Eski Masaüstü Görünüm

Samiri’nin Buzağısı


Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim,

"Rabbimizin lutfuyla sahip olduğumuz Kur'an-ı Kerim, ayetleri ile bizleri şaşırtacak ve hayrete düşürecek bir yüceliğe ve anlam derinliğine sahip bir Kitab'dır." Mehmed ALAGAŞ

Alîm ve Hakîm Rabbimizin mucizevi Kitabı 'Kur'an-ı Kerim' ile mübarek kılınan Ramazan ayına -İnşallah- bir kez daha erişebilecek tüm kardeşlerimize selam olsun. Başta ALAGAŞ hocamız olmak üzere Rabbisine kavuşan tüm müminlere rahmet olsun..

Değerli kardeşlerimiz,

Yüce Kitabımızda lafzen anlaşılabilmiş olmasına rağmen, derin manâları ve hikmetleri yeterince anlaşılamamış birçok mesele bulunmaktadır. Bazı konularda, ayetlerin derinliğinde ortaya çıkan ve cevap bekleyen onlarca soru bulunmasına rağmen, klasik tefsirlerden alabildiğimiz cevaplar oldukça sınırlı veya -Kuran bütünlüğü çerçevesinde- tatmin edici olmaktan uzaktır. Bu durum elbette müfessirlerin, Allah'ın ayetleri hakkında tefekkür eden ve onları anlamaya/açıklamaya çalışan değerli alimlerin kusuru ya da eksikliği olarak değerlendirilemez. Zira bazı manâların ve hikmetlerin kavranabilmesi ancak ve ancak Rabbimizin takdir ettiği/edeceği zamanı beklemektedir.

Kerim Rabbimizin lütfuyla, merhum Mehmed ALAGAŞ tarafından Kuran bütünlüğü çerçevesinde ve kalpleri mutmain edecek bir berraklıkta açıklık kazandırılan 'Samiri kıssası' da işte bu meselelerden biridir. Kıssadaki hikmetlerin yanı sıra, kıssada anlatılan gizemli hadiselerin açıklık kazanmasının zamanlaması da yine ayrı bir hikmet olarak, hocamız tarafından önemle altı çizilen bir konudur. Nitekim Samiri kıssasını değerlendirmeye açıp gündeme taşımamızın temel nedenlerinden biri de bu zamanlamanın hikmetine dayanmaktadır.

Konunun kapsamlı olmasını ve yapacağımız alıntıların uzunluğunu dikkate alarak, meselenin tüm yönleriyle anlaşılabilmesi düşüncesiyle; 6 bölüme ayırdığımız alıntıların her bir bölümünü siz kardeşlerimizle birlikte değerlendirip, ilgili bölümün anlaşıldığı kanaatine ulaştığımızda, bir sonraki bölümü ekleyerek -aynı başlık altında- ilerlemeyi ve meseleyi hep birlikte idrak ederek, mübarek Ramazan ayında gönüllerimizi ihya edebilmeyi umuyoruz..

"Beklenen Müslümanlara - Yaratılış ve İnsanlık Tarihi" kitabından alıntı yapacağımız bölümlere geçmeden önce, A'râf Suresi'nin 175 ve 176. ayetlerinde bahsi geçen kişinin tefsirlerde belirtildiği gibi Bel'am değil, Samiri denilen azgının ta kendisi olduğunu, 'Allah'ın izniyle' bu muhteşem tespiti yapan ve tane tane delillendiren ALAGAŞ hocamızı rahmetle ve cennet duası ile anarak dikkatinize sunuyoruz :

Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz (açıkça gösterdiğimiz) kişinin haberini oku-anlat. O bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan da onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu. (7-A'râf 175)

Eğer Biz dileseydik, onu bununla (gösterdiğimiz ayetlerimizle) yükseltirdik. Ama o (yüzünü semaya dönüp, hamdedeceğine) yere saplandı ve kendi hevasını (nefsi arzularını) izledi. Onun durumu, üstüne varsan da, bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu da böyledir. Artık gerçek olan kıssayı (yaşanmış bu olayı) onlara anlat ki (akledip) düşünsünler. (7-A'râf 176)

Samiri hakkındaki bu bilgiyi aklımızın bir kenarında tutarak, siz değerli kardeşlerimizi, ilgili ayet meallerini tekrar ve dikkatli bir şekilde okumaya ve tefekküre davet ediyoruz :

Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya sevkeden' nedir ey Musa? (20-Tâ-Hâ 83)

Dedi ki "Onlar arkamda izim (yolum) üzerindedirler. Hoşnut kalman için Sana gelmekte acele ettim Rabbim." (20-Tâ-Hâ 84)

Dedi ki "Biz senden sonra kavmini deneyip-imtihan ettik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı." (20-Tâ-Hâ 85)

(Bunun üzerine) Musa kavmine oldukça kızgın ve üzgün olarak döndü. Dedi ki "Ey kavmim. Rabbiniz size güzel bir vaidde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazabın inmesini mi istediniz de, bana verdiğiniz sözden caydınız (döndünüz)?" (20-Tâ-Hâ 86)

(Bir kısmı) dediler ki "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Fakat o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, biz onları (haramdan kurtulmak için ateşe) attık. Samiri de (elindekini) aynı şekilde attı." (20-Tâ-Hâ 87)

"Derken onlara (senden bile put isteyenlere) böğüren bir buzağı heykeli çıkardı ve (onlar da) 'İşte sizin de ilahınız, Musa'nın da ilahı budur fakat (Musa) unuttu' dediler." (20-Tâ-Hâ 88)

Onlar onun (böğüren buzağının) kendilerine bir sözle cevap vermediğini (konuşup yol göstermediğini) ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mıydı? (20-Tâ-Hâ 89)

Andolsun ki Harun daha önce onlara "Ey kavmim, siz bununla (böğüren buzağı ile) fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin (hak ve gerçek) Rabbiniz Rahman'dır. (Artık) bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. (20-Tâ-Hâ 90)

(Fakat onlar) demişlerdi ki "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya tapmaktan) önünde bel büküp-eğilmekten asla vazgeçmeyeceğiz." (20-Tâ-Hâ 91)

(Musa döndüğünde) dedi ki "Ey Harun. Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (müdahale etmekten) alıkoyan neydi?" (20-Tâ-Hâ 92)

Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın? (20-Tâ-Hâ 93)

(Harun) dedi ki "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-çekme. Ben senin "İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden korktum?" (20-Tâ-Hâ 94)

(Musa) dedi ki "Ya senin amacın nedir ey Samiri?" (20-Tâ-Hâ 95)

(Samiri) dedi ki "Ben onların görmediklerini gördüm, resulün izinden bir avuç (toprak) aldım. Sonra onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi." (20-Tâ-Hâ 96)

(Musa) dedi ki "Haydi (defol) git. Artık sen hayatın boyunca "Bana dokunmayın!" diyeceksin. Ayrıca senin için kaçıp-kurtulamayacağın bir ceza günü var. Üstüne kapanıp tapındığın ilahına da bir bak. Biz onu yakacağız sonra parça parça ufalayıp denize savuracağız." (20-Tâ-Hâ 97)

Şimdi ALAGAŞ hocamızın "Kur’an-ı Kerim’den doğru cevaplar alabilmemiz, bu yüce Kitab’a doğru sorular yöneltmemizle mümkündür." nasihatini dikkate alarak, cevap bekleyen 'doğru' sorularımızı alt alta sıralayabiliriz :

  • Samiri'nin yaptığı, erimiş altın ve bir avuç topraktan meydana gelen buzağı heykeli nasıl böğürebiliyor, ses çıkarabiliyordu?

  • Bu ses nasıl bir sesti, böğürme sesi mi, daha farklı bir ses mi?

  • Harun A.S. neden bu sesi ortadan kaldırabilecek bir şey yapmadı ya da yapamadı?

  • Döndüğünde herkesi sorguya çeken Musa A.S., buzağı heykelinin ses çıkarmasına neden hiç şaşırmadı, neden bu durumu hiç sorgulamadı?

  • Samiri diğerlerinin görmediği neyi gördü?

  • Samiri neden resûlün ayak izinden bir avuç toprak aldı?

  • Bu resûl hangi resûldü ve ayak izindeki toprakta ne vardı?

  • Buzağı heykelinden çıkan sesle bu bir avuç toprağın ilişkisi var mıydı?

  • Samiri bundan sonraki hayatı boyunca neden "Bana dokunmayın!" diyerek yaşayacaktı?

  • Musa A.S. neden heykeli yaktıktan sonra parçalarını denize savurdu?

  • A'râf Suresi'nin 175 ve 176. ayetlerinde bahsi geçen kişi Samiri ise;

    * Kendisine verilen ya da açıkça gösterilen ayetler nelerdi?

    * 'Arza/yere meyletmesi' ya da 'yere saplanması' ne anlama geliyordu?

    * 'Üstüne varsan da, bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpek' benzetmesi ne içindi?

Yukarıdaki tüm soruların ve daha fazlasının Kuran bütünlüğü çerçevesinde tek tek cevaplandığını görmek ve Kuran'ın yüceliğine, anlam derinliğine şahitlik etmek için, sözü daha fazla uzatmadan -kendisini çok özlediğimiz- Mehmed abimize bırakıyor, "Allah senden razı olsun güzel abimiz/hocamız, Rabbimiz seni cennetinde ağırlasın İnşallah.." duasında bulunuyoruz.

BÖLÜM 1 : Samiri'nin Böğüren Buzağı Heykeli

İsrailoğulları Musa Aleyhisselam’dan tapınmak için görebilecekleri bir ilah yani bir put yapmasını istediklerinde, bir heykel ve döküm ustası olan Samiri'nin içinde küfür dolu bir ateş tutuşuvermişti!. Böyle bir istekte bulunan İsrailoğullarına, bu istediklerini verebilecek yegâne kişi elbette ki kendisi olmalıydı!. Fakat Musa Aleyhisselam’ın yanında bunu nasıl söyleyebilir, böyle bir şeye nasıl cesaret edebilirdi ki!. Dolayısıyle küfür dolu bu arzusunu gizledi, kapkaranlık bir gölge ve iğrenç bir leke gibi gizli tuttu kalbinde!.

Musa Aleyhisselam’ın bir müddet sonra Rabbisiyle münacaat için Tur-u Sina’ya çıkması, küfrünü ve ustalığını göstermek isteyen Samiri için güzel bir fırsat olmuştu. Musa Aleyhisselam kendi yerine Harun Aleyhisselam’ı bırakmış olsa da, İsrailoğullarının onu yeterince dikkate almadıklarını ve fazlaca dinlemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Ancak yine de Harun Aleyhisselam’ın engellemesinden endişe ederek, yapacağı işin ilk aşamasında şirk ve küfür dolu bu amacını gizlemeyi tercih etmişti.

Görülebilir bir ilah isteyen şaşkın ve sapıkların önde gelenleriyle gizlice konuşarak, onlara bu isteklerini yerine getirebileceğini ve yolculukları esnasında yüklendikleri zinetleri ateşe atmalarını istedi. Normal şartlarda mala ve zinete çok düşkün olan bu sapıklar, mal sevgisini de aşan bir küfür arzusu ile zinetlerini ateşe atıverdiler. Ateşe attıkları bu zinetler;

... "Ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik" ... (20-Taha 87)

ayetinde de işaret edildiği gibi, asıl itibariyle kendilerine ait zinetler değildi. Bir başka kavime ait olan bu zinetlerin, Musa Aleyhisselam’dan habersiz olarak bir emanet veya borç yoluyla haksızca yüklenilmiş olması, put amacıyla zinetlerini ateşe atanların dışında kalan diğer İsrailoğullarını da rahatsız eden bir durumdu. Bu rahatsızlığı hisseden İsrailoğulları, sapıklıkta önde gidenlerin bu zinetleri haramdan kurtulmak için ateşe attıklarını zannederek, onlar da haksız yere yüklendikleri zinetleri -ne yapılacağını bilmeksizin- ateşe atmaya başladılar. Dolayısıyle İsrailoğullarından bir kısmı haramı inşa etmek için zinetlerini ateşe atarlarken, aynı zineti yüklenen diğerleri de bu haramdan kurtulmak için atıyorlardı!.

İsrailoğulları bu zinetleri ateşe attıklarında, Samiri de aynı ateşin içine, kendisine göre çok özel olan bir avuç toprağı attı. Küfürde olduğu gibi döküm ustalığında da ileri giden Samiri, bir müddet sonra bu erimiş madenden bir buzağı heykeli döküp-çıkardı!. Ancak işin garip ve sıradışı tarafı, bu buzağı heykelinin böğürmesi veya böğürtüye benzeyen bir inleme sesi çıkarmasıydı!. Bu sıradışı durumu küfri bir heyacanla karşılayan ve sapıklıkta öne geçen İsrailoğulları, bir hayret ve şaşkınlık içinde olan kavimlerine;

... “İşte, sizin de İlahınız, Musa’nın da İlahı budur. Ancak o unuttu!." ... (20-Taha 88)

dediler.

İman ve tefekkürün dışında,

sadece gördükleri mucizelerle bulundukları noktaya gelen fakat onca mucizeye rağmen Allah’a karşı gerekli teslimiyeti göstermeyen İsrailoğulları, gördükleri bu sıradışı olayı olağanüstü bir durum olarak tanımlamışlar ve hiç düşünmeden buzağı heykelini kendilerine ilah edinmişlerdi!. Her şeyi hakkıyle bilen Rabbimizin, Musa Aleyhisselam’a Tur’da söylediği;

... Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar. Dosdoğru yolu da görseler, onu yol olarak benimsemezler. Azgınlık yolunu gördüklerinde ise, onu yol olarak benimserler. ... (7-A'raf 146)

buyruğu, bu olay ile gözle görülebilir bir açıklık kazanmıştı. Çünkü gördükleri onca mucizeye rağmen doğru yolu, yol olarak benimsemeyen İsrailoğulları, buzağı heykelinin önünde saygıyla durmaya ve hürmetle eğilmeye başlamışlar, böğüren bu buzağı heykelini kendilerine ilah edinmişlerdi!.

Peki bu buzağı heykeli, gerçekten böğürüyor muydu?

Buzağının böğürmesi konusunda tefsirlerdeki en meşhur yorum, Samiri tarafından heykelin birkaç tarafına rüzgârı toplayarak ağız boşluğuna veren hava oluklarının konulması ve bu oluklardan giren rüzgârın bir inek böğürtüsü gibi ağızdan çıkmasıdır!. Kısmi bir akla ve çelişkili bir mantığa dayanan bu basit açıklamanın, ayetlere dayanmayan zorlama bir açıklama olduğunu düşünüyoruz. Çünkü buzağı heykeli sadece rüzgâr estiği zaman oluklarından giren ve ağızdan çıkan bir hava akımıyla böğürseydi, koskoca bir kavim sebebini bildikleri ve gördükleri bir sesten elbette etkilenmezlerdi. Yaşanan olay bu kadar basit olsaydı, herkesten önce Harun Aleyhisselam yerden bir tutam ot alır ve bu otu buzağının ağzına tıkarak onu susturduktan sonra “Bir tutam ota muhtaç olan ve bir tutam otla susan bir buzağı, hiçbir rızka muhtaç olmayan ve size devamlı rızık veren İlahınız olabilir mi?” diyebilirdi.

Ancak durum bu kadar basit değildi!.

Yaşanan olay, Harun Aleyhisselam’ın dahi hayret ve şaşkınlıkla karşıladığı sıradışı bir olaydı!. Çünkü olayı yakından izleyen Harun Aleyhisselam bile buzağının böğürmesine itiraz edememiş ve bu böğürtünün bir aldatmaca olduğunu söyleyememişti. Daha açık bir ifadeyle buzağının böğürdüğünü veya böğürtüye benzeyen bir ses çıkardığını Harun Aleyhisselam da kabul etmiş ancak bu sıradışı durumu Rabbimizin apaçık bir imtihanı ve denemesi olarak gördüğü için;

... "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah) dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin." ... (20-Taha 90)

demişti.

Harun Aleyhisselam’ın buzağının böğürmesi veya böğürtüye benzer bir ses çıkarması konusunda nasıl ki bir itirazı olmamışsa, bizlere bu olayı bildiren şanı yüce Rabbimiz de;

... Böylece onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli döküp-çıkardı. ... (20-Taha 88)

ifadesiyle yaşanan olayın bu boyutunu doğrulamıştır. Nitekim Rahman olan Rabbimizin buzağıyı ilah edinen İsrailoğullarına rahmet dolu uyarısı;

Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? (20-Taha 89)

şeklinde olmuştur. Dikkat edilirse bu İlahi ikaz ve İlahi uyarı, buzağının böğürüp-böğürmediği noktasında değil, ondan bir ses çıksa da bu sesin asıl itibariyle onlarla konuşmadığı ve onları doğru veya yanlış bir yola çağırmadığı noktasında gerçekleşmiştir.

Ancak bu apaçık gerçeği görmemiş,

bu apaçık gerçeği anlamamıştı İsrailoğulları!. Bütün bu olup-bitenler karşısında şaşkına dönen Harun Aleyhisselam ise devamlı olarak kendilerini ikaz ediyor;

... “Ey kavmim, gerçekten siz bununla deneniyorsunuz. Sizin Rabbiniz Rahman olan Allah'dır. Şu halde bana uyun ve emrime itaat edin.“ ... (20-Taha 90)

diyerek, onları bu sapıklıktan uzaklaştırmak istiyordu. Küfür sarhoşluğu içinde olan İsrailoğulları ise o zamana kadar fazlaca önemsemedikleri Harun Aleyhisselam’ın bu sözlerini hiç dikkate almıyorlar ve ona yani Harun Aleyhisselam'a destek vermesi gereken en makul İsrailoğulları bile;

... "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp, önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız." (20-Taha 91)

diyorlardı!.

İsrailoğullarının küfür dolu bu tavırları karşısında derin bir çaresizliğe düşen Harun Aleyhisselam, kardeşi Musa Aleyhisselam’a verdiği söz olmasa hiç kuşkusuz ki bu kavimi terk eder ve onları kendi sapıklıkları içinde bırakabilirdi. Ancak kardeşi kendisine;

... “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" ... (7-A'raf 142)

dediği için bu sapıkları terketmiyor, terkedemiyordu Harun Aleyhisselam!. Kendisini zayıflatan ve tüm ikazlarını dinlemeyen kavminin içine düştüğü bu sapıklığa eliyle müdahale etmek istediğinde ise, küfürde ileri gidenler onu öyle hırpalamışlardı ki, az daha öldürüvereceklerdi!.

Artık kavmi gibi o da Musa’yı,

o da Musa Aleyhisselam’ı bekliyordu!.

BÖLÜM 2 : Musa Aleyhisselam'ın Tur-u Sina'dan Dönmesi

Sevinçli bir aceleyle çıktığı Tur'dan,
üzüntü ve kızgınlık dolu bir aceleyle geri dönen Musa Aleyhisselam, elindeki levhalarla kavminin karşısına çıkarak;

... "Beni arkamdan, ne kadar kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi? ..." (7-A'râf 150)

dedikten sonra sustu. Kavminin içine düştüğü durumu anlayan ve anladıkça kızgınlığı daha da artan Musa Aleyhisselam, duyduğu bu kızgınlıkla ve “Böyle bir kavim, böyle bir İlahi lutfa layık değildir!.” düşüncesiyle, elindeki levhaları bıraktı. Sonra öfke dolu bakışlarını kardeşi Harun Aleyhisselam’a çevirdi. Kardeşine “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” demesine rağmen bütün bunlara neden, neden engel olmamıştı ki!.

Harun Aleyhisselam’ı başından, saçından ve sakalından yakalayarak kendine doğru çekiştirirken, öfkenin açığa çıktığı bir sesle;

... "Ey Harun. Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi? Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?" (20-Tâ-Hâ 92-93)

diye haykırdı. Derin bir üzüntü içinde olan Harun Aleyhisselam, hüzün dolu bir sesle;

... "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin; "İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden (endişe edip) korktum?" (20-Tâ-Hâ 94)

dedikten sonra, içine düştüğü çaresizliği şu sözlerle ifade etti;

... "Annemoğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma." ... (7-A'râf 150)

Kardeşinin hüzün dolu bu yumuşak cevabı karşısında öfkeli bakışlarını tekrar kavmine çeviren Musa Aleyhisselam, İlahi nimetlere nankörlükle yaklaşan İsrailoğullarına bir süre baktıktan sonra;

... "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaidde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de, bana verdiğiniz sözden caydınız?" (20-Tâ-Hâ 86)

diye seslendi.

Üzüntü ve öfke dolu bu hitap karşısında, sapıklıkta önde giden ve bir haramın inşası için zinetlerini ateşe atan İsrailoğulları sustular. Ancak zinetlerini haramdan kurtulmak için ateşe atan İsrailoğulları, kendilerini mazur gösterebilmek ve Musa Aleyhisselam’ın kabaran öfkesinden kurtulabilmek için;

... "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik; biz onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.. (Ortaya böğüren bir buzağı heykeli çıkınca) "İşte, sizin de ilahınız, Musa'nın da ilahı budur; fakat (Musa) unuttu." ... (20-Tâ-Hâ 87-88)

diyerek, onları suçlayıp-kendilerini temize çıkarmak istediler!.

Koskoca denizin yarılmasıyla hakkı değil,
küçücük buzağı heykelinin böğürmesiyle batılı tercih eden bu zalimler topluluğuna ne diyeceğini, onlar için Allah'a nasıl dua edeceğini bilemeyen Musa Aleyhisselam, "Beni bu zalimler topluluğuyla bir kılma" diyen kardeşi Harun Aleyhisselam'a sakin ve merhametli gözlerle bakarak;

... “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.” (7-A'râf 151)

duasında bulundu. Rahman olan Rabbimiz bu güzel duaya;

Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte biz, 'yalan düzüp uyduranları' böyle cezalandırırız. Kötülük işleyip de bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (7-A'râf 152-153)

karşılığını verdi.

Bu İlahi buyruğun ne anlama geldiğini ve Samiri gibilerini neyle müjdelediğini çok iyi anlayan Musa Aleyhisselam, o zamana kadar hiç konuşmayan Samiri'ye yönelerek;

... “Ya senin amacın nedir ey Samiri?" (20-Tâ-Hâ 95)

diye sordu. Dikkat edilirse Musa Aleyhisselam Samiri’ye buzağıyı nasıl yaptığını veya buzağının nasıl böğürdüğünü hiç sormamıştı!. Çünkü kavmini dinledikten, böğüren buzağıyı gördükten ve onun sesini duyduktan sonra birçok şeyi anlamıştı Musa Aleyhisselam. Nitekim bu anlayışla Samiri’ye buzağı hakkında soru sormamış, sadece “Amacın nedir?” diyerek bunu yapmaktaki amaç ve gayesini öğrenmek istemişti. Yaptığı işin halâ arkasında duran Samiri ise;

... “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim. Böylelikle nefsim, bana bu yaptığımı hoş gösterdi." (20-Tâ-Hâ 96)

cevabını verdi.

Musa Aleyhisselam hiç itiraz etmedi, hiç tartışmak istemedi Samiri'nin bu cevabını. Bu kıssa üzerinde binlerce yıldır düşünen herkesin merakla sormak isteyeceği “Onların görmediği neyi gördün? Hangi elçinin izinden, ne aldın?” diye, bir soru da sormadı kendisine!. Çünkü Musa Aleyhisselam anlaması gereken şeyin, anlaması gerektiği kadarını zaten anlamıştı. Rabbimizin Samiri'ye ne vadettiğini çok iyi bildiği için, kendisinden bir cevap bekleyen ve belki de kendisiyle tartışmak isteyen Samiri'ye “Defol git!.” dedikten sonra ilave etti;

... "Artık senin hayatta (hakettiğin ceza) 'Bana dokunulmasın' deyip yerinmendir. Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." (20-Tâ-Hâ 97)

Evet,
Samiri ve Samiri’nin yaptığı buzağıyla ilgili olarak bizlere Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de verdiği malumat bu kadardır. Zaten iman etmemiz ve anlamamız gereken husus da, meselenin bu genel hatlarıdır. Hiç kimsenin görmeyip de, Samiri'nin gördüğü ayetin ne olduğunu, hangi elçinin izinden ne aldığını ve buzağı heykelinden gelen sesin mahiyetini ise Kur'an-ı Kerim bütünlüğündeki ilgili ayetleri dikkate alarak ayrı bir başlıkta anlamaya çalışacağız.

BÖLÜM 3 : Samiri'nin Gördüğü Ayet ve Buzağıdan Gelen Ses!.

Bir önceki başlıkta Samiri kıssasını genel bir şekilde vermemize rağmen, meselenin bu genel hatlarında bizlere sır gibi görünen ve müslümanların ondört asırdır üzerinde konuştukları gizemli boyutlar olduğunu elbette ki biliyoruz. Ancak İlahi kelâmda anlayamadığımız bir hususu, illa ki anlaşılabilir kılmak için İlahi kelâmın zahirinden ve Kur’an’ın bütünlüğünden koparak tevil veya yorumlara girişmek, şiddetle sakınmamız gereken bir husus olmalıdır. Mesela bu kıssayla ilgili olarak ileri sürülen ve birçok çevre tarafından kabul gören “Buzağı heykelinin böğürmesi, heykeldeki hava olukları ve rüzgar nedeniyledir!”, “Samiri, İsrailoğullarının görmediği Cebrail’i görmüş ve onun atının izinden bir avuç almıştır!” veya “Samiri Musa’nın izinden yani onun öğretisinden bir avuç almış ve sonra bu ilimle veya bu ilmi terkederek böğüren buzağıyı yapmıştır!” gibi, ayetlerin zahirinden, olayın keyfiyetinden ve Kur’an’ın bütünlüğünden kopuk yorumlar, bir mü’min ve müslüman olarak sakınmamız gereken yorumlardır.

Kur’an-ı Kerim'in apaçık bir Kitab olduğunu dikkate alarak, elbette ki bu kıssaları düşünecek ve anlamaya çalışacağız. Ancak sakınılmasını istediğimiz husus, kıssa ve ayetleri düşünürken Kur’an’ın bütünlüğünden ayrılarak zoraki yorum veya tevillere girilmesidir. Herhangi bir ayete getirdiğimiz yorum veya tevil, Kur’an-ı Kerim’in bir başka yerindeki kısa bir ayetin, kısa bir kelimesiyle çelişiyorsa, hiç tereddüt etmeden bu yorum ve tevili terk etmemiz gerekir. Çünkü çelişkisiz bir Kitab olan Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine getireceğimiz yorumların da herhangi bir ayetle veya bu ayetlerin hak yorumlarıyla çelişmemesi şarttır. Böyle bir duruma düşmemenin en doğru ve en kolay yolu ise ayetlerin tefsir hakkını, bu hakkı öncelikle kendisinde gören ve mufassal olan Kur’an-ı Kerim’e vermektir. Allah’a tevekkül ederek düşünmek ve ayetlerin zahirinden kopmadan Kur’an bütünlüğünde derinleşmek ise biz mü’minler için vazgeçilmez bir yaklaşım olmalıdır.

Peki, Samiri'yle ilgili bu kıssayı nasıl anlayacağız?

Öncelikle şunu ifade edelim ki bu kıssayı illa ki anlayacağız veya açıklayacağız diye bir iddiamız yoktur!. Bizler ayet-i kerimelere iman etmekle ve Allah’tan yardım isteyerek düşünmekle ve araştırmakla mükellefiz. Bu çalışmalarımız karşılığında bazen bir yıl, bazen on yıl sonra netice alabileceğimiz gibi, ömrümüzün sonuna kadar hiçbir netice de alamayabiliriz. Ancak şuna iman etmeliyiz ki ayetlerin zahirinden kopmayan ve Kur’ani istikametten ayrılmayan bu çalışmalarımızla bir neticeye veya İlahi gerçekliğe ulaşamasak dahi, Rabbimiz nezdinde bu çalışmalarımızın çok ciddi ecirleri vardır. Zaten bizlerin asıl gayesi de İlahi gerçekliğe ulaşamasak bile İlahi ecre nail olmak değil midir?

Evet,
bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra böğüren buzağı kıssası konusunda, hep birlikte düşünmeye ve araştırmaya başlayabiliriz. Tabi ki öncelikle kıssayla ilgili olarak bizlere verilen her malûmatı en küçük ayrıntısına kadar çok iyi almamız, çok iyi algılamamız gerekir. Çünkü bizlere bu kıssayı bildiren şanı yüce Rabbimiz, bizlere kesinlikle gereksiz veya fazla bilgi vermemiş, en küçük ayrıntıda bile anlaşılması gereken büyük hikmetler olduğuna işaret etmiştir. Şimdi böyle bir dikkat ve özen ile Rabbimizin bize verdiği malûmata yani elimizde ne olduğuna bakalım :

1- İsrailoğulları kendilerine öfkeyle seslenen Musa Aleyhisselam’a “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Ancak daha önce o kavmin süs eşyalarından bazı zinetler almıştık ve onları ateşe attık, böylece Samiri de attı. Böylece böğürmesi olan bir buzağıyı ortaya çıkardı.” diyerek, kendilerine göre çok makul olan mazeretlerini bildirmişlerdi. Kendilerine ilah olarak empoze edilen buzağının önünde eğilen İsrailoğullarının bu makul mazeretleri elbette ki heykelin değerli madenlerden yapılması, güzel veya görkemli olması değil, bu buzağı heykelinin böğürmesi veya böğürtüye benzeyen bir ses çıkarmasıydı!. Daha açık bir ifadeyle bu İsrailoğulları "Buzağı böğürdüğü için biz onu İlah olarak kabul ettik, onun önünde eğildik" diyorlardı!.

2- Harun Aleyhisselam’ın bu böğürtüye itiraz etmemesi, bunun bir aldatmaca olduğunu söylememesi ve kavmine “Siz bununla deneniyorsunuz” demesi, buzağıdan böyle bir böğürtü sesinin çıktığını kendisinin de kabul ettiğini göstermektedir. Ayrıca bizlere bu olayı bildiren Rabbimizin “Böylece onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli döküp-çıkardı” ifadesiyle yaşanan olayın bu boyutunu doğrulamış olması ve buzağıyı ilah edinen İsrailoğullarına “Onun kendileriyle konuşmadığını, kendilerine bir cevap vererek onları bir yola yöneltip-iletmediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?” buyurarak, İlahi ikazını buzağının böğürüp-böğürmediği noktasında değil, ondan bir ses çıksa da bu sesin asıl itibariyle onlarla konuşmadığı ve onları bir yola iletmediği noktasında gerçekleştirmiştir.

3- İlk iki başlıktan buzağının gerçekten böğürdüğünü veya böğürtüye benzeyen bir ses çıkardığını kabul ettiğimiz zaman, bunun nasıl olabileceğini ve binlerce İsrailoğlunun şahit olduğu bu sesin nereden veya nasıl çıktığını düşünmemiz gerekir. Bu soruya en genel anlamda verebileceğimiz iki ayrı cevap vardır :

a- Buzağının böğürmesi, Allah’ın izin vermesiyle Samiri’ye ait bir iştir!. Buzağı gerçekten böğürüyorsa, bu işi bir ilim veya yetenekle; buzağı gerçekten böğürmüyor fakat insanlara böğürüyormuş gibi geliyorsa, bu işi Mısır’da öğrendiği büyü veya sihir ile gerçekleştirmiştir!. Tabi ki Rabbimizin bizlere olayı veriş şeklini ve ayrıntılarını dikkate aldığımız zaman, bu iki olasılığı da kabul edebilmemiz mümkün değildir. Çünkü ayetlerde bu işin Samiri’nin ilmine değil nefsine dayanan bir iş olduğu açıkça belirtildiği gibi, büyü veya sihir olasılığı da yoktur. Şayet böyle bir şey söz konusu olsaydı, Musa Aleyhisselam ile karşılaşan büyücülerin ortaya attıkları ipler hakkında “Onlara debeleniyormuş gibi göründü” diyerek, olaya açıklık kazandıran Rabbimiz; bizlere bu olayı “Böylece onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli döküp-çıkardı” ifadesiyle değil, “Onlara buzağıyı böğürüyormuş gibi gösterdi” ifadesiyle verirdi. Dolayısıyle buzağının böğürmesinin veya böğürtüye benzeyen bir ses çıkarmasının, Samiri’nin ilmiyle veya büyü ile herhangi bir ilgisi yoktur.

b- Harun Aleyhisselam kavmine “Siz bununla deneniyorsunuz” derken, hiç kuşkusuz ki kavminin Allah tarafından denendiğini ve sınandığını bildiriyordu. Zaten şanı yüce Rabbimiz de Musa Aleyhisselam’a “Biz senden sonra kavmini denemeden geçirdik.” buyurarak, bu olayın İlahi bir deneme olduğunu beyan ediyordu. Kur’an-ı Kerim bütünlüğünde Rabbimizin İlahi denemelerini incelediğimiz zaman, Rahman olan Rabbimizin hiç bir kimseyi veya hiç bir toplumu sadece batılla baş başa bırakmadığını ve sadece batılla denemediğini görürüz. Daha açık bir ifadeyle kişilere veya toplumlara yönelik bu İlahi denemelerin içinde, mutlaka ve mutlaka hak olan birçok gerçeklik bulunmaktadır. Zaten bir kimsenin veya bir toplumun sapması da bilinen ve görülen hak gerçekliklere rağmen batıla meyletmesi değil midir? Dolayısıyle meselenin çok önemli olan İlahi deneme boyutunu dikkate aldığımız zaman, Sünnetullah’a çok uygun olan şu yaklaşımda bulunabiliriz;

“Bu olay gerçekleşinceye kadar onlarca büyük mucize ile İsrailoğullarının iman ve teslimiyetini deneyen Rabbimizin, bu olayda onlara gösterdiği bir ayet ile İsrailoğullarının isyan ve küfrünü denemiştir. Bu nedenle buzağının böğürmesi veya böğürtüye benzer bir ses çıkarması, İsrailoğullarını denemek isteyen Rabbimizin gösterdiği bir ayet, bir işarettir.”

Sünnetullah’a çok uygun olan bu İlahi deneme anlayışı, elbette ki kabul edilmesi gereken bir anlayıştır. Ancak burada cevaplamamız gereken bir soru vardır. İsrailoğullarına Rabbimiz tarafından gösterilen bu ayet; hiçbir sebeb veya illete dayanmadan, Rabbimizin sadece “Ol” hükmüyle gerçekleşen bir mucizesi midir? Bunun muhal olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Rahman olan Rabbimiz put yerine konulan bir heykele “Ol” hükmüyle böğürme sesi vermekten münezzeh olduğu gibi; şayet buzağının böğürmesi sadece “Ol” hükmünden kaynaklansaydı, Samiri’nin elçinin izinden bir avuç alması ve onu ateşe atması gibi verilen bilgilerin hiçbir önemi kalmazdı. Dolayısıyle buzağının böğürmesi veya böğürtüye benzeyen bir ses çıkarması, Rabbimizin “Ol” hükmüyle gerçekleşen bir mucizesi değil; İlahi gerçekliğini kendi içinde barındıran ilmi bir ayet veya sıradışı bir hadiseydi.

İşte cevaplamamız gereken soru, bu sıradışı olaydaki "İlmi ayet nedir?" sorusudur. Bu önemli sorumuzun cevabıyla ilgili olarak bize verilen ayrıntılar ise Samiri’nin “Ben onların görmediğini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç aldım. Sonra onu ateşe attım ve bunu bana nefsim hoş gösterdi.” sözleridir. Yani aradığımız cevap, Rabbimizin bizlere önemle ve ısrarla bildirdiği bu sözlerde, bu ayrıntılarda gizlidir. Tabi ki aradığımız cevabı Rabbimizin izni ve lutfuyla bulmaya çalışırken, kavmine dönen ve kavmini dinledikten sonra buzağı heykelini gören, onun sesini duyan Musa Aleyhisselam’ın sıradışı bu olaydan niye etkilenmediğini, Samiri’ye “Sen ne gördün? Hangi elçinin izinden ne aldın ve bunu nasıl yaptın?” gibi soruları neden sormadığını, buzağıyı niye tekrar ateşte eritip, onu parçalarına ayırdığını ve olay deniz kenarında geçmemesine rağmen toz haline getirilen bu parçaların niye denize götürülüp, denize savrulduğunu da dikkate almamız gerekecektir.

Bu bölüm yakında yayınlanacaktır.

Bu bölüm yakında yayınlanacaktır.

Bu bölüm yakında yayınlanacaktır.

12 Mart 2023
insandergisi.com



Yorum Yap


Yorumlar yeniden eskiye doğru sıralanmıştır.
Sıralamayı çevirmek için tıklayınız.

Zeyd Can
24-03-2023 04:53
#5612
Selamaleykum

Mustafa KAYHAN abimiz/kardeşimize makul soru ve yaklaşımlarından dolayı teşekkür etmek isterim. Zira makbul cevaplara ulaşmanın yolu makul sorulardan geçer diye düşünüyorum. Ya da bizleri MAKBUL noktaya ulaştıracak olan araç MAKUL yaklaşımlarımızdır da diyebiliriz. 

Bu meseleyi yayınlanan 4 ciltlik seriden okuduğumda hayretler içinde kalmış, tekrar tekrar okumuş ve aklıma bir türlü yatmayan ve oldukça "mistik" görünen bu yaklaşımın, çocukluğumdan beri tanıdığım Mehmed ALAGAŞ tarafından yapıldığına inanamamıştım. Okudukça ilgili yerlere "Nereden biliyorsun?, Bunu nereden çıkardın?, Nasıl yani?, İyi de o zaman şu nasıl olacak..?" gibi notlar almıştım. 

Yanlış bir düşüncede olduğunda kardeşleri tarafından uyarılması gerektiğine, gerek kitaplarında gerekse sosyal hayatında sıklıkla işaret eden Mehmed amcama itiraz etmem gerektiğini düşünerek, konuyla ilgili söylediklerini Kur'an'a arz edip hatalarını tespit etmeye yönelen ben, işin sonunda kitaptaki Samiri kıssası ile ilgili bölümün tamamını işaretleyerek " MAŞÂALLAH-SÜBHANALLAH" diyebildim. :)

Şimdi burada yayınlanan her bölümü okuduğumda hayretimin heyecana döndüğü o günleri yeniden yaşıyorum. Hayretimin heyecana dönmesine vesile olan, daha sonraki dönemlerde beni bambaşka hakikatlere taşıyan ve Kur'an'a yönelirken şiar edindiğim yaklaşımın altını bir kez daha çizmek istedim;

"Kur’an-ı Kerim'in apaçık bir Kitab olduğunu dikkate alarak, elbette ki bu kıssaları düşünecek ve anlamaya çalışacağız. Ancak sakınılmasını istediğimiz husus, kıssa ve ayetleri düşünürken Kur’an’ın bütünlüğünden ayrılarak zoraki yorum veya tevillere girilmesidir. Herhangi bir ayete getirdiğimiz yorum veya tevil, Kur’an-ı Kerim’in bir başka yerindeki kısa bir ayetin, kısa bir kelimesiyle çelişiyorsa, hiç tereddüt etmeden bu yorum ve tevili terk etmemiz gerekir. Çünkü çelişkisiz bir Kitab olan Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine getireceğimiz yorumların da herhangi bir ayetle veya bu ayetlerin hak yorumlarıyla çelişmemesi şarttır. Böyle bir duruma düşmemenin en doğru ve en kolay yolu ise ayetlerin tefsir hakkını, bu hakkı öncelikle kendisinde gören ve mufassal olan Kur’an-ı Kerim’e vermektir. Allah’a tevekkül ederek düşünmek ve ayetlerin zahirinden kopmadan Kur’an bütünlüğünde derinleşmek ise biz mü’minler için vazgeçilmez bir yaklaşım olmalıdır."


Köksal Şahin
22-03-2023 17:38
#5607
Buzağı Sevgisi!

Selamünaleyküm,

Mustafa Kayhan kardeşimin son yorumuyla ilgili olarak, şu hususlara dikkat çekmek isterim :

- Samiri'nin, 'resûlün izinden bir avuç aldım' şeklinde ifade ettiği andan itibaren planlı bir eylemin içerisinde olduğu açıktır. Yoksa ne diye 'resûlün izinden' bir avuç alıp bir de bu aldığı şeyi saklasın ki? İsrailoğulları'nın bir bölümünün Mısır halkından aldıkları mücevherattan kurtulma istekleri olsa bile, bir ateş yakıp mücevheratı ateşe atmaları ve madenin erimesini izlemeleri kendi istekleri ve planlamalarıyla olmamıştır. Bütün bu işlere Samiri öncülük etmiş ve Mehmed abimizin anlattığı şekilde; Musa A.S.'ın yokluğunu fırsat bilip, planladığı senaryoyu ince ince işleyerek insanları istediği noktaya getirmeyi başarmıştır.

- Samiri'nin Firavun'un sihirbazlarından biri olması, Kuran bütünlüğü çerçevesinde mümkün değildir. Üçüncü bölümden yaptığım aşağıdaki alıntı da bu hakikati ortaya koymaktadır :

-----------
"Buzağının böğürmesi, Allah’ın izin vermesiyle Samiri’ye ait bir iştir!. Buzağı gerçekten böğürüyorsa, bu işi bir ilim veya yetenekle; buzağı gerçekten böğürmüyor fakat insanlara böğürüyormuş gibi geliyorsa, bu işi Mısır’da öğrendiği büyü veya sihir ile gerçekleştirmiştir!. Tabi ki Rabbimizin bizlere olayı veriş şeklini ve ayrıntılarını dikkate aldığımız zaman, bu iki olasılığı da kabul edebilmemiz mümkün değildir. Çünkü ayetlerde bu işin Samiri’nin ilmine değil nefsine dayanan bir iş olduğu açıkça belirtildiği gibi, büyü veya sihir olasılığı da yoktur. Şayet böyle bir şey söz konusu olsaydı, Musa Aleyhisselam ile karşılaşan büyücülerin ortaya attıkları ipler hakkında “Onlara debeleniyormuş gibi göründü” diyerek, olaya açıklık kazandıran Rabbimiz; bizlere bu olayı “Böylece onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli döküp-çıkardı” ifadesiyle değil, “Onlara buzağıyı böğürüyormuş gibi gösterdi” ifadesiyle verirdi. Dolayısıyle buzağının böğürmesinin veya böğürtüye benzeyen bir ses çıkarmasının, Samiri’nin ilmiyle veya büyü ile herhangi bir ilgisi yoktur."
-----------

- Bugün Hindistan'da ineğe tapanların, o gün buzağı heykelini ilah edinenlerin soyundan gelip gelmediklerini bilmiyorum lâkin hem her iki toplumun ortak paydası olan 'buzağı sevgisi' hem de Samiri'nin yöntemine benzer yöntemlerle yapıldığını düşündüğüm 'süt içen heykeller' gerçekten de bu ihtimali akıllara getirmiyor değil.

- "... Küfürleri yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. ..." (2-Bakara 93) ayetine dayanarak şunu söyleyebiliriz; Rabbimiz tarafından İsrailoğulları'nın kalplerine 'buzağı sevgisi'nin yerleştirilmesi, Samiri'nin buzağısını ilah edinmelerinden sonradır. Öyle ki 2-Bakara 67-71 arasında anlatıldığı üzere; Rabbimiz kendilerine 'bir sığır kesmelerini' emrettiğinde, onu neredeyse kesmeyecek derecede ayak diremişlerdi. Bu 'özel' sevginin geçmişte tarım ve hayvancılık yapmış olmalarıyla doğrudan bir ilişkisi yoktur.

Selametle..


Talha
22-03-2023 10:15
#5604
Selamünaleyküm

Samiri'nin yaptığının bir büyü ya da sihir olduğunu düşünmüyorum... Çünkü sihirbazların yaptıklarını gören ve Musa A.S ın Allah'ın izniyle ortaya attığı asadaki Hakk'a şahitlik eden İsrailoğullarının yine bir sihre kapılıp onca mucizeye de şahitlik ettikten sonra hemencecik yoldan çıkacaklarını zannetmiyorum... Zira sihrin içinde Hak namına bir şey olmadığını biliyoruz... Ki sihirbazların da buna nasıl şahitlik edip canları pahasına teslim olduklarını da...

Fakat Samiri'nin yaptığında Haktan bir parça olmalı ki onca şahitliklerine rağmen İsrailoğullarını yoldan çıkarabilsin... Bunun da genel olarak müfessirlerin üzerinde durduğu soyut gerekçeler değil, ayetteki beyana dayanarak somut/gerçek bir şey olduğunu söyleyebiliriz Allahualem... Elçinin izinden bir avuç alarak ateşe atılan bir şey... Ama hangi elçinin? Burada geçen Resul hangi Resul?

"Er-resul" ifadesi aslında çok açık bir şekilde vermiyor mu cevabı?


insandergisi.com
22-03-2023 01:10
#5603
3.Bölüm Yayında

Selamünaleyküm,

"Samiri'nin Gördüğü Ayet ve Buzağıdan Gelen Ses!." başlıklı üçüncü bölümü yayına almış bulunmaktayız.

Bu bölümle birlikte meselenin bir adım ilerisine geçiyor ve ilgili Kur'an-ı Kerim ayetlerinin sordurduğu sorulara, yine Kur'an-ı Kerim içerisinde cevaplar aramaya başlıyoruz.

Tüm kardeşlerimizi, soru ve yorumlarıyla birlikte bu değerlendirme çalışmasına katılmaya davet ediyor, içerisine girmekte olduğumuz mübarek Ramazan ayının, İslam alemi ve insanlık için hayırlı ve bereketli olmasını Rahman olan Rabbimizden niyaz ediyoruz..


Mehmed Can
20-03-2023 13:57
#5601
Samiri Büyü Yapmadı!

Özelde Mustafa Kayhan kardeşim olmak üzere tüm kardeşlerim, Samiri'nin büyü yapmadığını, bu meseledeki hakikatin çok daha büyük olduğunu İnşaallah üçüncü bölüm yayınlanınca okuyup anlayacaklardır.
Herkese selam ve dua ile.


Mustafa Kayhan
19-03-2023 14:55
#5600
Selamun Aleyküm (Samiri konusu)

Yazılanları dikkatle okumaya çalışıyorum.

1- Hz. Musa'nın ilk işi, zannediyorum ben-i israili Firavun'un esaretinden kurtarmak ve onları düşünce örgünlüğüne kavuşturmak ve Allaha imana sevk etmek için öncelikle bedensel ve fiziksel kölelikten kurtulmaları gerekmiştir. İlk çağrı, Firavun'a 'ben-i israili benimle birlikte serbest bırak ve onları buradan alıp gideyim' olmuştur.

2- Hz. Musa Tur dağına çıkarken yerine Hz. Harun'u vekil bırakmıştır. Ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla toplumu gözetmesini ve çıkacak fitneyi de engellemesini de istemiştir. Hz. Musa Tur dağından döndükten sonra bu konuda Hz. Harun ile verilenlerin yapılıp yapılmadığını çek etmiştir. Eksiklikleri ve nedenlerini Hz. Harun'a sorgulamıştır ve o da yanıtlarını vermiştir.

3- Bu ben-i israil, mısırlılardan bazı eşyalar, madenler ve değerli malzemeleri de yanlarında alıp yola çıkmışlar ve Fecr Suresi'ndeki '10 gün ifadesiyle' de Allah-u alem, anlatılan bir yolculuk sonucu denize ulaşmışlar ve ardından Kızıldeniz'den karşıya deniz yarılarak geçirilmişlerdir.

4- Yanlarında taşıdıkları malzelemelerden kurtulmak istemişler ve bunun belki geleneğe göre yakılmasını istemişler, herkes elindeki altını, parayı ve değerli madeni ateşe atmış, ama olayları dışardan izleyen Samiri, o toplumun heykelden tanrılara olan isteği ve Hz. Musa'nın da 10 ilaveyle gecikmesi, Samiri'nin işini kolaylaştırmıştır. Zaten rahmetli cennet mekan Mehmed Alagaş abimizin ve hocamızın açıklığa kavuşturmasıyla rasulün izinden bir avuç alan bu adam (muhtemelen sihirbazlardan biriydi) o kumu veya toprağı ateşe atarak niyetindeki buzağı heykelinin oluşmasını sağlamıştır. Bunun nasıl olduğunu çok anlamasam da neticeden böğüren bir buzağıdan Kuran söz etmektedir.

5- Bunlardan azab verilenler ve zillete düşürülenlerin torunları, bugün Hindistan'da ineğe tapanlar olarak karşımıza çıkmışlardır. Bunlar, Allah bilir, ama o buzağıya tapanların nesillerindendir, hem soy olarak hem de inanç olarak.

6- "Ben-i israilin buzağı sevgisi, bir inek kesmelerinin emredilmesi, muhtemelen Firavun tarafından Mısır'da bütün tarım ve hayvancılık işlerinde istihdam edilmeleriyle ilişkilendirilebilir mi?" diye soruyorum. Ben ilişkilendirilebileceğini düşünüyorum. Hatta çölde soğan, pırasa, sarmısak ve soğan, nohut istemeleri de bununla ilişkilendirilebilir?


Köksal Şahin
17-03-2023 15:58
#5599
Hint Süt Mucizesi (Milk Miracle) ?!

Selamünaleyküm,

Samiri hadisesi ile bağlantılı olduğunu düşündüğüm, 'buzağı sevgisi'nin kalplere işlendiği bir coğrafyada ve günümüzde meydana gelen başka bir hadiseyi, açık kaynaklardan elde ettiğim kısa bir alıntı ile dikkatinize sunuyorum :

----------
"21 Eylül 1995'te dünyanın her yerindeki Hindu tapınaklarında, Hindular'ın 'süt mucizesi' (milk miracle) olduğuna inandıkları ve milyonlarca kişinin 24 saat içinde defalarca tanık olduğu söylenilen bir olay meydana gelmiştir, Washington Post, New York Times, Financial Times, Guardian gibi dünyaca ünlü gazeteler ve CNN, BBC gibi kanallar da bu mucize olduğuna inanılan olayı haber yapmışlardır. 24 Eylül 1995'te bir Hindu tapınağından gelen bir haber bütün hinduları ayağa kaldırır. Bir tapınakta, bir rahip bir kaşık ile sembolik olarak Ganesha'ya içirmeye çalıştığı sütün kaybolduğunu fark eder. Hemen ardından bu haber duyulur ve daha şaşırtıcısı bütün Kuzey Hindistan'daki Ganesha figürlerinin sütü içtiği gözlenir. Bu olay tarihe 'süt mucizesi' olarak geçmiştir. Daha sonra bu olayın gerçek olmadığı anlaşılmıştır. Olayın aslının Ganesha figürünün yapıldığı maddeden kaynaklandığı ve bu yüzden verilen sütün kaybolduğu anlaşılmıştır. Zaten olaydan birkaç gün sonra maddenin fazla süt emmesinden dolayı Ganesha parçalanmış ve olayın aslı anlaşılmıştır."
----------

Yukarıda anlatılan olayın sadece 21 Eylül 1995'te gerçekleşmediği, 2006, 2008 ve 2010 yıllarında da aynı tarihlerde tekrarlandığı ve diğer tarihlerde -ilginç bir şekilde- bu durumun gerçekleşmediği kayıtlara geçmiş durumda. 1995'teki olay İngiltere, Kanada, Dubai ve Nepal’deki Hint tapınaklarına kadar uzanıyor ve bu tapınaklardaki heykeller de aynı şekilde verilen sütü içiyor (sünger gibi emiyor). Bunun üzerine Dünya Hint Konseyi isimli örgüt konuyu inceliyor ve 'resmen bir mucize' olduğu yönünde açıklama yapıyor. Olayı aydınlatmak isteyen Hint Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, durumu kılcal etki (capillarity) denilen fizik kanunu ile açıklamaya çalışıyor. Sonuç olarak 'süt mucizesi' adı verilen bu hadise, 'modern zamanların en iyi gözlemlenmiş ve kayıt edilmiş paranormal fenomenlerinden biri' olarak kayıtlara geçiyor.

Alıntıdaki 'olayın gerçek olmadığı anlaşılmıştır' bölümünün bu metne sonradan eklendiğini tahmin ediyorum çünkü konuyu geçmiş yıllarda ayrıntılı olarak incelediğim zaman aynı kaynakta böyle bir ifade görememiştim. O dönem birçok kayıt izlemiş, metal ve taştan yapılmış heykellerin bile, kaşıklarla verilen sütü gerçekten içtiklerine kanaat getirmiştim. Aşağıdaki videoda ve konuyla ilgili diğer videolarda göreceğiniz üzere; binlerce insan, kendilerine süt vermesi gerekirken ellerindeki sütü içen tanrılarına! sunmak üzere, süt kaplarıyla tapınak kapılarında uzun kuyruklar oluşturuyorlar ve belki milyonlarca kaşık süt tüketiliyor o gün.

Bu olayın Samiri hadisesiyle bağlantısını ve diğer tespitlerimi de İnşallah konu akışına uygun bir şekilde ilerleyen bölümlerde paylaşmak isterim.

Selametle..


insandergisi.com
16-03-2023 02:20
#5597
Aleykümselam Değerli Kardeşlerimiz,

Bu değerlendirme çalışmasında bizi yalnız bırakmayan, Mehmed ALAGAŞ hocamız ve bizler için hayır duasında bulunan, değerli yorumlarıyla katkı sağlayan ve yorum yazmasa bile sayfayı düzenli olarak takip edip, okuduklarını anlamaya ve anladıklarıyla amel etmeye çalışan bütün kardeşlerimize teşekkür ediyor, Kerim Rabbimizden; bu çalışmamızı bereketlendirmesini ve hayırlara vesile kılmasını diliyoruz.

Mustafa Kayhan kardeşimiz,

* "Bu Samiri, acaba iman eden sihirbazlardan biri midir?" sorunuz hakkında :
Samiri'nin iman eden sihirbazlardan olamayacağını; 7-A'râf 120-126, 20-Tâ-Hâ 70-73 ve 26-Şuarâ 46-51 ayetlerine dayanarak söyleyebiliriz. Önceden sihirbaz olan bu müminlerin, Firavun'un tehditleri karşısında geri adım atmayıp, izzetli bir duruş sergileyerek şehadete yürüdükleri konusunda bizler mutmainiz.. Kaldı ki Samiri gibi sinsice planlar tertipleyip, bulduğu ilk fırsatta bu planları hayata geçiren bir karakterin, böylesi şerefli insanların arasından çıkmış olması da muhal (imkânsız) görünüyor.

* "Samiri'nin taş ustası veya döküm ustası olmasıyla buzağının yapılması arasında nasıl bir ilişki kurulmaktadır?" sorunuzu eğer doğru anladıysak; buzağı heykelini yapan kişinin Samiri olmasının, bu konudaki geçmiş tecrübelerine ve ustalığına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Usta olmayan birinin madeni eritip heykel dökebilmesi siz de takdir edersiniz ki mümkün değildir.

* "Acaba dilini açık bırakan köpek ve buzağı fragmanlarıyla toplumun psikolojik ya da sosyolojik durumlarıyla bir alâka mı kurulmaktadır?" sorunuzu, İnşallah final bölümünden sonra değerlendirmek üzere not ediyoruz.

Cengiz Baykuş kardeşimiz,

İlettiğiniz videoyu izledik, paylaşımınız için teşekkür ederiz. Videodaki hayvan heykellerinin ses çıkarması, belirli yöntemleri olan bir yapım tekniğiyle alâkalı (su ve hava kanalları). İnternette bu sistemin çalışma prensibi hakkında hazırlanmış videolar mevcut. Samiri'nin buzağısı, Alagaş hocamızın da belirttiği üzere bu tür tekniklerin kullanıldığı bir heykel değildir. Erimiş madenin içerisine atılan 'bir avuç toprak' detayının ne için verildiğini düşünelim.. Birinci bölümü tekrar okursanız ilgili satırları görebilirsiniz.

Bekir Ziya kardeşimize; İsrailoğulları'nın böğüren buzağı heykelini ilah edinmelerinin arka planıyla ilgili yaptığı güzel tespit için, Mustafa Aksel kardeşimize; "Günümüz toplumunda iman etmenin 'akıl ve bilim' denkleminde olması gerektiği düşüncesi yaygın olduğundan olsa gerek, buzağıyı rüzgâr ile böğürtmek zorunda kalıyorlar!?" vurgusu için, Zeyd kardeşimize; doğru sorusu ve yerinde hatırlattığı alıntılar için teşekkür ediyoruz.

Talha, Köksal ve Kemal kardeşlerimizin de değindiği 'Çağdaş Samiriler' bahsini, altıncı ve son bölümden sonra biraz daha açmamız, bu değerlendirmenin amacına uygun olacaktır İnşallah.

Mehmed ALAGAŞ ağabeyimizin uzun yol arkadaşı, değerli büyüğümüz Mehmed Can abimiz, hoşgeldiniz. Şener Demir ve Rüstem Topal kardeşlerimiz, Saniye hanım kardeşimiz, sizler de hoşgeldiniz sınıfımıza.

Değerlendirmenin birinci bölümünde konuya giriş yapıp; Musa A.S.'ın yokluğunda İsrailoğulları'nın nasıl imtihan edildiğini, imtihan karşısında nasıl savrulduklarını, Samiri'nin yaptığı buzağı heykelinin sıradışı davranışını ve Harun A.S.'ın üzüntüsünü gördük. Nasip olursa yarın (17 Mart Cuma) ikinci bölümünü paylaşacağımız konumuza değerli katkılarınızı bekliyoruz..


Mehmed Can
15-03-2023 22:42
#5596
Selamünaleyküm..

Sınıfta bulunan kardeşlerimi cennet kardeşliği duâsı ile selamlıyor, Mehmed Alagaş hocamıza Râbbim'den Râhmet diliyorum..
Tüm kardeşlerimin güzel duâ ve temennilerine yürekten Amiin diyorum.
Takipteyim.


Zeyd Can
15-03-2023 20:25
#5594
Neden ve Nasıl bir İlah İstiyorlar?

Meselenin öncesini bilmeyen kardeşlerimiz için kısa bir hatırlatmada fayda var diye düşünüyorum.. Zira Samiri'nin zokasını yutanların zihinsel yapılarını, eğilimlerini, zaaflarını dikkate almak, aynı zokayı yutmamak için oldukça önem arzediyor. İnsanoğlu bunu dikkate alıp kendini ne kadar gözden geçiriyor bilmiyorum ama SAMİRİ'ler dedelerinin dikkatlerinden taviz vermiyorlar...!

Bu sebeple soruyorum; nasıl oluyor da önlerinde bir peygamber, arkalarında şahit oldukları yığınlarca mucize varken, O peygamberden bir ilah yapmasını isteyebiliyorlar? Buna neden ihtiyaç duyuyorlar?

------------------

"....Denizi geçtikten sonra Musa Aleyhisselam’ın liderliğinde ilerleyen İsrailoğulları, deniz kenarındaki Rakka kasabasından geçerlerken, bu kasaba halkının taştan ve ağaçtan yapılmış inek heykellerine tapınmakta olduklarını gördüler. Gördükleri şeye tapan ve taptıkları şeyi gören putperest kavmin bu durumu, henüz iman ve tevhidin ne olduğunu yeterince bilmeyen İsrailoğullarının hoşuna gitmişti!.

Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bu putperestlere bir süre baktıktan sonra, Musa Aleyhisselam’ın yanına giderek “Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap" (7-A'raf 138) dediler. Peygamberlerinden bir put değil, bir ilah yapmasını isteyerek, putu ilah yerine koyan ve ilah olarak isimlendiren bu şaşkınlar, taştan ve ağaçtan da olsa görülebilir bir ilah talep ediyorlardı!. Belki de alemlerin Rabbi olan Allah'ın, taş veya ağaç heykellerle şekillendirilmesini ve görülebilir bu putlarla sembolize edilmesini istiyorlardı!.

Musa Aleyhisselam’ın tabi ki hiç beklemediği bir istekti bu!.
Mısır’da yaşanan onca mucizeden ve Firavun orduları Allah'ın emriyle helak edildikten sonra, bütün bunları açıkça gören İsrailoğullarının imanlarına iman katacaklarını ve hiç kuşku duymadan doğru yola tabi olacaklarını zanneden Musa Aleyhisselam; bu İsrailoğullarının yaptıkları ve yapacakları azgınlıklar ile Firavun'u bile geride bırakacaklarını nereden bilebilirdi ki!. Nitekim duyduğu öfke dolu bu şaşkınlık ile kendisinden bir ilah yapmasını isteyen İsrailoğullarına dönerek "Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir." (7-A'raf 138.139) dedi.

İsrailoğullarını küfürle değil cahillikle suçlayan ve putlara yönelen o kavmin durumuna açıklık getiren Musa Aleyhisselam, onların içinde bulundukları dinin yokolacağını ve niyetleri ne olursa olsun bütün yaptıklarının batıl olduğunu belirttikten sonra sözlerine şöyle devam etti;
“Allah sizi alemlere üstün kılmışken, ben size O'ndan başka bir ilah mı arayayım?" (7-A'raf 140)....

...."Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır. Rabbiniz "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun eğer küfrederseniz, hiç şüphesiz Benim azabım pek şiddetlidir." buyurmuştur." (14-İbrahim 6.7)

Bu apaçık sözlerle kavmini uyarıp-korkutmak isteyen Musa Aleyhisselam, hiçbir İsrailoğlunun inkar edemeyeceği bu görünür nimetleri hatırlatarak “Allah'ın üzerinizdeki bu nimetlerine rağmen, siz şimdi putlara mı yöneleceksiniz?” diyor ve onları Bir olan Allah’a kulluğa ve binlerce kez şükre davet ediyordu.

Fakat bir gariplik,
bir tuhaflık içindeydi bu İsrailoğulları!. Sanki onlar Allah’ın yardımına ve nimetlerine muhtaç değiller de, Allah onların şükrüne muhtaçmış gibi kibirli ve suskun bir havaya girmişlerdi!. Gönülleri daraltan bu suskunluğa daha fazla dayanamayan Musa Aleyhisselam, iman ve öfke dolu bir sesle "Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü küfredecek olsanız bile, şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür." (14-İbrahim 8) dedi. Söylediği bu son sözlerle Allah’ın kullara değil, kulların Allah’a muhtaç olduğunu açık bir şekilde dile getiriyordu.

Musa Aleyhisselam’ın öfkelendiğini hisseden İsrailoğulları, bu sözler üzerine hiçbir itirazda bulunmadılar. Çünkü Alemlerin Rabbi olan Allah’ı yeterince dikkate almasalar da, kızdığı zaman çok hiddetlenen Musa Aleyhisselam’ı dikkate alıyorlar ve onun elinde tuttuğu o esrarengiz asadan oldukça çekiniyorlardı!. İçinde yılanları, ejderhaları barındıran ve denizleri ikiye ayıran bu asa, İsrailoğullarına göre çok sıradışı bir asaydı!. Musa Aleyhisselam’dan görülebilir bir İlah isteyen bu şaşkın ve sapıklara bir fırsat verilse, belki de bu asayı yüksek bir yere dikecekler ve birçok mucizesine şahit oldukları bu asaya tapınmak isteyeceklerdi!.

Çünkü onlar,
doğruyu yalanlayan ve yanlışlayan,
yalanı yaldızlayan ve alkışlayan şaşkınlardı...."

Mehmed ALAGAŞ Beklenen Müslümanlara - Yaratılış ve İnsanlık Tarihi

------------------

Sizi bilmem ama maalesef ben, o günün İsrailoğullarını anlatan bu satırlarda, bugünün azılı kafirlerini, apaçık müşriklerini, dalalet içindeki fasıklarını hatta hıyanet içindeki münafıklarını değil, kendisini İSLAM'a nispet eden şaşkınları görüyorum... Yanılıyor ya da abartıyor muyum?

Bu arada aşağıdaki yorumlarda Cengiz BAYKUŞ kardeşimiz Samiri'nin buzağısının nasıl böğürdüğünü daha iyi anlamak adına araştırma yaparken karşılaştığı bir videoyu paylaşmış, önceki yorumumu yaptığımda video olmadığı için bir şey diyememiştim ama şimdi es geçmeyeyim;  "NASIL BÖĞÜR-ME-DİĞİNE" örnek olarak videonun paylaşılması isabet olmuş.  :) 


Kemal Sallabaş
15-03-2023 00:02
#5593
Selamünaleyküm

Öncelikle Mehmed hocamıza Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ve cennetinde kavuştursun bizleri inşallah...
Samiri kıssasına ait ayetleri yıllarca okumama rağmen hiç bakmadığım bir bakış açısıyla karşılaştırmıştı beni Mehmed hocamızın aktardıkları. Zeyd ve Talha ve diğer abilerimin bahsettiği ÇAĞDAŞ SAMİRİLER ifadesi benim için meseleyi anlama noktasında güzel bir başlangıç olacaktır. Günümüz şeytan ve dostları aynı metodu kullanmakta çünkü.
Bugün böğüren buzağı şeklinde olmasa da kılık değiştirerek başka şekil veya şekillere büründüğünü görebilmenin ve gördükten sonra Musa as. gibi hiç şaşırmamazın tek yolunun bu ayetleri anlamaktan geçtiğini düşünüyorum...
Sınıftayım inşallah


Bekir Ziya
14-03-2023 13:00
#5592
Selamün Aleyküm

Çağdaş Samirilerden (ya da Deccal'den) korunmak için bu kıssayı iyi kavramak gerektiğinde şüphe yok. Şeytanın en çok kullandığı yöntemlerden biri hakkın üzerini batılla örtüp biraz da süsleyerek sunum yapmaktır. Musa Aleyhisselama Rabb'inin yanan bir ağaçtan seslendiğini bilen İsrailoğullarına, Samiri, neden bir buzağının içinden de olmasın(!) demiştir adeta! Bu çağrışım İsrailoğullarının buzağının önünde bel bükmelerini kolaylaştırmıştır. Fakat bir sorun vardı, bu buzağı böğürüyor ama anlamlı bir söz söyleyemiyordu. ''Onlar onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini .........görmüyorlar mıydı?'' Ta-ha 89. Ortada bir imtihan vardı, soru da cevap da son derece kolaydı ama İsrailoğulları çok zaman yaptıkları gibi sapıklığı tercih etmişti. Yani onlar Alim, Hakim, Habir, Semi, Basir, Rakib olan bir Rabb yerine konuşmayan, konuşsa da ne dediği belli olmayan bir İlahı tercih ediyorlardı. Bugün de insanların çoğu bir yaratıcıya inandıkları halde O yaratıcının kendilerini kullukla sorumlu kıldığını inkar ederek bir nevi Samiriyi ve İsrailoğullarını takip etmektedirler.


Köksal Şahin
14-03-2023 07:04
#5591
Nasip

Selamünaleyküm,

Sınıftaki kardeşlerimin, Mehmed abimiz ve tüm müminler için yaptıkları dualarına; amin. "Bana dua edin size icabet edeyim." (40-Mü'min 60) buyuran Kerim Rabbimiz'in bu samimi dualarımıza da icabet etmesini umuyor ve bunu Kendisinden diliyoruz..

Samiri meselesi, Kur'an-ı Kerim'in en gizemli ve yüzyıllar boyunca anlaşılmaya çalışılan fakat bugüne kadar 'anlaşılması gerektiği gibi' anlaşılamayan kıssalarından biridir. Bu kıssanın, ilgili ayetlerden kaynaklanan tüm sorulara, ayetlere dayalı olarak çelişkisiz cevaplar verecek şekilde açıklanması, Lâtif Rabbimiz'in bir lütfu olarak Mehmed Alagaş hocamıza nasip edilmiştir. İnşallah bu değerlendirme çalışması nihayete ulaştığında, bu sayfayı okumakta olan tüm kardeşlerimiz Samiri kıssasındaki büyük ayetleri/uyarıları görecek ve ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayacaklardır.

Samiri kıssasının açıklığa kavuşturulduğu 'Beklenen Müslümanlara Yaratılış ve İnsanlık Tarihi' kitabının ilk baskısı 12 yıl önce, 2011 yılında yapılmış yani bu açıklamalar aslında 12 yıldan bu yana kamuoyuna açık şekilde ortada duruyor. Lâkin çok kardeşimiz muhtemelen bu açıklamaları ilk kez okuyor olacak (ben de birkaç yıl önce okumuştum ilk kez). Demek ki literatürde çığır açan, Kuran eğitimi ve araştırmaları yapılan kurumlarda, toplantılarda ders olarak okutulması gereken böylesi çalışmalara müslüman ahalinin, İslami camianın! ve kamuoyunun gösterdiği ilgi bu kadarmış.. Bunu anlamak için mesela mahallemizdeki cami imamlarına sorabiliriz; bakalım kaç hoca efendi bu açıklamalardan haberdar, kaç hoca efendi 'hava oluklarından giren rüzgârın çıkardığı ses, ... vb' açıklamalar anlatıyor, kaç hoca efendi cemaatini çağdaş Samiriler konusunda uyarıyor..!

Bu değerlendirme çalışmasının sonunda; "Samiri meselesinin anlaşılması neden geçmiş müminlere değil de biz ahir-zaman müminlerine nasip oldu?" sorusunun cevabı ile birlikte, "Neden 12 yıldan beri ortada olduğu halde bu çalışma hak ettiği ilgiyi görmedi?" sorusuna da bir cevap aramak gerekecek sanırım.

Bu kıymetli çalışmanın gündeme getirilmesinde, hazırlanmasında ve yayınlanmasında emeği geçen tüm kardeşlerime, değerli yorumlarıyla katkıda bulunan tüm sınıf arkadaşlarıma ve varlıklarından mutlu olduğumuz sınıfın sessiz sakinlerine teşekkür ediyor, ben de sınıftaki yerimi alıyorum.

Selametle..


Saniye Ksr
13-03-2023 15:55
#5590
Selamün Aleyküm

Sınıftayız inşaallah


Talha
13-03-2023 09:16
#5589
SELAMÜNALEYKÜM

"Beklenen Müslümanlara Yaratılış ve İnsanlık Tarihi" eserini yazmasını nasibeden Allah'a hamdolsun... İzinden gitmeye çalıştığımız Resullere, izlerinden gittiğine şahid olduğumuz hocamıza selam ve rahmet olsun... Bizlere de bu izi takip etmek ve merhametini haketmek nasibolsun...

Çağdaş Samiri'lerin değişik şekillerde böğürttüğü putlarının çeşitliliği karşısında duruşumuzun ve mücadelemizin nasıl olacağını bizlere gayet net ve anlaşılır şekilde aktaran bu pasajın önemini bize tekrar hatırlatanlara selam olsun...

Bir meseleyi sadece kavrayıp hikmetine vardığını zannederek, meselenin yaşanış ve mücadele boyutunu önemsememekten Allah bizleri muhafaza etsin...

Üzerimize düşeni yapmak için gayret göstermeyi nasibetsin Rabbimiz...

Takipteyim inşaallah...


Rüstem Topal
12-03-2023 23:54
#5588
Selam ve Dua İle

İfrat ve tefritten uzak, ikaz edici yazılarıyla bizlere istikamet çizen yiğit insan, güzel müslüman Mehmet ALAGAŞ hocamızı rahmetle yadediyorum. Sınıftayım dostlar, parmak kaldırmasam da söz almasam da sınıfta nasipleniyorum hamdosun. Emeği geçen kardeşlere dua ediyorum. Selamlar.


Şener Demir
12-03-2023 21:17
#5587
Selamun Aleyküm

Rabbani, rasihun, aklı selim, muvahhid, Kur'an talebesi müslüman kardeşlerin site yöneticileri; 'Alimin ölümü alemin ölümü gibidir' gerçeğinin bir örneği olan mütevazi hikmetli Mehmet Alagaş kardeşimizin Allah'a açık olan paylaşım sitesine İnşaallah ben de dahil olmak isterim.

Her ne kadar tanışmayı çok istememe rağmen saygı değer Mehmet Alagaş ile hayatta iken görüşemedi isek de şehidler gibi alimlerin de bildiğimiz anlamda ölü olmadıklarına inanıyoruz, onun açtığı yolda yürümek de ebedi bir beraberliktir.


Zeyd Can
12-03-2023 19:33
#5586
Selamaleykum

Geçen her zaman diliminde yokluğunu daha da fazla hissettiğimiz, gündemimize taşıdığı konuların daha da fazla anlam kazandığına şahit olduğumuz müstesna bir adamı, ALAGAŞ hocamızı özlemle ve Rahmet duasıyla anıyoruz. Rabbim bizlere cennetinde buluşmayı nasip etsin..

Merhum'un Samiri meselesi üzerinde durması ve biz kardeşlerini bu meselenin anlaşılması adına, gündemde tutulması gereken meselelerden olduğunu söylemesi, çağdaş Samiri'ler karşısındaki imanlı duruşumuzu muhafaza edebilmek için gerçekten de çok kıymetlidir.

Bu sebeple Mübarek Ramazan ayı yaklaşırken konunun gündeme alınmasında emeği geçenlere teşekkür ediyor, yorumları ve değerlendirmeleriyle katkıda bulunacak olan kardeşlerimizi ise muhabbetle selamlıyorum.

Ben de sınıfta ve takipteyim inşaAllah..


Cengiz Baykuş
12-03-2023 17:41
#5585
Samirinin Buzağısı

Selamunaleyküm..
Öncelikle Mehmet Alagaş hocamıza Allah'tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun..

Aslında konuyu okurken Samiri'nin buzağısının nasıl böğürdüğünü daha iyi anlamak adına tesadüfen önüme çıkan bi videoyu size göndermek istedim ama buradan video nasıl gönderilir bilemiyorum.. Bi çok çeşit hayvanın heykelleri ve aynı canlı gibi çıkardığı sesleri gösteren gerçek bi video, keşke bu yazının sonuna eklenebilse diye düşünmüştüm.. Allah'a emanet olun.


insandergisi.com :

Aleykümselam Cengiz kardeşimiz,

Bahsettiğiniz videoyu bulduk ve yorumunuzun sonuna ekledik.

Selametle..


Mustafa Aksel
12-03-2023 13:03
#5584
Selamun Aleyküm

Öncelikle Rahman ve Rahim olan Rabbimizden Mehmet hocama ve vefat eden tüm mümin kardeşlerimize rahmet, imtihanları devam eden tüm mümin kardeşlerimize hayırlı bir ömür hayırlı bir ölüm niyaz ediyorum.

İlk bölümden kendimce anladıklarım İsrailoğulları rasyonalist ve materyalist, gördüklerine inanan gözlerini ve akıllarını inançlarına önceleyen bir kavim. Günümüz toplumuyla en benzeşen özelliklerinden biri de imanlarını akıllarına onaylatma çabasıdır. Tabi ki bizce de iman ve akıl belli ölçüde paralel gitmelidir ancak öyle kırılma anları vardır ki iman böyle zamanlarda ortaya çıkar, bu da duyularla değil duygularla anlaşılacak bir şeydir. Günümüz toplumunda iman etmenin "akıl ve bilim" denkleminde olması gerektiği düşüncesi yaygın olduğundan olsa gerek , "buzağıyı rüzgar ile böğürtmek zorunda kalıyorlar!?" Oysa her şeye kadir olan ve güç yetiren Allah, imtihan gereği o buzağıyı AKLA ilk gelecek olan sebeplere bağlı olmaksızın da böğürtür. Kuran'da bize buyurulan öyle hadiseler görüyoruz ki bazen peygamberler bile şaşkınlıkla karşılıyor.

"Zekeriyya ne zaman mihraba girdiyse onun yanında bir yiyecek buldu, "Ey Meryem bu sana nereden?" deyince (Meryem) "Bu Allah'tandır şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi." (Al-i İmran-37)

Meryem validemizin ibâdet ve tefekkür için ailesinden ayrılıp mâbedin doğuya bakan bir odasına çekildiğini, insanlarla kendi arasına bir perde çektiğini ayetlerden biliyoruz (Bknz; Meryem Suresi 16-17). Zekeriyya a.s'ı şaşırtan da zaten buydu; "Hiçbir insanla görüşmediği halde ve bakımını ben üstlenmişken, ben getirmeden kim yiyecek getirdi?". Yukarıda buyurulan ayet şüphesiz akılla değil akleden bir kalp ile idrak edilecek bir ayettir. İman meselesi kalp ve ruh meselesidir (Allahulalem). Akıl ve bilimin ışığı açıklamada sönük kalır. Mucize istemek ve birşeylere illa ki göz ile şahit olmak müşrik adetidir, oysa her kelimesi her bir harfi mucize olan Kuran ile karşı karşıya kalmışlardı.

Bence imanı en güzel açıklayan ayetlerden biriyle sözlerimi bitirmek ister ve Rabbimden zihin ve basiret açıklığı isterim.
Selam ve dua ile takipteyiz.

"Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman mümin erkek ve mümin bir kadın için kendi işlerinde seçim hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüştür” (Ahzab Suresi 36)


Mustafa Kayhan
12-03-2023 11:27
#5583
Selamun Aleyküm (Kurân, Hz. Musa ve Ben-i israil)

Kurân, ben-i israil hakkında en doğru bilgileri vermiştir. Hz. Musa bağlamında onların tarihsel tutumlarından kronolojik olarak İsra suresinde bahsetmiştir. Diğer anlatımlar ise belli dönemlerdeki azgınlıkları veya hataları bağlamındadır. En son anlatım, Hz. Zekeriya, Hz. Meryem, Hz. İsa ve Hz. Yahya bağlamında Kurân'da yapılmıştır. Hz. Nebi döneminde de yine tarihsel bir kesitlerinden söz edilmiştir. Bizler, Hz. Musa'yı da bu konudaki Kurân anlatımlarını da anlamaktan bir hayli uzaktayız. İnşallah bu vesileyle ve rahmeti rahmana eren Mehmet Alagaş abimizin daha önceki değerlendirmelerinin sağladığı yönelişle hakikatini görmeyi ve olayları daha iyi anlamayı Rabbimizden dileriz.

Acaba dilini açık bırakan köpek ve buzağı fragmanlarıyla toplumun psikolojik ya da sosyolojik durumlarıyla bir alaka mı kurulmaktadır?

Samiri'nin taş ustası veya döküm ustası olmasıyla buzağının yapılması arasında nasıl bir ilişki kurulmaktadır?

Bu Samiri, acaba iman eden sihirbazlardan da biri midir?

Bunları birlikte değerlendirelim kısmında anlamaya çalışacağız, inşallah sınıftakilerle birlikte. Ben sınıftayım dua ederim, dualarınız makbul olsun da derim.




Güvenlik Kodu (*)
İşlemin sonucunu aşağıya yazınız : 23 çarpı 2 = ?


(*) Zorunlu

LÜTFEN DİKKAT:
IP numaranız kaydedilmektedir. Yorumlarınız sebebiyle ilgili kişi ve kurumların yasal işlemler başlatabileceğini unutmayınız. Aşağıdaki sebeplerle yorumlarınız onaylanmayacaktır.
  • Küfür, hakaret, tehdit, rencide edici ifadeler
  • İnançlara saldırı
  • Büyük harflerle yazılmış cümleler