18-Kehf 105
veznen : vezin, ölçü, mizan
-
18-Kehf 106
zâlike : işte bu
-
18-Kehf 106
cezâu-hum : onların cezası
-
18-Kehf 106
cehennemu : cehennem
-
18-Kehf 106
keferû : inkâr ettiler, örttüler
-
18-Kehf 106
ve ittehazû : ve edindiler
-
18-Kehf 106
ve rusulî : ve resûllerim
-
18-Kehf 106
huzuven : alay konusu
-
18-Kehf 107
innellezîne (inne ellezîne) : muhakkak o kimseler, onlar
-
18-Kehf 107
âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
18-Kehf 107
ve amilû es sâlihâti : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, işleyenler
-
18-Kehf 107
kânet : idi, oldu
-
18-Kehf 107
lehum : onlar için, onlara
-
18-Kehf 107
cennâtu el firdevsi : firdevs cennetleri
-
18-Kehf 107
nuzulen : ikram olarak, kalacak yer olarak
-
18-Kehf 108
hâlidîne : ebediyyen, kalıcı olanlar
-
18-Kehf 108
lâ yebgûne : ibtiga etmezler, istemezler
-
18-Kehf 108
hıvelen : ayrılmak
-
18-Kehf 109
lev : eğer, ise, olsa
-
18-Kehf 109
kâne el bahru : deniz(ler) oldu
-
18-Kehf 109
midâden : mürekkep
-
18-Kehf 109
li kelimâti : kelimeler, sözler için
-
18-Kehf 109
le nefide el bahru : deniz(ler) biter, tükenir
-
18-Kehf 109
kable en tenfede : bitmesinden (tükenmesinden) önce, bitmeden
-
18-Kehf 109
kelimâtu : sözler, kelimeler
-
18-Kehf 109
ve lev : ve eğer, ise, olsa
-
18-Kehf 109
mededen : imdat (yardım) olarak
-
18-Kehf 110
innemâ : ancak, sadece, yalnız
-
18-Kehf 110
ene : ben
-
18-Kehf 110
beşerun : bir beşer
-
18-Kehf 110
ileyye : bana
-
18-Kehf 110
ennemâ : olduğu
-
18-Kehf 110
fe men : artık kim
-
18-Kehf 110
kâne yercû : dilerse
-
18-Kehf 110
likâe : ulaşmayı, mülâki olmayı
-
18-Kehf 110
fe li ya'mel : o zaman amel etsin, yapsın
-
18-Kehf 110
amelen sâlihan : salih amel (nefs tezkiyesi)
-
18-Kehf 110
ve lâ yuşrik : ve şirk koşmasın
-
18-Kehf 110
bi ıbâdeti : ibadetine
-
18-Kehf 110
ehaden : (başka) birisi (başka birşeyi)
-
19-Meryem 2
zikru rahmeti : rahmetin zikri
-
19-Meryem 2
rabbi-ke : senin Rabbin
-
19-Meryem 2
abde-hu : onun kulu
-
19-Meryem 2
zekeriyyâ : Zekeriya
-
19-Meryem 3
rabbe-hu : onun Rabbi, kendi Rabbi
-
19-Meryem 3
nidâen : seslenerek
-
19-Meryem 3
hafiyyen : gizlice, sessizce
-
19-Meryem 4
kâle : dedi
-
19-Meryem 4
vehene : zayıfladı, güçsüzleşti
-
19-Meryem 4
el azmu : kemik
-
19-Meryem 4
ve işteale : ve tutuştu, yayıldı
-
19-Meryem 4
er re'su : baş
-
19-Meryem 4
şeyben : ağararak (saçın ağarması)
-
19-Meryem 4
ve lem ekun : ve ben olmadım
-
19-Meryem 4
bi duâi-ke : sana dua etmek ile
-
19-Meryem 4
şakıyyen : şâkî
-
19-Meryem 5
ve in-nî : ve muhakkak ki ben
-
19-Meryem 5
el mevâliye : yakınlar (velâyet sahibi olanlar, benim soyumdan gelenler)
-
19-Meryem 5
min verâî : benim arkamdan, benden sonra
-
19-Meryem 5
ve kânet : ve oldu
-
19-Meryem 5
imreetî : benim kadınım
-
19-Meryem 5
âkıran \n(akere) : akir oldu, yaşlandı (yaşlılık sebebiyle çocuğu olma özelliği kesildi) \n: (kesti, sonuna geldi)
-
19-Meryem 5
fe : artık, bundan sonra, bu sebeple
-
19-Meryem 5
heb lî : bana bağışla
-
19-Meryem 5
min ledun-ke : senin katından
-
19-Meryem 5
veliyyen : bir dost, yardımcı
-
19-Meryem 6
yerisu-nî : bana varis olsun
-
19-Meryem 6
ve yerisu : ve varis olsun
-
19-Meryem 6
min âli ya'kûbe : Yâkub'un ailesinden (ailesine)
-
19-Meryem 6
vec'al-hu : ve onu kıl
-
19-Meryem 6
radıyyen : razı olarak, razı olan
-
19-Meryem 7
yâ zekeriyyâ : ey Zekeriya
-
19-Meryem 7
nubeşşiru-ke : biz seni müjdeliyoruz
-
19-Meryem 7
lem nec'al : kılmadık, yapmadık
-
19-Meryem 7
lehu : onu
-
19-Meryem 7
semiyyen : isimlendirerek (isimlendirme)
-
19-Meryem 8
kâle : dedi
-
19-Meryem 8
ennâ : nasıl
-
19-Meryem 8
yekûnu lî : benim olur (olabilir)
-
19-Meryem 8
ve kânet : ve oldu
-
19-Meryem 8
imreetî : benim kadınım
-
19-Meryem 8
ve kad : ve olmuştu, oldu
-
19-Meryem 8
belagtu : ulaştım
-
19-Meryem 8
min el kiberi \n(el kebîru) : ihtiyarlıktan, ihtiyarlığa \n: (büyük, yaşlı, ihtiyar)
-
19-Meryem 8
ıtiyyen \n(atâ) : yaşlanarak \n: (haddi aştı, hududu geçti)
-
19-Meryem 9
kâle : dedi
-
19-Meryem 9
kezâlike : işte böyle
-
19-Meryem 9
kâle : dedi
-
19-Meryem 9
rabbu-ke : senin Rabbin
-
19-Meryem 9
huve : o
-
19-Meryem 9
aleyye : bana
-
19-Meryem 9
heyyinun : kolaydır
-
19-Meryem 9
ve kad : ve olmuştu
-
19-Meryem 9
halaktu-ke : seni yarattım
-
19-Meryem 9
ve lem teku : ve sen değildin
-
19-Meryem 9
şey'en : bir şey
-
19-Meryem 10
kâle : dedi
-
19-Meryem 10
lî âyeten : bir âyet, bir delil, bir işaret
-
19-Meryem 10
kâle : dedi
-
19-Meryem 10
âyetu-ke : senin âyetin, senin delilin, senin işaretin
-
19-Meryem 10
ellâ tukellime : konuşmaman, konuşamaman
-
19-Meryem 10
en nâse : insanlar
-
19-Meryem 10
selâse : üç
-
19-Meryem 10
leyâlin (leyl) : geceler (gece)
-
19-Meryem 10
seviyyen : seviyeli, düzgün, normal, sağlıklı
-
19-Meryem 11
fe : böylece, bundan sonra
-
19-Meryem 11
harece : çıktı
-
19-Meryem 11
min el mihrâbi : mihraptan
-
19-Meryem 11
fe : böylece
-
19-Meryem 11
evhâ : vahyetti (konuşmadan, iç sesiyle duyurdu)
-
19-Meryem 11
ileyhim : onlara
-
19-Meryem 11
en sebbihû : tesbih etmeleri
-
19-Meryem 11
bukreten : (erken) sabahleyin
-
19-Meryem 11
ve aşiyyen : ve (günün sonu) akşamleyin
-
19-Meryem 12
huzil kitâbe (huz el kitabe) : kitabı al
-
19-Meryem 12
bi kuvvetin : kuvvetle (dikkatle)
-
19-Meryem 12
ve âteynâ-hu : ve ona verdik
-
19-Meryem 12
el hukme : hüküm, hikmet
-
19-Meryem 12
sabiyyen : sabi (sübyan) iken, çocuk iken (küçük yaşta)
-
19-Meryem 13
ve hanânen : ve sevgi
-
19-Meryem 13
min ledun-nâ : katımızdan
-
19-Meryem 13
ve zekâten : ve zekât, temizlik, nefs tezkiyesi
-
19-Meryem 13
ve kâne : ve oldu, idi
-
19-Meryem 13
takıyyen : takva sahibi
-
19-Meryem 14
ve berren : ve itaatkâr, iyi ve güzel davranış
-
19-Meryem 14
bi vâlideyhi : ana babasına
-
19-Meryem 14
ve lem yekun : ve olmadı, değildi
-
19-Meryem 14
cebbâren : cebbar, zorba
-
19-Meryem 14
asıyyen : asi olan, isyan eden
-
19-Meryem 15
ve selâmun : ve selâm olsun
-
19-Meryem 15
aleyhi : onun üzerine, ona
-
19-Meryem 15
yevme vulide : doğduğu gün
-
19-Meryem 15
ve yevme yemûtu : ve öleceği gün
-
19-Meryem 15
ve yevme yub'asu : ve beas edileceği (yeniden diriltileceği) gün
-
19-Meryem 15
hayyen : diri, canlı olarak
-
19-Meryem 16
vezkur (ve uzkur) : ve zikret
-
19-Meryem 16
fîl kitâbı (fî el kitabı) : kitapta
-
19-Meryem 16
meryeme : Meryem'i
-
19-Meryem 16
izintebezet (iz intebezet) : çekilmişti, uzaklaşmıştı
-
19-Meryem 16
min ehli-hâ : ailesinden
-
19-Meryem 16
mekânen : bir yer, bir mekân
-
19-Meryem 16
şarkıyyen : şark (doğu) tarafı
-
19-Meryem 17
fettehazet (fe ittehazet) : sonra da edindi, yaptı
-
19-Meryem 17
hicâben : bir perde
-
19-Meryem 17
fe : o zaman
-
19-Meryem 17
erselnâ : gönderdik
-
19-Meryem 17
ileyhâ : ona
-
19-Meryem 17
fe : böylece, artık
-
19-Meryem 17
temessele : temessül etti, suretinde göründü
-
19-Meryem 17
lehâ : ona
-
19-Meryem 17
beşeren : beşer, insan
-
19-Meryem 17
seviyyen : düzgün, normal
-
19-Meryem 18
kâlet : dedi
-
19-Meryem 18
eûzu : ben sığınırım
-
19-Meryem 18
bir rahmâni (bi er rahmâni) : Rahmân'a
-
19-Meryem 18
min-ke : senden
-
19-Meryem 18
in kunte : eğer sen isen
-
19-Meryem 18
tekıyyen : takva sahibi
-
19-Meryem 19
kâle : dedi
-
19-Meryem 19
innemâ : sadece, yalnız
-
19-Meryem 19
ene : ben
-
19-Meryem 19
resûlu : resûl (elçi)
-
19-Meryem 19
li ehebe leki : sana armağan etmem, bağışlamam için
-
19-Meryem 19
gulâmen : bir erkek çocuk
-
19-Meryem 19
zekiyyen : temiz, temiz olan
-
19-Meryem 20
kâlet : dedi
-
19-Meryem 20
ennâ : nasıl
-
19-Meryem 20
yekûnu : olur
-
19-Meryem 20
ve lem yemses-nî : ve bana dokunmadı
-
19-Meryem 20
beşerun : bir beşer, bir insan
-
19-Meryem 20
ve lem eku : ve ben olmadım
-
19-Meryem 20
bagıyyen : azgınlık, iffetsizlik
-
19-Meryem 21
kâle : dedi
-
19-Meryem 21
kezâliki : işte böyle
-
19-Meryem 21
kâle : dedi
-
19-Meryem 21
huve : o
-
19-Meryem 21
aleyye : benim için, bana
-
19-Meryem 21
heyyinun : kolay
-
19-Meryem 21
ve li nec'ale-hû : ve onu kılmamız için
-
19-Meryem 21
âyeten : bir âyet
-
19-Meryem 21
li en nâsi : insanlara
-
19-Meryem 21
ve rahmeten : ve bir rahmet
-
19-Meryem 21
ve kâne : ve oldu
-
19-Meryem 21
emren : emir
-
19-Meryem 21
makdıyyen : kaza edilmiş, yerine getirilmiş
-
19-Meryem 22
fe : böylece
-
19-Meryem 22
hamelet-hu : ona hamile kaldı
-
19-Meryem 22
fentebezet (fe intebezet) : sonra çekildi
-
19-Meryem 22
mekânen : mekân, yer
-
19-Meryem 22
kasıyyen : uzak
-
19-Meryem 23
fe : böylece, sonra
-
19-Meryem 23
ecâe-ha : onu mecbur etti
-
19-Meryem 23
el mehâdû : doğum sancısı
-
19-Meryem 23
ilâ ciz'ın nahleti : hurma ağacının gövdesine
-
19-Meryem 23
kâlet : dedi
-
19-Meryem 23
yâ leyte-nî : keşke ben olsaydım
-
19-Meryem 23
kable : önce
-
19-Meryem 23
ve kuntu : ve ben oldum
-
19-Meryem 23
nesyen : unutularak
-
19-Meryem 23
mensiyyen : unutulan
-
19-Meryem 24
fe : böylece, o zaman
-
19-Meryem 24
ellâ : olma
-
19-Meryem 24
tahzenî : üzülme, mahzun
-
19-Meryem 24
kad ceale : kılmıştı
-
19-Meryem 24
tahte-ki : senin altından (alt yanından)
-
19-Meryem 24
seriyyen : bir ark, su yolu
-
19-Meryem 25
ve huzzî : ve hızlıca salla, silkele
-
19-Meryem 25
ileyki : senin üzerine, sana
-
19-Meryem 25
bi ciz'ın nahleti : hurma ağacının gövdesini
-
19-Meryem 25
aleyki : senin üzerine
-
19-Meryem 25
rutaben : taze
-
19-Meryem 25
ceniyyen : toplanarak, devşirilerek
-
19-Meryem 26
fe : böylece, artık
-
19-Meryem 26
veşrebî \n(şeribe) : ve iç \n: (içti)
-
19-Meryem 26
ve karrî aynen : ve gözün aydın olsun
-
19-Meryem 26
fe immâ : fakat, eğer, ama
-
19-Meryem 26
terayinne : görürsün
-
19-Meryem 26
min el beşeri : beşerden
-
19-Meryem 26
ehaden : bir kimse
-
19-Meryem 26
fe : o zaman
-
19-Meryem 26
nezertu : adadım, nezrettim
-
19-Meryem 26
li er rahmâni : Rahmân'a
-
19-Meryem 26
savmen : oruç (konuşmama orucu)
-
19-Meryem 26
fe len ukellime : bu sebeple asla konuşmayacağım
-
19-Meryem 26
el yevme : bugün
-
19-Meryem 26
insiyyen : ins, insan
-
19-Meryem 27
fe : böylece
-
19-Meryem 27
etet bi \n(etet) : getirdi \n: (geldi)
-
19-Meryem 27
kavme-hâ : kendi kavmine (onun kavmine)
-
19-Meryem 27
yâ meryemu : ey Meryem
-
19-Meryem 27
lekad : andolsun ki
-
19-Meryem 27
şey'en : bir şey
-
19-Meryem 27
feriyyen : acayip, çirkin, kötü
-
19-Meryem 28
uhte hârûne : Harun'un kızkardeşi
-
19-Meryem 28
mâ kâne : olmadı, değildi
-
19-Meryem 28
ebû-ki : senin baban
-
19-Meryem 28
imrae : bir adam
-
19-Meryem 28
sev'in : kötü
-
19-Meryem 28
ve mâ kânet : ve değildi
-
19-Meryem 28
begıyyen : azgın, iffetsiz
-
19-Meryem 29
fe : böylece, bunun üzerine
-
19-Meryem 29
eşâret : işaret etti
-
19-Meryem 29
ileyhi : ona, onu
-
19-Meryem 29
keyfe : nasıl
-
19-Meryem 29
nukellimu : biz konuşuruz
-
19-Meryem 29
men kâne : olan kimse
-
19-Meryem 29
fî el mehdi : beşikte
-
19-Meryem 29
sabiyyen : sabi, bebek
-
19-Meryem 30
kâle : dedi
-
19-Meryem 30
âtâniye : bana verdi
-
19-Meryem 30
el kitâbe : kitap
-
19-Meryem 30
ve ceale-nî : ve beni kıldı
-
19-Meryem 30
nebiyyen : nebî, peygamber
-
19-Meryem 31
ve ceale-nî : ve beni kıldı
-
19-Meryem 31
mubâreken : mübarek
-
19-Meryem 31
eyne mâ kuntu : ben nerede bulunsam, bulunduğum heryerde
-
19-Meryem 31
ve evsâ-nî : bana vasiyet etti, emretti
-
19-Meryem 31
bi es salâti : namazı
-
19-Meryem 31
ve ez zekâti : ve zekât
-
19-Meryem 31
mâ dumtu hayyen : hayatta kaldığım sürece
-
19-Meryem 32
ve berren : ve birr sahibi
-
19-Meryem 32
bi vâlidetî : anneme (karşı)
-
19-Meryem 32
ve lem yec'al-nî : ve beni kılmadı
-
19-Meryem 32
cebbâren : bir cebbar (zorba)
-
19-Meryem 32
şakıyyen : şâkî
-
19-Meryem 33
ve es selâmu : ve selâm, selâmet
-
19-Meryem 33
aleyye : benim üzerimedir, banadır
-
19-Meryem 33
yevme vulidtu : benim doğduğum gün
-
19-Meryem 33
ve yevme emûtu : ve benim öleceğim gün
-
19-Meryem 33
ve yevme ub'asu : ve beas edileceğim (diriltileceğim) gün
-
19-Meryem 33
hayyen : diri, canlı
-
19-Meryem 34
zâlike : işte bu
-
19-Meryem 34
isebnu meryeme : Meryemoğlu İsa
-
19-Meryem 34
kavle el hakkı : Hakk'ın
-
19-Meryem 34
ellezî : ki o
-
19-Meryem 34
yemterûne : şüphe ediyorlar
-
19-Meryem 35
mâ kâne : olmadı, olmaz
-
19-Meryem 35
en yettehıze : (onun) edinmesi
-
19-Meryem 35
min veledin : veled, bir erkek çocuk
-
19-Meryem 35
subhâne-hu : o sübhandır, herşeyden münezzehtir
-
19-Meryem 35
emren : bir emir, bir iş
-
19-Meryem 35
fe innemâ : o taktirde sadece
-
19-Meryem 35
yekûlu : der, söyler
-
19-Meryem 35
lehu : ona
-
19-Meryem 35
fe : böylece, o zaman, hemen
-
19-Meryem 35
yekûnu : o olur
-
19-Meryem 36
ve innallâhe : ve muhakkak ki Allah
-
19-Meryem 36
ve rabbu-kum : ve sizin Rabbiniz
-
19-Meryem 36
fa'budûhu (fe u'budû-hu) : ona kul olun
-
19-Meryem 36
sırâtun mustekîmun : Sıratı Mustakîm
-
19-Meryem 37
fahtelefe (fe ihtelefe) : ayrılığa düştüler, ihtilâf ettiler
-
19-Meryem 37
el ahzâbu : gruplar, hizipler
-
19-Meryem 37
min beyni-him : onların arasından, kendi aralarında
-
19-Meryem 37
fe : o zaman
-
19-Meryem 37
veylun : vay haline
-
19-Meryem 37
li ellezîne keferû : inkâr edenlere, kâfir olanlara
-
19-Meryem 37
min meşhedi : müşahede edilmesinden dolayı, müşahede edildiği (şahit olunduğu) zaman
-
19-Meryem 37
yevmin azîmin : büyük gün
-
19-Meryem 38
esmi' bi-him : onlara işittir (neler neler, hayret edilecek şeyler işittirilir)
-
19-Meryem 38
ve ebsır : ve göster (neler neler, hayret edilecek şeyler gösterilir)
-
19-Meryem 38
yevme ye'tûne-nâ : bize gelecekleri gün
-
19-Meryem 38
ez zâlimûne : zalimler
-
19-Meryem 38
el yevme : bugün
-
19-Meryem 39
ve enzir-hum : ve onları uyar
-
19-Meryem 39
yevme el hasreti : hasret günü
-
19-Meryem 39
iz kudıye el emru : emir yerine getirildiği zaman
-
19-Meryem 39
ve hum : ve onlar
-
19-Meryem 39
gafletin : gaflet
-
19-Meryem 39
ve hum : ve onlar
-
19-Meryem 39
lâ yu'minûne : mü'min olmuyorlar, mü'min değiller
-
19-Meryem 40
nerisu : biz varisiz, biz varis olacağız
-
19-Meryem 40
el arda : yeryüzü
-
19-Meryem 40
ve men aleyhâ : ve onun üzerinde olan kimseler (kişiler)
-
19-Meryem 40
ve ileynâ : ve bize
-
19-Meryem 40
yurceûne : döndürülecekler
-
19-Meryem 41
vezkur (ve uzkur) : ve zikret
-
19-Meryem 41
fî el kitâbi : kitapta
-
19-Meryem 41
ibrâhîme : İbrâhîm
-
19-Meryem 41
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
19-Meryem 41
kâne : oldu, idi
-
19-Meryem 41
nebiyyen : nebî, peygamber
-
19-Meryem 42
iz kâle : demişti
-
19-Meryem 42
li ebî-hi : babasına
-
19-Meryem 42
ebeti : babacığım
-
19-Meryem 42
lime : niçin
-
19-Meryem 42
mâ lâ yesmau : işitmeyen şey
-
19-Meryem 42
ve lâ yubsıru : ve görmeyen
-
19-Meryem 42
ve lâ yugnî an-ke : ve sana faydası olmayan
-
19-Meryem 42
şey'en : şey, bir şey
-
19-Meryem 43
yâ ebeti : ey babacığım
-
19-Meryem 43
câe-nî : bana geldi
-
19-Meryem 43
min el ilmi : (ilimden) bir ilim
-
19-Meryem 43
mâ lem ye'ti-ke : sana gelmeyen
-
19-Meryem 43
fettebi'nî (fe ittebi'-nî) : bundan sonra, öyleyse bana tâbî ol
-
19-Meryem 43
ehdi-ke : seni hidayet edeyim (ulaştırayım)
-
19-Meryem 43
seviyyen : seviyeli, düzgün, doğru (Allah'a ulaştıran)
-
19-Meryem 44
yâ ebeti : ey babacığım
-
19-Meryem 44
lâ ta'budi eş şeytâne : şeytana kul olma
-
19-Meryem 44
inne eş şeytâne : muhakkak şeytan
-
19-Meryem 44
kâne : oldu
-
19-Meryem 44
li er rahmâni : Rahmân'a
-
19-Meryem 44
asıyyen : asi, isyankâr
-
19-Meryem 45
yâ ebeti : ey babacığım
-
19-Meryem 45
ehâfu : korkuyorum
-
19-Meryem 45
en yemesse-ke : sana dokunması
-
19-Meryem 45
min er rahmâni : Rahmân'dan
-
19-Meryem 45
fe : böylece, o zaman, o durumda
-
19-Meryem 45
tekûne : sen olursun
-
19-Meryem 45
li eş şeytâni : şeytan için
-
19-Meryem 45
veliyyen : velî, dost
-
19-Meryem 46
kâle : dedi
-
19-Meryem 46
e râgıbun ... (... an) : rağbet etmiyor musun (kıymet vermiyor musun)
-
19-Meryem 46
ente : sen
-
19-Meryem 46
an âlihetî : ilâhlarımdan
-
19-Meryem 46
lein : eğer
-
19-Meryem 46
lem tentehi : sen vazgeçmezsin
-
19-Meryem 46
le ercumenne-ke : mutlaka seni taşlarım
-
19-Meryem 46
ve uhcur-nî : ve benden uzaklaş, benden ayrıl
-
19-Meryem 46
meliyyen : uzun müddet
-
19-Meryem 47
kâle : dedi
-
19-Meryem 47
selâmun : selâm olsun
-
19-Meryem 47
aleyke : sana, senin üzerine
-
19-Meryem 47
se estagfiru : mağfiret dileyeceğim
-
19-Meryem 47
leke : senin için
-
19-Meryem 47
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
19-Meryem 47
kâne : oldu, dır
-
19-Meryem 47
hafiyyen : (çok) lütufkâr
-
19-Meryem 48
ve a'tezilu-kum : ve sizden ayrılıyorum
-
19-Meryem 48
ve mâ ted'ûne : ve sizin dua ettiğiniz şeyler
-
19-Meryem 48
ve ed'û : ve dua ediyorum
-
19-Meryem 48
ellâ ekûne : ben olmam
-
19-Meryem 48
şakıyyen : şâkî
-
19-Meryem 49
fe : böylece
-
19-Meryem 49
lemmâ'tezelehum : onlardan ayrıldığı zaman
-
19-Meryem 49
ve mâ ya'budûne : ve onların kul olduğu şeyler
-
19-Meryem 49
vehebnâ : ve hibe ettik (o istemeden) bahşettik
-
19-Meryem 49
lehû : ona
-
19-Meryem 49
ve ya'kûbe : ve Yâkub'u
-
19-Meryem 49
ve kullen : ve hepsini
-
19-Meryem 49
cealnâ : kıldık
-
19-Meryem 49
nebiyyen : nebî, peygamber
-
19-Meryem 50
ve vehebnâ : ve hibe ettik, karşılıksız verdik, bahşettik
-
19-Meryem 50
lehum : onlara
-
19-Meryem 50
min rahmeti-nâ : rahmetimizden
-
19-Meryem 50
ve cealnâ : ve kıldık
-
19-Meryem 50
lehum : onlara
-
19-Meryem 50
lisâne : lisan, dil
-
19-Meryem 50
aliyyen : âlî, yüce, üstün
-
19-Meryem 51
vezkur (ve uzkur) : ve zikret
-
19-Meryem 51
fî el kitâbi : kitapta
-
19-Meryem 51
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
19-Meryem 51
kâne : oldu, idi
-
19-Meryem 51
muhlesan : muhlis (nefsini Allah'a teslim etmiş)
-
19-Meryem 51
ve kâne : ve oldu
-
19-Meryem 51
resûlen : resûl
-
19-Meryem 51
nebiyyen : nebî, peygamber
-
19-Meryem 52
ve nâdeynâ-hu : ve ona seslendik
-
19-Meryem 52
min cânibi et tûri : Tur'un yanından
-
19-Meryem 52
el eymeni : sağ taraf
-
19-Meryem 52
ve karrebnâ-hu : ve onu yaklaştırdık
-
19-Meryem 52
neciyyen : fısıltıyla konuşmak, söyleşmek
-
19-Meryem 53
ve vehebnâ : ve bahşettik
-
19-Meryem 53
lehu : ona
-
19-Meryem 53
min rahmeti-nâ : rahmetimizden
-
19-Meryem 53
ehâ-hu : onun kardeşi
-
19-Meryem 53
hârûne : Harun
-
19-Meryem 53
nebiyyen : nebî (peygamber) olarak
-
19-Meryem 54
vezkur (ve uzkur) : ve zikret
-
19-Meryem 54
fî el kitâbi : kitapta
-
19-Meryem 54
ismâîle : İsmail
-
19-Meryem 54
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
19-Meryem 54
kâne : oldu, idi
-
19-Meryem 54
el va'di : vaad, söz
-
19-Meryem 54
ve kâne : ve oldu, idi
-
19-Meryem 54
resûlen : bir resûl
-
19-Meryem 54
nebiyyen : nebî (peygamber)
-
19-Meryem 55
ve kâne : ve oldu, idi
-
19-Meryem 55
ye'muru : emrediyor
-
19-Meryem 55
ehle-hu : onun ailesi, onun halkı
-
19-Meryem 55
bi es salâti : namazı
-
19-Meryem 55
ve ez zekâti : ve zekât
-
19-Meryem 55
ve kâne : ve oldu, idi
-
19-Meryem 55
inde rabbi-hî : Rabbinin katında
-
19-Meryem 55
mardıyyen : kendisinden razı olunan
-
19-Meryem 56
vezkur (ve uzkur) : ve zikret
-
19-Meryem 56
fî el kitâbi : kitapta
-
19-Meryem 56
idrîse : İdris
-
19-Meryem 56
inne-hu : çünkü o, muhakkak ki o
-
19-Meryem 56
kâne : oldu, idi
-
19-Meryem 56
nebiyyen : nebî (peygamber)
-
19-Meryem 57
ve refa'nâ-hu : ve biz onu yükselttik
-
19-Meryem 57
mekânen : mekân, makam
-
19-Meryem 57
aliyyen : (çok) yüce
-
19-Meryem 58
ulâike : İşte onlar
-
19-Meryem 58
ellezîne : onlar ki
-
19-Meryem 58
en'ame allâhu : Allah ni'metlendirdi
-
19-Meryem 58
aleyhim : onları
-
19-Meryem 58
min en nebiyyîne : nebî (peygamber)lerden
-
19-Meryem 58
min zurriyyeti : zürriyyetinden, neslinden
-
19-Meryem 58
âdeme : Âdem
-
19-Meryem 58
ve mimmen (min men) : ve kimselerden, kişilerden
-
19-Meryem 58
hamelnâ : taşıdık
-
19-Meryem 58
mea : beraber
-
19-Meryem 58
ve min zurriyyeti : ve zürriyyetinden, neslinden
-
19-Meryem 58
ibrâhîme : İbrâhîm
-
19-Meryem 58
ve isrâîle : ve İsrail
-
19-Meryem 58
ve mimmen : ve kimselerden, kişilerden
-
19-Meryem 58
hedeynâ : hidayete erdirdik
-
19-Meryem 58
vectebeynâ : ve seçtik
-
19-Meryem 58
aleyhim : onlara
-
19-Meryem 58
âyâtu er rahmâni : Rahmân'ın âyetleri
-
19-Meryem 58
succeden : secde ederek
-
19-Meryem 58
ve bukiyyen : ve ağlayarak
-
19-Meryem 59
fe : böylece, bundan sonra
-
19-Meryem 59
halefe : arkasından geldi
-
19-Meryem 59
edâu es salâte : namazı ihmal (zayi) ettiler
-
19-Meryem 59
vettebeû (ve ittebeû) : ve tâbî oldular
-
19-Meryem 59
eş şehevâti : şehvetler, nefsin arzuları
-
19-Meryem 59
fe sevfe : artık yakında
-
19-Meryem 59
yelkavne : karşılaşacaklar
-
19-Meryem 59
gayyen : gayy (cehennemde bir bölüm)
-
19-Meryem 60
men tâbe : tövbe eden kimse
-
19-Meryem 60
ve âmene : ve âmenû oldu
-
19-Meryem 60
ve amile sâlihan : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptı
-
19-Meryem 60
fe : o zaman, böylece
-
19-Meryem 60
ulâike : işte onlar
-
19-Meryem 60
yedhulûne : girecekler
-
19-Meryem 60
el cennete : cennet
-
19-Meryem 60
ve lâ yuzlemûne : ve zulmedilmezler
-
19-Meryem 60
şey'en : bir şey
-
19-Meryem 61
cennâti : cennetler
-
19-Meryem 61
adninilletî (adnin elletî) : adn (cenneti) ki onu
-
19-Meryem 61
vaade : vaadetti
-
19-Meryem 61
er rahmânu : Rahmân
-
19-Meryem 61
ibâde-hu : onun kulları, kullarına
-
19-Meryem 61
bi el gaybi : gaybta, gıyaben
-
19-Meryem 61
inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
-
19-Meryem 61
kâne : oldu, idi
-
19-Meryem 61
me'tiyyen : yerine gelecektir
-
19-Meryem 62
lâ yesmeûne : işitmezler
-
19-Meryem 62
lagven : boş söz
-
19-Meryem 62
selâmen : selâm
-
19-Meryem 62
ve lehum : ve onlar için, onlara, onların vardır
-
19-Meryem 62
bukreten : sabah, sabahleyin
-
19-Meryem 62
ve aşiyyen : ve akşam, akşamleyin
-
19-Meryem 63
tilke : işte bu
-
19-Meryem 63
el cennetu elletî : cennet ki o
-
19-Meryem 63
men kâne : olan kimse
-
19-Meryem 63
takıyyen : takva sahibi
-
19-Meryem 64
ve mâ netenezzelu : ve biz inmeyiz
-
19-Meryem 64
bi emri : emriyle
-
19-Meryem 64
rabbi-ke : senin Rabbin
-
19-Meryem 64
lehu : onun için, ona, onun
-
19-Meryem 64
mâ beyne eydî-nâ : önümüzdekiler (ellerimizin arasındakiler)
-
19-Meryem 64
ve mâ halfe-nâ : ve arkamızdakiler
-
19-Meryem 64
ve mâ beyne zâlike : ve bunların arasındakiler
-
19-Meryem 64
ve mâ kâne : ve olmadı, değildir
-
19-Meryem 64
rabbu-ke : senin Rabbin
-
19-Meryem 64
nesiyyen : unutan
-
19-Meryem 65
es semâvâti : semalar
-
19-Meryem 65
ve el ardı : ve yeryüzü
-
19-Meryem 65
ve mâ beyne-humâ : ve ikisinin arasındakiler
-
19-Meryem 65
li ibâdeti-hi : onun kulluğunda, onun ibadetlerinde
-
19-Meryem 65
hel ta'lemu : sen biliyor musun
-
19-Meryem 65
lehu : ona, onun
-
19-Meryem 65
semiyyen : bir isimle isimlendirme
-
19-Meryem 66
ve yekûlu : ve söyler
-
19-Meryem 66
el insânu : insan
-
19-Meryem 66
e izâ mâ mittu : öldüğüm zaman mı
-
19-Meryem 66
le sevfe : mutlaka olacak
-
19-Meryem 66
hayyen : diri, canlı olarak
-
19-Meryem 67
e ve lâ yezkuru : ve düşünmüyor mu
-
19-Meryem 67
el insânu : insan
-
19-Meryem 67
ennâ : nasıl
-
19-Meryem 67
ve lem yeku : ve değildi, değil
-
19-Meryem 67
şey'en : bir şey
-
19-Meryem 68
fe : böylece, o zaman
-
19-Meryem 68
ve rabbi-ke : ve senin Rabbin
-
19-Meryem 68
le nahşurenne-hum : biz onları mutlaka haşredeceğiz
-
19-Meryem 68
ve eş şeyâtîne : ve şeytanları
-
19-Meryem 68
summe : sonra
-
19-Meryem 68
le nuhdıranne-hum : onları hazır bulunduracağız, hazır kılacağız
-
19-Meryem 68
havle : etrafı
-
19-Meryem 68
cehenneme : cehennem
-
19-Meryem 68
cisiyyen : diz üstü çökmüş olarak
-
19-Meryem 69
summe : sonra
-
19-Meryem 69
le nenzianne : elbette, mutlaka alacağız, ayıracağız
-
19-Meryem 69
eyyu-hum : onların hangisi
-
19-Meryem 69
eşeddu : daha şiddetli, daha çok
-
19-Meryem 69
alâ er rahmâni : Rahmân'a karşı
-
19-Meryem 69
ıtiyyen : azgınlık eden, isyan eden, asi olan
-
19-Meryem 70
summe : sonra
-
19-Meryem 70
le : mutlaka, elbette
-
19-Meryem 70
a'lemu : en iyi bilir
-
19-Meryem 70
bi ellezîne : ki onları
-
19-Meryem 70
evlâ : daha yakın, en çok hakeden
-
19-Meryem 70
sıliyyen : ateşe göğüs germek, maruz kalmak
-
19-Meryem 71
ve in : ve eğer
-
19-Meryem 71
vâridu-hâ \n(verede) : ona varanlar \n: (vardı)
-
19-Meryem 71
kâne : oldu
-
19-Meryem 71
rabbi-ke : senin Rabbin
-
19-Meryem 71
hatmen : hüküm, yapılmasına karar verme
-
19-Meryem 71
makdıyyen : olmasına karar verilmiş, kesinleşmiş olan
-
19-Meryem 72
summe : sonra
-
19-Meryem 72
nuneccîllezînettekav : takva sahiplerini kurtaracağız
-
19-Meryem 72
ve nezeru : ve bırakacağız
-
19-Meryem 72
ez zâlimîne : zulmedenler, zalimler
-
19-Meryem 72
cisiyyen : diz üstü çökmüş olarak
-
19-Meryem 73
ve izâ tutlâ : ve okunduğu zaman
-
19-Meryem 73
aleyhim : onlara
-
19-Meryem 73
beyyinâtin : beyan edilerek, ispat vasıtaları olarak
-
19-Meryem 73
kâle : dedi
-
19-Meryem 73
ellezîne : onlar, olan kimseler
-
19-Meryem 73
keferû : inkâr edenler, kâfir olanlar
-
19-Meryem 73
li ellezîne âmenû : âmenû olanlara
-
19-Meryem 73
eyyu : hangisi
-
19-Meryem 73
el ferîkayni : iki fırka, iki grup
-
19-Meryem 73
makâmen : makam
-
19-Meryem 73
ve ahsenu : ve daha güzel
-
19-Meryem 73
nediyyen : meclis, toplantı yeri
-
19-Meryem 74
ve kem : ve nice, ne kadar, ne çok
-
19-Meryem 74
ehleknâ : helâk ettik
-
19-Meryem 74
kable-hum : onlardan önce
-
19-Meryem 74
ahsenu : en güzel, daha güzel
-
19-Meryem 74
esâsen : çok mal
-
19-Meryem 74
ve ri'yen : ve gösteriş, görünüş
-
19-Meryem 75
men : kim
-
19-Meryem 75
kâne : oldu
-
19-Meryem 75
fî ed dalâleti : dalâlette
-
19-Meryem 75
fe el yemdud : böylece mühlet verir, (zamanı) uzatır
-
19-Meryem 75
lehu : ona
-
19-Meryem 75
er rahmânu : Rahmân
-
19-Meryem 75
medden : (zamanı) uzatarak
-
19-Meryem 75
izâ raev : gördükleri zaman
-
19-Meryem 75
mâ yûadûne : vaadedilen şeyi, vaadolundukları şey
-
19-Meryem 75
immâ el azâbe : ya azabı
-
19-Meryem 75
ve immâ es sâate : veya (kıyâmet) saati
-
19-Meryem 75
fe : böylece
-
19-Meryem 75
se ya'lemûne : yakında bilecekler
-
19-Meryem 75
men : kim
-
19-Meryem 75
huve : o
-
19-Meryem 75
şerrun : (daha) şerrli
-
19-Meryem 75
mekânen : mekân olarak
-
19-Meryem 75
ve ad'afu : ve daha zayıf
-
19-Meryem 75
cunden : ordu, yardımcılar
-
19-Meryem 76
ve : ve
-
19-Meryem 76
yezîdu allâhu : Allah artırır
-
19-Meryem 76
ellezîne : onlar
-
19-Meryem 76
ihtedev : hidayete erdi, hidayet üzere oldu, hidayette oldu
-
19-Meryem 76
huden : hidayet
-
19-Meryem 76
ve el bâkıyâtu es sâlihâtu : ve bâki olan salih ameller
-
19-Meryem 76
inde rabbi-ke : Rabbinin katında, indinde
-
19-Meryem 76
sevâben : sevap olarak
-
19-Meryem 76
ve hayrun : ve daha hayırlı
-
19-Meryem 76
meredden : dönen, karşılığı olan
-
19-Meryem 77
e fe raeyte : sen gördün mü
-
19-Meryem 77
ellezî kefere : inkâr eden kimseleri
-
19-Meryem 77
ve kâle : ve dedi
-
19-Meryem 77
le ûteyenne : elbette verilecektir
-
19-Meryem 77
mâlen : mal
-
19-Meryem 77
ve veleden : ve çocuk
-
19-Meryem 78
ettalaa (e ıttalaa) : muttali mi oldu, görüp bildi mi
-
19-Meryem 78
el gaybe : gayba, bilinmeyene
-
19-Meryem 78
emittehaze (em ittehaze) : veya, yoksa ..... mı edindi (yaptı)
-
19-Meryem 78
inde er rahmâni : Rahmân'ın katında
-
19-Meryem 78
ahden : ahd
-
19-Meryem 79
kellâ : hayır, asla, öyle değil
-
19-Meryem 79
se nektubu : biz yazacağız (yazıyoruz)
-
19-Meryem 79
mâ yekûlu : söylediği şeyleri
-
19-Meryem 79
ve nemuddu : ve biz uzatacağız
-
19-Meryem 79
lehu : onun için, ona
-
19-Meryem 79
min el azâbi : (azaptan) azabı
-
19-Meryem 79
medden : uzatarak
-
19-Meryem 80
ve nerisu-hu : ve ona varis olacağız
-
19-Meryem 80
mâ yekûlu : söyledikleri şey(ler)
-
19-Meryem 80
ve ye'tî-nâ : ve bize gelir
-
19-Meryem 80
ferden : fert olarak (tek başına, hiçbir şeysiz)
-
19-Meryem 81
vettehazû (ve ittehazû) : ve edindiler
-
19-Meryem 81
âliheten : ilâhlar
-
19-Meryem 81
li yekûnû : olması için, olsun diye
-
19-Meryem 81
lehum : onlar için, onlara
-
19-Meryem 81
ızzen : üstünlük, şeref, izzet
-
19-Meryem 82
kellâ : hayır, asla, öyle değil
-
19-Meryem 82
se yekfurûne : inkâr edecekler
-
19-Meryem 82
bi ibâdeti-him : onların ibadetlerini
-
19-Meryem 82
ve yekûnûne : ve olacaklar
-
19-Meryem 82
aleyhim : onların üzerine, onlara
-
19-Meryem 82
dıdden : mukabil (onların karşısında) olan, hasım
-
19-Meryem 83
e lem tere : görmedin mi
-
19-Meryem 83
ennâ : nasıl
-
19-Meryem 83
erselna : biz gönderdik
-
19-Meryem 83
eş şeyâtîne : şeytanlar
-
19-Meryem 83
alâ el kâfirîne : kâfirlerin üzerine
-
19-Meryem 83
teuzzu-hum : onları kışkırtıyorlar
-
19-Meryem 83
ezzen : tahrik ederek
-
19-Meryem 84
fe : böylece, o zaman, artık
-
19-Meryem 84
lâ ta'cel : acele etme
-
19-Meryem 84
aleyhim : onlara, onlar için
-
19-Meryem 84
innemâ : ancak, yalnız, sadece
-
19-Meryem 84
neuddu : sayıyoruz
-
19-Meryem 84
lehum : onlar için
-
19-Meryem 84
adden : sayarak
-
19-Meryem 85
yevme : gün, o gün
-
19-Meryem 85
el muttekîne : muttakiler, takva sahipleri
-
19-Meryem 85
ilâ er rahmâni : Rahmân'a
-
19-Meryem 85
vefden : saygı gösterilerek, izzet ve ikramla
-
19-Meryem 86
ve nesûku : ve sevkedeceğiz
-
19-Meryem 86
el mucrimîne : suçlular, günahkârlar
-
19-Meryem 86
ilâ cehenneme : cehenneme
-
19-Meryem 86
virden : susamış olarak
-
19-Meryem 87
lâ yemlikûne : malik olmayacaklar, güçleri yetmeyecek
-
19-Meryem 87
eş şefâate : şefaat
-
19-Meryem 87
illâ men : ancak kim, kişi, kimse
-
19-Meryem 87
ittehaze : edindi, yaptı
-
19-Meryem 87
inde er rahmâni : Rahmân'ın indinde (katında)
-
19-Meryem 87
ahden : ahd yaptı, ahd aldı
-
19-Meryem 88
ve : ve
-
19-Meryem 88
kâlu ittehaze : 'edindi' dediler
-
19-Meryem 88
er rahmânu : Rahmân
-
19-Meryem 88
veleden : çocuk
-
19-Meryem 89
lekad : andolsun
-
19-Meryem 89
şey'en : bir şey
-
19-Meryem 89
idden : çok kötü, korkunç
-
19-Meryem 90
tekâdu : neredeyse, az kalsın oluyordu
-
19-Meryem 90
es semâvâtu : semalar
-
19-Meryem 90
yetefattarne : paramparça olacak, parçalanacak
-
19-Meryem 90
ve tenşakku : ve yarılacak
-
19-Meryem 90
el ardu : yeryüzü
-
19-Meryem 90
ve tehırru : ve yıkılacak
-
19-Meryem 90
el cibâlu : dağlar
-
19-Meryem 90
hedden : çökerek
-
19-Meryem 91
en deav : isnat etmek, istemek
-
19-Meryem 91
li er rahmâni : Rahmân'a
-
19-Meryem 91
veleden : bir çocuk
-
19-Meryem 92
ve mâ yenbagî : ve caiz olmaz, yakışmaz, olamaz
-
19-Meryem 92
li er rahmâni : Rahmân'a
-
19-Meryem 92
en yettehıze : edinmek, yapmak
-
19-Meryem 92
veleden : çocuk
-
19-Meryem 93
men : kim, kimse
-
19-Meryem 93
fî es semâvâti : semalarda
-
19-Meryem 93
ve el ardı : ve arzda, yeryüzünde
-
19-Meryem 93
âti er rahmâni : Rahmân'a gelecek
-
19-Meryem 93
abden : kul olarak
-
19-Meryem 94
lekad : andolsun
-
19-Meryem 94
ve adde-hum : ve onları saydı
-
19-Meryem 94
adden : adet adet, tek tek adetlendirerek (sayarak)
-
19-Meryem 95
ve kullu-hum : ve onların hepsi, tümü
-
19-Meryem 95
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
19-Meryem 95
ferden : fert fert, tek başına, ferdî olarak
-
19-Meryem 96
inne ellezîne : muhakkak ki onlar
-
19-Meryem 96
âmenû : îmân edenler, âmenû olanlar
-
19-Meryem 96
ve amilu es sâlihâti : ve salih ameller (nefs tezkiyesi) yapanlar
-
19-Meryem 96
se yec'alu : kılacak, yapacak
-
19-Meryem 96
lehum er rahmânu : Rahmân onlar için
-
19-Meryem 96
vudden : muhabbet, sevgi
-
19-Meryem 97
fe : öyleyse, o zaman
-
19-Meryem 97
innemâ : ancak, sadece,
-
19-Meryem 97
yessernâ-hu : onu kolaylaştırdık
-
19-Meryem 97
bi lisâni-ke : senin lisanınla
-
19-Meryem 97
li tubeşşire : senin müjdelemen için
-
19-Meryem 97
el muttekîne : takva sahipleri
-
19-Meryem 97
ve tunzire : ve sen uyarırsın
-
19-Meryem 97
bi-hî kavmen : onunla bir kavmi
-
19-Meryem 97
ludden : çok inatçı, direnen
-
19-Meryem 98
ve kem : ve kaç, nice
-
19-Meryem 98
ehleknâ : helâk ettik
-
19-Meryem 98
kable-hum : onlardan önce
-
19-Meryem 98
hel : mı, var mı
-
19-Meryem 98
min ehadin : birisini
-
19-Meryem 98
ev : veya
-
19-Meryem 98
tesmeu : sen duyuyorsun
-
19-Meryem 98
lehum : onları, onların
-
19-Meryem 98
rikzen : gizli ses, fısıltı, ufacık ses
-
2-Bakara 255
ve huve : ve O
-
2-Bakara 243
inne : muhakkak ki
-
2-Bakara 243
allâhe : Allah
-
2-Bakara 243
le : mutlaka, elbette
-
2-Bakara 243
alâ en nâsi : insanlar üzerine
-
2-Bakara 243
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 243
eksere : daha çok, çoğu
-
2-Bakara 243
en nâsi : insanlar
-
2-Bakara 243
lâ yeşkurûne : şükretmiyorlar
-
2-Bakara 244
ve kâtilû : ve savaşın
-
2-Bakara 244
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 244
ve a'lemû : ve bilin
-
2-Bakara 244
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
-
2-Bakara 244
semîun : en iyiişiten
-
2-Bakara 245
men : kim
-
2-Bakara 245
zellezî (zâ ellezî) : o kimse ki sahip, o ki sahip, yapan
-
2-Bakara 245
allâhe : Allah
-
2-Bakara 245
hasenen : güzel
-
2-Bakara 245
fe : artık, o taktirde
-
2-Bakara 245
yudâife-hu : o artırılır, o ödenir, verilir
-
2-Bakara 245
lehu : ona
-
2-Bakara 245
ed'âfen : kat kat
-
2-Bakara 245
kesîraten : çok olarak, çoğaltılarak
-
2-Bakara 245
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 245
ve yebsutu : ve genişletir
-
2-Bakara 245
ve ileyhi : ve ona
-
2-Bakara 245
turceûne : döndürüleceksiniz
-
2-Bakara 246
e lem tera ilâ : görmedin mi
-
2-Bakara 246
el melei : ileri gelenleri, eşrafı
-
2-Bakara 246
min benî isrâîle : İsrailoğulları'ndan
-
2-Bakara 246
li nebiyyin : peygambere
-
2-Bakara 246
lehum(u) : onların
-
2-Bakara 246
lenâ : bizim için, bize
-
2-Bakara 246
meliken : melik, hükümdar
-
2-Bakara 246
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 246
kâle : dedi
-
2-Bakara 246
hel aseytum : sizden umulur mu, sizin
-
2-Bakara 246
in kutibe : yazılırsa, farz kılınırsa
-
2-Bakara 246
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 246
el kıtâlu : savaş
-
2-Bakara 246
ellâ tukâtilû : savaşmazsınız
-
2-Bakara 246
ve mâ : ve yoktur, olmaz
-
2-Bakara 246
lenâ : bizim için
-
2-Bakara 246
ellâ nukâtile : savaşmamamız
-
2-Bakara 246
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 246
ve kad : ve olmuştu
-
2-Bakara 246
ve ebnâi-nâ : ve oğullarımız
-
2-Bakara 246
fe lemmâ : artık, fakat ..... olduğu zaman
-
2-Bakara 246
kutibe : yazıldı, farz kılındı
-
2-Bakara 246
aleyhim : onların üzerine, onlara
-
2-Bakara 246
el kıtâlu : savaş
-
2-Bakara 246
tevellev : yüz çevirdiler
-
2-Bakara 246
kalîlen : az, pek az
-
2-Bakara 246
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 246
bi ez zâlimîne : zalimleri, haksızlık edenleri
-
2-Bakara 247
ve kâle : ve dedi
-
2-Bakara 247
lehum : onlara
-
2-Bakara 247
nebiyyu-hum : onların peygamberi
-
2-Bakara 247
inne : muhakkak ki
-
2-Bakara 247
allâhe : Allah
-
2-Bakara 247
bease : görevli kıldı
-
2-Bakara 247
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 247
tâlûte : Talut
-
2-Bakara 247
meliken : melik olarak
-
2-Bakara 247
ennâ : nasıl (olur)
-
2-Bakara 247
yekûnu : olur
-
2-Bakara 247
lehu : onun
-
2-Bakara 247
el mulku : melik, hükümdar
-
2-Bakara 247
aleynâ : bizim üzerimize, bize
-
2-Bakara 247
ve nahnu : ve biz
-
2-Bakara 247
ehakku : daha çok hak sahibi
-
2-Bakara 247
el mulki : melik, hükümdar
-
2-Bakara 247
ve lem yu'te : ve verilmedi
-
2-Bakara 247
seaten : genişlik, bolluk
-
2-Bakara 247
min el mâli : maldan, varlıktan
-
2-Bakara 247
kâle : dedi
-
2-Bakara 247
inne : muhakkak ki
-
2-Bakara 247
allâhe : Allah
-
2-Bakara 247
estafâ-hu : onu seçti
-
2-Bakara 247
aleykum : sizin üzerinize
-
2-Bakara 247
ve zâde-hu : ve ona artırdı
-
2-Bakara 247
bestaten : genişlik, kuvvet, üstünlük
-
2-Bakara 247
fî el ilmi : ilimde, bilgide
-
2-Bakara 247
ve el cismi : ve cisim (vücut)
-
2-Bakara 247
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 247
mulke-hu : mülkünü
-
2-Bakara 247
men yeşâu : dilediği kimse
-
2-Bakara 247
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 248
ve kâle : ve dedi
-
2-Bakara 248
lehum : onlara
-
2-Bakara 248
nebiyyu-hum : onların peygamberi
-
2-Bakara 248
inne : muhakkak ki, şüphesiz
-
2-Bakara 248
âyete : âyet, mucize, belge, delil
-
2-Bakara 248
en ye'tiye-kum : size gelmesi
-
2-Bakara 248
et tâbûtu : tabut, sandık
-
2-Bakara 248
sekînetun : sekînet, huzur, ferahlık
-
2-Bakara 248
ve bakiyyetun : ve bakiye, kalanlar
-
2-Bakara 248
terake : terketti, bıraktı
-
2-Bakara 248
ve âlu hârûne : ve Harun ailesi
-
2-Bakara 248
el melâiketu : melekler
-
2-Bakara 248
inne : muhakkak ki, şüphesiz
-
2-Bakara 248
zâlike : bu
-
2-Bakara 248
le : mutlaka
-
2-Bakara 248
âyeten : âyet, delil, kanıt
-
2-Bakara 248
lekum : sizin için
-
2-Bakara 248
mu'minîne : mü'minler
-
2-Bakara 249
fe lemmâ : böylece olduğu zaman
-
2-Bakara 249
fesale : ayrıldı
-
2-Bakara 249
el cunûdi : askerler, ordu
-
2-Bakara 249
kâle : dedi
-
2-Bakara 249
inne : muhakkak
-
2-Bakara 249
allâhe : Allah
-
2-Bakara 249
mubtelî-kum : sizi imtihan edecek
-
2-Bakara 249
bi en neherin : bir nehir ile
-
2-Bakara 249
fe : artık, bundan sonra , o taktirde
-
2-Bakara 249
men : kim
-
2-Bakara 249
şeribe : içti
-
2-Bakara 249
fe : artık, bundan sonra, o taktirde
-
2-Bakara 249
leyse : değil
-
2-Bakara 249
ve men : ve kim
-
2-Bakara 249
lem yat'am-hu : ona doymaz
-
2-Bakara 249
fe : artık, bundan sonra, o taktirde
-
2-Bakara 249
inne-hu : muhakkak ki o
-
2-Bakara 249
men igterafe : avuçlayan kimse
-
2-Bakara 249
gurfeten : bir avuç
-
2-Bakara 249
bi yedi-hi : kendi eliyle
-
2-Bakara 249
fe : artık, bundan sonra, o taktirde, fakat
-
2-Bakara 249
şeribû : içtiler
-
2-Bakara 249
kalîlen : az, pek az
-
2-Bakara 249
fe : bundan sonra, fakat, nitekim
-
2-Bakara 249
lemmâ : olunca
-
2-Bakara 249
câveze-hu : onu(karşıdan karşıya) geçtiler
-
2-Bakara 249
huve : o
-
2-Bakara 249
ve ellezîne : ve onlar
-
2-Bakara 249
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler (Allah'a ulaşmayı dilediler)
-
2-Bakara 249
mea-hu : onunla beraber
-
2-Bakara 249
lâ tâkate : takat, güç yok
-
2-Bakara 249
lenâ : bizim
-
2-Bakara 249
el yevme : bugün
-
2-Bakara 249
bi câlûte : Calut ile, Calut'a karşı
-
2-Bakara 249
ve cunûdi-hi : ve onun askerleri (ordusu ile)
-
2-Bakara 249
kâle : dedi
-
2-Bakara 249
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 249
yezunnûne : yakîn hasıl edenler, kesin olarak bilenler
-
2-Bakara 249
enne-hum : onların ..... olduğunu
-
2-Bakara 249
kem : kaç tane, nice
-
2-Bakara 249
min fietin : topluluk(lar)dan
-
2-Bakara 249
kalîletin : az, pek az
-
2-Bakara 249
galebet : gâlip oldu, üstün geldi
-
2-Bakara 249
fieten : topluluk, grup
-
2-Bakara 249
kesiraten : çok
-
2-Bakara 249
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 249
mea : beraber
-
2-Bakara 249
es sâbirîne : sabredenler
-
2-Bakara 250
ve lemmâ berazû : ve karşısına çıktıkları zaman
-
2-Bakara 250
li câlûte : Calut'a (Calut'un karşısına)
-
2-Bakara 250
ve cunûdi-hi : ve onun askerleri
-
2-Bakara 250
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 250
efrig : boşalt, yağdır, indir (ver)
-
2-Bakara 250
aleynâ : üzerimize, bize
-
2-Bakara 250
sabren : sabır
-
2-Bakara 250
ve sebbit : ve sabit kıl
-
2-Bakara 250
ekdâme-nâ : ayaklarımızı
-
2-Bakara 250
ve unsur-nâ : ve bize yardım et
-
2-Bakara 250
alâ el kavmi : kavmine karşı
-
2-Bakara 250
el kâfirîne : kâfirler
-
2-Bakara 251
fe : böylece, sonra, nihayet
-
2-Bakara 251
hezemû-hum : onları hezimete, yenilgiye uğrattılar
-
2-Bakara 251
ve katele : ve öldürdü
-
2-Bakara 251
câlûte : Calut
-
2-Bakara 251
ve âtâ-hu allâhu : ve Allah ona verdi
-
2-Bakara 251
el mulke : mülk, meliklik, hükümdarlık
-
2-Bakara 251
ve el hikmete : ve hikmet
-
2-Bakara 251
ve alleme-hu : ve ona öğretti
-
2-Bakara 251
yeşâu : diledi
-
2-Bakara 251
ve lev lâ : ve eğer olmasaydı
-
2-Bakara 251
def'u allâhi : Allah'ın defetmesi, yok etmesi
-
2-Bakara 251
en nâse : insanlar
-
2-Bakara 251
le : mutlaka, elbette
-
2-Bakara 251
fesedeti : fesat çıktı
-
2-Bakara 251
el ardu : arz, yeryüzü
-
2-Bakara 251
ve lâkinne allâhe : ve lâkin, fakat Allah
-
2-Bakara 251
alâ el âlemîne : âlemlerin üzerine
-
2-Bakara 252
tilke : o (bu, bunlar)
-
2-Bakara 252
netlû-hâ : onu tilâvet ediyoruz, okuyup açıklıyoruz
-
2-Bakara 252
aleyke : sana
-
2-Bakara 252
bi el hakk : hak ile
-
2-Bakara 252
ve inne-ke : ve muhakkak ki sen
-
2-Bakara 252
le : elbette, mutlaka, gerçekten
-
2-Bakara 252
min el murselîne : gönderilen resûllerden
-
2-Bakara 253
tilke : o
-
2-Bakara 253
er rusulu : resûller
-
2-Bakara 253
men : kim, kimi
-
2-Bakara 253
kelleme allâhu : Allah konuştu
-
2-Bakara 253
ve rafea : ve yükseltti
-
2-Bakara 253
derecâtin : dereceler
-
2-Bakara 253
ve âteynâ : ve biz verdik
-
2-Bakara 253
îsâ ibne meryeme : Meryem(in) oğlu İsa
-
2-Bakara 253
el beyyinâti : beyyineler, açıklamalar, ispat vasıtaları
-
2-Bakara 253
ve eyyednâ-hu : ve onu destekledik
-
2-Bakara 253
bi rûhi el kudusi : (takdis edilmiş) kutsal ruh ile (Cebrail A.S ile)
-
2-Bakara 253
ve lev şâe allâhu : ve eğer Allah dileseydi
-
2-Bakara 253
mâ iktetele : öldürmezler (karşılıklı, birbirlerini)
-
2-Bakara 253
ellezîne min ba'di-him : onlardan sonrakiler
-
2-Bakara 253
mâ câet-hum : onlara gelen şey
-
2-Bakara 253
el beyyinâtu : beyyineler, deliller, ispat vasıtaları
-
2-Bakara 253
ve lâkini : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 253
ihtelefû : ayrılığa, ihtilâfa düştüler
-
2-Bakara 253
fe min-hum : artık onlardan, o zaman onlardan
-
2-Bakara 253
men âmene : kimi îmân etti, Allah'a ulaşmayı diledi
-
2-Bakara 253
ve min-hum : ve onlardan
-
2-Bakara 253
men kefere : kimi inkâr etti
-
2-Bakara 253
ve lev şâe allâhu : ve eğer Allah dileseydi
-
2-Bakara 253
mâ iktetelû : öldürmezler (karşılıklı, birbirlerini)
-
2-Bakara 253
ve lâkinne allâhe : ve lâkin Allah
-
2-Bakara 253
yef'alu : yapar
-
2-Bakara 254
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 254
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 254
âmenû : âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
-
2-Bakara 254
enfikû : infâk edin, Allah için harcayın
-
2-Bakara 254
en ye'tiye : gelmesi
-
2-Bakara 254
yevmun : gün
-
2-Bakara 254
lâ bey'un : alışveriş yoktur
-
2-Bakara 254
ve lâ hulletun : ve dostluk yoktur
-
2-Bakara 254
ve lâ şefâatun : ve şefaat yoktur
-
2-Bakara 254
ve el kâfirûne : ve kâfirler
-
2-Bakara 254
hum ez zâlimûne : onlar zalimlerdir
-
2-Bakara 255
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
2-Bakara 255
huve : o
-
2-Bakara 255
el hayyu : hayy olan, diri olan, canlı olan
-
2-Bakara 255
el kayyûmu : kayyum olan, zatı ile daimî, bâki olan, herşeyi (kâinatı) idare eden
-
2-Bakara 255
lâ te'huzu-hu : onu almaz (ona olmaz)
-
2-Bakara 255
sinetun : uyuklama hali
-
2-Bakara 255
ve lâ nevmun : ve uyku yoktur, olmaz
-
2-Bakara 255
lehu : onun
-
2-Bakara 255
mâ fî es semâvâti : göklerde olan şeyler
-
2-Bakara 255
ve mâ fi el ardı : ve yeryüzünde olan şeyler
-
2-Bakara 255
men zâ : kim sahiptir (yetkiye sahiptir)
-
2-Bakara 255
ellezî : o kimse ki, o ki
-
2-Bakara 255
yeşfeu : şefaat eder
-
2-Bakara 255
inde-hu : onun katında, yanında
-
2-Bakara 255
ya'lemu : bilir
-
2-Bakara 255
mâ beyne eydî-him : onların elleri arasında olan şeyler, onların önlerindeki
-
2-Bakara 255
ve mâ halfe-hum : ve onların arkalarında olan şeyler
-
2-Bakara 255
ve lâ yuhîtûne : ve ihata edemez, kavrayamaz,
-
2-Bakara 255
bi şey : bir şey
-
2-Bakara 255
bi mâ şâe : dilediği şey, dilediği
-
2-Bakara 255
vesia : (geniştir) kapladı, kuşattı, kapsadı
-
2-Bakara 255
es semâvâti : semalar, gökler
-
2-Bakara 255
ve el arda : ve arz, yeryüzü
-
2-Bakara 255
ve lâ yeûdu-hu : ve ona ağır, zor gelmez
-
2-Bakara 255
el aliyyu : âlâ, çok ulu, çok yüce
-
2-Bakara 255
el azîmu : azîm, büyük
-
2-Bakara 256
lâ ikrâhe : icbar, zorlama yoktur
-
2-Bakara 256
fî ed dîni : dînde
-
2-Bakara 256
tebeyyene : beyan oldu, açığa çıktı, açıklandı
-
2-Bakara 256
er ruşdu : rüşd, irşad olma yolu, hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol
-
2-Bakara 256
min el gayyi : gayy yolundan, dalâlet yolundan,
-
2-Bakara 256
fe : o zaman, böylece, artık
-
2-Bakara 256
men : kim
-
2-Bakara 256
yekfur : inkâr eder
-
2-Bakara 256
bi et tâgûti : tagutu, insan ve cin şeytanları
-
2-Bakara 256
ve yu'min : ve îmân eder
-
2-Bakara 256
fe : o zaman, böylece, artık
-
2-Bakara 256
kad istemseke : tutunmuştur
-
2-Bakara 256
bi el urveti : bir kulpa
-
2-Bakara 256
el vuskâ : sağlam
-
2-Bakara 256
lâ infisâme : kopma yoktur, olmaz (kopmaz)
-
2-Bakara 256
lehâ : onda, onun
-
2-Bakara 256
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 256
semîun : en iyi işiten
-
2-Bakara 257
velîyyu : dost
-
2-Bakara 257
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 257
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler
-
2-Bakara 257
min ez zulumâti : zulmetten, karanlıklardan
-
2-Bakara 257
ilâ en nûri : nura, aydınlığa
-
2-Bakara 257
ve ellezîne : ve onlar
-
2-Bakara 257
keferû : inkâr ettiler
-
2-Bakara 257
evliyâu-hum : onların dostları
-
2-Bakara 257
et tagûtu : tagut, şeytan ve avanesi, insan ve cin şeytanlar
-
2-Bakara 257
yuhricûne-hum : onları çıkarırlar
-
2-Bakara 257
min en nûri : nurdan, aydınlıktan
-
2-Bakara 257
ilâ ez zulumâti : zulmete, karanlıklara
-
2-Bakara 257
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 257
en nâri : ateş
-
2-Bakara 257
hâlidûne : ebedî kalacak olanlar
-
2-Bakara 258
e lem tera ilâ : ... a bakmadın mı, görmedin mi
-
2-Bakara 258
ellezî : o kimse, o
-
2-Bakara 258
hâcce : tartıştı
-
2-Bakara 258
ibrâhîme : İbrâhîm
-
2-Bakara 258
en âtâ-hu : ona vermesi
-
2-Bakara 258
el mulke : mülk, meliklik, hükümdarlık
-
2-Bakara 258
iz kâle : demişti
-
2-Bakara 258
rabbiye : benim Rabbim
-
2-Bakara 258
ellezî : ki o, o ki
-
2-Bakara 258
ve yumîtu : ve öldürür
-
2-Bakara 258
kâle : dedi
-
2-Bakara 258
ene : ben
-
2-Bakara 258
ve umîtu : ve öldürürüm
-
2-Bakara 258
kâle : dedi
-
2-Bakara 258
fe : öyleyse, işte
-
2-Bakara 258
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 258
ye'tî : getirir
-
2-Bakara 258
bi eş şemsi : güneşi
-
2-Bakara 258
min el maşrıkı : şarktan, doğudan
-
2-Bakara 258
fe'ti bi-hâ : o zaman, öyleyse, haydi onu getir
-
2-Bakara 258
min el magribi : garbtan, batıdan
-
2-Bakara 258
fe : o zaman
-
2-Bakara 258
buhite : şaşırdı kaldı, afalladı
-
2-Bakara 258
ellezî : o kimse, o
-
2-Bakara 258
kefere : inkâr etti
-
2-Bakara 258
lâ yehdi : hidayete erdirmez
-
2-Bakara 258
el kavme : kavim, topluluk
-
2-Bakara 258
ez zâlimîne : zalimler
-
2-Bakara 259
ev : veya
-
2-Bakara 259
ke ellezî : o kimse gibi
-
2-Bakara 259
merra : uğradı
-
2-Bakara 259
alâ karyetin : bir karyeye, beldeye, kasaba
-
2-Bakara 259
ve hiye : ve o
-
2-Bakara 259
hâviyetun : yıkık, çökmüş, harabe halinde
-
2-Bakara 259
kâle : dedi
-
2-Bakara 259
ennâ : nasıl
-
2-Bakara 259
ba'de : sonra
-
2-Bakara 259
mevti-hâ : onun ölümü
-
2-Bakara 259
fe emâte-hu allâhu : bunun üzerine Allah onu öldürdü
-
2-Bakara 259
miete âmin : yüz yıl, yüz sene
-
2-Bakara 259
summe : sonra
-
2-Bakara 259
bease-hu : onu diriltti
-
2-Bakara 259
kâle : dedi
-
2-Bakara 259
kem : kaç, nice, ne kadar
-
2-Bakara 259
lebiste : kaldın
-
2-Bakara 259
kâle : dedi
-
2-Bakara 259
lebistu : kaldım
-
2-Bakara 259
yevmen : bir gün
-
2-Bakara 259
ev : veya
-
2-Bakara 259
ba'da yevmin : günün bir kısmı
-
2-Bakara 259
kâle bel : hayır dedi
-
2-Bakara 259
lebiste : kaldın
-
2-Bakara 259
miete âmin : yüz yıl, yüz sene
-
2-Bakara 259
fenzur (fe unzur) : o zaman, hemen, haydi bak
-
2-Bakara 259
ilâ taâmi-ke : yemeğine
-
2-Bakara 259
ve şerâbi-ke : ve içeceğin
-
2-Bakara 259
lem yetesenneh : bozulmadı, kokuşmadı
-
2-Bakara 259
venzur (ve unzur) : ve bak
-
2-Bakara 259
ilâ hımâri-ke : merkebine
-
2-Bakara 259
ve li nec'ale-ke : ve seni kılmamız için
-
2-Bakara 259
âyeten : bir âyet, bir mucize, ibret, belge
-
2-Bakara 259
li en nâsi : insanlara
-
2-Bakara 259
ve unzur : ve bak
-
2-Bakara 259
ilâ el izâmi : kemiklere
-
2-Bakara 259
keyfe : nasıl
-
2-Bakara 259
summe neksû-hâ : sonra onu giydiriyoruz
-
2-Bakara 259
lahmen : et
-
2-Bakara 259
fe lemmâ : artık, böylece, olunca
-
2-Bakara 259
tebeyyene lehu : ona
-
2-Bakara 259
kâle : dedi
-
2-Bakara 259
a'lemu : ben biliyorum
-
2-Bakara 259
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğu
-
2-Bakara 259
alâ kulli şey'in : herşeye
-
2-Bakara 260
ve iz kâle : ve demişti
-
2-Bakara 260
eri-nî : bana göster
-
2-Bakara 260
keyfe : nasıl
-
2-Bakara 260
el mevtâ : ölüler
-
2-Bakara 260
kâle : dedi
-
2-Bakara 260
e ve lem tu'min : ve inanmıyor musun
-
2-Bakara 260
kâle : dedi
-
2-Bakara 260
belâ : hayır, bilâkis, tam aksi (evet)
-
2-Bakara 260
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 260
li yatmainne : tatmin olması için
-
2-Bakara 260
kâle : dedi
-
2-Bakara 260
fe : o zaman, öyleyse
-
2-Bakara 260
erbeaten : dört
-
2-Bakara 260
min et tayri : kuşlardan
-
2-Bakara 260
fe : böylece, sonra
-
2-Bakara 260
surhunne ileyke : (sana) yanına al, parçala
-
2-Bakara 260
summe : sonra
-
2-Bakara 260
cebelin : dağ
-
2-Bakara 260
min-hunne : onlardan
-
2-Bakara 260
cuz'en : bir parça
-
2-Bakara 260
summe : sonra
-
2-Bakara 260
id'u-hunne : onları çağır
-
2-Bakara 260
ye'tîne-ke : sana gelirler, gelecekler
-
2-Bakara 260
sa'yen : koşarak
-
2-Bakara 260
va'lem : ve bil
-
2-Bakara 260
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
-
2-Bakara 261
meselu : durum, hal
-
2-Bakara 261
ellezîne : onlar 3 - yunfikûne
-
2-Bakara 261
emvâle-hum : kendi mallarını
-
2-Bakara 261
fî sebîlillâhi (sebîlii allâhi) : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 261
ke : gibi
-
2-Bakara 261
meseli : durum, hal
-
2-Bakara 261
habbetin : tane, tohum
-
2-Bakara 261
enbetet : yetiştirdi (verdi)
-
2-Bakara 261
seb'a : yedi
-
2-Bakara 261
senâbile : sünbüller, başaklar
-
2-Bakara 261
sunbuletin : sünbül, başak
-
2-Bakara 261
mietu : yüz
-
2-Bakara 261
habbetin : tane, tohum
-
2-Bakara 261
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 261
li men : kişi için, o kimseye
-
2-Bakara 261
yeşâu : diler
-
2-Bakara 261
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 262
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 262
yunfikûne : infâk ederler, verirler
-
2-Bakara 262
emvâle-hum : kendi mallarını
-
2-Bakara 262
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 262
summe : sonra
-
2-Bakara 262
lâ yutbiûne : tâbî kılmazlar, arkasından (minnet, başa
-
2-Bakara 262
mâ enfekû : infâk ettikleri şey, verdikleri şey
-
2-Bakara 262
mennen : minnet etirerek
-
2-Bakara 262
ve lâ ezen : ve eza etmeyerek
-
2-Bakara 262
lehum : onlara
-
2-Bakara 262
ecru-hum : onların mükâfatları
-
2-Bakara 262
inde : yanında, katında
-
2-Bakara 262
ve lâ havfun : ve korku yoktur
-
2-Bakara 262
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 262
ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar
-
2-Bakara 263
ve magfiretun : ve mağfret, bağışlayıp iyi davranma
-
2-Bakara 263
yetbeu-hâ : onu takip eder, arkasından gelir onu başa kakar
-
2-Bakara 263
ezen : eza ederek, eziyet vererek
-
2-Bakara 263
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 264
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 264
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 264
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler
-
2-Bakara 264
bi el menni : minnet ile (başa kakarak)
-
2-Bakara 264
ve el ezâ : ve eza (eziyet)
-
2-Bakara 264
kellezî (ke ellezî) : onlar gibi
-
2-Bakara 264
mâle-hu : malını
-
2-Bakara 264
riâe : riya, gösteriş
-
2-Bakara 264
en nâsi : insanlar
-
2-Bakara 264
ve lâ yu'minu : ve inanmaz
-
2-Bakara 264
ve el yevmi el âhıri : ve ahiret günü, son gün, sonraki gün
-
2-Bakara 264
fe meselu-hu : o zaman, işte onun durumu 17 - ke meseli
-
2-Bakara 264
aleyhi : onun üzerinde
-
2-Bakara 264
fe : sonra, öyle ki
-
2-Bakara 264
esâbe-hu : ona isabet etti
-
2-Bakara 264
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 264
terake-hu : onu terketti, onu bıraktı
-
2-Bakara 264
salden : sert, çorak, verimsiz kaya halinde
-
2-Bakara 264
lâ yakdirûne : muktedir olamazlar, elde edemezler
-
2-Bakara 264
alâ şey'in : bir şeye
-
2-Bakara 264
kesebû : kazandılar
-
2-Bakara 264
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 264
lâ yehdi : hidayete erdirmez
-
2-Bakara 264
el kavme : kavim, topluluk
-
2-Bakara 264
el kâfirîne : kâfirler
-
2-Bakara 265
ve meselu : ve durum, mesele, hal
-
2-Bakara 265
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 265
yunfikûne : infâk ederler, verirler
-
2-Bakara 265
emvâle-hum : kendi malları
-
2-Bakara 265
ibtigâe : istediler, talep ettiler
-
2-Bakara 265
ve tesbîten : ve tespit ederek, sabit kılarak
-
2-Bakara 265
min enfusi-him : kendi nefslerinden, nefslerini
-
2-Bakara 265
ke : gibi, benzer
-
2-Bakara 265
meseli : mesele, durum, hal
-
2-Bakara 265
cennetin : cennet, bahçe
-
2-Bakara 265
bi rabvetin : münbit yüksek tepede
-
2-Bakara 265
esâbe-hâ : ona isabet etti
-
2-Bakara 265
fe âtet : o zaman verdi
-
2-Bakara 265
ukule-hâ : ürününü, meyvesini
-
2-Bakara 265
dı'feyni : iki kat
-
2-Bakara 265
fe : o zaman, fakat, hatta
-
2-Bakara 265
in lem yusıb-hâ : eğer ona isabet etmezse
-
2-Bakara 265
fe tallun : hatta çiselese bile
-
2-Bakara 265
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 265
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
2-Bakara 266
e yeveddu : ister mi, temenni eder mi
-
2-Bakara 266
ehadu-kum : sizden biriniz
-
2-Bakara 266
en tekûne : olmasını
-
2-Bakara 266
lehu : onun
-
2-Bakara 266
cennetun : bir bahçe
-
2-Bakara 266
ve a'nâbin : ve üzümler, bağlar
-
2-Bakara 266
tecrî : akar
-
2-Bakara 266
el enhâru : nehirler
-
2-Bakara 266
lehu fî-hâ : orada onun vardır (bulunur)
-
2-Bakara 266
es-semarâti : ürünler, meyveler
-
2-Bakara 266
ve esâbe-hu : ve ona isabet etti
-
2-Bakara 266
el kiberu : yaşlılık, ihtiyarlık
-
2-Bakara 266
ve lehu : ve onun vardır
-
2-Bakara 266
zurriyyetun : zürriyet, çocuklar
-
2-Bakara 266
fe esâbe-hâ : sonra da ona isabet etti
-
2-Bakara 266
fe ıhterakat : böylece yaktı
-
2-Bakara 266
kezâlike : işte böyle
-
2-Bakara 266
yubeyyinu : beyan ediyor, açıklıyor
-
2-Bakara 266
lekum el âyâti : size âyetleri
-
2-Bakara 266
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 266
tetefekkerûne : düşünürsünüz, tefekkür edersiniz
-
2-Bakara 267
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 267
ellezine : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 267
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler
-
2-Bakara 267
enfikû : infâk edin, verin
-
2-Bakara 267
mâ kesebtum : kazandığınız şeyler
-
2-Bakara 267
ve mimmâ (min mâ) : ve şeylerden
-
2-Bakara 267
lekum : sizin için
-
2-Bakara 267
min el ardı : arzdan, yerden
-
2-Bakara 267
ve lâ teyemmemû : ve yönelmeyin, kalkışmayın
-
2-Bakara 267
el habîse : kötü, fena, kalitesiz
-
2-Bakara 267
tunfikûne : infâk ediyorsunuz, veriyorsunuz
-
2-Bakara 267
ve lestum : ve siz değilsiniz
-
2-Bakara 267
illâ en tugmidû : ancak göz yummadan, güzü kapalı
-
2-Bakara 267
ve a'lemû : ve bilin
-
2-Bakara 267
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
-
2-Bakara 268
eş şeytânu : şeytan
-
2-Bakara 268
yeidu-kum : size vaadediyor
-
2-Bakara 268
el fakra : fakirlik
-
2-Bakara 268
ve ye'muru-kum : ve size emrediyor
-
2-Bakara 268
bi el fahşâi : kötülüğü, çirkin şeyleri, fuhşu
-
2-Bakara 268
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 268
yeidu-kum : size vaadediyor
-
2-Bakara 268
magfireten : mağfiret, günahların sevaba çevrilmesi, bağışlanma
-
2-Bakara 268
ve fadlan : ve fazl
-
2-Bakara 268
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 269
el hikmete : hikmet
-
2-Bakara 269
men : kişi, kimse
-
2-Bakara 269
yeşâu : diler
-
2-Bakara 269
ve men yu'te : ve kime verilir(se)
-
2-Bakara 269
el hikmete : hikmet
-
2-Bakara 269
fe : o zaman, o taktirde, böylece
-
2-Bakara 269
ûtiye : verildi
-
2-Bakara 269
kesîren : çok
-
2-Bakara 269
ve mâ yezzekkeru : ve tezekkür edemez, düşünemez
-
2-Bakara 269
ulû el elbâbi : ulûl'elbab, sırların sahipleri
-
2-Bakara 270
ve mâ enfaktum : ve infâk ettiniz, infâk ettiğiniz şey
-
2-Bakara 270
ev : veya
-
2-Bakara 270
nezertum : nezrettiniz, adadınız
-
2-Bakara 270
min nezrin : nezirden, nezir olarak, bir nezir, bir adak
-
2-Bakara 270
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 270
inne : muhakkak, mutlaka
-
2-Bakara 270
allâhe : Allah
-
2-Bakara 270
ya'lemu-hu : onu bilir
-
2-Bakara 270
ve mâ : ve yoktur
-
2-Bakara 270
li ez zâlimîne : zalimler için
-
2-Bakara 270
min ensârın : (yardımcılardan) bir yardımcı
-
2-Bakara 271
es sadakâti : sadakalar
-
2-Bakara 271
fe : o zaman, o taktirde, işte
-
2-Bakara 271
hiye : o
-
2-Bakara 271
ve in tuhfû-hâ : ve onu gizlerseniz
-
2-Bakara 271
ve tu'tû-ha : ve onu verirsiniz
-
2-Bakara 271
el fukarâe : fakirler
-
2-Bakara 271
fe : artık
-
2-Bakara 271
huve : o
-
2-Bakara 271
lekum : sizin için
-
2-Bakara 271
ve yukeffiru : ve örter
-
2-Bakara 271
min seyyiâti-kum : günahlarınızdan
-
2-Bakara 271
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 271
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
2-Bakara 272
leyse : değil
-
2-Bakara 272
aleyke : senin üzerine
-
2-Bakara 272
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 272
allâhe : Allah
-
2-Bakara 272
yehdî : hidayete erdirir
-
2-Bakara 272
men : kimse
-
2-Bakara 272
yeşâu : diledi
-
2-Bakara 272
ve mâ tunfikû : ve infâk ettiğiniz şey, ne infâk
-
2-Bakara 272
fe : o zaman, işte o
-
2-Bakara 272
li enfusi-kum : kendi nefsiniz, kendiniz için
-
2-Bakara 272
ve mâ tunfikû : ve infâk ettiğiniz şey, ne infâk
-
2-Bakara 272
illebtigâe (illâ ibtigâe) : sadece istedi, diledi
-
2-Bakara 272
vechi allâhi : Allah'ın
-
2-Bakara 272
ve mâ tunfikû : ve infâk ettiğiniz şey, ne infâk
-
2-Bakara 272
yuveffe : vefa edilir, ödenir, karşılığı tam verilir
-
2-Bakara 272
ileykum : size
-
2-Bakara 272
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 272
lâ tuzlemûne : zulmedilmezsiniz, size haksızlık yapılmaz
-
2-Bakara 273
li el fukarâi : fakirler için, fakirlere ait, fakirlerin
-
2-Bakara 273
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 273
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 273
lâ yestatîûne : istidatları olmaz, güçleri yetmez
-
2-Bakara 273
darben : dolaşarak
-
2-Bakara 273
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 273
yahsebu-hum(u) : onları sanır, onları zanneder 9 - el câhilu
-
2-Bakara 273
agniyâe : zengin
-
2-Bakara 273
min et teaffufi : iffetlerinden
-
2-Bakara 273
lâ yes'elûne : istemezler
-
2-Bakara 273
en nâse : insanlar
-
2-Bakara 273
ilhâfen : rahatsız ederek, zorla, ısrarla
-
2-Bakara 273
ve mâ tunfikû : ve ne infâk ederseniz, ne verirseniz
-
2-Bakara 273
fe : o taktirde
-
2-Bakara 273
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 274
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 274
yunfikûne : infâk ederler, verirler
-
2-Bakara 274
emvâle-hum : kendi mallarını
-
2-Bakara 274
bi el leyli : geceleyin, gece
-
2-Bakara 274
ve en nehâri : ve gündüz
-
2-Bakara 274
ve alâniyeten : ve alenî olarak, açıkça
-
2-Bakara 274
fe : o zaman, o taktirde, işte
-
2-Bakara 274
lehum : onlar için vardır
-
2-Bakara 274
ecru-hum : onların ecirleri, mükâfatları
-
2-Bakara 274
inde : yanında, katında
-
2-Bakara 274
ve lâ havfun : ve korku yoktur
-
2-Bakara 274
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 274
ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar
-
2-Bakara 275
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 275
ye'kulûne : yerler
-
2-Bakara 275
er ribâ : riba, faiz
-
2-Bakara 275
lâ yekûmûne : kalkmazlar
-
2-Bakara 275
kemâ : gibi
-
2-Bakara 275
yekûmu : kalkarlar
-
2-Bakara 275
ellezî : ki o, o
-
2-Bakara 275
yetehabbetu-hu : ona çarpar, onu hırpalar
-
2-Bakara 275
eş şeytânu : şeytan
-
2-Bakara 275
min el messi : dokunmasından, çarpmasından (çarpılması)
-
2-Bakara 275
zâlike : işte bu
-
2-Bakara 275
bi enne-hum : onların ..... olması sebebi ile
-
2-Bakara 275
innemâ : ama, fakat, ancak
-
2-Bakara 275
el bey'u : alışveriş
-
2-Bakara 275
er ribâ : riba, faiz
-
2-Bakara 275
ve ehalle : ve helâl kıldı
-
2-Bakara 275
el bey'a : alışveriş
-
2-Bakara 275
ve harrame : ve haram kıldı
-
2-Bakara 275
er ribâ : riba, faiz
-
2-Bakara 275
fe : o zaman, artık, bundan sonra
-
2-Bakara 275
men : kim
-
2-Bakara 275
câe-hu : ona, kendisine geldi
-
2-Bakara 275
mev'izatun : bir öğüt
-
2-Bakara 275
fe : o zaman, böylece, artık
-
2-Bakara 275
entehâ : vazgeçti, bıraktı
-
2-Bakara 275
fe : o taktirde
-
2-Bakara 275
lehu : onun
-
2-Bakara 275
mâ selefe : geçen şey, geçmişte olan
-
2-Bakara 275
ve emru-hu : ve onun emri, onun işi, onun hakkındaki hüküm
-
2-Bakara 275
ve men : ve kim
-
2-Bakara 275
âde : döndü
-
2-Bakara 275
fe ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 275
ashâbu en nâri : ateş ehli, ateş halkı
-
2-Bakara 275
hâlidûne : ebedî kalacak olanlar
-
2-Bakara 276
yemhaku : azaltır, eksiltir
-
2-Bakara 276
er ribâ : riba, faiz
-
2-Bakara 276
ve : ve
-
2-Bakara 276
es sadakâti : sadakalar
-
2-Bakara 276
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 276
kulle keffârin : kâfirlerin hepsini (hiçbirini)
-
2-Bakara 276
esîmin : günahkâr
-
2-Bakara 277
inne ellezîne : muhakkak ki onlar,
-
2-Bakara 277
âmenû : îmân ettiler, âmenû oldular
-
2-Bakara 277
ve amilû es sâlihâti : ve ıslâh edici amel yaptılar, nefs tez-
-
2-Bakara 277
ve : ve
-
2-Bakara 277
ekâmû : ikame ettiler, hakkıyla yerine getirdiler
-
2-Bakara 277
es salâte : namazı
-
2-Bakara 277
ve âtevû : ve verdiler
-
2-Bakara 277
ez zekâte : zekât
-
2-Bakara 277
lehum : onlar için, onların vardır
-
2-Bakara 277
ecru-hum : onların ecirleri, mükâfatları
-
2-Bakara 277
inde : yanında, katında
-
2-Bakara 277
ve lâ havfun : ve korku yoktur
-
2-Bakara 277
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 277
ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar
-
2-Bakara 278
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 278
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 278
âmenû : îmân ettiler, âmenû oldular
-
2-Bakara 278
ittekû : takva sahibi olun
-
2-Bakara 278
allâhe : Allah'a karşı
-
2-Bakara 278
ve : ve
-
2-Bakara 278
zerû : bırakın, terkedin
-
2-Bakara 278
bakiye : bakiye, arta kalan, sona kalan, geriye kalan
-
2-Bakara 278
min er ribâ : ribadan, faizden
-
2-Bakara 278
mu'minîne : mü'minler
-
2-Bakara 279
fe : o zaman, o taktirde, bundan sonra
-
2-Bakara 279
in lem tef'alû : eğer yapmazsanız
-
2-Bakara 279
fe'zenû (fe izenû) : o taktirde bilin
-
2-Bakara 279
ve resûli-hi : ve onun resûlü
-
2-Bakara 279
ve in : ve eğer
-
2-Bakara 279
fe : o zaman, artık, o taktirde
-
2-Bakara 279
lekum : sizin
-
2-Bakara 279
emvâli-kum : sizin mallarınız
-
2-Bakara 279
lâ tazlimûne : zulmetmezsiniz, haksızlık etmezsiniz
-
2-Bakara 279
ve lâ tuzlemûne : ve zulmedilmezsiniz, haksızlığa uğramazsınız
-
2-Bakara 280
ve : ve
-
2-Bakara 280
kâne : oldu
-
2-Bakara 280
fe : o taktirde, o halde
-
2-Bakara 280
meyseretin : kolaylık, bolluk
-
2-Bakara 280
ve : ve
-
2-Bakara 280
en tesaddekû : sadaka etmeniz
-
2-Bakara 280
lekum : sizin için
-
2-Bakara 280
ta'lemûne : biliyorsunuz
-
2-Bakara 281
ve ittekû : ve sakının
-
2-Bakara 281
yevmen : bir gün
-
2-Bakara 281
turceûne : döndürüleceksiniz
-
2-Bakara 281
summe : sonra
-
2-Bakara 281
tuveffâ : vefa edilir, tam olarak (tamamen) ödenir
-
2-Bakara 281
nefsin : nefs, kişi
-
2-Bakara 281
kesebet : kazandı
-
2-Bakara 281
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 281
lâ yuzlemûne : zulmedilmezler, haksızlığa uğramazlar
-
2-Bakara 282
yâ eyyuhe : ey
-
2-Bakara 282
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 282
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler) îmân ettiler
-
2-Bakara 282
tedâyentum : birbirinize borçlandınız
-
2-Bakara 282
bi deynin : bir borç ile
-
2-Bakara 282
ilâ ecelin : bir süreye kadar
-
2-Bakara 282
musemmen : isimlendirilmiş, belirlenmiş
-
2-Bakara 282
fektubûhu (fe uktubû-hu) : o zaman, olunca onu yazın
-
2-Bakara 282
vel yektub (ve li yektub) : ve yazsın
-
2-Bakara 282
beyne-kum : sizin aranızda
-
2-Bakara 282
bi el adli : adalet ile
-
2-Bakara 282
ve lâ ye'be : ve çekinmesin
-
2-Bakara 282
en yektube : yazmanız
-
2-Bakara 282
kemâ : gibi
-
2-Bakara 282
alleme-hu : ona öğretti
-
2-Bakara 282
felyektub (fe li yektub) : böylece, aynı şekilde yazsın
-
2-Bakara 282
velyumlilillezî : ve imlâ ettirsin, yazdırsın ki o
-
2-Bakara 282
aleyhi : onun üzerinde, üzerine
-
2-Bakara 282
el hakku : hak
-
2-Bakara 282
velyettekıllâhe : ve Allah'a karşı takva sahibi olsun, (ve li yetteki allahe) (ve Allah'tan çekinsin)
-
2-Bakara 282
rabbe-hu : (onun) Rabbi
-
2-Bakara 282
ve lâ yebhas : ve eksiltmesin
-
2-Bakara 282
min-hu şey'en : ondan birşey
-
2-Bakara 282
fe : artık, fakat
-
2-Bakara 282
in kâne : eğer, olursa
-
2-Bakara 282
ellezî : ki o, o
-
2-Bakara 282
aleyhi : onun üzerinde
-
2-Bakara 282
el hakku : hak
-
2-Bakara 282
sefîhan : sefil, akılsız, akıl edemeyen
-
2-Bakara 282
ev : veya
-
2-Bakara 282
daîfen : küçük, güçsüz
-
2-Bakara 282
ev : veya
-
2-Bakara 282
lâ yestatîu : muktedir değil
-
2-Bakara 282
en yumille : yazdırmaya
-
2-Bakara 282
huve : o
-
2-Bakara 282
felyumlil (fe li yumlil) : o zaman, o taktirde yazdırsın
-
2-Bakara 282
veliyyu-hu : onun velisi
-
2-Bakara 282
bi el adli : adalet ile
-
2-Bakara 282
ve isteşhidû : ve şahitler tutun
-
2-Bakara 282
şehîdeyni : iki şahit
-
2-Bakara 282
fe in lem yekûnâ : fakat bulunmuyorsa, bulunamıyorsa
-
2-Bakara 282
raculeyni : iki erkek
-
2-Bakara 282
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 282
ve imraetâni : ve iki kadın
-
2-Bakara 282
mimmen (min men) : o kimselerden, onlardan
-
2-Bakara 282
terdavne : razı olacağınız
-
2-Bakara 282
min eş şuhedâi : şahitlerden
-
2-Bakara 282
en tedılle : dalâlette olması, unutması
-
2-Bakara 282
fe : o taktirde, o zaman
-
2-Bakara 282
tuzekkire : hatırlatır
-
2-Bakara 282
el uhrâ : diğeri
-
2-Bakara 282
ve lâ ye'be : ve kaçınmasın
-
2-Bakara 282
eş şuhedâu : şahitler
-
2-Bakara 282
ve lâ tes'emû : ve usanmayın, üşenmeyin
-
2-Bakara 282
en tektubû-hu : onu yazmanız
-
2-Bakara 282
ev : veya
-
2-Bakara 282
kebîran : büyük
-
2-Bakara 282
ilâ eceli-hi : (onun) onu vadesine kadar
-
2-Bakara 282
inde allâhi : Allah'ın katında
-
2-Bakara 282
ve akvemu : ve en sağlam
-
2-Bakara 282
li eş şehâdeti : şahitlik için, şahitliğe
-
2-Bakara 282
ve ednâ : ve daha yakın
-
2-Bakara 282
ellâ tertâbû : şüphe etmemeniz
-
2-Bakara 282
en tekûne : olmanız
-
2-Bakara 282
ticâreten : ticaret
-
2-Bakara 282
hâdıraten : hazır olan
-
2-Bakara 282
tudîrûne-hâ : onu tedvir ediyorsunuz, onu devre-
-
2-Bakara 282
beyne-kum : kendi aranızda
-
2-Bakara 282
fe : o taktirde, o zaman
-
2-Bakara 282
leyse : değil, yoktur
-
2-Bakara 282
aleykum : sizin üzerinize
-
2-Bakara 282
ellâ tektubû-hâ : onu yazmamanız
-
2-Bakara 282
ve eşhidû : ve şahit tutun
-
2-Bakara 282
izâ tebâya'tum : alışveriş, anlaşma yaptığınız zaman
-
2-Bakara 282
ve lâ yudârra : ve zarar verilmesin
-
2-Bakara 282
ve lâ şehîdun : ve şahitler olmasın
-
2-Bakara 282
ve in tef'alû : ve eğer yaparsanız
-
2-Bakara 282
fe : o zaman, o taktirde, bundan sonra
-
2-Bakara 282
inne-hu : muhakkak ki o, mutlaka o
-
2-Bakara 282
ve ittekû : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 282
allâhe : Allah
-
2-Bakara 282
ve yuallimu-kum : ve size öğretiyor
-
2-Bakara 282
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 282
bi kulli şey'in : herşeyi
-
2-Bakara 283
ve in kuntum : ve eğer siz, iseniz, olduysanız
-
2-Bakara 283
alâ seferin : seferde, yolculukta
-
2-Bakara 283
ve lem tecidû : ve bulamadınız
-
2-Bakara 283
kâtiben : bir kâtip, bir yazıcı
-
2-Bakara 283
fe rihânun : o zaman, o taktirde rehinler
-
2-Bakara 283
fe in emine : emin olduğunuz taktirde
-
2-Bakara 283
felyueddi (fe li yueddi) : böylece, o halde ödesin
-
2-Bakara 283
ellezî : ki o
-
2-Bakara 283
u'tumine : itimat edildi, güven duyuldu
-
2-Bakara 283
emânete-hu : onun emanetini
-
2-Bakara 283
ve li yettekı allâhe : ve Allah'a karşı takva sahibi olsun ve Allah'tan sakınsın
-
2-Bakara 283
rabbe-hu : onun Rabbi
-
2-Bakara 283
ve lâ tektumû : ve gizlemeyin
-
2-Bakara 283
eş şehâdete : şahitlik
-
2-Bakara 283
ve men : ve kim
-
2-Bakara 283
yektum-hâ : onu ketmeder, saklar, gizler
-
2-Bakara 283
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 283
innehû : muhakkak ki o
-
2-Bakara 283
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 283
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
2-Bakara 284
mâ fî es semâvâti : göklerde bulunan şeyler
-
2-Bakara 284
ve mâ fî el ardı : ve yeryüzünde bulunan şeyler
-
2-Bakara 284
ve in tubdû : ve eğer siz açıklarsanız, açıklasanız
-
2-Bakara 284
mâ fî enfusi-kum : nefslerinizde, içinizde olan
-
2-Bakara 284
ev : veya
-
2-Bakara 284
fe : o zaman, o taktirde, artık
-
2-Bakara 284
li-men : kimseyi
-
2-Bakara 284
yeşâu : diler
-
2-Bakara 284
ve yuazzibu : ve azap eder
-
2-Bakara 284
men : kim, kimse
-
2-Bakara 284
yeşâu : diler
-
2-Bakara 284
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 284
alâ kulli şey'in : herşeye
-
2-Bakara 285
âmene : îmân etti, inandı
-
2-Bakara 285
er resûlu : resûl
-
2-Bakara 285
unzile : indirildi
-
2-Bakara 285
ileyhi : ona
-
2-Bakara 285
ve el mu'minûne : ve mü'minler
-
2-Bakara 285
âmene : îmân etti, inandı
-
2-Bakara 285
ve melâiketi-hi : ve onun meleklerine
-
2-Bakara 285
ve kutubi-hi : ve onun kitaplarına
-
2-Bakara 285
ve rusuli-hi : ve onun resûllerine
-
2-Bakara 285
lâ nuferriku : fark gözetmeyiz, ayırmayız
-
2-Bakara 285
beyne : arasında
-
2-Bakara 285
ehadin : biri
-
2-Bakara 285
ve kâlû : ve dediler
-
2-Bakara 285
semi'nâ : biz işittik
-
2-Bakara 285
ve ata'nâ : ve biz itaat ettik
-
2-Bakara 285
gufrâne-ke : senin mağfiret etmen
-
2-Bakara 285
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 285
ve ileyke : ve sana
-
2-Bakara 285
el masîru : masîr, varış, ulaşma, seyr-i sülûk
-
2-Bakara 286
lâ yukellifu : mükellef kılmaz, sorumlu tutmaz
-
2-Bakara 286
nefsen : nefs, kişi, kimse
-
2-Bakara 286
lehâ : onun
-
2-Bakara 286
mâ kesebet : kazandığı şeyler
-
2-Bakara 286
ve aleyhâ : ve (sorumluluğu) onun üzerinde
-
2-Bakara 286
mektesebet (mâ iktesebet) : kazandığı neğatif şeyler
-
2-Bakara 286
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 286
in nesînâ : eğer, şâyet unuttuysak
-
2-Bakara 286
ev : veya
-
2-Bakara 286
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 286
ve lâ tahmil : ve yükleme
-
2-Bakara 286
aleynâ : bizim üzerimize, bize
-
2-Bakara 286
kemâ : gibi
-
2-Bakara 286
hamelte-hu : onu yükledin
-
2-Bakara 286
alâ ellezîne : o kimselere, onlara
-
2-Bakara 286
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 286
ve lâ tuhammil-nâ : ve bize yükleme
-
2-Bakara 286
mâ lâ tâkate lenâ : bizim takat, güç yetiremeyeceğimiz şeyi
-
2-Bakara 286
ve a'fu an-nâ : ve (bizden günahlarımızı) affet
-
2-Bakara 286
ve igfir : ve mağfiret et, günahlarımızı sevaba
-
2-Bakara 286
lenâ : bizi, bize, bizim için
-
2-Bakara 286
ve irham-nâ : ve bize rahmet et, Rahîm esması ile
-
2-Bakara 286
ente : sen
-
2-Bakara 286
mevlâ-nâ : bizim mevlâmızsın
-
2-Bakara 286
fe : artık
-
2-Bakara 286
ensur-nâ : bize yardım et
-
2-Bakara 286
alâ el kavmi el kâfirîne : kâfirler kavmine karşı
-
2-Bakara 1
elif, lâm, mim : elif, lâm, mim
-
2-Bakara 2
zâlike : işte bu, bu
-
2-Bakara 2
el kitâbu : kitap
-
2-Bakara 2
reybe : şüphe
-
2-Bakara 2
huden : hidayet, hidayete erdiren
-
2-Bakara 2
li el muttekîne : takva sahipleri için
-
2-Bakara 3
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 3
yu'minûne : îmân ederler
-
2-Bakara 3
el gaybi : gayb, bilinmeyen
-
2-Bakara 3
ve yukîmûne : ve ikame ederler, hakkıyla yerine
-
2-Bakara 3
es salâte : salat, namaz
-
2-Bakara 3
ve mimmâ (min mâ) : ve o şeyden, ondan
-
2-Bakara 3
yunfikûne : infâk ederler, (Allah yolunda)
-
2-Bakara 4
ve : ve
-
2-Bakara 4
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 4
yu'minûne : îmân ederler
-
2-Bakara 4
unzile : indirildi
-
2-Bakara 4
ileyke : sana
-
2-Bakara 4
ve mâ : ve şey
-
2-Bakara 4
unzile : indirildi
-
2-Bakara 4
kabli-ke : senden önce
-
2-Bakara 4
ve : ve
-
2-Bakara 4
bi el âhireti : ahirete (ruhun ölümden evvel Allah'a ulaşmasına)
-
2-Bakara 4
yûkınûne : yakîn hasıl ederler (kesin olarak inanırlar)
-
2-Bakara 5
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 5
huden : hidayet
-
2-Bakara 5
ve : ve
-
2-Bakara 5
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 5
el muflihûne : felâha erenler, kurtuluşa erenler
-
2-Bakara 6
inne : muhakkak
-
2-Bakara 6
ellezîne : o kimseler ki, onlar
-
2-Bakara 6
keferû : inkâr ettiler
-
2-Bakara 6
sevâun : eşittir, birdir
-
2-Bakara 6
aleyhim : onlara, onlar için
-
2-Bakara 6
e : mı
-
2-Bakara 6
enzerte-hum : onları uyardın
-
2-Bakara 6
em : yoksa, veya
-
2-Bakara 6
lem tunzir-hum : onları uyarmadın
-
2-Bakara 6
lâ yu'minûne : âmenû olmazlar (Allah'a ulaşmayı dilemezler)
-
2-Bakara 7
hateme : mühürledi
-
2-Bakara 7
ve : ve
-
2-Bakara 7
sem'ı-him : onların işitme hassası
-
2-Bakara 7
ve : ve
-
2-Bakara 7
ebsâri-him : onların görme hassası
-
2-Bakara 7
gışâvetun : perde
-
2-Bakara 7
ve : ve
-
2-Bakara 7
lehum : onlarındır, onlar için vardır
-
2-Bakara 8
ve min en nâsi : ve insanlardan bir kısmı
-
2-Bakara 8
men : kimse, kişi
-
2-Bakara 8
yekûlu : der, söyler
-
2-Bakara 8
âmennâ : biz îmân ettik
-
2-Bakara 8
ve : ve
-
2-Bakara 8
bi el yevmi el âhıri : sonraki güne, ölümden evvel ruhun Allah'a ulaşacağı güne
-
2-Bakara 8
ve mâ : ve değil
-
2-Bakara 8
bi mu'minîne : mü'minler, mü'min olanlar
-
2-Bakara 9
allâhe : Allah
-
2-Bakara 9
yuhâdiûne : aldatırlar
-
2-Bakara 9
ve : ve
-
2-Bakara 9
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 9
âmenû : îmân ettiler
-
2-Bakara 9
ve : ve
-
2-Bakara 9
mâ yahdeûne : aldatmıyorlar
-
2-Bakara 9
enfuse-hum : kendileri
-
2-Bakara 9
ve : ve
-
2-Bakara 9
mâ yeş'urûne : farkında olmazlar, farkına varmazlar
-
2-Bakara 10
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 10
zâde : artırdı
-
2-Bakara 10
ve : ve
-
2-Bakara 10
lehum : onlar için vardır, onlara vardır
-
2-Bakara 10
elîmun : elîm, acıklı
-
2-Bakara 10
yekzibûne : yalanlıyorlar
-
2-Bakara 11
ve izâ : ve o zaman, olunca
-
2-Bakara 11
kîle lehum : onlara ..... denildi
-
2-Bakara 11
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 11
innemâ : ancak, sadece
-
2-Bakara 11
muslihûne : ıslâh ediciler, ıslâh edenler
-
2-Bakara 12
e lâ : değil mi, (öyle) değil mi
-
2-Bakara 12
inne-hum : muhakkak ki onlar, gerçekten onlar
-
2-Bakara 12
el mufsidûne : fesat çıkaranlar
-
2-Bakara 12
ve : ve
-
2-Bakara 12
lâ yeş'urûne : (şuurunda) bilincinde olmazlar,
-
2-Bakara 13
ve : ve
-
2-Bakara 13
kîle : denildi
-
2-Bakara 13
lehum : onlara
-
2-Bakara 13
kemâ : gibi
-
2-Bakara 13
âmene : îmân etti, âmenû oldu
-
2-Bakara 13
en nâsu : insanlar
-
2-Bakara 13
e nu'minu : biz îmân mı edelim, âmenû mu olalım
-
2-Bakara 13
kemâ : gibi
-
2-Bakara 13
âmene : îmân etti, âmenû oldu
-
2-Bakara 13
es sufehâu : sefihler, akılsızlar
-
2-Bakara 13
e lâ : (öyle) değil mi
-
2-Bakara 13
inne-hum : hiç şüphesiz onlar, muhakkak ki onlar
-
2-Bakara 13
es sufehâu : sefihler, akılsızlar
-
2-Bakara 13
ve : ve
-
2-Bakara 13
lâ ya'lemûne : bilmiyorlar, bilmezler
-
2-Bakara 14
ve izâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 14
lekû : karşılaştılar, buluştular
-
2-Bakara 14
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 14
âmenû : îmân ettiler, âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
-
2-Bakara 14
âmennâ : biz inandık, îmân ettik, âmenû olduk
-
2-Bakara 14
ve izâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 14
halev : yalnız kaldılar, başbaşa kaldılar
-
2-Bakara 14
ilâ şeyâtîni-him : kendi şeytanlarıyla
-
2-Bakara 14
mea-kum : sizinle beraber
-
2-Bakara 14
innemâ : sadece, ancak
-
2-Bakara 14
mustehziûne : alay edenler, alay eden kimseler
-
2-Bakara 15
yestehziu : alay eder
-
2-Bakara 15
ve : ve
-
2-Bakara 15
yemuddu-hum : onlara mühlet verir
-
2-Bakara 15
ya'mehûne : bocalarlar, şaşkın kalırlar
-
2-Bakara 16
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 16
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 16
işterevû : satın aldılar
-
2-Bakara 16
ed dalâlete : dalâlet
-
2-Bakara 16
el hudâ : hidayet
-
2-Bakara 16
fe : fakat, o taktirde, o zaman
-
2-Bakara 16
ticâretu-hum : onların ticareti
-
2-Bakara 16
ve : ve
-
2-Bakara 16
muhtedîne : hidayette olanlar, hidayete erenler
-
2-Bakara 17
meselu-hum : onların misali, onların durumu
-
2-Bakara 17
ke : gibi
-
2-Bakara 17
meseli : misal, durum
-
2-Bakara 17
ellezi : ki o
-
2-Bakara 17
istevkade : ateş yaktı, tutuşturdu
-
2-Bakara 17
nâren : ateş
-
2-Bakara 17
fe : böylece
-
2-Bakara 17
lemmâ : olduğu zaman
-
2-Bakara 17
edâet : aydınlattı
-
2-Bakara 17
havle-hu : onun etrafı, çevresi
-
2-Bakara 17
zehebe : giderdi
-
2-Bakara 17
ve : ve
-
2-Bakara 17
tereke-hum : ve onları terketti, bıraktı
-
2-Bakara 17
lâ yubsirûne : onlar görmüyorlar, görmezler,
-
2-Bakara 18
fe hum : artık onlar
-
2-Bakara 18
lâ yerciûne : (onlar) dönmezler, dönemezler
-
2-Bakara 19
ev : veya
-
2-Bakara 19
ke sayyibin : yağmur gibi
-
2-Bakara 19
min es semâi : semadan, gökyüzünden
-
2-Bakara 19
ve ra'dun : ve gök gürlemesi, gök gürültüsü
-
2-Bakara 19
ve berkun : ve şimşek
-
2-Bakara 19
yec'alûne : kılarlar, yaparlar
-
2-Bakara 19
esâbia-hum : onların parmakları, parmakları
-
2-Bakara 19
min es savâiki : yıldırımlardan
-
2-Bakara 19
el mevt (mevti) : ölüm
-
2-Bakara 19
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 19
bi el kâfirîne : kâfirleri
-
2-Bakara 20
yekâdu : neredeyse (olacak)
-
2-Bakara 20
el berku : şimşek
-
2-Bakara 20
ebsâre-hum : onların gözleri
-
2-Bakara 20
kullemâ : her zaman, her defa
-
2-Bakara 20
edâe : aydınlattı
-
2-Bakara 20
lehum : onlar, onları
-
2-Bakara 20
meşev : yürüdüler
-
2-Bakara 20
ve izâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 20
azleme : karanlık çöktü
-
2-Bakara 20
aleyhim : onların üzerine
-
2-Bakara 20
ve : ve
-
2-Bakara 20
lev : eğer, ise
-
2-Bakara 20
şâe : diledi
-
2-Bakara 20
le zehebe : elbette giderdi
-
2-Bakara 20
bi sem'i-him : onların işitmesi
-
2-Bakara 20
ve ebsâri-him : ve onların görmesi
-
2-Bakara 20
inne : hiç şüphesiz, muhakkak
-
2-Bakara 20
allâhe : Allah
-
2-Bakara 20
kulli şey'in : herşey
-
2-Bakara 21
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 21
en nâsu : insanlar
-
2-Bakara 21
rabbe-kum : (sizin) Rabbiniz
-
2-Bakara 21
ellezî : o ki, ki o
-
2-Bakara 21
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 21
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 21
tettekûne : takva sahibi olursunuz
-
2-Bakara 22
ellezî : o ki, ki o
-
2-Bakara 22
ceale : kıldı, yaptı
-
2-Bakara 22
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 22
el arda : arz, yeryüzü
-
2-Bakara 22
firâşen : döşek, yatak
-
2-Bakara 22
ves semâe (ve es semâe) : ve sema, gökyüzü
-
2-Bakara 22
binâen : bina olarak (kubbe şeklinde)
-
2-Bakara 22
ve enzele : ve indirdi
-
2-Bakara 22
es semâi : sema, gökyüzü
-
2-Bakara 22
mâen : su
-
2-Bakara 22
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 22
ahrece : çıkardı
-
2-Bakara 22
es semarâti : ürünler, meyveler, mahsuller
-
2-Bakara 22
lekum : sizin için
-
2-Bakara 22
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 22
lâ tec'alû : kılmayın, yapmayın
-
2-Bakara 22
endâden : eşler, benzerler
-
2-Bakara 22
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 22
tâ'lemune : (siz) biliyorsunuz
-
2-Bakara 23
ve in kuntum : ve eğer siz iseniz
-
2-Bakara 23
fî reybin : şüphe içinde
-
2-Bakara 23
nezzelnâ : biz indirdik
-
2-Bakara 23
fe'tû (fe u'tû) : o zaman, öyleyse getirin
-
2-Bakara 23
bi sûretin : bir sureyi
-
2-Bakara 23
ved'û (ve ud'û) : ve davet edin, çağırın
-
2-Bakara 23
şuhedâe-kum : sizin şahitleriniz
-
2-Bakara 23
sâdıkîne : sadıklar, doğru söyleyenler
-
2-Bakara 24
fe : o zaman, öyleyse, fakat
-
2-Bakara 24
in lem tef'alû : eğer yapamazsanız
-
2-Bakara 24
ve len tef'alû : ve asla yapamayacaksınız, yapamazsınız
-
2-Bakara 24
fettekû (fe ittekû) : o zaman, öyleyse sakının
-
2-Bakara 24
en nâre : ateş
-
2-Bakara 24
elletî : ki o
-
2-Bakara 24
en nâsu : insanlar
-
2-Bakara 24
vel hicâratu (ve el hicâratu) : ve taşlar
-
2-Bakara 24
uiddet : hazırlandı
-
2-Bakara 24
lil kâfirîne (li el kâfirîne) : kâfirler için, kâfirlere
-
2-Bakara 25
ve beşşir : ve müjdele
-
2-Bakara 25
ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler, îmân edenler
-
2-Bakara 25
ve amilû : ve yaptılar
-
2-Bakara 25
es sâlihâti : salih ameller, nefsi tezkiye edici
-
2-Bakara 25
enne : olduğunu
-
2-Bakara 25
lehum cennâtin : onlar için cennetler vardır
-
2-Bakara 25
tecrî : akar
-
2-Bakara 25
enhâru : nehirler
-
2-Bakara 25
kullemâ : her seferinde, her defasında
-
2-Bakara 25
min semeretin : ürünlerden, mahsullerden, meyvelerden
-
2-Bakara 25
hâzellezî (hâzâ ellezî) : bu ki (o şey)
-
2-Bakara 25
ve utû : ve verildi
-
2-Bakara 25
bi-hi muteşâbihan : ona benziyen, ona benzer
-
2-Bakara 25
ve lehum : ve onlar için (vardır)
-
2-Bakara 25
fî-hâ ezvâcun : orada eşler
-
2-Bakara 25
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 25
fî-hâ hâlidûne : orada devamlı kalacak olanlar
-
2-Bakara 26
inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 26
allâhe : Allah
-
2-Bakara 26
lâ yestahyî : çekinmez
-
2-Bakara 26
en yadribe meselen : darbı mesel, misal, örnek vermek
-
2-Bakara 26
beûdaten : sivrisinek
-
2-Bakara 26
fe : fakat, hatta
-
2-Bakara 26
fevka-hâ : onun üstünde
-
2-Bakara 26
fe emmâ : fakat, ama, ise
-
2-Bakara 26
ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
2-Bakara 26
fe : artık, bundan sonra, böylece
-
2-Bakara 26
ya'lemûne : bilirler
-
2-Bakara 26
enne-hû : onun olduğu
-
2-Bakara 26
el hakk : hak
-
2-Bakara 26
ve emmâ : ve fakat, ama
-
2-Bakara 26
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 26
keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
-
2-Bakara 26
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 26
yekûlûne : derler
-
2-Bakara 26
erâde : diledi
-
2-Bakara 26
meselen : misal, örnek
-
2-Bakara 26
bi-hi kesîran : onunla çoğunu
-
2-Bakara 26
ve yehdî : ve hidayete erdirir
-
2-Bakara 26
bi-hi kesîran : onunla çoğunu
-
2-Bakara 26
ve mâ yudıllu : ve dalâlette bırakmaz
-
2-Bakara 26
el fâsıkîne : fasıklar, fıska düşenler
-
2-Bakara 27
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 27
yenkudûne : nakzederler, bozarlar
-
2-Bakara 27
ve yaktaûne : ve keserler
-
2-Bakara 27
emera : emretti
-
2-Bakara 27
en yûsale : ulaştırmak
-
2-Bakara 27
ve yufsidûne : ve fesat çıkarırlar
-
2-Bakara 27
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 27
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 27
el hâsirûne : kendilerine yazık edenler, hüsranda olanlar (kazandıkları pozitif dereceler,
-
2-Bakara 28
keyfe : nasıl
-
2-Bakara 28
tekfurûne : inkâr ediyorsunuz
-
2-Bakara 28
ve kuntum : ve siz idiniz, oldunuz
-
2-Bakara 28
emvâten : ölüler
-
2-Bakara 28
fe : sonra
-
2-Bakara 28
summe : sonra
-
2-Bakara 28
summe : sonra
-
2-Bakara 28
summe : sonra
-
2-Bakara 28
ileyhi : ona
-
2-Bakara 28
turceûne : döndürüleceksiniz
-
2-Bakara 29
huvellezî (huve ellezî) : o ki
-
2-Bakara 29
lekum : sizin için
-
2-Bakara 29
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 29
cemîan : hepsi
-
2-Bakara 29
summe : sonra
-
2-Bakara 29
estevâ : yöneldi, istiva etti
-
2-Bakara 29
es semâi : sema, gökyüzü
-
2-Bakara 29
fe : böylece, sonra
-
2-Bakara 29
sevvâhunne : onları dizayn etti, düzenledi
-
2-Bakara 29
seb'a : yedi
-
2-Bakara 29
semâvâtin : semalar, gökler (gök katları)
-
2-Bakara 29
ve huve : ve o
-
2-Bakara 29
bi kulli şey'in : herşeyi
-
2-Bakara 30
ve iz kâle : ve demişti
-
2-Bakara 30
rabbu-ke : senin Rabbin
-
2-Bakara 30
li el melâiketi : meleklere
-
2-Bakara 30
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 30
halîfeten : halife
-
2-Bakara 30
e tec'alu : kılacak mısın, yapacak mısın
-
2-Bakara 30
men : kimse, kişi (birisi)
-
2-Bakara 30
ve yesfiku : ve (kan) akıtır, (kan) döker
-
2-Bakara 30
ed dimâe : kan
-
2-Bakara 30
ve nahnu : ve biz
-
2-Bakara 30
nusebbihu : tesbih ediyoruz, yüceltiyoruz,
-
2-Bakara 30
bi hamdi-ke : seni hamd ile, hamdinle
-
2-Bakara 30
ve nukaddisu : ve takdis ediyoruz, mukaddes
-
2-Bakara 30
leke : seni
-
2-Bakara 30
kâle : dedi
-
2-Bakara 30
innî a'lemu : muhakkak ki ben bilirim
-
2-Bakara 30
mâ lâ tâ'lemûne : sizin bilmediğiniz şeyleri
-
2-Bakara 31
ve : ve
-
2-Bakara 31
alleme : öğretti
-
2-Bakara 31
âdeme : Âdem
-
2-Bakara 31
el esmâe : isimler
-
2-Bakara 31
kulle-hâ : onun hepsi
-
2-Bakara 31
summe : sonra
-
2-Bakara 31
el melâiketi : melekler
-
2-Bakara 31
fe : o zaman, öyleyse, haydi
-
2-Bakara 31
kâle : dedi
-
2-Bakara 31
enbiû-nî : bana haber verin
-
2-Bakara 31
bi esmâe : isimleri ile, isimleri
-
2-Bakara 31
sadikîne : sadıklar, doğru söyleyenler
-
2-Bakara 32
subhâne-ke : sen sübhansın, seni tenzih ederiz
-
2-Bakara 32
ilme : ilim, bilgi
-
2-Bakara 32
lenâ : bizim
-
2-Bakara 32
allemte-nâ : sen bize öğrettin
-
2-Bakara 32
inne-ke : muhakkak ki sen
-
2-Bakara 32
ente : sen
-
2-Bakara 32
el alîmu : en iyi bilen
-
2-Bakara 32
el hakîmu : hüküm ve hikmet sahibi
-
2-Bakara 33
kâle : dedi
-
2-Bakara 33
yâ âdemu : ey Âdem
-
2-Bakara 33
enbi'-hum : onlara haber ver, bildir
-
2-Bakara 33
bi esmâi-him : O'nun (Allah'ın) isimleri
-
2-Bakara 33
fe lemmâ : olunca, olduğu zaman
-
2-Bakara 33
enbee-hum : onlara haber verdi, bildirdi
-
2-Bakara 33
bi esmâi-him : O'nun (Allah'ın) isimleri
-
2-Bakara 33
kâle : dedi
-
2-Bakara 33
e lem : olmaz mı, olmadı mı
-
2-Bakara 33
ekul : ben derim, söylerim
-
2-Bakara 33
lekum : sizin, size
-
2-Bakara 33
in-nî a'lemu : muhakkak ki ben bilirim
-
2-Bakara 33
gaybe : gayb, bilinmeyen
-
2-Bakara 33
es semâvâti : semalar, gökler
-
2-Bakara 33
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
2-Bakara 33
ve a'lemu : ve ben bilirim
-
2-Bakara 33
tubdûne : açıklıyorsunuz
-
2-Bakara 33
ve mâ : ve şeyi, şeyleri
-
2-Bakara 33
tektumûne : gizliyorsunuz
-
2-Bakara 34
ve iz : ve o zaman, olduğu zaman
-
2-Bakara 34
li el melâiketi : meleklere
-
2-Bakara 34
li âdeme : Âdem'e
-
2-Bakara 34
fe : o zaman, hemen
-
2-Bakara 34
secedû : secde ettiler
-
2-Bakara 34
iblîse : iblis (ümitsizliğe düşen, Allah'ın rah-
-
2-Bakara 34
ebâ : çekindi, kaçındı, direndi
-
2-Bakara 34
ve istekbere : ve kibirlendi, büyüklendi
-
2-Bakara 34
ve kâne : ve oldu
-
2-Bakara 34
min el kâfirîne : kâfirlerden
-
2-Bakara 35
ve kulnâ : ve biz dedik
-
2-Bakara 35
âdemu : Âdem
-
2-Bakara 35
ente : sen
-
2-Bakara 35
ve zevcu-ke : ve senin eşin
-
2-Bakara 35
el cennete : cennet
-
2-Bakara 35
ve kulâ : ve ikiniz yeyin
-
2-Bakara 35
ragaden : bol bol
-
2-Bakara 35
ve lâ takrabâ : ve yaklaşmayın (ikiniz)
-
2-Bakara 35
eş şecerete : ağaç
-
2-Bakara 35
fe : o zaman, o taktirde, aksi halde, yoksa
-
2-Bakara 35
tekûnâ : siz (ikiniz) olursunuz
-
2-Bakara 35
min ez zâlimîne : zalimlerden
-
2-Bakara 36
fe : o zaman, fakat
-
2-Bakara 36
ezelle-humâ : onları (o ikisini) kaydırdı (ayağını
-
2-Bakara 36
eş şeytânu : şeytan
-
2-Bakara 36
fe : artık, böylece
-
2-Bakara 36
ahrece-humâ : onları (ikisini) çıkardı
-
2-Bakara 36
ve : ve
-
2-Bakara 36
ve lekum : ve sizin için
-
2-Bakara 36
el ardı : arz, yeryüzü
-
2-Bakara 36
mustekarrun : kararlaştırılmışolan, karar kılma,
-
2-Bakara 36
ve metâun : ve meta, geçinme, maişetini temin etme,
-
2-Bakara 37
fe : o zaman, sonra
-
2-Bakara 37
telekkâ : telâkki etti, aldı, öğrendi
-
2-Bakara 37
âdemu : Âdem
-
2-Bakara 37
kelimâtin : kelimeler
-
2-Bakara 37
fe tâbe aleyhi : böylece onun tövbesini kabul etti
-
2-Bakara 37
inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
-
2-Bakara 37
huve : o
-
2-Bakara 37
et tevvâbu : tövbeleri kabul eden
-
2-Bakara 37
er rahîmu : Rahim esmasıyla tecelli eden
-
2-Bakara 38
cemîan : topluca, hepiniz
-
2-Bakara 38
fe : o zaman
-
2-Bakara 38
ye'tiye-enne-kum : size mutlaka gelecek
-
2-Bakara 38
huden : hidayet (Allah'a ulaşma)
-
2-Bakara 38
fe men : o zaman kim
-
2-Bakara 38
tebia : tâbî oldu
-
2-Bakara 38
hudâye : hidayetim
-
2-Bakara 38
fe lâ havfun : artık korku yoktur
-
2-Bakara 38
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 38
ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar
-
2-Bakara 39
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 39
keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
-
2-Bakara 39
ve kezzebû : ve yalanladılar
-
2-Bakara 39
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 39
en nârı : ateş
-
2-Bakara 39
hâlidûne : ebedî, sonsuz, devamlı kalacak olanlar
-
2-Bakara 40
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
2-Bakara 40
ni'metiye : ni'metimi
-
2-Bakara 40
elletî : ki o
-
2-Bakara 40
en'amtu : ben ni'metlendirdim
-
2-Bakara 40
aleykum : size, sizi
-
2-Bakara 40
ve evfû : ve vefa edin, ifa edin, hakkıyla yerine getirin
-
2-Bakara 40
ve : ve
-
2-Bakara 40
iyyâ-ye : yalnız benden, sadece benden
-
2-Bakara 40
fe : o zaman, böylece, artık
-
2-Bakara 40
erhebûne : korkun
-
2-Bakara 41
ve âminû : ve Allah'a ulaşmayı dileyin, îmân edin
-
2-Bakara 41
enzeltu : ben indirdim
-
2-Bakara 41
mea-kum : sizinle beraber, sizin yanınızda olan
-
2-Bakara 41
ve lâ tekûnû : ve olmayın
-
2-Bakara 41
evvele : evvel, ilk
-
2-Bakara 41
ve lâ teşterû : ve satmayın
-
2-Bakara 41
semenen : bedel, ücret
-
2-Bakara 41
kalîlen : az
-
2-Bakara 41
ve iyyâ-ye : ve yalnız ben
-
2-Bakara 41
fe : artık, o halde
-
2-Bakara 41
ittekû-ni : bana karşı takva sahibi olun
-
2-Bakara 42
ve lâ telbisû : ve karıştırmayın, gizleyip örtmeyin
-
2-Bakara 42
el hakka : hakk, gerçek
-
2-Bakara 42
bi el bâtılı : bâtıl ile 4 - ve tektumû
-
2-Bakara 42
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 42
ta'lemûne : biliyorsunuz
-
2-Bakara 43
ve ekîmû : ve ikame edin, gereği üzere yerine getirin
-
2-Bakara 43
es salâte : namaz
-
2-Bakara 43
ve âtû : ve verin
-
2-Bakara 43
ez zekâte : zekât
-
2-Bakara 43
ve erkeû : ve rükû edin
-
2-Bakara 43
mea : beraber
-
2-Bakara 43
er râkiîne : rukû edenler
-
2-Bakara 44
e : mi
-
2-Bakara 44
te'murûne : emrediyorsunuz
-
2-Bakara 44
en nâse : insanlar
-
2-Bakara 44
bi el birri : birr'i, ebrar olmayı, maddî-manevî
-
2-Bakara 44
ve tensevne : ve unutuyorsunuz
-
2-Bakara 44
enfuse-kum : kendi nefsleriniz, kendiniz
-
2-Bakara 44
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 44
tetlûne : okuyorsunuz
-
2-Bakara 44
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 44
e fe lâ ta'kılûne : o halde, hâlâ akıl etmiyor musunuz
-
2-Bakara 45
ve isteînû : ve istiane (Allah'tan özel yardım,
-
2-Bakara 45
bi es sabri : sabırla
-
2-Bakara 45
ve es sâlâti : ve namaz
-
2-Bakara 45
ve inne-hâ : hiç şüphesiz o, muhakkak ki o
-
2-Bakara 45
le : mutlaka, elbette, muhakkak
-
2-Bakara 45
kebîretun : büyük, zor, ağır
-
2-Bakara 45
alâ el hâşiîne : huşû sahiplerine
-
2-Bakara 46
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 46
yezunnûne : bilirler, yakîn derecesinde inanırlar
-
2-Bakara 46
enne-hum : onların ..... olduğunu
-
2-Bakara 46
ve enne-hum : ve onların ..... olduğunu
-
2-Bakara 46
ileyhi râciûne : ona dönecek olanlar
-
2-Bakara 47
yâ benî isrâîle : ey İsrailoğulları
-
2-Bakara 47
ni'metiye : ni'metimi
-
2-Bakara 47
elletî : ki o (nu)
-
2-Bakara 47
en'amtu : ben ni'metlendirdim
-
2-Bakara 47
aleykum : sizi, size
-
2-Bakara 47
ve en-nî : ve benim olduğum(u)
-
2-Bakara 47
alâ el âlemîne : âlemlere
-
2-Bakara 48
ve ittekû : ve sakının, çekinin
-
2-Bakara 48
yevmen : gün
-
2-Bakara 48
lâ teczî : karşılığı ödenmez
-
2-Bakara 48
nefsun : bir nefs, bir kimse
-
2-Bakara 48
an nefsin : nefsten, bir kimseden
-
2-Bakara 48
şey'en : bir şey
-
2-Bakara 48
ve lâ yukbelu : ve kabul olunmaz
-
2-Bakara 48
şefâatun : şefaat, yardım
-
2-Bakara 48
ve lâ yu'hazu : ve alınmaz
-
2-Bakara 48
ve lâ hum yunsarûne : ve onlara yardım olunmaz
-
2-Bakara 49
ve iz : ve olduğu zaman, olmuştu
-
2-Bakara 49
necceynâ-kum : sizi biz kurtardık
-
2-Bakara 49
min âli fir'avne : firavun ailesinden
-
2-Bakara 49
yesûmûne-kum : size tattırıyorlar, yapıyorlar
-
2-Bakara 49
sûe : kötü
-
2-Bakara 49
el azâbi : azap
-
2-Bakara 49
yuzebbihûne : boğazlıyorlar, öldürüyorlar
-
2-Bakara 49
ebnâe-kum : sizin oğullarınız
-
2-Bakara 49
ve yestahyûne : ve sağ bırakıyorlar
-
2-Bakara 49
nisâe-kum : sizin kadınlarınız
-
2-Bakara 49
ve fî zâlikum : ve bunda vardır
-
2-Bakara 49
belâun : belâ, imtihan
-
2-Bakara 50
ve iz : ve olduğu zaman, olmuştu
-
2-Bakara 50
el bahre : deniz
-
2-Bakara 50
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 50
enceynâ-kum : biz sizi kurtardık
-
2-Bakara 50
ve agraknâ : ve biz boğduk
-
2-Bakara 50
âle fir'avne : firavun ailesi
-
2-Bakara 50
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 50
tenzurûne : bakıyorsunuz, görüyorsunuz
-
2-Bakara 51
ve iz : ve o zaman
-
2-Bakara 51
erbaîne : kırk
-
2-Bakara 51
leyleten : gece
-
2-Bakara 51
summe : sonra
-
2-Bakara 51
ittehaztum(u) : siz edindiniz
-
2-Bakara 51
el icle : buzağı
-
2-Bakara 51
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 51
zâlimûne : zalimler, haksızlık edenler
-
2-Bakara 52
summe : sonra
-
2-Bakara 52
afevnâ : biz affettik
-
2-Bakara 52
zâlike : bu
-
2-Bakara 52
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 52
teşkurûne : şükredersiniz
-
2-Bakara 53
ve iz âteynâ : ve biz vermiştik
-
2-Bakara 53
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 53
ve : ve
-
2-Bakara 53
el furkâne : furkan, hakkı bâtıldan ayırma, idrak
-
2-Bakara 53
lealle-kum : umulur ki siz böylece diye
-
2-Bakara 53
tehtedûne : hidayete erersiniz
-
2-Bakara 54
ve iz kâle : ve demişti
-
2-Bakara 54
inne-kum : hiç şüphesiz siz, muhakkak ki siz
-
2-Bakara 54
zalemtum : zulmettiniz
-
2-Bakara 54
enfuse-kum : nefsleriniz, kendiniz
-
2-Bakara 54
el icle : buzağı
-
2-Bakara 54
fe tûbû : artık, hemen tövbe edin
-
2-Bakara 54
fe uktulû : o zaman, o halde, artık öldürün
-
2-Bakara 54
enfuse-kum : kendi nefsleriniz, kendi kendiniz, birbiriniz
-
2-Bakara 54
lekum : sizin için,
-
2-Bakara 54
inde : yanında, katında
-
2-Bakara 54
fe : böylece
-
2-Bakara 54
tâbe aleykum : sizin tövbenizi kabul etti
-
2-Bakara 54
inne-hu : muhakkak ki o, hiç şüphesiz o
-
2-Bakara 54
huve : o
-
2-Bakara 54
et tevvâbu : tövbeleri kabul eden
-
2-Bakara 54
er rahîmu : rahîm olan, rahmet nuru gönderen,
-
2-Bakara 55
ve iz : ve olmuştu, olduğu zaman
-
2-Bakara 55
len nu'mine : biz asla inanmayız
-
2-Bakara 55
leke : sana
-
2-Bakara 55
nerâ : biz görürüz
-
2-Bakara 55
allâhe : Allah
-
2-Bakara 55
cehreten : açıkça
-
2-Bakara 55
fe : o zaman, bunun üzerine
-
2-Bakara 55
ehazet-kum(u) : sizi aldı, yakaladı
-
2-Bakara 55
es sâikatu : yıldırım
-
2-Bakara 55
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 55
tenzurûne : bakıyorsunuz, görüyorsunuz
-
2-Bakara 56
summe : sonra
-
2-Bakara 56
beasnâ-kum : sizi dirilttik
-
2-Bakara 56
mevti-kum : sizin ölümünüz
-
2-Bakara 56
lealle-kum : umulur ki böylece siz, belki siz
-
2-Bakara 56
teşkurûne : şükredersiniz
-
2-Bakara 57
ve : ve
-
2-Bakara 57
zallelnâ : gölgeledik, gölge yaptık
-
2-Bakara 57
aleykum : sizin üzerinize
-
2-Bakara 57
el gamâme : bulut
-
2-Bakara 57
ve : ve
-
2-Bakara 57
enzel-nâ : biz indirdik
-
2-Bakara 57
aleykum : sizin üzerinize
-
2-Bakara 57
el menne : kudret helvası
-
2-Bakara 57
ve : ve
-
2-Bakara 57
es selvâ : bıldırcın
-
2-Bakara 57
ve : ve
-
2-Bakara 57
mâ zalemû-nâ : bize zulmetmediler
-
2-Bakara 57
ve : ve
-
2-Bakara 57
enfuse-hum : kendi nefsleri, kendileri
-
2-Bakara 57
yazlimûne : zulmediyorlar
-
2-Bakara 58
ve : ve
-
2-Bakara 58
el karyete : karye (kasabadan küçük yerleşim birimi)
-
2-Bakara 58
fe : artık, böylece
-
2-Bakara 58
ragaden : bol bol
-
2-Bakara 58
ve : ve
-
2-Bakara 58
el bâbe : kapı
-
2-Bakara 58
succeden : secde ederek
-
2-Bakara 58
ve : ve
-
2-Bakara 58
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 58
ve : ve
-
2-Bakara 58
se-nezîdu : artıracağız
-
2-Bakara 58
el muhsinîne : muhsinler, ahsen olanlar (fizik vücudunu teslim edenler)
-
2-Bakara 59
fe : o zaman, fakat, sonra
-
2-Bakara 59
beddele : değiştirdi
-
2-Bakara 59
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 59
zalemû : zulmettiler
-
2-Bakara 59
kavlen : söz
-
2-Bakara 59
gayre : başka
-
2-Bakara 59
ellezî : ki o
-
2-Bakara 59
kîle : söylendi
-
2-Bakara 59
lehum : onlara
-
2-Bakara 59
fe : o zaman, bunun üzerine
-
2-Bakara 59
enzelnâ : biz indirdik
-
2-Bakara 59
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 59
zalemû : zulmettiler
-
2-Bakara 59
riczen : korkunç azap, habis azap (taun
-
2-Bakara 59
es semâi : sema, gök
-
2-Bakara 59
yefsukûne : fıska düşüyorlar, îmândan sonra küfre düşüyorlar
-
2-Bakara 60
ve iz : ve olmuştu, olduğu zaman
-
2-Bakara 60
isteskâ : suya kavuşmayı istedi
-
2-Bakara 60
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 60
bi asâ-ke : senin asan ile
-
2-Bakara 60
el hacere : taş, kaya
-
2-Bakara 60
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 60
infeceret : fışkırdı
-
2-Bakara 60
isnetâ aşrete : 12
-
2-Bakara 60
aynen : göz, pınar, kaynak
-
2-Bakara 60
alîme : bildi
-
2-Bakara 60
meşrebe-hum : onların içeceği yer, kendi içecekleri yer
-
2-Bakara 60
ve işrebû : ve için, içiniz
-
2-Bakara 60
ve lâ ta'sev : ve haddi aşmayın, azmayın, asi
-
2-Bakara 60
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 60
mufsidîne : fesat çıkaranlar (fesat çıkarıcı kimseler)
-
2-Bakara 61
ve iz : ve olmuştu, olduğu zaman
-
2-Bakara 61
len nasbirâ : sabredemeyiz
-
2-Bakara 61
fe ud'u : öyleyse, artık dua et
-
2-Bakara 61
lenâ : bizim için, bize
-
2-Bakara 61
rabbe-ke : senin Rabbin
-
2-Bakara 61
lenâ : bizim için, bize
-
2-Bakara 61
el ardu : arz, yeryüzü, toprak
-
2-Bakara 61
ve kıssâi-hâ : ve onun salataları
-
2-Bakara 61
ve fûmi-hâ : ve onun sarımsağı
-
2-Bakara 61
ve adesi-hâ : ve onun mercimeği
-
2-Bakara 61
ve basali-hâ : ve onun soğanı
-
2-Bakara 61
kâle : dedi
-
2-Bakara 61
e testebdilûne : değiştiriyor musunuz
-
2-Bakara 61
ellezî : o ki, ki o
-
2-Bakara 61
huve : o
-
2-Bakara 61
ednâ : daha düşük, daha değersiz
-
2-Bakara 61
billezî (bi ellezî) : onunla ki
-
2-Bakara 61
huve hayrun : o hayırlı, o daha hayırlı
-
2-Bakara 61
fe : o zaman, böylece, öyle ise
-
2-Bakara 61
inne lekum : muhakkak ki sizin için, size
-
2-Bakara 61
seeltum : siz istediniz
-
2-Bakara 61
ve duribet : ve vuruldu (damga)
-
2-Bakara 61
aleyhim : onların üzerine
-
2-Bakara 61
ez zilletu : zillet, hakirlik, alçaklık ve aşağılık
-
2-Bakara 61
ve el meskenetu : ve düşkünlük, fakirlik, sefalet
-
2-Bakara 61
ve bâu : ve uğradılar
-
2-Bakara 61
zâlike : işte bu
-
2-Bakara 61
enne-hum : onların olduğu
-
2-Bakara 61
yekfurûne : inkâr ediyorlar
-
2-Bakara 61
ve yaktulûne : ve öldürüyorlar
-
2-Bakara 61
en nebiyyîne : peygamberler
-
2-Bakara 61
el hakkı : hak
-
2-Bakara 61
zâlike bi mâ : işte bu şey sebebiyle, dolayısıyla
-
2-Bakara 61
ve kânû : ve oldular
-
2-Bakara 61
ya'tedûne : haddi aşıyorlar
-
2-Bakara 62
inne ellezîne : muhakkak ki, hiç şüphesiz onlar
-
2-Bakara 62
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler)
-
2-Bakara 62
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 62
ve en nasârâ : ve hristiyanlar
-
2-Bakara 62
ve es sâbiîne : ve meleklere veya yıldızlara tapanlar
-
2-Bakara 62
men : kim, kimse(ler)
-
2-Bakara 62
âmene : âmenû oldu (Allah'a ulaşmayı diledi), îmân etti, inandı
-
2-Bakara 62
ve el yevmi el âhiri : ve son gün, ve sonraki gün, ruhun Allah'a ulaşma günü
-
2-Bakara 62
ve amile sâlihan : ve salih amel, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amel yaptı
-
2-Bakara 62
fe : artık, böylece
-
2-Bakara 62
lehum : onlar için, onların
-
2-Bakara 62
ecru-hum : ecirleri, mükâfatları
-
2-Bakara 62
inde : yanında, katında
-
2-Bakara 62
ve lâ havfun : ve korku yoktur
-
2-Bakara 62
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 62
ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar
-
2-Bakara 63
ve iz : ve olmuştu, olduğu zaman
-
2-Bakara 63
ehaznâ : almıştık
-
2-Bakara 63
ve refa'-nâ : ve biz yükselttik, kaldırdık
-
2-Bakara 63
fevka-kum : sizin üstünüze
-
2-Bakara 63
et tûra : Tur
-
2-Bakara 63
mâ ateynâ-kum : size verdiğimiz şeyler
-
2-Bakara 63
bi kuvvetin : kuvvetle
-
2-Bakara 63
ve uzkurû : ve hatırlayın
-
2-Bakara 63
lealle-kum : umulur ki siz, böylece siz
-
2-Bakara 63
tettekûne : takva sahibi olursunuz
-
2-Bakara 64
summe : sonra
-
2-Bakara 64
tevelleytum : siz döndünüz
-
2-Bakara 64
ba'di zâlike : bundan sonra
-
2-Bakara 64
fe : işte, artık, böylece
-
2-Bakara 64
lev lâ : eğer olmasaydı
-
2-Bakara 64
aleykum : size, sizin üzerinize
-
2-Bakara 64
ve : ve
-
2-Bakara 64
rahmetu-hu : onun rahmeti
-
2-Bakara 64
le : elbette
-
2-Bakara 64
el hâsirîne : hüsrana düşenler, hüsranda olanlar
-
2-Bakara 65
ve lekad : ve andolsun
-
2-Bakara 65
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 65
i'tedev : hakka tecavüz ettiler, haddi aştılar
-
2-Bakara 65
fî es sebti : cumartesi gününde
-
2-Bakara 65
fe : artık, böylece, bunun üzerine
-
2-Bakara 65
lehum : onlara
-
2-Bakara 65
kıradeten : maymun
-
2-Bakara 65
hasiîne : zelil, hakir, kovulmuş olanlar
-
2-Bakara 66
fe : artık, böylece
-
2-Bakara 66
cealnâ-hâ : biz onu kıldık
-
2-Bakara 66
nekâlen : nakledilecek olay, ibret
-
2-Bakara 66
beyne : arasında
-
2-Bakara 66
yedey-hâ (beyne yedeyha) : onun elleri (onun önündeki)
-
2-Bakara 66
ve mâ : ve şey(ler), kimseler
-
2-Bakara 66
halfe-hâ : onun arkasında
-
2-Bakara 66
ve mev'ızaten : ve vaaz, öğüt, nasihat
-
2-Bakara 66
li el muttakîne : takva sahipleri için
-
2-Bakara 67
ve : ve
-
2-Bakara 67
kâle : dedi
-
2-Bakara 67
inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 67
allâhe : Allah
-
2-Bakara 67
ye'muru-kum : size emrediyor
-
2-Bakara 67
en tezbehû : kesmenizi
-
2-Bakara 67
bakaraten : bir inek
-
2-Bakara 67
e : mi
-
2-Bakara 67
tettehızu-nâ : bizi ediniyorsun
-
2-Bakara 67
huzuven : alay konusu
-
2-Bakara 67
kâle : dedi
-
2-Bakara 67
eûzu : ben sığınırım
-
2-Bakara 67
en ekûne : olmak (benim olmam)
-
2-Bakara 67
el câhilîne : cahiller
-
2-Bakara 68
lenâ : bize, bizim için
-
2-Bakara 68
rabbe-ke : senin Rabbin
-
2-Bakara 68
yubeyyin : açıklasın
-
2-Bakara 68
lenâ : bize
-
2-Bakara 68
hiye : o
-
2-Bakara 68
kâle : dedi
-
2-Bakara 68
inne-hu : muhakkak ki o, şüphesiz o
-
2-Bakara 68
yekûlu : diyor, söylüyor
-
2-Bakara 68
inne-hâ : muhakkak ki o
-
2-Bakara 68
ve : ve
-
2-Bakara 68
beyne zâlike : bu (ikisi) arasında
-
2-Bakara 68
fe : artık, böylece
-
2-Bakara 68
tu'merûne : emrolundunuz
-
2-Bakara 69
lenâ rabbe-ke : bizim için Rabbine
-
2-Bakara 69
yubeyyin : açıklasın
-
2-Bakara 69
lenâ : bize
-
2-Bakara 69
levnu-hâ : onun rengi
-
2-Bakara 69
kâle : dedi
-
2-Bakara 69
inne-hu : muhakkak ki o, şüphesiz o
-
2-Bakara 69
yekûlu : diyor, söylüyor
-
2-Bakara 69
inne-hâ : muhakkak ki o, şüphesiz o
-
2-Bakara 69
levnu-hâ : onun rengi
-
2-Bakara 69
tesurru : sürur, ferahlık, huzur verir (hoşa gider)
-
2-Bakara 69
en nâzirîne : nazar edenler, görenler, bakanlar
-
2-Bakara 70
lenâ rabbe-ke : bizim için Rabbine
-
2-Bakara 70
yubeyyin : açıklasın
-
2-Bakara 70
lenâ : bize
-
2-Bakara 70
hiye inne : muhakkak ki bu
-
2-Bakara 70
el bakara : inek
-
2-Bakara 70
teşâbehe : teşbih edildi, benzetmesi yapıldı (belli oldu)
-
2-Bakara 70
aleynâ : bize
-
2-Bakara 70
ve in-nâ : ve muhakkak biz, hiç şüphesiz biz
-
2-Bakara 70
in şâe allâhu : Allah dilerse
-
2-Bakara 70
le muhtedûne : elbette hidayete erenler, ulaşanlar
-
2-Bakara 71
kâle : dedi
-
2-Bakara 71
inne-hu : muhakkak ki o, hiç şüphesiz o
-
2-Bakara 71
yekûlu innehâ : diyor
-
2-Bakara 71
lâ zelûlun : zelil değil, boyunduruk altına
-
2-Bakara 71
el arda : arazi, yer, toprak
-
2-Bakara 71
ve lâ teskî : ve sulamaz
-
2-Bakara 71
el harse : ekin (tarla)
-
2-Bakara 71
musellemetun : salınmış, serbest bırakılmış
-
2-Bakara 71
lâ şiyete : leke yoktur
-
2-Bakara 71
el'âne : şimdi
-
2-Bakara 71
ci'te : geldin
-
2-Bakara 71
bi el hakkı : hak ile, gerçekle
-
2-Bakara 71
fe : böylece, bunun üzerine
-
2-Bakara 71
zebehû-hâ : onu boğazladılar, kestiler
-
2-Bakara 71
ve mâ kâdû yef'alûne : ve neredeyse yapmayacaklardı
-
2-Bakara 72
ve iz kateltum : ve öldürmüştünüz
-
2-Bakara 72
nefsen : bir nefs, bir kişi
-
2-Bakara 72
feddâre'tum (fe eddâre'tum) : sonra da başınızdan savdınız,
-
2-Bakara 72
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 72
mâ kuntum tektumûne : sizin gizlemiş olduğunuz şeyi
-
2-Bakara 73
fe kulnâ : o zaman biz dedik
-
2-Bakara 73
kezâlike : işte böylece, bunun gibi
-
2-Bakara 73
el mevtâ : ölü
-
2-Bakara 73
ve yurî-kum : ve size gösterir
-
2-Bakara 73
leallekum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 73
ta'kılûne : akıl edersiniz
-
2-Bakara 74
summe : sonra
-
2-Bakara 74
kaset : kasiyet bağladı, katılaştı
-
2-Bakara 74
zâlike : işte bu
-
2-Bakara 74
fe : artık, öyle ki
-
2-Bakara 74
hiye : o
-
2-Bakara 74
ke : gibi
-
2-Bakara 74
el hıcâreti : taşlar
-
2-Bakara 74
ev : veya
-
2-Bakara 74
eşeddu : daha şiddetli
-
2-Bakara 74
kasveten : kasvetli, katılaşmış
-
2-Bakara 74
ve inne : ve hiç şüphesiz, muhakkak
-
2-Bakara 74
min el hıcâreti : taşlardan
-
2-Bakara 74
lemâ : olduğu zaman, öyle ki, fakat (hatta)
-
2-Bakara 74
yetefecceru : çıkar, fışkırır (kaynar)
-
2-Bakara 74
el enhâru : nehirler, ırmaklar
-
2-Bakara 74
ve inne min-hâ : ve muhakkak ondan
-
2-Bakara 74
lemâ : olduğu zaman, öyle ki, fakat (hatta)
-
2-Bakara 74
yeşşakkaku : yarılır
-
2-Bakara 74
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 74
el mâu : su
-
2-Bakara 74
ve inne min-hâ : ve muhakkak ondan
-
2-Bakara 74
lemâ : olduğu zaman, öyle ki, fakat (hatta)
-
2-Bakara 74
yehbitu : düşer (aşağı yuvarlanır)
-
2-Bakara 74
min haşyete : haşyet duygusundan, korkusundan
-
2-Bakara 74
ve mâ allâhu : ve Allah değildir
-
2-Bakara 74
ta'melûne : yaptıklarınız şeylerden
-
2-Bakara 75
e fe tatmeûne : umuyor musunuz
-
2-Bakara 75
en yu'minû : inanmaları
-
2-Bakara 75
lekum : size
-
2-Bakara 75
ve kad kâne : ve olmuştu
-
2-Bakara 75
ferîkun : bir fırka, bir grup
-
2-Bakara 75
yesmeûne : işitirler
-
2-Bakara 75
kelâm : kelâm, söz
-
2-Bakara 75
summe : sonra
-
2-Bakara 75
yuharrifûne-hu : onu tahrif ederler, değiştirirler
-
2-Bakara 75
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 75
ya'lemûne : biliyorlar
-
2-Bakara 76
ve izâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 76
lekû : mülâki oldular, karşılaştılar
-
2-Bakara 76
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 76
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
-
2-Bakara 76
âmennâ : biz âmenû olduk, îmân ettik
-
2-Bakara 76
ve izâ halâ : ve yalnız kaldıkları zaman
-
2-Bakara 76
e tuhaddisûne-hum : onlara anlatıyor musunuz, haber mi
-
2-Bakara 76
feteha : açtı
-
2-Bakara 76
aleykum : size
-
2-Bakara 76
inde rabbi-kum : Rabbinizin katında
-
2-Bakara 76
e fe lâ ta'kılûne : hâlâ akıl etmiyor musunuz
-
2-Bakara 77
e ve lâ ya'lemûne : ve bilmiyorlar mı
-
2-Bakara 77
enne : olduğunu
-
2-Bakara 77
allâhe : Allah
-
2-Bakara 77
ya'lemu : bilir
-
2-Bakara 77
mâ yusirrûne : sır olan, saklanan şeyler
-
2-Bakara 77
ve mâ yu'linûne : ve alenî olan, açıklanan şeyler
-
2-Bakara 78
ve min-hum : ve onlardan (onların bir kısmı)
-
2-Bakara 78
ummiyyûne : ümmîler, okuma yazma bilmeyenler
-
2-Bakara 78
lâ ya'lemûne : bilmezler
-
2-Bakara 78
el kitâbe : kitabı
-
2-Bakara 78
emâniyye : emaniyye, kişilerin kendilerinin yazdığı kitaplar, zan, temenni
-
2-Bakara 78
ve in hum illâ : ve onlar sadece
-
2-Bakara 78
yezunnûne : zannederler
-
2-Bakara 79
fe : artık
-
2-Bakara 79
veylun : yazıklar olsun, vay haline
-
2-Bakara 79
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere, onlara
-
2-Bakara 79
yektubûne : yazarlar
-
2-Bakara 79
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 79
bi eydî-him : elleriyle
-
2-Bakara 79
summe : sonra
-
2-Bakara 79
yekûlûne : derler
-
2-Bakara 79
min indillâhi (inde allâhi) : Allah'ın katından
-
2-Bakara 79
li yeşterû : satmak için
-
2-Bakara 79
semenen : bedel, ücret
-
2-Bakara 79
kalîlen : az
-
2-Bakara 79
fe : artık
-
2-Bakara 79
veylun : yazıklar olsun, vay haline
-
2-Bakara 79
lehum : onlara
-
2-Bakara 79
ketebet : yazdı
-
2-Bakara 79
eydî-him : onların elleri, kendi elleri
-
2-Bakara 79
ve veylun : ve yazıklar olsun, vay haline
-
2-Bakara 79
lehum : onlara
-
2-Bakara 79
yeksibûne : iktisap ediyorlar, kazanıyorlar
-
2-Bakara 80
ve kâlû : ve dediler
-
2-Bakara 80
len temesse-nâ : bize dokunmaz
-
2-Bakara 80
en nâru : ateş
-
2-Bakara 80
eyyâmen : günler
-
2-Bakara 80
ma'dûdete : ma'dûd, adetli, sayılı
-
2-Bakara 80
ettehaztum (e ittehaztum) : siz edindiniz mi
-
2-Bakara 80
inde allâhi : Allah'ın katı
-
2-Bakara 80
ahden : bir ahd, kesin söz
-
2-Bakara 80
fe : o zaman
-
2-Bakara 80
len yuhlife : asla değiştirilmez
-
2-Bakara 80
ahde-hû : onun ahdi, ahdini
-
2-Bakara 80
em : veya, yoksa
-
2-Bakara 80
tekûlûne : söylüyorsunuz
-
2-Bakara 80
mâ lâ ta'lemûne : bilmediğiniz bir şey
-
2-Bakara 81
belâ : bilâkis, hayır, öyle değil
-
2-Bakara 81
men : kimse
-
2-Bakara 81
kesebe : kazandı
-
2-Bakara 81
seyyieten : günah
-
2-Bakara 81
ve ehâtat : ve kuşattı
-
2-Bakara 81
hatîetu-hu : onun hataları
-
2-Bakara 81
fe : artık
-
2-Bakara 81
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 81
ashâbu en nâri : ateş halkı
-
2-Bakara 81
fî-hâ hâlidûne : orada devamlı kalacak olanlardır
-
2-Bakara 82
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 82
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
-
2-Bakara 82
ve amilû es sâlihâti : ve ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) yaptılar
-
2-Bakara 82
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 82
ashâbu el cenneti : cennet halkı
-
2-Bakara 82
hâlidûne : devamlı kalacak olanlardır
-
2-Bakara 83
ve iz ehaznâ : ve biz almıştık
-
2-Bakara 83
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
2-Bakara 83
lâ ta'budûne : kul olmayın
-
2-Bakara 83
illâ allâhe : Allah'tan başka
-
2-Bakara 83
ve bi el vâlideyni : ve ana-babaya
-
2-Bakara 83
ihsânen : ihsanda bulunmak, iyi davranmak
-
2-Bakara 83
ve zî : ve sahip
-
2-Bakara 83
el kurbâ : yakınlar, akrabalar, hısımlar
-
2-Bakara 83
ve el yetâmâ : ve yetimler
-
2-Bakara 83
ve el mesâkîni : ve miskinler, çalışamaz durumdaki ihtiyarlar
-
2-Bakara 83
ve kûlû : ve söyleyin, deyin
-
2-Bakara 83
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
2-Bakara 83
husnen : güzel, iyi
-
2-Bakara 83
ve ekîmû es salâte : ve namazı ikame edin, gereği üzere kılın
-
2-Bakara 83
ve âtû ez zekâte : ve zekât verin
-
2-Bakara 83
summe : sonra
-
2-Bakara 83
tevelleytum : siz yüz çevirdiniz
-
2-Bakara 83
kalîlen : az
-
2-Bakara 83
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 83
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
2-Bakara 84
ve iz : ve olmuştu
-
2-Bakara 84
ehaznâ : aldık
-
2-Bakara 84
lâ tesfikûne : dökmeyin
-
2-Bakara 84
dimâe-kum : kanlarınız
-
2-Bakara 84
ve lâ tuhricûne : ve çıkarmayın
-
2-Bakara 84
enfuse-kum : birbirinizi
-
2-Bakara 84
summe : sonra
-
2-Bakara 84
ekrartum : siz kabul ettiniz
-
2-Bakara 84
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 84
teşhedûne : şahit olursunuz, şahadet edersiniz
-
2-Bakara 85
summe entum : sonra siz
-
2-Bakara 85
taktulûne : öldürüyorsunuz
-
2-Bakara 85
enfuse-kum : kendileriniz, sizin nefsleriniz, birbiriniz
-
2-Bakara 85
ve tuhricûne : ve çıkarıyorsunuz
-
2-Bakara 85
ferîkan min-kum : sizden bir grup
-
2-Bakara 85
tezâharûne : yardımlaşıyorsunuz
-
2-Bakara 85
aleyhim : onlara karşı
-
2-Bakara 85
bi el ismi : günah ile, günahta
-
2-Bakara 85
ve el udvâni : ve düşmanlık
-
2-Bakara 85
ve in ye'tû-kum : ve eğer size gelirse
-
2-Bakara 85
ve huve : ve o
-
2-Bakara 85
muharremun : haram kılınan, haram olan
-
2-Bakara 85
aleykum : size
-
2-Bakara 85
e fe tu'minûne : o halde îmân mı ediyorsunuz
-
2-Bakara 85
el kitâbi : kitap
-
2-Bakara 85
ve tekfurûne : ve inkâr ediyorsunuz
-
2-Bakara 85
fe mâ cezâu : artık cezası değil
-
2-Bakara 85
men : kişi, kimse
-
2-Bakara 85
yef'alu : yapar
-
2-Bakara 85
zâlike min-kum : işte sizden
-
2-Bakara 85
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
2-Bakara 85
ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
-
2-Bakara 85
yureddûne : reddedilirler, iade edilirler, döndürülürler
-
2-Bakara 85
ilâ eşeddi : en şiddetlisine
-
2-Bakara 85
el azâbi : azap
-
2-Bakara 85
ve mâ : ve değildir
-
2-Bakara 85
ta'melûne : siz yaparsınız, yapıyorsunuz
-
2-Bakara 86
ulâike ellezîne : işte o kimseler, onlar
-
2-Bakara 86
eşteravu : satın aldılar
-
2-Bakara 86
el hayâte ed dunyâ : dünya hayatı
-
2-Bakara 86
bi el âhireti : ahiret ile
-
2-Bakara 86
fe : o zaman
-
2-Bakara 86
lâ yuhaffefu : hafifletilmez
-
2-Bakara 86
el azâbu : azap
-
2-Bakara 86
ve lâ hum yunsarûne : ve onlar yardım olunmazlar
-
2-Bakara 87
ve lekad : ve andolsun
-
2-Bakara 87
âteynâ : biz verdik
-
2-Bakara 87
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 87
ve kaffeynâ : ve arkasından gönderdik, ardarda, ara vermeden
-
2-Bakara 87
bi er rusuli : resûlleri
-
2-Bakara 87
ve âteynâ : ve biz verdik
-
2-Bakara 87
îsâ ibne meryeme : Meryem oğlu İsa
-
2-Bakara 87
el beyyinâti : beyyineler, açık kanıtlar
-
2-Bakara 87
ve eyyednâ-hu : ve biz onu destekledik
-
2-Bakara 87
bi rûhi el kudusi : Ruh'ûl Kudüs ile
-
2-Bakara 87
e fe : öyle mi, öyle ki
-
2-Bakara 87
kullemâ : her sefer, her defa
-
2-Bakara 87
câe-kum : size geldi
-
2-Bakara 87
resûlun : resûl, elçi
-
2-Bakara 87
lâ tehvâ : hoşlanmadınız
-
2-Bakara 87
enfusu-kum : nefsleriniz
-
2-Bakara 87
istekbertum : kibirlendiniz
-
2-Bakara 87
fe ferîkan : böylece bir grup, bir kısmı
-
2-Bakara 87
kezzebtum : yalanladınız
-
2-Bakara 87
ve ferikan : ve bir grup, bazıları
-
2-Bakara 87
taktulûne : öldürüyorsunuz
-
2-Bakara 88
ve kâlû : ve dediler
-
2-Bakara 88
bel : hayır, bilâkis
-
2-Bakara 88
leane-hum allâhu : Allah onları lânetledi
-
2-Bakara 88
fe : o zaman, bu yüzden
-
2-Bakara 88
kalîlen mâ : ne kadar az, pek az
-
2-Bakara 88
yu'minûne : îmân ediyorlar
-
2-Bakara 89
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 89
câe-hum : onlara geldi
-
2-Bakara 89
min indillâhi (inde allâhi) : Allah'ın katından
-
2-Bakara 89
mea-hum : onların yanında
-
2-Bakara 89
ve kânû : ve oldular, idiler
-
2-Bakara 89
yesteftihûne : fetih ve zafer isterler
-
2-Bakara 89
alellezîne (alâ ellezîne) : onlara karşı
-
2-Bakara 89
keferû : kâfirler
-
2-Bakara 89
fe : sonra da, buna rağmen
-
2-Bakara 89
lemmâ : olduğu zaman
-
2-Bakara 89
câe-hum : onlara geldi
-
2-Bakara 89
keferû : inkâr ettiler
-
2-Bakara 89
fe : böylece, bu sebeple, bu yüzden
-
2-Bakara 89
la'netullâhi (la'netu allâhi) : Allah'ın lâneti
-
2-Bakara 89
el kâfirîne : kâfirler
-
2-Bakara 90
bi'se mâ : ne kötü şey
-
2-Bakara 90
işterav : sattılar, satın aldılar
-
2-Bakara 90
enfuse-hum : onların nefsleri, kendileri
-
2-Bakara 90
en yekfurû : inkâr etmeleri
-
2-Bakara 90
bimâ enzele allâhu : Allah'ın indirdiği şeyle
-
2-Bakara 90
bagyen : haset ederek, azgınlık ederek
-
2-Bakara 90
en yunezzile : indirilmesi
-
2-Bakara 90
alâ men yeşâu : dilediği kimseye
-
2-Bakara 90
fe bâû : böylece uğradılar
-
2-Bakara 90
ve li el kâfirîne : ve kâfirlere
-
2-Bakara 91
ve izâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 91
kîle lehum : onlara denildi
-
2-Bakara 91
enzele allâhu : Allah indirdi
-
2-Bakara 91
unzile aleynâ : bize indirildi
-
2-Bakara 91
ve yekfurûne : ve inkâr ediyorlar
-
2-Bakara 91
bi mâ verâe-hu : onun arkasındaki şeyi
-
2-Bakara 91
ve huve el hakku : ve o hak, gerçek
-
2-Bakara 91
mea-hum : onların yanında
-
2-Bakara 91
fe lime : o zaman niçin
-
2-Bakara 91
taktulûne : öldürüyorsunuz
-
2-Bakara 91
enbiyâe : nebîler, peygamberler
-
2-Bakara 91
in kuntum mu'minîne : eğer mü'minler iseniz
-
2-Bakara 92
ve lekad : ve andolsun
-
2-Bakara 92
câe-kum : size geldi
-
2-Bakara 92
bi el beyyinâti : beyyinelerle, açık delillerle
-
2-Bakara 92
summe ittehaztum : sonra siz edindiniz
-
2-Bakara 92
el icle : buzağı
-
2-Bakara 92
ve entum zâlimûne : ve siz zalimlersiniz
-
2-Bakara 93
ve iz ehaznâ : ve biz almıştık
-
2-Bakara 93
ve refa'nâ : ve yükselttik, kaldırdık
-
2-Bakara 93
fevka-kum : sizin üstünüz
-
2-Bakara 93
et tûra : Tur Dağı
-
2-Bakara 93
mâ âteynâ-kum : size verdiğimiz şey
-
2-Bakara 93
bi kuvvetin : kuvvetle
-
2-Bakara 93
ve ismeû : ve işitin, dinleyin
-
2-Bakara 93
semi'nâ : işittik
-
2-Bakara 93
ve aseynâ : ve biz asi olduk, isyan ettik
-
2-Bakara 93
ve uşribû : ve içirildiler, içlerine sindirildi, yerleştirildi
-
2-Bakara 93
el icle : buzağı
-
2-Bakara 93
bi'se mâ : ne kötü şey
-
2-Bakara 93
ye'muru-kum : size emrediyor
-
2-Bakara 93
in kuntum mu'minîne : eğer mü'minler iseniz
-
2-Bakara 94
in kânet : eğer ise
-
2-Bakara 94
lekum : sizin için, sizin
-
2-Bakara 94
ed dâru el âhiretu : ahiret yurdu
-
2-Bakara 94
indallâhi (inde allâhi) : Allah'ın katı
-
2-Bakara 94
hâlisaten : halis, özel
-
2-Bakara 94
min dûni en nâsi : diğer insanlardan başka
-
2-Bakara 94
fe temennevû : o zaman temenni edin
-
2-Bakara 94
el mevte : ölüm
-
2-Bakara 94
sâdikîne : sadıklar, doğru söyleyenler
-
2-Bakara 95
ve len : ve asla
-
2-Bakara 95
yetemennev-hu : onu temenni etmezler
-
2-Bakara 95
ebeden : sonsuza kadar, ebediyyen
-
2-Bakara 95
kaddemet : takdim etti
-
2-Bakara 95
eydî-him : onların elleri, elleri
-
2-Bakara 95
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 95
bi ez zâlimîne : zalimleri
-
2-Bakara 96
ve le tecidenne-hum : ve mutlaka onları bulursun
-
2-Bakara 96
en nâsi : insanlar
-
2-Bakara 96
ve min ellezîne : ve o kimselerden, onlardan
-
2-Bakara 96
eşrakû : Allah'a ortak koştular, şirk koştular 7 - yeveddu
-
2-Bakara 96
ehadu-hum : onların herbiri
-
2-Bakara 96
lev yuammeru : şâyet ömürlendirilse
-
2-Bakara 96
elfe senetin : bin sene
-
2-Bakara 96
ve mâ huve : ve o değildir
-
2-Bakara 96
min el azâbi : azaptan
-
2-Bakara 96
en yuammere : ömürlendirilmek, ömürlendirilmesi
-
2-Bakara 96
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 96
ya'melûne : yapıyorlar
-
2-Bakara 97
men : kim
-
2-Bakara 97
kâne : oldu
-
2-Bakara 97
aduvven : düşman
-
2-Bakara 97
li cibrîle : Cebrail'e
-
2-Bakara 97
fe : artık
-
2-Bakara 97
inne-hu : muhakkak ki o
-
2-Bakara 97
nezzele-hu : onu indirdi
-
2-Bakara 97
kalbi-ke : senin kalbin
-
2-Bakara 97
beyne yedey-hi : onun elleri arasında, onun önünde
-
2-Bakara 97
ve huden : ve hidayet edici, hidayet eden
-
2-Bakara 97
ve buşrâ : ve müjde
-
2-Bakara 97
li el mu'minîne : mü'minler için, mü'minlere
-
2-Bakara 98
men : kimse, kim
-
2-Bakara 98
kâne : oldu, idi
-
2-Bakara 98
aduvven : düşman
-
2-Bakara 98
ve melâiketi-hi : ve onun melekleri
-
2-Bakara 98
ve rusuli-hi : ve onun resûlleri
-
2-Bakara 98
ve cibrîle : ve Cebrail
-
2-Bakara 98
ve mîkâle : ve Mikail
-
2-Bakara 98
fe innallâhe (inne allâhe) : o zaman hiç şüphesiz Allah
-
2-Bakara 98
li el kâfirîne : kâfirler için, kâfirlere
-
2-Bakara 99
ve lekad : ve andolsun
-
2-Bakara 99
enzelnâ : biz indirdik
-
2-Bakara 99
ileyke : sana
-
2-Bakara 99
beyyinâtin : beyan edilenler, beyyineler, deliller
-
2-Bakara 99
ve mâ yekfuru : ve inkâr etmezler
-
2-Bakara 99
el fâsikûne : fasıklar, îmân ettikten sonra küfre (fıska) düşenler
-
2-Bakara 100
e : mı
-
2-Bakara 100
ve kullemâ : ve her defa, her sefer, her zaman
-
2-Bakara 100
âhedû : ahid yaptılar, anlaştılar
-
2-Bakara 100
ahden : ahd, antlaşma
-
2-Bakara 100
nebeze-hu : onu attı, bozdu
-
2-Bakara 100
ferîkun : fırka, kısım, zümre 7 - min-hum
-
2-Bakara 100
bel : hayır aksine, evet aksine, öyle değil
-
2-Bakara 100
ekseru-hum : onların çoğu
-
2-Bakara 100
lâ yu'minûne : mü'min olmazlar, îmân etmezler
-
2-Bakara 101
ve lemmâ : ve olduğu zaman
-
2-Bakara 101
câe-hum : onlara geldi
-
2-Bakara 101
resûlun : bir resûl
-
2-Bakara 101
mea-hum : onlarla beraber, onların yanında
-
2-Bakara 101
nebeze : attı
-
2-Bakara 101
ferîkun : bir fırka, bir zümre, bir kısım
-
2-Bakara 101
min ellezîne : o kimselerden, onlardan
-
2-Bakara 101
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 101
kitâbe allâhi : Allah'ın
-
2-Bakara 101
verâe : arka
-
2-Bakara 101
ke : gibi, sanki
-
2-Bakara 101
enne-hum : onların olduğu
-
2-Bakara 101
lâ ya'lemûne : bilmiyorlar
-
2-Bakara 102
ve ittebeû : ve tâbi oldular, uydular
-
2-Bakara 102
mâ tetlû : okunan şey
-
2-Bakara 102
eş şeyâtînu : şeytanlar
-
2-Bakara 102
suleymâne : Süleyman
-
2-Bakara 102
ve mâ kefere : ve inkâr etmedi, örtmedi, kâfir olmadı
-
2-Bakara 102
suleymânu : Süleyman
-
2-Bakara 102
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 102
eş şeyâtîne : şeytanlar
-
2-Bakara 102
keferû : inkâr ettiler, örttüler, kâfir oldular
-
2-Bakara 102
yuallimûne : öğretiyorlar
-
2-Bakara 102
en nâse : insanlar
-
2-Bakara 102
es sihrâ : sihir, büyü
-
2-Bakara 102
ve mâ unzile : ve indirilen şey
-
2-Bakara 102
alâ el melekeyni : iki meleğe
-
2-Bakara 102
bi bâbile : Babil'de, Babil
-
2-Bakara 102
hârûte ve mârûte : Harut ve Marut, iki meleğin isimleri
-
2-Bakara 102
ve mâ yuallimâni : ve o ikisi öğretmiyorlar
-
2-Bakara 102
min ehadin : bir kimse
-
2-Bakara 102
yekûlâ : (ikisi) söylüyorlar
-
2-Bakara 102
innemâ : ama, fakat, sadece
-
2-Bakara 102
fitnetun : bir fitne, bir imtihan
-
2-Bakara 102
fe : o zaman, öyleyse, o halde
-
2-Bakara 102
lâ tekfur : inkâr etmeyin, örtmeyin, kâfir olmayın
-
2-Bakara 102
fe : o zaman, bundan sonra, fakat
-
2-Bakara 102
yeteallemûne : öğreniyorlar
-
2-Bakara 102
yuferrikûne : ayırıyorlar, ayırırlar
-
2-Bakara 102
beyne : arası
-
2-Bakara 102
el mer'i : erkek
-
2-Bakara 102
ve zevci-hî : ve onun eşi
-
2-Bakara 102
ve mâ : ve değildir, olmadı
-
2-Bakara 102
bi dârrîne : zarar verici
-
2-Bakara 102
min ehadin : bir kimse
-
2-Bakara 102
ve yeteallemûne : ve öğreniyorlar
-
2-Bakara 102
ve lâ yenfeu-hum : ve onlara fayda veren şeyler
-
2-Bakara 102
ve lekad : ve andolsun ki
-
2-Bakara 102
le : elbette
-
2-Bakara 102
men işterâ-hu : onu satın alan kimseler
-
2-Bakara 102
mâ lehu : onun için yoktur
-
2-Bakara 102
fîl âhireti : ahirette
-
2-Bakara 102
ve le bi'se : ve elbette kötü
-
2-Bakara 102
mâ şerev : satın aldıkları şey
-
2-Bakara 102
enfuse-hum : onlar nefslerini, kendi kendilerini
-
2-Bakara 102
lev kânû : şâyet, keşke ..... olsalardı
-
2-Bakara 102
ya'lemûne : bilirler, biliyorlar
-
2-Bakara 103
ve lev : ve şâyet, eğer
-
2-Bakara 103
enne-hum : onların olması
-
2-Bakara 103
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
-
2-Bakara 103
ve ittekav : ve takva sahibi oldular
-
2-Bakara 103
le : mutlaka, elbette
-
2-Bakara 103
mesûbetun : sevap
-
2-Bakara 103
lev kânû : eğer olsalardı
-
2-Bakara 103
ya'lemûne : biliyorlar
-
2-Bakara 104
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 104
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 104
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
-
2-Bakara 104
lâ tekûlû : söylemeyin, demeyin
-
2-Bakara 104
ve kûlû : ve söyleyin, deyin
-
2-Bakara 104
ve ismeû : ve dinleyin
-
2-Bakara 104
ve li el kâfirîne : ve kâfirlere (vardır)
-
2-Bakara 104
elîmun : elîm, acıklı
-
2-Bakara 105
mâ yeveddu : sevmezler, istemezler
-
2-Bakara 105
ellezîne keferû : inkâr edenler
-
2-Bakara 105
min ehli el kitâbi : kitap ehlinden, kitap sahiplerinden
-
2-Bakara 105
ve lâ el muşrikîne : ve müşrikler değil, olmaz
-
2-Bakara 105
en yunezzele : indirilmek, indirilmesi
-
2-Bakara 105
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 105
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 105
bi rahmeti-hi : kendi rahmetini
-
2-Bakara 105
men yeşâu : dilediği kişi
-
2-Bakara 105
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 105
el fadli : fazl
-
2-Bakara 105
el azîmi : azîm, büyük
-
2-Bakara 106
nensah : kaldırırız
-
2-Bakara 106
min âyetin : bir âyet (âyetten)
-
2-Bakara 106
ev nunsi-hâ : veya onu unuttururuz
-
2-Bakara 106
ne'ti : getiririz
-
2-Bakara 106
ev misli-hâ : veya onun mislini
-
2-Bakara 106
e lem ta'lem : bilmiyor musun
-
2-Bakara 106
enne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 106
alâ kulli şey'in : herşeye
-
2-Bakara 107
e : mi
-
2-Bakara 107
lem ta'lem : bilmiyorsun
-
2-Bakara 107
enne : olduğunu
-
2-Bakara 107
allâhe : Allah
-
2-Bakara 107
lehu : ona ait, onun
-
2-Bakara 107
es semâvâti : semalar, gökler
-
2-Bakara 107
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
2-Bakara 107
ve mâ : ve yoktur, değildir
-
2-Bakara 107
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 107
min veliyyin : bir dost (dostlardan)
-
2-Bakara 107
ve lâ nasîrin : ve bir yardımcı yoktur
-
2-Bakara 108
em : veya, yoksa
-
2-Bakara 108
turîdûne : istiyorsunuz
-
2-Bakara 108
en tes'elû : sorguya çekmek, sual etmek
-
2-Bakara 108
resûle-kum : sizin resûlünüz
-
2-Bakara 108
kemâ : gibi
-
2-Bakara 108
suile : soruldu
-
2-Bakara 108
ve men : ve kim
-
2-Bakara 108
yetebeddeli : değiştirir
-
2-Bakara 108
el kufra : küfür
-
2-Bakara 108
bi el îmâni : îmân ile
-
2-Bakara 108
fe : artık, böylece, bu sebeple
-
2-Bakara 108
dalle : saptı
-
2-Bakara 108
sevâe : müsavi, eşit, düzgün, doğru
-
2-Bakara 108
es sebîli : yol
-
2-Bakara 109
vedde : sevdi, diledi, istedi, arzu etti 2 - kesîrun
-
2-Bakara 109
min ehli el kitâbi : kitap ehlinden, kitap sahiplerinden
-
2-Bakara 109
lev yeruddûne-kum : keşke sizi döndürseler, döndürebilseler
-
2-Bakara 109
haseden : haset, çekememezlik
-
2-Bakara 109
enfusi-him : onların nefsleri
-
2-Bakara 109
tebeyyene : beyan oldu, açıklandı
-
2-Bakara 109
lehum : onlar için, onlara
-
2-Bakara 109
el hakku : hak, gerçek
-
2-Bakara 109
fa'fû (fe a'fû) : o zaman affedin
-
2-Bakara 109
ve asfehû : ve hoşgörün
-
2-Bakara 109
hattâ ye'tiye : gelinceye kadar
-
2-Bakara 109
bi emri-hî : onun emri
-
2-Bakara 109
inne : muhakkak
-
2-Bakara 109
allâhe : Allah
-
2-Bakara 109
alâ kulli şey'in : herşeye
-
2-Bakara 110
ve ekîmu : ve gereği üzere yerine getirin, kılın
-
2-Bakara 110
es salâte : namaz
-
2-Bakara 110
ve âtû : ve verin
-
2-Bakara 110
ez zekâte : zekât
-
2-Bakara 110
ve mâ tukaddimû : ve takdim ettiğiniz, sunduğunuz şey
-
2-Bakara 110
li enfusi-kum : nefsleriniz için, kendiniz için
-
2-Bakara 110
tecidû-hu : onu bulursunuz
-
2-Bakara 110
inde allâhi : Allah'ın katı
-
2-Bakara 110
inne : muhakkak ki
-
2-Bakara 110
allâhe : Allah
-
2-Bakara 110
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
2-Bakara 111
ve kâlû : ve dediler
-
2-Bakara 111
len yedhule : asla giremez
-
2-Bakara 111
el cennete : cennet
-
2-Bakara 111
men : kimse, kişi
-
2-Bakara 111
kâne : oldu
-
2-Bakara 111
hûden : yahudi
-
2-Bakara 111
ev : veya
-
2-Bakara 111
tilke : bu
-
2-Bakara 111
emâniyyu-hum : onların emaniyyesi, zan ve kuruntusu
-
2-Bakara 111
burhâne-kum : sizin delilinizi, kanıtınızı
-
2-Bakara 111
sâdikîne : sadıklar, doğrular
-
2-Bakara 112
belâ : hayır, bilâkis, öyle değil
-
2-Bakara 112
men : kimse, kişi
-
2-Bakara 112
esleme : teslim etti
-
2-Bakara 112
veche-hu : vechini, fizik vücudunu
-
2-Bakara 112
ve huve : ve o
-
2-Bakara 112
fe : artık, o zaman
-
2-Bakara 112
lehu : onun
-
2-Bakara 112
ecru-hu : onun karşılığı, ecri, ücreti, mükâfatı
-
2-Bakara 112
inde rabbi-hi : onun Rabbi katında, yanında
-
2-Bakara 112
ve lâ havfun : ve korku yoktur
-
2-Bakara 112
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 112
ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar
-
2-Bakara 113
ve kâleti : ve dedi
-
2-Bakara 113
el yahûdu : yahudiler
-
2-Bakara 113
leyseti : değil
-
2-Bakara 113
en nasârâ : hristiyanlar
-
2-Bakara 113
şey'in : bir şey
-
2-Bakara 113
ve kâleti : ve dedi
-
2-Bakara 113
en nasârâ : hristiyanlar
-
2-Bakara 113
leyseti : değil
-
2-Bakara 113
el yahûdu : yahudiler
-
2-Bakara 113
şey'in : bir şey
-
2-Bakara 113
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 113
yetlûne : okuyorlar
-
2-Bakara 113
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 113
kezâlike : bunun gibi
-
2-Bakara 113
kâle : dedi
-
2-Bakara 113
ellezine : onlar
-
2-Bakara 113
lâ ya'lemûne : bilmiyorlar
-
2-Bakara 113
misle : benzer, gibi
-
2-Bakara 113
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 113
beyne-hum : onların araları
-
2-Bakara 113
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
2-Bakara 113
yahtelifûne : ihtilâf ediyorlar, ayrılığa düşüyorlar
-
2-Bakara 114
ve men : ve bir kimse, kişi
-
2-Bakara 114
azlemu : daha zalim
-
2-Bakara 114
mimmen (min men) : ondan
-
2-Bakara 114
menea : men etti, engelledi
-
2-Bakara 114
mesâcide : mescidler
-
2-Bakara 114
en yuzkere : zikredilmek
-
2-Bakara 114
ve seâ : ve gayret etti, çalıştı
-
2-Bakara 114
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 114
mâ kâne : olmadı
-
2-Bakara 114
lehum : onlar için
-
2-Bakara 114
en yedhulû-hâ : oraya girmeleri
-
2-Bakara 114
hâifîne : korkanlar, korku içinde olanlar
-
2-Bakara 114
lehum : onlar için vardır
-
2-Bakara 114
fî eddunyâ : dünyada
-
2-Bakara 114
ve lehum : ve onlar için vardır
-
2-Bakara 114
fî el âhireti : ahirette
-
2-Bakara 115
ve li allâhi : ve Allah içindir, Allah'ındır
-
2-Bakara 115
el meşriku : şark, doğu
-
2-Bakara 115
ve el magribu : ve garb, batı
-
2-Bakara 115
fe : artık
-
2-Bakara 115
eynemâ : hangi, herhangi, taraf
-
2-Bakara 115
tuvellû : dönersiniz
-
2-Bakara 115
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 115
semme : orada
-
2-Bakara 115
vechu allâhi : Allah'ın Zat'ı
-
2-Bakara 115
inne : muhakkak ki
-
2-Bakara 115
allâhe : Allah
-
2-Bakara 116
ve kâlû : ve dediler
-
2-Bakara 116
ittehaze : edindi
-
2-Bakara 116
veleden : çocuk
-
2-Bakara 116
subhâne-hu : o sübhandır, münezzehtir
-
2-Bakara 116
bel : hayır, bilâkis
-
2-Bakara 116
lehu : onun içindir, onundur
-
2-Bakara 116
mâ fî es semâvâti : semalardaki, göklerdeki şeyler
-
2-Bakara 116
ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yer
-
2-Bakara 116
lehu : ona
-
2-Bakara 116
kânitûne : kanitun olanlar, saygı ile huzurda
-
2-Bakara 117
bedîu : eşsiz, örneksiz herşeyin ilkini yaratan, yaratıcı
-
2-Bakara 117
es semâvâti : semalar, gökler
-
2-Bakara 117
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
2-Bakara 117
ve izâ : ve o zaman, olduğu zaman
-
2-Bakara 117
emren : emir, iş
-
2-Bakara 117
fe : o zaman
-
2-Bakara 117
innemâ : sadece
-
2-Bakara 117
yekûlu : söyler
-
2-Bakara 117
lehu : ona
-
2-Bakara 117
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 117
yekûnu : olur
-
2-Bakara 118
ve kâle : ve dedi
-
2-Bakara 118
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 118
lâ ya'lemûne : bilmiyorlar
-
2-Bakara 118
lev lâ : olsa, olmaz mıydı, olsaydı ya
-
2-Bakara 118
yukellimu-nâ : bizimle konuşur
-
2-Bakara 118
ev : veya
-
2-Bakara 118
te'tî-nâ : bize gelir
-
2-Bakara 118
âyetun : bir âyet, delil, mucize
-
2-Bakara 118
kezâlike : işte böyle, bunun gibi
-
2-Bakara 118
kâle : dedi
-
2-Bakara 118
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 118
misle : gibi, misal, örnek, benzer
-
2-Bakara 118
teşâbehet : benzedi
-
2-Bakara 118
beyyennâ : beyan ettik, biz açıkladık
-
2-Bakara 118
el âyâti : âyetler
-
2-Bakara 118
yûkınûne : kesin olarak görenler ve bilenler, yakîn hasıl edenler (kalp gözüyle Allah'ın gösterdiklerini görüp, kalp kulağıyla Allah'ın gösterdiği şeyler hakkında verdiği bilgiyi işiten ve idrak eden ve bu bilginin hangi Kur'ân-ı Kerim âyetlerine dayandığını Allah'tan öğrenerek, seviyelerine göre sırasıyla İlm'el yakîn, Ayn'el yakîn ve Hakk'ul yakîn sahibi olan kişiler)
-
2-Bakara 119
erselnâ-ke : seni gönderdik
-
2-Bakara 119
bi el hakkı : hak ile
-
2-Bakara 119
beşîren : müjdeleyici olarak
-
2-Bakara 119
ve nezîren : ve uyarıcı olarak
-
2-Bakara 119
ve lâ tus'elu : ve sana sorulmaz
-
2-Bakara 119
an ashâbi el cahîmi : cehennem ehlinden, cehennem halkından
-
2-Bakara 120
ve len terdâ : ve asla razı olmaz
-
2-Bakara 120
an-ke : senden
-
2-Bakara 120
el yahûdu : yahudi
-
2-Bakara 120
ve lâ en nasârâ : ve hristiyanlar da değil, olmazlar
-
2-Bakara 120
tettebia : sen tâbî olursun
-
2-Bakara 120
millete-hum : onların dîni
-
2-Bakara 120
inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 120
huve : o
-
2-Bakara 120
el hudâ : hidayettir
-
2-Bakara 120
ve le in : ve eğer gerçekten olursa
-
2-Bakara 120
itteba'te : sen tâbî oldun
-
2-Bakara 120
ehvâe-hum : onların nefslerinin istekleri, hevaları
-
2-Bakara 120
ba'de : sonra
-
2-Bakara 120
ellezî : ki o
-
2-Bakara 120
câe-ke : sana geldi
-
2-Bakara 120
min el ilmi : (ilimden) bir ilim
-
2-Bakara 120
mâ leke : senin için yoktur
-
2-Bakara 120
min veliyyin : (dostlardan) bir dost
-
2-Bakara 120
ve lâ nasîrin : ve yardımcı yoktur, olmaz
-
2-Bakara 121
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 121
âteynâ-hum : biz onlara verdik
-
2-Bakara 121
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 121
yetlûne-hu : onu tilâvet ederler, okuyup açıklarlar
-
2-Bakara 121
tilâveti-hî : onun tilâveti, okunup açıklanması
-
2-Bakara 121
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 121
yu'minûne : îmân ederler
-
2-Bakara 121
ve men yekfur : ve kim inkâr eder
-
2-Bakara 121
fe ulâike hum el hâsirûne : işte
-
2-Bakara 122
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
2-Bakara 122
ni'metiye : ni'metim
-
2-Bakara 122
en'amtu : ben ni'metlendirdim
-
2-Bakara 122
aleykum : sizi, size
-
2-Bakara 122
ve en-nî : ve muhakkak ki ben, şüphesiz ben
-
2-Bakara 122
alâ el âlemîne : âlemler üzerine
-
2-Bakara 123
ve ittekû : ve sakının
-
2-Bakara 123
yevmen : gün
-
2-Bakara 123
lâ teczî : ödenmeyecek, ödenmez
-
2-Bakara 123
nefsun an nefsin : bir kimseden bir kimseye
-
2-Bakara 123
şey'en : bir şey
-
2-Bakara 123
ve lâ yukbelu : ve kabul edilmeyecek, kabul edilmez
-
2-Bakara 123
ve lâ tenfeu-hâ : ve ona menfeat, fayda vermeyecek,
-
2-Bakara 123
şefâatun : şefaat, himaye, yardım
-
2-Bakara 123
ve lâ hum yunsarûne : ve onlar yardım olunmazlar
-
2-Bakara 124
ve iz ibtelâ : ve imtihan etmişti
-
2-Bakara 124
ibrâhîme : İbrâhîm
-
2-Bakara 124
bi kelimâtin : kelimeler ile
-
2-Bakara 124
fe : o zaman
-
2-Bakara 124
etemme-hunne : onları tamamladı
-
2-Bakara 124
kâle : dedi
-
2-Bakara 124
câilu-ke : (ben seni kılanım) ben seni kılacağım
-
2-Bakara 124
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
2-Bakara 124
imâmen : imam, önder
-
2-Bakara 124
kâle : dedi
-
2-Bakara 124
ve min zurriyyetî : ve benim zürriyetimden, soyumdan
-
2-Bakara 124
kâle : dedi
-
2-Bakara 124
lâ yenâlu : nail olmaz, ulaşamaz
-
2-Bakara 124
ez zâlimîne : zalimler
-
2-Bakara 125
ve iz : ve olmuştu
-
2-Bakara 125
ceal-nâ : biz kıldık
-
2-Bakara 125
el beyte : ev, yer
-
2-Bakara 125
mesâbeten : sevap yeri
-
2-Bakara 125
li en nâsi : insanlar için
-
2-Bakara 125
ve emnen : ve emniyetli
-
2-Bakara 125
ve ittehizû : ve edinin
-
2-Bakara 125
ibrâhîme : İbrâhîm
-
2-Bakara 125
musallen : namaz yeri
-
2-Bakara 125
ve ahidnâ : ve ahd ettik
-
2-Bakara 125
ilâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
-
2-Bakara 125
ve ismâîle : ve İsmail'e
-
2-Bakara 125
en tahhirâ : temizlemek
-
2-Bakara 125
beytiye : evim
-
2-Bakara 125
li et tâifîne : tavaf edenler için
-
2-Bakara 125
ve el âkifîne : ve devamlı ibadet edenler, itikâfta
-
2-Bakara 125
ve er rukkai : ve rükû edenler
-
2-Bakara 125
es sucûdi : secde edenler
-
2-Bakara 126
ve iz kâle : ve demişti
-
2-Bakara 126
beleden : belde
-
2-Bakara 126
âminen : emin, emniyetli
-
2-Bakara 126
verzuk (ve urzuk) : ve rızıklandır
-
2-Bakara 126
ehle-hu : onun halkı
-
2-Bakara 126
min es semerâti : meyvelerden
-
2-Bakara 126
men : kim
-
2-Bakara 126
âmene : îmân etti
-
2-Bakara 126
ve el yevmi el âhiri : ve sonraki gün, ahiret günü
-
2-Bakara 126
kâle : dedi
-
2-Bakara 126
ve men : ve kimse, kim
-
2-Bakara 126
kefere : örttü, inkâr etti
-
2-Bakara 126
fe : böylece, o taktirde
-
2-Bakara 126
umettiu-hu : onu metalandırırız, dünyalık veririz
-
2-Bakara 126
kalîlen : biraz, az
-
2-Bakara 126
summe : sonra
-
2-Bakara 126
ilâ azâbi en nâri : ateşin azabına
-
2-Bakara 126
ve bi'se : ve ne kötü
-
2-Bakara 126
el masîru : varış yeri
-
2-Bakara 127
ve iz : ve o zaman, olduğu zaman
-
2-Bakara 127
yerfeu : yükseltir
-
2-Bakara 127
el kavâide : temeller
-
2-Bakara 127
min el beyti : evden (evin)
-
2-Bakara 127
ve ismâîlu : ve İsmail
-
2-Bakara 127
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 127
tekabbel : kabul buyur
-
2-Bakara 127
inne-ke : muhakkak ki sen, şüphesiz sen
-
2-Bakara 127
ente : sen
-
2-Bakara 127
es semîu : hakkıyla işiten
-
2-Bakara 127
el alîmu : hakkıyla bilen
-
2-Bakara 128
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 128
ve ic'al-nâ : ve bizi kıl
-
2-Bakara 128
muslimeyni : teslim olan (iki kişi)
-
2-Bakara 128
leke : sana
-
2-Bakara 128
ve min zurriyyeti-nâ : ve bizim soyumuzdan
-
2-Bakara 128
ummeten : bir ümmet, bir topluluk
-
2-Bakara 128
muslimeten : teslim olan
-
2-Bakara 128
leke : sana
-
2-Bakara 128
ve eri-nâ : ve bize göster
-
2-Bakara 128
menâsike-nâ : menasiklerimizi, yapacaklarımızı, uymamız gereken kurallarımızı
-
2-Bakara 128
ve tub aleynâ : ve tövbemizi kabul buyur
-
2-Bakara 128
inne-ke : muhakkak ki sen, hiç şüphesiz sen
-
2-Bakara 128
ente : sen
-
2-Bakara 128
et tevvâbu : tövbeleri çok kabul eden
-
2-Bakara 128
er rahîmu : rahmet nuru gönderen,
-
2-Bakara 129
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 129
veb'as (ve ib'as) : ve beas et, hayata getir, görevlendir 3 - fî-him
-
2-Bakara 129
resûlen : bir resûl, elçi,
-
2-Bakara 129
yetlû aleyhim : onlara okur
-
2-Bakara 129
âyâti-ke : senin âyetlerin
-
2-Bakara 129
ve yuallimu-hum : ve onlara öğretir
-
2-Bakara 129
el kitâbe : kitabı
-
2-Bakara 129
ve el hikmete : ve hikmeti
-
2-Bakara 129
ve yuzekkî-him : ve onları tezkiye eder, nefslerini temiz- ler, tasfiye eder
-
2-Bakara 129
inne-ke : muhakkak ki sen
-
2-Bakara 129
ente : sen
-
2-Bakara 129
el azîzu : azîz, üstün
-
2-Bakara 129
el hakîmu : hakîm, hüküm ve hikmet sahibi
-
2-Bakara 130
ve men : ve kim
-
2-Bakara 130
yergabu : rağbet etmez, yüz çevirir, uzaklaşır
-
2-Bakara 130
an milleti ibrâhîme : İbrâhîm'in dîni
-
2-Bakara 130
men : kim
-
2-Bakara 130
sefihe : sefih oldu, akılsız oldu, cahillik etti
-
2-Bakara 130
nefse-hu : nefsini, kendini
-
2-Bakara 130
ve lekad : ve andolsun
-
2-Bakara 130
istafeynâ-hu : biz onu seçtik
-
2-Bakara 130
fî ed dunyâ : dünyada
-
2-Bakara 130
ve inne-hu : ve muhakkak ki o
-
2-Bakara 130
ve fî el âhireti : ve ahirette
-
2-Bakara 130
le : elbette, mutlaka, kesinlikle
-
2-Bakara 130
min es sâlihîne : salihlerden, salâha ulaşmışlardan
-
2-Bakara 131
iz kâle : dediği zaman, demişti
-
2-Bakara 131
lehu : ona
-
2-Bakara 131
eslim : teslim ol
-
2-Bakara 131
kâle : dedi
-
2-Bakara 131
eslemtu : ben teslim oldum
-
2-Bakara 131
li rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbine
-
2-Bakara 132
ve vassâ : ve vasiyet etti
-
2-Bakara 132
benî-hi : kendi oğullarına
-
2-Bakara 132
ve ya'kûbu : ve Yâkub
-
2-Bakara 132
yâ beniyye : ey oğullarım
-
2-Bakara 132
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 132
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 132
ed dîne : dîn
-
2-Bakara 132
fe : o halde, öyleyse, artık
-
2-Bakara 132
lâ temûtunne : ölmeyiniz
-
2-Bakara 132
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 132
muslimûne : teslim olanlar
-
2-Bakara 133
em : yoksa, veya
-
2-Bakara 133
şuhedâe : şahitler
-
2-Bakara 133
ya'kûbe : Yâkub
-
2-Bakara 133
el mevtu : ölüm
-
2-Bakara 133
iz kâle : demişti
-
2-Bakara 133
li benî-hi : oğullarına
-
2-Bakara 133
mâ ta'budûne : neye kulluk edeceksiniz
-
2-Bakara 133
ilâhe-ke : senin ilâhın
-
2-Bakara 133
ve ilâhe : ve ilâh
-
2-Bakara 133
âbâi-ke : senin ataların
-
2-Bakara 133
ibrâhîme : İbrâhîm
-
2-Bakara 133
ve ismâîle : ve İsmail
-
2-Bakara 133
ve ishâka : ve İshak
-
2-Bakara 133
ilâhen vahiden : tek, bir ilâh
-
2-Bakara 133
ve nahnu : ve biz
-
2-Bakara 133
lehu muslimûne : ona teslim olanlar
-
2-Bakara 134
tilke : işte o (onlar)
-
2-Bakara 134
ummetun : bir ümmet, bir toplum
-
2-Bakara 134
halet : gelip geçti
-
2-Bakara 134
lehâ mâ kesebet : onun kazandığı şeyler
-
2-Bakara 134
ve lekum : ve sizin
-
2-Bakara 134
mâ kesebtum : kazandığınız şeyler
-
2-Bakara 134
ve lâ tus'elûne : ve size sual olunmaz, sorulmaz
-
2-Bakara 134
ya'melûne : yapıyorlar
-
2-Bakara 135
ve kâlû : ve dediler
-
2-Bakara 135
hûden : yahudi
-
2-Bakara 135
ev nasârâ : veya hristiyan
-
2-Bakara 135
tehtedû : hidayete erersiniz
-
2-Bakara 135
bel : hayır
-
2-Bakara 135
millete ibrâhîme : İbrâhîm'in milleti, dîni
-
2-Bakara 135
hanîfen : hanîf olarak, tek Allah'a inanarak
-
2-Bakara 135
ve mâ kâne : ve olmadı
-
2-Bakara 135
min el muşrikîne : müşriklerden, Allah'a şirk koşanlardan
-
2-Bakara 136
âmennâ : biz îmân ettik
-
2-Bakara 136
ve mâ unzile : ve indirilene (indirilen şeye)
-
2-Bakara 136
ileynâ : bize
-
2-Bakara 136
ve mâ unzile : ve indirilene (indirilen şeye)
-
2-Bakara 136
ilâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
-
2-Bakara 136
ve ismâîle : ve İsmail
-
2-Bakara 136
ve ishâka : ve İshak
-
2-Bakara 136
ve ya'kûbe : ve Yâkub
-
2-Bakara 136
ve el esbâtı : ve torunları
-
2-Bakara 136
ve mâ ûtiye : ve verilene (verilen şeye)
-
2-Bakara 136
ve isâ : ve İsa
-
2-Bakara 136
ve mâ utiye : ve verilene (verilen şeye)
-
2-Bakara 136
en nebiyyûne : nebîler, peygamberler
-
2-Bakara 136
lâ nuferriku : fark gözetmeyiz, ayırım yapmayız 19 - beyne
-
2-Bakara 136
ehadin : biri, birisi
-
2-Bakara 136
ve nahnu : ve biz
-
2-Bakara 136
lehu : onu, ona
-
2-Bakara 136
muslimûne : teslim olanlar
-
2-Bakara 137
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 137
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
-
2-Bakara 137
mâ âmentum : sizin îmân ettiğiniz şey
-
2-Bakara 137
fe kad : o zaman, böylece olmuştu
-
2-Bakara 137
ihtedev : hidayete erdi
-
2-Bakara 137
ve in tevellev : ve eğer yüz çevirirlerse
-
2-Bakara 137
fe : artık, o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 137
innemâ : sadece
-
2-Bakara 137
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 137
se yekfî-ke-hum : onlara karşı sana kâfidir
-
2-Bakara 137
ve huve es semîu : ve o hakkıyla işiten
-
2-Bakara 137
el alîmu : hakkıyla bilen
-
2-Bakara 138
sıbgate allâhi : Allah'ın boyası
-
2-Bakara 138
ve men : ve kim
-
2-Bakara 138
ahsenu : ahsen, en güzel
-
2-Bakara 138
sıbgaten : boya olarak
-
2-Bakara 138
ve nahnu : ve biz
-
2-Bakara 138
lehu : ona
-
2-Bakara 138
âbidûne : kul olanlar
-
2-Bakara 139
e : mı
-
2-Bakara 139
tuhâccûne-nâ : bizimle mücâdele ediyorsunuz
-
2-Bakara 139
ve huve : ve o
-
2-Bakara 139
ve rabbu-kum : ve sizin Rabbiniz
-
2-Bakara 139
ve lenâ : ve bizim
-
2-Bakara 139
ve lekum : ve sizin
-
2-Bakara 139
ve nahnu : ve biz
-
2-Bakara 139
lehu : ona
-
2-Bakara 139
muhlisûne : muhlisler, ihlâs sahibi olanlar
-
2-Bakara 140
em : yoksa, veya
-
2-Bakara 140
tekûlûne : diyorsunuz, söylüyorsunuz
-
2-Bakara 140
inne : muhakkak
-
2-Bakara 140
ibrâhîme : İbrâhîm
-
2-Bakara 140
ve ismâîle : ve İsmail
-
2-Bakara 140
ve ishâka : ve İshak
-
2-Bakara 140
ve ya'kûbe ve esbâta : ve Yâkub ve torunları
-
2-Bakara 140
hûden : yahudi
-
2-Bakara 140
ev nasârâ : veya hristiyan
-
2-Bakara 140
e entum : siz mi
-
2-Bakara 140
a'lemu : daha iyi bilir
-
2-Bakara 140
em(i) : yoksa, veya
-
2-Bakara 140
ve men azlemu : ve kim daha zalim
-
2-Bakara 140
mimmen (min men) : o kimseden
-
2-Bakara 140
keteme : ketmetti, gizledi, sakladı
-
2-Bakara 140
şehâdeten : şahitlik
-
2-Bakara 140
inde-hu : onun yanında, katında
-
2-Bakara 140
ve mâ allâhu : ve Allah değildir
-
2-Bakara 140
ta'melûne : siz yapıyorsunuz
-
2-Bakara 141
tilke : o
-
2-Bakara 141
ummetun : bir topluluk
-
2-Bakara 141
halet : gelip geçti
-
2-Bakara 141
lehâ mâ kesebet : onun kazandığı şey(ler)
-
2-Bakara 141
ve lekum : ve sizin
-
2-Bakara 141
mâ kesebtum : kazandığınız şey(ler)
-
2-Bakara 141
ve lâ tus'elûne : ve size sorulmaz
-
2-Bakara 141
ya'melûne : yapıyorlar
-
2-Bakara 142
se : yakında, olacak
-
2-Bakara 142
yekûlu : derler, söylerler
-
2-Bakara 142
es sufehâu : sefihler, kendini bilmeyenler
-
2-Bakara 142
min en nâsi : insanlardan
-
2-Bakara 142
mâ vellâ-hum : onları çeviren nedir
-
2-Bakara 142
an kıbleti-him : kıblelerinden
-
2-Bakara 142
elletî : o ki, ki o
-
2-Bakara 142
aleyhâ : onun üzerinde
-
2-Bakara 142
el meşrıku : doğu
-
2-Bakara 142
ve el magrıbu : ve batı
-
2-Bakara 142
yehdî : hidayet eder
-
2-Bakara 142
men : kimse, kişi
-
2-Bakara 142
yeşâu : diler
-
2-Bakara 143
ve kezâlike : ve bunun gibi, böylece
-
2-Bakara 143
cealnâ-kum : biz sizi kıldık, yaptık
-
2-Bakara 143
ummeten : bir ümmet, bir topluluk
-
2-Bakara 143
li tekûnû : olmanız için, olun diye
-
2-Bakara 143
şuhedâe : şahitler
-
2-Bakara 143
alâ en nâsi : insanlara
-
2-Bakara 143
ve yekûne : ve olsun
-
2-Bakara 143
er resûlu : resûl
-
2-Bakara 143
aleykum : size, sizin üzerinize
-
2-Bakara 143
şehîden : şahit
-
2-Bakara 143
ve mâ ceal-nâ : ve biz yapmadık, kılmadık
-
2-Bakara 143
el kıblete : kıble
-
2-Bakara 143
elletî : o ki, ki o
-
2-Bakara 143
kunte : sen oldun
-
2-Bakara 143
aleyhâ : onun üzerinde
-
2-Bakara 143
li na'leme : bilmemiz için
-
2-Bakara 143
men : kim
-
2-Bakara 143
yettebiu : tâbî olur
-
2-Bakara 143
er resûle : resûl
-
2-Bakara 143
mimmen (min men) : o kimse(ler)den, ondan (onlardan)
-
2-Bakara 143
yenkalibu : geri döner
-
2-Bakara 143
akibeyhi : topukları (iki topuğu)
-
2-Bakara 143
ve in kânet : ve eğer olursa, olsa bile
-
2-Bakara 143
le : elbette, gerçekten
-
2-Bakara 143
kebîreten : zor, güç
-
2-Bakara 143
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 143
hedâ : hidayete erdirdi
-
2-Bakara 143
ve mâ kâne : ve olmadı, değildir
-
2-Bakara 143
îmâne-kum : sizin îmânınız
-
2-Bakara 143
inne : hiç şüphesiz, muhakkak
-
2-Bakara 143
allâhe : Allah
-
2-Bakara 143
bi en nâsi : insanlara
-
2-Bakara 143
le : mutlaka, elbette
-
2-Bakara 144
nerâ : görüyoruz
-
2-Bakara 144
tekallube : çeviriyorsun
-
2-Bakara 144
vechi-ke : yüzünü
-
2-Bakara 144
fî es semâi : semaya
-
2-Bakara 144
fe le nuvelliye enne-ke : artık seni mutlaka çevireceğiz
-
2-Bakara 144
kıbleten : bir kıbleye
-
2-Bakara 144
terdâ-hâ : ondan razı, hoşnut olacağın
-
2-Bakara 144
fe velli : bundan sonra çevirin
-
2-Bakara 144
veche-ke : yüzünüzü
-
2-Bakara 144
el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
-
2-Bakara 144
ve haysu : ve nerede
-
2-Bakara 144
fe vellû : öyleyse çevirin
-
2-Bakara 144
vucûhe-kum : yüzlerinizi
-
2-Bakara 144
ve inne : ve hiç şüphesiz, muhakkak
-
2-Bakara 144
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 144
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 144
le ya'lemûne : elbette biliyorlar, bilirler
-
2-Bakara 144
enne-hu : onun olduğu
-
2-Bakara 144
el hakku : bir hak, gerçek
-
2-Bakara 144
ve mâ âllâhu : ve Allah değildir
-
2-Bakara 144
ya'melûne : yapıyorlar
-
2-Bakara 145
ve le in : ve eğer gerçekten olursa, olsa
-
2-Bakara 145
eteyte : getirsen
-
2-Bakara 145
ellezîne : o kimselere, onlara
-
2-Bakara 145
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 145
âyetin : âyet
-
2-Bakara 145
mâ tebiû : tâbî olmazlar
-
2-Bakara 145
kıblete-ke : senin kıblen
-
2-Bakara 145
ve mâ ente : ve sen değilsin
-
2-Bakara 145
kıblete-hum : onların kıblesi
-
2-Bakara 145
ve mâ : ve değil
-
2-Bakara 145
kıblete : kıble
-
2-Bakara 145
ve le in : ve eğer gerçekten olursa, olsa
-
2-Bakara 145
itteba'te : sen tâbî oldun
-
2-Bakara 145
ehvâe-hum : onların hevaları, nefslerinin arzuları, istekleri
-
2-Bakara 145
mâ câe-ke : sana gelen şey
-
2-Bakara 145
min el ilmi : ilimden, bilgiden
-
2-Bakara 145
inne-ke : muhakkak ki sen, hiç şüphesiz sen
-
2-Bakara 145
izen : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 145
le min ez zâlimîne : elbette zalimlerden
-
2-Bakara 146
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 146
âteynâ-hum : onlara verdik, getirdik
-
2-Bakara 146
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 146
ya'rifûne-hu : onu tanırlar, bilirler
-
2-Bakara 146
kemâ : gibi
-
2-Bakara 146
ya'rifûne : tanırlar
-
2-Bakara 146
ebnâe-hum : oğullarını
-
2-Bakara 146
ve inne : ve hiç şüphesiz, muhakkak ki
-
2-Bakara 146
ferîkan : bir fırka, bir grup
-
2-Bakara 146
le : elbette, mutlaka
-
2-Bakara 146
yektumûne : gizlerler
-
2-Bakara 146
el hakka : hakkı
-
2-Bakara 146
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 146
ya'lemûne : biliyorlar
-
2-Bakara 147
el hakku : hak, gerçek
-
2-Bakara 147
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
2-Bakara 147
fe : artık, bundan sonra
-
2-Bakara 147
lâ tekûnenne : sakın olma
-
2-Bakara 147
min el mumterîne : şüphe edenlerden
-
2-Bakara 148
ve li kullin : ve herkes için vardır
-
2-Bakara 148
vichetun : vech, cihet, yön
-
2-Bakara 148
huve : o
-
2-Bakara 148
muvellî-hâ : ona yönelinen (yer)
-
2-Bakara 148
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 148
istebikû : yarışın, yarış edin
-
2-Bakara 148
el hayrâti : hayırlar
-
2-Bakara 148
eyne mâ : her nerede
-
2-Bakara 148
tekûnû : olursunuz
-
2-Bakara 148
ye'ti bi-kum : sizi getirir
-
2-Bakara 148
cemîan : hepsi, topluca, biraraya
-
2-Bakara 148
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 148
alâ kulli şey'in : herşeye
-
2-Bakara 149
ve min : ve den
-
2-Bakara 149
harec-te : sen çıktın
-
2-Bakara 149
fe : o zaman
-
2-Bakara 149
velli : dön, çevir
-
2-Bakara 149
veche-ke : yüzünü
-
2-Bakara 149
el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
-
2-Bakara 149
ve inne-hu : ve hiç şüphesiz o, muhakkak ki o
-
2-Bakara 149
le : elbette, mutlaka
-
2-Bakara 149
el hakku : hak
-
2-Bakara 149
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
2-Bakara 149
ve mâ : ve değildir
-
2-Bakara 149
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
2-Bakara 150
ve min haysu : ve nereden
-
2-Bakara 150
harecte : sen çıktın
-
2-Bakara 150
fe : o zaman
-
2-Bakara 150
velli : dön, çevir
-
2-Bakara 150
veche-ke : yüzünü
-
2-Bakara 150
el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
-
2-Bakara 150
ve haysu : ve nerede
-
2-Bakara 150
fe : o zaman, hemen
-
2-Bakara 150
vellû : dönün, çevirin
-
2-Bakara 150
vucûhe-kum : yüzleriniz
-
2-Bakara 150
li ellâ yekûne : olmaması için
-
2-Bakara 150
li en nâsi : insanlara, insanların
-
2-Bakara 150
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 150
huccetun : hüccet, delil
-
2-Bakara 150
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 150
zalemû : zulmettiler
-
2-Bakara 150
fe : artık, o zaman
-
2-Bakara 150
lâ tahşev-hum : onlardan korkmayın
-
2-Bakara 150
vahşev-nî : benden korkun
-
2-Bakara 150
ve li utimme : ve tamamlamam için
-
2-Bakara 150
ni'metî : ni'metimi
-
2-Bakara 150
aleykum : size, sizin üzerinize
-
2-Bakara 150
ve lealle-kum : ve umulur ki siz, böylece siz
-
2-Bakara 150
tehtedûne : hidayete erersiniz
-
2-Bakara 151
kemâ : gibi, olduğu gibi, öyle ki, nitekim
-
2-Bakara 151
ersel-nâ : biz gönderdik
-
2-Bakara 151
resûlen : bir resûl, elçi
-
2-Bakara 151
yetlû : okur
-
2-Bakara 151
aleykum : size
-
2-Bakara 151
ve yuzekkî-kum : ve sizi tezkiye eder
-
2-Bakara 151
ve yuallimu-kum : ve size öğretir
-
2-Bakara 151
el kitâbe : kitabı
-
2-Bakara 151
ve el hikmete : ve hikmeti
-
2-Bakara 151
ve yuallimu-kum : ve size öğretir
-
2-Bakara 151
lem tekûnû ta'lemûne : sizin bilmediğiniz
-
2-Bakara 152
fe : o halde, öyle ise
-
2-Bakara 152
ezkur-kum : ben sizi zikrederim (zikredeyim)
-
2-Bakara 152
ve uşkurû : ve şükredin
-
2-Bakara 152
ve lâ tekfurû-ni : ve beni inkâr etmeyin (ni'metlerimi inkâr edip küfürde olmayın)
-
2-Bakara 153
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 153
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 153
âmenû : âmenû olanlar, îmân edenler(Allah'a ulaşmayı dileyenler)
-
2-Bakara 153
es sabri : sabır
-
2-Bakara 153
ve : ve
-
2-Bakara 153
es salâti : namaz
-
2-Bakara 153
inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 153
allâhe : Allah
-
2-Bakara 153
mea : beraber
-
2-Bakara 153
es sâbirîne : sabredenler
-
2-Bakara 154
ve : ve
-
2-Bakara 154
lâ tekûlû : demeyin, söylemeyin
-
2-Bakara 154
men : kişi, kimse
-
2-Bakara 154
yuktelu : öldürülür
-
2-Bakara 154
fî sebîli allâhi : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 154
emvâtun : ölüler
-
2-Bakara 154
bel : hayır
-
2-Bakara 154
ehyâun : canlıdır, hayattadır, diridir
-
2-Bakara 154
ve : ve
-
2-Bakara 154
lâ teş'urûne : şuurunda değilsiniz, farkında olmazsınız
-
2-Bakara 155
ve : ve
-
2-Bakara 155
le : elbette, mutlaka
-
2-Bakara 155
nebluvenne-kum : sizi imtihan ederiz
-
2-Bakara 155
bi şey'in : bir şey
-
2-Bakara 155
el havfi : korku
-
2-Bakara 155
ve el cûi : ve açlık
-
2-Bakara 155
ve naksın : ve eksiklik
-
2-Bakara 155
min el emvâli : mallardan
-
2-Bakara 155
ve el enfusi : ve nefsler
-
2-Bakara 155
ve es semerâti : ve semereler, ürünler
-
2-Bakara 155
ve beşşir : ve müjdele
-
2-Bakara 155
es sâbirîne : sabredenler
-
2-Bakara 156
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 156
esâbet-hum : onlara isabet etti
-
2-Bakara 156
musîbetun : bir musîbet
-
2-Bakara 156
ve : ve
-
2-Bakara 156
ileyhi : ona
-
2-Bakara 156
râciûne : dönecek olanlar
-
2-Bakara 157
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 157
aleyhim : onların üzerine, onlara
-
2-Bakara 157
ve : ve
-
2-Bakara 157
rahmetun : rahmet
-
2-Bakara 157
ve : ve
-
2-Bakara 157
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 157
el muhtedûne : hidayete erenler
-
2-Bakara 158
inne : muhakkak, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 158
es safâ : Mekke'de Safa
-
2-Bakara 158
ve : ve
-
2-Bakara 158
el mervete : Mekke'de Merve
-
2-Bakara 158
şeâirillâhi (şeâiri allâhi) : Allah'ın nişaneleri, alâmetleri, işaret ettiği yerler
-
2-Bakara 158
fe : artık
-
2-Bakara 158
men : kim
-
2-Bakara 158
hacce : hac yaptı
-
2-Bakara 158
el beyte : beyt, ev
-
2-Bakara 158
ev : veya
-
2-Bakara 158
ı'temera : ziyaret yaptı, umre yaptı, Beytullah'ı ziyaret etti
-
2-Bakara 158
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 158
aleyhi : ona, onun üzerine
-
2-Bakara 158
en yettavvefe : tavaf etmek
-
2-Bakara 158
ve men : ve kim
-
2-Bakara 158
tetavvaa : tav'an, gönülden, nafile olarak (farz olmadığı halde) yapar
-
2-Bakara 158
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 158
inne : muhakkak
-
2-Bakara 158
allâhe : Allah
-
2-Bakara 159
inne : muhakkak, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 159
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 159
yektumûne : ketmederler, gizlerler
-
2-Bakara 159
enzelnâ : biz indirdik
-
2-Bakara 159
min el beyyinâti : beyyinelerden, deliller, mucizeler, ispat vasıtalarından
-
2-Bakara 159
ve el hudâ : ve hidayet, ruhun ölmeden önce Allah'a ulaşması, Allah tarafından ulaştırılması
-
2-Bakara 159
beyyennâ-hu : biz onu açıkladık
-
2-Bakara 159
li en nâsi : insanlar için
-
2-Bakara 159
fî el kitâbi : kitapta
-
2-Bakara 159
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 159
yel'anu-humu allâhu : Allah onlara lânet eder
-
2-Bakara 159
ve yel'anu-humu : ve onlara lânet eder
-
2-Bakara 159
el lâinûne : lânet ediciler
-
2-Bakara 160
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 160
ve : ve
-
2-Bakara 160
ve : ve
-
2-Bakara 160
beyyenû : beyan ettiler, açıkladılar
-
2-Bakara 160
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 160
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 160
etûbu aleyhim : onların tövbelerini kabul ederim
-
2-Bakara 160
ve : ve
-
2-Bakara 160
ene : ben
-
2-Bakara 160
et tevvâbu : tövbeleri çok kabul eden
-
2-Bakara 160
er rahîmu : rahîm esması ile tecelli eden, çok merhametli olan
-
2-Bakara 161
inne : muhakkak, hiç şüphesiz
-
2-Bakara 161
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 161
keferû : gizlediler, küfrettiler
-
2-Bakara 161
ve mâtû : ve öldüler
-
2-Bakara 161
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 161
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 161
aleyhim : onların üzerine, onlara
-
2-Bakara 161
la'netu allâhi : Allah'ın lâneti
-
2-Bakara 161
ve el melâiketi : ve melekler
-
2-Bakara 161
ve en nâsi : ve insanlar
-
2-Bakara 161
ecmaîne : hepsi
-
2-Bakara 162
hâlidîne : ebedî kalacak olanlar
-
2-Bakara 162
lâ yuhaffefu : hafifletilmez
-
2-Bakara 162
el azâbu : azap
-
2-Bakara 162
ve : ve
-
2-Bakara 162
lâ hum yunzarûne : onlara bakılmaz
-
2-Bakara 163
ve : ve
-
2-Bakara 163
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
2-Bakara 163
huve : o
-
2-Bakara 163
er rahmân : Rahmân olan, Rahmân esmasının
-
2-Bakara 163
er rahîmu : ve Rahîm olan, rahmet nurunun sahibi
-
2-Bakara 164
inne : muhakkak ki
-
2-Bakara 164
es semâvâti : semalar, gökler
-
2-Bakara 164
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
2-Bakara 164
ve ihtilâfi : ve ihtilâflı (karşılıklı) olması, birbiri ardınca gelmesi
-
2-Bakara 164
el leyli : gece
-
2-Bakara 164
ve en nehâri : ve gündüz
-
2-Bakara 164
ve el fulki : ve gemiler
-
2-Bakara 164
elletî : o ki, ki o
-
2-Bakara 164
tecrî : akar, gider, yüzer
-
2-Bakara 164
fî el bahri : denizde
-
2-Bakara 164
yenfeu : fayda verir
-
2-Bakara 164
en nâse : insanlar
-
2-Bakara 164
ve mâ : ve şeyi
-
2-Bakara 164
enzele allâhu : Allah indirdi
-
2-Bakara 164
min es semâi : semadan, gökten
-
2-Bakara 164
fe ahyâ bi-hi : böylece onunla hayat verdı, diriltti
-
2-Bakara 164
el arda : arz, yeryüzü, toprak
-
2-Bakara 164
ba'de : sonra
-
2-Bakara 164
mevti-hâ : onun ölümü
-
2-Bakara 164
ve besse : ve yaydı
-
2-Bakara 164
dâbbetin : (yürüyen) hayvanlar
-
2-Bakara 164
ve tasrîfi : ve esmesi
-
2-Bakara 164
er riyâhı : rüzgâr(lar)
-
2-Bakara 164
ve es sehâbi : ve bulutlar
-
2-Bakara 164
el musahhari : emre amade kılınmış olan
-
2-Bakara 164
beyne : arasında
-
2-Bakara 164
es semâi : sema, gökyüzü
-
2-Bakara 164
ve el ardı : ve yeryüzü
-
2-Bakara 164
le âyâtin : elbette âyetler, kanıtlar, deliller
-
2-Bakara 164
ya'kılûne : akıl ederler
-
2-Bakara 165
ve min en nâsi : ve insanlardan (bir kısmı)
-
2-Bakara 165
men : kim, kimse
-
2-Bakara 165
yettehizu : edinir
-
2-Bakara 165
endâden : eş, eşit, ortak (put)
-
2-Bakara 165
yuhıbbûne-hum : onları severler
-
2-Bakara 165
ke : gibi
-
2-Bakara 165
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 165
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler)
-
2-Bakara 165
eşeddu : daha şiddetli, daha çok kuvvetli
-
2-Bakara 165
hubben : sevgi, muhabbet
-
2-Bakara 165
ve lev yerâ : ve keşke görselerdi (bilselerdi)
-
2-Bakara 165
ellezîne zalemû : zulmedenler
-
2-Bakara 165
iz yeravne : gördüklerinde, gördükleri zaman
-
2-Bakara 165
el azâbe : azap
-
2-Bakara 165
enne : olduğunu
-
2-Bakara 165
el kuvvete : kuvvet
-
2-Bakara 165
cemîan : hepsi, bütün, tamamı, tamamen
-
2-Bakara 165
ve enne : ve olduğunu
-
2-Bakara 165
allâhe : Allah
-
2-Bakara 165
şedîdu : şiddetli
-
2-Bakara 165
el azâbi : azap
-
2-Bakara 166
teberree : berî oldu, uzaklaştı
-
2-Bakara 166
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 166
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 166
ittebeû : tâbî oldular
-
2-Bakara 166
ve : ve
-
2-Bakara 166
reavû : (onlar) gördüler
-
2-Bakara 166
el azâbe : azab
-
2-Bakara 166
el esbâbu : sebepler, bağlar
-
2-Bakara 167
ve kâle : ve dedi
-
2-Bakara 167
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 167
ittebeû : tâbî oldular
-
2-Bakara 167
lev : olsa, ise, keşke
-
2-Bakara 167
enne : olduğu
-
2-Bakara 167
lenâ : bize, bizim için
-
2-Bakara 167
kerreten : bir kere daha, tekrar
-
2-Bakara 167
fe : o zaman
-
2-Bakara 167
neteberree : biz uzaklaşalım, berî olalım
-
2-Bakara 167
kemâ : gibi
-
2-Bakara 167
teberreû : berî oldular, uzaklaştılar
-
2-Bakara 167
kezâlike : böylece
-
2-Bakara 167
a'mâle-hum : onların amelleri
-
2-Bakara 167
haserâtin : hasara uğrayan
-
2-Bakara 167
aleyhim : onlara
-
2-Bakara 167
ve mâ : ve değil
-
2-Bakara 167
bi hâricîne : ile çıkacak olanlar
-
2-Bakara 167
min en nâri : ateşten
-
2-Bakara 168
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 168
en nâsu : insanlar
-
2-Bakara 168
el ardı : arz, yeryüzü
-
2-Bakara 168
halâlen : helâl olan
-
2-Bakara 168
tayyiben : temiz olan
-
2-Bakara 168
ve : ve
-
2-Bakara 168
lâ tettebiû : tâbî olmayın, uymayın
-
2-Bakara 168
eş şeytâni : şeytan
-
2-Bakara 168
inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
-
2-Bakara 168
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 169
innemâ : ancak, sadece
-
2-Bakara 169
ye'muru-kum : size emreder
-
2-Bakara 169
bi es sûi : kötülük ile, şerrle
-
2-Bakara 169
ve el fahşâi : ve fuhuş, hayasızlık
-
2-Bakara 169
ve en tekûlû : ve söylemeniz
-
2-Bakara 169
mâ lâ ta'lemûne : sizin bilmediğiniz şeyler
-
2-Bakara 170
ve izâ kîle : ve denildiği zaman, denildiğinde
-
2-Bakara 170
lehum : onlara
-
2-Bakara 170
ittebiû : tâbî olun
-
2-Bakara 170
mâ enzele : indirdiği şey, indirdiğine
-
2-Bakara 170
bel : hayır
-
2-Bakara 170
nettebiu : biz tâbî oluruz
-
2-Bakara 170
elfeynâ : biz bulduk
-
2-Bakara 170
aleyhi : onun üzerinde, ona
-
2-Bakara 170
âbâe-nâ : babalarımız, atalarımız
-
2-Bakara 170
e : mı
-
2-Bakara 170
ve lev : ve şâyet, ise
-
2-Bakara 170
kâne : oldu, idi
-
2-Bakara 170
lâ ya'kılûne : akıl etmiyorlar
-
2-Bakara 170
şey'en : bir şey
-
2-Bakara 170
ve lâ yehtedûne : ve hidayete ermezler
-
2-Bakara 171
ve meselu : ve örneği, misali, durumu, hali
-
2-Bakara 171
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 171
keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
-
2-Bakara 171
ke : gibi
-
2-Bakara 171
meseli : örneği, misali, durumu, hali
-
2-Bakara 171
ellezî : o kimse, ki o
-
2-Bakara 171
yen'ıku : bağırır, haykırır
-
2-Bakara 171
lâ yesmeû : işitmez
-
2-Bakara 171
duâen ve nidâen : çağırarak ve bağırarak
-
2-Bakara 171
fe : artık, bu yüzden
-
2-Bakara 171
lâ ya'kılûne : akıl etmezler
-
2-Bakara 172
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 172
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 172
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
-
2-Bakara 172
ve uşkurû : ve şükredin
-
2-Bakara 172
iyyâ-hu ta'budûne : sadece ona kul olursunuz
-
2-Bakara 173
innemâ : ancak, sadece, fakat
-
2-Bakara 173
harrame : haram kıldı
-
2-Bakara 173
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 173
el meytete : ölü (hayvan)
-
2-Bakara 173
ve ed deme : ve kan
-
2-Bakara 173
ve lahme : ve et
-
2-Bakara 173
el hınzîri : domuz
-
2-Bakara 173
ve mâ uhille : ve boğazlanmamış, kesilmemiş
-
2-Bakara 173
fe men : artık, fakat, ama kim
-
2-Bakara 173
ve lâ âdin : ve haddi (zaruret miktarını) aşmayarak
-
2-Bakara 173
fe lâ isme : o taktirde günah yoktur
-
2-Bakara 173
aleyhi : onun üzerine, ona
-
2-Bakara 173
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 174
inne : muhakkak
-
2-Bakara 174
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 174
yektumûne : ketmederler, gizlerler
-
2-Bakara 174
enzele : indirdi
-
2-Bakara 174
min el kitâbî : kitaptan
-
2-Bakara 174
ve yeşterûne : ve satıyorlar
-
2-Bakara 174
semenen : bedel, ücret, değer
-
2-Bakara 174
kalîlen : az
-
2-Bakara 174
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 174
ye'kulûne : yiyorlar
-
2-Bakara 174
en nâre : ateş
-
2-Bakara 174
ve lâ yukellimu-hum(u) : ve onlarla konuşmaz
-
2-Bakara 174
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
2-Bakara 174
ve lâ yuzekkî-him : ve onları tezkiye etmez, temize çıkarmaz, temizlemez
-
2-Bakara 174
ve lehum : ve onlar için, onlara (vardır)
-
2-Bakara 174
elîmun : acıklı, elîm
-
2-Bakara 175
ulâike ellezîne : işte onlar ki ..... yapanlar
-
2-Bakara 175
işteravû : satın aldılar
-
2-Bakara 175
ed dalâlete : dalâleti
-
2-Bakara 175
bi el hudâ : hidayet ile
-
2-Bakara 175
ve el azâbe : ve azap
-
2-Bakara 175
bi el magfireti : mağfiret ile, günahların sevaba
-
2-Bakara 175
asbere-hum : onları sabırlı yaptı
-
2-Bakara 175
alâ en nâri : ateşe karşı
-
2-Bakara 176
zâlike : işte bu
-
2-Bakara 176
bi enne : sebebi ile
-
2-Bakara 176
allâhe : Allah
-
2-Bakara 176
nezzele : indirdi
-
2-Bakara 176
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 176
bi el hakkı : hak ile
-
2-Bakara 176
ve inne ellezîne : ve muhakkak ki onlar
-
2-Bakara 176
ıhtelefû : ihtilâfa, ayrılığa düştüler
-
2-Bakara 176
fî el kitâbi : kitapta
-
2-Bakara 176
le : elbette, mutlaka
-
2-Bakara 177
leyse : değil
-
2-Bakara 177
el birre : birr, ebrar kılacak davranış biçimi
-
2-Bakara 177
en tuvellû : dönmeniz, yönelmeniz
-
2-Bakara 177
vucûhe-kum : yüzleriniz
-
2-Bakara 177
kıbele : yön, cihet
-
2-Bakara 177
el maşrıkı : doğu
-
2-Bakara 177
ve el magrıbi : ve batı
-
2-Bakara 177
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 177
el birre : birr, ebrar kılacak davranış biçimi
-
2-Bakara 177
men : kim
-
2-Bakara 177
âmene : âmenû oldu (Allah'a ulaşmayı diledi) îmân etti
-
2-Bakara 177
ve el yevmi el âhırı : ve sonraki gün
-
2-Bakara 177
ve el melâiketi : ve melekler
-
2-Bakara 177
ve el kitâbi : ve kitap
-
2-Bakara 177
ve en nebiyyine : ve peygamberler
-
2-Bakara 177
ve âte : ve verdi
-
2-Bakara 177
el mâle : mal
-
2-Bakara 177
zevî el kurbâ : yakınlık sahipleri, akrabalar
-
2-Bakara 177
ve el yetâmâ : ve yetimler
-
2-Bakara 177
ve el mesâkîne : ve çalışamayacak durumdaki ihtiyarlar
-
2-Bakara 177
ve ibne es sebîli : ve yolcu
-
2-Bakara 177
ve es sâilîne : ve isteyenler (muhtaçlar)
-
2-Bakara 177
ve fî er rıkâbi : ve kölelerin, esirlerin kurtulması hakkında, konusunda (kurtulması için)
-
2-Bakara 177
ve ekâme es salâte : namazı ikame etti, devam ettirdi
-
2-Bakara 177
ve âte ez zekâte : ve zekât verdi
-
2-Bakara 177
ve el mûfûne : ve vefa eden, hakkıyla yerine getiren
-
2-Bakara 177
izâ âhedû : ahd verdikleri zaman
-
2-Bakara 177
ve es sâbirîne : ve sabredenler
-
2-Bakara 177
fî el be'sâi : sıkıntıda, musîbet isabet ettiği zaman, hastalıkta
-
2-Bakara 177
ve ed darrâi : ve darlık, zorluk, zaruret
-
2-Bakara 177
ve hîne : ve o zamanda, o hallerde
-
2-Bakara 177
el be'si : şiddetli savaş
-
2-Bakara 177
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 177
ellezîne sadakû : onlar sadık oldular, sadık olanlar
-
2-Bakara 177
ve ulâike : ve işte onlar
-
2-Bakara 177
hum(u) el muttekûne : onlar muttakiler, takva sahipleri
-
2-Bakara 178
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 178
ellezîne : onlar, olanlar
-
2-Bakara 178
âmenû : âmenû oldular
-
2-Bakara 178
kutibe : yazıldı, farz kılındı
-
2-Bakara 178
aleykum(u) : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 178
el kısâsu : kısas, eşit olarak misilleme
-
2-Bakara 178
fî el katlâ : öldürülme hakkında
-
2-Bakara 178
el hurru : hür
-
2-Bakara 178
bi el hurri : hür ile
-
2-Bakara 178
ve el abdu : ve köle
-
2-Bakara 178
bi el abdi : köle ile
-
2-Bakara 178
ve el unsâ : ve kadın, dişi
-
2-Bakara 178
bi el unsâ : kadın ile, dişi ile
-
2-Bakara 178
fe men : fakat, o taktirde, artık, o zaman kim
-
2-Bakara 178
ufiye lehu : o affedilir
-
2-Bakara 178
şey'un : bir şey
-
2-Bakara 178
fe : fakat, o taktirde, artık, o zaman
-
2-Bakara 178
bi el ma'rûfi : iyilikle, bilinen şekilde, örfe tâbî olarak
-
2-Bakara 178
ve edâun : ve eda etmek, ödemek
-
2-Bakara 178
ileyhi : ona
-
2-Bakara 178
zâlike : işte bu, bu
-
2-Bakara 178
ve rahmetun : ve bir rahmet
-
2-Bakara 178
fe men : fakat, o taktirde, artık, o zaman kim
-
2-Bakara 178
i'tedâ : haddi aştı
-
2-Bakara 178
ba'de zâlike : bundan sonra
-
2-Bakara 178
fe lehu : o taktirde, o zaman onun için (vardır)
-
2-Bakara 178
azâbun elîmun : elîm bir azap
-
2-Bakara 179
ve lekum : ve sizin için (vardır)
-
2-Bakara 179
fî el kısâsı : kısasta
-
2-Bakara 179
ulîl elbâbi (ulî el bâbi) : sır hazinelerinin (lübblerin) sahipleri
-
2-Bakara 179
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 179
tettekûne : sakınırsınız, takva sahibi olursunuz
-
2-Bakara 180
kutibe : yazıldı, farz kılındı
-
2-Bakara 180
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 180
ehade-kum(u) : sizden biriniz
-
2-Bakara 180
el mevtu : ölüm
-
2-Bakara 180
in tereke : eğer bırakırsa
-
2-Bakara 180
el vasiyyetu : vasiyet (etmek)
-
2-Bakara 180
li el vâlideyni : anne-babaya
-
2-Bakara 180
ve el akrabîne : ve akrabalar, yakınlar
-
2-Bakara 180
bi el ma'rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
-
2-Bakara 180
alâ el muttekîne : takva sahiplerinin üzerine
-
2-Bakara 181
fe men : o zaman, artık, o taktirde kim
-
2-Bakara 181
beddele-hu : onu değiştirdi
-
2-Bakara 181
ba'de mâ : sonra
-
2-Bakara 181
semia-hu : onu işitti
-
2-Bakara 181
fe : o zaman, artık, o taktirde
-
2-Bakara 181
innemâ : sadece, fakat, ama
-
2-Bakara 181
alâ ellezîne : onların üzerine
-
2-Bakara 181
yubeddilûne-hu : onu değiştirirler
-
2-Bakara 181
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 181
semîun : hakkıyla işiten, en iyi işiten
-
2-Bakara 182
fe : fakat, artık
-
2-Bakara 182
men : kim ise
-
2-Bakara 182
hâfe : korktu
-
2-Bakara 182
cenefen : haktan uzaklaşarak
-
2-Bakara 182
ev : veya
-
2-Bakara 182
ismen : günah işleyerek, günaha girerek
-
2-Bakara 182
fe : artık, böylece, bu sebeple
-
2-Bakara 182
beyne-hum : onların arası
-
2-Bakara 182
fe : o zaman, o taktirde, bu durumda
-
2-Bakara 182
lâ isme aleyhi : onun üzerine bir günah yoktur
-
2-Bakara 182
inne : muhakkak
-
2-Bakara 182
allâhe : Allah
-
2-Bakara 183
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 183
ellezîne : kimseler, onlar
-
2-Bakara 183
âmenû : âmenû oldular
-
2-Bakara 183
kutibe : yazıldı
-
2-Bakara 183
aleykum(u) : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 183
es sıyâmu : oruç
-
2-Bakara 183
kemâ : gibi
-
2-Bakara 183
kutibe : yazıldı
-
2-Bakara 183
ellezîne : onlar
-
2-Bakara 183
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 183
tettekûne : takva sahibi olursunuz
-
2-Bakara 184
eyyâmen : günler
-
2-Bakara 184
fe men : fakat kim
-
2-Bakara 184
kâne : oldu, idi
-
2-Bakara 184
ev alâ seferin : veya seferde, yolculukta
-
2-Bakara 184
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 184
iddetun : müddet, sayı, bir şeyin müddetini
-
2-Bakara 184
min eyyâmin : günlerden
-
2-Bakara 184
ve alâ ellezîne : ve onlar üzerine
-
2-Bakara 184
yutîkûne-hu : ona dayanamazlar, zorlanırlar, takatleri kesilir, güç yetiremezler
-
2-Bakara 184
fidyetun : fidye
-
2-Bakara 184
fe men : artık kim
-
2-Bakara 184
fe : işte
-
2-Bakara 184
huve : o
-
2-Bakara 184
lehu : onun için
-
2-Bakara 184
ve en tesûmû : ve sizin oruç tutmanız
-
2-Bakara 184
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 184
ta'lemûne : biliyorsunuz, bilirsiniz
-
2-Bakara 185
şehru : ay
-
2-Bakara 185
ellezî : o ki, ki o
-
2-Bakara 185
unzile : indirildi
-
2-Bakara 185
el kur'ânu : Kur'ân-ı Kerim
-
2-Bakara 185
huden : hidayete erdirici (olarak) 8 - li en nâsi
-
2-Bakara 185
ve beyyinâtin : ve beyyineler, açık deliller, ispat
-
2-Bakara 185
min el hudâ : Hüda'dan
-
2-Bakara 185
ve el furkâni : ve furkan, hakkı bâtıldan ayıran
-
2-Bakara 185
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 185
men : kim
-
2-Bakara 185
şehide : şahit oldu
-
2-Bakara 185
eş şehra : bu ay
-
2-Bakara 185
fel yesumhu (fe li yesum-hu) : o zaman onu oruçlu geçirsin
-
2-Bakara 185
ve men : ve kim
-
2-Bakara 185
kâne : oldu
-
2-Bakara 185
ev alâ seferin : veya seferde, yolculukta
-
2-Bakara 185
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 185
iddetun : müddet, sayı, adet tamamlama
-
2-Bakara 185
min eyyâmin : günlerden
-
2-Bakara 185
el yusra : kolaylık
-
2-Bakara 185
ve lâ yurîdu : ve dilemez, istemez
-
2-Bakara 185
el usra : zorluk
-
2-Bakara 185
ve li tukmilû : ve tamamlamanız için
-
2-Bakara 185
el iddete : müddet, sayı, adet tamamlama
-
2-Bakara 185
ve li tukebbirû : ve tekbir etmeniz, yüceltmeniz için
-
2-Bakara 185
allâhe : Allah
-
2-Bakara 185
hedâ-kum : sizi hidayete erdirdi
-
2-Bakara 185
ve lealle-kum : ve umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 185
teşkurûne : şükredersiniz
-
2-Bakara 186
ve izâ : ve olduğu zaman, olunca
-
2-Bakara 186
seele-ke : sana sordu
-
2-Bakara 186
fe innî : o zaman muhakkak ki ben
-
2-Bakara 186
da'vete : davet, dua
-
2-Bakara 186
ed dâi : davet eden, dua eden
-
2-Bakara 186
deâ-ni : beni davet etti, çağırdı
-
2-Bakara 186
fe : artık, o halde
-
2-Bakara 186
el yestecîbû-lî : onlar bana icabet etsinler
-
2-Bakara 186
ve li yu'minû bî : ve bana âmenû olsunlar
-
2-Bakara 186
lealle-hum : umulur ki böylece onlar
-
2-Bakara 186
yerşudûne : irşada ulaşırlar, irşad olurlar
-
2-Bakara 187
uhılle : helâl kılındı
-
2-Bakara 187
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 187
leylete : gece
-
2-Bakara 187
es sıyâmi : oruç
-
2-Bakara 187
er refesu : (cinsel arzu ile ) yaklaşmak
-
2-Bakara 187
hunne : onlar
-
2-Bakara 187
lekum : sizin için
-
2-Bakara 187
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 187
lehunne : onlar için
-
2-Bakara 187
alîme : bildi
-
2-Bakara 187
enne-kum : sizin ..... olduğunuz
-
2-Bakara 187
tahtânûne : ihanet ediyorsunuz
-
2-Bakara 187
enfuse-kum : sizin nefsleriniz, kendiniz
-
2-Bakara 187
fe : o zaman, bunun üzerine
-
2-Bakara 187
tâbe aley-kum : sizin tövbelerinizi kabul etti
-
2-Bakara 187
fe : artık, bundan sonra
-
2-Bakara 187
elâne : şimdi
-
2-Bakara 187
bâşirû-hunne : onlara yaklaşın, onlarla mübaşeret edin
-
2-Bakara 187
ve ibtegû : ve isteyin
-
2-Bakara 187
mâ ketebe : takdir ettiği, yazdığı, farz kıldığı şeyi
-
2-Bakara 187
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 187
ve kulû : ve yeyin
-
2-Bakara 187
ve işrabû : ve için
-
2-Bakara 187
yetebeyyene : açığa çıkar, belli olur
-
2-Bakara 187
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 187
el haytu : iplik
-
2-Bakara 187
ebyadu : beyaz
-
2-Bakara 187
min el haytı : iplikten
-
2-Bakara 187
el esvedi : siyah
-
2-Bakara 187
min el fecri : fecr (seher) vaktinde
-
2-Bakara 187
summe : sonra
-
2-Bakara 187
etimmu : tamamlayın
-
2-Bakara 187
es sıyâme : oruç
-
2-Bakara 187
ilâ el leyli : geceye kadar
-
2-Bakara 187
ve lâ tubâşirû-hunne : ve onlarla mübaşeret etmeyin, onlara
-
2-Bakara 187
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 187
âkifûne : itikâfta olanlar (çok ibadet etmek için)
-
2-Bakara 187
fî el mesâcidi : mescidlerde, mecsidlerin içinde
-
2-Bakara 187
tilke : bu
-
2-Bakara 187
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 187
kezâlike : işte böyle
-
2-Bakara 187
yubeyyinu : beyan ediyor, açıklıyor
-
2-Bakara 187
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
2-Bakara 187
lealle-hum : umulur ki böylece onlar
-
2-Bakara 187
yettekûne : takva sahibi olurlar
-
2-Bakara 188
ve lâ te'kulû : ve yemeyin
-
2-Bakara 188
emvâle-kum : mallarınız
-
2-Bakara 188
beyne-kum : sizin aranızda
-
2-Bakara 188
bi el bâtılı : bâtıl ile, haksızlıkla
-
2-Bakara 188
ve (lâ) tudlû : ve aktarmayın, rüşvet olarak vermeyin
-
2-Bakara 188
ilâ el hukkâmi : hakimlere
-
2-Bakara 188
li te'kulû : yemeniz için
-
2-Bakara 188
ferîkan : bir kısım
-
2-Bakara 188
min emvâli : mallardan
-
2-Bakara 188
en nâsi : insanlar
-
2-Bakara 188
bi el ismi : günah ile, günaha girerek
-
2-Bakara 188
ve entum ta'lemûne : ve siz biliyorsunuz
-
2-Bakara 189
yes'elûne-ke : sana soruyorlar, sorarlar
-
2-Bakara 189
el ehilleti : hilâller (Ay'ın hilâl şeklinden dolunay olana kadar geçirdiği hilâl şekilleri)
-
2-Bakara 189
hiye : o
-
2-Bakara 189
mevâkîtu : vakitleri bildiren vakit ölçüsü
-
2-Bakara 189
li en nâsi : insanlar için
-
2-Bakara 189
ve el haccı : ve hac
-
2-Bakara 189
ve leyse : ve değildir
-
2-Bakara 189
el birru : birr, ebrar yapan davranış biçimi
-
2-Bakara 189
bi en te'tû : gelmeniz, girmeniz
-
2-Bakara 189
el buyûte : evler
-
2-Bakara 189
ve lâkinne : ve lâkin, fakat, oysa
-
2-Bakara 189
el birre : birr, ebrar yapan davranış biçimi
-
2-Bakara 189
menittekâ (men ittekâ) : kişi takva sahibi olur
-
2-Bakara 189
ve u'tû : ve gelin, girin
-
2-Bakara 189
el buyûte : evler
-
2-Bakara 189
min ebvâbi-hâ : onun kapılarından
-
2-Bakara 189
ve ittekû : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 189
allâhe : Allah
-
2-Bakara 189
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 189
tuflihûne : felâha, kurtuluşa erersiniz
-
2-Bakara 190
ve kâtilû : ve savaşın, öldürün
-
2-Bakara 190
fi sebîli allâhi : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 190
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 190
yukâtilûne-kum : sizi katlediyorlar, sizinle savaşıyorlar, sizi öldürüyorlar
-
2-Bakara 190
ve lâ ta'tedû : ve aşırı gitmeyin, haddi aşmayın
-
2-Bakara 190
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 190
el mu'tedîne : aşırı gidenler, haddi aşanlar
-
2-Bakara 191
ve uktulû-hum : ve onları öldürün
-
2-Bakara 191
sekıftumû-hum : onları buldunuz, yakaladınız,
-
2-Bakara 191
ve ahricû-hum : ve onları çıkarın
-
2-Bakara 191
ve el fitnetu : ve fitne
-
2-Bakara 191
eşeddu : daha şiddetli, daha kuvvetli, daha fena
-
2-Bakara 191
min el katli : öldürmekten
-
2-Bakara 191
ve lâ tukâtilû-hum : ve onları katletmeyin, onlarla savaşmayın, onları öldürmeyin
-
2-Bakara 191
inde : yanında
-
2-Bakara 191
el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
-
2-Bakara 191
fe : artık, bundan sonra, fakat
-
2-Bakara 191
in kâtelû-kum : eğer sizinle savaşırlarsa,
-
2-Bakara 191
fe uktulû-hum : o zaman, o taktirde, onları öldürün
-
2-Bakara 191
kezâlike : işte böyle
-
2-Bakara 191
cezâu : ceza
-
2-Bakara 191
el kâfirîne : kâfirler
-
2-Bakara 192
fe : artık, bundan sonra
-
2-Bakara 192
in intehev : eğer vazgeçerlerse
-
2-Bakara 192
fe : artık, o taktirde
-
2-Bakara 192
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 193
ve kâtilû-hum : ve onlarla savaşın
-
2-Bakara 193
lâ tekûne : olmasın
-
2-Bakara 193
fitnetun : fitne
-
2-Bakara 193
ve yekûne : ve olsun
-
2-Bakara 193
ed dînu : dîn
-
2-Bakara 193
fe : artık, bundan sonra
-
2-Bakara 193
in intehev : eğer vazgeçerlerse
-
2-Bakara 193
fe : o zaman
-
2-Bakara 193
lâ udvâne : düşmanlık yoktur
-
2-Bakara 193
ez zâlimîne : zalimler
-
2-Bakara 194
eş şehru : ay
-
2-Bakara 194
el harâmu : hürmetli, yasak, haram
-
2-Bakara 194
bi eş şehri : ay ile
-
2-Bakara 194
el harâmi : hürmetli, yasak, haram
-
2-Bakara 194
ve el hurumâtu : ve ihtiram, hürmetler, yasaklar, haram- lar
-
2-Bakara 194
fe men : o zaman, o halde kim ise
-
2-Bakara 194
i'tedâ : zulmetti, hakka tecavüz etti, saldırdı
-
2-Bakara 194
aleykum : size
-
2-Bakara 194
fe i'tedû : o zaman, saldırın
-
2-Bakara 194
aleyhi : onun üzerine, ona
-
2-Bakara 194
ma i'tedâ : zulmettiler, hakka tecavüz ettikleri şey
-
2-Bakara 194
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 194
ve ittekû : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 194
allâhe : Allah'a karşı
-
2-Bakara 194
ve i'lemû : ve bilin
-
2-Bakara 194
enne : olduğunu
-
2-Bakara 194
allâhe : Allah
-
2-Bakara 194
mea : ile, beraber, birlikte
-
2-Bakara 194
el muttekîne : takva sahipleri
-
2-Bakara 195
ve enfikû : ve infâk edin, verin
-
2-Bakara 195
fî sebîli allâhi : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 195
ve lâ tulkû : ve atmayın
-
2-Bakara 195
bi eydî-kum : (sizin) kendi ellerinizle
-
2-Bakara 195
ilâ et tehluketi : tehlikeye
-
2-Bakara 195
ve ahsinû : ve ahsen olun, Allah'ın hükümlerini
-
2-Bakara 195
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 195
el muhsinîne : muhsinler, ahsen olanlar
-
2-Bakara 196
ve etimmû : ve tamamlayın
-
2-Bakara 196
el hacce : hac
-
2-Bakara 196
ve el umrete : ve umre
-
2-Bakara 196
fe in : fakat eğer
-
2-Bakara 196
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 196
mâ isteysera : kolay gelen şey 9 - min el hedyi
-
2-Bakara 196
ve lâ tahlikû : ve traş etmeyin
-
2-Bakara 196
ruûse-kum : başlarınızı
-
2-Bakara 196
yebluga : ulaşır, erişir
-
2-Bakara 196
el hedyu : kurban
-
2-Bakara 196
mahille-hu : mahalline, kendi yerine
-
2-Bakara 196
fe men : fakat kim
-
2-Bakara 196
kâne : oldu
-
2-Bakara 196
ev : veya
-
2-Bakara 196
ezen : eza, ağrı
-
2-Bakara 196
fe fidyetun : o zaman, bu durumda fidye (gerekir)
-
2-Bakara 196
ev : veya
-
2-Bakara 196
ev : veya
-
2-Bakara 196
fe izâ emin-tum : artık emin olduğunuz zaman
-
2-Bakara 196
fe men : o taktirde, o zaman kim
-
2-Bakara 196
temettea : faydalanır, yararlanır
-
2-Bakara 196
bi el umreti : umre ile, umreden
-
2-Bakara 196
ilâ el haccı : hacca kadar
-
2-Bakara 196
fe : o taktirde, o zaman
-
2-Bakara 196
isteysera : kolayına gelen
-
2-Bakara 196
min el hedyi : kurbandan
-
2-Bakara 196
fe : artık, fakat
-
2-Bakara 196
men : kim, kimse, kişi
-
2-Bakara 196
lem yecid : bulamadı
-
2-Bakara 196
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 196
selâseti : üç
-
2-Bakara 196
eyyâmin : günler
-
2-Bakara 196
fî el haccı : hacda
-
2-Bakara 196
ve seb'atin : ve yedi
-
2-Bakara 196
izâ reca'tum : döndüğünüz zaman
-
2-Bakara 196
tilke : bu
-
2-Bakara 196
kâmiletun : tamamı
-
2-Bakara 196
zâlike : işte bu, bu
-
2-Bakara 196
li men : kimse(ler) için
-
2-Bakara 196
lem yekun : olmayan
-
2-Bakara 196
ehlu-hu : onun ailesi
-
2-Bakara 196
el mescidi el harâmi : Mescid-i Haram
-
2-Bakara 196
ve ittekû allâhe : ve Allah'a karşı takva sahibi olun
-
2-Bakara 196
ve i'lemû : ve bilin
-
2-Bakara 196
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğu
-
2-Bakara 196
şedîdu : şiddetli
-
2-Bakara 196
el ikâbi : ceza
-
2-Bakara 197
el haccu : hac
-
2-Bakara 197
eşhurun : aylar
-
2-Bakara 197
fe : o zaman, işte
-
2-Bakara 197
men : kim, kimse
-
2-Bakara 197
fî hinne : onların içinde, onlarda
-
2-Bakara 197
el hacca : hac
-
2-Bakara 197
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 197
lâ refese : yanaşmak yoktur
-
2-Bakara 197
ve lâ fusûka : ve fasıklık, günaha sapma yoktur
-
2-Bakara 197
ve lâ cidâle : ve sürtüşmek, kavga etmek yoktur
-
2-Bakara 197
fî el haccı : hacta
-
2-Bakara 197
ve mâ tef'alû : ve ne yaparsanız
-
2-Bakara 197
ya'lem-hu : onu bilir
-
2-Bakara 197
ve tezevvedû : ve azıklanın, azık hazırlayın
-
2-Bakara 197
fe : o zaman, fakat
-
2-Bakara 197
inne : muhakkak
-
2-Bakara 197
hayra ez zâdi : azığın hayırlısı
-
2-Bakara 197
et takvâ : takva (sahibi olmak)
-
2-Bakara 197
ve : ve
-
2-Bakara 197
ittekû-ni : bana karşı takva sahibi olun
-
2-Bakara 197
ulî el elbâbi : lübblerin, sır hazinelerinin sahipleri,
-
2-Bakara 198
leyse : değil
-
2-Bakara 198
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 198
en tebtegû : aramanız, talep etmeniz, istemeniz
-
2-Bakara 198
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 198
efadtum : topluca geldiniz, akın akın geldiniz
-
2-Bakara 198
fe uzkurû : o zaman zikredin
-
2-Bakara 198
allâhe : Allah
-
2-Bakara 198
inde : yanında
-
2-Bakara 198
el meş'ari el harâmi : Meş'aril Haram, Arafat'tan dönüş
-
2-Bakara 198
ve uzkurû-hu : ve onu zikredin
-
2-Bakara 198
kemâ : gibi, şeklinde, şekilde
-
2-Bakara 198
hedâ-kum : sizi hidayete erdirdi
-
2-Bakara 198
ve in : ve ise, sadece, doğrusu
-
2-Bakara 198
le : elbette
-
2-Bakara 198
min ed dâllîne : dalâlette olanlardan
-
2-Bakara 199
summe : sonra
-
2-Bakara 199
efîdû : topluca, akın akın dönüp gelin
-
2-Bakara 199
efâda : topluca, akın akın dönüp geldi
-
2-Bakara 199
en nâsu : insanlar
-
2-Bakara 199
ve istagfirû : ve istiğfar edin, mağfiret isteyin
-
2-Bakara 199
allâhe : Allah
-
2-Bakara 199
inne : muhakkak
-
2-Bakara 199
allâhe : Allah
-
2-Bakara 200
fe : o zaman, böylece
-
2-Bakara 200
menâsike-kum : hacca ait ibadetleriniz
-
2-Bakara 200
fe uzkurû : artık zikredin, anın
-
2-Bakara 200
allâhe : Allah
-
2-Bakara 200
ke : gibi
-
2-Bakara 200
âbâe-kum : babalarınız, atalarınız
-
2-Bakara 200
ev : veya
-
2-Bakara 200
eşedde : daha şiddetli, daha kuvvetli
-
2-Bakara 200
zikren : zikrederek
-
2-Bakara 200
fe : fakat
-
2-Bakara 200
min en nâsi : insanlardan
-
2-Bakara 200
men : kimse(ler), kim, kimi
-
2-Bakara 200
yekûlu : der
-
2-Bakara 200
rabbe-nâ : (bizim) Rabbimiz
-
2-Bakara 200
fî ed dunyâ : dünyada
-
2-Bakara 200
ve : ve
-
2-Bakara 200
lehu : onun
-
2-Bakara 200
fî el ahirati : ahirette
-
2-Bakara 201
ve min-hum : ve onlardan
-
2-Bakara 201
men yekûlu : kim derse
-
2-Bakara 201
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
2-Bakara 201
fî ed dunyâ : dünyada
-
2-Bakara 201
haseneten : hasene, hayır, iyilik, güzellik
-
2-Bakara 201
ve fî el âhirati : ve ahirette
-
2-Bakara 201
haseneten : hasene, hayır, iyilik, güzellik
-
2-Bakara 201
ve kı-nâ : ve bizi koru
-
2-Bakara 201
azâbe en nâri : ateşin azabı
-
2-Bakara 202
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 202
lehum : onların vardır
-
2-Bakara 202
kesebû : kazandılar, (dereceler) kazandılar
-
2-Bakara 202
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
2-Bakara 202
serîu : seri, çabuk
-
2-Bakara 202
el hısâbi : hesap
-
2-Bakara 203
ve ezkurû : ve zikredin
-
2-Bakara 203
allâhe : Allah
-
2-Bakara 203
fî eyyâmin : günlerde
-
2-Bakara 203
fe : fakat, artık, bundan sonra
-
2-Bakara 203
men : kim
-
2-Bakara 203
teaccele : acele eder
-
2-Bakara 203
yevmeyni : iki gün
-
2-Bakara 203
fe : fakat, artık, bundan sonra
-
2-Bakara 203
lâ isme : bir günah yoktur
-
2-Bakara 203
aleyhi : onun üzerine, ona
-
2-Bakara 203
ve men : ve kim
-
2-Bakara 203
teahhara : tehir ederse, gecikirse
-
2-Bakara 203
fe : artık, bundan sonra, o taktirde
-
2-Bakara 203
lâ isme : bir günah yoktur
-
2-Bakara 203
aleyhi : onun üzerine
-
2-Bakara 203
men : kimse(ler)
-
2-Bakara 203
ittekâ : takva sahibi oldu
-
2-Bakara 203
ve ittekû : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 203
allâhe : Allah
-
2-Bakara 203
ve a'lemû : ve bilin
-
2-Bakara 203
enne-kum : sizin ..... olduğunuzu
-
2-Bakara 203
ileyhi : ona
-
2-Bakara 203
tuhşerûne : haşrolunacaksınız
-
2-Bakara 204
ve min en nâsi : ve insanlardan
-
2-Bakara 204
men : kim, kimse(ler), kişi(ler)
-
2-Bakara 204
yu'cibu-ke : seni hoşnut eder, senin hoşuna gider
-
2-Bakara 204
fî hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
2-Bakara 204
ve yuşhidu allâhe : ve Allah'ı şahit tutar
-
2-Bakara 204
ve huve : ve o
-
2-Bakara 204
eleddu : çok şiddetli, amansız, azılı düşman,
-
2-Bakara 204
el hısâmi : hasım, düşman
-
2-Bakara 205
ve izâ : ve o zaman, olduğu zaman
-
2-Bakara 205
tevellâ : döndü
-
2-Bakara 205
seâ : çalıştı
-
2-Bakara 205
fî el ardı : yeryüzünde
-
2-Bakara 205
li yufside : fesat çıkarmak için
-
2-Bakara 205
ve yuhlike : ve helâk edilmesi
-
2-Bakara 205
el harse : ekinler
-
2-Bakara 205
ve en nesle : ve nesil
-
2-Bakara 205
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
2-Bakara 205
el fesâda : fesat, bozgunculuk
-
2-Bakara 206
ve izâ : ve o zaman, olduğu zaman
-
2-Bakara 206
kîle : denildi
-
2-Bakara 206
lehu : ona
-
2-Bakara 206
ıttekı : takva sahibi ol
-
2-Bakara 206
allâhe : Allah
-
2-Bakara 206
ehazet-hu : onu alır, tutar (mani olur)
-
2-Bakara 206
el izzetu : izzet, üstünlük
-
2-Bakara 206
bi el ismi : günaha, günah
-
2-Bakara 206
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 206
cehennemu : cehennem
-
2-Bakara 206
ve le bi'se : ve elbette, gerçekten kötü
-
2-Bakara 206
el mihâdu : yatak, döşek
-
2-Bakara 207
ve min en nâsi : ve insanlardan
-
2-Bakara 207
men : kim, kişi, kimse(ler)
-
2-Bakara 207
yeşrî : satar
-
2-Bakara 207
nefse-hu : kendi nefsini
-
2-Bakara 207
ibtigâe : aradı, istedi, diledi
-
2-Bakara 207
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
2-Bakara 207
bi el ıbâdi : kullarına
-
2-Bakara 208
yâ eyyuhâ : ey
-
2-Bakara 208
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 208
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
-
2-Bakara 208
fi es silmi : silm'e, teslime (ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah'a teslim etmeye
-
2-Bakara 208
kâffeten : topluca, hepiniz
-
2-Bakara 208
ve lâ tettebiû : ve tâbî olmayın, uymayın
-
2-Bakara 208
eş şeytâni : şeytan
-
2-Bakara 208
inne-hu : muhakkak ki o, çünkü o
-
2-Bakara 208
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 209
fe : o zaman, o taktirde, fakat, hâlâ
-
2-Bakara 209
in zelel-tum : eğer ayağınızı kaydırırsanız, saparsanız
-
2-Bakara 209
mâ câet-kum : size gelen şey
-
2-Bakara 209
el beyyinâtu : beyyineler, açık deliller, açık
-
2-Bakara 209
fe : o zaman, öyleyse, o taktirde
-
2-Bakara 209
a'lemû : biliniz, bilin
-
2-Bakara 209
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğu
-
2-Bakara 210
hel : mı
-
2-Bakara 210
yenzurûne : bakıyorlar, gözlüyorlar, bekliyorlar
-
2-Bakara 210
en ye'tiye-hum(u) : onlara gelmesi
-
2-Bakara 210
fî zulelin : gölgede, gölgeler içinde
-
2-Bakara 210
min el gamâmi : bulutlardan
-
2-Bakara 210
ve el melâiketu : ve melekler
-
2-Bakara 210
ve kudiye : ve bitirilmesi, yerine getirilmesi
-
2-Bakara 210
el emru : emir, iş
-
2-Bakara 210
ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah'a
-
2-Bakara 210
turceu : döndürülür
-
2-Bakara 210
el umûru : emirler, işler
-
2-Bakara 211
sel : sor
-
2-Bakara 211
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
2-Bakara 211
kem : kaç tane, nice
-
2-Bakara 211
âteynâ-hum : onlara verdik
-
2-Bakara 211
min âyetin beyyinetin : açıklanmış âyetten, mucizeden
-
2-Bakara 211
ve men : ve kim
-
2-Bakara 211
yubeddil : değiştirir
-
2-Bakara 211
ni'metallâhi (ni'mete allâhi) : Allah'ın ni'meti
-
2-Bakara 211
mâ câet-hu : ona gelen şey
-
2-Bakara 211
fe : artık, bundan sonra, o taktirde
-
2-Bakara 211
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 211
şedîdu : şiddetli
-
2-Bakara 211
el ikâbi : ceza
-
2-Bakara 212
zuyyine : süslendi, müzeyyen kılındı
-
2-Bakara 212
lillezîne (li ellezîne) : o kimselere, onlara
-
2-Bakara 212
keferû : inkâr ettiler
-
2-Bakara 212
el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
-
2-Bakara 212
ve yesharûne : ve alay ediyorlar
-
2-Bakara 212
min ellezîne : o kimselerden, onlardan
-
2-Bakara 212
âmenû : âmenû oldular (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler
-
2-Bakara 212
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 212
ittekav : takva sahibi oldular
-
2-Bakara 212
fevka-hum : onların üstünde (onlardan üstün)
-
2-Bakara 212
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
2-Bakara 212
ve allâhu yerzuku : ve Allah rızıklandırır
-
2-Bakara 212
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
2-Bakara 213
kâne : oldu, idi
-
2-Bakara 213
en nâsu : insanlar
-
2-Bakara 213
ummeten : ümmet, topluluk
-
2-Bakara 213
vâhıdeten : bir, tek, bir tek
-
2-Bakara 213
fe : o zaman, sonra
-
2-Bakara 213
bease : beas etti, hayata getirdi, gönderdi
-
2-Bakara 213
en nebiyyîne : peygamberler
-
2-Bakara 213
mubeşşirîne : müjdeleyiciler
-
2-Bakara 213
ve munzirîne : ve uyarıcılar
-
2-Bakara 213
ve enzele : ve indirdi
-
2-Bakara 213
mea-hum : onlarla birlikte, beraber, yanında
-
2-Bakara 213
el kitâbe : kitap
-
2-Bakara 213
bi el hakkı : hak ile
-
2-Bakara 213
li yahkume : hükmetmeleri için, hükmetsin diye
-
2-Bakara 213
beyne : arasında
-
2-Bakara 213
en nâsi : insanlar
-
2-Bakara 213
ıhtelefû : ve ihtilâf ettiler, ayrılığa düştükler
-
2-Bakara 213
ve mâ ıhtelefe : ve ihtilâf ettikleri, ayrılığa düştükleri şey
-
2-Bakara 213
illellezîne (illâ ellezîne) : sadece, ancak o kimseler
-
2-Bakara 213
mâ câet-hum : onlara gelen şey
-
2-Bakara 213
el beyyinâtu : beyyineler, belgeler
-
2-Bakara 213
bagyen : düşmanlık, çekememezlik, haset
-
2-Bakara 213
beyne-hum : kendi aralarında
-
2-Bakara 213
fe : o zaman, bu sebeple
-
2-Bakara 213
hedâ allâhu : Allah hidayete erdirdi
-
2-Bakara 213
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 213
âmenû : Allah'a ulaşmayı dilediler, îmân ettiler
-
2-Bakara 213
li mâ ıhtelefû : ihtilâf ettikleri, ayrılığa düştükleri şey için
-
2-Bakara 213
min el hakkı : haktan
-
2-Bakara 213
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 213
yehdî : hidayet eder, ulaştırır, iletir
-
2-Bakara 213
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
2-Bakara 214
em hasibtum : yoksa zan mı ettiniz
-
2-Bakara 214
en tedhulû : girmeniz
-
2-Bakara 214
el cennete : cennet
-
2-Bakara 214
ve lemmâ : ve olmadıkça
-
2-Bakara 214
ye'ti-kum : size gelir
-
2-Bakara 214
mesele : durum, haller
-
2-Bakara 214
ellezîne : o kimseler, onlar
-
2-Bakara 214
halev : gelip geçti
-
2-Bakara 214
messet-hum : onlara dokundu, isabet etti, başına geldi
-
2-Bakara 214
el be'sâu : şiddetli belâ
-
2-Bakara 214
ve ed darrâu : ve darlık, zarar, sıkıntı, felâket
-
2-Bakara 214
ve zulzilû : ve sarsıldılar
-
2-Bakara 214
yekûle : söyleyecek, diyecek
-
2-Bakara 214
er resûlu : resûl
-
2-Bakara 214
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 214
âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler
-
2-Bakara 214
mea-hu : onun yanında
-
2-Bakara 214
metâ : ne zaman
-
2-Bakara 214
e lâ : değil mi, (öyle) değil mi
-
2-Bakara 214
inne nasrallâhi (nasra allâhi) : muhakkak ki, mutlaka Allah'ın yardımı
-
2-Bakara 215
yes'elûne-ke : sana soruyorlar
-
2-Bakara 215
yunfikûne : infâk ederler (Allah için verirler)
-
2-Bakara 215
mâ enfaktum : Allah için infâk ettiğiniz, verdiğiniz şey
-
2-Bakara 215
fe : işte o
-
2-Bakara 215
li el vâlideyni : anne-baba için
-
2-Bakara 215
ve akrabîne : ve akrabalar, yakınlar
-
2-Bakara 215
ve yetâmâ : ve yetimler
-
2-Bakara 215
ve el mesâkîni : ve miskinler, yoksullar, çalışamayacak
-
2-Bakara 215
ve ibni es sebîli : ve (yolda kalmış) yolcular
-
2-Bakara 215
ve mâ tef'alû : ve yaptığınız şey, ne yaparsanız
-
2-Bakara 215
fe inne allâhe : o taktirde muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 216
kutibe : yazıldı, farz kılındı
-
2-Bakara 216
aleykum(u) : sizin üzerinize
-
2-Bakara 216
el kitâlu : savaş
-
2-Bakara 216
ve huve : ve o
-
2-Bakara 216
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 216
ve asâ : ve umulur ki, olur ki
-
2-Bakara 216
en tekrehû : kerih olması, hoşa gitmemesi
-
2-Bakara 216
şey'en : bir şey
-
2-Bakara 216
ve huve : ve o
-
2-Bakara 216
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 216
ve asâ : ve umulur ki
-
2-Bakara 216
en tuhıbbû : sevmeniz, hoşlanmanız
-
2-Bakara 216
şeyen : bir şey
-
2-Bakara 216
ve huve : ve o
-
2-Bakara 216
şerrun : şerrdir
-
2-Bakara 216
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 216
ya'lemu : bilir
-
2-Bakara 216
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 216
lâ ta'lemûne : siz bilmezsiniz
-
2-Bakara 217
yes'elûne-ke : sana soruyorlar
-
2-Bakara 217
an(i) eş şehri el harâmi : haram aydan
-
2-Bakara 217
kebîrun : büyük
-
2-Bakara 217
ve saddun : ve men etmek, alıkoymak
-
2-Bakara 217
an sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolundan
-
2-Bakara 217
ve kufrun : ve inkâr etmek
-
2-Bakara 217
ve el mescidi el harâmi : ve Mescid-i Haram
-
2-Bakara 217
ve ihrâcu : ve çıkarmak
-
2-Bakara 217
ehli-hi : onun halkı
-
2-Bakara 217
ekberu : en büyük, daha büyük
-
2-Bakara 217
indallâhi (inde allâhi) : Allah'ın katında
-
2-Bakara 217
ve el fitnetu : ve fitne
-
2-Bakara 217
ekberu : en büyük, daha büyük
-
2-Bakara 217
min el katli : öldürmekten
-
2-Bakara 217
ve lâ yezâlûne : ve zail olmazlar, geri kalmazlar
-
2-Bakara 217
yukâtilûne-kum : sizinle savaşırlar
-
2-Bakara 217
yeruddû-kum : sizi döndürürler
-
2-Bakara 217
in istetâû : eğer güçleri yetse
-
2-Bakara 217
ve men : ve kim
-
2-Bakara 217
yertedid : geri döner
-
2-Bakara 217
fe yemut : o zaman, o taktirde ölür
-
2-Bakara 217
ve huve : ve o
-
2-Bakara 217
fe ulâike : o zaman, böylece, bu sebeple işte onlar
-
2-Bakara 217
fî ed dunyâ : dünyada
-
2-Bakara 217
ve el âhiret : ve ahirette
-
2-Bakara 217
ve ulâike : ve işte onlar
-
2-Bakara 217
ashâbu en nâri : ateş ehlidir
-
2-Bakara 217
hâlidûne : ebediyyen kalıcak olanlardır
-
2-Bakara 218
inne ellezîne : muhakak ki onlar
-
2-Bakara 218
âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler) îmân ettiler
-
2-Bakara 218
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 218
hâcerû : hicret ettiler
-
2-Bakara 218
ve câhedû : ve cihad ettiler
-
2-Bakara 218
fî sebîli allâhi : Allah'ın yolunda
-
2-Bakara 218
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 218
yercûne : ümit ederler, arzu ederler, dilerler
-
2-Bakara 218
rahmete allâhi : Allah'ın rahmeti
-
2-Bakara 219
yes'elûne-ke : sana soruyorlar, sorarlar
-
2-Bakara 219
an el hamri : şaraptan
-
2-Bakara 219
ve el meysiri : ve kumar
-
2-Bakara 219
ismun kebîrun : büyük günah
-
2-Bakara 219
ve menâfiu : ve menfaat, faydalar
-
2-Bakara 219
li en nâsi : insanlar için
-
2-Bakara 219
ve ismu-humâ : ve onların (o ikisinin) günahları
-
2-Bakara 219
ekberu : daha büyük
-
2-Bakara 219
min nef'i-himâ : onların (o ikisinin) faydalarından
-
2-Bakara 219
ve yes'elûne-ke : ve sana soruyorlar, sorarlar
-
2-Bakara 219
yunfikûne : infâk ediyorlar
-
2-Bakara 219
el afve : afv olan, ihtiyaçtan fazla olan mal, affedilen, vazgeçilen
-
2-Bakara 219
kezâlike : bunun gibi, işte böyle
-
2-Bakara 219
yubeyyinu allâhu : Allah açıklıyor
-
2-Bakara 219
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 219
el âyâti : âyetler
-
2-Bakara 219
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 219
tetefekkerûne : tefekkür edersiniz, düşünürsünüz
-
2-Bakara 220
fî ed dunyâ : dünya hakkında, dünyada
-
2-Bakara 220
ve el âhirati : ve ahiret
-
2-Bakara 220
ve yes'elûne-ke : ve sana soruyorlar, sorarlar
-
2-Bakara 220
an el yetâmâ : yetimlerden
-
2-Bakara 220
lehum : onları
-
2-Bakara 220
ve in tuhâlitû-hum : ve eğer onlara karışırsanız, katılırsanız
-
2-Bakara 220
fe : artık, o zaman
-
2-Bakara 220
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 220
ya'lemu : bilir
-
2-Bakara 220
el mufside : fesat çıkaranlar
-
2-Bakara 220
min el muslihi : ıslâh edenlerden
-
2-Bakara 220
ve lev : ve şâyet, olsa, ise
-
2-Bakara 220
şâallâhu (şâe allâhu) : Allah diledi
-
2-Bakara 220
le : elbette, mutlaka
-
2-Bakara 220
a'nete-kum : sizi sıkıntıya soktu
-
2-Bakara 220
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 221
ve lâ tenkihû : ve (kendinize) nikâhlamayın
-
2-Bakara 221
el muşrikâti : müşrik kadınlar
-
2-Bakara 221
hattâ yu'minne : mü'min oluncaya, îmân edinceye kadar
-
2-Bakara 221
ve le emetun : ve elbette bir cariye
-
2-Bakara 221
mu'minetun : mü'min (kadın)
-
2-Bakara 221
min muşriketin : müşrik bir kadından
-
2-Bakara 221
ve lev a'cebet-kum : ve size hoş gelse bile, hoşunuza gitse bile
-
2-Bakara 221
ve lâ tunkihû : ve (siz kadınlarınızı) nikâhlamayın
-
2-Bakara 221
el muşrikîne : müşrik erkekler
-
2-Bakara 221
ve le abdun : ve elbette bir köle
-
2-Bakara 221
ve lev a'cebe-kum : ve size hoş gelse bile
-
2-Bakara 221
ulâike yed'ûne : işte onlar davet ederler
-
2-Bakara 221
ilâ en nâri : ateşe
-
2-Bakara 221
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 221
yed'û : davet ediyor
-
2-Bakara 221
ilâ el cenneti : cennete
-
2-Bakara 221
ve el magfireti : ve mağfiret
-
2-Bakara 221
ve yubeyyinu : ve açıklıyor
-
2-Bakara 221
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
2-Bakara 221
lealle-hum : umulur ki böylece onlar
-
2-Bakara 221
yetezekkerûne : tezekkür ederler
-
2-Bakara 222
ve yes'elûne-ke : ve sana soruyorlar, sorarlar
-
2-Bakara 222
anil mahîdi (an el mahîdi) : (kadınların) hayz (ay) hallerinden
-
2-Bakara 222
huve : o
-
2-Bakara 222
ezen : eza, ıstırap
-
2-Bakara 222
fa'tezilû (fe ı'tezilû) : o taktirde, bu yüzden uzak durun
-
2-Bakara 222
en nisâe : kadın(lar)
-
2-Bakara 222
fî el mahîdi : hayz (ay) hallerinde, hayz zamanında
-
2-Bakara 222
ve lâ takrabûhunne : ve onlara yaklaşmayın
-
2-Bakara 222
hattâ yathurne : temizleninceye kadar
-
2-Bakara 222
fe : öyle olunca, (öyle) ise, artık, o zaman
-
2-Bakara 222
izâ tetahherne : temizlendikleri zaman
-
2-Bakara 222
fe : öyle olunca, (öyle) ise, artık, o zaman,
-
2-Bakara 222
e'tûhunne : onlara gelin, yanına gidin (biraraya gelin)
-
2-Bakara 222
emere-kum(u) allâhu : Allah size emretti
-
2-Bakara 222
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 222
et tevvâbîne : tövbe edenler
-
2-Bakara 222
ve yuhibbu : ve sever
-
2-Bakara 222
el mutetahhirîne : temizlenenler, temizlenmiş olanlar
-
2-Bakara 223
lekum : sizin için, sizin
-
2-Bakara 223
fe : o zaman, artık, o halde
-
2-Bakara 223
e'tû : gelin, yaklaşın
-
2-Bakara 223
harse-kum : sizin tarlanız
-
2-Bakara 223
ennâ : nasıl
-
2-Bakara 223
ve kaddimû : ve takdim edin
-
2-Bakara 223
li enfusi-kum : nefsleriniz için, kendiniz için
-
2-Bakara 223
vettekû (ve ittekû) : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 223
allâhe : Allah
-
2-Bakara 223
va'lemû (ve ı'lemû) : ve bilin
-
2-Bakara 223
enne-kum : sizin ..... olduğunu
-
2-Bakara 223
ve beşşir(i) : ve müjdele
-
2-Bakara 223
el mu'minîne : mü'minler
-
2-Bakara 224
ve lâ tec'alû : ve kılmayın, yapmayın
-
2-Bakara 224
allâhe : Allah
-
2-Bakara 224
urdaten : siper, mani, engel
-
2-Bakara 224
li eymâni-kum : yeminlerinize, yeminleriniz için
-
2-Bakara 224
en teberrû : ebrar kimseler olmanız
-
2-Bakara 224
ve tettekû : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 224
ve tuslihû : ve ıslâh edin, düzeltin
-
2-Bakara 224
beyne : arası
-
2-Bakara 224
en nâsi : insanlar
-
2-Bakara 224
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 224
semîun : en iyi işiten
-
2-Bakara 225
bi el lagvi : boş, lüzûmsuz sözler
-
2-Bakara 225
fî eymâni-kum : yeminleriniz konusunda, hakkında
-
2-Bakara 225
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 225
bi mâ kesebet : kazandığı şeyler ile
-
2-Bakara 226
lillezîne (li ellezîne) : o kimseler için, onlar için, onlara
-
2-Bakara 226
yu'lûne : (yaklaşmamaya) yemin ederler
-
2-Bakara 226
terabbusu : beklerler
-
2-Bakara 226
erbaati : dört
-
2-Bakara 226
eşhurin : aylar
-
2-Bakara 226
fe : fakat, o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 226
fe : fakat, o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 226
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 227
ve in azemû : ve eğer azmederlerse
-
2-Bakara 227
et talâka : boşama
-
2-Bakara 227
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 227
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 227
semîun : en iyi işiten
-
2-Bakara 228
ve el mutallakâtu : ve boşanmış kadınlar
-
2-Bakara 228
yeterabbasne : dururlar, beklerler
-
2-Bakara 228
bi enfusi-hinne : kendi kendilerine
-
2-Bakara 228
selâsete : üç
-
2-Bakara 228
ve lâ yahıllu : ve helâl olmaz
-
2-Bakara 228
lehunne : onlara (o kadınlara)
-
2-Bakara 228
en yektumne : gizlemek
-
2-Bakara 228
fî erhâmi-hinne : onların rahimlerinde
-
2-Bakara 228
in kunne : eğer onlar (kadınlar) iseler
-
2-Bakara 228
yu'minne : îmân ederler
-
2-Bakara 228
ve el yevmi el âhıri : ve son güne, sonraki güne, ahirete
-
2-Bakara 228
ve buûletu-hunne : ve onların eşleri, kocaları
-
2-Bakara 228
ehakku : daha çok hak sahibi
-
2-Bakara 228
bi reddi-hinne : onlara geri dönmeye
-
2-Bakara 228
fî zâlike : bunda
-
2-Bakara 228
in erâdû : eğer isterlerse
-
2-Bakara 228
ve lehunne : ve onların (kadınların) vardır
-
2-Bakara 228
mislu ellezî : onun misli, onun gibi
-
2-Bakara 228
aleyhinne : onların üzerinde
-
2-Bakara 228
bi el ma'rûfi : iyilik ile, örfe ve adete uygun olarak
-
2-Bakara 228
ve li er ricâli : ve erkekler için, erkeklerin vardır
-
2-Bakara 228
aleyhinne : onların üzerinde
-
2-Bakara 228
derecetun : bir derece
-
2-Bakara 228
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 229
et talâku : boşamak
-
2-Bakara 229
merratâni : iki kere
-
2-Bakara 229
fe : artık, bundan sonra
-
2-Bakara 229
ev : veya
-
2-Bakara 229
tesrîhun : bırakmak, serbest bırakmak
-
2-Bakara 229
ve lâ yahıllu : ve helâl olmaz
-
2-Bakara 229
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 229
en te'huzû : almanız
-
2-Bakara 229
âteytumû-hunne : onlara verdiniz
-
2-Bakara 229
şey'en : bir şey
-
2-Bakara 229
en yehâfâ : korkmaları
-
2-Bakara 229
ellâ yukîmâ : ikame edememek, ayakta tutamamak, yerine getirememek
-
2-Bakara 229
fe : o zaman, bu durumda, o taktirde
-
2-Bakara 229
ellâ yukîmâ : ikame edememek, ayakta tutamamak, yerine getirememek
-
2-Bakara 229
fe : o zaman, bu durumda
-
2-Bakara 229
aleyhimâ : onların ikisi üzerine, ikisine
-
2-Bakara 229
iftedet : fidye (mehr) verdi
-
2-Bakara 229
tilke : işte o, bu (bunlar)
-
2-Bakara 229
fe : o zaman, artık
-
2-Bakara 229
lâ ta'tedû-hâ : onu aşmayın
-
2-Bakara 229
ve men : ve kim
-
2-Bakara 229
yeteadde : aşıyor, aşar
-
2-Bakara 229
fe : o zaman, işte
-
2-Bakara 229
ulâike : işte onlar
-
2-Bakara 229
hum(u) ez zâlimûne : onlar zalimler, haksızlık edenler
-
2-Bakara 230
fe : o zaman, o taktirde, bundan sonra
-
2-Bakara 230
fe : artık
-
2-Bakara 230
lehu : ona
-
2-Bakara 230
tenkiha : nikâhlanır
-
2-Bakara 230
zevcen : eş, zevce
-
2-Bakara 230
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 230
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 230
aley-himâ : onların ikisi üzerine, ikisine
-
2-Bakara 230
en yeterâceâ : dönmeleri
-
2-Bakara 230
en yukîmâ : ikame etmek, ayakta tutmak, yerine getirmek
-
2-Bakara 230
ve tilke : ve işte o, bu (bunlar)
-
2-Bakara 230
yubeyyinu-hâ : onu açıklıyor
-
2-Bakara 230
ya'lemûne : biliyorlar, bilirler
-
2-Bakara 231
ve izâ : ve olduğu zaman, olduğunda
-
2-Bakara 231
en nisâe : kadınlar
-
2-Bakara 231
fe : o zaman, sonra, artık
-
2-Bakara 231
belagne : erişti, ulaştı, tamamladı
-
2-Bakara 231
ecele-hunne : onların (bekleme) süreleri
-
2-Bakara 231
fe emsikû-hunne : artık onları tutun, alıkoyun
-
2-Bakara 231
ev : veya
-
2-Bakara 231
serrihû-hunne : onları serbest bırakın
-
2-Bakara 231
ve lâ tumsikû-hunne : ve onları tutmayın
-
2-Bakara 231
li ta'tedû : hakka tecavüz için
-
2-Bakara 231
ve men : ve kim
-
2-Bakara 231
yef'al : yapar
-
2-Bakara 231
zâlike : bunu
-
2-Bakara 231
fe : o zaman, sonra, artık, o taktirde
-
2-Bakara 231
zaleme : zulmetti, haksızlık yaptı
-
2-Bakara 231
nefse-hu : kendi nefsine
-
2-Bakara 231
ve lâ tettehızû : ve edinmeyin
-
2-Bakara 231
huzuven : alay konusu, eğlence
-
2-Bakara 231
ve uzkurû : ve zikredin, hatırlayın
-
2-Bakara 231
ni'mete allâhi : Allah'ın ni'meti
-
2-Bakara 231
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 231
ve mâ enzele : ve indirdiği şey
-
2-Bakara 231
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 231
min el kitâbi : kitaptan
-
2-Bakara 231
ve el hikmeti : ve hikmet
-
2-Bakara 231
yeızu-kum : size vazeder, öğüt verir, nasihat eder
-
2-Bakara 231
vettekû (ve ittekû) : ve takva sahibi olun
-
2-Bakara 231
allâhe : Allah'a
-
2-Bakara 231
va'lemû : ve bilin, biliniz
-
2-Bakara 231
enne : olduğunu
-
2-Bakara 231
allâhe : Allah
-
2-Bakara 231
bi kulli şey'in : herşeyi
-
2-Bakara 232
ve izâ : ve olduğu zaman, olduğunda
-
2-Bakara 232
en nisâe : kadınlar
-
2-Bakara 232
fe : o zaman, sonra, artık
-
2-Bakara 232
belagne : erişti, ulaştı, tamamladı
-
2-Bakara 232
ecele-hunne : onların (bekleme) süreleri
-
2-Bakara 232
fe : o zaman, sonra, artık
-
2-Bakara 232
lâ ta'dulû-hunne : onlara engel olmayın
-
2-Bakara 232
en yenkıhne : nikâhlamak
-
2-Bakara 232
ezvâce-hunne : onların eşleri, kocaları
-
2-Bakara 232
izâ terâdav : razı oldukları taktirde
-
2-Bakara 232
beyne-hum : onlar aralarında, kendi aralarında
-
2-Bakara 232
bi el ma'rûfi : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
-
2-Bakara 232
zâlike : işte bu, işte böyle
-
2-Bakara 232
men : kim, kimse
-
2-Bakara 232
kâne : oldu, idi
-
2-Bakara 232
ve el yevmi el âhıri : ve ahir güne, son güne, sonraki güne
-
2-Bakara 232
ezkâ : daha iyi tezkiye olma, arınma
-
2-Bakara 232
lekum : sizin için
-
2-Bakara 232
ve atheru : ve daha temiz olma
-
2-Bakara 232
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 232
ya'lemu : bilir
-
2-Bakara 232
ve entum : ve siz
-
2-Bakara 232
lâ ta'lemûne : bilmezsiniz
-
2-Bakara 233
ve el vâlidâtu : ve anneler
-
2-Bakara 233
yurdı'ne : süt emzirirler
-
2-Bakara 233
evlâde-hunne : kendi evlâtlarını
-
2-Bakara 233
havleyni : iki sene
-
2-Bakara 233
kâmileyni : tamamen, tam olarak iki
-
2-Bakara 233
li men : kimse için
-
2-Bakara 233
erâde : istedi
-
2-Bakara 233
en yutimme : tamamlamak
-
2-Bakara 233
er radâate : süt emzirme
-
2-Bakara 233
ve alâ : ve üzerine
-
2-Bakara 233
el mevlûdi lehu : onun için doğurulmuş olan (baba)
-
2-Bakara 233
rızku-hunne : onların rızıkları
-
2-Bakara 233
ve kisvetu-hunne : ve onların giyimleri
-
2-Bakara 233
bi el ma'rûfi : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
-
2-Bakara 233
lâ tukellefu : yükümlü tutulmasın (tutmayın)
-
2-Bakara 233
nefsun : nefs, kişi, kimse
-
2-Bakara 233
vâlidetun : anne
-
2-Bakara 233
bi veledi-hâ : (onun) kendi çocuğu ile
-
2-Bakara 233
ve lâ : ve olmaz, olmasın
-
2-Bakara 233
mevlûdun lehu : onun için doğurulmuş olan (baba)
-
2-Bakara 233
bi veledi-hi : (onun) kendi çocuğu ile
-
2-Bakara 233
ve alâ el vârisi : ve mirasçının üzerinde (ki sorumluluk)
-
2-Bakara 233
zâlike : bu
-
2-Bakara 233
fe : fakat, o taktirde, artık
-
2-Bakara 233
in erâdâ : eğer ikisi isterlerse
-
2-Bakara 233
fısâlen an : sütten kesme
-
2-Bakara 233
terâdın : rıza alınarak, razı olarak
-
2-Bakara 233
ve teşâvurin : ve müşavere ederek, görüşerek
-
2-Bakara 233
fe : fakat, o taktirde, artık
-
2-Bakara 233
aleyhimâ : onların ikisi üzerine, ikisine
-
2-Bakara 233
ve in eradtum : ve eğer isterseniz
-
2-Bakara 233
en testerdıû : (süt anne tutup) emzirtmek
-
2-Bakara 233
evlâde-kum : çocuklarınız
-
2-Bakara 233
fe : fakat, o taktirde, artık
-
2-Bakara 233
lâ cunâhe : günah yoktur
-
2-Bakara 233
aleykum : sizin üzerinize,size
-
2-Bakara 233
izâ sellemtum : teslim ettiğiniz zaman
-
2-Bakara 233
mâ âteytum : (karar )verdiğiniz şey
-
2-Bakara 233
bi el ma'rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
-
2-Bakara 233
ve ittekû allâhe : ve Allah'a karşı takva sahibi olun
-
2-Bakara 233
va'lemû : ve bilin
-
2-Bakara 233
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
-
2-Bakara 233
bi mâ ta'melûne : yaptığınız şeyleri, yaptıklarınızı
-
2-Bakara 234
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 234
yuteveffevne : vefat ettirilirler, ölürler
-
2-Bakara 234
ve yezerûne : ve geriye bırakırlar
-
2-Bakara 234
ezvâcen : eşler
-
2-Bakara 234
yeterabbasne : dururlar, beklerler
-
2-Bakara 234
bi enfusi-hinne : kendi kendileri ile, kendi kendilerine
-
2-Bakara 234
erbeate : dört
-
2-Bakara 234
eşhurin : aylar
-
2-Bakara 234
ve aşran : ve on (gün)
-
2-Bakara 234
fe : böylece, artık
-
2-Bakara 234
izâ belagne : eriştiği zaman, tamamladığı zaman
-
2-Bakara 234
ecele-hunne : onların eceli, bekleme süresi
-
2-Bakara 234
fe : o zaman, böylece, artık
-
2-Bakara 234
lâ cunâhe : günah yoktur
-
2-Bakara 234
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 234
fealne : yaptılar
-
2-Bakara 234
fî enfusi-hinne : onların kendileri hakkında
-
2-Bakara 234
bi el ma'rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
-
2-Bakara 234
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 234
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
2-Bakara 235
ve lâ cunâhe : ve günah yoktur
-
2-Bakara 235
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 235
hitbeti : evlenme teklif etmek
-
2-Bakara 235
en nisâi : kadın(lar)
-
2-Bakara 235
ev : veya
-
2-Bakara 235
eknentum : örttünüz, gizlediniz
-
2-Bakara 235
enfusi-kum : sizin nefsleriniz, kendiniz
-
2-Bakara 235
alime : bildi
-
2-Bakara 235
enne-kum : sizin ..... olduğunuzu
-
2-Bakara 235
se tezkurûne-hunne : onları zikredeceğinizi, hatırlayacağınızı
-
2-Bakara 235
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
2-Bakara 235
lâ tuvâıdû-hunne : onlarla vaadleşmeyin, sözleşmeyin
-
2-Bakara 235
en tekûlû : söylemeniz
-
2-Bakara 235
kavlen : bir söz
-
2-Bakara 235
ma'rûfen : marufla, örf ve adete uygun olarak
-
2-Bakara 235
ve lâ ta'zimû : ve azmetmeyin
-
2-Bakara 235
ukdeten : akid, anlaşma
-
2-Bakara 235
en nikâhı : nikâh
-
2-Bakara 235
yebluga : ulaşır, tamamlanır
-
2-Bakara 235
el kitâbu : kitap (kitapta yazılı olan)
-
2-Bakara 235
ecele-hu : onun eceli, onun süresi
-
2-Bakara 235
va'lemû : ve biliniz
-
2-Bakara 235
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
-
2-Bakara 235
ya'lemu : bilir
-
2-Bakara 235
enfusi-kum : sizin nefsleriniz, kendiniz
-
2-Bakara 235
fe : artık
-
2-Bakara 235
ahzerû-hu : ondan sakının
-
2-Bakara 235
va'lemû : ve biliniz
-
2-Bakara 235
enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
-
2-Bakara 236
lâ cunâhe : günah yoktur
-
2-Bakara 236
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 236
en nisâe : kadın(lar)
-
2-Bakara 236
mâ lem temessû-hunne : henüz kendilerine dokunmadınız
-
2-Bakara 236
ev : veya
-
2-Bakara 236
tefridû : takdirettiniz, tayin ettiniz(farz kıldınız)
-
2-Bakara 236
lehunne : onlar için, onlara
-
2-Bakara 236
farîdâten : takdir edilen (farz kılınan) miktar, mehir
-
2-Bakara 236
ve mettiû-hunne : ve onları metelandırın, faydalandırın
-
2-Bakara 236
alâ el mûsiı : eli geniş olan üzerine (zengin olana)
-
2-Bakara 236
kaderu-hu : muktedir olduğu (kendi kudreti) kadar
-
2-Bakara 236
ve alâ el muktiri : ve dar geçimli olan üzerine (fakir olana)
-
2-Bakara 236
kaderu-hu : muktedir olduğu (kendi kudreti) kadar
-
2-Bakara 236
metâan : meta, mal, fayda
-
2-Bakara 236
bi el ma'rûfi : marufla, örf ve adete uygun olarak
-
2-Bakara 236
alâ el muhsinîne : muhsinlerin üzerine, muhsinlere
-
2-Bakara 237
ve in tallaktumû-hunne : ve eğer onları boşarsanız
-
2-Bakara 237
en temessû-hunne : onlara dokunmanız
-
2-Bakara 237
ve kad : ve olmuştur
-
2-Bakara 237
lehunne : onlar için, onların
-
2-Bakara 237
farîdaten : takdir edilen (farz kılınan) miktar, mehir
-
2-Bakara 237
fe : o zaman, o taktirde
-
2-Bakara 237
en ya'fûne : affetmeleri
-
2-Bakara 237
ev : veya
-
2-Bakara 237
ya'fuve : affeder
-
2-Bakara 237
ellezî : ki o, kimse
-
2-Bakara 237
bi yedi-hî : onun elinde
-
2-Bakara 237
ukdetun : ahid, söz, bağ
-
2-Bakara 237
en nikâhı : nikâh
-
2-Bakara 237
ve en ta'fû : ve sizin affetmeniz
-
2-Bakara 237
li et takvâ : takvaya, takva sahibi olmanıza
-
2-Bakara 237
ve lâ tensevu : ve unutmayın
-
2-Bakara 237
el fadla : fazl, fazilet
-
2-Bakara 237
beyne-kum : sizin aranızda
-
2-Bakara 237
inne allâhe : muhakkak ki Allah
-
2-Bakara 237
bi mâ ta'melûne : yaptığınız şey(ler)i
-
2-Bakara 238
es salavâti : namazlar
-
2-Bakara 238
ve es salâti el vustâ : ve orta namaz
-
2-Bakara 238
ve kûmû : ve kalkın kıyam durun
-
2-Bakara 238
kânitîne : Allah'ın huzurunda huşû içinde ve
-
2-Bakara 239
fe : fakat
-
2-Bakara 239
fe : artık, o zaman
-
2-Bakara 239
ricâlen : yürürken
-
2-Bakara 239
ev : veya
-
2-Bakara 239
rukbânen : binekte iken
-
2-Bakara 239
fe izâ emintum : artık, nihayet emniyette olduğunuz
-
2-Bakara 239
fe : artık
-
2-Bakara 239
allâhe : Allah'ı
-
2-Bakara 239
kemâ : gibi, o şekilde
-
2-Bakara 239
alleme-kum : size öğretti
-
2-Bakara 239
lem tekûnû : olmadınız
-
2-Bakara 239
ta'lemûne : biliyorsunuz
-
2-Bakara 240
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
2-Bakara 240
yuteveffevne : vefat ettirilir
-
2-Bakara 240
ve yezerûne : ve geriye bırakılır
-
2-Bakara 240
ezvâcen : eşler
-
2-Bakara 240
vasıyyeten : vasiyet olarak
-
2-Bakara 240
li ezvâci-him : onların eşlerine
-
2-Bakara 240
metâan : metalandırma (geçimini sağlama)
-
2-Bakara 240
ilâ el havli : bir seneye kadar
-
2-Bakara 240
gayre ıhrâcın : çıkarılmaksızın
-
2-Bakara 240
fe : artık, buna rağmen
-
2-Bakara 240
in harecne : eğer çıkarsa
-
2-Bakara 240
fe : artık, o zaman
-
2-Bakara 240
aleykum : sizin üzerinize, size
-
2-Bakara 240
fî mâ fealne : yaptıkları şeylerde
-
2-Bakara 240
fî enfusi-hinne : kendi nefslerinde, kendi kendine,
-
2-Bakara 240
ve allâhu : ve Allah
-
2-Bakara 241
ve li el mutallakâti : ve boşanmış kadınlar
-
2-Bakara 241
metâun : meta, faydalanılan eşya, mal vs.
-
2-Bakara 241
bi el ma'rûfi : marufla, iyilikle, örf ve adete uygun
-
2-Bakara 241
el muttekîne : takva sahipleri
-
2-Bakara 242
kezâlike : işte böyle
-
2-Bakara 242
yubeyyinu : beyan ediyor, açıklıyor
-
2-Bakara 242
lekum : sizin için, size
-
2-Bakara 242
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
2-Bakara 242
ta'kılûne : akıl edersiniz
-
2-Bakara 243
e lem tera : görmedin mi
-
2-Bakara 243
ilâ ellezîne : o kimseleri, onları
-
2-Bakara 243
ve hum : ve onlar
-
2-Bakara 243
el mevti : ölüm
-
2-Bakara 243
fe : o zaman, halbuki, oysa
-
2-Bakara 243
kâle : dedi
-
2-Bakara 243
lehum : onlara
-
2-Bakara 243
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 2
mâ enzel-nâ : biz indirmedik
-
20-Tâ-Hâ 2
aleyke : sana
-
20-Tâ-Hâ 2
el kur'âne : Kur'ân
-
20-Tâ-Hâ 2
teşkâ : sen meşakkat, güçlük çekersin
-
20-Tâ-Hâ 3
tezkireten : zikir olarak, öğüt olarak
-
20-Tâ-Hâ 3
li men : kimseye
-
20-Tâ-Hâ 4
tenzîlen : indirilen
-
20-Tâ-Hâ 4
mimmen (min men) : kimse tarafından
-
20-Tâ-Hâ 4
el arda : arz, yeryüzü
-
20-Tâ-Hâ 4
ve es semâvâti : ve semalar
-
20-Tâ-Hâ 4
el ulâ : yüksek
-
20-Tâ-Hâ 5
er rahmânu : Rahmân
-
20-Tâ-Hâ 5
el arşı : arşa, arşın
-
20-Tâ-Hâ 5
istevâ : istiva etti, karar kıldı, hükmetti
-
20-Tâ-Hâ 6
lehu : ona, onun için
-
20-Tâ-Hâ 6
mâ fî es semâvâti : semalar da olan şeyler
-
20-Tâ-Hâ 6
ve mâ fî el ardı : ve arzda (yeryüzünde) olan şeyler
-
20-Tâ-Hâ 6
ve mâ beyne-humâ : ve ikisinin arasında olan şeyler
-
20-Tâ-Hâ 6
ve mâ tahte es serâ : ve nemli toprağın altında olan şeyler
-
20-Tâ-Hâ 7
ve in : ve eğer
-
20-Tâ-Hâ 7
techer : sen açıklarsın (açıkça söylersin)
-
20-Tâ-Hâ 7
bi el kavli : sözü
-
20-Tâ-Hâ 7
fe : o taktirde, o zaman da
-
20-Tâ-Hâ 7
inne-hu : muhakkak o
-
20-Tâ-Hâ 7
ya'lemu : bilir
-
20-Tâ-Hâ 7
es sirre : sır olan
-
20-Tâ-Hâ 7
ve ahfâ : ve daha gizli, en gizli
-
20-Tâ-Hâ 8
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
20-Tâ-Hâ 8
huve : o
-
20-Tâ-Hâ 8
lehu : onun
-
20-Tâ-Hâ 8
el esmâu el husnâ : en güzel isimler
-
20-Tâ-Hâ 9
ve : ve
-
20-Tâ-Hâ 9
hel etâke : geldi mi
-
20-Tâ-Hâ 10
iz reâ : gördüğü zaman
-
20-Tâ-Hâ 10
nâren : bir ateş
-
20-Tâ-Hâ 10
fe : böylece, o zaman
-
20-Tâ-Hâ 10
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 10
li ehlihimkusû (ehli-hi umkusû) : ailesine
-
20-Tâ-Hâ 10
ânestu : gördüm, farkettim
-
20-Tâ-Hâ 10
nâren : bir ateş
-
20-Tâ-Hâ 10
leallî : umulur ki ben, böylece ben
-
20-Tâ-Hâ 10
bi kabesin : bir kor
-
20-Tâ-Hâ 10
ev : veya
-
20-Tâ-Hâ 10
ecidu : bulurum, rastlarım
-
20-Tâ-Hâ 10
alen nâri (alâ en nâri) : ateşin yanında
-
20-Tâ-Hâ 10
huden : hidayet
-
20-Tâ-Hâ 11
fe lemmâ : böylece, olduğu zaman
-
20-Tâ-Hâ 11
etâ-hâ : oraya geldi
-
20-Tâ-Hâ 11
nûdiye : nida olundu
-
20-Tâ-Hâ 12
ene : ben
-
20-Tâ-Hâ 12
rabbu-ke : senin Rabbin
-
20-Tâ-Hâ 12
fehla' : artık, şimdi çıkar
-
20-Tâ-Hâ 12
na'ley-ke : pabuçlarını, ayakkabılarını
-
20-Tâ-Hâ 12
inne-ke : çünkü sen, şüphesiz sen
-
20-Tâ-Hâ 12
el vâdi : vadi
-
20-Tâ-Hâ 12
el mukaddesi : mukaddes, kutsal
-
20-Tâ-Hâ 12
tuven : Tuva
-
20-Tâ-Hâ 13
ve enahtertu-ke \n(ene ahtertu-ke) : ve seni seçtim,
-
20-Tâ-Hâ 13
festemi' (fe istemi') : öyleyse dinle
-
20-Tâ-Hâ 14
inne-nî : gerçekten ben, muhakkak ben
-
20-Tâ-Hâ 14
enallâhu (ene allâhu) : ben Allah'ım
-
20-Tâ-Hâ 14
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
20-Tâ-Hâ 14
ene : ben
-
20-Tâ-Hâ 14
fa'budnî (fe a'bud-nî) : öyleyse bana kul ol
-
20-Tâ-Hâ 14
ve akımı es salâte : ve namazı ikame et
-
20-Tâ-Hâ 15
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 15
es sâate : o saat, kıyâmet saati
-
20-Tâ-Hâ 15
âtiyetun : gelecektir
-
20-Tâ-Hâ 15
ekâdu : neredeyse (az kalsın) ben (kendim) olacağım
-
20-Tâ-Hâ 15
kullu nefsin : bütün nefsler, herkes
-
20-Tâ-Hâ 15
tes'â : çalışması, çabalaması, gayreti
-
20-Tâ-Hâ 16
fe : öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 16
lâ yesuddenne-ke : seni alıkoymasın, seni men etmesin
-
20-Tâ-Hâ 16
men lâ yu'minu : inanmayan kimse
-
20-Tâ-Hâ 16
ve ittebea : ve tâbî oldu
-
20-Tâ-Hâ 16
hevâ-hu : hevasına, nefsinin afetlerine
-
20-Tâ-Hâ 16
fe : sonra, böylece, o taktirde
-
20-Tâ-Hâ 16
terdâ : helâk olursun
-
20-Tâ-Hâ 17
ve mâ tilke : ve o nedir
-
20-Tâ-Hâ 17
bi yemîni-ke : sağ elindeki
-
20-Tâ-Hâ 18
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 18
hiye : o
-
20-Tâ-Hâ 18
asâye : benim asamdır
-
20-Tâ-Hâ 18
etevekkeu : ben dayanırım, yaslanırım
-
20-Tâ-Hâ 18
aleyhâ : onun üzerine, ona
-
20-Tâ-Hâ 18
ve ehuşşu : ve yaprak silkelerim
-
20-Tâ-Hâ 18
alâ ganemî : koyunlarım üzerine
-
20-Tâ-Hâ 18
ve liye : ve benim için
-
20-Tâ-Hâ 18
meâribu : faydalar, menfaatler
-
20-Tâ-Hâ 19
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 19
elkı-hâ : onu at
-
20-Tâ-Hâ 20
fe : böylece
-
20-Tâ-Hâ 20
elkâ-hâ : onu attı
-
20-Tâ-Hâ 20
fe : o zaman
-
20-Tâ-Hâ 20
izâ hiye : o olmuştu
-
20-Tâ-Hâ 20
hayyetun : bir yılan
-
20-Tâ-Hâ 20
tes'â : koşan, hızla hareket eden
-
20-Tâ-Hâ 21
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 21
ve lâ tehaf : ve korkma
-
20-Tâ-Hâ 21
se nuîdu-hâ : onu döndüreceğiz
-
20-Tâ-Hâ 21
sîrete-hâ : onun sureti, durumu
-
20-Tâ-Hâ 21
el ûlâ : ilk, önceki
-
20-Tâ-Hâ 22
yede-ke : elini
-
20-Tâ-Hâ 22
ilâ cenâhı-ke : yan tarafına
-
20-Tâ-Hâ 22
beydâe : beyaz olarak (nurlu olarak)
-
20-Tâ-Hâ 22
âyeten : bir âyet, mucize
-
20-Tâ-Hâ 23
li nuriye-ke : sana göstermemiz için
-
20-Tâ-Hâ 23
el kubrâ : büyük
-
20-Tâ-Hâ 24
izheb : git
-
20-Tâ-Hâ 24
ilâ fir'avne : firavuna
-
20-Tâ-Hâ 24
inne-hu : çünkü o, muhakkak o
-
20-Tâ-Hâ 25
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 26
ve yessir : ve kolaylaştır
-
20-Tâ-Hâ 26
lî emrî : işimi
-
20-Tâ-Hâ 27
el ukdeten : düğüm, tutukluk
-
20-Tâ-Hâ 28
yefkahû : anlasınlar, idrak etsinler
-
20-Tâ-Hâ 29
vec'al : ve ..... kıl, yap
-
20-Tâ-Hâ 29
vezîren : vezir, yardımcı
-
20-Tâ-Hâ 29
min ehlî : ehlimden, ailemden
-
20-Tâ-Hâ 30
hârûne : Harun
-
20-Tâ-Hâ 31
ezrî : kuvvetimi, gücümü
-
20-Tâ-Hâ 32
ve eşrik-hu : ve onu ortak kıl
-
20-Tâ-Hâ 32
fî emrî : işimde
-
20-Tâ-Hâ 33
key : için, diye
-
20-Tâ-Hâ 33
nusebbiha-ke : seni tesbih edelim
-
20-Tâ-Hâ 33
kesîren : çok
-
20-Tâ-Hâ 34
ve : ve
-
20-Tâ-Hâ 34
nezkure-ke : seni zikredelim
-
20-Tâ-Hâ 34
kesîren : çok
-
20-Tâ-Hâ 35
inne-ke : muhakkak ki sen
-
20-Tâ-Hâ 35
kunte : sen oldun
-
20-Tâ-Hâ 35
basîren : gören
-
20-Tâ-Hâ 36
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 36
kad ûtîte : verilmiştir
-
20-Tâ-Hâ 36
su'le-ke : sana, istediğin
-
20-Tâ-Hâ 37
ve lekad : ve andolsun
-
20-Tâ-Hâ 37
menennâ : lütufta bulunduk (ni'met verdik)
-
20-Tâ-Hâ 37
aleyke : sana
-
20-Tâ-Hâ 37
merreten : bir defa daha
-
20-Tâ-Hâ 38
iz evhaynâ : vahyetmiştik
-
20-Tâ-Hâ 38
ilâ ummi-ke : senin annene
-
20-Tâ-Hâ 39
enıkzifî-hi (en ikzıfî-hi) \n(kazefe) : onu koymasını \n: (bıraktı, koydu)
-
20-Tâ-Hâ 39
fî et tâbûti : sandık içine, sandığa
-
20-Tâ-Hâ 39
fakzifî-hi (fe ikzıfî-hi) : sonra onu bırak
-
20-Tâ-Hâ 39
fî el yemmi : denize
-
20-Tâ-Hâ 39
felyulkı-hi (fe li yulki-hi) : böylece onu çıkarsın, atsın
-
20-Tâ-Hâ 39
el yemmu : deniz
-
20-Tâ-Hâ 39
bi es sâhıli : sahile
-
20-Tâ-Hâ 39
ye'huz-hu : onu alır, alacak
-
20-Tâ-Hâ 39
ve aduvvun lehu : ve onun düşmanı
-
20-Tâ-Hâ 39
ve elkaytu : ve (attım) verdim
-
20-Tâ-Hâ 39
aleyke : sana
-
20-Tâ-Hâ 39
mehabbeten : sevgi, muhabbet
-
20-Tâ-Hâ 39
ve li tusnea : ve senin yetiştirilmen için
-
20-Tâ-Hâ 40
iz temşî : yürümüştü
-
20-Tâ-Hâ 40
uhtu-ke : senin kızkardeşin
-
20-Tâ-Hâ 40
fe : böylece, o zaman
-
20-Tâ-Hâ 40
tekûlu : söylüyor
-
20-Tâ-Hâ 40
hel edullu-kum alâ : size delil olayım mı, size yardım edeyim mi
-
20-Tâ-Hâ 40
men yekfulu-hu : ona kefil olacak kimse
-
20-Tâ-Hâ 40
fe : böylece
-
20-Tâ-Hâ 40
reca'nâ-ke : seni geri döndürdük
-
20-Tâ-Hâ 40
ilâ ummi-ke : annene
-
20-Tâ-Hâ 40
key : için, diye
-
20-Tâ-Hâ 40
takarre aynu-hâ : onun gözü aydın olsun, sevinsin
-
20-Tâ-Hâ 40
ve lâ tahzene : ve kederlenmesin, mahzun olmasın
-
20-Tâ-Hâ 40
ve katelte : ve sen öldürdün
-
20-Tâ-Hâ 40
nefsen : bir nefsi, bir kimseyi
-
20-Tâ-Hâ 40
fe : böylece, bundan sonra
-
20-Tâ-Hâ 40
necceynâ-ke : seni kurtardık
-
20-Tâ-Hâ 40
min el gammi : gamdan, kederden, üzüntüden
-
20-Tâ-Hâ 40
ve fetennâ-ke : ve seni imtihan ettik
-
20-Tâ-Hâ 40
futûnen : sınavlar
-
20-Tâ-Hâ 40
fe lebiste : böylece kaldın
-
20-Tâ-Hâ 40
sinîne : senelerce, yıllarca
-
20-Tâ-Hâ 40
fî ehli medyene : Medyen halkı içinde
-
20-Tâ-Hâ 40
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 40
ci'te : sen geldin
-
20-Tâ-Hâ 40
alâ kaderin : bir kader üzerine, takdir edilen zamanda
-
20-Tâ-Hâ 41
vastana'tu-ke (ve astana'tu-ke) \n(sanaa) \n(astanaa) : ve ben seni (seçip) yetiştirdim \n: (yetiştirdi) \n: (seçip ayırıp yetiştirdi)
-
20-Tâ-Hâ 41
li nefsî : kendim için
-
20-Tâ-Hâ 42
izheb : gidin
-
20-Tâ-Hâ 42
ente : sen
-
20-Tâ-Hâ 42
ve ehû-ke : ve (erkek) kardeşin
-
20-Tâ-Hâ 42
ve lâ teniyâ : ve gevşek davranmayın, ihmal etmeyin
-
20-Tâ-Hâ 43
izhebâ : ikiniz gidin
-
20-Tâ-Hâ 43
ilâ fir'avne : firavuna
-
20-Tâ-Hâ 43
inne-hu : çünkü o, muhakkak ki o
-
20-Tâ-Hâ 44
fe : o zaman
-
20-Tâ-Hâ 44
lehu : ona
-
20-Tâ-Hâ 44
kavlen : söz
-
20-Tâ-Hâ 44
leyyinen : yumuşak
-
20-Tâ-Hâ 44
lealle-hu : umulur ki o, böylece o
-
20-Tâ-Hâ 44
yetezekkeru : tezekkür eder (anlar)
-
20-Tâ-Hâ 44
ev : veya
-
20-Tâ-Hâ 45
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
20-Tâ-Hâ 45
inne-nâ : gerçekten biz
-
20-Tâ-Hâ 45
nehâfu : korkuyoruz
-
20-Tâ-Hâ 45
en yefruta : ifrata kaçması, aşırı davranması
-
20-Tâ-Hâ 45
aleynâ : bize (karşı)
-
20-Tâ-Hâ 45
ev : veya, ya da
-
20-Tâ-Hâ 45
en yatgâ : azgın davranması
-
20-Tâ-Hâ 46
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 46
lâ tehâfâ : korkmayın
-
20-Tâ-Hâ 46
inne-nî : muhakkak ki ben
-
20-Tâ-Hâ 46
mea-kumâ : sizinle (ikinizle) beraberim
-
20-Tâ-Hâ 46
esmau : işitirim
-
20-Tâ-Hâ 46
ve erâ : ve görürüm
-
20-Tâ-Hâ 47
fe'tiyâ-hu : o halde (ikiniz) ona gidin
-
20-Tâ-Hâ 47
fe : o zaman, öyleyse, böylece
-
20-Tâ-Hâ 47
resûlâ : iki resûl, iki elçi
-
20-Tâ-Hâ 47
rabbi-ke : senin Rabbin
-
20-Tâ-Hâ 47
fe : artık
-
20-Tâ-Hâ 47
ersil : gönder
-
20-Tâ-Hâ 47
mea-nâ : bizimle beraber
-
20-Tâ-Hâ 47
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
20-Tâ-Hâ 47
ve lâ tuazzib-hum : ve onlara azap etme
-
20-Tâ-Hâ 47
ci'nâ-ke bi : sana getirdik
-
20-Tâ-Hâ 47
âyetin : âyet, mucize
-
20-Tâ-Hâ 47
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
20-Tâ-Hâ 47
ve es selâmu : ve selâm
-
20-Tâ-Hâ 47
alâ men ittebea : tâbî olanlara
-
20-Tâ-Hâ 47
el hudâ : hidayet
-
20-Tâ-Hâ 48
ûhıye : vahyolundu
-
20-Tâ-Hâ 48
ileynâ : bize
-
20-Tâ-Hâ 48
enne el azâbe : azabın olduğu
-
20-Tâ-Hâ 48
men kezzebe \n(kezzebe) : yalanlayan kimse, inkâr eden \n: (yalanladı)
-
20-Tâ-Hâ 48
ve tevellâ : ve yüz çevirirler
-
20-Tâ-Hâ 49
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 49
fe : o zaman, böylece
-
20-Tâ-Hâ 49
men : kim
-
20-Tâ-Hâ 50
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 50
rabbu-na ellezî : bizim Rabbimiz ki o
-
20-Tâ-Hâ 50
kulle : her, bütün, hepsi
-
20-Tâ-Hâ 50
şey'in : şey
-
20-Tâ-Hâ 50
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 50
hedâ : hidayete erdirdi
-
20-Tâ-Hâ 51
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 51
fe : o zaman, böylece, öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 51
el kurûni : aynı zamanın insanları, nesiller
-
20-Tâ-Hâ 51
el ûlâ : evvelkiler, öncekiler
-
20-Tâ-Hâ 52
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 52
inde : katında, yanında
-
20-Tâ-Hâ 52
ve lâ yensâ : ve unutmaz
-
20-Tâ-Hâ 53
ellezî : ki o, odur
-
20-Tâ-Hâ 53
ceale : kıldı, yaptı
-
20-Tâ-Hâ 53
lekum : sizin için, size
-
20-Tâ-Hâ 53
el arda : yeryüzü
-
20-Tâ-Hâ 53
mehden : beşik, döşek
-
20-Tâ-Hâ 53
ve seleke : ve açtı
-
20-Tâ-Hâ 53
lekum : sizin için, size
-
20-Tâ-Hâ 53
subulen : yollar
-
20-Tâ-Hâ 53
ve enzele : ve indirdi
-
20-Tâ-Hâ 53
min es semâi : semadan
-
20-Tâ-Hâ 53
mâen : su
-
20-Tâ-Hâ 53
fe : böylece, bundan sonra
-
20-Tâ-Hâ 53
ahrec-nâ : çıkardık
-
20-Tâ-Hâ 53
ezvâcen : çiftler
-
20-Tâ-Hâ 53
min nebâtin : bitkiden, nebattan
-
20-Tâ-Hâ 53
şettâ : ayrı ayrı, farklı farklı
-
20-Tâ-Hâ 54
ver'av (ve er'av) : ve otlatın, güdün
-
20-Tâ-Hâ 54
en'âme-kum : sizin hayvanlarınız
-
20-Tâ-Hâ 54
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 54
fî zâlike : bunda vardır
-
20-Tâ-Hâ 54
le âyâtin : elbette âyetler
-
20-Tâ-Hâ 55
ve fîhâ : ve oraya
-
20-Tâ-Hâ 55
ve min-hâ : ve ondan
-
20-Tâ-Hâ 55
târeten : kere, defa
-
20-Tâ-Hâ 56
ve lekad : ve andolsun
-
20-Tâ-Hâ 56
ereynâ-hu : ona gösterdik
-
20-Tâ-Hâ 56
kulle-hâ : onun hepsini
-
20-Tâ-Hâ 56
fe : böylece, buna rağmen
-
20-Tâ-Hâ 56
kezzebe : yalanladı
-
20-Tâ-Hâ 56
ve ebâ : ve diretti
-
20-Tâ-Hâ 57
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 57
e ci'te-nâ : bize mi geldin
-
20-Tâ-Hâ 57
li tuhrice-nâ : bizi çıkarman (çıkarmak) için
-
20-Tâ-Hâ 57
bi sihri-ke : sihrin ile
-
20-Tâ-Hâ 58
fe : artık, böylece, öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 58
le ne'tiyenne-ke bi : mutlaka sana getireceğiz
-
20-Tâ-Hâ 58
fec'al (fe ic'al) : bundan sonra yap, tayin et
-
20-Tâ-Hâ 58
beyne-nâ ve beyne-ke : bizimle senin aranda (seninle bizim aramızda)
-
20-Tâ-Hâ 58
mev'ıden : buluşma zamanı
-
20-Tâ-Hâ 58
ve lâ ente : ve sen yapma
-
20-Tâ-Hâ 58
mekânen : mekân, yer
-
20-Tâ-Hâ 58
suven : şartların eşit olduğu bir yer, uygun bir yer
-
20-Tâ-Hâ 59
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 59
mev'ıdu-kum : sizin buluşma zamanınız
-
20-Tâ-Hâ 59
yevmu ez zîneti : ziynet (bayram) günü
-
20-Tâ-Hâ 59
ve en yuhşere : ve toplanması
-
20-Tâ-Hâ 59
en nâsu : insanlar
-
20-Tâ-Hâ 60
fe : böylece, öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 60
tevellâ : yüz çevirdi, dönüp gitti, vazgeçti
-
20-Tâ-Hâ 60
fe : artık, böylece
-
20-Tâ-Hâ 60
cemea : biraraya getirdi, topladı
-
20-Tâ-Hâ 60
keyde-hu : hilesini
-
20-Tâ-Hâ 60
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 60
etâ : geldi
-
20-Tâ-Hâ 61
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 61
lehum : onlara, onlar için
-
20-Tâ-Hâ 61
veyle-kum : size yazıklar olsun
-
20-Tâ-Hâ 61
lâ tefterû : iftira etmeyin
-
20-Tâ-Hâ 61
keziben : yalan olarak, yalanla
-
20-Tâ-Hâ 61
fe : o zaman, yoksa, bu sebeple
-
20-Tâ-Hâ 61
yushıte-kum : sizi yok eder
-
20-Tâ-Hâ 61
ve kad : ve oldu, olmuştur
-
20-Tâ-Hâ 61
hâbe : heba oldu, hüsrana uğradı
-
20-Tâ-Hâ 61
men ifterâ : iftira eden
-
20-Tâ-Hâ 62
fe : böylece, artık
-
20-Tâ-Hâ 62
tenâzeû : tartıştılar, istişare yaptılar, görüştüler
-
20-Tâ-Hâ 62
emre-hum : işlerini
-
20-Tâ-Hâ 62
beyne-hum : aralarında
-
20-Tâ-Hâ 62
ve eserrû : ve gizlediler, sır olarak sakladılar
-
20-Tâ-Hâ 62
en necvâ : fısıltı, gizli konuşma
-
20-Tâ-Hâ 63
le sâhirâni : elbette iki sihirbaz
-
20-Tâ-Hâ 63
en yuhricâ-kum : sizi çıkarmak
-
20-Tâ-Hâ 63
ve yezhebâ bi : ve gideriyor, yok ediyor
-
20-Tâ-Hâ 63
el muslâ : üstün olan, en alâ olan
-
20-Tâ-Hâ 64
fe : böylece, artık
-
20-Tâ-Hâ 64
ecmiû : toplayın
-
20-Tâ-Hâ 64
keyde-kum : hilelerinizi
-
20-Tâ-Hâ 64
summe a'tû : sonra gelin
-
20-Tâ-Hâ 64
saffen : saf saf, sırayla
-
20-Tâ-Hâ 64
ve kad : ve olmuştur
-
20-Tâ-Hâ 64
efleha : felâha, zafere ulaştı
-
20-Tâ-Hâ 64
el yevme : o gün
-
20-Tâ-Hâ 64
men ista'lâ : üstünlük sağlayan (alâ olan)
-
20-Tâ-Hâ 65
immâ (ve immâ) : öyle mi veya böyle mi olsun
-
20-Tâ-Hâ 65
en tulkıye : senin atman
-
20-Tâ-Hâ 65
(immâ) ve immâ : öyle mi veya böyle mi olsun
-
20-Tâ-Hâ 65
en nekûne : bizim olmamız
-
20-Tâ-Hâ 65
evvele : ilk, birinci
-
20-Tâ-Hâ 65
men elkâ : atan kimse
-
20-Tâ-Hâ 66
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 66
bel : hayır
-
20-Tâ-Hâ 66
elkû : atın, bırakın
-
20-Tâ-Hâ 66
fe : öyleyse, artık
-
20-Tâ-Hâ 66
ve ısıyyu-hum : ve onların asaları
-
20-Tâ-Hâ 66
yuhayyelu : öyle görünüyor (hayal olarak görünüyor)
-
20-Tâ-Hâ 66
ileyhi : ona
-
20-Tâ-Hâ 66
enne-hâ : onun olduğu
-
20-Tâ-Hâ 66
tes'â : koşuyor, hızla hareket ediyor
-
20-Tâ-Hâ 67
fe : öyleyse, artık, bu yüzden
-
20-Tâ-Hâ 67
evcese : hissetti
-
20-Tâ-Hâ 67
fî nefsi-hi : nefsinde, kendinde
-
20-Tâ-Hâ 67
hîfeten : bir korku
-
20-Tâ-Hâ 68
lâ tehaf : korkma
-
20-Tâ-Hâ 68
inne-ke : muhakkak ki sen
-
20-Tâ-Hâ 68
ente : sen
-
20-Tâ-Hâ 68
el a'lâ : üstün olan
-
20-Tâ-Hâ 69
ve elkı : ve at, bırak
-
20-Tâ-Hâ 69
mâ fî yemîni-ke : sağ elindeki şeyi
-
20-Tâ-Hâ 69
telkaf : yutar, yutacak
-
20-Tâ-Hâ 69
innemâ : sadece
-
20-Tâ-Hâ 69
keydu : hiledir
-
20-Tâ-Hâ 69
ve lâ yufli-hu : ve felâha eremez, kurtuluşa eremez, iflâh olmaz
-
20-Tâ-Hâ 69
es sâhiru : sihirbaz, sihir yapan
-
20-Tâ-Hâ 69
etâ : geldi
-
20-Tâ-Hâ 70
fe : böylece, bunun üzerine
-
20-Tâ-Hâ 70
ulkıye : atıldılar, yere kapandılar
-
20-Tâ-Hâ 70
es seharatu : sihirbazlar
-
20-Tâ-Hâ 70
succeden : secde ederek
-
20-Tâ-Hâ 70
âmennâ : biz îmân ettik
-
20-Tâ-Hâ 70
hârûne : Harun
-
20-Tâ-Hâ 70
ve mûsâ : ve Musa
-
20-Tâ-Hâ 71
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 71
âmentum : inandınız mı, îmân mı ettiniz
-
20-Tâ-Hâ 71
lehu : ona
-
20-Tâ-Hâ 71
kable : önce
-
20-Tâ-Hâ 71
en âzene : (benim) izin vermem
-
20-Tâ-Hâ 71
lekum : size
-
20-Tâ-Hâ 71
inne-hu : muhakkak o
-
20-Tâ-Hâ 71
le : elbette, mutlaka
-
20-Tâ-Hâ 71
kebîru-kum : sizin büyüğünüz
-
20-Tâ-Hâ 71
ellezî : ki o
-
20-Tâ-Hâ 71
alleme-kum : size öğretti
-
20-Tâ-Hâ 71
es sihra : sihir, büyü
-
20-Tâ-Hâ 71
fe : artık, öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 71
le ukattıanne : mutlaka keseceğim
-
20-Tâ-Hâ 71
eydiye-kum : sizin ellerinizi
-
20-Tâ-Hâ 71
ve ercule-kum : ve sizin ayaklarınızı
-
20-Tâ-Hâ 71
ve le usallibenne-kum : ve mutlaka sizi asacağım
-
20-Tâ-Hâ 71
cuzûı en nahli : hurma ağacının gövdesi
-
20-Tâ-Hâ 71
ve le ta'lemunne : ve mutlaka öğreneceksiniz
-
20-Tâ-Hâ 71
eyyu-nâ : hangimiz
-
20-Tâ-Hâ 71
eşeddu : daha şiddetli, daha kuvvetli
-
20-Tâ-Hâ 71
azâben : azap
-
20-Tâ-Hâ 71
ve ebkâ : ve daha uzun süreli, daha kalıcı olan, bâki olan
-
20-Tâ-Hâ 72
len nu'sire-ke : asla seni tercih etmeyiz, üstün tutmayız
-
20-Tâ-Hâ 72
alâ mâ câe-nâ : bize gelenlere karşı
-
20-Tâ-Hâ 72
min el beyyinâti : beyyinelerden, mucizelerden
-
20-Tâ-Hâ 72
vellezî (ve ellezî) : ve o
-
20-Tâ-Hâ 72
fakdi (fe ikdi) : artık yap
-
20-Tâ-Hâ 72
ente : sen
-
20-Tâ-Hâ 72
innemâ : ancak, sadece
-
20-Tâ-Hâ 72
el hayâte ed dunyâ : dünya hayatı
-
20-Tâ-Hâ 73
innâ- inne nâ : muhakkak ki biz
-
20-Tâ-Hâ 73
âmennâ : (biz) îmân ettik
-
20-Tâ-Hâ 73
li yagfire : mağfiret etmesi
-
20-Tâ-Hâ 73
lenâ : bizi
-
20-Tâ-Hâ 73
ve mâ ekrehte-nâ : ve bize yaptırdığın kerih (çirkin) şeyler
-
20-Tâ-Hâ 73
aleyhi : ona, ona karşı
-
20-Tâ-Hâ 73
min es sihri : sihirden
-
20-Tâ-Hâ 73
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
20-Tâ-Hâ 73
ve ebkâ : ve daha uzun süreli, daha kalıcı olan, bâki olan
-
20-Tâ-Hâ 74
inne-hu : muhakkak o
-
20-Tâ-Hâ 74
men ye'ti : kim gelirse
-
20-Tâ-Hâ 74
rabbe-hu : onun Rabbi
-
20-Tâ-Hâ 74
mucrimen : suçlu olarak
-
20-Tâ-Hâ 74
fe : öyleyse, artık, bundan sonra
-
20-Tâ-Hâ 74
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 74
lehu : onun için, onun
-
20-Tâ-Hâ 74
cehenneme : cehennem
-
20-Tâ-Hâ 74
lâ yemûtu : ölmez
-
20-Tâ-Hâ 74
ve lâ yahyâ : ve canlanmaz, yaşamaz, hayy olmaz (olamaz)
-
20-Tâ-Hâ 75
ve men : ve kim
-
20-Tâ-Hâ 75
ye'ti-hî : ona gelir
-
20-Tâ-Hâ 75
mu'minen : mü'min olarak
-
20-Tâ-Hâ 75
amile es sâlihâti : salih ameller (nefs tezkiyesi)
-
20-Tâ-Hâ 75
fe : böylece, artık
-
20-Tâ-Hâ 75
ulâike : işte onlar
-
20-Tâ-Hâ 75
lehum : onlar için vardır
-
20-Tâ-Hâ 75
ed derecâtu : dereceler
-
20-Tâ-Hâ 75
el ulâ : yüksek
-
20-Tâ-Hâ 76
cennâtu : cennetler
-
20-Tâ-Hâ 76
tecrî : akar
-
20-Tâ-Hâ 76
el enhâru : nehirler
-
20-Tâ-Hâ 76
hâlidîne : ebedî kalıcı olanlar (kalacaklar)
-
20-Tâ-Hâ 76
ve zâlike : ve işte bu
-
20-Tâ-Hâ 76
cezâu : karşılık (ceza veya mükâfat)
-
20-Tâ-Hâ 76
men tezekkâ : nefs tezkiyesi yapan kimse
-
20-Tâ-Hâ 77
ve lekad : ve andolsun
-
20-Tâ-Hâ 77
evhaynâ : vahyettik
-
20-Tâ-Hâ 77
en esri : yürümek, yürümesi
-
20-Tâ-Hâ 77
fadrib (fe ıdrib) : sonra vur
-
20-Tâ-Hâ 77
lehum : onlar için, onlara
-
20-Tâ-Hâ 77
fî el bahri : denizde
-
20-Tâ-Hâ 77
yebesen : kuru
-
20-Tâ-Hâ 77
lâ tehâfu : korkma
-
20-Tâ-Hâ 77
dereken : arkadan yetişerek
-
20-Tâ-Hâ 77
ve lâ tahşâ : ve endişelenme
-
20-Tâ-Hâ 78
fe : öyleyse, böylece
-
20-Tâ-Hâ 78
etbea-hum : onlara tâbî oldu, onları takip etti
-
20-Tâ-Hâ 78
fe : böylece
-
20-Tâ-Hâ 78
gaşiye-hum : onları kapladı
-
20-Tâ-Hâ 78
min el yemmi : denizden, deniz
-
20-Tâ-Hâ 78
mâ gaşiye-hum : onları (nasıl) kapladı, (öyle bir) kapladı ki
-
20-Tâ-Hâ 79
ve edalle : ve dalâlette bıraktı
-
20-Tâ-Hâ 79
kavme-hu : kendi kavmini
-
20-Tâ-Hâ 79
ve mâ hedâ : ve hidayete mani oldu, hidayetten men etti
-
20-Tâ-Hâ 80
yâ benî isrâîle : ey İsrailoğulları
-
20-Tâ-Hâ 80
enceynâ-kum : sizi kurtardık
-
20-Tâ-Hâ 80
ve vâadnâ-kum : ve sizinle vaadleştik
-
20-Tâ-Hâ 80
cânibe : yan tarafında
-
20-Tâ-Hâ 80
et tûri : Tur
-
20-Tâ-Hâ 80
el eymene : sağ taraf
-
20-Tâ-Hâ 80
ve nezzelnâ : ve biz indirdik
-
20-Tâ-Hâ 80
aleykum : üzerinize, size
-
20-Tâ-Hâ 80
el menne : kudret helvası
-
20-Tâ-Hâ 80
ve es selvâ : ve bıldırcın
-
20-Tâ-Hâ 81
mâ rezaknâ-kum : sizi rızıklandırdığımız şeyler
-
20-Tâ-Hâ 81
ve lâ tatgav : ve azgınlık (nankörlük) yapmayın
-
20-Tâ-Hâ 81
fe : artık, bundan sonra, aksi halde
-
20-Tâ-Hâ 81
yahılle : iner
-
20-Tâ-Hâ 81
aleykum : sizin üzerinize
-
20-Tâ-Hâ 81
ve men yahlil : ve kime inerse
-
20-Tâ-Hâ 81
aleyhi : üzerine, ona
-
20-Tâ-Hâ 81
fe : artık, bundan sonra
-
20-Tâ-Hâ 81
hevâ : heva oldu (dalâlete düştü)
-
20-Tâ-Hâ 82
ve in-nî : ve muhakkak ki ben
-
20-Tâ-Hâ 82
le gaffârun : elbette, mutlaka gafur olan, mağfiret eden (günahları
-
20-Tâ-Hâ 82
li men : kimse için
-
20-Tâ-Hâ 82
tâbe : tövbe etti
-
20-Tâ-Hâ 82
ve âmene : ve âmenû oldu (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı diledi) ve kalbine îmân yazılıp mü'min oldu
-
20-Tâ-Hâ 82
ve amile sâlihan : ve salih ameller (nefsi ıslâh edici ameller) yaptı
-
20-Tâ-Hâ 82
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 82
ihtedâ : hidayete erdirildi
-
20-Tâ-Hâ 83
ve mâ a'cele-ke : ve sana acele ettiren nedir
-
20-Tâ-Hâ 83
an kavmi-ke : seni kavminden
-
20-Tâ-Hâ 84
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 84
alâ eserî : benim izim üzerinde
-
20-Tâ-Hâ 84
ve aciltu : ve acele ettim
-
20-Tâ-Hâ 84
ileyke : sana
-
20-Tâ-Hâ 84
li terdâ : senin rızan için, senin razı olman (için)
-
20-Tâ-Hâ 85
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 85
fe : böylece, artık
-
20-Tâ-Hâ 85
fetennâ : imtihan ettik
-
20-Tâ-Hâ 85
kavme-ke : senin kavmin
-
20-Tâ-Hâ 85
min ba'di-ke : senden sonra
-
20-Tâ-Hâ 85
ve edalle-hum : ve onları dalâlete düşürdü
-
20-Tâ-Hâ 85
es sâmiriyyu : Samiri
-
20-Tâ-Hâ 86
fe : o zaman, böylece
-
20-Tâ-Hâ 86
recea : geri döndü
-
20-Tâ-Hâ 86
gadbâne : öfkeli olarak, öfkeyle
-
20-Tâ-Hâ 86
esifen : üzüntülü olarak, üzülerek
-
20-Tâ-Hâ 86
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 86
e lem : olmadı mı
-
20-Tâ-Hâ 86
va'den : vaad
-
20-Tâ-Hâ 86
hasenen : güzel
-
20-Tâ-Hâ 86
e fe tâle : buna rağmen (süre) uzun mu
-
20-Tâ-Hâ 86
aleykum : size
-
20-Tâ-Hâ 86
el ahdu : ahd
-
20-Tâ-Hâ 86
em eredtum : yoksa siz istediniz mi
-
20-Tâ-Hâ 86
en yahılle : inmesi
-
20-Tâ-Hâ 86
aleykum : sizin üzerinize, size
-
20-Tâ-Hâ 86
fe : artık, bu sebeple
-
20-Tâ-Hâ 86
ahleftum : yerine getirmediniz, döndünüz, ihtilâfa düştünüz
-
20-Tâ-Hâ 86
mev'ıdî : bana verilen vaad, benim vaadim
-
20-Tâ-Hâ 87
mâ ahlefnâ : biz dönmedik, hilâf etmedik
-
20-Tâ-Hâ 87
mev'ıde-ke : sana vaadimizden
-
20-Tâ-Hâ 87
bi melki-nâ \n(mülk) : kendi isteğimizle (irademizle) \n: (güç, kuvvet, idare)
-
20-Tâ-Hâ 87
ve lâkin-nâ : ve lâkin biz, ancak biz
-
20-Tâ-Hâ 87
evzâren : ağırlıklar
-
20-Tâ-Hâ 87
min zîneti : süs eşyalarından
-
20-Tâ-Hâ 87
el kavmi : kavim
-
20-Tâ-Hâ 87
fe : böylece, bu yüzden
-
20-Tâ-Hâ 87
kazefnâ-hâ : biz onu (onları) attık
-
20-Tâ-Hâ 87
fe : o zaman, sonra
-
20-Tâ-Hâ 87
kezâlike : işte böyle, böylece, bunun gibi
-
20-Tâ-Hâ 87
elkâ : attı
-
20-Tâ-Hâ 87
es sâmiriyyu : Samiri
-
20-Tâ-Hâ 88
fe : böylece
-
20-Tâ-Hâ 88
ahrece : çıkardı
-
20-Tâ-Hâ 88
lehum : onlar için, onlara
-
20-Tâ-Hâ 88
ıclen : bir buzağı
-
20-Tâ-Hâ 88
ceseden : ceset, heykel
-
20-Tâ-Hâ 88
lehu : onun için, ona, o
-
20-Tâ-Hâ 88
fe : o zaman, böylece
-
20-Tâ-Hâ 88
ve ilâhu : ve ilâh
-
20-Tâ-Hâ 88
fe : artık, fakat
-
20-Tâ-Hâ 88
nesiye : unuttu
-
20-Tâ-Hâ 89
e fe lâ yerevne : hâlâ görmüyorlar mı
-
20-Tâ-Hâ 89
ellâ yerciu : geri dönmüyor, cevap vermiyor
-
20-Tâ-Hâ 89
ileyhim : onlara
-
20-Tâ-Hâ 89
kavlen : söz, söz olarak
-
20-Tâ-Hâ 89
ve lâ yemliku : ve gücü yetmez, malik değil
-
20-Tâ-Hâ 89
lehum : onların, onlara
-
20-Tâ-Hâ 89
darren : bir zarar, ziyan
-
20-Tâ-Hâ 89
ve lâ nef'an : ve faydası yoktur
-
20-Tâ-Hâ 90
ve lekad : ve andolsun
-
20-Tâ-Hâ 90
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 90
lehum : onlara
-
20-Tâ-Hâ 90
innemâ : sadece, yalnız
-
20-Tâ-Hâ 90
ve inne : ve muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 90
rabbe-kum : sizin Rabbiniz
-
20-Tâ-Hâ 90
er rahmânu : Rahmân
-
20-Tâ-Hâ 90
fettebiûnî (fe ittebiû-nî) : artık bana tâbî olun
-
20-Tâ-Hâ 90
ve etîû : ve itaat edin
-
20-Tâ-Hâ 90
emrî : emrime
-
20-Tâ-Hâ 91
len nebreha \n(beriha) : asla biz ayrılmayacağız, vazgeçmeyeceğiz \n: (bırakıp gitti, ayrıldı)
-
20-Tâ-Hâ 91
aleyhi : ona
-
20-Tâ-Hâ 91
âkifîne \n(akefe) : kendini vakfeden, tüm vaktini veren, bağlanan \n: (kendini vakfetti, tüm vaktini verdi, bağlandı)
-
20-Tâ-Hâ 91
yercia : döner, dönecek
-
20-Tâ-Hâ 91
ileynâ : bize
-
20-Tâ-Hâ 92
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 92
mâ menea-ke : seni ne men etti, sana mani olan nedir
-
20-Tâ-Hâ 92
iz reeyte-hum : onları gördüğün zaman
-
20-Tâ-Hâ 93
ellâ tettebia-ni : niçin bana tâbî olmadın
-
20-Tâ-Hâ 93
e fe asayte : yoksa asi mi oldun
-
20-Tâ-Hâ 93
emrî : emrime
-
20-Tâ-Hâ 94
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 94
yebneumme (ya ibne umme) : ey annemin oğlu
-
20-Tâ-Hâ 94
lâ te'huz : tutma
-
20-Tâ-Hâ 94
bi lıhyetî : sakalımı
-
20-Tâ-Hâ 94
ve lâ bi re'sî : ve başımı yapma
-
20-Tâ-Hâ 94
en tekûle : senin söylemen (demen)
-
20-Tâ-Hâ 94
ferrak-te : sen ayrılık çıkardın
-
20-Tâ-Hâ 94
beyne benî isrâîle : İsrailoğulları arasında
-
20-Tâ-Hâ 94
ve lem terkub : ve murakabe etmedin, gözetmedin
-
20-Tâ-Hâ 95
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 95
fe : o zaman
-
20-Tâ-Hâ 95
mâ hatbu-ke : senin hitabın nedir, ne söyledin
-
20-Tâ-Hâ 96
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 96
lem yabsurû : göremediler
-
20-Tâ-Hâ 96
fe : o zaman, böylece
-
20-Tâ-Hâ 96
kabdaten : bir avuç
-
20-Tâ-Hâ 96
min eseri : izinden
-
20-Tâ-Hâ 96
er resûli : resûl, elçi
-
20-Tâ-Hâ 96
fe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 96
nebeztu-hâ : onu attım
-
20-Tâ-Hâ 96
ve kezâlike : ve işte böyle, böylece
-
20-Tâ-Hâ 96
sevvelet : güzel gösterdi
-
20-Tâ-Hâ 96
lî nefsî : nefs için
-
20-Tâ-Hâ 97
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 97
fezheb (fe izheb) : artık git
-
20-Tâ-Hâ 97
fe : o zaman, artık
-
20-Tâ-Hâ 97
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 97
leke : senin için, sana, sen
-
20-Tâ-Hâ 97
fî el hayâti : hayatta
-
20-Tâ-Hâ 97
en tekûle : senin söylemen, demen
-
20-Tâ-Hâ 97
lâ misâse : dokunmayın
-
20-Tâ-Hâ 97
ve inne : ve muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 97
leke : senin için, sana
-
20-Tâ-Hâ 97
mev'ıden : vaadedilen
-
20-Tâ-Hâ 97
len tuhlefe-hu : asla hilâf olunmayacak
-
20-Tâ-Hâ 97
vanzur (ve unzur) : ve bak
-
20-Tâ-Hâ 97
ilâ ilâhi-ke : senin ilâhına
-
20-Tâ-Hâ 97
ellezî : ki o
-
20-Tâ-Hâ 97
zalte : sen ısrar ettin
-
20-Tâ-Hâ 97
aleyhi : ona
-
20-Tâ-Hâ 97
âkifen : kendini vakfeden, bağlı olan, düşkün (tutkun) olan
-
20-Tâ-Hâ 97
le nuharrikanne-hu \n(nuharrike enne-hu) : onu biz mutlaka, elbette yakacağız
-
20-Tâ-Hâ 97
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 97
le nensifenne-hu \n(nensife enne-hu) : onu mutlaka, elbette savuracağız, toz haline getirip atacağız
-
20-Tâ-Hâ 97
fî el yemmi : denizde, denize
-
20-Tâ-Hâ 97
nesfen : toz haline getirerek, savurarak
-
20-Tâ-Hâ 98
innemâ : sadece, yalnız
-
20-Tâ-Hâ 98
allâhu ellezî : Allah ki o
-
20-Tâ-Hâ 98
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
20-Tâ-Hâ 98
huve : o
-
20-Tâ-Hâ 98
vesia : geniştir, içine alır, kaplamıştır
-
20-Tâ-Hâ 98
kulle şey'in : herşey
-
20-Tâ-Hâ 98
ilmen : ilim olarak
-
20-Tâ-Hâ 99
kezâlike : işte böylece
-
20-Tâ-Hâ 99
aleyke : sana
-
20-Tâ-Hâ 99
min enbâi : haberlerden, haberleri
-
20-Tâ-Hâ 99
sebaka : geçti
-
20-Tâ-Hâ 99
ve kad : ve olmuştu
-
20-Tâ-Hâ 99
âteynâ-ke : sana verdik
-
20-Tâ-Hâ 99
min ledun-nâ : katımızdan
-
20-Tâ-Hâ 99
zikren : zikir
-
20-Tâ-Hâ 100
men : kim
-
20-Tâ-Hâ 100
fe : o zaman, artık
-
20-Tâ-Hâ 100
inne-hu : muhakkak o
-
20-Tâ-Hâ 100
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
20-Tâ-Hâ 100
vizren : (ağır) yük, günah
-
20-Tâ-Hâ 101
hâlidîne : kalacak olanlardır
-
20-Tâ-Hâ 101
ve sâe : ve ne kötü
-
20-Tâ-Hâ 101
lehum : onlar için
-
20-Tâ-Hâ 101
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
20-Tâ-Hâ 101
hımlen : yük olarak, yüklenilen şey
-
20-Tâ-Hâ 102
yevme : o gün
-
20-Tâ-Hâ 102
yunfehu : üfürülür
-
20-Tâ-Hâ 102
fî es sûri : sur'a
-
20-Tâ-Hâ 102
ve nahşuru : ve haşredeceğiz, toplayacağız
-
20-Tâ-Hâ 102
el mucrimîne : mücrimler, günahkârlar
-
20-Tâ-Hâ 102
yevme izin : izin günü
-
20-Tâ-Hâ 103
yetehâfetûne : gizlice konuşacaklar
-
20-Tâ-Hâ 103
beyne-hum : kendi aralarında
-
20-Tâ-Hâ 103
in lebistum : siz kaldınız
-
20-Tâ-Hâ 103
aşren : on (gün)
-
20-Tâ-Hâ 104
nahnu a'lemu : biz daha iyi biliriz, biliyoruz
-
20-Tâ-Hâ 104
yekûlûne : söylüyorlar
-
20-Tâ-Hâ 104
iz yekûlu : söylediği zaman
-
20-Tâ-Hâ 104
emselu-hum : onlara emsal olan (en iyi örnek olan, üstün olan)
-
20-Tâ-Hâ 104
tarîkaten : yol bakımından
-
20-Tâ-Hâ 104
in lebistum illâ : ancak kaldınız
-
20-Tâ-Hâ 104
yevmen : bir gün
-
20-Tâ-Hâ 105
ve yes'elûne-ke : ve sana soruyorlar
-
20-Tâ-Hâ 105
an el cibâli : dağlar hakkında, dağ(lar)dan
-
20-Tâ-Hâ 105
fe kul : o zaman, de
-
20-Tâ-Hâ 105
yensifu-hâ : onu savurup atacak
-
20-Tâ-Hâ 105
nesfen : savurarak
-
20-Tâ-Hâ 106
fe : o zaman, böylece
-
20-Tâ-Hâ 106
yezeru-hâ : onu bırakacak
-
20-Tâ-Hâ 106
safsafen : boş, dümdüz
-
20-Tâ-Hâ 107
lâ terâ : göremezsin, görmezsin
-
20-Tâ-Hâ 107
ivecen : eğrilik
-
20-Tâ-Hâ 107
ve lâ emten : yükseklik, alçaklık, iniş-çıkış
-
20-Tâ-Hâ 108
yevme izin : o gün, izin günü
-
20-Tâ-Hâ 108
yettebiûne : tâbî olurlar
-
20-Tâ-Hâ 108
ed dâıye : çağıran, davet eden
-
20-Tâ-Hâ 108
lâ ivece : eğrilik, sapma yoktur
-
20-Tâ-Hâ 108
lehu : onun için, onda, onun
-
20-Tâ-Hâ 108
ve haşeati : ve kısılır
-
20-Tâ-Hâ 108
el asvâtu : sesler
-
20-Tâ-Hâ 108
li er rahmâni : Rahmân için, Rahmân'a karşı
-
20-Tâ-Hâ 108
fe : o zaman, artık
-
20-Tâ-Hâ 108
lâ tesmeu : işitemezsin, işitmezsin
-
20-Tâ-Hâ 108
hemsen : bir fısıltı (çok hafif ses)
-
20-Tâ-Hâ 109
yevme izin : o gün, izin günü
-
20-Tâ-Hâ 109
lâ tenfau : fayda vermez
-
20-Tâ-Hâ 109
eş şefâatu : şefaat
-
20-Tâ-Hâ 109
men ezine : izin verdiği kimse
-
20-Tâ-Hâ 109
lehu : ona
-
20-Tâ-Hâ 109
er rahmânu : Rahmân (Allah)
-
20-Tâ-Hâ 109
ve radıye : ve razı oldu
-
20-Tâ-Hâ 109
lehu : o, ona, ondan
-
20-Tâ-Hâ 109
kavlen : söz
-
20-Tâ-Hâ 110
ya'lemu : o bilir
-
20-Tâ-Hâ 110
mâ beyne eydî-him : onların elleri arasındakini, onların önlerindekini
-
20-Tâ-Hâ 110
ve mâ halfe-hum : ve onların arkasındakileri
-
20-Tâ-Hâ 110
ve lâ yuhîtûne : ve ihata edemez
-
20-Tâ-Hâ 110
ılmen : ilim olarak, ilimle
-
20-Tâ-Hâ 111
ve aneti : ve boyun eğdi
-
20-Tâ-Hâ 111
el vucûhu : vechler, yüzler, kişiler
-
20-Tâ-Hâ 111
li el hayyi : hayy olana (diri, canlı olana)
-
20-Tâ-Hâ 111
el kayyûmi : zatı ile kaim olan, kayyum olan
-
20-Tâ-Hâ 111
ve kad : ve olmuştu
-
20-Tâ-Hâ 111
hâbe : heba oldu, yuvarlanıp (cehenneme) düştü
-
20-Tâ-Hâ 111
men hamele : yüklenen kimse
-
20-Tâ-Hâ 111
zulmen : zulüm
-
20-Tâ-Hâ 112
ve men : ve kim
-
20-Tâ-Hâ 112
ya'mel : amel eder
-
20-Tâ-Hâ 112
min es sâlihâti : salih (nefsi ıslâh edici) amellerden
-
20-Tâ-Hâ 112
ve huve : ve o
-
20-Tâ-Hâ 112
fe : artık
-
20-Tâ-Hâ 112
lâ yehâfu : korkmasın
-
20-Tâ-Hâ 112
zulmen : zulüm, haksızlık edilmek
-
20-Tâ-Hâ 112
ve lâ : ve olmaz
-
20-Tâ-Hâ 112
hadmen : haksızlık yapılması, hakedilenin azaltılması, eksiltilmesi hadım edilmesi
-
20-Tâ-Hâ 113
ve kezâlike : ve böylece
-
20-Tâ-Hâ 113
enzelnâ-hu : biz onu indirdik
-
20-Tâ-Hâ 113
kur'ânen : Kur'ân
-
20-Tâ-Hâ 113
arabîyyen : Arapça olarak
-
20-Tâ-Hâ 113
ve sarraf-nâ : ve açıkladık
-
20-Tâ-Hâ 113
min el vaîdi : vaadlerden,
-
20-Tâ-Hâ 113
lealle-hum : umulur ki, böylece onlar
-
20-Tâ-Hâ 113
yettekûne : takva sahibi olurlar
-
20-Tâ-Hâ 113
ev : veya
-
20-Tâ-Hâ 113
lehum zikren : onlar için zikir, hatırlatma, öğüt, ibret
-
20-Tâ-Hâ 114
fe : işte
-
20-Tâ-Hâ 114
teâlallâhu (teâlâ allâhu) : Allah yücedir
-
20-Tâ-Hâ 114
el meliku : hükümdar, düzenleyen ve idare eden, melik olan
-
20-Tâ-Hâ 114
el hakku : hak (olan)
-
20-Tâ-Hâ 114
ve lâ ta'cel : ve acele etme
-
20-Tâ-Hâ 114
bi el kur'âni : Kur'ân'a, Kur'ân için
-
20-Tâ-Hâ 114
en yukdâ : tamamlanması, kada edilmesi
-
20-Tâ-Hâ 114
ileyke : sana
-
20-Tâ-Hâ 114
ve kul : ve de, söyle
-
20-Tâ-Hâ 114
ılmen : ilim
-
20-Tâ-Hâ 115
ve lekad : ve andolsun
-
20-Tâ-Hâ 115
ilâ âdeme : Âdem'e
-
20-Tâ-Hâ 115
fe : fakat, ancak
-
20-Tâ-Hâ 115
nesîye : unuttu
-
20-Tâ-Hâ 115
ve lem necid : ve bulmadık
-
20-Tâ-Hâ 115
lehu : onu
-
20-Tâ-Hâ 115
azmen : azîmli
-
20-Tâ-Hâ 116
ve iz kulnâ : ve demiştik
-
20-Tâ-Hâ 116
li el melâiketi : meleklere
-
20-Tâ-Hâ 116
li âdeme : Âdem'e
-
20-Tâ-Hâ 116
fe : o zaman, hemen
-
20-Tâ-Hâ 116
secedû : secde ettiler
-
20-Tâ-Hâ 116
iblîse : iblis
-
20-Tâ-Hâ 116
ebâ : direndi, yapmadı
-
20-Tâ-Hâ 117
fe : artık, bunun üzerine
-
20-Tâ-Hâ 117
yâ âdemu : ey Âdem
-
20-Tâ-Hâ 117
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 117
leke : sana, senin için
-
20-Tâ-Hâ 117
ve li zevci-ke : ve zevcine, zevcin (eşin) için
-
20-Tâ-Hâ 117
fe : artık, sonra
-
20-Tâ-Hâ 117
lâ yuhricenne-kumâ : sakın sizin ikinizi çıkarmasın
-
20-Tâ-Hâ 117
min el cenneti : cennetten
-
20-Tâ-Hâ 117
fe : artık, o zaman
-
20-Tâ-Hâ 117
teşkâ : şâkî olursunuz
-
20-Tâ-Hâ 118
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 118
leke : senin için
-
20-Tâ-Hâ 118
ellâ : olmaz, yoktur
-
20-Tâ-Hâ 118
tecûa \n(cûa) : senin acıkman \n: (acıktı)
-
20-Tâ-Hâ 118
ve lâ ta'râ \n(arida) : ve sen çıplak kalmazsın \n: (çıplak oldu)
-
20-Tâ-Hâ 119
ve enne-ke : ve muhakkak sen
-
20-Tâ-Hâ 119
lâ tazmeu \n(zamiye) : susamazsın \n: (susadı)
-
20-Tâ-Hâ 119
ve lâ tadhâ \n(dahiye) : ve (sıcaktan) yanmazsın \n: (sıcakladı, yandı)
-
20-Tâ-Hâ 120
fe : artık, öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 120
vesvese : vesvese verdi
-
20-Tâ-Hâ 120
ileyhi : ona
-
20-Tâ-Hâ 120
eş şeytânu : şeytan
-
20-Tâ-Hâ 120
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 120
yâ âdemu : ey Âdem
-
20-Tâ-Hâ 120
hel edullu-ke alâ : sana delâlet (önderlik) edeyim mi
-
20-Tâ-Hâ 120
şecereti : ağaç
-
20-Tâ-Hâ 120
el huldi : ebedî olan, sonsuz olan
-
20-Tâ-Hâ 120
ve mulkin : ve bir saltanat
-
20-Tâ-Hâ 120
lâ yeblâ : sona ermeyecek
-
20-Tâ-Hâ 121
fe : artık, böylece, bunun üzerine
-
20-Tâ-Hâ 121
ekelâ : ikisi yedi
-
20-Tâ-Hâ 121
fe : böylece, artık, o zaman
-
20-Tâ-Hâ 121
bedet : ortaya çıktı, açıldı
-
20-Tâ-Hâ 121
lehumâ : ikisinin
-
20-Tâ-Hâ 121
sev'âtu-humâ : ikisinin avret yerleri, ayıp yerleri
-
20-Tâ-Hâ 121
ve tafıkâ : ve ikisi başladı
-
20-Tâ-Hâ 121
aleyhimâ : kendi üzerlerini
-
20-Tâ-Hâ 121
el cenneti : cennet
-
20-Tâ-Hâ 121
ve asâ : ve isyan etti, asi oldu
-
20-Tâ-Hâ 121
ademu : Âdem
-
20-Tâ-Hâ 121
rabbe-hu : onun (kendi) Rabbi
-
20-Tâ-Hâ 121
fe : artık, böylece
-
20-Tâ-Hâ 122
summe : sonra
-
20-Tâ-Hâ 122
ictebâ-hu : onu seçti
-
20-Tâ-Hâ 122
fe : artık, böylece, bundan sonra
-
20-Tâ-Hâ 122
tâbe aleyhi : onun tövbesini kabul etti
-
20-Tâ-Hâ 122
ve hedâ : ve hidayete erdirdi
-
20-Tâ-Hâ 123
kâlehbitâ (kale ihbitâ) : 'ikiniz inin' dedi
-
20-Tâ-Hâ 123
cemîan : hepiniz
-
20-Tâ-Hâ 123
fe : artık, bundan sonra
-
20-Tâ-Hâ 123
ye'tiyenne-kum : size mutlaka gelecek
-
20-Tâ-Hâ 123
huden : hidayet
-
20-Tâ-Hâ 123
fe : o zaman, artık
-
20-Tâ-Hâ 123
men ittebea : kim tâbî olursa
-
20-Tâ-Hâ 123
hudâye : hidayetim, hidayetçim
-
20-Tâ-Hâ 123
fe : artık
-
20-Tâ-Hâ 123
ve lâ yeşkâ : ve şâkî olmaz
-
20-Tâ-Hâ 124
ve men : ve kim
-
20-Tâ-Hâ 124
fe : artık, o zaman, o taktirde
-
20-Tâ-Hâ 124
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 124
lehu : onun için (vardır)
-
20-Tâ-Hâ 124
maîşeten : maişet temini, geçim
-
20-Tâ-Hâ 124
danken : dar, sıkıntılı
-
20-Tâ-Hâ 124
ve nahşuru-hu : ve onu haşrederiz
-
20-Tâ-Hâ 124
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
20-Tâ-Hâ 125
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 125
lime : neden, niçin
-
20-Tâ-Hâ 125
haşerte-nî : beni haşrettin
-
20-Tâ-Hâ 125
ve kad : ve olmuştu
-
20-Tâ-Hâ 126
kâle : dedi
-
20-Tâ-Hâ 126
kezâlike : işte böyle
-
20-Tâ-Hâ 126
etet-ke : sana geldi
-
20-Tâ-Hâ 126
fe : fakat
-
20-Tâ-Hâ 126
nesîte-hâ : sen onu unuttun
-
20-Tâ-Hâ 126
ve kezâlike : ve işte böyle, böylece, aynı şekilde
-
20-Tâ-Hâ 126
el yevme : o gün
-
20-Tâ-Hâ 127
ve kezâlike : ve işte böyle
-
20-Tâ-Hâ 127
neczî : cezalandırırız, karşılığını veririz
-
20-Tâ-Hâ 127
men esrefe : kim israf ederse, israf eden kimse
-
20-Tâ-Hâ 127
ve lem yu'min : ve inanmaz
-
20-Tâ-Hâ 127
ve le : ve elbette
-
20-Tâ-Hâ 127
azâbu el âhıreti : ahiret azabı
-
20-Tâ-Hâ 127
eşeddu : en şiddetli, daha şiddetli
-
20-Tâ-Hâ 127
ve ebkâ : ve devamlı
-
20-Tâ-Hâ 128
e fe lem yehdi : hâlâ hidayete ermedi mi
-
20-Tâ-Hâ 128
lehum : onlar
-
20-Tâ-Hâ 128
kem : kaç, nice
-
20-Tâ-Hâ 128
ehlek-nâ : helâk ettik
-
20-Tâ-Hâ 128
kable-hum : onlardan önce
-
20-Tâ-Hâ 128
min el kurûni : nesillerden
-
20-Tâ-Hâ 128
yemşûne : yürürler, yürüyorlar, dolaşıyorlar
-
20-Tâ-Hâ 128
mesâkini-him : onların meskenleri
-
20-Tâ-Hâ 128
inne : muhakkak
-
20-Tâ-Hâ 128
zâlike : işte bunda
-
20-Tâ-Hâ 128
le âyâtin : elbette âyetler
-
20-Tâ-Hâ 128
ulî en nuhâ : nehy sahipleri, Allah'ın yasaklarına riayet edenler
-
20-Tâ-Hâ 129
ve lev : ve eğer, ise
-
20-Tâ-Hâ 129
kelimetun : bir kelime, bir söz
-
20-Tâ-Hâ 129
sebekat : geçti (daha önce oldu)
-
20-Tâ-Hâ 129
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
20-Tâ-Hâ 129
le : elbette, mutlaka
-
20-Tâ-Hâ 129
kâne : oldu
-
20-Tâ-Hâ 129
lizâmen : elzem, lüzumlu
-
20-Tâ-Hâ 129
ve ecelun : ve bir ecel, vade, müddet
-
20-Tâ-Hâ 129
musemmen : isimlendirilmiş, belirlenmiş
-
20-Tâ-Hâ 130
fasbir (fe ısbir) : artık sabret
-
20-Tâ-Hâ 130
mâ yekûlûne : onların söyledikleri şey(ler)
-
20-Tâ-Hâ 130
ve sebbih : ve tesbih et
-
20-Tâ-Hâ 130
rabbi-ke : senin Rabbin
-
20-Tâ-Hâ 130
kable : önce
-
20-Tâ-Hâ 130
tulûı eş şemsi : güneşin tulû edişi, doğuşu
-
20-Tâ-Hâ 130
ve kable : ve önce
-
20-Tâ-Hâ 130
ve min ânâi : ve vakitlerden, saatlerden
-
20-Tâ-Hâ 130
el leyli : gece
-
20-Tâ-Hâ 130
fe : artık, böylece
-
20-Tâ-Hâ 130
sebbih : tesbih et
-
20-Tâ-Hâ 130
ve etrâfen nehâri : ve gündüz zamanı, gün boyunca, günün etrafında
-
20-Tâ-Hâ 130
lealleke : umulur ki, böylece
-
20-Tâ-Hâ 130
terdâ : rızaya ulaşırsın
-
20-Tâ-Hâ 131
ve lâ temuddenne : ve sakın uzatma
-
20-Tâ-Hâ 131
ayney-ke : senin iki gözün, gözlerin
-
20-Tâ-Hâ 131
ilâ mâ mettâ'nâ : metalandırdığımız, faydalandırdığımız şey(ler)
-
20-Tâ-Hâ 131
ezvâcen : zevcler, eşler, sınıflar, gruplar
-
20-Tâ-Hâ 131
zehrete : süs, ziynet
-
20-Tâ-Hâ 131
el hayâti ed dunyâ : dünya hayatı
-
20-Tâ-Hâ 131
li neftine-hum : onları fitne (imtihan) etmek için, denemek için
-
20-Tâ-Hâ 131
ve rızku : ve rızık
-
20-Tâ-Hâ 131
rabbi-ke : senin Rabbin
-
20-Tâ-Hâ 131
ve ebkâ : ve bâki, devamlı
-
20-Tâ-Hâ 132
ve'mur (ve u'mur) : ve emret
-
20-Tâ-Hâ 132
ehle-ke : senin ehlin, ailen, etrafındakiler
-
20-Tâ-Hâ 132
bi es salâti : namazı, namaz ile
-
20-Tâ-Hâ 132
vastabir (ve istabir) : ve sabırlı ol, sabret
-
20-Tâ-Hâ 132
aleyhâ : onun üzerine, ona
-
20-Tâ-Hâ 132
lâ nes'elu-ke : biz senden istemiyoruz
-
20-Tâ-Hâ 132
nerzuku-ke : seni rızıklandırırız
-
20-Tâ-Hâ 132
ve el âkıbetu : ve sonuç, akıbet
-
20-Tâ-Hâ 132
li et takvâ : takva sahipleri için
-
20-Tâ-Hâ 133
ve kâlû : ve dediler
-
20-Tâ-Hâ 133
lev lâ : olsa olmaz mı
-
20-Tâ-Hâ 133
ye'tî-nâ bi : bize getirir
-
20-Tâ-Hâ 133
âyetin : âyet
-
20-Tâ-Hâ 133
e ve lem te'ti-him : onlara gelmedi mi
-
20-Tâ-Hâ 133
beyyinetu : beyyine (ispat vasıtaları, deliller)
-
20-Tâ-Hâ 133
mâ fî es suhufi : sahifeler (için)de olan şey(ler)
-
20-Tâ-Hâ 133
el ûlâ : evvelkiler
-
20-Tâ-Hâ 134
ve lev : ve eğer, olsa, ise
-
20-Tâ-Hâ 134
ennâ (enne-nâ) : gerçekten biz
-
20-Tâ-Hâ 134
ehleknâ-hum : onları helâk ettik
-
20-Tâ-Hâ 134
le : elbette, mutlaka
-
20-Tâ-Hâ 134
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
20-Tâ-Hâ 134
lev lâ : olmaz mı
-
20-Tâ-Hâ 134
erselte : sen gönderdin
-
20-Tâ-Hâ 134
ileynâ : bize
-
20-Tâ-Hâ 134
resûlen : bir resûl
-
20-Tâ-Hâ 134
fe : böylece, artık
-
20-Tâ-Hâ 134
nettebia : tâbî oluruz
-
20-Tâ-Hâ 134
âyâti-ke : senin âyetlerin
-
20-Tâ-Hâ 134
en nezille : bizim zelil olmamız
-
20-Tâ-Hâ 134
ve nahzâ : ve biz rezil, rüsva oluruz
-
20-Tâ-Hâ 135
muterebbisun : bekleyenler
-
20-Tâ-Hâ 135
fe : böylece, öyleyse
-
20-Tâ-Hâ 135
terabbesû : bekleyin
-
20-Tâ-Hâ 135
fe : o zaman, artık
-
20-Tâ-Hâ 135
se ta'lemûne : yakında bileceksiniz, öğreneceksiniz
-
20-Tâ-Hâ 135
men : kim, kimse
-
20-Tâ-Hâ 135
es sırâtı es seviyyi : Sıratı Mustakîm
-
20-Tâ-Hâ 135
ve men : ve kim
-
20-Tâ-Hâ 135
ihtedâ : hidayete erdi
-
21-Enbiyâ 1
ıkterebe \n(karibun) : yaklaştı \n: yakın
-
21-Enbiyâ 1
li en nâsi : insanlar için
-
21-Enbiyâ 1
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 1
fî gafletin : gaflet içinde
-
21-Enbiyâ 1
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
21-Enbiyâ 2
mâ ye'tî-him : onlara gelmedi (ki)
-
21-Enbiyâ 2
muhdesin : yeni
-
21-Enbiyâ 2
illestemeûhu (illâ istemeû-hu) : den başka, ancak, sadece onu dinlediler
-
21-Enbiyâ 2
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 2
yel'abûne : oynuyorlar (alay ediyorlar)
-
21-Enbiyâ 3
lâhiyeten : önem vermeyerek (oyun ve eğlencede)
-
21-Enbiyâ 3
ve eserrû : ve gizleyerek
-
21-Enbiyâ 3
en necvellezîne (necve ellezîne) : fısıldaşırlar o kimseler
-
21-Enbiyâ 3
zalemû : zulmeden
-
21-Enbiyâ 3
hel hâzâ : bu mu
-
21-Enbiyâ 3
beşerun : bir beşer
-
21-Enbiyâ 3
e : mı
-
21-Enbiyâ 3
fe : öyleyse, yoksa
-
21-Enbiyâ 3
te'tûne es sıhre : sihre kapılıyorsunuz
-
21-Enbiyâ 3
ve entum : ve siz
-
21-Enbiyâ 3
tubsırûne : siz görüyorsunuz
-
21-Enbiyâ 4
kâle : dedi
-
21-Enbiyâ 4
ya'lemu : bilir
-
21-Enbiyâ 4
el kavle : sözü
-
21-Enbiyâ 4
fî es semâi : semada
-
21-Enbiyâ 4
ve el ardı : ve arzda, yerde
-
21-Enbiyâ 4
ve huve : ve o
-
21-Enbiyâ 4
es semîu : (en iyi) işitendir
-
21-Enbiyâ 4
el alîmu : (en iyi) bilendir
-
21-Enbiyâ 5
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 5
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 5
ifterâ-hu : onu uydurdu
-
21-Enbiyâ 5
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 5
huve : o
-
21-Enbiyâ 5
fel ye'tinâ bi (fe li ye'ti-nâ bi) : o zaman, öyleyse bize getirsin
-
21-Enbiyâ 5
âyetin : bir âyet
-
21-Enbiyâ 5
kemâ : gibi
-
21-Enbiyâ 5
ursile : gönderildi
-
21-Enbiyâ 5
el evvelûne : evvelkiler
-
21-Enbiyâ 6
mâ âmenet : îmân etmedi
-
21-Enbiyâ 6
kable-hum : onlardan önce
-
21-Enbiyâ 6
min karyetin : ülkelerden (biri)
-
21-Enbiyâ 6
ehleknâ-hâ : onu biz helâk ettik
-
21-Enbiyâ 6
e fe hum : o zaman, öyleyse onlar mı
-
21-Enbiyâ 6
yu'minûne : îmân edecekler
-
21-Enbiyâ 7
ve mâ ersel-nâ : ve biz göndermedik
-
21-Enbiyâ 7
kable-ke : senden önce
-
21-Enbiyâ 7
ricâlen : rical, erkekler,
-
21-Enbiyâ 7
ileyhim : onlara
-
21-Enbiyâ 7
fes'elû (fe es'elû) : o zaman sorun
-
21-Enbiyâ 7
ehle ez zikri : zikir ehline
-
21-Enbiyâ 7
lâ ta'lemûne : siz bilmiyorsunuz
-
21-Enbiyâ 8
ve mâ cealnâ-hum : ve biz onları kılmadık
-
21-Enbiyâ 8
ceseden : bir ceset, beden
-
21-Enbiyâ 8
lâ ye'kulûne : yemezler
-
21-Enbiyâ 8
et taâme : yemek
-
21-Enbiyâ 8
ve mâ kânû : ve olmadılar, değildirler
-
21-Enbiyâ 8
hâlidîne : halidin, ebedî
-
21-Enbiyâ 9
summe : sonra
-
21-Enbiyâ 9
el va'de : vaad
-
21-Enbiyâ 9
fe enceynâ-hum : böylece onları kurtardık
-
21-Enbiyâ 9
ve men : ve kimse, kişi
-
21-Enbiyâ 9
neşâu : biz diledik
-
21-Enbiyâ 9
ve ehlek-nâ : ve biz helâk ettik
-
21-Enbiyâ 9
el musrifîne : müsrifler, israf edenler
-
21-Enbiyâ 10
lekad : andolsun ki
-
21-Enbiyâ 10
enzel-nâ : biz indirdik
-
21-Enbiyâ 10
ileykum : size
-
21-Enbiyâ 10
kitâben : bir kitap
-
21-Enbiyâ 10
e fe lâ ta'kılûne : hâlâ akıl etmez misiniz
-
21-Enbiyâ 11
ve kem : ve nice, kaç tane
-
21-Enbiyâ 11
min karyetin : ülkelerden, şehirlerden
-
21-Enbiyâ 11
kânet : oldu
-
21-Enbiyâ 11
zâlimeten : zalim olan, zulmeden
-
21-Enbiyâ 11
ve enşe'nâ : ve biz inşa ettik, yarattık
-
21-Enbiyâ 11
ba'de-hâ : ondan sonra
-
21-Enbiyâ 11
kavmen : bir kavim
-
21-Enbiyâ 11
âharîne : diğer, başka
-
21-Enbiyâ 12
fe lemmâ : olduğu zaman
-
21-Enbiyâ 12
ehassû : hissettiler
-
21-Enbiyâ 12
be'se-nâ : bizim azabımız
-
21-Enbiyâ 12
yerkudûne (rakada) : koşarlar, kaçarlar (koştu)
-
21-Enbiyâ 13
lâ terkudû : koşmayın, kaçmayın
-
21-Enbiyâ 13
verciû (ve irciû) : ve dönün
-
21-Enbiyâ 13
ve mesâkini-kum : ve meskenlerinize
-
21-Enbiyâ 13
lealle-kum : böylece siz
-
21-Enbiyâ 13
tus'elûne : sorgulanacaksınız
-
21-Enbiyâ 14
yâ veylenâ : yazıklar olsun bize
-
21-Enbiyâ 14
zâlimîne : zalimler
-
21-Enbiyâ 15
fe mâ zâlet : böylece bitmedi (devam etti)
-
21-Enbiyâ 15
tilke : o, bu
-
21-Enbiyâ 15
ceal-nâ : kıldık, yaptık
-
21-Enbiyâ 15
hasîden : hasat edilmiş (biçilmiş) ekinler
-
21-Enbiyâ 15
hâmidîne : sönmüş hale gelmiş olanlar
-
21-Enbiyâ 16
ve mâ halakna : ve biz yaratmadık
-
21-Enbiyâ 16
es semâe : sema
-
21-Enbiyâ 16
ve el arda : ve arz, yeryüzü
-
21-Enbiyâ 16
ve mâ : ve şeyler
-
21-Enbiyâ 16
beyne-humâ : onların ikisinin arasında
-
21-Enbiyâ 16
lâıbîne : oyun (eğlence)
-
21-Enbiyâ 17
lev : eğer, şâyet
-
21-Enbiyâ 17
ered-nâ : biz istedik, irade ettik
-
21-Enbiyâ 17
en nettehıze : bizim edinmemiz
-
21-Enbiyâ 17
lehven : eğlence
-
21-Enbiyâ 17
lettehaznâhu (le ittehaznâ-hu) : mutlaka onu biz edin(ir)dik
-
21-Enbiyâ 17
min ledun-nâ : bizim katımızdan
-
21-Enbiyâ 17
fâ'ılîne : yapanlar
-
21-Enbiyâ 18
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 18
bi el hakkı : hakkı
-
21-Enbiyâ 18
alel bâtıli (alâ el bâtıli) : bâtılın üzerine
-
21-Enbiyâ 18
fe yedmegu-hu : o zaman onu mahveder
-
21-Enbiyâ 18
fe izâ : böylece o zaman
-
21-Enbiyâ 18
huve : o
-
21-Enbiyâ 18
ve lekum el veylu : ve size yazıklar olsun
-
21-Enbiyâ 18
tasıfûne : sizin vasfettiğiniz (isnat ettiğiniz)
-
21-Enbiyâ 19
ve lehu : ve onundur
-
21-Enbiyâ 19
men : kimseler, kişiler
-
21-Enbiyâ 19
fî es semâvâti : semalarda, göklerde
-
21-Enbiyâ 19
ve el ardı : ve arz, dünya
-
21-Enbiyâ 19
ve men : ve kimseler, kişiler
-
21-Enbiyâ 19
inde-hu : onun yanında, katında
-
21-Enbiyâ 19
lâ yestekbirûne : büyüklenmez, kibirlenmez
-
21-Enbiyâ 19
an ıbâdeti-hî : onun ibadetlerinden, ona ibadet etmekten
-
21-Enbiyâ 19
ve lâ yestahsirûne : ve onlar yorulmazlar
-
21-Enbiyâ 20
yusebbihûne : tesbih ederler
-
21-Enbiyâ 20
el leyle : gece
-
21-Enbiyâ 20
ve en nehâre : ve gündüz
-
21-Enbiyâ 20
lâ yefturûne : ara vermezler
-
21-Enbiyâ 21
emittehazû (em ittehazû) : yoksa edindiler mi
-
21-Enbiyâ 21
âliheten : ilâhlar
-
21-Enbiyâ 21
min el ardı : arzdan (yeryüzünden)
-
21-Enbiyâ 21
yunşirûne : diriltilirler, neşrolurlar
-
21-Enbiyâ 22
lev : eğer, şâyet
-
21-Enbiyâ 22
kâne : oldu
-
21-Enbiyâ 22
âlihetun : ilâhlar
-
21-Enbiyâ 22
le fesedetâ : ikisi fesada uğradı
-
21-Enbiyâ 22
fe : oysa, halbuki
-
21-Enbiyâ 22
subhânallâhi (subhâne allâhi) : Allah
-
21-Enbiyâ 22
rabbi el arşi : arşın Rabbi
-
21-Enbiyâ 22
yasıfûne : vasıflandırırlar
-
21-Enbiyâ 23
lâ yus'elu : mesul değildir, sorumlu olmaz
-
21-Enbiyâ 23
yef'alu : yapar
-
21-Enbiyâ 23
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 23
yus'elûne : mesul olurlar, sorumlu olurlar, sorgulanırlar
-
21-Enbiyâ 24
emittehazû (em ittehazû) : yoksa edindiler mi
-
21-Enbiyâ 24
âliheten : ilâhlar
-
21-Enbiyâ 24
burhâne-kum : burhanınız, kesin deliliniz
-
21-Enbiyâ 24
men : kimselerin, kişilerin
-
21-Enbiyâ 24
maiye : benimle beraber
-
21-Enbiyâ 24
ve zikru : ve zikir
-
21-Enbiyâ 24
men : kimselerin, kişilerin
-
21-Enbiyâ 24
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 24
ekseru-hum : onların çoğu
-
21-Enbiyâ 24
lâ ya'lemûne : bilmiyorlar, bilmezler
-
21-Enbiyâ 24
el hakka : hakkı
-
21-Enbiyâ 24
fe hum : böylece onlar
-
21-Enbiyâ 24
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
21-Enbiyâ 25
ve mâ ersel-nâ : ve biz göndermedik
-
21-Enbiyâ 25
min kabli-ke : senden önce
-
21-Enbiyâ 25
min resûlin : (resûllerden) bir resûl
-
21-Enbiyâ 25
ileyhi : ona
-
21-Enbiyâ 25
enne-hu : onun olduğunu
-
21-Enbiyâ 25
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
21-Enbiyâ 25
ene : ben
-
21-Enbiyâ 25
fa'budûni (fe a'budû-ni) : öyleyse, o zaman bana kul
-
21-Enbiyâ 26
ve kâlûttehaze (kâlû ittehaze) : ve edindi dediler
-
21-Enbiyâ 26
er rahmânu : Rahmân
-
21-Enbiyâ 26
veleden : bir çocuk, bir evlât
-
21-Enbiyâ 26
subhâne-hu : o münezzehtir, sübhandır
-
21-Enbiyâ 26
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 26
mukremûne : ikram edilmiş olanlar
-
21-Enbiyâ 27
lâ yesbikûne-hu : onun (önüne) geçmezler
-
21-Enbiyâ 27
bi el kavli : söz ile
-
21-Enbiyâ 27
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 27
bi emri-hî : onun emri ile
-
21-Enbiyâ 27
ya'melûne : yaparlar, amel ederler
-
21-Enbiyâ 28
ya'lemu : bilir
-
21-Enbiyâ 28
beyne eydî-him : onların elleri arasındaki, önlerindeki
-
21-Enbiyâ 28
ve mâ : ve şey
-
21-Enbiyâ 28
halfe-hum : onların arkası
-
21-Enbiyâ 28
ve lâ yeşfeûne : ve şefaat etmezler
-
21-Enbiyâ 28
li men irtedâ : rızaya ermiş kimse(ler)
-
21-Enbiyâ 28
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 28
min haşyeti-hî : onun haşyetinden
-
21-Enbiyâ 28
muşfikûne : korkanlar
-
21-Enbiyâ 29
ve men : ve kim
-
21-Enbiyâ 29
yekul : derse
-
21-Enbiyâ 29
fe zâlike : işte o zaman
-
21-Enbiyâ 29
neczî-hi : onu cezalandırırız
-
21-Enbiyâ 29
cehenneme : cehennem
-
21-Enbiyâ 29
kezâlike : işte böyle
-
21-Enbiyâ 29
neczî : cezalandırırız
-
21-Enbiyâ 29
ez zâlimîne : zalimler
-
21-Enbiyâ 30
e ve lem yere : ve görmüyorlar mı (görmediler mi)
-
21-Enbiyâ 30
ellezîne : o kimseler, onlar
-
21-Enbiyâ 30
keferû : inkâr ettiler
-
21-Enbiyâ 30
enne es semâvâti : semaların olduğu
-
21-Enbiyâ 30
ve el arda : ve arz, yeryüzü
-
21-Enbiyâ 30
kânetâ : idi, olmuştu
-
21-Enbiyâ 30
retkan : bitişik
-
21-Enbiyâ 30
fe fetaknâ-huma : sonra biz ikisini ayırdık
-
21-Enbiyâ 30
ve cealnâ : ve kıldık, yarattık
-
21-Enbiyâ 30
min el mâi : sudan
-
21-Enbiyâ 30
kulle şey'in : herşey
-
21-Enbiyâ 30
e fe lâ yu'minûne : hâlâ inanmazlar mı
-
21-Enbiyâ 31
ve ceal-nâ : ve biz kıldık
-
21-Enbiyâ 31
fî el ardı : yeryüzünde
-
21-Enbiyâ 31
revâsiye : dağlar
-
21-Enbiyâ 31
en temîde bi : sarsması
-
21-Enbiyâ 31
ve ceal-nâ : ve kıldık
-
21-Enbiyâ 31
ficâcen : geniş yollar, iki dağ arasındaki geniş geçit yerleri
-
21-Enbiyâ 31
subulen : sebîller, yollar
-
21-Enbiyâ 31
lealle-hum : umulur ki böylece onlar
-
21-Enbiyâ 31
yehtedûne : hidayete ererler
-
21-Enbiyâ 32
ve ceal-nâ : ve kıldık
-
21-Enbiyâ 32
es semâe : sema
-
21-Enbiyâ 32
sakfen : tavan
-
21-Enbiyâ 32
mahfûzen : korunmuş, muhafaza edilmiş
-
21-Enbiyâ 32
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 32
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
21-Enbiyâ 33
ve huve ellezî : ve odur
-
21-Enbiyâ 33
el leyle : gece
-
21-Enbiyâ 33
ve en nehâre : ve gündüz
-
21-Enbiyâ 33
ve eş şemse : ve güneş
-
21-Enbiyâ 33
ve el kamere : ve ay
-
21-Enbiyâ 33
felekin : yörünge, felek
-
21-Enbiyâ 33
yesbehûne : yüzüyorlar, yüzerler (seyir ediyorlar)
-
21-Enbiyâ 34
ve mâ ceal-nâ : ve biz kılmadık, vermedik
-
21-Enbiyâ 34
li beşerin : bir beşer için, bir beşere
-
21-Enbiyâ 34
min kabli-ke : senden önce
-
21-Enbiyâ 34
el hulde : halidin, ebedî, ölümsüz
-
21-Enbiyâ 34
e : mu
-
21-Enbiyâ 34
fe : böylece, öyleyse
-
21-Enbiyâ 34
in mitte : eğer sen ölürsen
-
21-Enbiyâ 34
fe : böylece
-
21-Enbiyâ 34
humul hâlidûne : halidin, ebedî, ölümsüz
-
21-Enbiyâ 35
nefsin : nefs
-
21-Enbiyâ 35
el mevti : ölüm
-
21-Enbiyâ 35
ve neblû-kum : ve sizi imtihan ederiz
-
21-Enbiyâ 35
bi eş şerri : şerr ile
-
21-Enbiyâ 35
ve el hayri : ve hayır ile
-
21-Enbiyâ 35
fitneten : fitne, deneme
-
21-Enbiyâ 35
ve ileynâ : ve bize
-
21-Enbiyâ 35
turceûne (recea) : döndürüleceksiniz (döndü)
-
21-Enbiyâ 36
ve izâ reâ-ke : ve seni gördükleri zaman
-
21-Enbiyâ 36
ellezîne : onlar
-
21-Enbiyâ 36
keferû : inkâr ettiler
-
21-Enbiyâ 36
in yettehızûne-ke illâ : seni sadece ..... ediniyorlar
-
21-Enbiyâ 36
huzuven : alay konusu
-
21-Enbiyâ 36
e hazâ : bu mu
-
21-Enbiyâ 36
ellezî yezkuru : zikreden, söyleyen
-
21-Enbiyâ 36
âlihete-kum : sizin ilâhlarınız
-
21-Enbiyâ 36
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 36
bi zikri er rahmâni : Rahmân'ın zikrini
-
21-Enbiyâ 36
hum kâfirûne : onlar inkâr edenler, kâfirler
-
21-Enbiyâ 37
hulika el insânu : insan yaratıldı
-
21-Enbiyâ 37
min acelin : acele olarak, aceleci özellikte
-
21-Enbiyâ 37
se-urî-kum : size göstereceğim
-
21-Enbiyâ 37
fe : böylece, artık
-
21-Enbiyâ 37
lâ testa'cilû-ni : benden acele istemeyin
-
21-Enbiyâ 38
ve yekûlûne : ve söylerler, derler
-
21-Enbiyâ 38
metâ : ne zaman
-
21-Enbiyâ 38
el va'du : vaad
-
21-Enbiyâ 38
sâdıkîne : doğru söyleyenler, sadıklar
-
21-Enbiyâ 39
lev : eğer, ise
-
21-Enbiyâ 39
ya'lemu ellezîne : o kimseler bilselerdi
-
21-Enbiyâ 39
keferû : inkâr ettiler
-
21-Enbiyâ 39
hîne : (belli bir) zaman
-
21-Enbiyâ 39
lâ yekuffûne \n(keffe) : gidermez, zararını önlemez, men etmez \n: (men etti, önledi, tehlikeyi giderdi)
-
21-Enbiyâ 39
en nâre : ateş
-
21-Enbiyâ 39
ve lâ an zuhûri-him : ve onların sırtlarından olmaz
-
21-Enbiyâ 39
ve lâ hum yunsarûne : ve onlar yardım olunmazlar
-
21-Enbiyâ 40
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 40
te'tî-him : onlara gelecek, gelir
-
21-Enbiyâ 40
bagteten : aniden, ansızın
-
21-Enbiyâ 40
fe : böylece
-
21-Enbiyâ 40
tebhetu-hum \n(behete) : onları dehşette bırakacak (onlar dehşete kapılacak) \n: (dehşete kapıldı)
-
21-Enbiyâ 40
fe : artık, böylece
-
21-Enbiyâ 40
lâ yestetî'ûne : güçleri yetmeyecek
-
21-Enbiyâ 40
redde-hâ : onu reddetti, geri çevirdi
-
21-Enbiyâ 40
ve lâ hum yunzarûne : ve onlara bakılmaz, bakılmayacak
-
21-Enbiyâ 41
ve lekad istuhzie : ve andolsun alay edildi
-
21-Enbiyâ 41
min kablike : senden önce
-
21-Enbiyâ 41
fe : artık, fakat, böylece
-
21-Enbiyâ 41
ellezîne : onlar, o kimseler
-
21-Enbiyâ 41
sehırû : alay ettiler
-
21-Enbiyâ 41
yestehziûne : alay ediyorlar
-
21-Enbiyâ 42
men : kim
-
21-Enbiyâ 42
yekleu-kum \n(kelee) : sizi korur, himayesine alır \n: (korudu, himaye etti)
-
21-Enbiyâ 42
bi el leyli : gece ile
-
21-Enbiyâ 42
ve en nehâri : ve gündüz
-
21-Enbiyâ 42
min er rahmâni : Rahmân'dan
-
21-Enbiyâ 42
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 42
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
21-Enbiyâ 43
em : mı, mu
-
21-Enbiyâ 43
lehum : onların vardır
-
21-Enbiyâ 43
âlihetun : ilâhlar
-
21-Enbiyâ 43
temneu-hum : onları men eden
-
21-Enbiyâ 43
lâ yestetîûne : güçleri yetmez, yapamazlar
-
21-Enbiyâ 43
nasre : yardım
-
21-Enbiyâ 43
enfusi-him : onların kendileri
-
21-Enbiyâ 43
ve lâ hum : ve onlar değildir
-
21-Enbiyâ 43
yushabûne : sahip olunur
-
21-Enbiyâ 44
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 44
metta'nâ : biz onları metalandırdık, faydalandırdık
-
21-Enbiyâ 44
ve âbâe-hum : ve onların babaları, ataları
-
21-Enbiyâ 44
tâle : uzun geldi
-
21-Enbiyâ 44
aleyhim : onlara
-
21-Enbiyâ 44
el umuru : ömür
-
21-Enbiyâ 44
e fe lâ yerevne : artık, hâlâ görmüyorlar mı
-
21-Enbiyâ 44
ennâ : nasıl
-
21-Enbiyâ 44
ne'ti : geliyoruz
-
21-Enbiyâ 44
el arda : arz, yeryüzü
-
21-Enbiyâ 44
nenkusû-hâ : onu eksiltiyoruz
-
21-Enbiyâ 44
min etrâfi-hâ : onun etrafından, çevresinden
-
21-Enbiyâ 44
e fe hum : öyleyse, hâlâ onlar mı
-
21-Enbiyâ 44
el gâlibûne : gâlip olanlar, üstün gelenler
-
21-Enbiyâ 45
innemâ : sadece
-
21-Enbiyâ 45
bi el vahyi : vahyile
-
21-Enbiyâ 45
ve lâ yesmeu : ve işitmezler
-
21-Enbiyâ 45
es summu : sağırlar
-
21-Enbiyâ 45
ed duâe : dua, çağrı, davet
-
21-Enbiyâ 45
mâ yunzerûne : uyarıldıkları şey
-
21-Enbiyâ 46
ve le in : ve eğer, olsa
-
21-Enbiyâ 46
messet-hum : onlara dokundu
-
21-Enbiyâ 46
nefhatun : bir esinti
-
21-Enbiyâ 46
rabbi-ke : senin Rabbin
-
21-Enbiyâ 46
le yekûlunne : mutlaka derler
-
21-Enbiyâ 46
yâ veyle-nâ : bize yazıklar olsun
-
21-Enbiyâ 46
zâlimîne : zalimler
-
21-Enbiyâ 47
ve nedau : ve kurarız, kuracağız
-
21-Enbiyâ 47
el mevâzîne : mizanlar
-
21-Enbiyâ 47
el kısta : adalet
-
21-Enbiyâ 47
li yevmi el kıyâmeti : kıyâmet günü için
-
21-Enbiyâ 47
fe : böylece, artık
-
21-Enbiyâ 47
lâ tuzlemu : zulmedilmez, haksızlığa uğratılmaz
-
21-Enbiyâ 47
nefsun : kişi, kimse
-
21-Enbiyâ 47
şey'en : bir şey
-
21-Enbiyâ 47
ve in kâne : ve eğer, olsa, olsa bile
-
21-Enbiyâ 47
miskâle (sekule) : (en küçük) ağırlık (birimi) (ağır geldi)
-
21-Enbiyâ 47
habbetin : tane
-
21-Enbiyâ 47
min hardelin : hardaldan
-
21-Enbiyâ 47
eteynâ : biz getirdik
-
21-Enbiyâ 47
ve kefâ : ve kâfi oldu (kâfidir), yeterli oldu
-
21-Enbiyâ 47
hâsibîne : hesap görenler, hesap görücüler
-
21-Enbiyâ 48
ve lekad : ve andolsun
-
21-Enbiyâ 48
âteynâ : verdik
-
21-Enbiyâ 48
ve hârûne : ve Harun
-
21-Enbiyâ 48
el furkâne : furkan (hak ile bâtılı birbirinden ayıran), Tevrat
-
21-Enbiyâ 48
ve dıyâen : ve bir ışık (nur) olarak
-
21-Enbiyâ 48
ve zikren : ve bir zikir olarak
-
21-Enbiyâ 48
li el muttekîne : takva sahipleri için
-
21-Enbiyâ 49
ellezîne : o kimseler ki, onlar
-
21-Enbiyâ 49
yahşevne : huşû duyarlar
-
21-Enbiyâ 49
rabbe-hum : onların Rabbi
-
21-Enbiyâ 49
bi el gaybi : gaybte, görmedikleri halde
-
21-Enbiyâ 49
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 49
min es sâati : o saatten, kıyâmet saatinden
-
21-Enbiyâ 49
muşfikûne : korkanlar(dır)
-
21-Enbiyâ 50
ve hâzâ : ve bu
-
21-Enbiyâ 50
mubârekun : mübarek
-
21-Enbiyâ 50
enzelnâ-hu : onu biz indirdik
-
21-Enbiyâ 50
e fe entum : öyleyse siz misiniz
-
21-Enbiyâ 50
lehu : onu
-
21-Enbiyâ 50
munkirûne : inkâr edenler, inkâr ediciler
-
21-Enbiyâ 51
ve lekad : ve andolsun ki
-
21-Enbiyâ 51
âteynâ : verdik
-
21-Enbiyâ 51
ibrâhîme : İbrâhîm
-
21-Enbiyâ 51
ruşde-hu : onun rüşdü (onun irşad yetkisi)
-
21-Enbiyâ 51
ve kunnâ : ve biz olduk
-
21-Enbiyâ 51
âlimîne : bilenler
-
21-Enbiyâ 52
iz kâle : demişti
-
21-Enbiyâ 52
li ebî-hi : babasına
-
21-Enbiyâ 52
ve kavmi-hî : ve kavmine
-
21-Enbiyâ 52
et temâsîlu : heykeller
-
21-Enbiyâ 52
elletî : ki o
-
21-Enbiyâ 52
entum : siz
-
21-Enbiyâ 52
lehâ : ona
-
21-Enbiyâ 52
âkifûne (akefe) : devamlı ibadet edenler (devamlı ibadet etti)
-
21-Enbiyâ 53
veced-nâ : biz bulduk
-
21-Enbiyâ 53
âbâe-nâ : bizim babalarımız
-
21-Enbiyâ 53
lehâ : ona
-
21-Enbiyâ 53
âbidîne : kul olanlar, ibadet edenler
-
21-Enbiyâ 54
kâle : dedi
-
21-Enbiyâ 54
lekad : andolsun
-
21-Enbiyâ 54
entum : siz(ler)
-
21-Enbiyâ 54
ve âbâu-kum : ve sizin babalarınız
-
21-Enbiyâ 55
e ci'te-nâ : bize mi getirdin
-
21-Enbiyâ 55
bi el hakkı : hakkı
-
21-Enbiyâ 55
em : yoksa, veya
-
21-Enbiyâ 55
ente : sen
-
21-Enbiyâ 55
min el lâıbîne : oyun oynayanlardan
-
21-Enbiyâ 56
kâle : dedi
-
21-Enbiyâ 56
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 56
rabbu es semâvâti : semaların Rabbidir
-
21-Enbiyâ 56
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
21-Enbiyâ 56
ellezî : ki o
-
21-Enbiyâ 56
fatara-hunne : onları yarattı
-
21-Enbiyâ 56
ve ene : ve ben
-
21-Enbiyâ 56
min eş şâhidîne : şahitlerden
-
21-Enbiyâ 57
ve tallâhi : ve Allah'a andolsun, yemin olsun
-
21-Enbiyâ 57
le ekîdenne : mutlaka hile yapacağım
-
21-Enbiyâ 57
asnâme-kum : sizin putlarınız
-
21-Enbiyâ 57
ba'de : sonra
-
21-Enbiyâ 57
en tuvellû : dönüp gitmeniz
-
21-Enbiyâ 57
mudbirîne : arkalarına dönenler
-
21-Enbiyâ 58
fe ceale-hum : böylece onları kıldı (yaptı)
-
21-Enbiyâ 58
cuzâzen : cüz cüz, parça parça
-
21-Enbiyâ 58
kebîren : büyük olan
-
21-Enbiyâ 58
lehum : onlar, onların
-
21-Enbiyâ 58
lealle-hum : umulur ki böylece onlar
-
21-Enbiyâ 58
ileyhi : ona
-
21-Enbiyâ 58
yerciûne : rücu ederler, dönerler
-
21-Enbiyâ 59
men : kim
-
21-Enbiyâ 59
feale : yaptı
-
21-Enbiyâ 59
bi âliheti-nâ : bizim ilâhlarımıza
-
21-Enbiyâ 59
inne-hu : muhakkak o
-
21-Enbiyâ 59
le min ez zâlimîne : elbette, gerçekten zalimlerden
-
21-Enbiyâ 60
semi'nâ : biz işittik
-
21-Enbiyâ 60
feten : genç, delikanlı
-
21-Enbiyâ 60
yezkuru-hum : onları zikrediyor
-
21-Enbiyâ 60
lehu : ona
-
21-Enbiyâ 61
fe'tû (fe a'tû) : öyleyse getirin
-
21-Enbiyâ 61
en nâsi : insanlar
-
21-Enbiyâ 61
lealle-hum : umulur ki onlar, böylece onlar
-
21-Enbiyâ 61
yeşhedûne : şahit olurlar
-
21-Enbiyâ 62
e ente : sen mi(sin)
-
21-Enbiyâ 62
fealte : sen yaptın
-
21-Enbiyâ 62
bi âliheti-nâ : bizim ilâhlarımıza
-
21-Enbiyâ 63
kâle : dedi
-
21-Enbiyâ 63
bel : hayır
-
21-Enbiyâ 63
feale-hu : onu o yaptı
-
21-Enbiyâ 63
kebîru-hum : onların büyüğü
-
21-Enbiyâ 63
fes'elûhum (fe es'elû-hum) : haydi onlara sorun
-
21-Enbiyâ 63
yentıkûne : konuşuyorlar, konuşurlar
-
21-Enbiyâ 64
fe receû : o zaman döndüler
-
21-Enbiyâ 64
ilâ enfusi-him : onlar kendilerine
-
21-Enbiyâ 64
fe kâlû : böylece dediler
-
21-Enbiyâ 64
inne-kum : muhakkak siz
-
21-Enbiyâ 64
entum : siz
-
21-Enbiyâ 64
ez zâlimûne : zalimlersiniz
-
21-Enbiyâ 65
summe : sonra
-
21-Enbiyâ 65
lekad : andolsun
-
21-Enbiyâ 65
alimte : sen bildin (biliyordun)
-
21-Enbiyâ 65
yentıkûne : konuşuyorlar
-
21-Enbiyâ 66
kâle : dedi
-
21-Enbiyâ 66
e fe : hâlâ mı
-
21-Enbiyâ 66
ta'budûne : tapıyorsunuz
-
21-Enbiyâ 66
lâ yenfeu-kum : size faydası olmaz
-
21-Enbiyâ 66
şey'en : bir şey
-
21-Enbiyâ 66
ve lâ yadurru-kum : ve size zararı olmaz
-
21-Enbiyâ 67
lekum : size
-
21-Enbiyâ 67
ve li mâ ta'budûne : ve taptığınız şeylere
-
21-Enbiyâ 67
e fe lâ ta'kılûne : hâlâ akıl etmiyor musunuz
-
21-Enbiyâ 68
vansurû (ve unsurû) : ve yardım edin
-
21-Enbiyâ 68
âlihete-kum : ilâhlarınıza
-
21-Enbiyâ 68
fâılîne : yapanlar
-
21-Enbiyâ 69
berden : soğuk
-
21-Enbiyâ 69
ve selâmen : ve selâmet (zararsız)
-
21-Enbiyâ 69
alâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
-
21-Enbiyâ 70
ve erâdû : ve istediler
-
21-Enbiyâ 70
keyden : tuzak, hile
-
21-Enbiyâ 70
fe ceal-nâ : böylece yaptık, fakat kıldık
-
21-Enbiyâ 70
el ahserîne : daha çok hüsranda olanlar
-
21-Enbiyâ 71
ve necceynâ-hu : ve biz onu kurtardık
-
21-Enbiyâ 71
ve lûtan : ve Lut
-
21-Enbiyâ 71
ilâ el ardı : arza, yere
-
21-Enbiyâ 71
elletî : ki o
-
21-Enbiyâ 71
li el âlemîne : âlemler için, âlemlere
-
21-Enbiyâ 72
ve veheb-nâ : ve armağan ettik
-
21-Enbiyâ 72
lehu : ona
-
21-Enbiyâ 72
ve ya'kûbe : ve Yâkub'u
-
21-Enbiyâ 72
nâfileten : ilâveten
-
21-Enbiyâ 72
ve kullen : ve hepsini
-
21-Enbiyâ 72
ceal-nâ : kıldık
-
21-Enbiyâ 72
sâlihîne : salihler
-
21-Enbiyâ 73
ve cealnâ-hum : ve onları kıldık
-
21-Enbiyâ 73
eimmeten : imamlar
-
21-Enbiyâ 73
yehdûne : hidayete erdirirler
-
21-Enbiyâ 73
bi emri-nâ : bizim emrimizle
-
21-Enbiyâ 73
ve evhay-nâ : ve biz vahyettik
-
21-Enbiyâ 73
ileyhim : onlara
-
21-Enbiyâ 73
fi'le el hayrâti : hayırlar işleme (yapma)
-
21-Enbiyâ 73
ve ikâme es salâti : ve namazın ikame edilmesi (namaz kılınması)
-
21-Enbiyâ 73
ve îtâe ez zekâti : ve zekâtın verilmesi
-
21-Enbiyâ 73
ve kânû : ve oldular
-
21-Enbiyâ 73
lenâ : bize
-
21-Enbiyâ 73
âbidîne : kullar
-
21-Enbiyâ 74
ve lûtan : ve Lut
-
21-Enbiyâ 74
ateynâ-hu : ona verdik
-
21-Enbiyâ 74
hukmen : hikmet
-
21-Enbiyâ 74
ve ılmen : ve ilim
-
21-Enbiyâ 74
ve necceynâ-hu : ve biz onu kurtardık
-
21-Enbiyâ 74
min el karyeti : ülkeden
-
21-Enbiyâ 74
elletî : ki o (o ülke)
-
21-Enbiyâ 74
kânet ta'melu : yapıyorlardı
-
21-Enbiyâ 74
el habâise : çirkin işler, çirkinlikler
-
21-Enbiyâ 74
inne-hum : muhakkak onlar
-
21-Enbiyâ 74
kavme : bir kavim
-
21-Enbiyâ 74
sev'in : kötü
-
21-Enbiyâ 74
fâsikîne : fasıklar
-
21-Enbiyâ 75
ve edhalnâ-hu : ve onu dahil ettik
-
21-Enbiyâ 75
rahmeti-nâ : bizim rahmetimiz
-
21-Enbiyâ 75
inne-hu : muhakkak o
-
21-Enbiyâ 75
min es sâlihîne : salihlerden
-
21-Enbiyâ 76
ve nûhan : ve Nuh
-
21-Enbiyâ 76
festeceb-nâ (fe istecebnâ) : böylece, bunun üzerine icabet ettik
-
21-Enbiyâ 76
lehu : ona
-
21-Enbiyâ 76
fe : o zaman, böylece
-
21-Enbiyâ 76
necceynâ-hu : biz onu kurtardık
-
21-Enbiyâ 76
ve ehle-hu : ve onun ehlini (ailesini)
-
21-Enbiyâ 76
min el kerbi : şiddetli üzüntüden
-
21-Enbiyâ 76
el azîmi : büyük, azîm
-
21-Enbiyâ 77
ve nasarnâ-hu : ve ona yardım ettik
-
21-Enbiyâ 77
min el kavmi : kavimden (kavme karşı)
-
21-Enbiyâ 77
ellezîne : ki onlar
-
21-Enbiyâ 77
kezzebû : yalanladılar
-
21-Enbiyâ 77
inne-hum : muhakkak onlar
-
21-Enbiyâ 77
kavme : kavim
-
21-Enbiyâ 77
sev'in : kötü
-
21-Enbiyâ 77
fe : o zaman, böylece
-
21-Enbiyâ 77
ecmaîne : hepsi
-
21-Enbiyâ 78
ve dâvude : ve Davut
-
21-Enbiyâ 78
ve suleymâne : ve Süleyman
-
21-Enbiyâ 78
el harsi : ekin
-
21-Enbiyâ 78
iz nefeşet : hayvanlar geceleyin (çobansız olarak) yayılmıştı
-
21-Enbiyâ 78
ganemu : koyunlar
-
21-Enbiyâ 78
el kavmi : kavmi
-
21-Enbiyâ 78
ve kun-nâ : ve biz olduk
-
21-Enbiyâ 78
şâhidîne : şahitler, şahit olanlar
-
21-Enbiyâ 79
fe : böylece, artık
-
21-Enbiyâ 79
fehhemnâ-hâ \n(fehime) : biz bunu, ona anlattık, öğrettik (anlamasını sağladık) \n: (anladı)
-
21-Enbiyâ 79
suleymâne : Süleyman
-
21-Enbiyâ 79
ve kullen : ve hepsi
-
21-Enbiyâ 79
âteynâ : biz verdik
-
21-Enbiyâ 79
hukmen : hüküm, hikmet
-
21-Enbiyâ 79
ve ılmen : ve ilim
-
21-Enbiyâ 79
ve sehharnâ : ve boyun eğdirdik, emrine verdik
-
21-Enbiyâ 79
mea : beraber
-
21-Enbiyâ 79
dâvude : Davut
-
21-Enbiyâ 79
el cibâle : dağ(lar)
-
21-Enbiyâ 79
yusebbihne : tesbih ediyorlar
-
21-Enbiyâ 79
ve et tayre : ve kuşlar
-
21-Enbiyâ 79
ve kun-nâ : ve biz olduk
-
21-Enbiyâ 79
fâılîne : yapanlar, failler
-
21-Enbiyâ 80
ve allemnâ-hu : ve biz ona öğrettik
-
21-Enbiyâ 80
san'ate : sanat, yapmak
-
21-Enbiyâ 80
lebûsin : elbise
-
21-Enbiyâ 80
lekum : sizin için
-
21-Enbiyâ 80
li tuhsıne-kum : sizi koruması için
-
21-Enbiyâ 80
min be'si-kum : sizin şiddetli çarpışmalarınızda
-
21-Enbiyâ 80
fe : artık, öyleyse, buna rağmen
-
21-Enbiyâ 80
hel : mi
-
21-Enbiyâ 80
entum : siz
-
21-Enbiyâ 80
şâkirûne : şükredenler
-
21-Enbiyâ 81
ve : ve
-
21-Enbiyâ 81
li suleymâne : Süleyman için
-
21-Enbiyâ 81
er rîha : rüzgâr
-
21-Enbiyâ 81
âsıfeten : fırtına
-
21-Enbiyâ 81
tecrî : akar, gider
-
21-Enbiyâ 81
bi emri-hî : onun emriyle
-
21-Enbiyâ 81
ilâ el ardı : o yere
-
21-Enbiyâ 81
elletî : ki o
-
21-Enbiyâ 81
bârek-nâ : bereketli kıldık
-
21-Enbiyâ 81
ve kun-nâ : ve biz olduk
-
21-Enbiyâ 81
bi kulli şey'in : herşeyi
-
21-Enbiyâ 81
âlimîne : bilenler
-
21-Enbiyâ 82
ve min eş şeyâtîni : ve şeytanlardan
-
21-Enbiyâ 82
men yegûsûne : (denizde) dalgıçlık yapanlar
-
21-Enbiyâ 82
lehu : onun için (vardır)
-
21-Enbiyâ 82
ve ya'melûne : ve yapıyorlar
-
21-Enbiyâ 82
amelen : amel, iş
-
21-Enbiyâ 82
dûne : başka
-
21-Enbiyâ 82
zâlike : bu, şu
-
21-Enbiyâ 82
ve kunnâ : ve biz olduk (biz idik)
-
21-Enbiyâ 82
lehum : onlar için
-
21-Enbiyâ 82
hâfızîne : koruyanlar, muhafaza edenler
-
21-Enbiyâ 83
ve eyyûbe : ve Eyüp
-
21-Enbiyâ 83
rabbe-hû : onun Rabbi, kendi Rabbi
-
21-Enbiyâ 83
ennî : muhakkak, şüphesiz ben
-
21-Enbiyâ 83
messeniye : bana dokundu, isabet etti
-
21-Enbiyâ 83
ed durru : sıkıntı, zarar
-
21-Enbiyâ 83
ve ente : ve sen
-
21-Enbiyâ 83
erhamu er râhımîne : merhametlilerin en merhametlisi
-
21-Enbiyâ 84
festeceb-nâ (fe istecebnâ) : bunun üzerine icabet ettik
-
21-Enbiyâ 84
lehu : onun
-
21-Enbiyâ 84
fe : böylece
-
21-Enbiyâ 84
keşef-nâ : giderdik, kaldırdık
-
21-Enbiyâ 84
ve âteynâ-hu : ve biz ona verdik
-
21-Enbiyâ 84
ehle-hu : ehlini, ailesini
-
21-Enbiyâ 84
ve misle-hum : ve bir misli (daha)
-
21-Enbiyâ 84
mea-hum : onlarla beraber
-
21-Enbiyâ 84
rahmeten : bir rahmet
-
21-Enbiyâ 84
ve zikrâ : ve bir zikir, bir öğüt
-
21-Enbiyâ 84
li el âbidîne : kullar için
-
21-Enbiyâ 85
ve ismâîle : ve İsmail
-
21-Enbiyâ 85
ve idrîse : ve İdris
-
21-Enbiyâ 85
ve zel kifli (za el kifli) : ve Zelkifli (Zulkifli)
-
21-Enbiyâ 85
min es sâbirîne : sabredenlerden
-
21-Enbiyâ 86
ve edhalnâ-hum : ve onları dahil ettik
-
21-Enbiyâ 86
rahmeti-nâ : bizim rahmetimiz
-
21-Enbiyâ 86
inne-hum : muhakkak onlar
-
21-Enbiyâ 86
min es sâlihîne : salihlerdendi
-
21-Enbiyâ 87
ve zennûni (za en nuni) : ve Zennun (Yunus
-
21-Enbiyâ 87
iz zehebe : gitmişti
-
21-Enbiyâ 87
mugâdıben : gadaplanarak, öfkelenerek
-
21-Enbiyâ 87
fe : böylece
-
21-Enbiyâ 87
zanne : zannetti
-
21-Enbiyâ 87
en len nakdire : muktedir olamayacağız
-
21-Enbiyâ 87
aleyhi : ona
-
21-Enbiyâ 87
fe : o zaman, böylece
-
21-Enbiyâ 87
fî ez zulumâti : karanlıklar içinde
-
21-Enbiyâ 87
en lâ ilâhe : ilâh olmadığını (ilâh yoktur)
-
21-Enbiyâ 87
ente : sen
-
21-Enbiyâ 87
subhâne-ke : sen sübhansın, münezzehsin
-
21-Enbiyâ 87
min ez zâlimîne : zalimlerden
-
21-Enbiyâ 88
festeceb-nâ (fe istecebnâ) : böylece icabet ettik
-
21-Enbiyâ 88
lehu : onu
-
21-Enbiyâ 88
ve necceynâ-hu : ve onu kurtardık
-
21-Enbiyâ 88
min el gammi : üzüntüden
-
21-Enbiyâ 88
ve kezâlike : ve işte böyle
-
21-Enbiyâ 88
el mu'minîne : mü'minler
-
21-Enbiyâ 89
ve zekeriyyâ : ve Zekeriya
-
21-Enbiyâ 89
rabbe-hu : onun Rabbi, kendi Rabbi
-
21-Enbiyâ 89
lâ tezer-nî : beni bırakma
-
21-Enbiyâ 89
ferden : fert olarak, tek, yalnız
-
21-Enbiyâ 89
ve ente : ve sen
-
21-Enbiyâ 89
el vârisîne : varisler, mirasçılar
-
21-Enbiyâ 90
festeceb-nâ (fe istecebnâ) : ve bunun üzerine icabet ettik
-
21-Enbiyâ 90
lehu ve veheb-nâ : ve ona hibe ettik, bağışladık, armağan ettik
-
21-Enbiyâ 90
lehu : onun için, ona
-
21-Enbiyâ 90
ve aslah-nâ : ve ıslâh ettik (düzelttik)
-
21-Enbiyâ 90
lehu : onun için, ona
-
21-Enbiyâ 90
zevce-hu : onun zevcesi, eşi
-
21-Enbiyâ 90
inne-hum : muhakkak onlar
-
21-Enbiyâ 90
yusâriûne : yarışıyorlar, yarışırlar
-
21-Enbiyâ 90
fi el hayrâti : hayırlarda
-
21-Enbiyâ 90
ve yed'ûne-nâ : ve bize dua ederler
-
21-Enbiyâ 90
regaben : rağbet ederek, arzu ederek
-
21-Enbiyâ 90
ve reheben : ve korkarak
-
21-Enbiyâ 90
ve kânû : ve onlar oldular
-
21-Enbiyâ 90
lenâ hâşiîne : bize huşû duyanlar
-
21-Enbiyâ 91
velletî (ve elletî) : ve ki o
-
21-Enbiyâ 91
ahsanet : korudu
-
21-Enbiyâ 91
ferce-hâ : onun ırzı, ırzını
-
21-Enbiyâ 91
fe nefah-nâ : o zaman biz üfledik
-
21-Enbiyâ 91
ve cealnâ-hâ : ve onu kıldık
-
21-Enbiyâ 91
vebne-hâ (ve ibne-hâ) : ve onun oğlu
-
21-Enbiyâ 91
âyeten : bir âyet
-
21-Enbiyâ 91
li el âlemîne : âlemlere, âlemler için
-
21-Enbiyâ 92
inne : muhakkak
-
21-Enbiyâ 92
ummetu-kum : sizin ümmetiniz, dîniniz
-
21-Enbiyâ 92
ummeten : bir ümmet
-
21-Enbiyâ 92
vâhıdeten : tek
-
21-Enbiyâ 92
ve ene : ve ben
-
21-Enbiyâ 92
fa'budûni (fe a'budû-ni) : öyleyse (o zaman) bana kul olun
-
21-Enbiyâ 93
ve tekattaû : ve böldüler
-
21-Enbiyâ 93
emre-hum : onların emirleri
-
21-Enbiyâ 93
beyne-hum : onlar aralarında
-
21-Enbiyâ 93
ileynâ : bize
-
21-Enbiyâ 93
râciûne : dönenler, dönecek olanlar
-
21-Enbiyâ 94
fe men : o halde kim
-
21-Enbiyâ 94
ya'mel : yapar
-
21-Enbiyâ 94
min es sâlihâti : salihat(tan) (nefs tezkiyesi)
-
21-Enbiyâ 94
ve huve : ve o
-
21-Enbiyâ 94
fe lâ kufrâne : bundan sonra örtülmez, yok olmaz
-
21-Enbiyâ 94
ve innâ : ve muhakkak biz
-
21-Enbiyâ 94
lehu : onun için, onun
-
21-Enbiyâ 94
kâtibûne : yazanlarız
-
21-Enbiyâ 95
ve harâmun : ve haramdır, yasaktır, imkânsızdır
-
21-Enbiyâ 95
alâ karyetin : şehre, şehir halkına
-
21-Enbiyâ 95
ehleknâ-hâ : biz onu helâk ettik
-
21-Enbiyâ 95
enne-hum : muhakkak onlar
-
21-Enbiyâ 95
lâ yerciûne : dönmezler, dönemezler
-
21-Enbiyâ 96
ye'cûcu : yecüc
-
21-Enbiyâ 96
ve me'cûcu : ve mecüc
-
21-Enbiyâ 96
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 96
hadebin : taraftan, tepeden
-
21-Enbiyâ 96
yensilûne : hızla koşarlar, saldırırlar
-
21-Enbiyâ 97
vakterabe (ve ıkterabe) : ve yaklaştı
-
21-Enbiyâ 97
el va'du : vaad
-
21-Enbiyâ 97
el hakku : hak (olan)
-
21-Enbiyâ 97
fe : o zaman
-
21-Enbiyâ 97
hiye : o
-
21-Enbiyâ 97
ebsâru : gözler
-
21-Enbiyâ 97
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfir olanlar
-
21-Enbiyâ 97
yâ veyle-nâ : bize yazıklar olsun
-
21-Enbiyâ 97
fî gafletin : gaflet içinde
-
21-Enbiyâ 97
bel : hayır, öyle değil, meğer
-
21-Enbiyâ 97
zâlimîne : zalimler
-
21-Enbiyâ 98
inne-kum : muhakkak siz
-
21-Enbiyâ 98
ve mâ ta'budûne : ve taptığınız şeyler
-
21-Enbiyâ 98
cehenneme : cehennem
-
21-Enbiyâ 98
entum : siz
-
21-Enbiyâ 98
lehâ : ona
-
21-Enbiyâ 98
vâridûne : girecek olanlarsınız
-
21-Enbiyâ 99
lev : eğer, şâyet
-
21-Enbiyâ 99
kâne : oldu
-
21-Enbiyâ 99
âliheten : ilâhlar
-
21-Enbiyâ 99
mâ veradû-hâ : ona girmediler
-
21-Enbiyâ 99
ve kullun : ve tümü, hepsi
-
21-Enbiyâ 99
hâlidûne : ebediyyen kalacak olanlardır
-
21-Enbiyâ 100
lehum : onlar
-
21-Enbiyâ 100
zefîrun : ızdıraplı inilti
-
21-Enbiyâ 100
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 100
lâ yesmeûne : işitmezler
-
21-Enbiyâ 101
inne : muhakkak
-
21-Enbiyâ 101
ellezîne : o kimseler, onlar
-
21-Enbiyâ 101
sebekat : geçti (ulaştı)
-
21-Enbiyâ 101
lehum : onlar, onlara
-
21-Enbiyâ 101
minnel husnâ (min nâ el husna) : bizden güzellik
-
21-Enbiyâ 101
ulâike : işte onlar
-
21-Enbiyâ 101
mub'adûne (baîd) : uzaklaştırılmış olanlar, uzaklaştırılanlar (uzak)
-
21-Enbiyâ 102
lâ yesmeûne : işitmezler
-
21-Enbiyâ 102
hasîse-hâ : onun uğultusu
-
21-Enbiyâ 102
ve hum : ve onlar
-
21-Enbiyâ 102
meştehet (mâ iştehet) : istenen (arzu edilen) şey
-
21-Enbiyâ 102
enfusu-hum : onların nefsleri
-
21-Enbiyâ 102
hâlidûne : ebedî kalacak olanlar
-
21-Enbiyâ 103
el feze : korku, dehşet
-
21-Enbiyâ 103
el ekberu : en büyük
-
21-Enbiyâ 103
ve tetelakkâ-hum : ve onları karşılarlar
-
21-Enbiyâ 103
el melâiketu : melekler
-
21-Enbiyâ 103
yevmu-kum : sizin gününüz
-
21-Enbiyâ 103
ellezî : ki o
-
21-Enbiyâ 103
tûadûne : vaadedildiniz
-
21-Enbiyâ 104
yevme : o gün
-
21-Enbiyâ 104
natvi es semâe : semayı düreceğiz
-
21-Enbiyâ 104
ke tayyi : dürüldüğü gibi
-
21-Enbiyâ 104
es sicilli : sicil, üzeri yazılı kâğıt
-
21-Enbiyâ 104
li el kutubi : kitapları
-
21-Enbiyâ 104
kemâ : gibi
-
21-Enbiyâ 104
bede'nâ : başladık
-
21-Enbiyâ 104
evvele : evvel, ilk
-
21-Enbiyâ 104
va'den : vaad
-
21-Enbiyâ 104
aleynâ : bizim üzerimize
-
21-Enbiyâ 104
fâılîne : yapanlar
-
21-Enbiyâ 105
ve lekad : ve andolsun
-
21-Enbiyâ 105
keteb-nâ : biz yazdık
-
21-Enbiyâ 105
fî ez zebûri : Zebur'da
-
21-Enbiyâ 105
min ba'di ez zikri : zikirden sonra
-
21-Enbiyâ 105
enne el arda : arzın olduğu
-
21-Enbiyâ 105
yerisu-hâ : ona varis olur
-
21-Enbiyâ 105
ıbâdiye es sâlihûne : salih kullarım
-
21-Enbiyâ 106
inne : muhakkak
-
21-Enbiyâ 106
le : elbette
-
21-Enbiyâ 106
belâgan : tebliğ, bildiri, açıklama
-
21-Enbiyâ 106
âbidîne : kul olanlar
-
21-Enbiyâ 107
ve mâ erselnâ-ke : ve seni biz göndermedik
-
21-Enbiyâ 107
illâ rahmeten : rahmetten başka, sadece rahmet olarak
-
21-Enbiyâ 107
li el âlemîne : âlemlere, âlemler için
-
21-Enbiyâ 108
innemâ : sadece, yalnız, ancak
-
21-Enbiyâ 108
ileyye : bana
-
21-Enbiyâ 108
ennemâ : olduğu
-
21-Enbiyâ 108
fe : o zaman, öyleyse
-
21-Enbiyâ 108
hel entum muslimûne : siz müslümanlar mısınız, teslim olanlar mısınız
-
21-Enbiyâ 109
fe in : o zaman, bundan sonra eğer
-
21-Enbiyâ 109
tevellev : dönerler
-
21-Enbiyâ 109
fe kul : o zaman de
-
21-Enbiyâ 109
âzentu-kum : size ilân ettim, bildirdim
-
21-Enbiyâ 109
alâ sevâin : eşitlik üzere, eşit olarak
-
21-Enbiyâ 109
ve in edrî : ve eğer bilseydim (bilmiyorum)
-
21-Enbiyâ 109
e karîbun : yakın mı
-
21-Enbiyâ 109
em : yoksa, veya
-
21-Enbiyâ 109
tûadûne : vaadolundunuz
-
21-Enbiyâ 110
inne-hu : muhakkak o
-
21-Enbiyâ 110
ya'lemu : bilir
-
21-Enbiyâ 110
el cehre : cehrolan, açıkça söylenen
-
21-Enbiyâ 110
min el kavli : söz(ler)den
-
21-Enbiyâ 110
ve ya'lemu : ve o bilir
-
21-Enbiyâ 110
tektumûne : ketmediyorsunuz, saklıyorsunuz, gizliyorsunuz
-
21-Enbiyâ 111
ve in edrî : ve eğer bilsem (bilmiyorum)
-
21-Enbiyâ 111
lealle-hu : umulur ki o, belki o
-
21-Enbiyâ 111
fitnetun : bir fitnedir, bir imtihandır
-
21-Enbiyâ 111
lekum : size, sizin için
-
21-Enbiyâ 111
ve metâun : ve bir metadır, faydalanmadır
-
21-Enbiyâ 112
kâle : dedi
-
21-Enbiyâ 112
bi el hakkı : hak ile
-
21-Enbiyâ 112
ve rabbu-nâ : ve bizim Rabbimiz
-
21-Enbiyâ 112
er rahmânu : Rahmân'dır
-
21-Enbiyâ 112
el musteânu \n(istiâne) : yardım istenen, istenilen \n: (yardım istedi)
-
21-Enbiyâ 112
tasıfûne : siz vasıflandırıyorsunuz
-
22-Hac 1
yâ eyyuhâ : ey
-
22-Hac 1
en nâsu : insanlar
-
22-Hac 1
ittekû (nâsu ittekû) : takva sahibi olun
-
22-Hac 1
rabbe-kum : sizin Rabbiniz
-
22-Hac 1
inne : muhakkak
-
22-Hac 1
zelzelete : sarsılma, şiddetli sarsıntı
-
22-Hac 1
es sâati : saat
-
22-Hac 1
şey'un : bir şey
-
22-Hac 2
yevme : gün
-
22-Hac 2
teravne-hâ : onu görürsünüz
-
22-Hac 2
tezhelu : unutup bırakır, ilgilenemez
-
22-Hac 2
erdaat : emzirdi
-
22-Hac 2
ve tedau : ve bırakır, doğurur
-
22-Hac 2
hamle-hâ : onu taşıdı (taşıdığı)
-
22-Hac 2
ve terâ : ve görürsün
-
22-Hac 2
en nâse : insanlar
-
22-Hac 2
ve mâ hum bi : ve onlar değiller
-
22-Hac 2
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
22-Hac 2
azâballâhi (azâbe allâhi) : Allah'ın azabı
-
22-Hac 2
şedîdun : (çok) şiddetli
-
22-Hac 3
ve min en nâsi : ve insanlardan (bir kısmı)
-
22-Hac 3
men : kim, kimse(ler) (vardır)
-
22-Hac 3
ve yettebiu : ve tâbî olur
-
22-Hac 3
kulle : her, hepsi, bütün
-
22-Hac 3
şeytânin : şeytan
-
22-Hac 3
merîdin : çok azgın
-
22-Hac 4
kutibe : yazıldı
-
22-Hac 4
aleyhi : ona, onun üzerine
-
22-Hac 4
enne-hu : onun olduğu
-
22-Hac 4
men : kim
-
22-Hac 4
tevellâ-hu : ona döndü
-
22-Hac 4
fe : böylece, o zaman
-
22-Hac 4
enne-hu : muhakkak onu
-
22-Hac 4
ve yehdî-hi : ve onu ulaştırır, götürür
-
22-Hac 4
azâbi es saîri : cehennem azabı
-
22-Hac 5
yâ eyyuhâ en nâsu : ey insanlar
-
22-Hac 5
min el ba'si : beas edilmekten, tekrar diriltilmekten
-
22-Hac 5
fe : o zaman, oysa
-
22-Hac 5
summe : sonra
-
22-Hac 5
min nutfetin : nutfeden, bir damla sudan
-
22-Hac 5
summe : sonra
-
22-Hac 5
summe : sonra
-
22-Hac 5
muhallekatin : halkedilmiş, yaradılışı şekillendirilmiş
-
22-Hac 5
ve gayri muhallekatin : ve yaradılışı tamamlanmamış, şekillendirilmemiş
-
22-Hac 5
li nubeyyine : beyan etmemiz için, beyan edelim diye
-
22-Hac 5
lekum : size
-
22-Hac 5
ve nukırru \n(karre) \n(ekarri) : ve durdururuz, tutarız \n: (yerleşti, karar kıldı, durdu) \n: (ikrar ettirdi, durdurdu)
-
22-Hac 5
fî el erhâmi : rahîmlerde
-
22-Hac 5
mâ neşâu : dilediğimiz şeyi
-
22-Hac 5
ilâ ecelin : bir süreye kadar
-
22-Hac 5
musemmen : belirlenmiş (isimlendirilmiş)
-
22-Hac 5
summe : sonra
-
22-Hac 5
tıflen : çocuk (bebek) olarak
-
22-Hac 5
summe : sonra
-
22-Hac 5
li teblugû : erişmeniz (ulaşmanız) için
-
22-Hac 5
eşudde-kum : sizin en kuvvetli (erginlik) çağınız
-
22-Hac 5
ve min-kum men : ve sizden bir kısmınız
-
22-Hac 5
yuteveffâ : vefat ettirilir
-
22-Hac 5
ve min-kum men : ve sizden bir kısmınız
-
22-Hac 5
ilâ erzeli el umuri : ömrünün en rezil çağına, ihtiyarlık çağına
-
22-Hac 5
li keylâ ya'leme : bilmemesi için
-
22-Hac 5
şey'an : bir şey
-
22-Hac 5
ve terâ el arda : ve arzı (yeryüzünü) görürsün
-
22-Hac 5
hâmideten : kurumuş olarak
-
22-Hac 5
fe : böylece, fakat
-
22-Hac 5
enzelnâ : indirdik
-
22-Hac 5
aleyhâ : onun üzerine, ona
-
22-Hac 5
el mâe : su
-
22-Hac 5
ihtezzet : hareketlendi
-
22-Hac 5
ve rabet : ve kabardı (hacmi arttı)
-
22-Hac 5
ve enbetet : ve (bitki) yetiştirdi
-
22-Hac 5
zevcin : çift
-
22-Hac 5
behîcin : güzel
-
22-Hac 6
zâlike : o, işte o, işte bu
-
22-Hac 6
bi enne allâhe : muhakkak ki Allah
-
22-Hac 6
huve : o
-
22-Hac 6
el hakku : hak, gerçek
-
22-Hac 6
ve enne-hu : ve muhakkak ki o
-
22-Hac 6
el mevtâ : ölüler
-
22-Hac 6
ve enne-hu : ve muhakkak o
-
22-Hac 6
kulli şey'in : herşey
-
22-Hac 7
ve enne : ve muhakkak
-
22-Hac 7
es sâate : o saat
-
22-Hac 7
âtiyetun : gelecektir
-
22-Hac 7
lâ raybe : şüphe yok
-
22-Hac 7
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 7
yeb'asu : beas edecek, diriltecek
-
22-Hac 7
men : kim, kimse(ler)
-
22-Hac 7
el kubûri : kabirler
-
22-Hac 8
ve min en nâsi : ve insanlardan
-
22-Hac 8
men : kim, kimse(ler)
-
22-Hac 8
ve lâ huden : ve hidayet eden, hidayetçi
-
22-Hac 8
ve lâ kitâbin : ve bir kitap olmadan
-
22-Hac 9
sâniye ıtfi-hî : ona yan çizer, kibirlenip onu eğip büker
-
22-Hac 9
li yudılle : saptırmak için
-
22-Hac 9
an sebîli allâhi : Allah'ın yolundan
-
22-Hac 9
lehu : ona, onun için (vardır)
-
22-Hac 9
fî ed dunyâ : dünyada
-
22-Hac 9
ve nuzîku-hu : ve ona tattıracağız
-
22-Hac 9
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
22-Hac 9
azâbe : azap
-
22-Hac 9
el harîkı : yakıcı
-
22-Hac 10
zâlike : o, işte o, işte bu
-
22-Hac 10
kaddemet : takdim etti
-
22-Hac 10
yedâke : senin iki elin
-
22-Hac 10
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 10
leyse : değil
-
22-Hac 10
li el abîdi : abidler için, Allah'a kul olanlar için
-
22-Hac 11
ve min en nâsi : ve insanlardan
-
22-Hac 11
men : kim, kimse(ler)
-
22-Hac 11
ya'budu allâhe : Allah'a ibadet eder
-
22-Hac 11
fe : o zaman, böylece
-
22-Hac 11
in asâbe-hu : eğer ona isabet ederse
-
22-Hac 11
ıtmeenne : tatmin olur
-
22-Hac 11
ve in asâbet-hu : ve eğer ona isabet ederse
-
22-Hac 11
fitnetun : bir fitne
-
22-Hac 11
inkalebe : döner
-
22-Hac 11
alâ vechi-hî : yüzü üzerine, yüz geri
-
22-Hac 11
hasire ed dunyâ : dünya hüsrandadır
-
22-Hac 11
ve el âhırete : ve ahiret
-
22-Hac 11
zâlike : o, bu, işte bu
-
22-Hac 11
huve : o
-
22-Hac 11
el husrânu : hüsran
-
22-Hac 11
el mubînu : apaçık
-
22-Hac 12
yed'û : dua ederler
-
22-Hac 12
lâ yedurru-hû : ona zarar vermez
-
22-Hac 12
ve mâ : ve şey(ler)
-
22-Hac 12
lâ yenfeu-hu : ona yarar, fayda vermez
-
22-Hac 12
zâlike : o, bu, işte bu
-
22-Hac 12
huve : o
-
22-Hac 12
ed dalâlu : dalâlet
-
22-Hac 12
el baîdu : uzak
-
22-Hac 13
yed'û : dua ederler
-
22-Hac 13
le men : gerçekten (o) kimse(ler)
-
22-Hac 13
min nef'ı-hî : onun faydasından
-
22-Hac 13
le bi'se : ne kötü
-
22-Hac 13
el mevlâ : mevlâ, dost, yardımcı
-
22-Hac 13
ve le bi'se : ve ne kötü
-
22-Hac 13
el aşîru : arkadaş
-
22-Hac 14
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 14
ellezîne âmenû : âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)
-
22-Hac 14
ve amilû es sâlihâti : ve amilüssalihat yapanlar, salih ameller (nefs tezkiyesi) yapanlar
-
22-Hac 14
cennâtin : cennetler
-
22-Hac 14
tecrî : akar
-
22-Hac 14
el enhâru : nehirler
-
22-Hac 14
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 14
yef'alu : yapar
-
22-Hac 15
men : kim
-
22-Hac 15
kâne : oldu
-
22-Hac 15
yezunnu : zanneder
-
22-Hac 15
en len yensure-hu : ona asla yardım etmez
-
22-Hac 15
fî ed dunyâ : dünyada
-
22-Hac 15
ve el âhıreti : ve ahiret
-
22-Hac 15
felyemdud (fe li yemdud) : böylece, o zaman uzatsın
-
22-Hac 15
bi sebebin : sebebi, vesileyi, aracı (bir irtibat vesilesini)
-
22-Hac 15
ilâ es semâi : semaya
-
22-Hac 15
summe : sonra
-
22-Hac 15
felyenzur (fe li yenzur) : o zaman baksın
-
22-Hac 15
hel : mı
-
22-Hac 15
yuzhibenne : giderir
-
22-Hac 15
keydu-hu : onun tuzağı, hilesi
-
22-Hac 16
ve kezâlike : ve işte böylece
-
22-Hac 16
enzelnâ-hu : onu indirdik
-
22-Hac 16
beyyinâtin : beyyineler, açıkça, apaçık
-
22-Hac 16
ve ennallâhe (enne allâhe) : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 16
yehdî : hidayete erdirir
-
22-Hac 16
men yurîdu : dilediği kimseyi, dilediğini
-
22-Hac 17
inne ellezîne : gerçekten, muhakkak o kimseler, onlar
-
22-Hac 17
âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
22-Hac 17
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
22-Hac 17
ve es sâbiîne : ve yıldızlara tapanlar
-
22-Hac 17
ve en nasârâ : ve hrıstiyanlar
-
22-Hac 17
ve el mecûse : ve ateşe tapanlar
-
22-Hac 17
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
22-Hac 17
eşrekû : şirk koşarlar
-
22-Hac 17
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 17
beyne-hum : onların araları
-
22-Hac 17
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
22-Hac 17
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 17
kulli şey'in : herşey
-
22-Hac 17
şehîdun : şahittir
-
22-Hac 18
e lem tera : görmedin mi (görmüyor musun)
-
22-Hac 18
enne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 18
yescudu : secde ederler, ediyorlar
-
22-Hac 18
lehu : onun için
-
22-Hac 18
men : kim, kimse
-
22-Hac 18
fî es semâvâti : semalarda
-
22-Hac 18
ve men fî el ardı : ve yeryüzünde
-
22-Hac 18
ve eş şemsu : ve güneş
-
22-Hac 18
ve el kameru : ve ay
-
22-Hac 18
ve en nucûmu : ve yıldızlar
-
22-Hac 18
ve el cibâlu : ve dağlar
-
22-Hac 18
ve eş şeceru : ve ağaçlar
-
22-Hac 18
ve ed devabbu : ve (yürüyen) hayvanlar
-
22-Hac 18
ve kesîrun : ve çoğu
-
22-Hac 18
min en nâsi : insanlardan
-
22-Hac 18
ve kesîrun : ve çoğu
-
22-Hac 18
aleyhi : onların üzerine
-
22-Hac 18
el azâbu : azap
-
22-Hac 18
ve men : ve kim, kimse
-
22-Hac 18
yuhinillâhu (vehene) : Allah zayıf düşürür (alçaltır) (zayıf düşürdü)
-
22-Hac 18
fe : böylece
-
22-Hac 18
lehu : onun için
-
22-Hac 18
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 18
yef'alu : yapar
-
22-Hac 18
mâ yeşâu : dilediği şeyi
-
22-Hac 19
ıhtesamû : mücâdele ettiler
-
22-Hac 19
fe ellezîne : o kimseler ki
-
22-Hac 19
keferû : inkâr ettiler
-
22-Hac 19
lehum : onlara, onlar için
-
22-Hac 19
min fevkı : üstünden
-
22-Hac 19
el hamîmu : kaynar su
-
22-Hac 20
yusheru : eritilecek
-
22-Hac 20
ve el culûdu : ve derileri, ciltleri
-
22-Hac 21
ve lehum : ve onlar için (vardır)
-
22-Hac 22
kullemâ : her sefer
-
22-Hac 22
erâdû : istediler
-
22-Hac 22
en yahrucû : çıkmak
-
22-Hac 22
ve zûkû : ve tadın
-
22-Hac 22
azâb el harîkı : yakıcı azap
-
22-Hac 23
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 23
yudhılu ellezîne : o kimseleri dahil eder
-
22-Hac 23
âmenû : âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)
-
22-Hac 23
ve amilu es sâlihâti : ve salih ameller işleyenler, nefs tezkiyesi yapanlar
-
22-Hac 23
cennâtin : cennetler
-
22-Hac 23
tecrî min tahti-hâ : onun altından akar
-
22-Hac 23
el enhâru : nehirler
-
22-Hac 23
yuhallevne : süslenirler
-
22-Hac 23
fîhâ min esâvira : orada bileziklerden
-
22-Hac 23
min zehebin : altından
-
22-Hac 23
ve lu'luen : ve inciler
-
22-Hac 23
ve libâsu-hum : ve onların elbiseleri
-
22-Hac 24
ve hudû : ve hidayet edildiler (yöneltildiler, ulaştırıldılar)
-
22-Hac 24
ilâ et tayyibî : temize, iyiye, güzele
-
22-Hac 24
min el kavli : sözden (sözün)
-
22-Hac 24
ve hudû : ve hidayet edildiler (yöneltildiler, ulaştırıldılar)
-
22-Hac 24
ilâ sırât el hamîdi : hamid olan yola
-
22-Hac 25
inne ellezîne : muhakkak o kimseler, onlar
-
22-Hac 25
keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
-
22-Hac 25
ve yasuddûne : ve alıkoyarlar, men ederler
-
22-Hac 25
an sebîli allâhi : Allah'ın yolundan
-
22-Hac 25
ve el mescidi el harâmi : ve Mescid-i Haram, Kâbe
-
22-Hac 25
ellezî : ki o, ki onu
-
22-Hac 25
cealnâ-hu : onu kıldık
-
22-Hac 25
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
22-Hac 25
sevâen : müsavi, eşit, eşit olarak
-
22-Hac 25
el âkıfu : devamlı kalanlar, devamlı ikamet edenler
-
22-Hac 25
fî-hi (el âkıfu fîhi) : orada (yerliler)
-
22-Hac 25
ve el bâdı : ve çölden gelenler, dışardan gelenler
-
22-Hac 25
ve men yurid : ve kim ister(se), isteyen kimse(ler)
-
22-Hac 25
elîmin : elîm, acı
-
22-Hac 26
ve iz bevve'nâ : ve indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman
-
22-Hac 26
li ibrâhîme : İbrâhîm'e
-
22-Hac 26
mekâne el beyti : evin mekânı, Kâbe'nin yeri
-
22-Hac 26
en lâ tuşrik : senin şirk koşmaman
-
22-Hac 26
şey'en : bir şey
-
22-Hac 26
ve tahhir : ve temizle, temiz tut
-
22-Hac 26
beytiye : benim evimi
-
22-Hac 26
li et tâifîne : tavaf edenler için
-
22-Hac 26
ve el kâimîne : ve kaim olanlar, ayakta duranlar
-
22-Hac 26
ve er rukkai : ve rükû edenler
-
22-Hac 26
es sucûdi : secde edenler
-
22-Hac 27
ve ezzin : ve ilân et
-
22-Hac 27
fî en nâsi : insanların arasında
-
22-Hac 27
bi el hacci : haccı
-
22-Hac 27
ye'tû-ke : sana gelsinler
-
22-Hac 27
ricâlen : yaya olarak
-
22-Hac 27
ve alâ : ve üzerinde
-
22-Hac 27
ye'tîne : gelirler
-
22-Hac 27
feccin : dağ yolu
-
22-Hac 28
li yeşhedû : şahit olsunlar
-
22-Hac 28
menâfia : menfaat, fayda, yarar
-
22-Hac 28
lehum : onlar için (vardır)
-
22-Hac 28
ve yezkur ismi allâhi : ve Allah'ın ismini ansınlar
-
22-Hac 28
fî eyyâmin : günlerde
-
22-Hac 28
rezaka-hum : onlara rızık verdi
-
22-Hac 28
min behîmeti el en'âmi : yürüyen (dört ayaklı) hayvanlardan
-
22-Hac 28
fe : artık, böylece
-
22-Hac 28
ve at'ımû : ve doyurunuz
-
22-Hac 28
el bâise el fakîre : muhtaç fakir
-
22-Hac 29
summe : sonra
-
22-Hac 29
el yakdû : kada etsinler, yerine getirsinler (gidersinler)
-
22-Hac 29
tefese-hum : kirlerini
-
22-Hac 29
ve li yûfû : ve ifa etsinler, yerine getirsinler
-
22-Hac 29
ve li yettavvefû : ve tavaf etsinler
-
22-Hac 29
bi el beyti el atîkı : Beyt-i Atik'i, eski (ilk) ev, Kâbe
-
22-Hac 30
zâlike : işte böyle
-
22-Hac 30
ve men yuazzım : ve kim hürmet ederse, yüceltirse
-
22-Hac 30
fe : böylece, artık
-
22-Hac 30
huve : o
-
22-Hac 30
lehu : onun için
-
22-Hac 30
inde rabbi-hi : Rabbinin katında
-
22-Hac 30
ve uhıllet : ve helâl kılındı
-
22-Hac 30
lekum : sizin için, size
-
22-Hac 30
el en'âmu : büyükbaş hayvanlar
-
22-Hac 30
aleykum : size
-
22-Hac 30
fe ictenibû : artık, bundan sonra içtinap edin, kaçının
-
22-Hac 30
er ricse : pis (olan)
-
22-Hac 30
min el evsâni : putlardan
-
22-Hac 30
ve ictenibû : ve içtinap edin, kaçının
-
22-Hac 30
kavle : söz
-
22-Hac 30
ez zûri : yalan
-
22-Hac 31
hunefâe : hanifler
-
22-Hac 31
gayre : başka, değil, olmayan
-
22-Hac 31
muşrikîne : şirk koşanlar
-
22-Hac 31
ve men yuşrik : ve kim şirk koşarsa
-
22-Hac 31
fe : o zaman
-
22-Hac 31
ke ennemâ : sanki, gibi
-
22-Hac 31
harre : (yüksekten) düştü
-
22-Hac 31
min es semâi : semadan
-
22-Hac 31
fe : böylece
-
22-Hac 31
et tayru : kuş
-
22-Hac 31
ev : veya
-
22-Hac 31
tehvî bi-hi : onu indirir
-
22-Hac 31
er rîhu : rüzgâr
-
22-Hac 31
mekânin : mekân, yer
-
22-Hac 32
zâlike : işte, böylece
-
22-Hac 32
ve men yuazzım : ve kim yüceltir, hürmet eder
-
22-Hac 32
şeâire allâhi : Allah'ın şiarları, emirleri, farzları
-
22-Hac 32
fe : böylece, o zaman
-
22-Hac 32
inne-hâ : muhakkak o
-
22-Hac 32
el kulûbi : kalpler
-
22-Hac 33
lekum : sizin için
-
22-Hac 33
menâfiu : menfaatler, yararlar, faydalar
-
22-Hac 33
ilâ ecelin : bir süreye kadar
-
22-Hac 33
musemmen : belirlenmiş, belirli
-
22-Hac 33
summe : sonra
-
22-Hac 33
ilâ el beyti el atîki : Beyt-i Atik (eski ev)'e, Kâbe'ye
-
22-Hac 34
ve li kulli : ve bütün, hepsi için
-
22-Hac 34
ummetin : ümmet, toplum
-
22-Hac 34
cealnâ : biz kıldık
-
22-Hac 34
menseken : mensek, usul
-
22-Hac 34
li yezkurû isme allâhi : Allah'ın ismini zikretsinler
-
22-Hac 34
min behîmeti : yürüyen (dört ayaklı) hayvanlardan (deve, koyun, sığır cinsinden)
-
22-Hac 34
el en'âmi : hayvanlar
-
22-Hac 34
fe : böylece, artık
-
22-Hac 34
fe : artık, böylece
-
22-Hac 34
lehu : ona
-
22-Hac 34
eslimû : teslim olun
-
22-Hac 34
ve beşşir : ve müjdele
-
22-Hac 34
el muhbitîne : muhbitler, kalplerine ihbat konmuş olanlar
-
22-Hac 35
ellezîne : onlar, o kimseler
-
22-Hac 35
izâ zukire allâhu : Allah zikredildiği zaman
-
22-Hac 35
vecilet : titrer
-
22-Hac 35
ve es sâbirîne : ve sabredenler
-
22-Hac 35
mâ esâbe-hum : onlara isabet eden şeyler, musîbetler
-
22-Hac 35
ve el mukîmi es salâti : ve namazı ikame edenler
-
22-Hac 35
ve mimmâ (min mâ) : ve şeylerden
-
22-Hac 35
yunfikûne : infâk ederler
-
22-Hac 36
ve el budne : deve ve sığır cinsi hayvanlar
-
22-Hac 36
cealnâ-hâ : onu kıldık
-
22-Hac 36
lekum : sizin için (vardır)
-
22-Hac 36
min şeâiri allâhi : Allah'ın şiarından (emirlerinden, farzlarından)
-
22-Hac 36
lekum : sizin için (vardır)
-
22-Hac 36
fezkurûsmallâhi : öyleyse Allah'ın adını zikredin
-
22-Hac 36
aleyhâ : onun üzerine
-
22-Hac 36
savâffe : saf halinde duranlar
-
22-Hac 36
fe : artık, o zaman, öyleyse
-
22-Hac 36
izâ vecebet : düştüğü zaman
-
22-Hac 36
fe : artık, o zaman, öyleyse
-
22-Hac 36
ve at'ımû : ve doyurun, yedirin
-
22-Hac 36
el kânia : kanaatkâr olan, istemeyen
-
22-Hac 36
ve el mu'terra : ve isteyen
-
22-Hac 36
kezâlike : işte böyle, böylece
-
22-Hac 36
lekum : sizin için, size
-
22-Hac 36
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
22-Hac 36
teşkurûne : şükredersiniz
-
22-Hac 37
len yenâle allâhe : asla Allah'a ulaşmaz
-
22-Hac 37
ve lâ dimâu-hâ (dem) : ve kanları olmaz (kan)
-
22-Hac 37
ve lâkin : ve ancak, fakat
-
22-Hac 37
yenâlu-hu : ona ulaşır
-
22-Hac 37
et takvâ : takva
-
22-Hac 37
kezâlike : işte böyle
-
22-Hac 37
lekum : sizin için
-
22-Hac 37
li tukebbirû allâhe : Allah'ı tekbir etmeniz için
-
22-Hac 37
mâ hedâ-kum : sizi hidayete erdirdiği şey
-
22-Hac 37
ve beşşir : ve müjdele
-
22-Hac 37
el muhsinîne : muhsinler (Allah'a teslim olanlar)
-
22-Hac 38
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 38
an ellezîne : kimselerden, onlardan
-
22-Hac 38
âmenû : âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)
-
22-Hac 38
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 38
kulle : hepsi, bütün
-
22-Hac 38
kefûrin : kâfirler
-
22-Hac 39
uzine : izin verildi
-
22-Hac 39
li ellezîne : o kimselere, onlara
-
22-Hac 39
yukâtelûne : savaşıyorlar
-
22-Hac 39
bi enne-hum : onların olması sebebiyle
-
22-Hac 39
ve inne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 39
le : mutlaka, elbette
-
22-Hac 40
ellezîne : o kimseler, onlar
-
22-Hac 40
en yekûlû : demeleri
-
22-Hac 40
ve lev lâ : ve eğer olmasaydı
-
22-Hac 40
def'ullâhi en nâse : Allah'ın insanları defetmesi
-
22-Hac 40
le : elbette, mutlaka
-
22-Hac 40
huddimet : yıkıldı, harap oldu
-
22-Hac 40
ve biyaun : ve (hristiyanların) kiliseleri
-
22-Hac 40
ve salavâtun : ve (yahudilerin) havraları
-
22-Hac 40
ve mesâcidu : ve (müslümanların) mescidleri
-
22-Hac 40
yuzkeru : zikredilir
-
22-Hac 40
fîhesmullâhi (fîhâ ismullâhi) : içinde Allah'ın ismi
-
22-Hac 40
kesîran : çok
-
22-Hac 40
ve le : ve mutlaka
-
22-Hac 40
yansurennallâhu : Allah yardım eder
-
22-Hac 40
men : kişi, kimse
-
22-Hac 40
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
22-Hac 40
le : elbette
-
22-Hac 41
ellezîne : o kimseler, onlar
-
22-Hac 41
mekkennâ-hum : onlara imkân verdik
-
22-Hac 41
fî el ardı : yeryüzünde
-
22-Hac 41
ekâmû es salâte : namazı ikame ettiler (ederler, kılarlar)
-
22-Hac 41
ve âtevu ez zekâte : ve zekâtı verdiler (verirler)
-
22-Hac 41
ve emerû : ve emrettiler (emrederler)
-
22-Hac 41
bi el ma'rûfi : irfan ile
-
22-Hac 41
ve nehev : ve nehyettiler (nehyederler, yasaklarlar)
-
22-Hac 41
an el munkeri : münkerden, inkârdan, kötülükten
-
22-Hac 41
ve li allâhi : ve Allah'a aittir
-
22-Hac 41
âkıbetu : sonu
-
22-Hac 41
el umûri : işler
-
22-Hac 42
ve in : ve eğer, ise
-
22-Hac 42
yukezzibû-ke : seni yalanlıyorlar
-
22-Hac 42
fe : o zaman
-
22-Hac 42
kezzebet : yalanladı
-
22-Hac 42
kable-hum : onlardan önce
-
22-Hac 42
ve âdun : ve Adn (kavmi)
-
22-Hac 42
ve semûdun : ve Semud (kavmi)
-
22-Hac 43
ve kavmu ibrâhîme : ve İbrâhîm kavmi
-
22-Hac 43
ve kavmu lûtın : ve Lut kavmi
-
22-Hac 44
ve ashâbu medyene : ve Medyen halkı
-
22-Hac 44
ve kuzzibe : ve yalanlandı
-
22-Hac 44
fe emleytu : o zaman mühlet verdim
-
22-Hac 44
li el kâfirîne : inkâr edenlere, kâfirlere
-
22-Hac 44
summe : sonra
-
22-Hac 44
ehaztu-hum : onları aldım, yakaladım
-
22-Hac 44
fe : o zaman, o taktirde
-
22-Hac 44
keyfe kane : nasıl oldu
-
22-Hac 44
nekîri : cezalandırmam
-
22-Hac 45
fe ke eyyin : böylece niceleri gibi
-
22-Hac 45
min karyetin : ülkelerden
-
22-Hac 45
ehleknâ-hâ : onu helâk ettik
-
22-Hac 45
ve hiye : ve o
-
22-Hac 45
zâlimetun : zalimler
-
22-Hac 45
fe hiye : artık o
-
22-Hac 45
hâviyetun alâ : üzerine çökmüş, yıkılmış
-
22-Hac 45
ve bi'rin : ve kuyu
-
22-Hac 45
ve kasrın : ve köşkler, saraylar
-
22-Hac 45
meşîdin : yüksek bina
-
22-Hac 46
e fe lem yesîrû : dolaşmadılar mı (dolaşmıyorlar mı, gezmiyorlar mı)
-
22-Hac 46
fî el ardı : yeryüzünde
-
22-Hac 46
fe tekûne : o zaman olur
-
22-Hac 46
lehum : onların
-
22-Hac 46
ya'kılûne : akıl ederler
-
22-Hac 46
ev : veya
-
22-Hac 46
yesmeûne : işitirler
-
22-Hac 46
fe inne-hâ : fakat o
-
22-Hac 46
el ebsâru : gözler
-
22-Hac 46
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
22-Hac 46
el kulûbu : kalpler
-
22-Hac 46
elletî : o ki
-
22-Hac 46
fî es sudûri (es sadru) : sinelerde, göğüslerde (göğüs)
-
22-Hac 47
ve yesta'cilûne-ke : ve senden acele (olarak) istiyorlar
-
22-Hac 47
bi el azâbi : azabı
-
22-Hac 47
ve len yuhlife allâhu : ve Allah asla dönmez (mutlaka yerine getirir)
-
22-Hac 47
va'de-hu : onun vaadi
-
22-Hac 47
ve inne : ve muhakkak
-
22-Hac 47
yevmen : bir gün
-
22-Hac 47
inde : yanında, katında
-
22-Hac 47
rabbi-ke : senin Rabbin
-
22-Hac 47
ke : gibi
-
22-Hac 47
elfi : 1000 (bin)
-
22-Hac 47
senetin : sene
-
22-Hac 47
teuddûne : saydığınız, sayıyorsunuz (adetlendiriyorsunuz)
-
22-Hac 48
ve ke eyyin : ve niceleri gibi
-
22-Hac 48
min karyetin : ülkelerden
-
22-Hac 48
emleytu : mühlet verdim
-
22-Hac 48
lehâ : ona
-
22-Hac 48
ve hiye : ve o
-
22-Hac 48
zâlimetun : zalimler
-
22-Hac 48
summe : sonra
-
22-Hac 48
ehaztu-hâ : onu aldım (yakaladım)
-
22-Hac 48
ve ileyye : ve bana
-
22-Hac 48
el masîru : dönüş
-
22-Hac 49
yâ eyyuhâ en nâsu : ey insanlar
-
22-Hac 49
innemâ : ancak, yalnız, sadece
-
22-Hac 49
ene : ben
-
22-Hac 49
lekum : size, sizin için
-
22-Hac 49
nezîrun : nezir, uyarıcı
-
22-Hac 50
fe : o zaman,
-
22-Hac 50
ellezîne : o kimseler, onlar
-
22-Hac 50
âmenû : âmenû olan, Allah'a ulaşmayı dileyen
-
22-Hac 50
ve amilû es sâlihâti : ve salih amel (nefs tezkiyesi)
-
22-Hac 50
lehum magfiretun : onlar için mağfiret
-
22-Hac 50
ve rızkun : ve rızık
-
22-Hac 50
kerîmun : kerim, bol, temiz, helâl
-
22-Hac 51
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
22-Hac 51
seav : çalıştı, çaba harcadı
-
22-Hac 51
muâcizîne : aciz bırakanlar
-
22-Hac 51
ulâike : işte onlar
-
22-Hac 51
ashâbu el cehîmi : cehennem ehlidir (halkıdır)
-
22-Hac 52
ve mâ erselnâ : ve göndermedik
-
22-Hac 52
min kabli-ke : senden önce
-
22-Hac 52
min resûlin : resûlden
-
22-Hac 52
ve lâ nebiyyin : ve bir nebî, bir peygamber yoktur
-
22-Hac 52
izâ temennâ : temenni ettiği zaman, dilediği zaman
-
22-Hac 52
elka eş şeytânu : şeytan ilka eder, ulaştırır
-
22-Hac 52
fî umniyyeti-hî : onun dileğinin, temennisinin içine
-
22-Hac 52
fe yensehu allâhu : o zaman Allah kaldırır, iptal eder, nesheder
-
22-Hac 52
eş şeytânu : şeytan
-
22-Hac 52
summe : sonra
-
22-Hac 52
vallâhu (ve allahu) : ve Allah
-
22-Hac 53
li yec'ale : kılmak içindir
-
22-Hac 53
eş şeytânu : şeytan
-
22-Hac 53
fitneten : fitne, imtihan
-
22-Hac 53
li ellezîne : o kimseler için
-
22-Hac 53
ve el kâsiyeti : ve kasiyet, kararma
-
22-Hac 53
ve inne : ve muhakkak
-
22-Hac 53
ez zâlimîne : zalimler
-
22-Hac 53
le : mutlaka, gerçekten, elbette
-
22-Hac 54
ve li ya'leme : ve bilmeleri için
-
22-Hac 54
ellezîne : o kimseler, onlar
-
22-Hac 54
ûtu el ılme : ilim verildi
-
22-Hac 54
ennehu : onun olduğu
-
22-Hac 54
el hakku : hak
-
22-Hac 54
min rabbi-ke : senin Rabbinden
-
22-Hac 54
fe yu'minû : böylece îmân ederler
-
22-Hac 54
fe tuhbite \n(ahbete) : böylece ihbat eder, mutmain olur \n: (huşû duydu, mutmain oldu)
-
22-Hac 54
lehu : ona
-
22-Hac 54
ve innallâhe (inne allâhe) : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 54
le : elbette, mutlaka
-
22-Hac 54
ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
22-Hac 55
ve lâ yezâlu : ve zail olmaz (devam eder)
-
22-Hac 55
ellezîne keferû : inkâr eden kimseler
-
22-Hac 55
fî miryetin : şüphe içinde, şüphede
-
22-Hac 55
te'tiye-hum : onlara gelir
-
22-Hac 55
es sâatu : o saat (kıyâmet saati)
-
22-Hac 55
bagteten : ansızın
-
22-Hac 55
ev : veya
-
22-Hac 55
ye'tiye-hum : onlara gelir
-
22-Hac 55
yevmin : bir günün
-
22-Hac 56
el mulku : mülk, saltanat, idare
-
22-Hac 56
yevme izin : izin günü
-
22-Hac 56
beyne-hum : onların arasında
-
22-Hac 56
fe : o zaman
-
22-Hac 56
ellezîne âmenû : âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler
-
22-Hac 56
ve amilû es sâlihâti : ve salih (nefsi tezkiye edici) ameller yapanlar
-
22-Hac 56
fî cennâtin naîmi : naim cennetlerinde
-
22-Hac 57
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
22-Hac 57
keferû : inkâr ettiler
-
22-Hac 57
ve kezzebû : ve yalanladılar
-
22-Hac 57
fe : böylece
-
22-Hac 57
ulâike : işte onlar
-
22-Hac 57
lehum : onlar için, onlara (vardır)
-
22-Hac 58
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
22-Hac 58
hâcerû : hicret ettiler
-
22-Hac 58
fî sebîli allâhi : Allah'ın yolunda
-
22-Hac 58
summe : sonra
-
22-Hac 58
ev : veya
-
22-Hac 58
le yerzukanne-hum : mutlaka onları rızıklandıracaktır
-
22-Hac 58
rızkan hasenen : güzel bir rızık
-
22-Hac 58
ve inne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 58
le huve : mutlaka odur
-
22-Hac 58
er râzikîne : rızık verenler
-
22-Hac 59
le yudhılenne-hum : muhakkak onları dahil edecektir, girdirecektir
-
22-Hac 59
mudhalen : dahil edilen yer, mekân
-
22-Hac 59
yerdavne-hu : ondan razı olurlar
-
22-Hac 59
ve inne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 59
le : mutlaka, elbette
-
22-Hac 60
zâlike : işte bu, işte böyle
-
22-Hac 60
ve men : ve kim
-
22-Hac 60
âkabe : ikab etti, karşılık verdi, ceza verdi
-
22-Hac 60
ûkıbe : ikab edildi, cezalandırıldı, haksızlık yapıldı
-
22-Hac 60
summe : sonra
-
22-Hac 60
bugıye : azgınlık yapıldı, haksızlık yapıldı (haklarına tecavüz edildi)
-
22-Hac 60
aleyhi : ona
-
22-Hac 60
le yansuru enne-hu allâhu : mutlaka Allah ona yardım eder
-
22-Hac 60
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
22-Hac 60
le : mutlaka, elbette
-
22-Hac 61
zâlike : bu, işte böyle
-
22-Hac 61
bi enne : sebebiyle, çünkü
-
22-Hac 61
allâhe : Allah
-
22-Hac 61
el leyle : gece
-
22-Hac 61
fî en nehâri : gündüzün içine
-
22-Hac 61
ve yûlicu : ve girdirir, sokar
-
22-Hac 61
en nehâre : gündüz
-
22-Hac 61
fî el leyli : gecenin içine
-
22-Hac 61
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 61
semîun : en iyi işitendir
-
22-Hac 62
zâlike : bu, işte böyle
-
22-Hac 62
bi enne : sebebiyle, çünkü
-
22-Hac 62
allâhe : Allah
-
22-Hac 62
huve : o
-
22-Hac 62
el hakku : hakk
-
22-Hac 62
ve enne : ve muhakkak
-
22-Hac 62
yed'ûne : dua ediyorlar, tapıyorlar
-
22-Hac 62
huve : o
-
22-Hac 62
el bâtılu : bâtıl
-
22-Hac 62
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 62
huve : o
-
22-Hac 62
el aliyyu : âli, yüce
-
22-Hac 62
el kebîru : kebir, büyük
-
22-Hac 63
e lem tere : görmedin mi
-
22-Hac 63
enne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 63
enzele : indirdi
-
22-Hac 63
min es semâi : semadan
-
22-Hac 63
mâen : su
-
22-Hac 63
fe tusbihu : böylece olur
-
22-Hac 63
el ardu : yeryüzü
-
22-Hac 63
muhdarreten : yeşermiş, yeşillenmiş
-
22-Hac 63
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 64
lehu : onun, ona ait
-
22-Hac 64
fî es semâvâti : semalarda
-
22-Hac 64
ve mâ : ve şey(ler)
-
22-Hac 64
fî el ardı : yeryüzünde
-
22-Hac 64
ve inne allâhe : ve muhakkak Allah
-
22-Hac 64
le huve : mutlaka o
-
22-Hac 64
el ganiyyu : gani, mustağni, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan
-
22-Hac 64
el hamîdu : hamdedilen
-
22-Hac 65
e lem tere : görmedin mi
-
22-Hac 65
enne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 65
lekum : sizin için, size
-
22-Hac 65
fî el ardı : arzda, yeryüzünde
-
22-Hac 65
ve el fulke : ve gemiler
-
22-Hac 65
tecrî : akar, akıp gider
-
22-Hac 65
fî el bahri : denizde
-
22-Hac 65
bi emri-hi : onun emriyle
-
22-Hac 65
ve yumsiku \n(emseke) : ve tutar \n: (tuttu)
-
22-Hac 65
es semâe : sema
-
22-Hac 65
en tekaa : düşmek
-
22-Hac 65
alel ardı (alâ el ardı) : arz üzerine, yeryüzü üzerine
-
22-Hac 65
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
22-Hac 65
bi en nâsi : insanlara
-
22-Hac 65
le raûfun : çok şefkatli
-
22-Hac 66
ve huve ellezî : ve o ki
-
22-Hac 66
summe : sonra
-
22-Hac 66
summe : sonra
-
22-Hac 66
inne : muhakkak
-
22-Hac 66
el insâne : insan
-
22-Hac 66
le : gerçekten
-
22-Hac 66
kefûrun : çok nankördür
-
22-Hac 67
li kulli ummetin : bütün ümmetler için
-
22-Hac 67
cealnâ : kıldık
-
22-Hac 67
menseken : mensek, şeriat
-
22-Hac 67
fe lâ yunâziunne-ke : öyleyse seninle niza etmesinler, çekişmesinler
-
22-Hac 67
fî el emri : emirde (emrimde)
-
22-Hac 67
ved'u : davet et
-
22-Hac 67
ilâ rabbi-ke : Rabbine
-
22-Hac 67
inne-ke : muhakkak sen
-
22-Hac 67
le : mutlaka, elbette
-
22-Hac 67
alâ huden : hidayet üzerinde
-
22-Hac 67
mustekîmin : Allah'a doğru istikamet verilmiş olan
-
22-Hac 68
ve in : ve eğer
-
22-Hac 68
câdelû-ke : seninle mücâdele ettiler
-
22-Hac 68
fe kulillâhu (kul allâhu) : o taktirde de ki Allah
-
22-Hac 68
a'lemu : en iyi bilir
-
22-Hac 68
ta'melûne : siz yapıyorsunuz
-
22-Hac 69
beyne-kum : sizin aranızda
-
22-Hac 69
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
22-Hac 69
fîhi tahtelifûne : onun hakkında ihtilâf ettiğiniz
-
22-Hac 70
e lem ta'lem : bilmiyor musun
-
22-Hac 70
enne allâhe : Allah'ın olduğunu
-
22-Hac 70
ya'lemu : bilir
-
22-Hac 70
fî es semâi : semalarda
-
22-Hac 70
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
22-Hac 70
inne : muhakkak
-
22-Hac 70
zâlike : o, bu
-
22-Hac 70
inne : muhakkak
-
22-Hac 70
zâlike : o, bu
-
22-Hac 70
yesîrun : kolay(dır)
-
22-Hac 71
ve ya'budûne : ve tapıyorlar
-
22-Hac 71
lem yunezzil : indirmedi (indirilmedi)
-
22-Hac 71
bihî sultânen : ona bir sultan, bir delil
-
22-Hac 71
ve mâ : ve şeylere
-
22-Hac 71
leyse : değil, yoktur
-
22-Hac 71
lehum : onların
-
22-Hac 71
ve mâ : ve yoktur
-
22-Hac 71
li ez zâlimîne : zalimler için
-
22-Hac 72
ve izâ tutlâ : ve okunduğu zaman
-
22-Hac 72
aleyhim : onlara
-
22-Hac 72
beyyinâtin : açıklanmış, apaçık
-
22-Hac 72
ellezîne keferû : inkâr edenler
-
22-Hac 72
el munkere : münker, sıkıntı
-
22-Hac 72
yekâdûne : neredeyse, az kalsın
-
22-Hac 72
yestûne : saldırırlar
-
22-Hac 72
billezîne : o kimseleri
-
22-Hac 72
yetlûne : okuyorlar
-
22-Hac 72
aleyhim : onlara
-
22-Hac 72
e fe unebbiu-kum : o zaman size haber vereyim mi
-
22-Hac 72
bi şerrin : daha kötüsünü, şerr olanı
-
22-Hac 72
en nâru : ateş
-
22-Hac 72
vaadehallâhu (vaade-hâ allâhu) : Allah onu vaadetti
-
22-Hac 72
ellezîne keferû : inkâr edenler
-
22-Hac 72
ve bi'se : ve ne kötü
-
22-Hac 72
el masîru : dönüş, dönüş yeri
-
22-Hac 73
yâ eyyuhâ en nâsu : ey insanlar
-
22-Hac 73
duribe meselun : bir misal, bir örnek verildi
-
22-Hac 73
festemiû (fe istemiû) : haydi, öyleyse dinleyin (işitin)
-
22-Hac 73
lehu : onu
-
22-Hac 73
inne : muhakkak
-
22-Hac 73
ellezîne ted'ûne : dua ettikleriniz, taptıklarınız
-
22-Hac 73
len yahlukû : asla yaratamazlar
-
22-Hac 73
zubâben : bir sinek
-
22-Hac 73
ve lev ictemeû : ve biraraya gelseler, toplansalar bile
-
22-Hac 73
lehu : onun için
-
22-Hac 73
ve in : ve eğer
-
22-Hac 73
yeslub-hum \n(selebe) : onlardan (bir şey) kapıp kaçar \n: (kapıp kaçtı)
-
22-Hac 73
ez zubâbu : sinek
-
22-Hac 73
şey'en : bir şey
-
22-Hac 73
lâ yestenkızû-hu : onu kurtaramazlar
-
22-Hac 73
et tâlibu : talep eden, isteyen
-
22-Hac 73
ve el matlûbu : ve (kendisinden) talep edilen, istenen
-
22-Hac 74
mâ kaderû allâhe : Allah'ı takdir edemediler
-
22-Hac 74
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 74
le : elbette
-
22-Hac 75
min el melâiketi : meleklerden
-
22-Hac 75
rusulen : resûller
-
22-Hac 75
ve min en nâsi : ve insanlardan
-
22-Hac 75
inne allâhe : muhakkak Allah
-
22-Hac 75
semîun : (en iyi) işitendir
-
22-Hac 76
ya'lemu : bilir
-
22-Hac 76
mâ beyne eydî-him : onların önlerindeki şeyi (elleri arasındakini)
-
22-Hac 76
ve mâ halfe-hum : ve onların arkalarındaki şeyi
-
22-Hac 76
ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah'a
-
22-Hac 76
turceu : döndürülür
-
22-Hac 76
el umûru : emirler
-
22-Hac 77
yâ eyyuhâ ellezîne : ey o kimseler
-
22-Hac 77
âmenûrkeû (âmenû irkeû) : âmenû olanlar, rükû edin
-
22-Hac 77
vescudû (ve uscudû) : ve secde edin
-
22-Hac 77
va'budû (ve u'budû) : ve kulluk edin
-
22-Hac 77
rabbe-kum : sizin Rabbiniz
-
22-Hac 77
vef'alûl hayre(ve if'alû el hayre) : ve hayır işleyin
-
22-Hac 77
leallekum : umulur ki böylece siz
-
22-Hac 77
tuflihûne : felâha eresiniz
-
22-Hac 78
ve câhidû : ve cihad edin
-
22-Hac 78
huve ictebâ-kum : o sizi seçti
-
22-Hac 78
ve mâ ceale : ve kılmadı, yapmadı
-
22-Hac 78
aleykum : sizin üzerinize, size
-
22-Hac 78
fî ed dîni : dîn hakkında, dîn konusunda
-
22-Hac 78
millete : millet, dîn
-
22-Hac 78
ebî-kum : sizin babanız
-
22-Hac 78
ibrâhîme : İbrâhîm
-
22-Hac 78
huve : o
-
22-Hac 78
semma-kum : sizi isimlendirdi
-
22-Hac 78
el muslimîne : müslümanlar (Allah'a teslim olanlar)
-
22-Hac 78
ve fî hâzâ : ve bunda
-
22-Hac 78
li yekûne er resûlu : resûl olsun diye
-
22-Hac 78
şehîden : şahit (olarak)
-
22-Hac 78
aleykum : sizin üzerinize, size
-
22-Hac 78
ve tekûnû : ve siz olun
-
22-Hac 78
şuhedâe : şahitler
-
22-Hac 78
alâ en nâsi : insanlar üzerine
-
22-Hac 78
fe ekîmû es salâte : o halde namazı ikame edin
-
22-Hac 78
ve âtu ez zekâte : ve zekâtı verin
-
22-Hac 78
va'tesımû (ve ı'tesımû) : ve tutunun, sarılın
-
22-Hac 78
huve : o
-
22-Hac 78
mevlâ-kum : sizin mevlânız, dostunuz
-
22-Hac 78
fe ni'me el mevlâ : öyleyse ne güzel dost
-
22-Hac 78
ve ni'me en nasîru : ve ne güzel yardımcı
-
23-Mü'minûn 1
efleha : felâha erdi
-
23-Mü'minûn 1
el mu'minûne : mü'minler
-
23-Mü'minûn 2
ellezîne : o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 2
hâşiûne : huşû duyanlar
-
23-Mü'minûn 3
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 3
anil lagvi (an el lagvi) : boş şeylerden, boş sözlerden
-
23-Mü'minûn 3
mu'ridûne : yüz çevirenlerdir
-
23-Mü'minûn 4
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 4
li ez zekâti : zekâtı
-
23-Mü'minûn 4
fâilûne : yapanlar, yerine getirenler
-
23-Mü'minûn 5
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 5
hâfizûne : koruyanlar
-
23-Mü'minûn 6
alâ ezvâci-him : onların (kendi) zevcelerine
-
23-Mü'minûn 6
ev : veya
-
23-Mü'minûn 6
mâ meleket : sahip oldukları şeyler
-
23-Mü'minûn 6
eymânu-hum : onların elleri
-
23-Mü'minûn 6
fe inne-hum : o taktirde muhakkak onlar
-
23-Mü'minûn 6
melûmîne : levmedilmiş, kınanmış
-
23-Mü'minûn 7
fe menibtegâ (men ibtegâ) : artık kim isterse
-
23-Mü'minûn 7
verâe zâlike : bunun arkasında, bunun ötesinde
-
23-Mü'minûn 7
fe ulâike : o taktirde işte onlar
-
23-Mü'minûn 7
el âdûne : haddi aşanlar
-
23-Mü'minûn 8
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 8
li emânâti-him : emanetlerine
-
23-Mü'minûn 8
ve ahdi-him : ve ahdlerine
-
23-Mü'minûn 8
râûne : riayet edenler, koruyanlar, uyanlar, sadık olanlar
-
23-Mü'minûn 9
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 9
yuhâfızûne : muhafaza ederler, devam ettirirler
-
23-Mü'minûn 10
ulâike : işte onlar
-
23-Mü'minûn 10
el vârisûne : varisler, miras sahipleri
-
23-Mü'minûn 11
ellezîne : o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 11
yerisûne : varis olacaklar
-
23-Mü'minûn 11
el firdevse : firdevs (cenneti)
-
23-Mü'minûn 11
hâlidûne : ebedî kalanlar
-
23-Mü'minûn 12
ve lekad : ve andolsun
-
23-Mü'minûn 12
el insâne : insan
-
23-Mü'minûn 12
min sulâletin : özünden
-
23-Mü'minûn 13
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 13
cealnâ-hu : onu kıldık
-
23-Mü'minûn 13
nutfeten : nutfe, damla
-
23-Mü'minûn 13
mekînin : sağlam, kuvvetli
-
23-Mü'minûn 14
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 14
en nutfete : bir nutfe, bir damla
-
23-Mü'minûn 14
alakaten : alaka (rahim duvarına bir noktadan bağlı olan), embriyo
-
23-Mü'minûn 14
fe halaknâ : sonra yarattık
-
23-Mü'minûn 14
el alakate : alaka (rahim duvarına bir noktadan bağlı olan), embriyo
-
23-Mü'minûn 14
mudgaten : (bir çiğnem et görünümünde) mudga, cenin
-
23-Mü'minûn 14
fe halaknâ : sonra yarattık
-
23-Mü'minûn 14
el mudgate : (bir çiğnem et görünümünde) mudga, cenin
-
23-Mü'minûn 14
izâmen : kemik
-
23-Mü'minûn 14
fe kesevnâ : sonra giydirdik (üzerini kapladık)
-
23-Mü'minûn 14
el izâme : kemik
-
23-Mü'minûn 14
lahmen : et
-
23-Mü'minûn 14
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 14
enşe'nâ-hu : biz onu inşa ettik, şekillendirdik
-
23-Mü'minûn 14
fe : öyleyse, işte böyle
-
23-Mü'minûn 14
tebârekallâhu : Allah tebarektir, mübarektir (tebâreke allâhu)
-
23-Mü'minûn 14
ahsenu : en güzel
-
23-Mü'minûn 14
el hâlikîne : halkedenler, yaratanlar, yaratıcılar
-
23-Mü'minûn 15
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 15
inne-kum : muhakkak siz
-
23-Mü'minûn 15
ba'de zâlike : bundan sonra
-
23-Mü'minûn 15
le meyyitûn : mutlaka ölecek olanlarsınız
-
23-Mü'minûn 16
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 16
inne-kum : muhakkak siz
-
23-Mü'minûn 16
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
23-Mü'minûn 16
tub'asûne : beas olunacaksınız, yeniden diriltileceksiniz
-
23-Mü'minûn 17
ve lekad : ve andolsun
-
23-Mü'minûn 17
fevka-kum : sizin üzerinizde
-
23-Mü'minûn 17
seb'a : yedi (7)
-
23-Mü'minûn 17
ve mâ kunnâ : ve biz değiliz
-
23-Mü'minûn 17
anil halkı (an el halkı) : yaratmaktan
-
23-Mü'minûn 17
gâfilîne : gâfil olanlar
-
23-Mü'minûn 18
ve enzel-nâ : ve biz indirdik
-
23-Mü'minûn 18
min es semâi : semadan
-
23-Mü'minûn 18
mâen : su
-
23-Mü'minûn 18
bi kaderin : kader ile, takdir edilmiş miktarda, bir ölçü ile
-
23-Mü'minûn 18
fe : böylece
-
23-Mü'minûn 18
eskennâ-hu : onu iskân ettik, yerleştirdik, durdurduk
-
23-Mü'minûn 18
fî el ardı : yeryüzünde
-
23-Mü'minûn 18
ve in-nâ : ve muhakkak biz
-
23-Mü'minûn 18
zehâbin : giderme
-
23-Mü'minûn 18
le : mutlaka, elbette
-
23-Mü'minûn 18
kâdirûne : kaadir olanlar, muktedir olanlar, gücü yetenler
-
23-Mü'minûn 19
fe : böylelikle, böylece
-
23-Mü'minûn 19
enşe'nâ : biz inşa ettik, yarattık
-
23-Mü'minûn 19
lekum : sizin için
-
23-Mü'minûn 19
cennâtin : cennetler, (ağaçlı) bahçeler
-
23-Mü'minûn 19
ve a'nâbin : ve üzümlerden, bağlardan
-
23-Mü'minûn 19
lekum : sizin için (vardır)
-
23-Mü'minûn 19
fevâki-hu : onun meyveleri
-
23-Mü'minûn 19
kesîretun : (pek) çoktur, çok (vardır)
-
23-Mü'minûn 19
ve min-hâ : ve onlardan
-
23-Mü'minûn 19
te'kulûne : siz yersiniz
-
23-Mü'minûn 20
ve şecereten : ve ağaç
-
23-Mü'minûn 20
min tûri seynâe : Turi Sina'dan
-
23-Mü'minûn 20
tenbutu : biter, yetişir
-
23-Mü'minûn 20
bi ed duhni : yağı
-
23-Mü'minûn 20
ve sıbgın : ve bir katık
-
23-Mü'minûn 20
li el âkilîne : yiyenler için
-
23-Mü'minûn 21
ve inne : ve muhakkak
-
23-Mü'minûn 21
lekum : sizin için (vardır)
-
23-Mü'minûn 21
fî el en'âmi : hayvanlarda
-
23-Mü'minûn 21
le ibreten : ibret, bir ders
-
23-Mü'minûn 21
ve lekum : ve sizin için (vardır)
-
23-Mü'minûn 21
menâfiu : menfaatler, faydalar
-
23-Mü'minûn 21
kesîretun : (pek) çok, birçok, çoktur
-
23-Mü'minûn 21
ve min-hâ : ve ondan
-
23-Mü'minûn 21
te'kulûne : yersiniz
-
23-Mü'minûn 22
ve aleyhâ : ve onun üzerinde
-
23-Mü'minûn 22
ve alâ el fulki : ve gemilerin üzerinde
-
23-Mü'minûn 22
tuhmelûne : taşınırsınız
-
23-Mü'minûn 23
ve lekad : ve andolsun
-
23-Mü'minûn 23
ersel-nâ : biz gönderdik
-
23-Mü'minûn 23
fe : böylece
-
23-Mü'minûn 23
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 23
u'budullâhe (u'budu allâhe) : Allah'a kul olun
-
23-Mü'minûn 23
mâ lekum : sizin için yoktur
-
23-Mü'minûn 23
e fe lâ tettekûne : hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)
-
23-Mü'minûn 24
fe kâle : böylece, bunun üzerine dedi
-
23-Mü'minûn 24
el meleu : halk, eşraf, ileri gelenler
-
23-Mü'minûn 24
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfir olanlar
-
23-Mü'minûn 24
beşerun : beşer, insan
-
23-Mü'minûn 24
en yetefaddale : üstün olmak, hükmetmek
-
23-Mü'minûn 24
aleykum : sizin üzerinize, size
-
23-Mü'minûn 24
ve lev : ve eğer
-
23-Mü'minûn 24
şâallâhu (şâe allâhu) : Allah diledi
-
23-Mü'minûn 24
le enzele : mutlaka indirirdi
-
23-Mü'minûn 24
melâiketen : melekler
-
23-Mü'minûn 24
mâ semi'nâ : işitmedik
-
23-Mü'minûn 24
âbâine el evvelîne : evvelki babalarımız, atalarımız
-
23-Mü'minûn 25
in huve : o ancak olur
-
23-Mü'minûn 25
cinnetun : cinnet getirmiş
-
23-Mü'minûn 25
fe : o zaman, öyleyse, o halde
-
23-Mü'minûn 25
terabbasû : bekleyin, gözetim altında tutun
-
23-Mü'minûn 26
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 26
kezzebû-ni : beni yalanladılar
-
23-Mü'minûn 27
fe : o zaman, böylece
-
23-Mü'minûn 27
evhay-nâ : biz vahyettik
-
23-Mü'minûn 27
ileyhi : ona
-
23-Mü'minûn 27
en ısnai : yapmasını
-
23-Mü'minûn 27
el fulke : gemi
-
23-Mü'minûn 27
ve vahyi-nâ : ve vahyimizle
-
23-Mü'minûn 27
fe : böylece
-
23-Mü'minûn 27
izâ câe : geldiği zaman
-
23-Mü'minûn 27
emru-nâ : bizim emrimiz
-
23-Mü'minûn 27
ve fâre : ve fevaran etti, kaynadı
-
23-Mü'minûn 27
et tennûru : tennur, kazan
-
23-Mü'minûn 27
fesluk (fe usluk) : hemen koy
-
23-Mü'minûn 27
zevceynisneyni : her çiften ikişer
-
23-Mü'minûn 27
ve ehleke : ve senin maiyetin, senin ailen
-
23-Mü'minûn 27
men : kimse, kim
-
23-Mü'minûn 27
sebeka : geçti
-
23-Mü'minûn 27
aleyhi : onun üzerine (onun hakkında)
-
23-Mü'minûn 27
el kavlu : söz
-
23-Mü'minûn 27
ve lâ tuhâtıb-nî : ve bana hitap etme
-
23-Mü'minûn 27
ellezîne zalemû : zulmeden kimseler
-
23-Mü'minûn 27
inne-hum : muhakkak onlar
-
23-Mü'minûn 27
mugrakûne : boğulacak olanlar
-
23-Mü'minûn 28
fe izesteveyte : bindiğin zaman
-
23-Mü'minûn 28
ente : sen
-
23-Mü'minûn 28
ve men : ve kimseler
-
23-Mü'minûn 28
mea-ke : seninle beraber
-
23-Mü'minûn 28
alâ el fulki : gemiye
-
23-Mü'minûn 28
fe kul : o zaman de
-
23-Mü'minûn 28
el hamdu : hamd
-
23-Mü'minûn 28
ellezî : ki o
-
23-Mü'minûn 28
neccâ-nâ : (o) bizi kurtardı
-
23-Mü'minûn 28
el kavmi ez zâlimîne : zalim kavim
-
23-Mü'minûn 29
ve kul : ve de
-
23-Mü'minûn 29
enzil-nî : beni indir
-
23-Mü'minûn 29
munzelen : indirişle, inişle
-
23-Mü'minûn 29
mubâreken : mübarek
-
23-Mü'minûn 29
ve ente : ve sen
-
23-Mü'minûn 29
hayru el munzilîne : indirenlerin en hayırlısı
-
23-Mü'minûn 30
inne : muhakkak, elbette
-
23-Mü'minûn 30
fî zâlike : bunda (vardır)
-
23-Mü'minûn 30
le : elbette, mutlaka, muhakkak
-
23-Mü'minûn 30
ve in kunnâ : ve biz oluruz
-
23-Mü'minûn 30
le : elbette, mutlaka, muhakkak
-
23-Mü'minûn 30
mubtelîne : imtihan edenler
-
23-Mü'minûn 31
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 31
enşe'nâ : biz yarattık
-
23-Mü'minûn 31
karnen : bir nesil
-
23-Mü'minûn 31
âharîne : diğerleri, başkaları
-
23-Mü'minûn 32
fe ersel-nâ : o zaman, böylece biz gönderdik
-
23-Mü'minûn 32
resûlen : bir resûl
-
23-Mü'minûn 32
eni'budû allâhe (en u'budû) : Allah'a kul olsunlar diye
-
23-Mü'minûn 32
lekum : sizin için
-
23-Mü'minûn 32
e fe lâ tettekûne : hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız
-
23-Mü'minûn 33
ve kâle : ve dedi
-
23-Mü'minûn 33
el meleu : ileri gelenler
-
23-Mü'minûn 33
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfir olan kimseler, kâfirler
-
23-Mü'minûn 33
ve kezzebû : ve yalanladılar
-
23-Mü'minûn 33
bi likâi el âhıreti : ahirete (Allah'a) mülâki olmayı
-
23-Mü'minûn 33
ve etrafnâ-hum : ve biz onlara refah verdik
-
23-Mü'minûn 33
fî el hayâti ed dunyâ : dünya hayatında
-
23-Mü'minûn 33
beşerun : bir beşer, bir insan
-
23-Mü'minûn 33
ye'kulu : (yemek) yer
-
23-Mü'minûn 33
te'kulûne : siz yiyorsunuz
-
23-Mü'minûn 33
ve yeşrebu : ve içer
-
23-Mü'minûn 33
teşrabûne : siz içiyorsunuz
-
23-Mü'minûn 34
ve le in : ve eğer
-
23-Mü'minûn 34
eta'tum : siz itaat edersiniz
-
23-Mü'minûn 34
beşeren : bir beşer, bir insan
-
23-Mü'minûn 34
misle-kum : sizin gibi
-
23-Mü'minûn 34
inne-kum : muhakkak siz
-
23-Mü'minûn 34
izen : o taktirde, o zaman
-
23-Mü'minûn 34
le : mutlaka
-
23-Mü'minûn 34
hâsirûne : hüsrana düşenler
-
23-Mü'minûn 35
e yaıdu-kum : size vaad mi ediyor
-
23-Mü'minûn 35
enne-kum : mutlaka siz, sizin olacağınız
-
23-Mü'minûn 35
ve kuntum : ve siz oldunuz
-
23-Mü'minûn 35
turâben : toprak
-
23-Mü'minûn 35
ve ızâmen : ve kemik
-
23-Mü'minûn 35
enne-kum : mutlaka siz, sizin olacağınız
-
23-Mü'minûn 35
muhracûne : çıkarılacaksınız
-
23-Mü'minûn 36
heyhâte : heyhat, yazık
-
23-Mü'minûn 36
heyhâte : heyhat, yazık
-
23-Mü'minûn 36
tûadûne : siz vaadediliyorsunuz
-
23-Mü'minûn 37
in hiye : o sadece
-
23-Mü'minûn 37
hayâtuned dunyâ : dünya hayatımız
-
23-Mü'minûn 37
nemûtu : ölürüz
-
23-Mü'minûn 37
ve nahyâ : ve yaşarız
-
23-Mü'minûn 37
ve mâ nahnu : ve biz değiliz
-
23-Mü'minûn 37
bi meb'ûsîne : beas edilenler, yeniden diriltilenler
-
23-Mü'minûn 38
in huve : o ancak
-
23-Mü'minûn 38
raculunifterâ (raculun ifterâ) : iftira eden bir adam
-
23-Mü'minûn 38
keziben : yalan söyleyerek, yalanla
-
23-Mü'minûn 38
ve mâ nahnu : ve biz değiliz
-
23-Mü'minûn 38
lehu : ona
-
23-Mü'minûn 38
bi mu'minîne : inananlar
-
23-Mü'minûn 39
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 39
kezzebû-ni : beni yalanladılar
-
23-Mü'minûn 40
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 40
le yusbihunne : mutlaka olacaklar
-
23-Mü'minûn 40
nâdimîne : nadim olanlar, pişman olanlar
-
23-Mü'minûn 41
fe ehazet-hum : Böylece onları aldı (yakaladı)
-
23-Mü'minûn 41
es sayhatu : bir sayha (çok büyük bir ses dalgası)
-
23-Mü'minûn 41
bi el hakkı : hak ile
-
23-Mü'minûn 41
fe cealnâ-hum : o zaman onları kıldık
-
23-Mü'minûn 41
gusâen : zerreler halinde
-
23-Mü'minûn 41
fe bu'den : artık uzak olsun
-
23-Mü'minûn 41
li el kavmi ez zâlimîne : zalim kavimden
-
23-Mü'minûn 42
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 42
enşe'nâ : biz inşa ettik, yarattık
-
23-Mü'minûn 42
kurûnen : nesiller
-
23-Mü'minûn 42
âharîne : diğerleri, başkaları
-
23-Mü'minûn 43
mâ tesbiku : öne geçmez, erkene alamaz
-
23-Mü'minûn 43
min ummetin : (ümmetlerden) bir ümmet
-
23-Mü'minûn 43
ecele-hâ : onun eceli, onun süresi
-
23-Mü'minûn 43
ve mâ yeste'hırûne : ve ertelemez, erteleyemez, tehir edemez
-
23-Mü'minûn 44
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 44
ersel-nâ : biz gönderdik
-
23-Mü'minûn 44
rusule-nâ : resûllerimiz
-
23-Mü'minûn 44
tetrâ : birbirinin arkasından, ardından, ardarda
-
23-Mü'minûn 44
kullemâ : her defasında
-
23-Mü'minûn 44
câe : geldi
-
23-Mü'minûn 44
ummeten : ümmet
-
23-Mü'minûn 44
resûlu-hâ : onun (kendi) resûlü
-
23-Mü'minûn 44
kezzebû-hu : onu yalanladılar
-
23-Mü'minûn 44
fe : artık, böylece, bundan sonra
-
23-Mü'minûn 44
etbâ'nâ : biz tâbî kıldık, takip ettirdik
-
23-Mü'minûn 44
ve cealnâ-hum : ve onları kıldık
-
23-Mü'minûn 44
ehâdîse : efsane, nakledilen olaylar
-
23-Mü'minûn 44
fe : artık, böylece
-
23-Mü'minûn 44
bu'den : uzak olsun
-
23-Mü'minûn 44
lâ yu'minûne : mü'min olmayanlar
-
23-Mü'minûn 45
summe : sonra
-
23-Mü'minûn 45
erselnâ : biz gönderdik
-
23-Mü'minûn 45
ve ehâ-hu : ve onun kardeşi
-
23-Mü'minûn 45
hârûne : Harun
-
23-Mü'minûn 45
ve sultânin : ve bir delil
-
23-Mü'minûn 46
ilâ fir'avne : firavuna
-
23-Mü'minûn 46
ve melei-hî : ve onun ileri gelenleri, halk
-
23-Mü'minûn 46
festekberû (fe istekberû) : böylece, fakat büyüklendiler
-
23-Mü'minûn 46
ve kânû : ve oldular
-
23-Mü'minûn 46
kavmen : bir kavim
-
23-Mü'minûn 46
âlîne : âlîn olanlar, üstün gelmeye çalışanlar
-
23-Mü'minûn 47
fe : artık, böylece, sonra
-
23-Mü'minûn 47
e nu'minu : inanalım mı
-
23-Mü'minûn 47
li beşereyni : iki beşere
-
23-Mü'minûn 47
ve kavmu-humâ : ve ikisinin kavmi
-
23-Mü'minûn 47
lenâ : bize
-
23-Mü'minûn 47
âbidûne : kul olanlar
-
23-Mü'minûn 48
fe : artık, böylece
-
23-Mü'minûn 48
kezzebû-humâ : ikisini yalanladılar
-
23-Mü'minûn 48
fe : artık, böylece
-
23-Mü'minûn 48
min-el muhlekîne : helâk edilenlerden
-
23-Mü'minûn 49
ve lekad : ve andolsun
-
23-Mü'minûn 49
âteynâ : biz verdik
-
23-Mü'minûn 49
el kitâbe : kitap
-
23-Mü'minûn 49
lealle-hum : umulur ki böylece onlar
-
23-Mü'minûn 49
yehtedûne : hidayete ererler
-
23-Mü'minûn 50
ve cealnebne (cealnâ ibne) : ve oğlunu kıldık
-
23-Mü'minûn 50
meryeme : Meryem
-
23-Mü'minûn 50
ve umme-hu : ve onun annesini
-
23-Mü'minûn 50
âyeten : âyet
-
23-Mü'minûn 50
ve âveynâ-humâ : ve ikisini barındırdık, yerleştirdik
-
23-Mü'minûn 50
ilâ rabvetin : yüksek bir tepeye
-
23-Mü'minûn 50
ve maînin : ve akan su
-
23-Mü'minûn 51
yâ eyyuhâ er rusulu : ey resûller
-
23-Mü'minûn 51
min et tayyibâti : tayyib olanlardan (temiz, helâl ni'metlerden)
-
23-Mü'minûn 51
va'melû (ve a'melû) : amel yapınız
-
23-Mü'minûn 51
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
23-Mü'minûn 52
ve inne : ve muhakkak
-
23-Mü'minûn 52
ummetu-kum : sizin ümmetiniz
-
23-Mü'minûn 52
ummeten : bir ümmet
-
23-Mü'minûn 52
vâhıdeten : tek, bir tek
-
23-Mü'minûn 52
ve ene : ve ben
-
23-Mü'minûn 52
fettekûni (fe ittekû-ni) : artık bana karşı takva sahibi olun
-
23-Mü'minûn 53
fe : artık, böylece, fakat
-
23-Mü'minûn 53
tekattaû : parçaladılar, ayırıp böldüler
-
23-Mü'minûn 53
emre-hum : onların emirleri, emirlerini
-
23-Mü'minûn 53
beyne-hum : aralarında
-
23-Mü'minûn 53
ledey-him : onların yanında, kendi yanlarında
-
23-Mü'minûn 53
ferihûne : ferahlananlar
-
23-Mü'minûn 54
fe : artık, böylece
-
23-Mü'minûn 54
zer-hum : onları bırak, terket
-
23-Mü'minûn 55
e yahsebûne : onlar mı sanıyorlar
-
23-Mü'minûn 55
ennemâ : ancak, sadece, olduğunu
-
23-Mü'minûn 55
ve benîne : ve oğullar
-
23-Mü'minûn 56
lehum : onlar için, onlara
-
23-Mü'minûn 56
fî el hayrâti : hayırlarda
-
23-Mü'minûn 56
bel : bilâkis, hayır
-
23-Mü'minûn 56
lâ yeş'urûne : şuurunda (bilincinde), farkında değiller
-
23-Mü'minûn 57
innellezîne (inne ellezîne) : muhakkak o kimseler
-
23-Mü'minûn 57
min haşyeti : haşyetlnden
-
23-Mü'minûn 57
muşfikûne : çekinenler, korkanlar
-
23-Mü'minûn 58
vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 58
yu'minûne : îmân ederler
-
23-Mü'minûn 59
vellezîne (ve ellezîne) : o kimseler, onlar
-
23-Mü'minûn 59
lâ yuşrikûne : ortak koşmazlar şirk koşmazlar
-
23-Mü'minûn 60
ve ellezîne : ve o kimseler
-
23-Mü'minûn 60
yu'tûne : verirler
-
23-Mü'minûn 60
mâ âtev : verecekleri şey
-
23-Mü'minûn 60
ve kulûbu-hum : ve onların kalpleri
-
23-Mü'minûn 60
veciletun : titreyerek
-
23-Mü'minûn 60
enne-hum : muhakkak ki onlar, onlar ..... olduğundan
-
23-Mü'minûn 60
râciûne : dönenler, rücu edenler
-
23-Mü'minûn 61
ulâike : işte onlar
-
23-Mü'minûn 61
yusâriûne : yarışırlar
-
23-Mü'minûn 61
fî el hayrâti : hayırlarda
-
23-Mü'minûn 61
ve hum : ve onlar
-
23-Mü'minûn 61
lehâ : onun, onda
-
23-Mü'minûn 61
sâbikûne : öne geçenlerdir
-
23-Mü'minûn 62
ve lâ nukellifu : ve mükellef tutmayız
-
23-Mü'minûn 62
nefsen : nefs, kişi, kimse
-
23-Mü'minûn 62
ve ledeynâ : ve katımızda, yanımızda, nezdimizde
-
23-Mü'minûn 62
bi el hakkı : hakkı
-
23-Mü'minûn 62
ve hum : ve onlar
-
23-Mü'minûn 62
lâ yuzlemûne : zulmedilmez
-
23-Mü'minûn 63
bel : bilâkis, hayır
-
23-Mü'minûn 63
ve lehum : ve onların (vardır)
-
23-Mü'minûn 63
min dûni zâlike : bundan başka
-
23-Mü'minûn 63
lehâ : onun
-
23-Mü'minûn 63
âmilûne : amel edenler, yapanlar
-
23-Mü'minûn 64
ehaznâ : biz aldık
-
23-Mü'minûn 64
bi el âzâbi : azap ile
-
23-Mü'minûn 64
yec'erûne : yalvarıp bağırarak yardım isterler
-
23-Mü'minûn 65
lâ tec'erû : yalvarıp bağırarak yardım istemeyin
-
23-Mü'minûn 65
el yevme : o gün
-
23-Mü'minûn 65
inne-kum : muhakkak siz
-
23-Mü'minûn 65
lâ tunsarûne : yardım edilmezsiniz, size yardım edilmez
-
23-Mü'minûn 66
kânet : idi, oldu
-
23-Mü'minûn 66
aleykum : size
-
23-Mü'minûn 66
fe : o zaman
-
23-Mü'minûn 66
tenkisûne : dönüp kaçıyorsunuz
-
23-Mü'minûn 67
mustekbirîne : kibirlenenler
-
23-Mü'minûn 67
tehcurûne : ayrılıyordunuz, saçma sapan konuşuyordunuz
-
23-Mü'minûn 68
e fe lem yeddebberû : hâlâ düşünmüyorlar mı, düşünmediler mi
-
23-Mü'minûn 68
el kavle : söz
-
23-Mü'minûn 68
em : yoksa, veya
-
23-Mü'minûn 68
câe-hum : onlara geldi
-
23-Mü'minûn 68
lem ye'ti : gelmeyen
-
23-Mü'minûn 68
âbâe-hum : onların babaları, ataları
-
23-Mü'minûn 68
el evvelîne : önceki, evvelki
-
23-Mü'minûn 69
em : yoksa, veya
-
23-Mü'minûn 69
lem ya'rifû : tanımıyorlar, tanımadılar
-
23-Mü'minûn 69
resûle-hum : onların resûlü
-
23-Mü'minûn 69
fe : o zaman
-
23-Mü'minûn 69
lehu : onu
-
23-Mü'minûn 69
munkirûne : inkâr edenler
-
23-Mü'minûn 70
em : yoksa, veya
-
23-Mü'minûn 70
yekûlûne : diyorlar, söylüyorlar
-
23-Mü'minûn 70
cinnetun : bir delilik
-
23-Mü'minûn 70
bel : hayır
-
23-Mü'minûn 70
câe-hum : onlara geldi
-
23-Mü'minûn 70
bi el hakkı : hak ile
-
23-Mü'minûn 70
ve ekseru-hum : ve onların çoğu
-
23-Mü'minûn 70
li el hakkı : hakkı
-
23-Mü'minûn 70
kârihûne : kerih görenler
-
23-Mü'minûn 71
ve lev ittebea : ve uysaydı, tâbî olsaydı
-
23-Mü'minûn 71
el hakku : Hakk
-
23-Mü'minûn 71
ehvâe-hum : onların hevaları
-
23-Mü'minûn 71
le fesedeti : mutlaka fesada uğrardı
-
23-Mü'minûn 71
es semâvâtu : semalar
-
23-Mü'minûn 71
vel ardu : ve arz, yeryüzü
-
23-Mü'minûn 71
ve men fî hinne : ve onların içinde olanlar
-
23-Mü'minûn 71
bel : hayır
-
23-Mü'minûn 71
eteynâ-hum : onlara getirdik
-
23-Mü'minûn 71
fe : o zaman, fakat
-
23-Mü'minûn 71
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
23-Mü'minûn 72
em : yoksa, veya
-
23-Mü'minûn 72
tes'elu-hum : onlardan istiyorsun
-
23-Mü'minûn 72
harcen : bir harc, bir ücret
-
23-Mü'minûn 72
fe : o zaman
-
23-Mü'minûn 72
rabbi-ke : senin Rabbin
-
23-Mü'minûn 72
ve huve : ve o
-
23-Mü'minûn 72
er râzikîne : rızık verenler, rızıklandıranlar
-
23-Mü'minûn 73
ve inne-ke : ve muhakkak sen
-
23-Mü'minûn 73
le ted'û-hum : mutlaka onları davet ediyorsun
-
23-Mü'minûn 74
ve inne ellezîne : ve muhakkak o kimseler
-
23-Mü'minûn 74
lâ yu'minûne : inanmazlar
-
23-Mü'minûn 74
bi el âhıreti : ahirete (Allah'a hayatta iken ulaşmaya)
-
23-Mü'minûn 74
ani es sırâtı : yoldan
-
23-Mü'minûn 74
le nâkibûne : mutlaka sapanlar (dalâlette olanlar)
-
23-Mü'minûn 75
ve lev : ve eğer
-
23-Mü'minûn 75
ve keşefnâ : ve biz giderdik
-
23-Mü'minûn 75
le : mutlaka, elbette
-
23-Mü'minûn 75
leccû : ısrar ettiler, devam ettiler
-
23-Mü'minûn 75
ya'mehûne : bocalıyorlar, şaşkın şaşkın dolaşıyorlar
-
23-Mü'minûn 76
ve lekad : ve andolsun
-
23-Mü'minûn 76
ehaznâ-hum : biz onları yakaladık
-
23-Mü'minûn 76
bi el azâbi : azap ile
-
23-Mü'minûn 76
fe : o zaman, fakat
-
23-Mü'minûn 76
mestekânû (mâ istekânû) : boyun eğmediler
-
23-Mü'minûn 76
ve mâ yetedarreûne : ve yalvarıp dua etmiyorlar
-
23-Mü'minûn 77
izâ fetahnâ : açtığımız zaman
-
23-Mü'minûn 77
aleyhim : onlara
-
23-Mü'minûn 77
bâben : kapı
-
23-Mü'minûn 77
şedîdin : şiddetli
-
23-Mü'minûn 77
mublisûne : ümitsizliğe düşenler, umutlarını kaybedenler
-
23-Mü'minûn 78
ve huve : ve o
-
23-Mü'minûn 78
ellezî : ki o
-
23-Mü'minûn 78
enşee : inşa etti, yarattı
-
23-Mü'minûn 78
lekum : sizin için
-
23-Mü'minûn 78
es sem'a : işitme hassası
-
23-Mü'minûn 78
ve el ebsâra : ve görme hassası
-
23-Mü'minûn 78
ve el ef'idete : ve fuad hassaları
-
23-Mü'minûn 78
kalîlen mâ : ne kadar az
-
23-Mü'minûn 78
teşkurûne : şükrediyorsunuz
-
23-Mü'minûn 79
ve huve : ve o
-
23-Mü'minûn 79
ellezî : ki o
-
23-Mü'minûn 79
zeree-kum : sizi yaratıp çoğalttı, yaydı
-
23-Mü'minûn 79
fî el ardı : arzda, yeryüzünde
-
23-Mü'minûn 79
ve ileyhi : ve ona
-
23-Mü'minûn 79
tuhşerûne : haşrolunacaksınız
-
23-Mü'minûn 80
ve huve : ve o
-
23-Mü'minûn 80
ellezî : ki o
-
23-Mü'minûn 80
ve yumîtu : ve öldürür
-
23-Mü'minûn 80
ve lehuhtilâfu (lehu ihtilâfu) : ve ihtilâf, karşılıklı dönüşüm ona ait
-
23-Mü'minûn 80
el leyli : gece
-
23-Mü'minûn 80
ve en nehâri : ve gündüz
-
23-Mü'minûn 80
e : mı
-
23-Mü'minûn 80
fe : hâlâ
-
23-Mü'minûn 80
lâ ta'kılûne : akıl etmiyorsunuz
-
23-Mü'minûn 81
bel : hayır
-
23-Mü'minûn 81
misle : misli, aynısı, benzeri
-
23-Mü'minûn 81
mâ kâle : dedikleri şeyler, söyledikleri
-
23-Mü'minûn 81
el evvelûne : evvelkiler
-
23-Mü'minûn 82
e izâ mitnâ : öldüğümüz zaman mı
-
23-Mü'minûn 82
ve kunnâ : ve biz olduk
-
23-Mü'minûn 82
turâben : toprak
-
23-Mü'minûn 82
ve izâmen : ve kemik
-
23-Mü'minûn 82
e : mı
-
23-Mü'minûn 82
le meb'ûsûne : mutlaka beas edilenler, yeniden diriltilenler
-
23-Mü'minûn 83
lekad : andolsun
-
23-Mü'minûn 83
ve âbâu-nâ : ve babalarımız
-
23-Mü'minûn 83
esâtîru : efsaneler
-
23-Mü'minûn 83
el evvelîne : evvelkiler
-
23-Mü'minûn 84
li men : kimin
-
23-Mü'minûn 84
el ardu : arz, yeryüzü
-
23-Mü'minûn 84
ve men : ve kimseler
-
23-Mü'minûn 84
ta'lemûne : siz biliyorsunuz
-
23-Mü'minûn 85
se-yekûlûne : diyecekler
-
23-Mü'minûn 85
e : mı
-
23-Mü'minûn 85
fe lâ tezekkerûne : hâlâ tezekkür etmezsiniz
-
23-Mü'minûn 86
men : kim
-
23-Mü'minûn 86
es semâvâti : semalar
-
23-Mü'minûn 86
es seb'ı : yedi (7)
-
23-Mü'minûn 86
ve rabbu : ve Rabbi
-
23-Mü'minûn 86
el arşi : arş
-
23-Mü'minûn 86
el azîmi : büyük
-
23-Mü'minûn 87
se-yekûlûne : diyecekler
-
23-Mü'minûn 87
e : mı
-
23-Mü'minûn 87
fe lâ tettekûne : hâlâ takva sahibi olmayacaksınız
-
23-Mü'minûn 88
men : kim
-
23-Mü'minûn 88
bi yedi-hi : onun elinde
-
23-Mü'minûn 88
melekûtu : mülk, yönetim, idare
-
23-Mü'minûn 88
kulli şey'in : herşey
-
23-Mü'minûn 88
ve huve : ve o
-
23-Mü'minûn 88
ve lâ yucâru : ve korunmaz, korunmaya ihtiyacı olmaz
-
23-Mü'minûn 88
aleyhi : onun üzerine, ona
-
23-Mü'minûn 88
ta'lemûne : siz biliyorsunuz
-
23-Mü'minûn 89
se-yekûlûne : diyecekler
-
23-Mü'minûn 89
fe : o zaman, öyleyse
-
23-Mü'minûn 89
ennâ : nasıl
-
23-Mü'minûn 89
tusharûne : aldatılıyorsunuz, büyüleniyorsunuz
-
23-Mü'minûn 90
bel : hayır, bilâkis
-
23-Mü'minûn 90
eteynâ-hum : biz onlara getirdik
-
23-Mü'minûn 90
bi el hakkı : hakkı
-
23-Mü'minûn 90
ve inne-hum : ve muhakkak onlar
-
23-Mü'minûn 90
le : elbette, gerekten, mutlaka
-
23-Mü'minûn 90
kâzibûne : tekzip edenler, yalanlayanlar
-
23-Mü'minûn 91
mettehazallâhu : Allah edinmemiştir
-
23-Mü'minûn 91
min veledin : bir çocuk
-
23-Mü'minûn 91
ve mâ kâne : ve olmamıştır, yoktur
-
23-Mü'minûn 91
mea-hu : onunla beraber
-
23-Mü'minûn 91
izen : öyle olsaydı, o taktirde
-
23-Mü'minûn 91
le : mutlaka
-
23-Mü'minûn 91
zehebe : gitti, giderdi
-
23-Mü'minûn 91
ve le : ve mutlaka
-
23-Mü'minûn 91
subhâne allâhi : Allah Sübhan'dır, münezzehtir
-
23-Mü'minûn 91
yasıfûne : vasıflandırıyorlar
-
23-Mü'minûn 92
el gaybi : gayb, görünmeyen
-
23-Mü'minûn 92
ve eş şehâdeti : ve görülen
-
23-Mü'minûn 92
fe teâlâ : işte o çok yüce
-
23-Mü'minûn 92
yuşrikûne : şirk koşuyorlar
-
23-Mü'minûn 93
turiyen-nî : bana göstereceksin
-
23-Mü'minûn 93
yûadûne : vaadolunuyor
-
23-Mü'minûn 94
fe : o zaman, öyleyse
-
23-Mü'minûn 94
lâ tec'al-nî : beni kılma
-
23-Mü'minûn 94
el kavmi ez zâlimîne : zalimler kavmi
-
23-Mü'minûn 95
ve innâ : ve muhakkak biz
-
23-Mü'minûn 95
en nuriye-ke : sana bizim göstermemiz
-
23-Mü'minûn 95
neidu-hum : onlara vaadediyoruz
-
23-Mü'minûn 95
le : mutlaka, elbette
-
23-Mü'minûn 95
kâdirûne : kaadir olanlar
-
23-Mü'minûn 96
billetî (bi elletî) : ki onunla
-
23-Mü'minûn 96
hiye : o
-
23-Mü'minûn 96
ahsen : en güzel
-
23-Mü'minûn 96
es seyyiete : seyyiat, kötülük
-
23-Mü'minûn 96
a'lemu : en iyi bilen
-
23-Mü'minûn 96
yasıfûne : vasıflandırıyorlar
-
23-Mü'minûn 97
ve kul : ve de, söyle
-
23-Mü'minûn 97
eûzu : ben sığınırım
-
23-Mü'minûn 97
bi-ke : sana
-
23-Mü'minûn 97
min hemezâti : kışkırtmalarından (vesveselerinden)
-
23-Mü'minûn 97
eş şeyâtîni : şeytanlar
-
23-Mü'minûn 98
ve eûzu : ve ben sığınırım
-
23-Mü'minûn 98
bi-ke : sana
-
23-Mü'minûn 98
en yahdurû-ni : benim yanımda hazır bulunmaları
-
23-Mü'minûn 99
câe : geldi
-
23-Mü'minûn 99
ehade-hum : onlardan biri
-
23-Mü'minûn 99
el mevtu : ölüm
-
23-Mü'minûn 99
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 100
leal-lî : böylece ben
-
23-Mü'minûn 100
a'melu sâlihan : salih amel (nefsi tezkiye edici amel) yaparım
-
23-Mü'minûn 100
terektu : bıraktım, terkettim
-
23-Mü'minûn 100
kellâ : hayır, asla
-
23-Mü'minûn 100
innehâ : muhakkak o
-
23-Mü'minûn 100
kelimetun : bir kelimedir, sözdür
-
23-Mü'minûn 100
huve : o
-
23-Mü'minûn 100
ve min verâi-him : ve onların arkalarından
-
23-Mü'minûn 100
berzahun : bir berzah vardır
-
23-Mü'minûn 100
ilâ yevmi : güne kadar
-
23-Mü'minûn 100
yub'asûne : beas olunacaklar, yeniden diriltilecekler
-
23-Mü'minûn 101
fe izâ : o zaman
-
23-Mü'minûn 101
fî es sûri : sur'un içine, sur'a
-
23-Mü'minûn 101
fe : artık
-
23-Mü'minûn 101
lâ ensâbe : neseb, soy bağı yoktur
-
23-Mü'minûn 101
beyne-hum : onların aralarında
-
23-Mü'minûn 101
yevme izin : izin günü
-
23-Mü'minûn 101
ve lâ yetesâelûne : ve birbirlerini sormazlar, sorulmazlar
-
23-Mü'minûn 102
fe : o zaman
-
23-Mü'minûn 102
men : kim
-
23-Mü'minûn 102
sekulet : ağır geldi
-
23-Mü'minûn 102
mevâzînu-hu : onun mizanı, tartıları
-
23-Mü'minûn 102
fe : o zaman
-
23-Mü'minûn 102
ulâike : işte onlar
-
23-Mü'minûn 102
el muflihûne : felâha, kurtuluşa erenlerdir
-
23-Mü'minûn 103
ve men : ve kim
-
23-Mü'minûn 103
haffet : hafif geldi
-
23-Mü'minûn 103
mevâzînu-hu : onun mizanı, tartıları
-
23-Mü'minûn 103
fe : o zaman
-
23-Mü'minûn 103
ulâike : işte onlar
-
23-Mü'minûn 103
ellezîne : o kimseler, onlar ki
-
23-Mü'minûn 103
enfuse-hum : onların nefsleri
-
23-Mü'minûn 103
fî cehenneme : cehennemin içinde, cehennemde
-
23-Mü'minûn 103
hâlidûne : ebediyyen kalacak olanlar
-
23-Mü'minûn 104
telfehu : (ateş yüzünü) yalar, çarpar
-
23-Mü'minûn 104
vucûhe-hum : onların yüzleri
-
23-Mü'minûn 104
en nâru : ateş
-
23-Mü'minûn 104
ve hum : ve onlar
-
23-Mü'minûn 104
kâlihûne : (ızdıraptan) yüzleri ekşimiş asık olanlardır
-
23-Mü'minûn 105
e : mı
-
23-Mü'minûn 105
lem tekun : olmadı
-
23-Mü'minûn 105
aleykum : size
-
23-Mü'minûn 105
fe : böylece, öyleyse
-
23-Mü'minûn 105
tukezzibûne : yalanlıyorsunuz
-
23-Mü'minûn 106
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
23-Mü'minûn 106
galebet : üstün geldi
-
23-Mü'minûn 106
aleynâ : bize
-
23-Mü'minûn 106
şıkvetu-nâ : şâkîliğimiz, azgınlığımız
-
23-Mü'minûn 106
ve kunnâ : ve biz olduk
-
23-Mü'minûn 106
kavmen : kavim
-
23-Mü'minûn 106
dâllîne : dalâlette olanlar
-
23-Mü'minûn 107
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
23-Mü'minûn 107
fe : artık, böylece, bundan sonra
-
23-Mü'minûn 107
fe : böylece, o zaman
-
23-Mü'minûn 107
zâlimûne : zalimler
-
23-Mü'minûn 108
kâlahseû (kâle ıhseû) : (orada) kalın dedi
-
23-Mü'minûn 108
ve lâ tukellimû-ni : ve benimle konuşmayın, bana söylemeyin
-
23-Mü'minûn 109
inne-hu : muhakkak ki o, gerçekten o
-
23-Mü'minûn 109
kâne : oldu
-
23-Mü'minûn 109
ferîkun : topluluk, grup
-
23-Mü'minûn 109
yekûlûne : derler
-
23-Mü'minûn 109
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
23-Mü'minûn 109
âmennâ : îmân ettik, âmenû olduk
-
23-Mü'minûn 109
fagfir (fe ığfir) : artık mağfiret et
-
23-Mü'minûn 109
lenâ : bizi
-
23-Mü'minûn 109
verhamnâ (ve ırham-na) : ve bize rahmet et,
-
23-Mü'minûn 109
ve ente : ve sen
-
23-Mü'minûn 109
er râhımîne : rahîm olanlar
-
23-Mü'minûn 110
fettehaztumû-hum : böylece onları edindiniz
-
23-Mü'minûn 110
sıhriyyen : alay konusu
-
23-Mü'minûn 110
ensev-kum : size unutturdu
-
23-Mü'minûn 110
ve kuntum : ve siz oldunuz
-
23-Mü'minûn 110
tadhakûne \n(dahıke) : gülüyorsunuz \n: (güldü)
-
23-Mü'minûn 111
cezeytu-hum : onların mükâfatları, karşılığı
-
23-Mü'minûn 111
el yevme : bugün
-
23-Mü'minûn 111
saberû : sabrettiler
-
23-Mü'minûn 111
enne-hum : muhakkak ki onlar
-
23-Mü'minûn 111
el fâizûne : kurtuluşa erenler
-
23-Mü'minûn 112
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 112
kem : kaç
-
23-Mü'minûn 112
lebistum : kaldınız
-
23-Mü'minûn 112
fî el ardı : arzda, yeryüzünde
-
23-Mü'minûn 112
adede : adet, sayı
-
23-Mü'minûn 112
sinîne : seneler, yıllar
-
23-Mü'minûn 113
lebisnâ : biz kaldık
-
23-Mü'minûn 113
yevmen : gün
-
23-Mü'minûn 113
ev : veya
-
23-Mü'minûn 113
ba'da yevmin : günün bir kısmı
-
23-Mü'minûn 113
fes'eli (fe is'el) : öyleyse, o zaman sor
-
23-Mü'minûn 113
el âddîne : sayan kimseler, sayanlar
-
23-Mü'minûn 114
kâle : dedi
-
23-Mü'minûn 114
lebistum : siz kaldınız
-
23-Mü'minûn 114
kalîlen : az
-
23-Mü'minûn 114
lev : eğer, şâyet
-
23-Mü'minûn 114
enne-kum : gerçekten siz
-
23-Mü'minûn 114
ta'lemûne : siz biliyorsunuz
-
23-Mü'minûn 115
e : mı
-
23-Mü'minûn 115
fe : öyleyse, artık
-
23-Mü'minûn 115
ennemâ : olduğunu
-
23-Mü'minûn 115
abesen : abes olarak, boş yere
-
23-Mü'minûn 115
ve enne-kum : ve muhakkak siz
-
23-Mü'minûn 115
ileynâ : bize
-
23-Mü'minûn 115
lâ turceûne : döndürülmeyecek
-
23-Mü'minûn 116
fe : öyleyse, artık
-
23-Mü'minûn 116
teâlallâhu (teâle allâhu) : Allah çok yücedir
-
23-Mü'minûn 116
el meliku : melik, hükümdar
-
23-Mü'minûn 116
el hakku : Hakk
-
23-Mü'minûn 116
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
23-Mü'minûn 116
huve : o
-
23-Mü'minûn 116
el arşi : arş
-
23-Mü'minûn 116
el kerîmi : kerim
-
23-Mü'minûn 117
ve men : ve kim
-
23-Mü'minûn 117
yed'u : dua eder
-
23-Mü'minûn 117
maallâhi (mae allâhi) : Allah ile beraber
-
23-Mü'minûn 117
ilâhen : ilâh
-
23-Mü'minûn 117
âhare : diğer, başka
-
23-Mü'minûn 117
burhâne : kanıt, delil
-
23-Mü'minûn 117
lehu : onun
-
23-Mü'minûn 117
fe : artık
-
23-Mü'minûn 117
innemâ : ancak, sadece
-
23-Mü'minûn 117
inde : katında
-
23-Mü'minûn 117
inne-hu : muhakkak o
-
23-Mü'minûn 117
el kâfirûne : kâfirler
-
23-Mü'minûn 118
ve kul : ve de
-
23-Mü'minûn 118
verham : ve rahmet et (rahîm esmanla tecelli et)
-
23-Mü'minûn 118
ve ente : ve sen
-
23-Mü'minûn 118
er râhımîne : rahîm olanlar
-
24-Nûr 1
enzelnâ-hâ : onu biz indirdik
-
24-Nûr 1
ve faradnâ-hâ : ve onu biz farz kıldık
-
24-Nûr 1
ve enzelnâ : ve biz indirdik
-
24-Nûr 1
beyyinâtin : apaçık, delillerle açıklanmış
-
24-Nûr 1
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
24-Nûr 1
tezekkerûne : tezekkür edersiniz
-
24-Nûr 2
ez zâniyetu : zina yapan kadın
-
24-Nûr 2
ve ez zânî : ve zina yapan erkek
-
24-Nûr 2
feclidû (fe iclidû) : o zaman, o takdirde vurun
-
24-Nûr 2
kulle vâhıdin : herbiri
-
24-Nûr 2
miete : yüz (100)
-
24-Nûr 2
celdetin : yalnız cilde tesir edecek şekilde vurulan sopa
-
24-Nûr 2
ve lâ te'huz-kum : ve sizi almasın, tutmasın, mani olmasın
-
24-Nûr 2
ra'fetun : şefkat, merhamet
-
24-Nûr 2
tu'minûne : siz îmân ediyorsunuz, inanıyorsunuz
-
24-Nûr 2
ve el yevmi el âhırı : ve ahir gün, ahiret günü
-
24-Nûr 2
ve li yeşhed : ve şahit olsun
-
24-Nûr 2
azâbe-humâ : ikisinin azabı
-
24-Nûr 2
tâifetun : bir taife, bir grup
-
24-Nûr 2
min el mu'minîne : mü'minlerden
-
24-Nûr 3
ez zânî : zina yapan erkek
-
24-Nûr 3
lâ yenkihu : nikâh yapmaz, nikâhlayamaz
-
24-Nûr 3
zâniyeten : zina yapan kadın
-
24-Nûr 3
ev : veya
-
24-Nûr 3
muşriketen : müşrik olan kadın
-
24-Nûr 3
ve ez zâniyetu : ve zina yapan kadın
-
24-Nûr 3
lâ yenkihu-hâ : onu nikâhlayamaz
-
24-Nûr 3
ev : veya
-
24-Nûr 3
ve hurrime : ve haram kılındı
-
24-Nûr 3
zâlike : bu
-
24-Nûr 3
el mu'minîne : mü'minler
-
24-Nûr 4
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
24-Nûr 4
yermûne : atarlar
-
24-Nûr 4
el muhsanâti : iffetli, namuslu kadınlar
-
24-Nûr 4
summe : sonra
-
24-Nûr 4
lem ye'tû bi : getirmezler
-
24-Nûr 4
erbeati : dört
-
24-Nûr 4
şuhedâe : şahitler
-
24-Nûr 4
feclidûhum (fe iclidû-hum) : o zaman, o taktirde onlara celde vurun
-
24-Nûr 4
semânîne : seksen (80)
-
24-Nûr 4
celdeten : yalnız cilde tesir edecek şekilde vurulan sopa
-
24-Nûr 4
ve lâ takbelû : ve kabul etmeyin
-
24-Nûr 4
lehum : onların
-
24-Nûr 4
şehâdeten : şahitlik
-
24-Nûr 4
ebeden : ebediyyen
-
24-Nûr 4
ve ulâike : ve işte onlar
-
24-Nûr 4
el fâsikûne : fasık olanlar, fasıklar
-
24-Nûr 5
illâ ellezîne : o kimseler hariç
-
24-Nûr 5
min ba'di zâlike : bundan sonra
-
24-Nûr 5
ve aslehû : ve ıslâh oldular
-
24-Nûr 5
fe : o zaman, o taktirde
-
24-Nûr 5
innallâhe : muhakkak ki Allah
-
24-Nûr 6
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
24-Nûr 6
yermûne : atarlar
-
24-Nûr 6
ezvâce-hum : onların eşleri
-
24-Nûr 6
ve lem yekun : ve olmadı, yoktur
-
24-Nûr 6
lehum : onların
-
24-Nûr 6
şuhedâu : şahitler
-
24-Nûr 6
enfusu-hum : onların kendileri
-
24-Nûr 6
fe : o zaman
-
24-Nûr 6
şehâdetu : şahitlik
-
24-Nûr 6
ehadi-him : onlardan biri, herbiri
-
24-Nûr 6
erbeû : dört
-
24-Nûr 6
şehâdâtin : şahitlikler
-
24-Nûr 6
innehû : muhakkak ki o
-
24-Nûr 6
le : muhakkak, mutlaka
-
24-Nûr 6
min es sâdıkîne : sadıklardan, doğru sözlülerden
-
24-Nûr 7
ve el hâmisetu : ve beşinci
-
24-Nûr 7
enne : olduğu
-
24-Nûr 7
la'nete allâhi : Allah'ın lâneti
-
24-Nûr 7
aleyhi : onun üzerine
-
24-Nûr 7
kâne : oldu
-
24-Nûr 7
min el kâzibîne : yalan söyleyenlerden
-
24-Nûr 8
ve yedraû : ve savar, kaldırır
-
24-Nûr 8
el azâbe : azap
-
24-Nûr 8
en teşhede : şahitlik etmesi
-
24-Nûr 8
erbea : dört
-
24-Nûr 8
şehâdâtin : şahitlikler
-
24-Nûr 8
innehu : muhakkak ki o
-
24-Nûr 8
le : muhakkak, mutlaka
-
24-Nûr 8
min el kâzibîne : yalan söyleyenlerden
-
24-Nûr 9
ve el hâmisete : ve beşinci
-
24-Nûr 9
enne : olduğu
-
24-Nûr 9
gadabe allâhi : Allah'ın gadabı, öfkesi, azabı
-
24-Nûr 9
aleyhâ : onun üzerine, kendi üzerine
-
24-Nûr 9
kâne : oldu
-
24-Nûr 9
min es sâdikîne : sadıklardan, doğru söyleyenlerden
-
24-Nûr 10
ve lev lâ : ve eğer olmasaydı
-
24-Nûr 10
aleykum : sizin üzerinize
-
24-Nûr 10
ve rahmetu-hu : ve onun rahmeti
-
24-Nûr 10
ve enne allâhe : ve muhakkak ki Allah
-
24-Nûr 10
tevvâbun : tövbeleri kabul eden
-
24-Nûr 11
innellezîne (inne ellezîne) : muhakkak o kimseler, onlar
-
24-Nûr 11
bi el ifki : ifk ile, uydurulmuş iftira ile
-
24-Nûr 11
usbetun : birbirine destek olan insanlar topluluğu, bir grup
-
24-Nûr 11
lâ tahsebû-hu : onu zannetmeyin
-
24-Nûr 11
şerren : bir şerr
-
24-Nûr 11
lekum : sizin için
-
24-Nûr 11
bel : hayır
-
24-Nûr 11
huve : o
-
24-Nûr 11
lekum : sizin için
-
24-Nûr 11
mektesebe (ma iktesebe) : kazandığı şey
-
24-Nûr 11
min el ismi : günahtan
-
24-Nûr 11
vellezî tevellâ (ve ellezî tevellâ) : ve çeviren, yöneten kimse
-
24-Nûr 11
kibre-hu : onun büyüğü
-
24-Nûr 11
lehu : onun için, ona vardır
-
24-Nûr 12
lev lâ : olmasaydı, olmaz mıydı, gerekmez miydi
-
24-Nûr 12
semi'tumû-hu : onu işittiniz
-
24-Nûr 12
zanne : zanda bulundu
-
24-Nûr 12
el mu'minûne : mü'min erkekler
-
24-Nûr 12
ve el mu'minâtu : ve mü'min kadınlar
-
24-Nûr 12
bi enfusi-him : kendi nefslerinde, kendi içlerinde
-
24-Nûr 12
ve kâlû : ve dediler
-
24-Nûr 13
lev lâ : olmasaydı, olmaz mıydı
-
24-Nûr 13
aleyhi : ona
-
24-Nûr 13
bi erbeati : dördü ile
-
24-Nûr 13
şuhedâe : şahitler
-
24-Nûr 13
fe : öyleyse
-
24-Nûr 13
lem ye'tû : getirmediler
-
24-Nûr 13
bi eş şuhedâi : şahitleri
-
24-Nûr 13
fe ulâike : o zaman işte onlar
-
24-Nûr 13
indallâhi (inde allâhi) : Allah'ın katında
-
24-Nûr 13
hum el kâzibûne : onlar yalancılar
-
24-Nûr 14
ve lev lâ : ve olmasaydı
-
24-Nûr 14
aleykum : sizin üzerinize
-
24-Nûr 14
ve rahmetu-hu : ve onun rahmeti
-
24-Nûr 14
fî ed dunyâ : dünyada
-
24-Nûr 14
ve el âhırati : ve ahiret
-
24-Nûr 14
le : mutlaka
-
24-Nûr 14
messe-kum : size dokundu
-
24-Nûr 14
efadtum : siz daldığınız
-
24-Nûr 15
telâkkavne-hu : onu telâkki ediyorsunuz, öğreniyorsunuz, soruyorsunuz
-
24-Nûr 15
bi elsineti-kum : dillerinizle
-
24-Nûr 15
ve tekûlûne : ve söylüyorsunuz
-
24-Nûr 15
bi efvâhi-kum : ağızlarınızla
-
24-Nûr 15
leyse : değil, yok
-
24-Nûr 15
lekum : sizin
-
24-Nûr 15
ve tahsebûne-hu : ve onu sanıyorsunuz
-
24-Nûr 15
heyyinen : kolay, basit, önemsiz
-
24-Nûr 15
ve huve : ve o
-
24-Nûr 15
indallâhi (inde allâhi) : Allah'ın katında
-
24-Nûr 16
ve lev lâ : ve olmasaydı, olmaz mıydı, olması gerekmez miydi
-
24-Nûr 16
semi'tumû-hu : onu işittiğiniz
-
24-Nûr 16
mâ yekûnu : olmaz
-
24-Nûr 16
lenâ : bize, bizim için
-
24-Nûr 16
en netekelleme : bizim söylememiz
-
24-Nûr 16
subhâne-ke : sen sübhansın
-
24-Nûr 17
yeızukumullâhu : Allah size vaazediyor, emrediyor
-
24-Nûr 17
en teûdû : sizin dönmeniz
-
24-Nûr 17
ebeden : ebediyyen
-
24-Nûr 17
mu'minîne : mü'minler
-
24-Nûr 18
ve yubeyyinullâhu : ve Allah beyan ediyor, açıklıyor
-
24-Nûr 18
lekum el âyâti : size âyetleri
-
24-Nûr 18
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 19
inne ellezîne : muhakkak o kimseler, onlar
-
24-Nûr 19
yuhıbbûne : severler
-
24-Nûr 19
en teşîa : yayılması
-
24-Nûr 19
el fâhışetu : fuhşiyat, kötülükler, fahişelik
-
24-Nûr 19
fî ellezîne : o kimseler içinde
-
24-Nûr 19
âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
24-Nûr 19
lehum : onların, onlar için vardır
-
24-Nûr 19
elîmun : elîm, acı
-
24-Nûr 19
fî ed dunyâ : dünyada
-
24-Nûr 19
ve el âhırati : ve ahirette
-
24-Nûr 19
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 19
ya'lemu : o bilir
-
24-Nûr 19
ve entum : ve siz
-
24-Nûr 19
lâ ta'lemûne : bilmiyorsunuz, bilmezsiniz
-
24-Nûr 20
ve lev lâ : ve olmasaydı
-
24-Nûr 20
aleykum : sizin üzerinize
-
24-Nûr 20
ve rahmetu-hu : ve onun rahmeti
-
24-Nûr 20
ve enne allâhe : ve muhakkak Allah
-
24-Nûr 21
yâ eyyuhâ ellezîne âmenû : ey âmenû olanlar
-
24-Nûr 21
lâ tettebiû : tâbî olmayın
-
24-Nûr 21
hutuvâti eş şeytâni : şeytanın adımları
-
24-Nûr 21
ve men yettebi' : ve kim tâbî olursa
-
24-Nûr 21
hutuvâti eş şeytâni : şeytanın adımları
-
24-Nûr 21
fe : o zaman, o taktirde
-
24-Nûr 21
inne-hu : muhakkak o, çünkü o
-
24-Nûr 21
ye'muru : emreder
-
24-Nûr 21
bi el fahşâi : fuhuş ile, her çeşit kötülük ile
-
24-Nûr 21
ve el munkeri : ve münker, inkâr, Allah'ın yasak ettikleri
-
24-Nûr 21
ve lev lâ : ve eğer olmasa
-
24-Nûr 21
aleykum : sizin üzerinize
-
24-Nûr 21
ve rahmetu-hu : ve onun rahmeti
-
24-Nûr 21
mâ zekâ : tezkiye olmaz
-
24-Nûr 21
min ehadin : hiç kimse, hiçbiri
-
24-Nûr 21
ebeden : ebediyyen
-
24-Nûr 21
ve lâkinne : ve lâkin, fakat
-
24-Nûr 21
allâhe : Allah
-
24-Nûr 21
yuzekkî : temizler, tezkiye eder
-
24-Nûr 21
men yeşâu : dilediği kimse, dilediği
-
24-Nûr 21
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 21
semî'un : en iyi işiten
-
24-Nûr 22
ve lâ ye'teli : ve kusur etmesin, yemin etmesin
-
24-Nûr 22
ulu el fadlı : fazilet sahipleri
-
24-Nûr 22
ve es seati : ve varlıklı
-
24-Nûr 22
en yu'tû : vermeleri
-
24-Nûr 22
uli el kurbâ : yakınlık sahipleri, akrabalar, yakınlar
-
24-Nûr 22
ve el mesâkîne : ve miskinler, yoksullar
-
24-Nûr 22
ve el muhâcirîne : ve muhacirler, hicret edenler
-
24-Nûr 22
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) : Allah'ın yolunda
-
24-Nûr 22
vel ya'fû (ve li ya'fû) : ve affetsinler
-
24-Nûr 22
vel yasfehû (ve li yasfehû) : ve vazgeçsinler, hoş görsünler
-
24-Nûr 22
e lâ tuhıbbûne : sevmez misiniz
-
24-Nûr 22
en yagfirallâhu (yagfire allâhu) : Allah'ın mağfiret etmesini
-
24-Nûr 22
lekum : sizin için, size, sizi
-
24-Nûr 22
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 23
inne ellezîne : muhakkak onlar
-
24-Nûr 23
yermûne : (iftira) atarlar
-
24-Nûr 23
el muhsanâti : muhsin, iffetli, evli kadınlar
-
24-Nûr 23
el gâfilâti : gâfil olanlar
-
24-Nûr 23
el mu'minâti : mü'min kadınlar
-
24-Nûr 23
fî ed dunyâ : dünyada
-
24-Nûr 23
ve el âhırati : ve ahiret
-
24-Nûr 23
ve lehum : ve onlar için, vardır
-
24-Nûr 24
yevme : o gün
-
24-Nûr 24
teşhedu : şahitlik eder
-
24-Nûr 24
aleyhim : onlara
-
24-Nûr 24
elsinetu-hum : onların dilleri
-
24-Nûr 24
ve eydî-him : ve onların elleri
-
24-Nûr 24
ve erculu-hum : ve onların ayakları
-
24-Nûr 24
ya'melûne : yapıyorlar
-
24-Nûr 25
yevme izin : izin günü
-
24-Nûr 25
yuveffî-him : onlara ödeyecek
-
24-Nûr 25
dîne-hum : onların dînlerini, bedelini, karşılığını
-
24-Nûr 25
el hakka : hak
-
24-Nûr 25
ve ya'lemûne : ve bilecekler
-
24-Nûr 25
ennallâhe (enne allâhe) : Allah'ın ..... olduğu, muhakkak
-
24-Nûr 25
huve : o
-
24-Nûr 25
el hakku el mubînu : hakk mübin (hakkı açıklayan yerine getiren)
-
24-Nûr 26
el habîsâtu : habis kadınlar, kötü kadınlar
-
24-Nûr 26
li el habîsîne : habis erkekler, kötü erkekler için
-
24-Nûr 26
ve el habîsûne : ve habis erkekler, kötü erkekler
-
24-Nûr 26
li el habîsâti : habis kadınlar, kötü kadınlar için
-
24-Nûr 26
ve et tayyibâtu : ve temiz kadınlar
-
24-Nûr 26
li et tayyibîne : temiz erkekler için
-
24-Nûr 26
ve et tayyibûne : ve temiz erkekler
-
24-Nûr 26
li et tayyibâti : temiz kadınlar için
-
24-Nûr 26
ulâike : işte onlar
-
24-Nûr 26
muberraûne : berî olanlar, uzak olanlar
-
24-Nûr 26
yekûlûne : diyorlar, söylüyorlar
-
24-Nûr 26
lehum : onlar için vardır
-
24-Nûr 26
magfiretun : mağfiret, günahların sevaba çevrilmesi
-
24-Nûr 26
ve rızkun : ve rızık
-
24-Nûr 26
kerîmun : kerim, bol, Allah'ın ikramları
-
24-Nûr 27
yâ eyyuhâ ellezîne âmenû : ey âmenû olanlar
-
24-Nûr 27
lâ tedhulû : girmeyin
-
24-Nûr 27
buyûten : evler
-
24-Nûr 27
teste'nisû : izin isteyin
-
24-Nûr 27
ve tusellimû : ve selâm verin
-
24-Nûr 27
alâ ehli-hâ : onun ehline, sahibine, halkına,
-
24-Nûr 27
lekum : sizin için
-
24-Nûr 27
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
24-Nûr 27
tezekkerûne : tezekkür edersiniz
-
24-Nûr 28
fe in : artık, o zaman eğer
-
24-Nûr 28
lem tecidû : bulamazsınız
-
24-Nûr 28
ehaden : birisi
-
24-Nûr 28
fe : o zaman
-
24-Nûr 28
lâ tedhulû-hâ : ona (oraya) girmeyin
-
24-Nûr 28
yu'zene : izin verilir
-
24-Nûr 28
lekum : size
-
24-Nûr 28
ve in : ve eğer
-
24-Nûr 28
kîle : denir
-
24-Nûr 28
lekum : size
-
24-Nûr 28
ferciû (fe irciû) : o zaman dönün
-
24-Nûr 28
huve : o
-
24-Nûr 28
ezkâ : daha temiz, daha uygun
-
24-Nûr 28
lekum : sizin için
-
24-Nûr 28
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 28
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
24-Nûr 29
leyse : değildir, yoktur
-
24-Nûr 29
aleykum : sizin üzerinize
-
24-Nûr 29
en tedhulû : girmek, girmeniz
-
24-Nûr 29
buyûten : evlere
-
24-Nûr 29
gayre : dışında
-
24-Nûr 29
meskûnetin : oturulmayan evler
-
24-Nûr 29
metâun : meta, fayda
-
24-Nûr 29
lekum : sizin için
-
24-Nûr 29
ya'lemu : bilir
-
24-Nûr 29
tubdûne : açıklıyorsunuz
-
24-Nûr 29
ve mâ : ve şey
-
24-Nûr 29
tektumûne : ketmediyorsunuz, saklıyorsunuz
-
24-Nûr 30
li el mu'minîne : mü'minlere, mü'min erkeklere
-
24-Nûr 30
min ebsâri-him : gözlerinden, bakışlarından, bakışlarını
-
24-Nûr 30
ve yahfezû : ve muhafaza etsinler, korusunlar
-
24-Nûr 30
furûce-hum : ırzlarını
-
24-Nûr 30
zâlike : bu
-
24-Nûr 30
ezkâ : daha temiz
-
24-Nûr 30
lehum : onlar için
-
24-Nûr 30
inne allâhe : muhakkak Allah
-
24-Nûr 30
yasneûne : yapıyorlar
-
24-Nûr 31
ve kul : ve de
-
24-Nûr 31
li el mu'minâti : mü'min kadınlara
-
24-Nûr 31
yagdudne : çeksinler, indirsinler
-
24-Nûr 31
min ebsâri-hinne : (onların) gözlerinden, bakışlarından, bakışlarını
-
24-Nûr 31
ve yahfazne : ve korusunlar
-
24-Nûr 31
furûce-hunne : (onların) ırzları
-
24-Nûr 31
ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
-
24-Nûr 31
zînete-hunne : (onların) ziynetleri
-
24-Nûr 31
zahera : zahir oldu
-
24-Nûr 31
vel yadribne (ve li yadribne) : ve vursunlar (örtsünler)
-
24-Nûr 31
bi humuri-hinne : (onların) örtüleri
-
24-Nûr 31
cuyûbi-hinne : (onların) yakaları
-
24-Nûr 31
ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
-
24-Nûr 31
zînete-hunne : (onların) ziynetleri
-
24-Nûr 31
li buûleti-hinne : (onların) eşleri, kocaları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
âbâi-hinne : (onların) babaları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
âbâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının babaları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
ebnâi-hinne : (onların) oğulları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
ebnâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının oğulları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşleri
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
benî ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşlerinin oğulları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
benî ehavâti-hinne : (onların) kız kardeşlerinin oğulları
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
nisâi-hinne : kadınlar
-
24-Nûr 31
ev : veya
-
24-Nûr 31
mâ meleket eymânu-hunne : (onların) ellerinin altında sahip oldukları, (cariyeler)
-
24-Nûr 31
evit tâbiîne (ev et tâbiîne) : veya onlara tâbî olanlar, hizmetliler
-
24-Nûr 31
gayri ulî el irbeti : kadına ihtiyaç duymayan
-
24-Nûr 31
min er ricâli : erkeklerden
-
24-Nûr 31
evit tıflillezîne : veya çocuklar ki onlar
-
24-Nûr 31
lem yazharû : zahir olmaz, farkına varmaz
-
24-Nûr 31
ve lâ yadribne : ve vurmasınlar
-
24-Nûr 31
bi erculi-hinne : (onların) ayakları
-
24-Nûr 31
li yu'leme : bilinsin diye
-
24-Nûr 31
mâ yuhfîne : gizlediklerini
-
24-Nûr 31
min zîneti-hinne : (onların) ziynetlerinden
-
24-Nûr 31
ve tûbû : ve tövbe edin
-
24-Nûr 31
cemîan : topluca (hepiniz)
-
24-Nûr 31
eyyu-hâ : ey
-
24-Nûr 31
el mu'minûne : mü'minler
-
24-Nûr 31
lealle-kum : umulur ki böylece siz
-
24-Nûr 31
tuflihûne : felâha eresiniz
-
24-Nûr 32
ve enkihû : ve nikâhlayın, evlendirin
-
24-Nûr 32
el eyâmâ : eşi (karısı) olmayan erkekler,
-
24-Nûr 32
ve es sâlihîne : ve salihler
-
24-Nûr 32
ve imâi-kum : ve eşi olmayan kadınlarınız
-
24-Nûr 32
yekûnû : olurlar
-
24-Nûr 32
fukarâe : fakirler
-
24-Nûr 32
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 33
velyesta'fif : ve iffetli olsunlar, iffetlerini korusunlar
-
24-Nûr 33
ellezîne lâ yecidûne : bulamayanlar
-
24-Nûr 33
yugniyehumullâhu : Allah onları gani (zengin) kılar
-
24-Nûr 33
ve ellezîne : ve o kimseler ki, onlar
-
24-Nûr 33
yebtegûne : talep ederler, isterler
-
24-Nûr 33
el kitâbe : yazılı antlaşma, mukatebe
-
24-Nûr 33
meleket eymânu-kum : ellerinizin altında sahip olduğunuz
-
24-Nûr 33
fe : böylece, o zaman, o taktirde
-
24-Nûr 33
hayren : bir hayır
-
24-Nûr 33
ve âtû-hum : ve onlara verin
-
24-Nûr 33
allahi ellezî : Allah ki o
-
24-Nûr 33
ve lâ tukrihû : ve zorlamayın
-
24-Nûr 33
feteyâti-kum : genç cariyeleriniz
-
24-Nûr 33
alel bigâi (alâ el bigâi) : fuhşa, zinaya
-
24-Nûr 33
in eradne : eğer istedilerse (isterlerse)
-
24-Nûr 33
tehassunen : namusunu korumak, iffetli kalmak
-
24-Nûr 33
li tebtegû : talep etmek, elde etmek için
-
24-Nûr 33
el hayâti ed dunyâ : dünya hayatı
-
24-Nûr 33
ve men yukrıhhunne : ve kim onları zorlarsa
-
24-Nûr 33
fe : böylece, o taktirde
-
24-Nûr 33
innellâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
-
24-Nûr 33
ikrâhihinne : onların zorlanmaları
-
24-Nûr 34
ve lekad : ve andolsun
-
24-Nûr 34
enzelnâ : indirdik
-
24-Nûr 34
ileykum : size
-
24-Nûr 34
mubeyyinâtin : açıklanmış
-
24-Nûr 34
ve meselen : ve örnek, misal
-
24-Nûr 34
min ellezîne halev : daha önce gelip geçmiş kimselerden (nesillerden)
-
24-Nûr 34
ve mev'izaten : ve bir öğüt
-
24-Nûr 34
li el muttekîne : takva sahipleri için
-
24-Nûr 35
es semâvâti : semalar
-
24-Nûr 35
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
24-Nûr 35
meselu : misal, örnek
-
24-Nûr 35
ke : gibi
-
24-Nûr 35
el mısbâhu : (o) misbah, (o) lâmba
-
24-Nûr 35
zucâcetin : sırça (cam)
-
24-Nûr 35
ez zucâcetu : (o) sırça, (o cam)
-
24-Nûr 35
ke ennehâ : o gibidir
-
24-Nûr 35
kevkebun : gezegen
-
24-Nûr 35
min şeceratin : ağaçtan
-
24-Nûr 35
mubâraketin : mübarek
-
24-Nûr 35
zeytûnetin : yağ (zeytin ağacı)
-
24-Nûr 35
lâ şarkîyetin : doğuda olmayan (bulunmayan)
-
24-Nûr 35
ve lâ garbiyyetin : ve batıda olmayan (bulunmayan)
-
24-Nûr 35
yekâdu : neredeyse, hemen hemen, kendi kendine
-
24-Nûr 35
zeytu-hâ : onun yağı
-
24-Nûr 35
ve lev : ve eğer
-
24-Nûr 35
lem temses-hu : ona değmez
-
24-Nûr 35
yehdîllâhu (yehdî allâhi) : Allah hidayet eder
-
24-Nûr 35
men yeşâu : dilediği kimse
-
24-Nûr 35
ve yadribullâhul emsâle : ve Allah örnekler, misaller verir
-
24-Nûr 35
lin nâsi (li en nâsi) : insanlar için, isanlara
-
24-Nûr 35
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 35
bi kulli şey'in : herşeyi
-
24-Nûr 36
ezinallâhu (ezine allâhu) : Allah izin verdi
-
24-Nûr 36
en turfea : yükseltilmesine, yüceltilmesine
-
24-Nûr 36
ve yuzkere : ve zikredilir
-
24-Nûr 36
fîhesmuhu (fîhâ ismu-hu) : orada onun ismi
-
24-Nûr 36
yusebbihu : tesbih eder
-
24-Nûr 36
lehu : onu
-
24-Nûr 36
el guduvvi : sabah
-
24-Nûr 36
ve el âsâli : ve akşam
-
24-Nûr 37
ve lâ : ve olmaz
-
24-Nûr 37
bey'un : alışveriş
-
24-Nûr 37
ve ikâmi es salâti : ve namazın ikame edilmesi
-
24-Nûr 37
ve îtâi ez zekâti : ve zekâtın verilmesi
-
24-Nûr 37
yehâfûne : korkarlar
-
24-Nûr 37
yevmen : gün
-
24-Nûr 37
tetekallebu : döner, dönecek
-
24-Nûr 37
fîhi el kulûbu : kalplerin
-
24-Nûr 37
ve el ebsâru : ve gözler, bakışlar, görüşler
-
24-Nûr 38
li yecziye-hum : onlara karşılığını vermesi için
-
24-Nûr 38
ahsene : en güzel
-
24-Nûr 38
ve yezîde-hum : ve onlara arttırır
-
24-Nûr 38
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 38
yerzuku : rızıklandırır
-
24-Nûr 38
men : kişi, kimse
-
24-Nûr 38
yeşâu : diler
-
24-Nûr 39
vellezîne keferû : ve kâfirler
-
24-Nûr 39
ke serâbin : serap gibidir
-
24-Nûr 39
yahsebu-hu : onu zanneder
-
24-Nûr 39
ez zam'ânu : susuz kalan, susamış olan
-
24-Nûr 39
mâen : su
-
24-Nûr 39
izâ câe-hu : ona geldiği zaman, ulaştığı zaman
-
24-Nûr 39
lem yecid-hu : onu bulamadı
-
24-Nûr 39
şey'en : bir şey
-
24-Nûr 39
ve vecedallâhe (vecede allâhe) : ve Allah'ı buldu
-
24-Nûr 39
inde-hu : yanında
-
24-Nûr 39
feveffâhu (fe veffâ-hu) : böylece ona tam olarak ödedi
-
24-Nûr 39
hisâbe-hu : onun hesabını
-
24-Nûr 39
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 39
serîu : seri, çabuk
-
24-Nûr 39
el hisâbi : hesap
-
24-Nûr 40
ev : veya
-
24-Nûr 40
ke zulumâtin : karanlıklar gibidir
-
24-Nûr 40
mevcun : dalga
-
24-Nûr 40
min fevkı-hi : onun üstünden
-
24-Nûr 40
mevcun : dalga
-
24-Nûr 40
min fevkı-hi : onun üstünden
-
24-Nûr 40
sehâbun : bulutlar
-
24-Nûr 40
fevka : üzerinde, üstünde
-
24-Nûr 40
izâ ahrace : çıkardığı zaman
-
24-Nûr 40
yede-hu : onun eli
-
24-Nûr 40
lem yeked yerâ-hâ : neredeyse onu göremez
-
24-Nûr 40
ve men : ve kimse
-
24-Nûr 40
lem yec'alillâhu (yec'ali allâhu) : Allah kılmazsa
-
24-Nûr 40
lehu : onu, ona
-
24-Nûr 40
nûren : nur
-
24-Nûr 40
fe : artık
-
24-Nûr 40
mâ lehu : onun için yoktur
-
24-Nûr 41
e lem tera : görmüyor musun, görmedin mi
-
24-Nûr 41
ennallâhe (enne allâhe) : Allah olduğunu
-
24-Nûr 41
yusebbihu : tesbih ederler
-
24-Nûr 41
lehu : onun, onu
-
24-Nûr 41
men : kimse(ler)
-
24-Nûr 41
fî es semâvâti : semalarda
-
24-Nûr 41
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
24-Nûr 41
ve et tayru : ve kuşlar
-
24-Nûr 41
alime : bildi
-
24-Nûr 41
salâte-hu : salatını, namazını, duasını
-
24-Nûr 41
ve tesbîha-hu : ve tesbihlerini
-
24-Nûr 41
vallâhu (ve allâh) : ve Allah
-
24-Nûr 41
yef'alûne : yapıyorlar
-
24-Nûr 42
ve lillâhi (li allâhi) : ve Allah'a aittir
-
24-Nûr 42
es semâvâti : semalar
-
24-Nûr 42
ve el ardı : ve arz, yeryüzü
-
24-Nûr 42
ve ilâ allâhi : ve Allah'a
-
24-Nûr 42
el masîru : dönüş
-
24-Nûr 43
e lem tera : görmüyor musun, görmedin mi
-
24-Nûr 43
enne allâhe : Allah'ın yaptığını
-
24-Nûr 43
sehâben : bulutlar
-
24-Nûr 43
summe : sonra
-
24-Nûr 43
yuellifu : birleştirir
-
24-Nûr 43
beynehu : onun arasını
-
24-Nûr 43
summe : sonra
-
24-Nûr 43
yec'alu-hu : onu kılar, yapar
-
24-Nûr 43
rukâmen : küme küme, küme hali
-
24-Nûr 43
fe tera : böylece görürsün
-
24-Nûr 43
el vedka : yağmur
-
24-Nûr 43
ve yunezzilu : ve indirir
-
24-Nûr 43
min es semâi : semadan
-
24-Nûr 43
min beredin : buzdan, doludan
-
24-Nûr 43
fe yusîbu : böylece isabet ettirir
-
24-Nûr 43
men : kimse
-
24-Nûr 43
yeşâu : diler
-
24-Nûr 43
ve yasrifu-hu : ve onu çevirir, uzaklaştırır
-
24-Nûr 43
an men : o kimseden
-
24-Nûr 43
yeşâu : diler
-
24-Nûr 43
yekâdu : neredeyse, az kalsın
-
24-Nûr 43
senâ : ışık, parıltı
-
24-Nûr 43
berkı-hi : onun şimşeği
-
24-Nûr 43
yezhebu : giderir
-
24-Nûr 43
bi el ebsâri : görmeyi
-
24-Nûr 44
el leyle : gece
-
24-Nûr 44
ve en nehâre : ve gündüz
-
24-Nûr 44
inne : muhakkak
-
24-Nûr 44
zâlike : bu
-
24-Nûr 44
le ibreten : elbette ibret
-
24-Nûr 44
li ulil ebsâri : basiret sahipleri için
-
24-Nûr 45
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 45
kulle : her, hepsi, bütün
-
24-Nûr 45
dâbbetin : hayvan
-
24-Nûr 45
fe : o zaman, böylece
-
24-Nûr 45
men yemşî : kimi yürür
-
24-Nûr 45
ve min-hum : ve onlardan
-
24-Nûr 45
men yemşî : kimi yürür
-
24-Nûr 45
alâ ricleyni : iki ayak üzerinde
-
24-Nûr 45
ve min-hum : ve onlardan
-
24-Nûr 45
men yemşî : kimi yürür
-
24-Nûr 45
alâ erbain : dört (ayak) üzerinde
-
24-Nûr 45
mâ yeşâu : dilediğini, dilediği şeyi
-
24-Nûr 45
innellâhe (inne allâhe) : muhakkak Allah
-
24-Nûr 45
alâ kulli şey'in : herşeye
-
24-Nûr 46
lekad : andolsun
-
24-Nûr 46
enzelnâ : indirdik
-
24-Nûr 46
mubeyyinâtin : açıklanmış
-
24-Nûr 46
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 46
yehdî : hidayete erdirir
-
24-Nûr 46
men yeşâu : dilediği kimseyi
-
24-Nûr 47
ve yekûlûne : ve onlar derler
-
24-Nûr 47
âmennâ : îmân ettik
-
24-Nûr 47
ve bi er resûli : ve resûlüne
-
24-Nûr 47
ve ata'nâ : ve itaat ettik
-
24-Nûr 47
summe : sonra
-
24-Nûr 47
yetevellâ : dönerler
-
24-Nûr 47
ferîkun : bir grup, bir kısım
-
24-Nûr 47
zâlike : bu
-
24-Nûr 47
ve mâ ulâike : ve onlar değiller
-
24-Nûr 47
bi el mu'minîne : mü'min olanlar
-
24-Nûr 48
ve izâ duû : ve davet edildikleri zaman
-
24-Nûr 48
ve resûli-hî : ve onun resûlü
-
24-Nûr 48
li yahkume : hüküm vermesi için
-
24-Nûr 48
beyne-hum : onların arasında
-
24-Nûr 48
ferîkun : bir grup, bir kısım
-
24-Nûr 48
mu'ridûne : yüz çevirenler
-
24-Nûr 49
ve in : ve eğer
-
24-Nûr 49
yekun : olur
-
24-Nûr 49
lehum : onların, onlar için
-
24-Nûr 49
el hakku : hak
-
24-Nûr 49
ye'tû : gelirler
-
24-Nûr 49
ileyhi : ona
-
24-Nûr 49
muz'ınîne : boyun eğerek, itaat ederek, hemen gelirler
-
24-Nûr 50
e : mı, mi
-
24-Nûr 50
emirtâbû (em irtâbu) : veya, yoksa şüphe ettiler
-
24-Nûr 50
em yehâfûne : veya, yoksa korkuyorlar
-
24-Nûr 50
en yehîfallâhu (yehîfe allâhu) : Allah'ın taraf tutması
-
24-Nûr 50
aleyhim : onlara
-
24-Nûr 50
ve resûlu-hu : ve onun resûlü
-
24-Nûr 50
bel : hayır
-
24-Nûr 50
ulâike : işte onlar
-
24-Nûr 50
ez zâlimûne : zalimler
-
24-Nûr 51
innemâ : ancak, sadece
-
24-Nûr 51
kâne : oldu
-
24-Nûr 51
kavle : söz
-
24-Nûr 51
el mu'minîne : mü'minler
-
24-Nûr 51
ve resûli-hî : ve onun resûlü
-
24-Nûr 51
li yahkume : hüküm vermesi için
-
24-Nûr 51
beyne-hum : onların aralarında
-
24-Nûr 51
en yekûlû : demeleri, söylemeleri
-
24-Nûr 51
semi'nâ : işittik
-
24-Nûr 51
ve ata'nâ : ve itaat ettik
-
24-Nûr 51
ve ulâike : ve işte onlar
-
24-Nûr 51
el muflihûne : felâha ulaşanlar
-
24-Nûr 52
ve men : ve kim
-
24-Nûr 52
yutıi allâhe : Allah'a itaat eder
-
24-Nûr 52
ve resûle-hu : ve onun resûlü
-
24-Nûr 52
ve yahşe allâhe : ve Allah'a huşû duyar
-
24-Nûr 52
ve yettak-hi : ve ona karşı takva sahibi olur
-
24-Nûr 52
fe : böylece, o taktirde
-
24-Nûr 52
ulâike : işte onlar
-
24-Nûr 52
el fâizûne : kurtuluşa erenler
-
24-Nûr 53
ve aksemû : ve yemin ettiler
-
24-Nûr 53
cehde : güç, kuvvet
-
24-Nûr 53
eymâni-him : yeminleri
-
24-Nûr 53
le in : eğer
-
24-Nûr 53
emerte-hum : sen onlara emrettin
-
24-Nûr 53
le yahrucunne : mutlaka çıkacaklar
-
24-Nûr 53
ma'rûfetun : bilinen, taktir edilen
-
24-Nûr 53
inne allâhe : muhakkak Allah
-
24-Nûr 53
bimâ ta'melûne : yaptığınız şeylerden
-
24-Nûr 54
atîu allâhe : Allah'a itaat edin
-
24-Nûr 54
ve atîu : ve itaat edin
-
24-Nûr 54
er resûle : resûl
-
24-Nûr 54
fe in : o zaman eğer
-
24-Nûr 54
tevellev : yüz çevirirsiniz
-
24-Nûr 54
fe innemâ : o zaman sadece, yalnız
-
24-Nûr 54
aleyhi : onun üzerine
-
24-Nûr 54
hummile : yüklendi, yükletildi
-
24-Nûr 54
ve aleykum : ve sizin üzerinize
-
24-Nûr 54
ve in : ve eğer
-
24-Nûr 54
tehtedû : hidayete erersiniz
-
24-Nûr 54
ve mâ : ve değildir
-
24-Nûr 54
alâ er resûli : resûlün üzerinde
-
24-Nûr 54
el belâgu : tebliğ
-
24-Nûr 54
el mubînu : apaçık, açıkça
-
24-Nûr 55
vaadallâhu (vaade allâhu) : Allah vaadetti
-
24-Nûr 55
ellezîne amenû : Allah'a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar
-
24-Nûr 55
ve amilû es sâlihâti : ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlediler
-
24-Nûr 55
le yestahlifenne-hum : onları mutlaka halife tayin edecek
-
24-Nûr 55
fî el ardı : yeryüzünde
-
24-Nûr 55
kemestahlefellezîne (kemâ istahlefe ellezîne) : halife tayin ettiğimiz kimseler gibi
-
24-Nûr 55
ve le yumekkinenne : ve mutlaka sağlamlaştıracak
-
24-Nûr 55
lehum : onlara, onlar için
-
24-Nûr 55
dîne-hum : onların dîni
-
24-Nûr 55
ellezî irtedâ : ki onu seçti, razı oldu, hoşnut oldu
-
24-Nûr 55
lehum : onlar için, onlara
-
24-Nûr 55
ve le yubeddilenne-hum : ve onlara mutlaka çevirecek
-
24-Nûr 55
emnen : emniyet, güven
-
24-Nûr 55
ya'budûne-nî : bana kul olurlar
-
24-Nûr 55
lâ yuşrikûne : şirk koşmazlar
-
24-Nûr 55
bî şey'en : bir şeyi
-
24-Nûr 55
ve men : ve kim
-
24-Nûr 55
kefere : örttü, inkâr etti
-
24-Nûr 55
ba'de : sonra
-
24-Nûr 55
zâlike : bu
-
24-Nûr 55
fe ulâike : işte onlar
-
24-Nûr 55
el fâsikûne : fasıklar
-
24-Nûr 56
ve ekîmû : ve ikame edin
-
24-Nûr 56
es salâte : namaz
-
24-Nûr 56
ve âtû : ve verin
-
24-Nûr 56
ez zekâte : zekât
-
24-Nûr 56
ve atîû : ve itaat edin
-
24-Nûr 56
er resûle : resûl
-
24-Nûr 56
lealle-kum : umulurki siz, böylece siz
-
24-Nûr 56
turhamûne : rahmet olunasınız
-
24-Nûr 57
lâ tahsebenne : sakın zannetme
-
24-Nûr 57
ellezîne keferû : inkâr edenleri
-
24-Nûr 57
mu'cizîne : aciz bırakıcılar
-
24-Nûr 57
fî el ardı : yeryüzünde
-
24-Nûr 57
ve me'vâhu-mun : ve onların barınacağı yer
-
24-Nûr 57
en nâru : ateş
-
24-Nûr 57
ve le bi'se : ve elbette, mutlaka kötü
-
24-Nûr 57
el masîru : bir dönüş (yeri)
-
24-Nûr 58
yâ eyyuhâ : ey, ya
-
24-Nûr 58
ellezîne âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyenler, âmenû olanlar
-
24-Nûr 58
li yeste'zin-kum : sizden izin istesinler
-
24-Nûr 58
ellezîne meleket eymânu-kum : ellerinizin altında sahip olduklarınız (köleleriniz, cariyeleriniz)
-
24-Nûr 58
ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
-
24-Nûr 58
lem yeblugû : erişmemiş, ulaşmamış
-
24-Nûr 58
el hulume : bulûğ çağına, erginliğe
-
24-Nûr 58
selâse : üç
-
24-Nûr 58
merrâtin : kere, defa, kez
-
24-Nûr 58
el fecri : fecr, sabah
-
24-Nûr 58
ve hîne : ve o vakit, o zaman
-
24-Nûr 58
tedaûne : çıkarırsınız
-
24-Nûr 58
siyâbe-kum : elbiseniz
-
24-Nûr 58
min ez zahîrati : öğle vaktinden
-
24-Nûr 58
ve min ba'di : ve sonra
-
24-Nûr 58
el ışâi : yatsı
-
24-Nûr 58
selâsu : üç
-
24-Nûr 58
lekum : sizin için
-
24-Nûr 58
leyse : değildir, yoktur
-
24-Nûr 58
aleykum : sizin üzerinize
-
24-Nûr 58
ve lâ aleyhim : ve onlara yoktur
-
24-Nûr 58
ba'de hunne : onlardan sonra
-
24-Nûr 58
tavvâfûne : karşılıklı dolaşırlar, karşılıklı tavaf ederler
-
24-Nûr 58
aleykum : sizin üzerinize, size
-
24-Nûr 58
kezâlike : işte böyle
-
24-Nûr 58
yubeyyine allâhu : Allah beyan ediyor, açıklıyor
-
24-Nûr 58
lekum : size
-
24-Nûr 58
el âyâti : âyetleri
-
24-Nûr 58
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 59
ve izâ belegâ : ve ulaştığı, eriştiği zaman
-
24-Nûr 59
el etfâlu : çocuklar
-
24-Nûr 59
hulume : erginlik çağı, bulûğ çağı
-
24-Nûr 59
fe li yeste'zinû : o zaman izin istesinler
-
24-Nûr 59
kezâlike : işte böyle, böylece
-
24-Nûr 59
yubeyyinu allâhu : Allah beyan eder, açıklar
-
24-Nûr 59
lekum : sizin için, size
-
24-Nûr 60
ve el kavâıdu : ve yaşlı kadınlar
-
24-Nûr 60
minen nisâi : kadınlardan
-
24-Nûr 60
ellatî lâ yercûne : onlar ümit etmezler
-
24-Nûr 60
fe : böylece, artık
-
24-Nûr 60
leyse : değil, yoktur
-
24-Nûr 60
aleyhinne : onların üzerine, onlara
-
24-Nûr 60
en yeda'ne : çıkarmaları
-
24-Nûr 60
siyâbehunne : onların elbiseleri
-
24-Nûr 60
gayra muteberricâtin : açmaksızın
-
24-Nûr 60
bi zînetin : ziynetleri
-
24-Nûr 60
ve en yesta'fifne : ve iffetli olmayı istemeleri
-
24-Nûr 60
lehunne : onlara (kadınlara), onlar için (kadınlar için)
-
24-Nûr 60
semîun : en iyi işiten
-
24-Nûr 61
leyse : değil
-
24-Nûr 61
el a'mâ : âmâ, kör
-
24-Nûr 61
ve lâ alâ : ve üzerine yoktur
-
24-Nûr 61
el a'raci : topal, sakat
-
24-Nûr 61
ve lâ alâ : ve üzerine yoktur
-
24-Nûr 61
el marîdı : hasta
-
24-Nûr 61
ve lâ alâ : ve üzerine yoktur
-
24-Nûr 61
enfusi-kum : size, kendinize
-
24-Nûr 61
en te'kulû : yemek yemeniz
-
24-Nûr 61
ev : veya
-
24-Nûr 61
ev buyûti : veya evler
-
24-Nûr 61
ummehâti-kum : sizin anneleriniz
-
24-Nûr 61
ev buyûti : veya evler
-
24-Nûr 61
ev buyûti : veya evler
-
24-Nûr 61
ehavâti-kum : sizin kız kardeşleriniz
-
24-Nûr 61
ev buyûti a'mâmi-kum : veya amcalarınızın evleri
-
24-Nûr 61
ev buyûti ammâti-kum : veya halalarınızın evleri
-
24-Nûr 61
ev buyûti ahvâli-kum : veya dayılarınızın evleri
-
24-Nûr 61
ev buyûti hâlâti-kum : veya teyzelerinizin evleri
-
24-Nûr 61
ev : veya
-
24-Nûr 61
mâ melektum : sahip olduğunuz şey
-
24-Nûr 61
mefâtiha-hu : onun anahtarları
-
24-Nûr 61
ev sadîkı-kum : veya sizin dostlarınız veya arkadaşlarınız
-
24-Nûr 61
leyse : değil
-
24-Nûr 61
aleykum : sizin üzerinize, size
-
24-Nûr 61
en te'kulû : yemek yemeniz
-
24-Nûr 61
cemîan : topluca
-
24-Nûr 61
ev : veya
-
24-Nûr 61
eştâten : ayrı ayrı olarak
-
24-Nûr 61
fe : böylece, o zaman
-
24-Nûr 61
buyûten : evler
-
24-Nûr 61
fe : böylece
-
24-Nûr 61
sellimû : selâm verin
-
24-Nûr 61
alâ enfusi-kum : kendi üzerinize (birbirinize)
-
24-Nûr 61
tehıyyeten : selâm vererek
-
24-Nûr 61
mubareketen : mübarek, hayırlı, bereketli
-
24-Nûr 61
tayyibeten : iyi, güzel, helâl
-
24-Nûr 61
kezâlike : işte böyle, böylece
-
24-Nûr 61
yubeyyinu allâhu : Allah beyan eder, açıklar
-
24-Nûr 61
lekum : sizin için, size
-
24-Nûr 61
el âyâti : âyetler
-
24-Nûr 61
leallekum : umulur ki böylece siz
-
24-Nûr 61
ta'kılûne : akıl edersiniz
-
24-Nûr 62
innemâ : ancak, sadece, fakat
-
24-Nûr 62
el mu'minûne : mü'minler
-
24-Nûr 62
ellezîne âmenû : Allah'a ulaşmayı dileyen, îmân eden kimseler
-
24-Nûr 62
ve resûli-hi : ve onun resûlü
-
24-Nûr 62
ve izâ : ve olduğu zaman
-
24-Nûr 62
mea-hu : onunla birlikte, beraber
-
24-Nûr 62
alâ emrin : bir iş üzerine, bir iş için
-
24-Nûr 62
lem yezhebû : gitmezler
-
24-Nûr 62
yeste'zinû-hu : ondan izin isterler
-
24-Nûr 62
inne ellezîne : muhakkak o kimseler, onlar
-
24-Nûr 62
yeste'zinûne-ke : senden izin isterler
-
24-Nûr 62
ulâike : işte onlar
-
24-Nûr 62
ellezîne yu'minûne : îmân edenler
-
24-Nûr 62
ve resûli-hi : ve onun resûlüne
-
24-Nûr 62
fe : öyleyse
-
24-Nûr 62
izeste'zenû-ke (iza iste'zenû-ke) : senden izin istedikleri zaman
-
24-Nûr 62
şe'ni-him : onların işleri, halleri, durumları
-
24-Nûr 62
fe'zen (fe izen) : o zaman izin ver
-
24-Nûr 62
li men : o kimseye
-
24-Nûr 62
şi'te : sen diledin
-
24-Nûr 62
vestagfir (ve istagfir) : ve mağfiret dile
-
24-Nûr 62
lehum : onlar için
-
24-Nûr 62
allâhe : Allah
-
24-Nûr 62
inne allâhe : muhakkak Allah
-
24-Nûr 63
lâ tec'alû : kılmayın, yapmayın
-
24-Nûr 63
duâe er resûli : resûlün çağırması
-
24-Nûr 63
beyne-kum : (sizin) aranızda
-
24-Nûr 63
ke : gibi, aynı, eşit
-
24-Nûr 63
ba'dı-kum ba'den : birbirinizi
-
24-Nûr 63
kad ya'lemu : biliyordu
-
24-Nûr 63
ellezîne : onlar
-
24-Nûr 63
yetesellelûne : gizlice çıkarlar
-
24-Nûr 63
livâzen : bir şeyi siper ederek (görünmemeye çalışarak)
-
24-Nûr 63
fel yahzeri (fe li yahzeri) : o zaman sakınsınlar, çekinsinler
-
24-Nûr 63
ellezîne yuhâlifûne : hilâfet edenler, karşı gelenler
-
24-Nûr 63
an emri-hi : onun emrinden
-
24-Nûr 63
en tusîbe-hum : onlara isabet etmesi
-
24-Nûr 63
fitnetun : bir fitne
-
24-Nûr 63
ev : veya
-
24-Nûr 63
yusîbe-hum : onlara isabet eder
-
24-Nûr 63
elîmun : acı, elîm
-
24-Nûr 64
e lâ : değil mi
-
24-Nûr 64
inne : muhakkak
-
24-Nûr 64
fî es semâvâti : göklerdeki
-
24-Nûr 64
ve el ardı : ve yeryüzü, arz
-
24-Nûr 64
kad ya'lemu : biliyordu
-
24-Nûr 64
entum : siz
-
24-Nûr 64
aleyhi : üzerinde
-
24-Nûr 64
ve yevme : ve o gün
-
24-Nûr 64
yurceûne : döndürülecekler
-
24-Nûr 64
ileyhi : ona
-
24-Nûr 64
fe yunebbiu-hum : o zaman onlara haber verecek
-
24-Nûr 64
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
-
24-Nûr 64
bi kulli şey'in : herşeyi
-
25-Furkan 1
tebâreke : mübarek
-
25-Furkan 1
ellezî : ki o
-
25-Furkan 1
nezzele : indirdi
-
25-Furkan 1
furkâne : furkan
-
25-Furkan 1
li yekûne : olması için
-
25-Furkan 1
li el âlemîne : âlemlere
-
25-Furkan 1
nezîren : nezir, uyarıcı
-
25-Furkan 2
ellezî : ki o
-
25-Furkan 2
lehu : onun
-
25-Furkan 2
es semâvâti : semalar, gökler
-
25-Furkan 2
ve el ardı : ve yeryüzü
-
25-Furkan 2
ve lem yettehız : ve edinmedi
-
25-Furkan 2
veleden : çocuk
-
25-Furkan 2
ve lem yekûn : ve olmadı
-
25-Furkan 2
lehu : onun
-
25-Furkan 2
şerîkun : şerik, ortak
-
25-Furkan 2
fî el mulki : mülkte
-
25-Furkan 2
ve halaka : ve yarattı
-
25-Furkan 2
kulle şey'in : herşey
-
25-Furkan 2
fe : o zaman, sonra
-
25-Furkan 2
kaddera-hu : ona takdir etti
-
25-Furkan 2
takdîren : takdir ederek, kader tayin ederek
-
25-Furkan 3
vettehazû (ve ittehazû) : ve edindiler
-
25-Furkan 3
âliheten : ilâhlar
-
25-Furkan 3
lâ yahlukûne : yaratmaz, yaratamaz
-
25-Furkan 3
şey'en : bir şey
-
25-Furkan 3
ve hum : ve onlar
-
25-Furkan 3
yuhlekûne : yaratılırlar
-
25-Furkan 3
ve lâ yemlikûne : ve malik değiller
-
25-Furkan 3
li enfusi-him : kendileri için
-
25-Furkan 3
ve lâ : ve değil, olmaz
-
25-Furkan 3
nef'an : fayda sağlamak, fayda vermek
-
25-Furkan 3
ve lâ yemlikûne : ve malik değiller
-
25-Furkan 3
mevten : öldürmek
-
25-Furkan 3
ve lâ hayâten : ve hayat veremez
-
25-Furkan 3
ve lâ nuşûren : ve yeniden diriltemez
-
25-Furkan 4
ve kâle : ve dedi
-
25-Furkan 4
ellezîne keferû : inkâr edenler, kâfirler
-
25-Furkan 4
ifterâ-hu : onu uydurdu
-
25-Furkan 4
ve eâne-hu : ve ona yardım etti
-
25-Furkan 4
aleyhi : ona, onun üzerine
-
25-Furkan 4
âharûne : başkaları, diğerleri
-
25-Furkan 4
fe : o zaman, böylece
-
25-Furkan 4
zulmen : zulümle
-
25-Furkan 4
ve zûran : ve bâtıl olarak, bâtılla
-
25-Furkan 5
ve kâlû : ve dediler
-
25-Furkan 5
esâtîru : masallar, efsaneler
-
25-Furkan 5
el evvelîne : evvelkiler
-
25-Furkan 5
iktetebe-hâ : onu yazdırdı
-
25-Furkan 5
fe : böylece
-
25-Furkan 5
hiye : o
-
25-Furkan 5
aleyhi : ona
-
25-Furkan 5
bukreten : sabah
-
25-Furkan 5
ve asîlen : ve akşam
-
25-Furkan 6
enzele-hu : onu indirdi
-
25-Furkan 6
ellezî : ki o
-
25-Furkan 6
ya'lemu : bilir
-
25-Furkan 6
es sırre : sır, gizli
-
25-Furkan 6
fî es semâvâti : göklerde
-
25-Furkan 6
ve el ardı : ve yeryüzü
-
25-Furkan 6
inne-hu : çünkü o, muhakkak o
-
25-Furkan 6
kâne : oldu
-
25-Furkan 6
rahîmen : rahîm olan,
-
25-Furkan 7
ve kâlû : ve dediler
-
25-Furkan 7
er resûli : resûl
-
25-Furkan 7
ye'kuli : yiyor
-
25-Furkan 7
et taâme : yemek
-
25-Furkan 7
ve yemşî : ve yürür
-
25-Furkan 7
fî el esvâkı : çarşılarda
-
25-Furkan 7
lev lâ : olmaz mıydı
-
25-Furkan 7
unzile : indirildi
-
25-Furkan 7
ileyhi : ona
-
25-Furkan 7
melekun : bir melek
-
25-Furkan 7
fe : o zaman, böylece
-
25-Furkan 7
yekûne : olur
-
25-Furkan 7
mea-hu : onunla beraber
-
25-Furkan 7
nezîren : uyarıcı, nezir
-
25-Furkan 8
ev : veya
-
25-Furkan 8
ileyhi : ona
-
25-Furkan 8
kenzun : bir hazine
-
25-Furkan 8
ev : veya
-
25-Furkan 8
tekûnu : olur
-
25-Furkan 8
lehu : onun
-
25-Furkan 8
cennetun : cennet, ağaçlı bahçe
-
25-Furkan 8
ye'kulu : yer
-
25-Furkan 8
ve kâle : ve dedi
-
25-Furkan 8
ez zâlimûne : zalimler, zulmedenler
-
25-Furkan 8
in tettebiûne : tâbî oluyorsunuz
-
25-Furkan 8
raculen : adam
-
25-Furkan 8
meshûren : sihir yapılmış, büyülenmiş
-
25-Furkan 9
keyfe : nasıl
-
25-Furkan 9
leke : sana
-
25-Furkan 9
el emsâle : misaller, örnekler
-
25-Furkan 9
fe : artık, böylece
-
25-Furkan 9
fe : artık, böylece
-
25-Furkan 9
lâ yestetîûne : muktedir olamazlar, güçleri yetmez
-
25-Furkan 9
sebîlen : sebîl, yol
-
25-Furkan 10
tebâreke : mübarektir
-
25-Furkan 10
ellezî : ki o
-
25-Furkan 10
şâe : diledi
-
25-Furkan 10
ceale : kıldı, yaptı
-
25-Furkan 10
leke : senin için, sana
-
25-Furkan 10
hayren : daha hayırlı
-
25-Furkan 10
min zâlike : bundan
-
25-Furkan 10
cennâtin : cennetler, ağaçlı bahçeler
-
25-Furkan 10
tecrî : akar
-
25-Furkan 10
el enhâru : nehirler
-
25-Furkan 10
ve yec'al : ve kılar, yapar
-
25-Furkan 10
leke : senin için, sana
-
25-Furkan 10
kusûren : köşkler, saraylar
-
25-Furkan 11
bel : hayır
-
25-Furkan 11
kezzebû : uydurdular, yalanladılar
-
25-Furkan 11
bi es sâati : o saati, kıyâmeti
-
25-Furkan 11
ve a'tednâ : ve hazırladık
-
25-Furkan 11
men kezzebe : tekzip eden kimseler, yalanlayanlar
-
25-Furkan 11
bi es sâati : o saati, kıyâmeti
-
25-Furkan 11
saîren : alevli ateş, cehennem
-
25-Furkan 12
raet-hum : onları gördü
-
25-Furkan 12
min mekânin : bir mekândan, bir yerden
-
25-Furkan 12
semiû : işittiler
-
25-Furkan 12
lehâ : onu, onun
-
25-Furkan 12
tegayyuzan : öfkeli (olan)
-
25-Furkan 12
ve zefîran : ve uğultulu (olan)
-
25-Furkan 13
ve izâ : ve olduğu zaman
-
25-Furkan 13
mekânen : bir mekân, bir yer
-
25-Furkan 13
mukarrenîne : yakınlaştırılmış, (birbirine) bağlanmış olanlar
-
25-Furkan 13
deav : davet ettiler, çağırdılar (istediler)
-
25-Furkan 13
hunâlike : orada
-
25-Furkan 14
lâ ted'û : davet etmeyin, çağırmayın (istemeyin)
-
25-Furkan 14
el yevme : bugün (o gün)
-
25-Furkan 14
vâhıden : bir, bir defa
-
25-Furkan 14
ved'û (ve ud'û) : ve davet edin, çağırın (isteyin)
-
25-Furkan 14
kesîren : çok, defalarca
-
25-Furkan 15
e zâlike : bu mu
-
25-Furkan 15
em : yoksa
-
25-Furkan 15
cennetu : cennet
-
25-Furkan 15
el huldilletî (huldi elletî ) : halidin olan, ebedî olan ki o
-
25-Furkan 15
vuide : vaadedilen
-
25-Furkan 15
el muttekûne : takva sahipleri
-
25-Furkan 15
kânet : oldu, ...dır
-
25-Furkan 15
lehum : onlar için, onlara
-
25-Furkan 15
cezâen : ceza, karşılık, mükâfat
-
25-Furkan 15
ve masîren : ve dönüş yeri
-
25-Furkan 16
lehum : onlar için
-
25-Furkan 16
yeşâûne : dilediler
-
25-Furkan 16
hâlidîne : ebedî
-
25-Furkan 16
kâne : olan
-
25-Furkan 16
rabbi-ke : senin Rabbin
-
25-Furkan 16
va'den : bir vaad
-
25-Furkan 16
mes'ûlen : istenen
-
25-Furkan 17
ve yevme : ve o gün
-
25-Furkan 17
ve mâ : ve şeyler
-
25-Furkan 17
ya'budûne : tapıyorlar
-
25-Furkan 17
fe : böylece, sonra
-
25-Furkan 17
yekûlu : diyecek
-
25-Furkan 17
e entum : siz mi
-
25-Furkan 17
adleltum : saptırdınız, dalâlete düşürdünüz
-
25-Furkan 17
em : veya, yoksa
-
25-Furkan 17
es sebîle : sebîl, yol
-
25-Furkan 18
subhâne-ke : sen sübhansın, münezzehsin
-
25-Furkan 18
mâ kâne : olmadı, olmaz
-
25-Furkan 18
yenbegî : yakışmaz, uygun olmaz
-
25-Furkan 18
lenâ : bize
-
25-Furkan 18
en nettehıze : edinmemiz
-
25-Furkan 18
min dûni-ke : senden başka
-
25-Furkan 18
min evliyâe : dostlar
-
25-Furkan 18
ve lâkin : ve lâkin, fakat
-
25-Furkan 18
metta'te-hum : onları metalandırdın, yararlandırdın
-
25-Furkan 18
ve âbâe-hum : ve onların babaları
-
25-Furkan 18
nesû : unuttular
-
25-Furkan 18
ez zikra : zikir
-
25-Furkan 18
ve kânû : ve oldular
-
25-Furkan 18
kavmen : bir kavim
-
25-Furkan 18
bûren : helâk olan
-
25-Furkan 19
fe kad : ve böylece oldu, olmuştu
-
25-Furkan 19
kezzebû-kum : sizi yalanladılar
-
25-Furkan 19
tekûlûne : söylüyorsunuz
-
25-Furkan 19
fe : artık
-
25-Furkan 19
mâ testetîûne : gücünüz yetmez, muktedir olamazsınız
-
25-Furkan 19
ve lâ nasran : ve yardım olmaz
-
25-Furkan 19
ve men : ve kim
-
25-Furkan 19
azâben : bir azap
-
25-Furkan 19
kebîren : büyük
-
25-Furkan 20
ve mâ erselnâ : ve göndermedik
-
25-Furkan 20
kable-ke : senden önce
-
25-Furkan 20
min el murselîne : resûllerden
-
25-Furkan 20
inne-hum : muhakkak onlar
-
25-Furkan 20
le ye'kulûne : mutlaka, gerçekten yerler
-
25-Furkan 20
et taâme : yemek
-
25-Furkan 20
ve yemşûne : ve yürürler
-
25-Furkan 20
fî el esvâkı : çarşılarda
-
25-Furkan 20
ve cealnâ : ve kıldık, yaptık
-
25-Furkan 20
fitneten : bir fitne, bir imtihan
-
25-Furkan 20
e tasbirûne : sabredecek misiniz
-
25-Furkan 20
ve kâne : ve oldu, ...dır
-
25-Furkan 20
rabbu-ke : senin Rabbin
-
25-Furkan 20
basîren : en iyi gören
-
25-Furkan 21
ve kâle : ve dedi
-
25-Furkan 21
ellezîne lâ yercûne : dilemeyenler
-
25-Furkan 21
likâe-nâ : bize kavuşmayı, ulaşmayı
-
25-Furkan 21
lev lâ : olsaydı olmaz mıydı
-
25-Furkan 21
unzile : indirildi
-
25-Furkan 21
aleynâ : bize
-
25-Furkan 21
el melâiketu : melekler
-
25-Furkan 21
ev : veya
-
25-Furkan 21
nerâ : görürüz
-
25-Furkan 21
rabbe-nâ : bizim Rabbimiz
-
25-Furkan 21
lekad : andolsun
-
25-Furkan 21
istekberû : kibirlendiler
-
25-Furkan 21
enfusi-him : kendileri, kendi nefsleri
-
25-Furkan 21
ve atev : ve haddi aştılar
-
25-Furkan 21
utuvven : taşkınlık ederek, haddi aşarak
-
25-Furkan 21
kebîren : büyük
-
25-Furkan 22
yevme : o gün
-
25-Furkan 22
yerevne : görecekler
-
25-Furkan 22
el melâikete : melekler
-
25-Furkan 22
yevme izin : izin günü
-
25-Furkan 22
li el mucrimîne : mücrimler için, suçlular için
-
25-Furkan 22
ve yekûlûne : ve diyecekler
-
25-Furkan 22
mahcûren : yasak edilmiş, haram edilmiş, men edilmiş
-
25-Furkan 23
ve kadimnâ : ve önüne geçtik
-
25-Furkan 23
min amelin : amellerden
-
25-Furkan 23
fe : böylece
-
25-Furkan 23
cealnâ-hu : onu kıldık
-
25-Furkan 23
hebâen : toz zerresi
-
25-Furkan 23
mensûran : savrulmuş, dağınık
-
25-Furkan 24
ashâbu el cenneti : cennet ehli
-
25-Furkan 24
yevme izin : izin günü
-
25-Furkan 24
mustekarran : karar kılınan yer, kalınacak yer
-
25-Furkan 24
ve ahsenu : ve ahsen, en güzel
-
25-Furkan 24
makîlen \n(kâilun) : öğle uykusu uyunan yer, dinlenme yeri \n: (öğle uyku vakti, dinlenme zamanı)
-
25-Furkan 25
ve yevme : ve (o) gün
-
25-Furkan 25
teşakkaku : parçalanır, yarılır
-
25-Furkan 25
es semâu : sema, gök
-
25-Furkan 25
bi el gamâmi : bulutlar ile
-
25-Furkan 25
ve nuzzile : ve indirildi
-
25-Furkan 25
el melâiketu : melekler
-
25-Furkan 25
tenzîlen : sıra ile indiriliş
-
25-Furkan 26
el mulku : mülk
-
25-Furkan 26
yevme izin : izin günü
-
25-Furkan 26
el hakku : haktır, gerçektir
-
25-Furkan 26
li er rahmâni : rahman için
-
25-Furkan 26
ve kâne : ve oldu, ...dır
-
25-Furkan 26
yevmen : bir gün
-
25-Furkan 26
alâ el kâfirîne : kâfirlere
-
25-Furkan 27
ve yevme : ve (o) gün
-
25-Furkan 27
yeaddu : öfkeden, pişmanlıktan ısırır
-
25-Furkan 27
ez zâlimu : zalim, zulmeden
-
25-Furkan 27
alâ yedey-hi : ellerini
-
25-Furkan 27
yekûlu : söyler, der
-
25-Furkan 27
yâ leyte-nî : keşke ben
-
25-Furkan 27
ittehaztu : ben edindim
-
25-Furkan 27
mea : beraber
-
25-Furkan 27
er resûli : resûl
-
25-Furkan 27
sebîlen : sebîl, yol
-
25-Furkan 28
yâ veyletâ : yazıklar olsun
-
25-Furkan 28
leyte-nî : keşke ben
-
25-Furkan 28
lem ettehız : edinmeseydim
-
25-Furkan 28
fulânen : filân kişi, o kişi
-
25-Furkan 28
halîlen : dost
-
25-Furkan 29
lekad : andolsun
-
25-Furkan 29
edalle-nî : beni saptırdı
-
25-Furkan 29
an ez zikri : zikirden
-
25-Furkan 29
ba'de : sonra
-
25-Furkan 29
iz câe-nî : bana gelmişti
-
25-Furkan 29
ve kâne : ve oldu, ...dır
-
25-Furkan 29
eş şeytânu : şeytan
-
25-Furkan 29
li el insâni : insana
-
25-Furkan 29
hazûlen : yardımsız bırakan, yardımı engelleyen
-
25-Furkan 30
ve kâle : ve dedi
-
25-Furkan 30
er resûlu : resûl
-
25-Furkan 30
inne : muhakkak
-
25-Furkan 30
ittehazû : edindiler
-
25-Furkan 30
el kur'âne : Kur'ân
-
25-Furkan 30
mehcûran : ayrılmış, uzaklaşılmış, terkedilmiş olan
-
25-Furkan 31
ve kezâlike : ve işte böylece
-
25-Furkan 31
cealnâ : kıldık
-
25-Furkan 31
nebiyyin : nebî, peygamber
-
25-Furkan 31
aduvven : düşman
-
25-Furkan 31
min el mucrimîne : mücrimlerden,
-
25-Furkan 31
ve kefâ : ve kâfi oldu, kâfidir
-
25-Furkan 31
bi rabbi-ke : senin Rabbine
-
25-Furkan 31
hâdiyen : hidayete erdiren
-
25-Furkan 31
ve nasîran : ve yardımcı olan
-
25-Furkan 32
ve kâle : ve dedi
-
25-Furkan 32
ellezîne keferû : kâfir olanlar
-
25-Furkan 32
lev lâ : olsaydı olmaz mıydı, gerekmez miydi
-
25-Furkan 32
nuzzile : indirildi
-
25-Furkan 32
aleyhi : ona
-
25-Furkan 32
el kur'ânu : Kur'ân
-
25-Furkan 32
cumleten : toplu olarak, bütün olarak
-
25-Furkan 32
vâhideten : bir tek, bir defa
-
25-Furkan 32
kezâlike : böylece, işte bu
-
25-Furkan 32
li nusebbite : tesbit etmemiz, sabitlememiz için
-
25-Furkan 32
fuâde-ke : senin idrakin
-
25-Furkan 32
ve rettelnâ-hu : ve onu beyan ettik, yavaş okuduk
-
25-Furkan 32
tertîlen : yavaş yavaş, tertip tertip, kısım kısım
-
25-Furkan 33
ve lâ ye'tûne-ke bi : ve sana gelmedi, getirmediler
-
25-Furkan 33
meselin : mesele
-
25-Furkan 33
ci'nâ-ke : sana geldik, getirdik
-
25-Furkan 33
bi el hakkı : hakkı
-
25-Furkan 33
ve ahsene : ve en güzel
-
25-Furkan 33
tefsîren : tefsir, açıklama
-
25-Furkan 34
ellezîne : onlar
-
25-Furkan 34
yuhşerûne : haşrolunurlar, toplanırlar
-
25-Furkan 34
ilâ cehenneme : cehenneme
-
25-Furkan 34
ulâike : işte onlar
-
25-Furkan 34
şerrun : şerrli, kötü
-
25-Furkan 34
mekânen : mekân, yer
-
25-Furkan 34
ve edallu : ve daha çok dâlalette
-
25-Furkan 34
sebîlen : sebîl, yol
-
25-Furkan 35
ve lekad : ve andolsun
-
25-Furkan 35
âteynâ : biz verdik
-
25-Furkan 35
el kitâbe : kitap
-
25-Furkan 35
ve cealnâ : ve kıldık, yaptık
-
25-Furkan 35
mea-hû : onunla beraber
-
25-Furkan 35
ehâ-hu : onun kardeşi
-
25-Furkan 35
hârûne : Harun
-
25-Furkan 35
vezîren : vezir, yardımcı
-
25-Furkan 36
fe : o zaman, bundan sonra
-
25-Furkan 36
ezhebâ : git
-
25-Furkan 36
ilâ el kavmi : o kavme,
-
25-Furkan 36
ellezîne kezzebû : yalanlayanlar, yalanlayan kimseler
-
25-Furkan 36
fe : o zaman, böylece, sonra da
-
25-Furkan 36
demmernâ-hum : onları helâk ettik, yok ettik
-
25-Furkan 36
tedmîren : helâk ederek, yok ederek
-
25-Furkan 37
ve kavme nûhın : ve Nuh (A.S)'ın kavmi
-
25-Furkan 37
lemmâ : olduğu zaman
-
25-Furkan 37
kezzebû : yalanladılar
-
25-Furkan 37
er rusule : resûller
-
25-Furkan 37
ve cealnâ-hum : ve onları kıldık
-
25-Furkan 37
li en nâsi : insanlar için, insanlara
-
25-Furkan 37
âyeten : bir âyet, delil
-
25-Furkan 37
ve a'tednâ : ve hazırladık
-
25-Furkan 37
li ez zâlimîne : zalimlere
-
25-Furkan 37
azâben : azap
-
25-Furkan 37
elîmen : acı
-
25-Furkan 38
ve âden : ve Ad (kavmi)
-
25-Furkan 38
ve semûdâ : ve Semud (kavmi)
-
25-Furkan 38
ve ashâbe er ressi : ve Ress ashabı (Hz. Şuayb'ın kavmi)
-
25-Furkan 38
ve kurûnen : ve nesiller
-
25-Furkan 38
beyne zâlike : bunların arasında
-
25-Furkan 38
kesîren : çok (birçok)
-
25-Furkan 39
ve kullen : ve hepsi
-
25-Furkan 39
lehu : ona
-
25-Furkan 39
el emsâle : misaller, örnekler
-
25-Furkan 39
ve kullen : ve hepsi
-
25-Furkan 39
tebbernâ : biz mahvettik, helâk ettik
-
25-Furkan 39
tetbîren : mahvederek, helâk ederek
-
25-Furkan 40
ve lekad : ve andolsun
-
25-Furkan 40
atev : geldiler
-
25-Furkan 40
alâ el karyeti : kasabaya, ülkeye
-
25-Furkan 40
elletî : ki o
-
25-Furkan 40
es sev'ı : kötü, fena (felâket)
-
25-Furkan 40
e fe lem yekûnû : öyle olmadı mı, hâlâ olmadı mı
-
25-Furkan 40
yerevne-hâ : onu görürler
-
25-Furkan 40
bel : hayır
-
25-Furkan 40
lâ yercûne : dilemiyorlar, ümit etmiyorlar
-
25-Furkan 40
nuşûren : yeniden dirilmek
-
25-Furkan 41
ve iza : ve olduğu zaman
-
25-Furkan 41
reav-ke : seni gördükleri
-
25-Furkan 41
yettehızûne-ke : seni edinirler
-
25-Furkan 41
huzuven : alay konusu
-
25-Furkan 41
e : mi
-
25-Furkan 41
ellezî : ki o
-
25-Furkan 41
bease : gönderdi
-
25-Furkan 41
resûlen : resûl, elçi
-
25-Furkan 42
kâde : neredeyse, az kalsın
-
25-Furkan 42
le : mutlaka, elbette, gerçekten
-
25-Furkan 42
an âliheti-nâ : ilâhlarımızdan
-
25-Furkan 42
lev lâ : olmasaydı
-
25-Furkan 42
en sabernâ : sabretmemiz
-
25-Furkan 42
aleyhâ : ona
-
25-Furkan 42
ve sevfe ya'lemûne : ve bilecekler
-
25-Furkan 42
hîne : (olduğu) zaman
-
25-Furkan 42
yerevne : görürler
-
25-Furkan 42
el azâbe : azap
-
25-Furkan 42
men : kim
-
25-Furkan 42
edallu : daha dâlalette
-
25-Furkan 42
sebîlen : sebîl, yol
-
25-Furkan 43
e raeyte : gördün mü
-
25-Furkan 43
men ittehaze : edinen kimse
-
25-Furkan 43
ilâhe-hu : onun ilâhı
-
25-Furkan 43
hevâ-hu : onun hevası
-
25-Furkan 43
e fe ente : (o zaman, öyleyse), yoksa sen mi
-
25-Furkan 43
tekûnu : olacaksın
-
25-Furkan 43
aleyhi : ona
-
25-Furkan 43
vekîlen : vekil
-
25-Furkan 44
em : yoksa
-
25-Furkan 44
tahsebu : sen sanıyorsun
-
25-Furkan 44
enne : olduğunu
-
25-Furkan 44
eksere-hum : onların çoğu
-
25-Furkan 44
yesmeûne : işitiyorlar
-
25-Furkan 44
ev : veya
-
25-Furkan 44
ya'kılûne : akıl ediyorlar
-
25-Furkan 44
ke : gibi
-
25-Furkan 44
el en'âmi : hayvanlar
-
25-Furkan 44
bel : hayır
-
25-Furkan 44
edallu : daha çok sapma
-
25-Furkan 44
sebîlen : sebîl, yol
-
25-Furkan 45
e lem tere : görmedin mi
-
25-Furkan 45
ilâ rabbi-ke : Rabbini
-
25-Furkan 45
keyfe : nasıl
-
25-Furkan 45
medde : uzattı
-
25-Furkan 45
ez zılle : gölge
-
25-Furkan 45
ve lev şâe : ve eğer dileseydi
-
25-Furkan 45
le : elbette
-
25-Furkan 45
ceale-hu : onu kıldı
-
25-Furkan 45
sâkinen : sakin, sabit
-
25-Furkan 45
summe : sonra
-
25-Furkan 45
cealnâ : biz kıldık
-
25-Furkan 45
eş şemse : güneş
-
25-Furkan 45
aleyhi : ona
-
25-Furkan 45
delîlen : delil
-
25-Furkan 46
summe : sonra
-
25-Furkan 46
ileynâ : bize, kendimize
-
25-Furkan 46
yesîren : kolayca, azar azar, yavaş yavaş
-
25-Furkan 47
ve huve : ve o
-
25-Furkan 47
ellezî : o ki
-
25-Furkan 47
ceale : kıldı, yaptı
-
25-Furkan 47
lekum : sizin için, size
-
25-Furkan 47
el leyle : gece
-
25-Furkan 47
libâsen : elbise, örtü
-
25-Furkan 47
ve en nevme : ve uyku
-
25-Furkan 47
subâten : dinlenme
-
25-Furkan 47
ve ceale : ve kıldı, yaptı
-
25-Furkan 47
en nehâre : gündüz
-
25-Furkan 47
nuşûren : yayılma
-
25-Furkan 48
ve huve : ve o
-
25-Furkan 48
ellezî : o ki
-
25-Furkan 48
ersele : gönderdi
-
25-Furkan 48
er riyâha : rüzgâr(lar)
-
25-Furkan 48
buşren : müjdeleyici olarak
-
25-Furkan 48
beyne yedey : elleri arasında, önünde
-
25-Furkan 48
rahmeti-hi : onun rahmeti
-
25-Furkan 48
ve enzelnâ : ve indirdik
-
25-Furkan 48
mines semâi : semadan, gökten
-
25-Furkan 48
mâen : su
-
25-Furkan 49
nuhyiye : hayat veririz, canlandırırız
-
25-Furkan 49
beldeten : belde
-
25-Furkan 49
meyten : ölü
-
25-Furkan 49
ve nuskıye-hu : ve onu sularız
-
25-Furkan 49
en'âmen : hayvanlar
-
25-Furkan 49
ve enâsiyye : ve insanlar
-
25-Furkan 49
kesîren : çok
-
25-Furkan 50
ve lekad : ve andolsun
-
25-Furkan 50
beyne-hum : onların arasında
-
25-Furkan 50
li yezzekkerû : tezekkür etmeleri için
-
25-Furkan 50
fe : artık, böylece
-
25-Furkan 50
ebâ : direndiler
-
25-Furkan 50
ekseru : çok
-
25-Furkan 50
en nâsi : insanlar
-
25-Furkan 51
ve lev : ve eğer, şâyet
-
25-Furkan 51
le : elbette
-
25-Furkan 51
beasnâ : gönderirdik
-
25-Furkan 51
karyetin : karye, belde, kasaba
-
25-Furkan 51
nezîren : nezir, uyarıcı
-
25-Furkan 52
fe : artık
-
25-Furkan 52
el kâfirîne : kâfirler
-
25-Furkan 52
ve câhid-hum : ve onlarla cihad et, savaş
-
25-Furkan 52
cihâden : cihad
-
25-Furkan 52
kebîren : büyük
-
25-Furkan 53
ve huve : ve o
-
25-Furkan 53
ellezî : o ki
-
25-Furkan 53
merace : serbest bıraktı
-
25-Furkan 53
el bahreyni : iki deniz
-
25-Furkan 53
ve hâzâ : ve bu
-
25-Furkan 53
ve ceale : ve kıldı, yaptı
-
25-Furkan 53
beyne-humâ : ikisinin arası
-
25-Furkan 53
berzehan : berzah, engel
-
25-Furkan 53
ve hıcran : ve engelleyerek, mani olarak
-
25-Furkan 53
mahcûren : engellenen, mani olunan
-
25-Furkan 54
ve huve : ve o
-
25-Furkan 54
ellezî : o ki
-
25-Furkan 54
min el mâi : sudan
-
25-Furkan 54
beşeren : beşer, insan
-
25-Furkan 54
fe : böylece
-
25-Furkan 54
ceale-hu : onu kıldı, yaptı
-
25-Furkan 54
neseben : neseb, akrabalık, soy bağı
-
25-Furkan 54
ve sıhran : ve sıhriyyet, (birbirine) karışma, hısımlık
-
25-Furkan 54
ve kâne : ve oldu
-
25-Furkan 54
rabbu-ke : senin Rabbin
-
25-Furkan 54
kadîren : kaadir, herşeye gücü yeten
-
25-Furkan 55
ve ya'budûne : ve ibadet ediyorlar, tapıyorlar
-
25-Furkan 55
lâ yenfeu-hum : onlar fayda vermez
-
25-Furkan 55
ve lâ yadurru-hum : ve zarar vermez
-
25-Furkan 55
ve kâne : ve oldu
-
25-Furkan 55
el kâfiru : kâfir
-
25-Furkan 56
ve mâ erselnâ-ke : ve biz seni göndermedik
-
25-Furkan 56
mubeşşiren : müjdeleyici olarak
-
25-Furkan 56
ve nezîren : ve uyarıcı olarak
-
25-Furkan 57
mâ es'elu-kum : sizden istemiyorum
-
25-Furkan 57
aleyhi : ona
-
25-Furkan 57
min ecrin : bir ecir, ücret, karşılık
-
25-Furkan 57
men : kimse
-
25-Furkan 57
şâe : diledi
-
25-Furkan 57
en yettehıze : edinmek
-
25-Furkan 57
sebîlen : bir yol
-
25-Furkan 58
ve tevekkel alâ : ve tevekkül et, güven, vekil tayin et
-
25-Furkan 58
el hayyi : hayy olan, hayatta olan
-
25-Furkan 58
ellezî : ki o
-
25-Furkan 58
lâ yemûtu : ölmez (ölümsüz olan)
-
25-Furkan 58
ve sebbih : ve tesbih et
-
25-Furkan 58
ve kefâ : ve kâfidir, yeterlidir
-
25-Furkan 58
habîren : haberdar olan
-
25-Furkan 59
ellezî : ki o
-
25-Furkan 59
es semâvâti : semalar, gökler
-
25-Furkan 59
vel arda : ve arz, yeryüzü
-
25-Furkan 59
ve mâ beynehumâ : ve ikisi arasındaki şeyler
-
25-Furkan 59
sitteti : altı (6)
-
25-Furkan 59
eyyâmin : günler
-
25-Furkan 59
summe istevâ : sonra istiva etti
-
25-Furkan 59
alâ el arşi : arşa
-
25-Furkan 59
er rahmânu : Rahmân
-
25-Furkan 59
fe : o zaman, öyleyse
-
25-Furkan 59
es'el : sor
-
25-Furkan 59
habîren : haberdar olan
-
25-Furkan 60
ve izâ : ve olduğu zaman
-
25-Furkan 60
kîle : dendi
-
25-Furkan 60
lehum : onlara
-
25-Furkan 60
li er rahmâni : Rahmân'a
-
25-Furkan 60
ve mâ er rahmânu : ve Rahmân nedir
-
25-Furkan 60
e nescudu : secde mi edelim
-
25-Furkan 60
mâ te'muru-nâ : bize emrettiğin şey
-
25-Furkan 60
ve zâde-hum : ve onlara arttırdı
-
25-Furkan 60
nufûren : nefret
-
25-Furkan 61
tebâreke : mübarek, şanı yüce
-
25-Furkan 61
ellezî : (ki) o
-
25-Furkan 61
ceale : kıldı
-
25-Furkan 61
fî es semâi : semada, gökte
-
25-Furkan 61
burûcen : burçlar
-
25-Furkan 61
ve ceale : ve kıldı
-
25-Furkan 61
sirâcen : kandil
-
25-Furkan 61
ve kameren : ve ay
-
25-Furkan 61
munîren : aydınlatıcı
-
25-Furkan 62
ve huve : ve o
-
25-Furkan 62
ellezî : ki o
-
25-Furkan 62
ceale : kıldı, yaptı
-
25-Furkan 62
el leyle : gece
-
25-Furkan 62
ve en nehâre : ve gündüz
-
25-Furkan 62
hılfeten : karşılıklı ardarda, birbirini takip eden
-
25-Furkan 62
li men : o kişi için
-
25-Furkan 62
erâde : istedi
-
25-Furkan 62
en yezzekkere : tezekkür etmek
-
25-Furkan 62
ev : veya
-
25-Furkan 62
erâde : istedi
-
25-Furkan 62
şukûren : şükretmek
-
25-Furkan 63
ve ibâdu : ve kullar
-
25-Furkan 63
er rahmâni : Rahmân
-
25-Furkan 63
ellezîne : onlar
-
25-Furkan 63
yemşûne : yürürler
-
25-Furkan 63
alâ el ardı : yeryüzünde
-
25-Furkan 63
hevnen : mütevazi olarak, tevazu ile
-
25-Furkan 63
ve izâ : ve olduğu zaman
-
25-Furkan 63
hâtabe-hum : onlara hitap etti
-
25-Furkan 63
el câhilûne : cahiller
-
25-Furkan 63
selâmen : selâm
-
25-Furkan 64
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 64
yebîtûne : geceyi geçirirler
-
25-Furkan 64
succeden : secde ederek
-
25-Furkan 64
ve kıyâmen : ve kıyam ederek, ayakta durarak
-
25-Furkan 65
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 65
yekûlûne : derler
-
25-Furkan 65
rabbe-nâ : Rabbimiz
-
25-Furkan 65
azâbe : azap
-
25-Furkan 65
cehenneme : cehennem
-
25-Furkan 65
inne : muhakkak
-
25-Furkan 65
azâbe-hâ : onun azabı
-
25-Furkan 65
kâne : oldu, ...dır
-
25-Furkan 65
garâmen : daimî helâk edici
-
25-Furkan 66
inne-hâ : muhakkak o
-
25-Furkan 66
sâet : kötü oldu
-
25-Furkan 66
mustekarren : karar kılınan yer, karargâh
-
25-Furkan 66
ve mukâmen : ve ikâmet edilen yer (ikâmet yeri)
-
25-Furkan 67
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 67
enfekû : infâk ettiler
-
25-Furkan 67
lem yusrifû : israf etmezler
-
25-Furkan 67
ve lem yakturû : ve kısmazlar, cimrilik etmezler
-
25-Furkan 67
ve kâne : ve oldu, idi
-
25-Furkan 67
beyne : arasında
-
25-Furkan 67
zâlike : bu
-
25-Furkan 67
kavâmen : ikame eden
-
25-Furkan 68
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 68
lâ yed'ûne : tapmazlar
-
25-Furkan 68
mea allâhi : Allah ile beraber
-
25-Furkan 68
ilâhen : ilâh
-
25-Furkan 68
ve lâ yaktulûne : ve öldürmezler
-
25-Furkan 68
en nefse : nefs, kimse, kişi
-
25-Furkan 68
elletî : ki o
-
25-Furkan 68
harreme : haram kıldı
-
25-Furkan 68
bi el hakkı : hak ile
-
25-Furkan 68
ve lâ yeznûne : ve zina yapmazlar
-
25-Furkan 68
ve men : ve kim
-
25-Furkan 68
yef'al : yapar
-
25-Furkan 68
zâlike : bu
-
25-Furkan 68
yelka : karşılaşır
-
25-Furkan 68
esâmen : günah, ceza, azap
-
25-Furkan 69
lehu : onun
-
25-Furkan 69
el azâbu : azap
-
25-Furkan 69
yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
-
25-Furkan 69
ve yahlud : ve halid olur, daimî kalır, ebediyyen kalır
-
25-Furkan 69
muhânen : alçaltılmış olarak
-
25-Furkan 70
men : kim
-
25-Furkan 70
tâbe : tövbe etti
-
25-Furkan 70
ve âmene : ve mü'min oldu
-
25-Furkan 70
ve amile : ve yaptı
-
25-Furkan 70
amelen sâlihan : salih amel, nefs tezkiyesi
-
25-Furkan 70
fe : böylece, o taktirde
-
25-Furkan 70
ulâike : işte onlar
-
25-Furkan 70
yubeddilu : çevirir
-
25-Furkan 70
seyyiâti-him : onların günahları
-
25-Furkan 70
hasenâtin : hasenatlar, sevaplar
-
25-Furkan 70
ve kâne : ve oldu
-
25-Furkan 70
gafûren : gafur, günahları sevaba çeviren
-
25-Furkan 70
rahîmen : rahîm olan,
-
25-Furkan 71
ve men : ve kim
-
25-Furkan 71
tâbe : tövbe etti
-
25-Furkan 71
ve amile sâlihan : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptı
-
25-Furkan 71
fe : böylece, o taktirde
-
25-Furkan 71
inne-hu : muhakkak o
-
25-Furkan 71
yetûbu : tövbe eder (ve Allah'a döner)
-
25-Furkan 71
metâben : tövbesi kabul edilmiş
-
25-Furkan 72
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 72
lâ yeşhedûne : şahitlik etmezler
-
25-Furkan 72
ez zûra : bâtıl, asılsız, yalan
-
25-Furkan 72
ve izâ merrû : ve karşılaştıkları zaman
-
25-Furkan 72
bi el lagvi : boş söz ile
-
25-Furkan 72
merrû : geçip gittiler
-
25-Furkan 72
kirâmen : kerim olarak, vakarla
-
25-Furkan 73
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 73
lem yahırrû : kapanmazlar, olmazlar
-
25-Furkan 73
aleyhâ : ona
-
25-Furkan 73
summen : sağır
-
25-Furkan 73
ve umyânen : ve kör (âmâ)
-
25-Furkan 74
ve ellezîne : ve onlar
-
25-Furkan 74
yekûlûne : söylerler, derler
-
25-Furkan 74
rabbenâ : Rabbimiz
-
25-Furkan 74
heb : bağışla
-
25-Furkan 74
lenâ : bize
-
25-Furkan 74
min ezvâci-nâ : eşlerimizden
-
25-Furkan 74
ve zurriyyâti-nâ : ve zürriyyet
-
25-Furkan 74
kurrete a'yunin : göz aydınlığı
-
25-Furkan 74
vec'alnâ (ve ic'alna) : ve bizi kıl, yap
-
25-Furkan 74
li el muttekîne : takva sahiplerine
-
25-Furkan 74
imâmen : imam
-
25-Furkan 75
ulâike : işte onlar
-
25-Furkan 75
yuczevne : mükâfatlandırılır
-
25-Furkan 75
el gurfete : oda, yüksek yer, yüksek makam
-
25-Furkan 75
saberû : sabrettiler
-
25-Furkan 75
ve yulekkavne : ve karşılanırlar
-
25-Furkan 75
tahiyyeten : hayır dualarla, hürmet ve selâmet dilekleriyle
-
25-Furkan 75
ve selâmen : ve selâm
-
25-Furkan 76
hâlidîne : ebedî kalıcı olanlar
-
25-Furkan 76
hasunet : güzel oldu
-
25-Furkan 76
mustekarren : karar kılınan yer, karargâh
-
25-Furkan 76
ve mukâmen : ve ikâmet yeri
-
25-Furkan 77
mâ ya'beu : değer vermez
-
25-Furkan 77
lev lâ : eğer olmasa
-
25-Furkan 77
fe : fakat, oysa
-
25-Furkan 77
kezzebtum : siz yalanladınız
-
25-Furkan 77
fe : fakat
-
25-Furkan 77
sevfe yekûnu : olacak
-
25-Furkan 77
lizâmen : elzem olan, kaçınılmaz olan
-
26-Şuarâ 2
tilke : bu (bunlar)
-
26-Şuarâ 2
el kitâbi : kitap
-
26-Şuarâ 2
el mubîni : apaçık
-
26-Şuarâ 3
lealle-ke : böylece sen
-
26-Şuarâ 3
nefse-ke : senin nefsin, sen kendin
-
26-Şuarâ 3
ellâ yekûnû : (onların) olmaması
-
26-Şuarâ 3
mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 4
neşe' : dileriz
-
26-Şuarâ 4
nunezzil : indiririz
-
26-Şuarâ 4
aleyhim : onların üzerine, onlara
-
26-Şuarâ 4
min es semâi : semadan, gökten
-
26-Şuarâ 4
âyeten : bir âyet (mucize)
-
26-Şuarâ 4
fe : böylece, artık
-
26-Şuarâ 4
zallet : gölge yaptı, gölgeledi
-
26-Şuarâ 4
lehâ : ona
-
26-Şuarâ 4
hâdıîne : boyun eğenler, itaat edenler
-
26-Şuarâ 5
ve mâ ye'tî-him : ve onlara gelmez
-
26-Şuarâ 5
min er rahmâni : Rahmân'dan
-
26-Şuarâ 5
muhdesin : yeni
-
26-Şuarâ 5
mu'ridîne : yüz çevirenler
-
26-Şuarâ 6
fe : böylece
-
26-Şuarâ 6
kezzebû : yalanladılar
-
26-Şuarâ 6
fe : böylece, bundan sonra, fakat
-
26-Şuarâ 6
seye'tî-him : onlara gelecek
-
26-Şuarâ 6
enbâu (nebe) : haberler (haber)
-
26-Şuarâ 6
yestehziûne : alay ederler
-
26-Şuarâ 7
e ve lem yerev ilâ : ve görmüyorlar mı, görmediler mi
-
26-Şuarâ 7
el ardı : yeryüzü
-
26-Şuarâ 7
kem : kaç, nice
-
26-Şuarâ 7
enbetnâ : yetiştirdik
-
26-Şuarâ 7
zevcin : çift
-
26-Şuarâ 7
kerîmin : kerim, bol, çok çeşit, çeşit çeşit
-
26-Şuarâ 8
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 8
fî zâlike : bunda
-
26-Şuarâ 8
le : elbette, gerçekten
-
26-Şuarâ 8
âyeten : âyet
-
26-Şuarâ 8
ve mâ kâne : ve olmadı
-
26-Şuarâ 8
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 8
mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 9
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 9
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 9
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 9
huve : o
-
26-Şuarâ 9
el azîzu : azîz, yüce
-
26-Şuarâ 9
er rahîme : rahîm, rahmet nuru gönderen
-
26-Şuarâ 10
ve iz nâdâ : ve seslenmişti
-
26-Şuarâ 10
rabbu-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 10
en i'ti : gitmesi
-
26-Şuarâ 10
el kavme : kavim
-
26-Şuarâ 10
ez zâlimîne : zalimler
-
26-Şuarâ 11
kavme : kavim
-
26-Şuarâ 11
fir'avne : firavun
-
26-Şuarâ 11
e : mi
-
26-Şuarâ 11
lâ yettekûne : takva sahibi olmuyorlar
-
26-Şuarâ 12
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 12
ehâfu : korkuyorum
-
26-Şuarâ 12
en yukezzibû-ni : beni yalanlamaları
-
26-Şuarâ 13
ve yadîku : ve daralıyor
-
26-Şuarâ 13
ve lâ yentaliku : ve dönmüyor
-
26-Şuarâ 13
fe : böylece, bu nedenle
-
26-Şuarâ 13
ersil : gönder
-
26-Şuarâ 13
ilâ hârûne : Harun'a
-
26-Şuarâ 14
ve lehum : ve onlar için, onlar
-
26-Şuarâ 14
aleyye : bana, benim üzerime
-
26-Şuarâ 14
zenbun : suç, günah
-
26-Şuarâ 14
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 14
ehâfu : korkuyorum
-
26-Şuarâ 14
en yaktulû-ni : beni öldürmelerinden
-
26-Şuarâ 15
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 15
kellâ : hayır
-
26-Şuarâ 15
fe ezhebâ : haydi ikiniz gidin
-
26-Şuarâ 15
mea-kum : sizinle beraber
-
26-Şuarâ 15
mustemiûne : işitenler
-
26-Şuarâ 16
fe'tiyâ (fe i'tiyâ) : artık (ikiniz) gidin
-
26-Şuarâ 16
fir'avne : firavun
-
26-Şuarâ 16
fe : böylece, ve de
-
26-Şuarâ 16
resûlu : resûl, elçi
-
26-Şuarâ 16
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbi
-
26-Şuarâ 17
en ersil : göndermesi
-
26-Şuarâ 17
mea-nâ : bizimle beraber
-
26-Şuarâ 17
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
26-Şuarâ 18
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 18
e : mi
-
26-Şuarâ 18
lem nurabbi-ke : senin Rabbin (himaye edip yetiştiren) olmadık
-
26-Şuarâ 18
velîden : çocuk olarak, çocukken
-
26-Şuarâ 18
ve lebiste : ve sen kaldın
-
26-Şuarâ 18
min umuri-ke : senin ömründen
-
26-Şuarâ 18
sinîne : seneler, yıllar
-
26-Şuarâ 19
ve fealte : ve sen yaptın
-
26-Şuarâ 19
fa'lete-ke : senin işin
-
26-Şuarâ 19
elletî : ki o
-
26-Şuarâ 19
fealte : sen yaptın
-
26-Şuarâ 19
ve ente : ve sen
-
26-Şuarâ 19
min el kâfirîne : kâfirlerden, inkâr edenlerden
-
26-Şuarâ 20
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 20
fealtu-hâ : onu yaptım
-
26-Şuarâ 20
izen : o zaman
-
26-Şuarâ 20
ve ene : ve ben
-
26-Şuarâ 20
min ed dâllîne : dalâlette olanlardan
-
26-Şuarâ 21
fe ferartu : o zaman kaçtım
-
26-Şuarâ 21
lemmâ : olduğu zaman, olduğundan dolayı
-
26-Şuarâ 21
fe : sonra, fakat
-
26-Şuarâ 21
vehebe lî : bana bağışladı
-
26-Şuarâ 21
hukmen : hüküm, hikmet
-
26-Şuarâ 21
ve ceale-nî : ve beni kıldı
-
26-Şuarâ 21
min el murselîne : gönderilenlerden, resûllerden
-
26-Şuarâ 22
ve tilke : ve bu
-
26-Şuarâ 22
ni'metun : ni'met
-
26-Şuarâ 22
temunnu-hâ : onu lütfettin, onunla lütufta bulundun
-
26-Şuarâ 22
aleyye : bana
-
26-Şuarâ 22
en abbedte : senin köle yapman
-
26-Şuarâ 22
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
26-Şuarâ 23
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 23
ve mâ : ve nedir
-
26-Şuarâ 23
el âlemîne : âlemler
-
26-Şuarâ 24
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 24
es semâvâti : semalar, gökler
-
26-Şuarâ 24
ve el ardı : ve yeryüzü, yer
-
26-Şuarâ 24
ve mâ : ve şeyler
-
26-Şuarâ 24
beyne-humâ : ikisi arasında
-
26-Şuarâ 24
mûkınîne : yakîn (kesin) olarak inananlar, yakîn hasıl ederek inananlar
-
26-Şuarâ 25
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 25
li men : kimselere
-
26-Şuarâ 25
havle-hu : onun etrafında
-
26-Şuarâ 25
e : mı
-
26-Şuarâ 25
lâ testemiûne : işitmiyorsunuz
-
26-Şuarâ 26
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 26
ve rabbu : ve Rab
-
26-Şuarâ 26
el evvelîne : evvelkiler, öncekiler
-
26-Şuarâ 27
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 27
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 27
resûle-kum : sizin resûlünüz
-
26-Şuarâ 27
ellezî : ki o
-
26-Şuarâ 27
ursile : gönderildi
-
26-Şuarâ 27
ileykum : size
-
26-Şuarâ 27
le : elbette, gerçekten, mutlaka
-
26-Şuarâ 27
mecnûnun : mecnun, deli
-
26-Şuarâ 28
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 28
el meşrıkı : şark, doğu
-
26-Şuarâ 28
ve el magribi : ve batı
-
26-Şuarâ 28
ve mâ : ve şeyler
-
26-Şuarâ 28
beyne-humâ : ikisi arasında
-
26-Şuarâ 28
ta'kılûne : akıl ediyorsunuz
-
26-Şuarâ 29
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 29
le : elbette, mutlaka, gerçekten
-
26-Şuarâ 29
in ittehazte : eğer sen edinirsen
-
26-Şuarâ 29
ilâhen : bir ilâh
-
26-Şuarâ 29
le : gerçekten, elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 29
ec'alenne-ke : seni mutlaka kılacağım
-
26-Şuarâ 29
min el mescûnîne : hapsedilenlerden, zindana atılanlardan
-
26-Şuarâ 30
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 30
e ve lev : olsa da mı
-
26-Şuarâ 30
ci'tu-ke : sana getirdim
-
26-Şuarâ 30
bi şey'in : bir şey
-
26-Şuarâ 31
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 31
fe'ti : öyleyse getir
-
26-Şuarâ 31
kunte : sen oldun
-
26-Şuarâ 31
min es sâdikîne : sadıklardan, doğru söyleyenlerden
-
26-Şuarâ 32
fe : o zaman, bunun üzerine
-
26-Şuarâ 32
elkâ : attı
-
26-Şuarâ 32
fe izâ : o zaman, böylece
-
26-Şuarâ 32
hiye : o
-
26-Şuarâ 33
ve nezea : ve çıkardı
-
26-Şuarâ 33
yede-hu : elini
-
26-Şuarâ 33
fe izâ : o zaman, böylece
-
26-Şuarâ 33
hiye : o
-
26-Şuarâ 33
beydâu : beyaz (nurlu)
-
26-Şuarâ 33
li en nâzırîne : bakanlar için, seyredenler için
-
26-Şuarâ 34
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 34
li el melei : ileri gelenlere
-
26-Şuarâ 34
havle-hu : onun etrafında
-
26-Şuarâ 34
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 34
le : gerçekten, mutlaka
-
26-Şuarâ 35
en yuhrice-kum : sizi çıkarmak
-
26-Şuarâ 35
fe : bu taktirde
-
26-Şuarâ 35
te'murûne : emredersiniz
-
26-Şuarâ 36
ercih (erci-hu) : onu tehir et, beklet
-
26-Şuarâ 36
ve ehâ-hu : ve onun kardeşi
-
26-Şuarâ 36
veb'as : ve gönder
-
26-Şuarâ 36
fî el medâini (medine) : şehirlerde, şehirlere (şehir)
-
26-Şuarâ 36
hâşirîne : haşredenler, toplayanlar, toplayıcılar
-
26-Şuarâ 37
ye'tû-ke bi : sana getirsinler
-
26-Şuarâ 37
sehhârin : sihir yapanlar, sihirbazlar
-
26-Şuarâ 38
fe : işte o zaman, böylece
-
26-Şuarâ 38
es seharatu : sihirbazlar
-
26-Şuarâ 38
yevmin : bir gün
-
26-Şuarâ 39
ve kîle : ve denildi
-
26-Şuarâ 39
li en nâsi : insanlara
-
26-Şuarâ 39
hel : mı
-
26-Şuarâ 39
entum : siz
-
26-Şuarâ 39
muctemiûne : toplananlar
-
26-Şuarâ 40
lealle-nâ : böylece biz, o zaman biz
-
26-Şuarâ 40
nettebiu : tâbî oluruz
-
26-Şuarâ 40
es seharate : sihirbazlar
-
26-Şuarâ 40
el gâlibîne : gâlip gelenler
-
26-Şuarâ 41
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 41
lemmâ : olduğu zaman
-
26-Şuarâ 41
câe : geldi
-
26-Şuarâ 41
es seharatu : sihirbazlar
-
26-Şuarâ 41
fir'avne : firavun
-
26-Şuarâ 41
e : mi
-
26-Şuarâ 41
inne : muhakkak, gerçekten
-
26-Şuarâ 41
lenâ : bize
-
26-Şuarâ 41
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 41
ecran : ecir, mükâfat
-
26-Şuarâ 41
el gâlibîne : gâlip olanlar
-
26-Şuarâ 42
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 42
neam : evet
-
26-Şuarâ 42
ve inne-kum : ve muhakkak siz
-
26-Şuarâ 42
izen : öyleyse, o zaman
-
26-Şuarâ 42
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 42
min el mukarrabîne : yakın olanlardan, yakınlardan
-
26-Şuarâ 43
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 43
lehum : onlara
-
26-Şuarâ 43
elkû : atın
-
26-Şuarâ 43
entum : siz
-
26-Şuarâ 43
mulkûne : atanlar, atılacak olan
-
26-Şuarâ 44
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 44
elkav : atın
-
26-Şuarâ 44
hıbâle-hum : onların ipleri
-
26-Şuarâ 44
ve ısıyye-hum : ve onların asaları
-
26-Şuarâ 44
ve kâlû : ve dediler
-
26-Şuarâ 44
izzeti : izzet, üstünlük
-
26-Şuarâ 44
fir'avne : firavun
-
26-Şuarâ 44
le : elbette
-
26-Şuarâ 44
el gâlibûne : gâlip olanlar, üstün olanlar
-
26-Şuarâ 45
fe : böylece, sonra
-
26-Şuarâ 45
elkâ : attı
-
26-Şuarâ 45
fe : böylece, o zaman
-
26-Şuarâ 45
hiye : o
-
26-Şuarâ 45
telkafu : yutuyor
-
26-Şuarâ 45
ye'fikûne : uyduruyorlar
-
26-Şuarâ 46
fe : o zaman, hemen
-
26-Şuarâ 46
ulkıye : atıldılar, (yere) kapandılar
-
26-Şuarâ 46
es seharatu : sihirbazlar
-
26-Şuarâ 46
sâcidîne : secde edenler, secde ederek
-
26-Şuarâ 47
âmennâ : biz îmân ettik
-
26-Şuarâ 47
el âlemîne : âlemler
-
26-Şuarâ 48
ve hârûne : ve Harun
-
26-Şuarâ 49
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 49
âmentum : siz îmân ettiniz
-
26-Şuarâ 49
lehu : ona
-
26-Şuarâ 49
kable : önce, evvel
-
26-Şuarâ 49
en âzene : benim izin vermem
-
26-Şuarâ 49
lekum : size
-
26-Şuarâ 49
inne-hu : muhakkak o
-
26-Şuarâ 49
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 49
kebîru-kum : sizin büyüğünüz
-
26-Şuarâ 49
ellezî : ki o
-
26-Şuarâ 49
alleme-kum : size öğretti (öğreten)
-
26-Şuarâ 49
es sıhra : sihir, büyü
-
26-Şuarâ 49
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 49
le : mutlaka, elbette
-
26-Şuarâ 49
sevfe : yakında
-
26-Şuarâ 49
ta'lemûne : bileceksiniz
-
26-Şuarâ 49
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 49
ukattıanne : kestireceğim
-
26-Şuarâ 49
eydiye-kum : sizin elleriniz
-
26-Şuarâ 49
ve ercule-kum : ve sizin ayaklarınız
-
26-Şuarâ 49
ve le : ve mutlaka
-
26-Şuarâ 49
usallibenne-kum : sizi astıracağım
-
26-Şuarâ 49
ecmaîne : topluca, hepsi
-
26-Şuarâ 50
munkalibûne : dönenleriz
-
26-Şuarâ 51
natmeu : umuyoruz, istiyoruz
-
26-Şuarâ 51
en yagfira : mağfiret etmesi
-
26-Şuarâ 51
lenâ : bizi, bize
-
26-Şuarâ 51
en kunnâ : olmuş olmamız
-
26-Şuarâ 51
evvele : ilk, evvel
-
26-Şuarâ 51
el mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 52
ve evhay-nâ : ve biz vahyettik
-
26-Şuarâ 52
en esri : gece yürümesi, gece yola çıkması
-
26-Şuarâ 52
inne-kum : muhakkak siz
-
26-Şuarâ 52
muttebeûne : takip edilecek olanlar
-
26-Şuarâ 53
fe : artık, böylece, bunun üzerine
-
26-Şuarâ 53
ersele : gönderdi
-
26-Şuarâ 53
fî el medâini : şehirlere
-
26-Şuarâ 53
hâşirîne : toplayıcılar
-
26-Şuarâ 54
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 54
le : elbette, gerçekten
-
26-Şuarâ 54
şirzimetun : küçük topluluk, küçük grup
-
26-Şuarâ 54
kalîlûne : az (sayıları az)
-
26-Şuarâ 55
ve inne-hum : ve muhakkak onlar
-
26-Şuarâ 55
lenâ : bize
-
26-Şuarâ 55
le : gerçekten
-
26-Şuarâ 55
gâizûne : kızdıranlar, öfkelendirenler (öfke duyanlar)
-
26-Şuarâ 56
ve innâ : ve muhakkak biz
-
26-Şuarâ 56
le : elbette, gerçekten
-
26-Şuarâ 56
cemîun : toplum, topluluk
-
26-Şuarâ 56
hâzirûne : sakınılan, korkulan, tedbir alan
-
26-Şuarâ 57
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 57
min cennâtin : bahçelerden
-
26-Şuarâ 57
ve uyûnin : ve pınarlar
-
26-Şuarâ 58
ve kunûzin : ve hazineler
-
26-Şuarâ 58
ve makâmin : ve makamlar
-
26-Şuarâ 58
kerîmin : kerim, ikram edilmiş, yüksek
-
26-Şuarâ 59
kezâlike : işte böylece
-
26-Şuarâ 59
ve evresnâ-hâ : ve ona varis kıldık
-
26-Şuarâ 59
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
26-Şuarâ 60
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 60
etbeû-hum : onlara tâbî oldular, onların peşine düştüler
-
26-Şuarâ 60
muşrikîne : şark tarafı, doğu tarafı, güneşin doğuş vakti
-
26-Şuarâ 61
fe lemmâ : olduğu zaman
-
26-Şuarâ 61
terâe : görüyorlar
-
26-Şuarâ 61
el cem'âni : iki topluluk
-
26-Şuarâ 61
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 61
le : gerçekten, muhakkak
-
26-Şuarâ 61
mudrakûne : yetişilenler
-
26-Şuarâ 62
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 62
kellâ : hayır
-
26-Şuarâ 62
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 62
maiye : benimle beraber
-
26-Şuarâ 62
se-yehdî-ni : beni hidayete erdirecek, kurtuluşa ulaştıracak
-
26-Şuarâ 63
fe : o zaman
-
26-Şuarâ 63
evhaynâ : vahyettik
-
26-Şuarâ 63
en ıdrib : vurması
-
26-Şuarâ 63
bi asâke : (senin) asan ile
-
26-Şuarâ 63
el bahra : deniz
-
26-Şuarâ 63
fenfeleka (fe infeleka) : hemen (infilâk etti) yarıldı, ayrıldı
-
26-Şuarâ 63
fe : o zaman, böylece, bundan sonra
-
26-Şuarâ 63
kâne : oldu
-
26-Şuarâ 63
ke : gibi
-
26-Şuarâ 63
et tavdi : yüksek dağ
-
26-Şuarâ 63
el azîmi : büyük
-
26-Şuarâ 64
ve ezlefnâ : ve yaklaştırdık, yakınlaştırdık
-
26-Şuarâ 64
semme : oraya
-
26-Şuarâ 64
el âharîne : diğerleri
-
26-Şuarâ 65
ve enceynâ : ve kurtardık
-
26-Şuarâ 65
ve men : ve kimseler
-
26-Şuarâ 65
mea-hû : onunla beraber
-
26-Şuarâ 65
ecmaîne : topluca, hepsi
-
26-Şuarâ 66
summe : sonra
-
26-Şuarâ 66
agrakne : boğduk
-
26-Şuarâ 66
el âharîne : diğerleri
-
26-Şuarâ 67
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 67
fî zâlike : bunda
-
26-Şuarâ 67
le : gerçekten
-
26-Şuarâ 67
âyeten : âyet (vardır)
-
26-Şuarâ 67
ve mâ kâne : ve olmadı, değiller
-
26-Şuarâ 67
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 67
mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 68
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 68
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 68
le huve : elbette O
-
26-Şuarâ 68
el azîzu : azîzdir, yücedir
-
26-Şuarâ 68
er rahîmu : rahîmdir, rahmet nuru gönderendir,
-
26-Şuarâ 69
vetlu : ve oku, aktar
-
26-Şuarâ 69
aleyhim : onlara
-
26-Şuarâ 69
nebee : haberini
-
26-Şuarâ 69
ibrâhîme : İbrâhîm
-
26-Şuarâ 70
iz kâle : demişti
-
26-Şuarâ 70
li ebî-hi : onun babasına
-
26-Şuarâ 70
ve kavmi-hi : ve onun kavmine
-
26-Şuarâ 70
ta'budûne : tapıyorsunuz
-
26-Şuarâ 71
asnâmen : putlar
-
26-Şuarâ 71
fe : böylece
-
26-Şuarâ 71
nezallu lehâ : ona devam ediyoruz
-
26-Şuarâ 71
âkifîne : ibadet edenler, kulluk edenler
-
26-Şuarâ 72
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 72
hel : mı
-
26-Şuarâ 72
yesmeûne-kum : sizi işitiyorlar
-
26-Şuarâ 72
iz ted'ûne : dua ettiğiniz zaman
-
26-Şuarâ 73
ev : yoksa, veya, öyle mi
-
26-Şuarâ 73
yenfeûne-kum : size fayda veriyorlar
-
26-Şuarâ 73
ev : veya
-
26-Şuarâ 73
yedurrûne : zarar veriyorlar
-
26-Şuarâ 74
bel : hayır
-
26-Şuarâ 74
vecednâ : biz bulduk
-
26-Şuarâ 74
âbâe-nâ : (bizim) babalarımız
-
26-Şuarâ 74
kezâlike : böyle
-
26-Şuarâ 74
yef'alûne : yapıyorlar
-
26-Şuarâ 75
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 75
e fe raeytum : öyleyse siz gördünüz mü
-
26-Şuarâ 75
ta'budûne : siz tapıyorsunuz
-
26-Şuarâ 76
entum : siz
-
26-Şuarâ 76
ve âbâu-kum : ve sizin babalarınız, atalarınız
-
26-Şuarâ 76
el akdemûne : kadim, eski, geçmiş
-
26-Şuarâ 77
fe : o zaman
-
26-Şuarâ 77
inne-hum : muhakkak onlar
-
26-Şuarâ 77
rabbe : Rab
-
26-Şuarâ 77
el âlemîne : âlemler
-
26-Şuarâ 78
ellezî : ki o
-
26-Şuarâ 78
fe huve : ve o
-
26-Şuarâ 78
yehdî-ni : beni hidayete erdirir
-
26-Şuarâ 79
vellezî (ve ellezî) : ve ki o
-
26-Şuarâ 79
huve : o
-
26-Şuarâ 79
ve yeskî-ni : ve beni sulayan, içiren
-
26-Şuarâ 80
ve izâ : ve olduğu zaman
-
26-Şuarâ 80
fe : o zaman
-
26-Şuarâ 80
huve : o
-
26-Şuarâ 80
yeşfî-ni : bana şifa verir
-
26-Şuarâ 81
vellezî (ve ellezî) : ve ki o
-
26-Şuarâ 81
summe : sonra
-
26-Şuarâ 82
vellezî (ve ellezî) : ve, ki o
-
26-Şuarâ 82
atmeu : umuyorum, istiyorum
-
26-Şuarâ 82
en yagfira : mağfiret etmesi
-
26-Şuarâ 82
hatîetî : benim hatalarım
-
26-Şuarâ 82
yevme : günü
-
26-Şuarâ 82
ed dîni : dîn
-
26-Şuarâ 83
heb lî : bana bağışla, ver
-
26-Şuarâ 83
hukmen : hüküm, hikmet
-
26-Şuarâ 83
ve elhık-nî : ve beni ilhak et, dahil et
-
26-Şuarâ 83
bi es sâlihîne : salihlere
-
26-Şuarâ 84
vec'al (ve ic'al) : ve kıl, yap
-
26-Şuarâ 84
lisâne : konuşulan, lisan
-
26-Şuarâ 84
el âhırîne : sonrakiler
-
26-Şuarâ 85
vec'al-nî (ve ic'al-nî) : ve beni kıl
-
26-Şuarâ 85
min veraseti : varislerden
-
26-Şuarâ 85
cenneti : cennet
-
26-Şuarâ 85
en naîmi : naim (ni'metlendirilmiş)
-
26-Şuarâ 86
ebî : benim babam
-
26-Şuarâ 86
inne-hu : muhakkak ki o
-
26-Şuarâ 86
kâne : oldu
-
26-Şuarâ 86
min ed dâllîne : dalâlette olanlardan
-
26-Şuarâ 87
ve lâ tuhzi-nî : ve beni utandırma, alçaltma, perişan etme, mahzun etme
-
26-Şuarâ 87
yevme : gün
-
26-Şuarâ 87
yûb'asûne : beas edilirler, diriltilirler
-
26-Şuarâ 88
yevme : gün
-
26-Şuarâ 88
lâ yenfau : fayda vermez
-
26-Şuarâ 88
ve lâ : ve olmaz, ve yoktur
-
26-Şuarâ 88
benûne : oğullar, çocuklar
-
26-Şuarâ 89
men : kim, kimse, kişi
-
26-Şuarâ 89
etâllâhe (etâ allâhe) : Allah'a geldiler
-
26-Şuarâ 89
selîmin : selîm, selâmete ermiş
-
26-Şuarâ 90
ve uzlifeti : ve yaklaştırıldı
-
26-Şuarâ 90
el cennetu : cennet
-
26-Şuarâ 90
li el muttekîne : takva sahiplerine
-
26-Şuarâ 91
ve burrizeti : ve bariz olarak gösterildi
-
26-Şuarâ 91
el cahîmu : cehennem
-
26-Şuarâ 91
li el gâvîne : azgınlar için, azgınlara
-
26-Şuarâ 92
ve kîle : ve denildi
-
26-Şuarâ 92
lehum : onlara
-
26-Şuarâ 92
eyne : nerede
-
26-Şuarâ 92
ta'budûne : tapıyorsunuz
-
26-Şuarâ 93
hel : mi
-
26-Şuarâ 93
yensurûne-kum : size yardım ediyorlar
-
26-Şuarâ 93
ev : veya
-
26-Şuarâ 93
yentesırûne : kendilerine yardım edebiliyorlar
-
26-Şuarâ 94
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 94
ve el gâvune : ve azgınlar
-
26-Şuarâ 95
ve cunûdu : ve ordular
-
26-Şuarâ 95
iblîse : iblis
-
26-Şuarâ 95
ecmeûne : hepsi, topluca
-
26-Şuarâ 96
ve hum : ve onlar
-
26-Şuarâ 96
yahtesımûne : hasım olarak (düşmanca) çekişirler
-
26-Şuarâ 97
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 98
nusevvî-kum : sizi eşit tutuyoruz
-
26-Şuarâ 98
el âlemîne : âlemler
-
26-Şuarâ 99
ve mâ : ve olmadı
-
26-Şuarâ 99
edalle-nâ : bizi dalâlette bıraktı
-
26-Şuarâ 99
el mucrimûne : suçlular
-
26-Şuarâ 100
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 100
lenâ : bize, bizim için
-
26-Şuarâ 100
min şâfiîne : şefaatçi
-
26-Şuarâ 101
ve : ve
-
26-Şuarâ 102
fe lev enne : keşke olsaydı
-
26-Şuarâ 102
lenâ : bize, bizim için
-
26-Şuarâ 102
kerraten : bir kere daha
-
26-Şuarâ 102
fe : o zaman
-
26-Şuarâ 102
nekûne : biz oluruz
-
26-Şuarâ 102
el mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 103
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 103
zâlike : işte böylece
-
26-Şuarâ 103
le : elbette
-
26-Şuarâ 103
âyeten : bir âyet, ibret
-
26-Şuarâ 103
ve mâ kâne : ve olmadı, değil
-
26-Şuarâ 103
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 103
mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 104
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 104
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 104
le : elbette
-
26-Şuarâ 104
huve : o
-
26-Şuarâ 104
el azîzu : azîz, güçlü, üstün olan
-
26-Şuarâ 104
er rahîmu : rahîm,
-
26-Şuarâ 105
kezzebet : tekzip etti, yalanladı
-
26-Şuarâ 105
el murselîne : gönderilenler, resûller
-
26-Şuarâ 106
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 106
lehum : onlara
-
26-Şuarâ 106
ehû-hum : onların kardeşi
-
26-Şuarâ 106
e : mi
-
26-Şuarâ 106
lâ tettekûne : takva sahibi olmuyorsunuz
-
26-Şuarâ 107
lekum : sizin için, size
-
26-Şuarâ 107
resûlun : bir resûl
-
26-Şuarâ 107
emînun : emin, güvenilir
-
26-Şuarâ 108
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 108
ittekû : takva sahibi olun
-
26-Şuarâ 108
allâhe : Allah
-
26-Şuarâ 108
ve etîû-ni : ve itaat edin
-
26-Şuarâ 109
ve mâ es'elu-kum : ve sizden istemiyorum
-
26-Şuarâ 109
aleyhi : ona
-
26-Şuarâ 109
ecrin : ecir, ücret
-
26-Şuarâ 109
ecriye : benim ecrim, benim ücretim
-
26-Şuarâ 109
el âlemîne : âlemler
-
26-Şuarâ 110
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 110
ittekû : takva sahibi olun
-
26-Şuarâ 110
allâhe : Allah
-
26-Şuarâ 110
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 111
e : mı
-
26-Şuarâ 111
leke : sana
-
26-Şuarâ 111
ve ittebea-ke : ve sana tâbî oldular
-
26-Şuarâ 111
el erzelûne : en basit insanlar, rezil insanlar
-
26-Şuarâ 112
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 112
ve mâ : ve olmadı, yok
-
26-Şuarâ 112
kânû ya'melûne : yapmış oldukları
-
26-Şuarâ 113
lev : eğer, şâyet, ise
-
26-Şuarâ 113
teş'urûne : şuurundasınız, farkındasınız, farkında olursunuz
-
26-Şuarâ 114
ve mâ : ve değil
-
26-Şuarâ 114
ene : ben
-
26-Şuarâ 114
el mu'minîne : mü'minler
-
26-Şuarâ 115
in ene : ben sadece
-
26-Şuarâ 115
nezîrun : bir nezir, uyarıcı
-
26-Şuarâ 116
le : elbette, mutlaka, gerçekten
-
26-Şuarâ 116
lem tentehi : vazgeçmezsen
-
26-Şuarâ 116
le tekûnenne : sen muhakkak ..... olacaksın
-
26-Şuarâ 116
min el mercûmîne : taşlananlardan
-
26-Şuarâ 117
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 117
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 117
kezzebû-ni : beni yalanladı
-
26-Şuarâ 118
feftah (fe iftah) : artık, bu durumda aç
-
26-Şuarâ 118
beynî : benim aram
-
26-Şuarâ 118
ve beyne-hum : ve onların arası
-
26-Şuarâ 118
fethan : fethederek, açarak
-
26-Şuarâ 118
ve necci-nî : ve beni kurtar
-
26-Şuarâ 118
ve men : ve kimseler, kişiler
-
26-Şuarâ 118
maiye : benimle beraber
-
26-Şuarâ 118
min el mu'minîne : mü'minlerden
-
26-Şuarâ 119
fe : böylece
-
26-Şuarâ 119
enceynâ-hu : onu kurtardık
-
26-Şuarâ 119
ve men : ve kimseleri
-
26-Şuarâ 119
mea-hu : onunla beraber
-
26-Şuarâ 119
fîl fulki (fî el fulki) : gemi içinde, gemide
-
26-Şuarâ 119
el meşhûni : dolu
-
26-Şuarâ 120
summe : sonra
-
26-Şuarâ 120
el bâkîne : geride kalanlar, kalanlar
-
26-Şuarâ 121
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 121
fî zâlike : bunda var
-
26-Şuarâ 121
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 121
âyeten : bir âyet, bir ibret
-
26-Şuarâ 121
ve mâ kâne : ve olmadı
-
26-Şuarâ 121
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 121
mu'minîne : îmân edenler, mü'min olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
26-Şuarâ 122
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 122
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 122
le huve : elbette O
-
26-Şuarâ 122
el azîzu : azîz, yüce
-
26-Şuarâ 122
er rahîmu : rahmet nuru gönderen,
-
26-Şuarâ 123
kezzebet : tekzip etti, yalanladı
-
26-Şuarâ 123
el murselîne : gönderilen resûller
-
26-Şuarâ 124
iz kâle : demişti
-
26-Şuarâ 124
lehum : onlara
-
26-Şuarâ 124
ehû-hum : onların kardeşi
-
26-Şuarâ 124
e lâ tettekûne : siz takva sahibi olmayacak mısınız
-
26-Şuarâ 125
lekum : sizin için
-
26-Şuarâ 125
resûlun : bir resûl
-
26-Şuarâ 125
emînun : emin, güvenilir
-
26-Şuarâ 126
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 126
ittekû allâhe : Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'a ulaşmayı dileyin
-
26-Şuarâ 126
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 127
ve mâ es'elu-kum : ve ben sizden istemiyorum
-
26-Şuarâ 127
aleyhi : ona
-
26-Şuarâ 127
min ecrin : bir ücret
-
26-Şuarâ 127
ecriye : benim ücretim
-
26-Şuarâ 127
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbi
-
26-Şuarâ 128
e : mı
-
26-Şuarâ 128
tebnûne : bina ediyorsunuz, inşa ediyorsunuz
-
26-Şuarâ 128
âyeten : âyet, delil
-
26-Şuarâ 128
ta'besûne : abesle iştigal ediyorsunuz, boşuna uğraşıyorsunuz
-
26-Şuarâ 129
ve tettehızûne : ve ediniyorsunuz
-
26-Şuarâ 129
mesânia : sanat eserleri, yapıtlar
-
26-Şuarâ 129
leallekum : umulur ki siz
-
26-Şuarâ 129
tahludûne : siz ebedî kalırsınız
-
26-Şuarâ 130
ve izâ : ve olduğu zaman
-
26-Şuarâ 130
betaştum : yakaladınız
-
26-Şuarâ 130
betaştum : yakaladınız
-
26-Şuarâ 130
cebbârîne : cebirle, zorbalıkla
-
26-Şuarâ 131
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 131
ittekû allâhe : Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'a ulaşmayı dileyin
-
26-Şuarâ 131
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 132
vettekû (ve ittekû) : ve takva sahibi olun
-
26-Şuarâ 132
ellezî : ki o
-
26-Şuarâ 132
emedde-kum : size yardım etti
-
26-Şuarâ 132
ta'lemûne : siz biliyorsunuz
-
26-Şuarâ 133
emedde-kum : size yardım etti
-
26-Şuarâ 133
bi en'âmin : hayvanlarla
-
26-Şuarâ 133
ve benîne : ve oğullar, çocuklar
-
26-Şuarâ 134
ve cennâtin : ve bahçeler
-
26-Şuarâ 134
ve uyûnin : ve pınarlar
-
26-Şuarâ 135
ehâfu : korkuyorum
-
26-Şuarâ 135
aleykum : sizin üzerinize, size
-
26-Şuarâ 135
azâbe : azap
-
26-Şuarâ 135
yevmin : gün
-
26-Şuarâ 136
sevâun : birdir, eşittir
-
26-Şuarâ 136
aleynâ : bize
-
26-Şuarâ 136
e : mi
-
26-Şuarâ 136
vaazte : sen vaaz verdin
-
26-Şuarâ 136
em : veya
-
26-Şuarâ 136
lem tekun : sen olmazsın
-
26-Şuarâ 136
min el vâızîne : vaaz verenlerden
-
26-Şuarâ 137
el evvelîne : öncekiler, evvelkiler
-
26-Şuarâ 138
ve mâ : ve değil
-
26-Şuarâ 138
muazzebîne : azaplandırılanlar
-
26-Şuarâ 139
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 139
kezzebû-hu : onu tekzip ettiler, yalanladılar
-
26-Şuarâ 139
fe : artık, böylece, bu sebeple
-
26-Şuarâ 139
ehleknâ-hum : onları helak ettik
-
26-Şuarâ 139
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 139
fî zâlike : bunda var
-
26-Şuarâ 139
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 139
âyeten : bir âyet
-
26-Şuarâ 139
ve mâ kâne : ve olmadı
-
26-Şuarâ 139
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 139
mu'minîne : îmân edenler, mü'min olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
26-Şuarâ 140
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 140
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 140
le huve : elbette o
-
26-Şuarâ 140
el azîzu : azîz, yüce
-
26-Şuarâ 140
er rahîmu : rahmet nuru gönderen, rahîm esması ile tecelli eden
-
26-Şuarâ 141
kezzebet : tekzip etti, yalanladı
-
26-Şuarâ 141
semûdu : Semud kavmi
-
26-Şuarâ 141
el murselîne : gönderilen resûller
-
26-Şuarâ 142
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 142
lehum : onlar için, onlara
-
26-Şuarâ 142
ehû-hum : onların kardeşi
-
26-Şuarâ 142
e : mı
-
26-Şuarâ 142
lâ tettekûne : takva sahibi olmazsınız, olmayacaksınız
-
26-Şuarâ 143
lekum : sizin için
-
26-Şuarâ 143
resûlun : bir resûl
-
26-Şuarâ 143
emînun : emin, güvenilir
-
26-Şuarâ 144
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 144
ittekû allâhe : Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'a ulaşmayı dileyin
-
26-Şuarâ 144
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 145
ve mâ es'elu-kum : ve ben sizden istemiyorum
-
26-Şuarâ 145
aleyhi : ona
-
26-Şuarâ 145
min ecrin : bir ücret
-
26-Şuarâ 145
ecriye : benim ücretim
-
26-Şuarâ 145
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbi
-
26-Şuarâ 146
e : mı
-
26-Şuarâ 146
tutrakûne : bırakılacaksınız
-
26-Şuarâ 146
âminîne : emin
-
26-Şuarâ 147
cennâtin : bahçeler
-
26-Şuarâ 147
ve uyûnin : ve pınarlar
-
26-Şuarâ 148
ve zurûın : ve ekinler
-
26-Şuarâ 148
ve nahlin : ve hurma ağaçları, hurmalıklar
-
26-Şuarâ 148
hedîmun : sarkmış, açılmış
-
26-Şuarâ 149
ve tenhıtûne : ve oyuyorsunuz, yontuyorsunuz
-
26-Şuarâ 149
min el cibâli : dağlardan
-
26-Şuarâ 149
buyûten : evler
-
26-Şuarâ 149
fârihîne : maharetle, ustaca yapanlar
-
26-Şuarâ 150
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 150
ittekû allâhe : Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'a ulaşmayı dileyin
-
26-Şuarâ 150
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 151
ve lâ tutîû : ve itaat etmeyin
-
26-Şuarâ 151
emra : emre
-
26-Şuarâ 151
el musrifîne : müsrifler
-
26-Şuarâ 152
ellezîne : o kimseler, onlar
-
26-Şuarâ 152
yufsidûne : fesat çıkarıyorlar, fesat çıkarırlar
-
26-Şuarâ 152
fî el ardı : yeryüzünde
-
26-Şuarâ 152
ve lâ yuslihûne : ve ıslâh etmiyorlar, ıslâh etmezler
-
26-Şuarâ 153
innemâ : ancak, sadece
-
26-Şuarâ 153
ente : sen
-
26-Şuarâ 153
el musahharîne : büyülenmiş kimseler, büyülenenler
-
26-Şuarâ 154
ente : sen
-
26-Şuarâ 154
beşerun : beşer, insan
-
26-Şuarâ 154
fe'ti : öyleyse getir
-
26-Şuarâ 154
âyetin : bir âyet
-
26-Şuarâ 154
kunte : isen
-
26-Şuarâ 154
es sâdikîne : sadıklardan, doğru sözlülerden
-
26-Şuarâ 155
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 155
lehâ : onun için, onun
-
26-Şuarâ 155
şirbun \n(şeribe) : su içme hakkı \n: (içti)
-
26-Şuarâ 155
ve lekum : ve sizin için, sizin
-
26-Şuarâ 155
yevmin : bir gün
-
26-Şuarâ 156
ve lâ temessû-hâ : ve ona dokunmayın
-
26-Şuarâ 156
fe : o zaman, öyleyse
-
26-Şuarâ 156
ye'huze-kum : sizi alır (yakalar)
-
26-Şuarâ 156
yevmin : gün
-
26-Şuarâ 157
fe : artık, öyleyse, buna rağmen
-
26-Şuarâ 157
fe : böylece, sonra
-
26-Şuarâ 157
nâdimîne : pişman olanlar
-
26-Şuarâ 158
fe : artık, böylece
-
26-Şuarâ 158
ehaze-hum : onları aldı (yakaladı)
-
26-Şuarâ 158
el azâbu : azap
-
26-Şuarâ 158
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 158
fî zâlike : bunda var
-
26-Şuarâ 158
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 158
âyeten : bir âyet
-
26-Şuarâ 158
ve mâ kâne : ve olmadı
-
26-Şuarâ 158
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 158
mu'minîne : îmân edenler, mü'min olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
26-Şuarâ 159
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 159
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 159
le huve : elbette O
-
26-Şuarâ 159
el azîzu : azîz, yüce
-
26-Şuarâ 159
er rahîmu : rahîm olan, rahmet nuru gönderen,
-
26-Şuarâ 160
kezzebet : yalanladı
-
26-Şuarâ 160
el murselîne : gönderilenler, resûller
-
26-Şuarâ 161
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 161
lehum : onlar için, onlara
-
26-Şuarâ 161
ehû-hum : onların kardeşi
-
26-Şuarâ 161
e : mı
-
26-Şuarâ 161
lâ tettekûne : takva sahibi olmayacaksınız
-
26-Şuarâ 162
lekum : sizin için
-
26-Şuarâ 162
resûlun : bir resûl
-
26-Şuarâ 162
emînun : emin, güvenilir
-
26-Şuarâ 163
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 163
ittekû allâhe : Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'a ulaşmayı dileyin
-
26-Şuarâ 163
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 164
ve mâ es'elu-kum : ve ben sizden istemiyorum
-
26-Şuarâ 164
aleyhi : ona
-
26-Şuarâ 164
min ecrin : bir ücret
-
26-Şuarâ 164
ecriye : benim ücretim
-
26-Şuarâ 164
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbi
-
26-Şuarâ 165
e te'tûne : gidiyor musunuz
-
26-Şuarâ 165
ez zukrâne : erkekler
-
26-Şuarâ 165
min el âlemîne : âlemlerden (insanlardan)
-
26-Şuarâ 166
ve tezerûne : ve bırakıyorsunuz
-
26-Şuarâ 166
lekum : sizin için
-
26-Şuarâ 166
min ezvâci-kum : sizin eşlerinizden (kadınlarınızdan)
-
26-Şuarâ 166
bel : hayır
-
26-Şuarâ 166
entum : siz
-
26-Şuarâ 166
âdûne : azgın olanlar, haddi aşanlar
-
26-Şuarâ 167
le : gerçekten
-
26-Şuarâ 167
lem tentehi : sen vazgeçmezsen
-
26-Şuarâ 167
le tekûnenne : sen mutlaka olacaksın
-
26-Şuarâ 167
min el muhracîne : ihraç edilenlerden, çıkarılanlardan
-
26-Şuarâ 168
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 168
li ameli-kum : sizin amellerinizi, yaptıklarınızı
-
26-Şuarâ 168
min el kâlîne : şiddetle buğzedenlerden, tiksinenlerden
-
26-Şuarâ 169
necci-nî : beni kurtar
-
26-Şuarâ 169
ve ehlî : ve ehlim (ailem ve bana tâbî olanlar)
-
26-Şuarâ 169
ya'melûne : yapıyorlar
-
26-Şuarâ 170
fe : böylece, bunun üzerine
-
26-Şuarâ 170
necceynâ-hu : onu kurtardık
-
26-Şuarâ 170
ve ehlehû : ve onun ehli (ailesi ve ona tâbî olanlar)
-
26-Şuarâ 170
ecmaîne : hepsi
-
26-Şuarâ 171
acûzen : ihtiyar kadın
-
26-Şuarâ 171
fî el gâbirîne : geriye kalanların içinde
-
26-Şuarâ 172
summe : sonra
-
26-Şuarâ 172
demmernâ : dumura uğrattık, nesillerini sona erdirdik
-
26-Şuarâ 172
el âharîne : diğerleri
-
26-Şuarâ 173
ve emtarnâ : ve (yağmur) yağdırdık
-
26-Şuarâ 173
aleyhim : onların üzerine
-
26-Şuarâ 173
fe sâe : ne kötüdür
-
26-Şuarâ 173
el munzerîne : uyarılanların
-
26-Şuarâ 174
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 174
fî zâlike : bunda var
-
26-Şuarâ 174
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 174
âyeten : bir âyet
-
26-Şuarâ 174
ve mâ kâne : ve olmadı
-
26-Şuarâ 174
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 174
mu'minîne : îmân edenler, mü'min olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
26-Şuarâ 175
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 175
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 175
le huve : elbette o
-
26-Şuarâ 175
el azîzu : azîz, yüce
-
26-Şuarâ 175
er rahîmu : rahîm olan, rahmet nuru gönderen, Rahîm esması ile tecelli eden
-
26-Şuarâ 176
kezzebe : yalanladı
-
26-Şuarâ 176
el eyketi : Eyke
-
26-Şuarâ 176
el murselîne : gönderilenler, resûller
-
26-Şuarâ 177
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 177
lehum : onlar için, onlara
-
26-Şuarâ 177
e : mı
-
26-Şuarâ 177
lâ tettekûne : takva sahibi olmayacaksınız
-
26-Şuarâ 178
lekum : sizin için
-
26-Şuarâ 178
resûlun : bir resûl
-
26-Şuarâ 178
emînun : emin, güvenilir
-
26-Şuarâ 179
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 179
ittekû allâhe : Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'a ulaşmayı dileyin
-
26-Şuarâ 179
ve etîû-ni : ve bana itaat edin
-
26-Şuarâ 180
ve mâ es'elu-kum : ve ben sizden istemiyorum
-
26-Şuarâ 180
aleyhi : ona
-
26-Şuarâ 180
min ecrin : bir ücret
-
26-Şuarâ 180
ecriye : benim ücretim
-
26-Şuarâ 180
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbi
-
26-Şuarâ 181
evfû : ifa edin
-
26-Şuarâ 181
el keyle : ölçü
-
26-Şuarâ 181
ve lâ tekûnû : ve olmayın
-
26-Şuarâ 181
min el muhsirîne : muhsirinden, eksiltenlerden, nefsini hüsrana düşürenlerden
-
26-Şuarâ 182
vezinû : tartın
-
26-Şuarâ 182
bi el kıstâsi : ölçü ile
-
26-Şuarâ 182
el mustekîmi : istikamet üzere olanlar
-
26-Şuarâ 183
ve lâ tebhasu : ve eksiltmeyin, kısmayın
-
26-Şuarâ 183
en nâse : insanlar
-
26-Şuarâ 183
eşyâe-hum : onların şeyleri
-
26-Şuarâ 183
ve : ve
-
26-Şuarâ 183
lâ ta'sev : azgınlık, bozgunculuk yapmayın
-
26-Şuarâ 183
fî el ardı : yeryüzünde
-
26-Şuarâ 183
mufsidîne : fesat çıkaranlar
-
26-Şuarâ 184
vettekû (ve ittekû) : ve takva sahibi olun
-
26-Şuarâ 184
ellezî : ki o
-
26-Şuarâ 184
ve el cibillete : ve insan topluluğu
-
26-Şuarâ 184
el evvelîne : evvelkiler
-
26-Şuarâ 185
innemâ : ancak, sadece
-
26-Şuarâ 185
ente : sen
-
26-Şuarâ 185
el musahharîne : sihir yapılmış olanlar, büyülenmişler
-
26-Şuarâ 186
ve mâ : ve değil
-
26-Şuarâ 186
ente : sen
-
26-Şuarâ 186
illâ beşerun : bir beşerden başka, bir insandan başka
-
26-Şuarâ 186
ve in : ve eğer, olsa
-
26-Şuarâ 186
nazunnu-ke : biz seni zannediyoruz, sanıyoruz
-
26-Şuarâ 186
le : gerçekten, elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 186
min el kâzibîne : yalancılardan
-
26-Şuarâ 187
fe : öyleyse
-
26-Şuarâ 187
eskıt : düşür
-
26-Şuarâ 187
aleynâ : bizim üzerimize
-
26-Şuarâ 187
kisefen : bir parça
-
26-Şuarâ 187
min es semâi : gökyüzünden
-
26-Şuarâ 187
in kunte : eğer sen isen
-
26-Şuarâ 187
min es sâdıkîne : doğru söyleyenlerden
-
26-Şuarâ 188
kâle : dedi
-
26-Şuarâ 188
a'lemu : daha iyi bilir, çok iyi bilir
-
26-Şuarâ 188
ta'melûne : siz yapıyorsunuz
-
26-Şuarâ 189
fe : böylece
-
26-Şuarâ 189
kezzebû-hu : onu yalanladılar
-
26-Şuarâ 189
fe : böylece, bunun üzerine
-
26-Şuarâ 189
ehaze-hum : onları aldı, yakaladı
-
26-Şuarâ 189
yevmi : gün
-
26-Şuarâ 189
ez zulleti : gölge
-
26-Şuarâ 189
inne-hu : muhakkak ki o
-
26-Şuarâ 189
kâne : oldu
-
26-Şuarâ 189
azâbe : azap
-
26-Şuarâ 189
yevmin : gün
-
26-Şuarâ 190
inne : muhakkak
-
26-Şuarâ 190
fî zâlike : bunda var
-
26-Şuarâ 190
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 190
âyeten : bir âyet, delil, ibret
-
26-Şuarâ 190
ve mâ kâne : ve olmadı
-
26-Şuarâ 190
ekseru-hum : onların çoğu
-
26-Şuarâ 190
mu'minîne : îmân edenler, mü'min olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)
-
26-Şuarâ 191
ve inne : ve muhakkak
-
26-Şuarâ 191
rabbe-ke : senin Rabbin
-
26-Şuarâ 191
le huve : elbette o
-
26-Şuarâ 191
el azîzu : azîz, yüce
-
26-Şuarâ 191
er rahîmu : rahîm olan, rahmet nuru gönderen,
-
26-Şuarâ 192
ve inne-hu : ve muhakkak ki o
-
26-Şuarâ 192
le : elbette, gerçekten
-
26-Şuarâ 192
tenzîlu : indirmesi
-
26-Şuarâ 192
el âlemîne : âlemler
-
26-Şuarâ 193
nezele : indirdi
-
26-Şuarâ 193
er rûhu el emînu : Ruh'ûl Emin, Cebrail (A.S)
-
26-Şuarâ 194
alâ kalbi-ke : senin kalbine
-
26-Şuarâ 194
tekûne : senin olman
-
26-Şuarâ 194
min el munzirîne : nezirlerden, uyaranlardan
-
26-Şuarâ 196
ve inne-hu : ve muhakkak ki o
-
26-Şuarâ 196
le : elbette, mutlaka
-
26-Şuarâ 196
el evvelîne : evvelkiler
-
26-Şuarâ 197
e : mı
-
26-Şuarâ 197
ve lem yekun : ve olmadı
-
26-Şuarâ 197
lehum : onlara, onlar için
-
26-Şuarâ 197
âyeten : bir âyet, delil
-
26-Şuarâ 197
en ya'leme-hu : onu bilmesi
-
26-Şuarâ 197
ulemâu : ulemalar, âlimler
-
26-Şuarâ 197
benî isrâîle : İsrailoğulları
-
26-Şuarâ 198
ve lev : ve olsa, eğer
-
26-Şuarâ 198
nezzelnâ-hu : ona indirdik
-
26-Şuarâ 198
el a'cemîne : Arap olmayanlar
-
26-Şuarâ 199
fe : böylece
-
26-Şuarâ 199
karae-hu : onu okudu
-
26-Şuarâ 199
aleyhim : onlara
-
26-Şuarâ 199
mu'minîne : îmân edenler, mü'min olanlar
-
26-Şuarâ 200
kezâlike : işte böyle
-
26-Şuarâ 200
seleknâ-hu : biz onu soktuk
-
26-Şuarâ 200
el mucrimîne : mücrimler, suçlular, günahkârlar
-
26-Şuarâ 201
lâ yu'minûne : inanmazlar, mü'min olmazlar
-
26-Şuarâ 201
yeravu : görürler
-
26-Şuarâ 201
el azâbe : azap
-
26-Şuarâ 201
el elîme : elîm, acı
-
26-Şuarâ 202
fe : böylece
-
26-Şuarâ 202
ye'tîye-hum : onlara gelecek, gelir
-
26-Şuarâ 202
bagteten : ansızın
-
26-Şuarâ 202
ve hum : ve onlar
-
26-Şuarâ 202
lâ yeş'urûne : farkında olmazlar, olamazlar
-
26-Şuarâ 203
fe : o zaman
-
26-Şuarâ 203
yekûlû : söylerler, derler
-
26-Şuarâ 203
hel : mı
-
26-Şuarâ 203
munzarûne : bekletilenler, mühlet verilenler
-
26-Şuarâ 204
e : mı
-
26-Şuarâ 204
fe : öyleyse, yoksa
-
26-Şuarâ 204
yesta'cilûne : acele istiyorlar
-
26-Şuarâ 205
e : mı
-
26-Şuarâ 205
fe : öyleyse, böylece, işte
-
26-Şuarâ 205
raeyte : sen gördün
-
26-Şuarâ 205
metta'nâ-hum : onları metalandırdık, yararlandırdık
-
26-Şuarâ 205
sinîne : seneler, yıllar
-
26-Şuarâ 206
summe : sonra
-
26-Şuarâ 206
câe-hum : onlar geldi
-
26-Şuarâ 206
yûadûne : vaadolundular
-
26-Şuarâ 207
yumetteûne : metalandırılırlar
-
26-Şuarâ 208
ve mâ ehleknâ : ve biz helâk etmedik
-
26-Şuarâ 208
min karyetin : (kasabalardan) bir kasabayı
-
26-Şuarâ 208
lehâ : onun, ona
-
26-Şuarâ 208
munzirûne : nezirler, uyarıcılar
-
26-Şuarâ 209
ve mâ kunnâ : ve biz olmadık
-
26-Şuarâ 209
zâlimîne : zalimler, zulmedenler
-
26-Şuarâ 210
ve mâ tenezzelet : ve indirmedi
-
26-Şuarâ 210
eş şeyâtînu : şeytanlar
-
26-Şuarâ 211
ve mâ yenbagî : ve yakışmaz
-
26-Şuarâ 211
lehum : onlara
-
26-Şuarâ 211
ve mâ yestetîûne : ve muktedir olamazlar, güçleri yetmez
-
26-Şuarâ 212
inne-hum : muhakkak ki onlar
-
26-Şuarâ 212
anis sem'i (an es sem'i) : işitmekten
-
26-Şuarâ 212
le : gerçekten, kesinlikle, kesin olarak
-
26-Şuarâ 212
ma'zûlûne : azledilmiş olanlar, uzak tutulmuş, men edilmiş olanlar
-
26-Şuarâ 213
fe : artık, öyleyse
-
26-Şuarâ 213
lâ ted'u : dua etme
-
26-Şuarâ 213
meallâhi (mea allâhi) : Allah ile beraber
-
26-Şuarâ 213
ilâhen : ilâh
-
26-Şuarâ 213
fe : öyleyse, o taktirde
-
26-Şuarâ 213
tekûne : sen olursun
-
26-Şuarâ 213
min el muazzebîne : azap edilenlerden
-
26-Şuarâ 214
ve enzir : ve uyar
-
26-Şuarâ 214
aşîrete-ke : senin aşiretin, akrabalar topluluğun
-
26-Şuarâ 214
el akrebîne \n(karib) : en yakın \n: (yakın)
-
26-Şuarâ 215
vahfıd cenâha-ke : kanatlarını indir, kanatlarını ger
-
26-Şuarâ 215
li men : kimselere
-
26-Şuarâ 215
ittebea-ke : sana tâbî oldular
-
26-Şuarâ 215
min el mu'minîne : mü'minlerden
-
26-Şuarâ 216
fe : fakat, o taktirde
-
26-Şuarâ 216
asav-ke : sana asi oldular, isyan ettiler
-
26-Şuarâ 216
fe : o taktirde, o zaman
-
26-Şuarâ 216
berîun : uzak
-
26-Şuarâ 216
ta'melûne : yapıyorsunuz
-
26-Şuarâ 217
ve tevekkel : ve tevekkül et, güven
-
26-Şuarâ 217
alel azîzi (alâ el azîzi) : azîz olana, yüce olana
-
26-Şuarâ 217
er rahîmi : rahmet nuru gönderen, rahîm esmasıyla tecelli eden
-
26-Şuarâ 218
ellezî : ki o
-
26-Şuarâ 218
yerâ-ke : seni görür
-
26-Şuarâ 218
hîne : o zaman, olduğu zaman
-
26-Şuarâ 218
tekûmu : sen kıyam ediyorsun
-
26-Şuarâ 219
ve tekallube-ke : ve senin dönmen
-
26-Şuarâ 219
es sâcidîne : secde edenler
-
26-Şuarâ 220
inne-hu : muhakkak ki o
-
26-Şuarâ 220
huve : o
-
26-Şuarâ 220
es semîu : sem'îdir, en iyi işitendir
-
26-Şuarâ 220
el alîmu : alîmdir, en iyi bilendir
-
26-Şuarâ 221
hel : mı
-
26-Şuarâ 221
unebbiu-kum : size haber vereyim
-
26-Şuarâ 221
alâ men : kimse(ler)e, kişilere
-
26-Şuarâ 221
tenezzelu : iner
-
26-Şuarâ 221
eş şeyâtînu : şeytanlar
-
26-Şuarâ 222
tenezzelu : iner
-
26-Şuarâ 222
effâkin : (ağır) iftira edenler, yalan söyleyenler
-
26-Şuarâ 222
esîmin : günah işleyenler, günahkârlar
-
26-Şuarâ 223
yulkûnes sem'a : kulak verirler, dinlerler
-
26-Şuarâ 223
ve ekseru-hum : ve onların çoğu
-
26-Şuarâ 223
kâzibûne : yalancılar
-
26-Şuarâ 224
ve eş şuarâu : ve şairler
-
26-Şuarâ 224
yettebiu-hum : onlara tâbî olurlar
-
26-Şuarâ 224
el gâvune : azgınlar
-
26-Şuarâ 225
e lem tera : görmüyor musun, görmedin mi
-
26-Şuarâ 225
enne-hum : onların ..... olduğunu
-
26-Şuarâ 225
yehîmûne : şaşkın şaşkın dolaşıyorlar, hayal peşinde koşuyorlar
-
26-Şuarâ 226
ve enne-hum : ve onların ..... olduğunu, muhakkak ki onlar
-
26-Şuarâ 226
yekûlûne : diyorlar, söylüyorlar, söylerler
-
26-Şuarâ 226
lâ yef'alûne : yapmıyorlar
-
26-Şuarâ 227
illellezîne (illâ ellezîne) : onlar, o kimseler hariç
-
26-Şuarâ 227
âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
-
26-Şuarâ 227
ve amilu es sâlihâti : ve salih amel işleyenler, nefs tezkiyesi yapanlar
-
26-Şuarâ 227
ve zekerû : ve zikrettiler
-
26-Şuarâ 227
allâhe : Allah
-
26-Şuarâ 227
kesîran : çok
-
26-Şuarâ 227
ventesarû (ve intesarû) : ve yardım alanlar, yardım edilenler
-
26-Şuarâ 227
ve se ya'lemu : ve bilecekler
-
26-Şuarâ 227
ellezîne : o kimseler
-
26-Şuarâ 227
zalemû : zulmettiler
-
26-Şuarâ 227
eyye : hangi
-
26-Şuarâ 227
munkalebin : döndürülen yer, dönüş yeri
-
26-Şuarâ 227
yenkalibûne : dönecekler
-
27-Neml 1
tilke : bu, bunlar
-
27-Neml 1
el kur'âni : Kur'ân-ı Kerim
-
27-Neml 1
ve kitâbin : ve kitap
-
27-Neml 2
huden : hidayete erdirici
-
27-Neml 2
ve buşrâ : ve müjdeleyici
-
27-Neml 2
li el mu'minîne : mü'minler için, mü'minleri
-
27-Neml 3
ellezîne : ki onlar
-
27-Neml 3
yukîmûne : ikame ederler
-
27-Neml 3
es salâte : namaz
-
27-Neml 3
ve yu'tûne : ve verirler
-
27-Neml 3
ez zekâte : zekât
-
27-Neml 3
ve hum : ve onlar
-
27-Neml 3
bi el âhıreti : ahirete
-
27-Neml 3
hum yûkınûne : onlar yakîn (sahibi) olarak inanırlar
-
27-Neml 4
inne ellezîne : muhakkak ki onlar
-
27-Neml 4
lâ yu'minûne : mü'min olmazlar, inanmazlar
-
27-Neml 4
bi el âhireti : ahirete (Allah'a ruhun ulaşmasına)
-
27-Neml 4
zeyyennâ : süsledik
-
27-Neml 4
lehum : onlar için, onlara
-
27-Neml 4
a'mâle-hum : onların amelleri, amelleri
-
27-Neml 4
fe : böylece
-
27-Neml 4
ya'mehûne : (şaşkın bir halde) bocalarlar
-
27-Neml 5
ulâike : işte onlar
-
27-Neml 5
ellezîne : onlar
-
27-Neml 5
lehum : onlar için vardır
-
27-Neml 5
sûu el azâbi : azabın kötüsü
-
27-Neml 5
ve hum : ve onlar
-
27-Neml 5
fî el âhıreti : ahirette
-
27-Neml 5
el ahserûne : en çok hüsrana uğrayanlar
-
27-Neml 6
ve inne-ke : ve muhakkak ki sen, ve muhakkak ki sana
-
27-Neml 6
le : mutlaka
-
27-Neml 6
tulekka : ilka ediliyor, ulaştırılıyor
-
27-Neml 6
el kur'âne : Kur'ân
-
27-Neml 6
min ledun : katından, gizli ilminden
-
27-Neml 7
kâle : dedi
-
27-Neml 7
li ehlihî : ehline, ailesine
-
27-Neml 7
ânestu : farkettim (gördüm)
-
27-Neml 7
nâren : bir ateş
-
27-Neml 7
se âtî-kum : size getireceğim
-
27-Neml 7
bi haberin : bir haberi
-
27-Neml 7
ev : veya
-
27-Neml 7
kabesin : ateş
-
27-Neml 7
lealle-kum : böylece siz
-
27-Neml 7
tastalûne : ısınırsınız
-
27-Neml 8
fe : artık, böylece
-
27-Neml 8
lemmâ : olduğu zaman
-
27-Neml 8
câe-hâ : oraya geldi
-
27-Neml 8
nûdiye : nida edildi, seslenildi
-
27-Neml 8
en bûrike : mübarek kılındı
-
27-Neml 8
men : kimse(ler)
-
27-Neml 8
fî en nâri : ateşin içinde, yanında
-
27-Neml 8
ve : ve
-
27-Neml 8
men : kimse(ler)
-
27-Neml 8
havle-hâ : onun etrafında
-
27-Neml 8
ve subhâne allâhi : ve Allah
-
27-Neml 8
rabbi el âlemîne : âlemlerin Rabbi
-
27-Neml 9
inne-hû : muhakkak ki o
-
27-Neml 9
enallâhu (ene allâhu) : ben Allah'ım
-
27-Neml 9
el azîzu : azîz, yüce
-
27-Neml 9
el hakîmu : hakîm, hüküm ve hikmet sahibi olan
-
27-Neml 10
ve elkı : ve at
-
27-Neml 10
asâ-ke : senin asan
-
27-Neml 10
fe : böylece, bunun üzerine, o zaman
-
27-Neml 10
lemmâ : olduğu zaman, olunca
-
27-Neml 10
reâ-hâ : onu gördü
-
27-Neml 10
tehtezzu : hareket ediyor
-
27-Neml 10
ke : gibi
-
27-Neml 10
enne-hâ : onun olduğunu
-
27-Neml 10
vellâ : geri döndü, kaçtı
-
27-Neml 10
mudbiren : arkasına dönen
-
27-Neml 10
ve lem yuakkıb : ve arkasına bakmadı
-
27-Neml 10
lâ tehaf : korkma
-
27-Neml 10
lâ yehâfu : korkmaz
-
27-Neml 10
ledeyye : benim yanımda, benim katımda, huzurumda
-
27-Neml 11
men : kim
-
27-Neml 11
zaleme : zulmetti
-
27-Neml 11
summe : sonra
-
27-Neml 11
beddele : çevirdi, değiştirdi
-
27-Neml 11
husnen : iyilik
-
27-Neml 11
ba'de : sonra
-
27-Neml 11
fe innî : o zaman muhakkak ben
-
27-Neml 12
ve edhıl : ve dahil et, sok
-
27-Neml 12
yede-ke : elini
-
27-Neml 12
fî ceybi-ke : koynuna
-
27-Neml 12
beydâe : beyaz (nurlu)
-
27-Neml 12
ilâ fir'avne : firavuna
-
27-Neml 12
ve kavmi-hi : ve onun kavmi
-
27-Neml 12
inne-hum : muhakkak onlar
-
27-Neml 12
kavmen : bir kavim
-
27-Neml 12
fâsikîne : fasıklar
-
27-Neml 13
fe : böylece
-
27-Neml 13
lemmâ : olduğu zaman
-
27-Neml 13
câet-hum : onlara geldi
-
27-Neml 13
mubsıraten : görünür halde
-
27-Neml 14
ve cehadû : ve bile bile, bilerek inkâr ettiler
-
27-Neml 14
vesteykanethâ : ve onu yakîn olarak bildiler (inandılar)
-
27-Neml 14
enfusu-hum : kendileri, nefsleri
-
27-Neml 14
zulmen : zulmederek
-
27-Neml 14
ve uluvven : ve büyüklenerek
-
27-Neml 14
fenzur (fe unzur) : o zaman, öyleyse bak
-
27-Neml 14
keyfe : nasıl
-
27-Neml 14
kâne : oldu
-
27-Neml 14
âkıbetu : akıbetler, sonlar
-
27-Neml 14
el mufsidîne : müfsitler, fesat çıkaranlar
-
27-Neml 15
ve lekad : ve andolsun
-
27-Neml 15
âteynâ : biz verdik
-
27-Neml 15
dâvûde : Davut
-
27-Neml 15
ve suleymâne : ve Süleyman
-
27-Neml 15
ilmen : ilim
-
27-Neml 15
ve kâlâ : ve (ikisi) dediler
-
27-Neml 15
el hamdu : hamd
-
27-Neml 15
ellezî : ki o
-
27-Neml 15
faddale-nâ : bizi üstün kıldı
-
27-Neml 15
alâ kesîrin : çoğuna
-
27-Neml 15
el mu'minîne : mü'minler, mü'min olanlar
-
27-Neml 16
ve varise : ve varis oldu, mirasçı oldu
-
27-Neml 16
suleymânu : Süleyman
-
27-Neml 16
dâvûde : Davut
-
27-Neml 16
ve kâle : ve dedi
-
27-Neml 16
yâ eyyuhâ : ey
-
27-Neml 16
en nâsu : insanlar
-
27-Neml 16
mentıka : nutuk, dil, lisan
-
27-Neml 16
et tayrı : kuşlar
-
27-Neml 16
ve ûtî-nâ : ve bize verildi
-
27-Neml 16
min kulli şey'in : herşeyden
-
27-Neml 16
inne : muhakkak
-
27-Neml 16
le huve : muhakkak ki o
-
27-Neml 16
el fadlu : fazl, üstünlük
-
27-Neml 16
el mubînu : apaçık
-
27-Neml 17
ve huşire : ve toplandı
-
27-Neml 17
li suleymâne : Süleyman için
-
27-Neml 17
el cinni : cinler
-
27-Neml 17
ve el insi : ve insanlar
-
27-Neml 17
ve et tayrı : ve kuş(lar)
-
27-Neml 17
fe : böylece, bundan sonra
-
27-Neml 17
yûzeûne : düzenlendi
-
27-Neml 18
etev : geldiler
-
27-Neml 18
alâ vâdin nemli : karınca vadisine
-
27-Neml 18
kâlet : dedi
-
27-Neml 18
nemletun : bir karınca
-
27-Neml 18
yâ eyyuhâ : ey
-
27-Neml 18
en nemlu : karıncalar (topluluğu)
-
27-Neml 18
mesâkine-kum : meskenleriniz, yuvalarınız
-
27-Neml 18
lâ yahtımenne-kum : sakın sizi ezmesin
-
27-Neml 18
suleymânu : Süleyman
-
27-Neml 18
ve cunûdu-hu : ve onun orduları
-
27-Neml 18
ve hum : ve onlar
-
27-Neml 18
lâ yeş'urûne : farkında olmazlar
-
27-Neml 19
fe : o zaman, bunun üzerine
-
27-Neml 19
tebesseme : tebessüm etti
-
27-Neml 19
dâhıken : gülerek
-
27-Neml 19
ve kâle : ve dedi
-
27-Neml 19
evzı'nî : beni başarılı kıl
-
27-Neml 19
en eşkure : benim şükretmem
-
27-Neml 19
ni'mete-ke : senin ni'metin
-
27-Neml 19
elletî : ki o
-
27-Neml 19
en'amte : ni'metlendirdin, en'am buyurdun
-
27-Neml 19
aleyye : bana
-
27-Neml 19
ve alâ : ve ...a
-
27-Neml 19
vâlideyye : anne ve babam
-
27-Neml 19
ve en a'mele salihan : ve benim salih amel yapmam
-
27-Neml 19
terdâ-hu : sen ondan razı oldun
-
27-Neml 19
ve edhıl-nî : ve beni dahil et
-
27-Neml 19
bi rahmeti-ke : senin rahmetinle
-
27-Neml 19
ibâdi-ke : senin kulların
-
27-Neml 19
es sâlihîne : salihler
-
27-Neml 20
ve tefekkada : ve yoklama yaptı
-
27-Neml 20
et tayra : kuş(lar)
-
27-Neml 20
fe : sonra
-
27-Neml 20
kâle : dedi
-
27-Neml 20
mâ-liye : niçin ben
-
27-Neml 20
lâ erâ : görmüyorum
-
27-Neml 20
el hudhude : Hüdhüd (kuşu)
-
27-Neml 20
em : veya, yoksa ... mı
-
27-Neml 20
kâne : oldu
-
27-Neml 20
min el gâibîne : gaîb olanlardan, kaybolanlardan
-
27-Neml 21
le : elbette, muhakkak
-
27-Neml 21
uazzibenne-hu : ona azap edeceğim
-
27-Neml 21
azâben şedîden : şiddetli azap
-
27-Neml 21
ev : veya
-
27-Neml 21
le : mutlaka
-
27-Neml 21
ezbehanne-hu : onu boğazlayacağım, keseceğim
-
27-Neml 21
ev : veya
-
27-Neml 21
le ye'tiyennî bi : bana kesin olarak getirmeli
-
27-Neml 22
fe : artık, böylece
-
27-Neml 22
mekese : bekledi
-
27-Neml 22
gayre baîdin : uzak olmadan, çok geçmeden
-
27-Neml 22
fe : o zaman, böylece, ve
-
27-Neml 22
kâle : dedi
-
27-Neml 22
ehattu : ihata ettim (öğrendim)
-
27-Neml 22
lem tuhıt : sen ihata etmedin
-
27-Neml 22
ve ci'tu-ke : ve sana getirdim
-
27-Neml 22
min sebein : Seba'dan (Yemen'de bir bölge)
-
27-Neml 22
bi nebein : bir haber
-
27-Neml 23
vecedtu : buldum
-
27-Neml 23
umreeten : bir kadın, bir hanım
-
27-Neml 23
temliku-hum : onlara melik olan, hükümdarlık yapan
-
27-Neml 23
ve ûtiyet : ve verildi
-
27-Neml 23
min kulli şey'in : herşeyden
-
27-Neml 23
ve lehâ : ve ona, onun var
-
27-Neml 24
vecedtu-hâ : onu buldum
-
27-Neml 24
ve kavme-hâ : ve onun kavmi
-
27-Neml 24
yescudûne : secde ediyorlar
-
27-Neml 24
li eş şemsi : güneşe
-
27-Neml 24
ve zeyyene : ve süsledi
-
27-Neml 24
lehum : onlara
-
27-Neml 24
eş şeytânu : şeytan
-
27-Neml 24
a'mâle-hum : onların amelleri, yaptıkları
-
27-Neml 24
fe : böylece, bu sebeple
-
27-Neml 24
sadde-hum : onları men etti, alıkoydu
-
27-Neml 24
an es sebîli : yoldan
-
27-Neml 24
fe : böylece, bu sebeple
-
27-Neml 24
lâ yehtedûne : hidayete ermiyorlar, eremiyorlar, hidayette değiller
-
27-Neml 25
ellâ yescudû : nasıl secde etmezler
-
27-Neml 25
ellezî (lillâhillezî) (li allâhi ellezî) : ki o
-
27-Neml 25
el hab'e : gizli olan, saklı olan
-
27-Neml 25
fî es semâvâti : semalarda, göklerde
-
27-Neml 25
ve el ardı : ve yeryüzünde, yerde
-
27-Neml 25
ve ya'lemu : ve bilir
-
27-Neml 25
mâ tuhfûne : sizin sakladığınız şeyi
-
27-Neml 25
ve mâ tu'linûne : ve açıkladığınız şeyi
-
27-Neml 26
lâ ilâhe : ilâh yoktur
-
27-Neml 26
huve : o
-
27-Neml 26
el arşi : arş
-
27-Neml 26
el azîmi : büyük
-
27-Neml 27
kâle : dedi
-
27-Neml 27
se nenzuru : bakacağız
-
27-Neml 27
e : mi
-
27-Neml 27
sadakte : doğru söyledin
-
27-Neml 27
em : yoksa
-
27-Neml 27
kunte : sen oldun
-
27-Neml 27
min el kâzibîne : yalancılardan
-
27-Neml 28
izheb bi \n(izheb) : götür \n: (git)
-
27-Neml 28
fe : o zaman, böylece
-
27-Neml 28
elkıh : at, bırak
-
27-Neml 28
ileyhim : onlara
-
27-Neml 28
summe : sonra
-
27-Neml 28
tevelle : geri dön
-
27-Neml 28
fenzur (fe unzur) : sonra bak
-
27-Neml 28
yerciûne : döner, dönecekler
-
27-Neml 29
kâlet : dedi
-
27-Neml 29
yâ eyyuhâ : ey
-
27-Neml 29
el meleu : ileri gelenler
-
27-Neml 29
ulkıye : bırakıldı
-
27-Neml 29
ileyye : bana
-
27-Neml 29
kerîmun : kerim, kıymetli
-
27-Neml 30
inne-hu : muhakkak o
-
27-Neml 30
min suleymâne : Süleyman'dan
-
27-Neml 30
ve inne-hu : ve muhakkak o
-
27-Neml 30
er rahmâni : rahman olan
-
27-Neml 30
er rahîmi : rahîm olan (rahmet nuru gönderen, rahîm esmasıyla tecelli eden)
-
27-Neml 31
ellâ ta'lû : nasıl büyüklük taslarsınız, büyüklük taslamayın
-
27-Neml 31
aleyye : bana
-
27-Neml 31
ve'tûnî (ve etû-nî) : ve bana gelin
-
27-Neml 31
muslimîne : teslim olanlar
-
27-Neml 32
kâlet : dedi
-
27-Neml 32
yâ eyyuhâ : ey
-
27-Neml 32
el meleu : ileri gelenler
-
27-Neml 32
eftû-nî \n(eftâ) : bana fetva verin, reyinizi bildirin \n: (açıkladı, fetva verdi)
-
27-Neml 32
fî emrî : işimde
-
27-Neml 32
kâtıaten : kat'i olarak, kesinlikle
-
27-Neml 32
emren : emir, iş
-
27-Neml 32
teşhedû-ni : bana şahit olun, benim yanımda bulunun
-
27-Neml 33
kuvvetin : kuvvet
-
27-Neml 33
ve ûlû : ve sahibi
-
27-Neml 33
be'sin : güç, kuvvet
-
27-Neml 33
şedîdin : şiddetli (büyük)
-
27-Neml 33
ve el emru : ve emir, iş
-
27-Neml 33
ileyki : sana
-
27-Neml 33
fe : bundan sonra, öyleyse
-
27-Neml 33
te'murîne : sen emrediyorsun, emir vereceksin
-
27-Neml 34
kâlet : dedi
-
27-Neml 34
inne : muhakkak ki
-
27-Neml 34
el mulûke : melikler, sultanlar, hükümdarlar
-
27-Neml 34
dehalû : girdiler
-
27-Neml 34
karyeten : bir belde, bir ülke
-
27-Neml 34
efsedû-hâ : onu ifsad ettiler, bozguna uğrattılar
-
27-Neml 34
ve cealû : ve kıldılar, yaptılar
-
27-Neml 34
eizzete : izzetli olanlar, izzet sahibi olanlar
-
27-Neml 34
ehlihâ : onun halkı
-
27-Neml 34
ezilleten : zillete düşürerek
-
27-Neml 34
ve kezâlike : ve işte böyle, bunun gibi
-
27-Neml 34
yef'alûne : yapıyorlar, yaparlar
-
27-Neml 35
ve innî : ve muhakkak ki ben
-
27-Neml 35
mursiletun : resûl gönderen
-
27-Neml 35
ileyhim : onlara
-
27-Neml 35
hediyyetin : hediye
-
27-Neml 35
fe : o zaman, artık, böylece
-
27-Neml 35
bime : ne ile
-
27-Neml 35
yerciu : dönerler
-
27-Neml 35
el murselûne : resûller
-
27-Neml 36
fe : o zaman, bunun üzerine
-
27-Neml 36
lemmâ : olduğu zaman
-
27-Neml 36
câe : geldi
-
27-Neml 36
suleymâne : Süleyman
-
27-Neml 36
kâle : dedi
-
27-Neml 36
e : mı
-
27-Neml 36
tumiddûne-ni : bana yardım ediyorsunuz
-
27-Neml 36
fe : böylece, artık
-
27-Neml 36
bel : hayır
-
27-Neml 36
entum : sizler
-
27-Neml 36
hediyyeti-kum : hediyeleriniz
-
27-Neml 36
tefrahûne : seviniyorsunuz, övünüyorsunuz
-
27-Neml 37
ileyhim : onlara
-
27-Neml 37
fe : bundan sonra
-
27-Neml 37
le : elbette, mutlaka
-
27-Neml 37
ne'tiyenne-hum : onlara geleceğiz, geliriz
-
27-Neml 37
lâ kıbele : mukabele edemezler, karşı koyamazlar
-
27-Neml 37
lehum : onlar
-
27-Neml 37
ve le : ve elbette, mutlaka
-
27-Neml 37
nuhricenne-hum : onları sürüp çıkaracağız
-
27-Neml 37
ezilleten : zilletle
-
27-Neml 37
ve hum : ve onlar
-
27-Neml 37
sâgırûne : küçük düşenler, hor görülenler
-
27-Neml 38
kâle : dedi
-
27-Neml 38
yâ eyyuhâ : ey
-
27-Neml 38
el meleu : ileri gelenler
-
27-Neml 38
eyyu-kum : sizin hanginiz
-
27-Neml 38
ye'tî-nî : bana getirir
-
27-Neml 38
kable : önce
-
27-Neml 38
en ye'tû-nî : bana gelmeleri
-
27-Neml 38
muslimîne : teslim olanlar
-
27-Neml 39
kâle : dedi
-
27-Neml 39
min el cinni : cinlerden
-
27-Neml 39
ene : ben
-
27-Neml 39
âtî-ke : sana getiririm
-
27-Neml 39
kable : önce
-
27-Neml 39
en tekûme : (yerinden) kalkman
-
27-Neml 39
min makâmi-ke : makamından
-
27-Neml 39
ve innî : ve muhakkak ben
-
27-Neml 39
aleyhi : ona
-
27-Neml 39
le : muhakkak, mutlaka, elbette
-
27-Neml 39
emînun : emin
-
27-Neml 40
kâle : dedi
-
27-Neml 40
ellezî : ki o
-
27-Neml 40
inde-hu : onun yanında
-
27-Neml 40
min el kitâbi : kitaptan
-
27-Neml 40
ene : ben
-
27-Neml 40
âtî-ke : sana getiririm
-
27-Neml 40
kable : önce
-
27-Neml 40
en yertedde : eski haline dönmek
-
27-Neml 40
ileyke : sana
-
27-Neml 40
tarfu-ke \n(en yertedde ileyke tarfu-ke) : senin gözün, bakışın \n: (bakışının sana dönmesi, gözünü kırpman, gözünü açıp kapaman)
-
27-Neml 40
fe : bundan sonra, böylece
-
27-Neml 40
lemmâ : olduğu zaman
-
27-Neml 40
reâ-hu : onu gördü
-
27-Neml 40
mustekırran : durur vaziyette, dururken
-
27-Neml 40
inde-hu : onun önünde
-
27-Neml 40
kâle : dedi
-
27-Neml 40
li yebluve-nî : beni denemesi için
-
27-Neml 40
e : mı
-
27-Neml 40
eşkur : şükredeceğim
-
27-Neml 40
em : yoksa
-
27-Neml 40
ekfuru : küfür edeceğim, nankörlük edeceğim
-
27-Neml 40
ve men : ve kim
-
27-Neml 40
şekere : şükretti
-
27-Neml 40
fe : o zaman, böylece
-
27-Neml 40
innemâ : sadece, yalnız
-
27-Neml 40
yeşkuru : şükreder
-
27-Neml 40
nefsi-hi : onun nefsi, kendi nefsi
-
27-Neml 40
ve men : ve kim
-
27-Neml 40
kefere : küfretti, nankörlük etti
-
27-Neml 40
fe : o zaman, o taktirde
-
27-Neml 40
inne : muhakkak ki
-
27-Neml 40
kerîmun : kerimdir
-
27-Neml 41
kâle : dedi
-
27-Neml 41
nekkirû : şeklini değiştirin
-
27-Neml 41
lehâ : onun, onu
-
27-Neml 41
arşe-hâ : onun tahtı
-
27-Neml 41
nenzur : bakalım
-
27-Neml 41
e : mı
-
27-Neml 41
tehtedî : hidayete erer, hidayete erecek
-
27-Neml 41
em : veya, yoksa
-
27-Neml 41
tekûnu : olur, olacak
-
27-Neml 41
ellezîne : ki onlar
-
27-Neml 41
lâ yehtedûne : hidayete ermeyenler
-
27-Neml 42
fe : böylece
-
27-Neml 42
lemmâ : olduğu zaman
-
27-Neml 42
câet : geldi
-
27-Neml 42
kîle : denildi
-
27-Neml 42
e : mı
-
27-Neml 42
hâkezâ : böyle, bunun gibi
-
27-Neml 42
kâlet : dedi
-
27-Neml 42
ke ennehu : sanki o, onun gibi
-
27-Neml 42
huve : o
-
27-Neml 42
ve ûtî-nâ : ve bize verildi
-
27-Neml 42
el ilme : ilim
-
27-Neml 42
ve kunnâ : ve biz olduk
-
27-Neml 42
muslimîne : müslümanlar, teslim olanlar
-
27-Neml 43
ve sadde-hâ : ve onu engelledi, mani oldu
-
27-Neml 43
kânet : oldu
-
27-Neml 43
inne-hâ : muhakkak ki o
-
27-Neml 43
kânet : oldu, idi
-
27-Neml 43
kâfirîne : kâfirler
-
27-Neml 44
kîle : denildi
-
27-Neml 44
lehadhulî (lehâ udhulî) : ona gir
-
27-Neml 44
es sarha : köşk, saray
-
27-Neml 44
fe : o zaman
-
27-Neml 44
lemmâ : olduğu zaman
-
27-Neml 44
raet-hu : onu gördü
-
27-Neml 44
hasibet-hu : onu zannetti
-
27-Neml 44
lucceten : derin su
-
27-Neml 44
ve keşefet an : ve açtı
-
27-Neml 44
kâle : dedi
-
27-Neml 44
inne-hu : muhakkak ki o
-
27-Neml 44
mumerradun : parlaklaştırılmış, parlak
-
27-Neml 44
kâlet : dedi
-
27-Neml 44
zalemtu : zulmettim
-
27-Neml 44
nefsî : nefsime
-
27-Neml 44
ve eslemtu : ve teslim oldum
-
27-Neml 44
mea : beraber
-
27-Neml 44
suleymâne : Süleyman
-
27-Neml 44
el âlemîne : âlemler
-
27-Neml 45
ve lekad : ve andolsun
-
27-Neml 45
erselnâ : biz gönderdik
-
27-Neml 45
semûde : Semud kavmi
-
27-Neml 45
ehâ-hum : onların kardeşi
-
27-Neml 45
eni'budûllâhe : Allah'a kul olun
-
27-Neml 45
fe : o zaman, fakat
-
27-Neml 45
ferîkâni : iki fırka, iki grup
-
27-Neml 45
yahtesımûne : hasım oluyorlar, çekişiyorlar
-
27-Neml 46
kâle : dedi
-
27-Neml 46
lime : neden, niçin
-
27-Neml 46
testa'cilûne : acele istiyorsunuz, acele ediyorsunuz
-
27-Neml 46
bî es seyyieti : seyyiati, kötülüğü
-
27-Neml 46
kable : önce
-
27-Neml 46
el haseneti : hasenat, iyilik
-
27-Neml 46
lev lâ : olsa olmaz mıydı
-