Eski Masaüstü Görünüm

Dünya Nereye Gidiyor?


Euzübillahimineşşeytaniracim

Bismillahirrahmanirrahim

Asırlardır Mehdi ufuklarına bakan müslümanlar ’’Mehdi henüz gelmedi’’ diyerek beklemeye devam ederlerken, bizatihi gelerek sırtlarına binen ve hayatlarını değiştiren Deccal’den, Deccal zihniyetinden bihaberdirler. 1980 li yıllarda bu konuyla ilgili olarak ’’Mehdi gelmeyecek, dünya müslümanlarının sırat-ı müstakimde vahdetini sağlayan müslümana ’Mehdi’ denilecek’’ diyerek dünya müslümanlarını Mehdi beklemeye değil hayırlarda yarışarak Mehdi olmaya davet etmiştik. Davetimiz ise öncelikle kendilerine hoca, alim denilen kimselere yönelik olup, Muhammed ümmetini fırkalar ve mezhepler üstü bir dünya müslümanı kimliğine, tevhidi bir muvahhid kişiliğine çağırma noktasındaydı.

Ama olmadı!. Yaşadığımız coğrafyada devamlı konuşan veya yazan bu alim ve hocalar dünya müslümanlarını tevhidi bir kimliğe çağırmak bir yana son yüzyılın en büyük putu olan ve insanları bilimsel (!) teorilerle küfre davet eden modern bilim anlayışına dahi karşı çıkamadılar. Bu bilimselliğin dünya dönüyor ve küredir gibi büyük yalanlarını ayetlerden hareket ederek bu putu ifşa etmek ve kırmak yerine, konuyla ilgili açık ayetleri bilimselliğe göre tevil etme saçmalığını gösterdiler. Ne gariptir ki onca davetimize rağmen hiçbirisi de karşımıza çıkıp ’’Siz Kur’an’a göre dünyanın düz olduğunu ve dönmediğini söylüyorsunuz’’ diyerek ne bizimle tartışmaya, ne de bir ayetle dahi bizi tenkid etmeye yönelmedi, yönelemedi!.

Yazıklar olsun..
Hoca ve alimim demelerine rağmen bilimsellik putuna karşı çıkmaktan korkan, korkup-çekinen bu zavallılara gerçekten yazıklar olsun. Buhari’de rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) "Allah ilmi verdikten sonra insanların kalbinden zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulemayı kabzetmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalalete atarlar." buyurmaktadır. Ne yazık ki içinde yaşadığımız durum budur. Gerçek alim tanımından hareket edersek bizler alim olmadığımız gibi yaşadığımız coğrafyada din adına yazan ve konuşanlara baktığımız zaman da bir alimin varlığına şahsen şahid olamadık. Yazılı ve görsel medyada alim (!) bolluğunun yaşandığı ülkemizde bu ifadeleri kullanmamız bazı kardeşlerimize tuhaf gelse de bu bizim görüşümüz değil açıkça gördüğümüzdür. Geçmiş otuz kırk yılda bizimle birlikte bazı tevhidi gerçekleri gündeme getiren kardeşlerimiz olsa da, bir çoğu nakil olan bu gerçeklerin gündeme getirilmiş olması veya arapça bilip ayetlerin metninden okunması bizlere alim sıfatını vermez.

Burada konu tabi ki biz değiliz. Bize yöneltilen ’’Ayetleri metninden okuyup tercüme edebiliyor musun?’’ sorusuna arapça bilmeyen birçok kardeşimiz gibi ’’Hayır’’ cevabını verdiğimizde, bizim alim olmadığımız zaten icma ile kabul ediliyor. Bu icmaya itiraz etmediğimiz gibi ’’Biz alimiz’’ gibi bir iddiamız da yoktur. Bizim itirazımız alim olup-olmamanın arapça bilme çerçevesinde ele alınmasıdır. Oysa biliyoruz ki ortalama bir arapça öğretmeni dahi ayetleri metninden okuyup, kelime kelime mealini verip, ayetin dilbilgisi yönünden yapısını açıklayıp, tefsirlerde yer alan açıklamaları güzel bir anlatım ile gündeme getirebilir. Yapılan bu iş alimlik değil tercümanlık ve nakilciliktir. Fakat ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada birçok kimseyi alim makamına yükselten sadece bu özellikler olduğu için ayetleri ezberden okuyup mealini veren kimselere Kur’an alimi denilmektedir. Böyle bir coğrafyada bu gibi kimselere arapça bilen alimler deniliyorsa, Rabbimizin bizlere lutfettiği Kur’an anlayışımızı dikkate aldığımızda tevazu yapmamız riya olacağı için kendimize arapça bilmeyen ’’Allameler’’ diyebiliriz.

Bilinmelidir ki ilim ve hikmet günümüz üniversitelerinde öğrenilebilecek ezber veya dilbilgisiyle sınırlı bir şey değildir. Arapça bilmeyen bir müslüman da binlerce ayet-i kerimeyi türkçe mealinden rahatça anlayabilir ve dilbilgisi yönünden müşkil ayet-i kerimeleri de konuyla ilgili tefsirlerden yarım saatlik bir araştırmayla okuyup-anlayabilir. Burada mesele ayetin türkçe karşılığını anlamanın ötesinde Rabça karşılığının anlaşılması ve İlahi hikmetin kavranılmasıdır. Nitekim müşkil bir ayetin türkçe karşılığını anlamak birkaç saat sürerken, bu gibi ayetlerin Kur’an bütünlüğündeki derin anlamına ulaşmak onlarca yıl sürmektedir.

Dolayısıyla İslam’a göre alim demek, evrensel olan ayet-i kerimeleri Kur’an bütünlüğünde araştırıp, ayetlerin ayetlerle tefsirini yapıp, yaşanılan çağa verdiği önemli mesajları anlayarak anlatan kişi demektir. Kendilerini asırlar önce yazılanları ezberlemeye değil ilmi araştırmalara adamış bu kişiler, uzun yıllara yayılan çalışmalar ile o güne kadar anlaşılmayan veya yanlış anlaşılan ayetlerin Kur’an bütünlüğündeki derin ve açık anlamına ulaşıp buna göre yaşayan ve müslüman kardeşleriyle paylaşan gerçek alimlerdir. Bunu yapmak bir yana okudukları aynı ayetten birbiriyle uyumsuz üç farklı manayı anlayan ve aralarında tartışarak tek bir hakkı ortaya koyamayan kimselere alim demek, ilme ve gerçek alimlere karşı açık bir saygısızlıktır.

Lütfen kendinize gelin.
Ayetlere dayalı olarak gündeme getirdiğinizi söylediğiniz bir görüş, başka bir ayetle çelişki arzediyor ve bu ayeti tevil etmek zorunda kalıyorsanız, bu durumdan utanmanız ve haddinizi bilerek susmanız gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de hiçbir ayet birbiriyle çelişmez ve aynı hakka işaret eder. Ayetlerin ayetlerle tefsirine dayalı araştırmalarınızda hiçbir ayetle çelişmeyen bir hakka ulaştığınız zaman elbetteki bu hakkı gündeme getirebilir ve insanları Allah adına bu hakka davet edebilirsiniz. Ancak araştırmanızın belli bir aşamasında size cazip gelen farklı bir düşünce bazı ayetlerin açık anlamıyla paralellik arzetmiyorsa, ulaştığınız düşüncenin cazibesine kapılarak bu düşünceyi İslam adına gündeme getirmemeniz ve Allah’ın bazı ayetlerini eğip-bükme zorunluluğuna düşmemeniz gerekir. Bakın sizlere illa ki hakkı bulun ve bizlere hakkı getirin demiyoruz. Araştırmalarınızda çelişkisiz hakka henüz ulaşamadıysanız, sizlerden tek bir isteğimiz vardır.,

Susun, ne olur susun!.

Varsın sizlere alim demesinler. Zaten alim olmadığınızı hem Allah, hem de küçücük aklımızla bizler bile biliyoruz. Neyin kavgasını yapıyorsunuz? ’’Ben biliyorum’’ diyerek alim olacağınızı, ’’Ben büyüğüm’’ diyerek büyüyeceğinizi sanıyorsanız bilin ki küçülüyor, çok çok küçülüyorsunuz. Bilimselliğe karşı çıkmamak için ayetleri eğip-bükerek ilk insanın yaratılışını evrimle açıklamaya çalışanlar, tek bir insanın bile ’’Ol’’ hükmüyle evrim olmadan yaratılmasını akıllarına sığdıramayanlar, kıyametten sonra ki haşr olayında milyarlarca insanın hiçbir süreç ve evrim olmaksızın tekrar yaratılmasını hangi bilimsellikle açıklayacaklardır? Bu soruyu kutsadıkları bilimsellik putuna sorduklarında ise ’’Haşr da ne demek? Öyle bir şey yok!’’ cevabıyla karşılaşacaklardır.

Evet,
böylesi alimlere ve hocalara ’’Artık susun’’ dedikten ve böylelerini takip eden geniş cemaatleri üzülerek bir kenara bıraktıktan sonra biz bize konuşmaya devam edebiliriz. Bu girişi yapmamızın nedeni yaşadığımız coğrafyanın görünüründe gerçek alimler olmadığı için yalnız olduğunuzu, yalnız olduğumuzu bilmeniz içindir. Nitekim Rabbimizin;

Doğrusu hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Gerçekten insan için çalıştığından (kendi çabasından) başkası yoktur. Şüphesiz kendi çalışması-çabası da yakında görülecektir. Sonra ona eksiksiz karşılık verilecektir. Muhakkak ki son varış Rabbinedir. (53-Necm 38-42)

buyruğunu dikkate aldığımız zaman ne kadar meşhur olursa olsun hiçbir hocanın günahımızı yüklenmeyeceğini ve bizim için kendi çalışmamızdan, kendi çabamızdan başka bir şey olmadığını anlayabileceğiz. Üç-beş kişi de olsak Hakkı anlamaya, Hakkı yaşamaya ve Hakkı anlatmaya devam edecek, bu samimi gayretlerimizin hayra ve hidayete vesile olmasını dileyeceğiz. Çünkü yaşadığımız dünyada zalimler her köşe başını tutmuş olsalar bile sadece zulmedenleri kuşatmayacak olan bir azaptan kurtulabilmemizin yegane yolu budur;

Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki Allah, azabı (cezalandırması) pek şiddetli olandır. (8-Enfal 25)

Dünyanın karşı karşıya olduğu bu Deccal zihniyeti ve Deccal fitnesi sadece onların zalim taraftarlarını değil herkesi kuşatmakta ve bu zalimlerin müstahak oldukları İlahi azapla hepimiz karşı karşıya gelmekteyiz. Böylesine vahim bir durumda çırpınmamıza rağmen ümmet olarak genel bir kurtuluşu hak edemiyor ve gerçekleştiremiyorsak, azgınlaşan dünya zalimlerine gelecek genel azaptan sakınmamız gerekir. Bunun biricik yolu ise Rabbimizin bildirdiği gibidir;

Kendilerine hatırlatılanı (ve verilen öğütleri) unuttuklarında ise Biz kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri (ve zulümden sakındırmayanları) ise yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik. (7-A’raf 165)

Bu ayetlere iman eden sıradan müslümanlar olarak üç-beş kişi de olsak hoca ve alim müsveddelerini dikkate almadan Hakkı anlamaya, Hakkı yaşamaya ve insanları bu Hak ile uyarıp-sakındırmaya devam edeceğiz. Biraz önce de belirttiğimiz gibi toplu kurtuluş yoksa toplu azaptan sakınmaya çalışacağız. Tabi ki bunu yapabilmemiz Deccal zihniyetini yeterince anlamamıza ve bu zihniyete karşı Sünnetullah’ın nasıl gerçekleşebileceğini araştırmamıza bağlıdır. Zaten ’’Dünya nereye gidiyor?’’ sorusuyla başlattığımız bu değerlendirmenin amacı da budur. Bizlerin fırsat buldukça yapmaya çalıştığı bu birlikte değerlendirmelere yeni katılacak olan kardeşlerimizin, bu önemli konularla ilgili daha önce yazdıklarımızı açıklayıcı yorumlarıyla birlikte dikkatle okumaları gerekmektedir. Birkaç sayfalık yazıları ve yorumları okumaya vakit ayıramayan, okuyabildikleri bir paragraflık yorumla dünyayı anladıklarını zanneden kardeşlerimiz lütfen işlenilen konuları gerilere götürecek katılımlarda bulunmasınlar. Çünkü bu meseleler ciddidir ve zaman alacak ciddi araştırmaları gerektirmektedir.

’’Dünya nereye gidiyor?’’ sorusuna verilecek cevabın, sebebler düzleminde üç belirleyici unsuru vardır. Bunlardan birincisi şeytani üst akıl ne yapmak istiyor, ikincisi müslümanlar ümmet olarak ne yapıyor ve ne yapamıyor, üçüncü ve en önemlisi ise ilk iki unsuru hakkıyle bilen ve mutlak belirleyici olan Rabbimizin İlahi takdiri ne olacaktır?

"Son Sözlerimiz Ne Olurdu?" başlıklı yazımızda ve ilgili yorumlarımızda (ki çok özet olmasına rağmen vakti olmayanlara uzun geleceği için hiç açmasınlar) bu şeytani üst akıla açıklık getirmiş, "Albert Pike’ın mektubundan" hareketle ne yapmak istediklerini belirtmiş, Allah’ın yardımını yanımıza alamayacağımız sürece beşeri imkanlarla bu şeytani yapıya hiçbir üstünlük sağlayamayacağızı tekrar tekrar yazmış ve İlahi yardıma da laik ve demokratik yollarda değil sadece ve sadece sırat-ı müstakimde kavuşabileceğimizin altını çizerek bunun davetini yapmıştık.

Çok vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu bildiğimiz için meselenin vehametini gücümüz yettiğince anlatmaya çalışırken, neden her paygamberin kendi kavmini Deccal ile uyarıp-korkuttuğunu da çok daha iyi anladık. Çünkü tarihin hiçbir döneminde şeytani zihniyet günümüzde olduğu kadar güç ve imkanı eline geçirerek böylesine organize olmamıştır. Artık bu Deccal zihniyetinin insanları mahkum ettiği bu sanal ve dijital alemde cenneti nasıl cehennem, cehennemi nasıl cennet gösterebildiğine şahit olabiliyoruz. Zaten bu nedenledir ki ’’Ümmet olarak Allah’ın yardımını yanımıza alamadığımız sürece, geniş imkanlara sahip Deccal zihniyetine karşı bir zafer kazanabilmemiz mümkün değildir’’ diyoruz.

Bizler bireysel olarak bu duruşu göstermeye çalışmamıza ve müslümanları bu duruşa davet etmemize rağmen toplum ve ümmet olarak bu tevhidi duruştan çok uzak olduğumuzu kabul etmeliyiz. Yüreğimize acı veren bu kabulden sonra anlamamız gereken husus, Sünnetullah istikametinde gelişmelerin nereye doğru gittiğini ve gidebileceğini görebilmemizdir. Bizler ümmet olarak İlahi yardıma layık bir konumda değilsek, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) ne yapacak ve İlahi takdir ne olacaktır?

Bu çok önemli soruyu değerlendirmemizin ikinci bölümünde ele alacağız. Değerlendirmenin ilk bölümünde Deccal ve Deccal zihniyetinin ne yapmak istediklerini, dünya insanlarını nasıl tanımladıklarını ve nasıl değiştirmek istediklerini anlamaya çalışacağız. "Son Sözlerimiz Ne Olurdu?" başlıklı yazımızda şeytani üst aklın genel hedeflerine dikkat çekerken, bu değerlendirmede söz konusu hedeflere nasıl gitmek istediklerini ve dijital imkanlardan nasıl faydalanacaklarını araştıracağız.

Google, face ve instagram gibi yapılarla çok geniş verileri kendilerinde toplayan şeytani üst akıl, paradan daha çok önem verdikleri bu dijital verilerle ne yapmak istemektedirler? Bizler için önemli olan bu sorunun cevabını eşcinsel bir yahudi tarihçi olan Harari 2018 Davos konuşmasında vermektedir. Şeytandan Allah’a sığınarak ve ayarlardan türkçe altyazıyı seçerek dikkatle izlemeniz gereken bu konuşma, şeytani aklın dijital verilerle ilgili manifestosu gibidir. Şeytan aleyhillaneyi Kur’an-ı Kerim’den tanıyan bir müslüman olarak, bu konuşmayı adeta şeytandan dinlediğimi hissettim. Nitekim Harari de Davos’taki elit kesimi hedef aldığı için çok özet yaptığı bu konuşmayı, hiçbir insani gaf ve tereddüt yaşamadan şeytani bir soğukkanlılıkla dile getirmektedir.

Deccal zihniyetinin insanı nasıl tanımlayıp, nasıl şekillendirmek istediğinin ip uçlarını, şeytanın sözcülüğünü yapan aynı Harari’nin aşağıdaki konuşmasında da görebilirsiniz. Bu konuşmaları dikkatlice dinledikten ve konuyla ilgili daha önce yazdıklarımızı gözden geçirdikten sonra Deccal zihniyetinin neyi-nasıl yapmak istediğini birlikte araştırabilir ve bütün bu yapılanlar karşısında Rabbimizin Kur’an’da beyan edilen İlahi sünnete göre ne yapacağını ve ilgili ayetlere göre muhtemel gelişmelerin ne olabileceğini konuşabiliriz.

Rahman olan Rabbimiz cehennemlik olanların dışında kalan insanları ve cinleri Deccal ve Deccal zihniyetinin şerrinden, fitnesinden korusun. Hadi olan ve bizlere lutfuyla hidayet eden Rabbimiz Hakkı anlamamızı, hakkı yaşamamızı, hakkı anlatmamızı, hayırlara ve hidayetlere vesile olmasını nasib etsin..


23 Nisan 2020
Mehmed ALAGAŞ



Bu İçerikte Bahsi Geçen Kitaplar :



Yorum Yap


Yorumlar yeniden eskiye doğru sıralanmıştır.
Sıralamayı çevirmek için tıklayınız.

Köksal Şahin
05-02-2021 20:54
#4995
Selamünaleyküm Mehmed Abi,

Cevabınız için çok teşekkür ederim, konu benim açımdan netleşmiş bulunuyor Elhamdülillah..
Mehmed Alagaş
05-02-2021 13:37
#4993
Ve aleykümselam
Köksal kardeşim doğma ve batma hadiselerini mekan olarak değil zaman olarak ele aldığımızda, fiziki alemde Adetullah’a göre önce doğma sonra batma gerçekleşir. Daha açık bir ifadeyle gündüzün ara vakitlerinde şimdiki zamanı yaşayan bir insan için gün batımı zaman sürecine göre geleceği ifade ederken, gün doğumu geçmişi ifade eder. Bu ayetlerde güneşin kara bir gözede batmasını, körelmesini kur’an anlayışımıza göre gelecek olarak gördüğümüz için doğmasını da geçmişe nisbet ediyoruz. Fakat dikkat ederseniz batmasıyle ilgili olarak “güneşin (son) battığı (zamana) ulaşınca” dememize rağmen doğmasıyla ilgili olarak “Sonunda güneşin (ilk) doğduğu (zamana) ulaşınca” ifadesini kullanmadık. Çünkü biliyoruz ki gittiği yerde bir kavmin olması, güneşin ilk doğduğu zamana gitmemiş olmasının açık delilidir.
Kendilerine alim denilmesine rağmen büyük patlamayla evrenin 7 milyar yıl önce dünya ve güneş sisteminin ise 4.6 milyar yıl önce oluştuğunu söyleyen şaşkınların aksine sizler çok iyi biliyorsunuz ki cinler ve insanlar yaratılmadan önce Rabbimiz yeri ve gökleri yaratmış ve bu İlahi düzen ilk yaratılıştan beri aynı şekilde devam etmektedir.,
“Gerçek şu ki Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabına (takdirine) göre onikidir… (9-Tevbe 36)
Bu açık ayete göre güneşin ilk doğduğu gün, göklerin ve yerin yaratıldığı gündür. Dua ile..
Köksal Şahin
05-02-2021 06:59
#4992
Selamünaleyküm Mehmed Abi,

Allah'ın rahmeti ve bereketi; sizin, ailenizin ve tüm müminlerin üzerine olsun.

Kehf Sûresi'nde buyurulan "güneşin battığı ve doğduğu zaman" konusunda bir sorum olacaktı.

“Sonunda güneşin (son) battığı (zamana) ulaşınca, onu 'kara-sıcak bir gözede' batmakta buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki "Ey Zülkarneyn (istiyorsan) onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin." (18-Kehf 86)”

“Sonunda güneşin (geçmişte) doğduğu (zamana) ulaşınca, onu (güneşi) kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. (18-Kehf 90)”

Güneşin gün içerisinde herhangi bir yere "batmadan" ve herhangi bir yerden "doğmadan" 24 saat yeryüzü üzerinde dönüp durduğunu ve gün doğumu-gün batımı hadiselerinin yeryüzünde bulunduğumuz konumla alâkalı olduğunu biliyoruz. Bu yüzden Kehf 86 ve 90'daki "battığı/magribe eş şemsi" ve "doğduğu/matlıa eş şemsi" lafızlarının "zaman" ifade ettiğini anlıyoruz. Anlamadığım konu şu; güneşin "battığı" zaman için "son" diyoruz çünkü güneş artık dürülüp-köreltiliyor yani kara-sıcak bir gözeye batıyor. Ancak güneşin "doğduğu" zaman için "ilk doğduğu zaman" değil "geçmişte doğduğu zaman" ifadesini kullanıyorsunuz. Buradaki ayrımı nasıl yaptığınızı tam olarak anlayamadım. Konuyu biraz daha açıklığa kavuşturabilirseniz sevinirim.

Sevgi ve saygılarımla..
Mehmed Alagaş
07-06-2020 14:06
#4746
Ve aleykümselam

Söz konusu videoyu öncesi ve sonrasıyla dinlememize rağmen önceki kanaatimiz değişmedi. Keşke bildiği konularda bildiği kadar konuşurken, bilmediği konularda susmayı tercih etseydi. İçinde doğru verilerden kaynaklanan çok doğru tesbitler de olan bu konuşmaların insanlar üzerindeki tesirlerini düşündüğümüz zaman binlerce yıldır organize olmuş şeytani aklın imkanlarını, asırlardır yaptıklarını ve gelecekte ne yapacaklarını dinleyenler öncelikle bu şeytani akılın dünya çapındaki güçlü yapılanmasından ürküp-çekinmektedirler. Anlattıklarından bu sonucun doğduğunu hisseden Abdullah Çiftçi ise konuşma aralarında moral vermek istercesine “Bu planlarında başarılı olacaklarını sanmıyorum” demesine rağmen bu sözün altını dolduramamaktadır. Şeytani akıl tarafından inançlar ve aile bağlarının geniş kesimlerde iğdiş edildiğini bildiği halde “Biz inançlı bir toplumuz, aile bağlarımız ve yardımlaşma duygularımız kuvvetlidir” demesinin ötesinde getirdiği çözüm önerisi de İnşirah kardeşimizin alıntı yaptığı sözlerindeki ifadelerdir.,
“Bilim ve teknolojide onlardan öne geçmeliyiz!..”
Akıl dolu (!) bu tesbitin söylenmeyen devam cümlesi ise “Şayet geçemezsek, kaderimize razı olmalıyız” şeklindedir. Öncelikle şunu belirtelim ki bizler de müslümanların bilim ve teknoloji konusunda güçleri nisbetince ilerlemeye çalışmalarını istiyoruz. Ancak bu gün karşı karşıya olduğumuz şeytani zihniyet sahip olduğu finans ve kurumlar ile bütün köşe başlarını tutmuşken ve elimizdeki teknoloji Abdullah Çiftçi’nin de “Bu adamlar teknolojiyi bize 25 yıl geriden veriyorlar” diyerek belirttiği gibi şeytani üst aklın 25 yıl öncesi teknolojisi ise bizler şimdiki zamanda yaşadığımız zulmü nasıl ve kaç on yıl sonra durdurabileceğiz? Günümüz dünyasında teknoloji transferinin hızlı olduğunu ve bu transferlerin önce şeytani aklın izniyle sonra da finansıyla gerçekleştiğini bilmemize rağmen aradaki açığı 10 yılda kapatabileceğimizi düşünsek de, bu 10 yılda onların bekleyeceğini ve işlerini bitirmeyeceğini mi sanıyoruz?

Örnekleri fazlalaştırmaya gerek duymadan şunu açıkça söyleyebiliriz ki “Günümüz dünyasında bilim ve teknoloji alanı daha uzun bir süre şeytani üst aklın kontrolünde olacak bir alandır. Müslümanları şeytani üst akılla önemle ve öncelikle bu alanda mücadeleye davet etmek, ne yazık ki şeytani zihniyetin öngördüğü ve istediği bir davettir. Nitekim bu şeytani zihniyet ülke müslümanlarını 80 yıldır (finans ve asker gücüyle) kendi kontrolünde olan demokrasi alanında mücadeleye davet eden aynı zihniyet değil midir? Peki yaptığı konuşmalarla şeytani zihniyetin dünya çapındaki finans ve dijital gücüne dikkat çektikten sonra “Allah onlara da akıl vermiş size de” diyerek müslümanları onların sahasında tek başlarına mücadeleye davet eden Abdullah Çiftçi ne yapmak istemektedir?
Oysa inandığımız Allah “Ben onlara da akıl verdim, size de” dedikten sonra “Ben artık bu mücadelede yokum” diyen bir Allah değildir. Allah bu mücadelede mü’minlerle beraberdir ve gösterdiği yola tabi olan mü’minlerin yardımcısıdır. Dolayısıyle biz müslümanların en önemli ve öncelikli mücadelesi onların sahasında onları geçmeye çalışmak değil, Rabbimizin bizlere emrettiği yolda Rabbimizle birlikte vereceğimiz bir mücadeledir. Muhammed ümmeti günümüz dünyasında bir İslam Devleti gücüne sahip olmadığı için müslümanlar bireysel olarak kendi tepkilerini ortaya koymakta ve kendileriyle beraber olan Rablerini dikkate alarak “Bu zulme karşı ne yapabiliriz?” sorusunu sormaktadırlar.

İşte bu önemli soruyu sordukları zaman yanlarında olan Rableri her iki tarafın güç dengelerine bakmakta ve müslümanlara sadece güç yetirebilecekleri şeyleri yüklerken “Gerisini Bana bırakın” diyerek “Bu azgınları kendinizle değil Benimle karşı karşıya getirin, Benim Sünnetullah’ım ile tehdit edin” buyurmaktadır. Abdullah Çiftçi her ne kadar “Geçmişte yaşamayı bırakıp geleceği düşünün” demesine ve bu sözüyle ne kastettiğini açıklamamasına rağmen Rabbimiz ısrarla geçmişe dikkat çekmekte ve Sünnetullah ile tehdit edilmelerine rağmen inkarlarında devam eden toplumların akibetinden ders almamızı istemektedir.

Ne var Ne yok programında “Ne yok?” derseniz tabi ki bunlar yoktu. Çünkü imanlı bir insan olduğunu belirten Abdullah Çiftçi’nin bu konularda Kurani araştırmaları olmadığı ve yapılan araştırmaları da yeterince takip edip-anlamadığı görülmektedir. Oysa müslümanlar için önemli olan konularda Allah adına öngörülerde bulunabilmesi için ya bu konuları Kur’an bütünlüğünde ciddi bir şekilde araştırması, ya da susması gerekmektedir. Bizim tavsiyemiz Allah hakkında bilmeden konuşmaması ve araştırmacı kimliğine gölge düşürmemek için öncelikle kendi alanını ilgilendiren konulara yönelmesidir. Mesela şeytani akla karşı ciddi bir mücadelesi varsa, bu aklın en büyük bilimsel yalanlarından biri olan dünyanın düz mü, küre mi olduğu gerçeğini açıklaması gerekmektedir. Bilsin ki kısa bir araştırmaya dayanan bu gerçeği henüz anlamamış ise aklına, anlamış da anlatmıyor ise ahlakına olan güven sarsılacaktır.

Abdullah Çiftçi’yi yakından takip eden çay gurubunun bu sözlerimizi dikkate alması ve kendisini uyarması duasıyla..
İnşirah Melal
07-06-2020 11:52
#4744
Abdullah Çiftçi Hakkında

Selam Aleyküm
Mehmed hocam bu başlıkta müslümanların ne yapmaları gerektiği konusunda Sünnetullah istikametinde bir yol gösterirken, “Son sözlerimiz ne olurdu?” yazınızda da Abdullah Çiftçi gibi bazı araştırmacıların şeytani üst akıl konusunda ciddi açıklamalarda ve öngörülerde bulunmasına rağmen bir çözüm sunmadıklarını, bazı öngörülerinin doğru çıkmasıyla sevindiklerini söylüyordunuz. Bu hafta ‘Ne var Ne yok’ programına katılan Abdullah Çiftçi Türker Akıncı’nın “Biz ne yapmalıyız?” sorusuna “Geçmişte yaşamayı bırakıp geleceği düşünmeliyiz. Bilimi teknolojiyi insanlığın hizmetine türkler kendisi sunması lazım, bilimi bizim yapmamız lazım. Çünkü bilim ve teknoloji kullanana hizmet eder. Şeytani akıl dijital sistemle insanları köleleştirirken Allah’ın da bir hesabı var diyerek geçemezsin. Allah sana da akıl vermiş, ona da akıl vermiş.” demektedir. Konumuzla ilgili olan bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmed Alagaş
03-06-2020 14:50
#4741
Ve aleykümselam

Abdullah kardeşim üstün akıl ifadesine duyduğun tepki, bizlerin de duyduğu tepkidir. Bizler ise Deccal zihniyetini yönlendiren aklı kastederek üstün değil üst akıl diyoruz. Bu akıl üzerinde etkin olan şeytanı dikkate aldığımız zaman bu şeytanı takip eden insanlar elbetteki üstün akıldan uzak düşük akıllı insanlardır. Şeytana tabi olarak yapay organlarla insan ömrünü önce 200 yıla sonra ölümsüzlüğe kavuşturmak isteyen bu kimseler, kaçınılmaz akibetleri olan cehenneme girdikleri zaman ise ölüme kavuşmak isteyen insanlar olacaktır. Fani olan dünya hayatında ölümsüzlüğü, ebedi olan ahiret hayatında ölümü arayacak olan akıl, elbetteki en düşük ve en kirli akıldır.
Abdullah
03-06-2020 14:12
#4740
SORU

Selamaleyküm
Mehmet hocam ayetlerle gündeme getirdiğiniz çarpıcı gerçekler için Allah razı olsun. Her okuyuşta daha çok faydalandıkça size dua ediyoruz. Ama bir ikazım olacak. Kur’an-ı Kerim şeytanın izinden gidenlere düşük akıllılar demiyor mu? Siz niye üst akıl, üstün akıl diyorsunuz anlayamıyorum. Anlatabildim mi bilmiyorum ama bu bana rahatsızlık veriyor.
Salih Can
25-05-2020 12:59
#4721
selamunaleykum

Her nimetin şükrü kendi cinsindendir derler. Bizler bir konuyu birlikte değerlendirerek bilgi nimetinin şükrünü eda ettik ve şahsen ben siz kardeşlerimin üzerindeki bilgiden payıma düşen hakkı ve nasibi aldım. Allah razı olsun. Netice de içimizde Bilali Habeşi gibi sadece la ilahe illallahı anlayıp o kelamı canı pahasına savunan da olacak, Hz Ali gibi ilim ve bilgi de derya olanda olucak. İş o dur ki bu bilgileri paylaşmak bizleri bir ve diri kılsın, bizleri bir vucudun azaları gibi bütün kılsın inşallah.
Velhasıl paylaşmak istişare etmek güzeldir. Allah hepimizden razı olsun olsun İnşallah.
Selam ve dua ile.
Yusuf Gökçe
24-05-2020 09:13
#4714
Dünya nereye gidiyor.

Selamunaleykum kardeşim.
Birlikte değerlendirme adına güzel bir konu seçmişsiniz. Zaten şu an insanlık buraya odaklanmış durumda. Alimlik taslayanlara getirdiğiniz eleştirilere katılıyorum. Biz Müslümanların bu günlerde çok daha uyanık olmamız gerekiyor. Bu da birbirimizi dinlemekten geçiyor. Yazınızın sonundaki güzel duaya "Eyvallah, bilmukabele" diyorum. Hak konusuna gelince, eğer varsa hakkımı her daim sana helal ediyorum. Sen de bana hakkını helal edersen sevinirim zira üzerimde çokça hakkın var. Rabbim gayretini bereketlendirsin, nurlandırsın.
Allaha emanet ol.
İnşirah Melal
24-05-2020 00:44
#4713
Selamaleykum

Hak nasihatleriniz baş tacımızdır hocam, asıl siz bizlere hakkınızı helal ediniz. Sizin de belirttiğiniz gibi Rabbimize kavuşacağımız güne kadar sadece O'na olan kulluğumuzu yaşamaya, böyle bir kulluğa davet etmeye ve insanlık için çok önemli ayetleri tefekkür edip-araştırmaya devam edeceğiz inşaAllah. Kıyamet kopmazdan önce mü’minlerin Yemen’den gelen bir rüzgar ile ruhlarının kabzedilip kurtulacağı konusunda yazdıklarınızı anlayamayan bazı kimseler “Kurtuluş diyorsunuz ama bizler de ölüyoruz” dediklerinde, sizin anlattıklarınızdan hareketle “Müslümanca ölmenin mü’minler için bir kurtuluş olduğunu bilmiyor ve buna iman etmiyorsanız, o rüzgar ile sizler ölmeyebilirsiniz!.” cevabını vermek zorunda kalıyoruz. Sözü fazla uzatmadan “Rabbimiz sizden razı olsun” diyor ve son zamanlarda önemseyerek devamlı yapmaya çalıştığınız duaya, kardeşlerimizle birlikte amin diyoruz.

"Ya Gafur-ur Rahman ve Hadi olan Rabbimiz. Şu an imtihan hayatında bulunan insanlardan ve cinlerden cehennemlik olanların dışında kalanlara acı, merhamet et, onları ıslah et, onlara hidayet et. Aynı istisna ile Muhammed ümmetine de acı, merhamet et, onları ıslah et, onların günahlarını affet, onları şer ve kötülüklerden koru, onlara yardım et, onlara hidayet et, onların bir ve beraber olmalarını nasib et. El Hafız olan Rabbimiz cehennemlik olanların dışında kalan insanları ve cinleri Deccal ve Deccal zihniyetinin şerrinden, fitnesinden koru, muhafaza et. Ya Rabbi gelmiş ve gelecek bütün mü'minlerin, bütün müslimlerin günahlarını affet, onları bağışla, onlara mağfiret et, onları cehennem azabından koru ve bizlerin de onlardan olmamızı nasib et. Amin ya Rabbel alemin.."
Köksal Şahin
23-05-2020 23:28
#4712
Selamünaleyküm Mehmed Abi,

Benim gibi sizi yeni tanıyan kardeşlerinizin Ramazan ayını dolu dolu geçirmelerine vesile oldunuz. Biz sizden razıyız, Rabbim de sizden razı olsun, asıl siz hakkınızı helal edin. "Virüse karşı sosyal mesafeye dikkat ettiğimiz gibi küfre karşı da itikadi mesafeye dikkat edeceğiz" sözünüzü kulağımıza küpe yaparak kısa bir dinlenmeye çekiliyoruz. Siz değerli abime, ailenize, sınıftaki tüm kardeşlerime ve İslam alemine hayırlı bayramlar diliyorum.
Rüstem Topal
23-05-2020 20:24
#4711
Selamun Aleyküm

Yıllardır benim gibi (yel değirmeni anlayıp ta suyunun nereden geldiğini soran) kardeşlerinin kahrını çeken güzel insan Mehmet Alagaş hocam asıl siz bize hakkınızı helal edin, Rabbim ömrünüzü bereketlendirsin, selamlar saygılar sunuyorum.
Metin Karakaş
23-05-2020 17:50
#4710
İnsanlığın eceli dünyanın eceline değil,dünyanın eceli insanlığın eceline bağlıdır.

Selam aleykum sevgili hocam,
Allah sizden razı olsun, varsa hakkımız helal olsun. Siz de helal ediniz.

Sadece bu değerlendirmeyle değil yıllardır tamamen Kur’an ayetlerine dayanarak yürüttüğün Kur’anla ilişkimiz, tevhidi kulluk, insanlarla ilişkilerimiz, şeytana ve şeytan dostlarına karşı yaklaşımlarımız ve sünnetullah daveti ile ilgili çalışmalarınla adeta biz öğrencilerin için bir okul oldun.

Özellikle son çalışmalarınla da bu ahir zamandaki kıyamet sürecinde Sünnetullah çerçevesinde davette bulunacak mü’minler için Sünnetullah'la ilgili ayetler tecelli etmeden bunları Kur’anda görmemize vesile oldun.

Biz kardeşlerin, dava arkadaşların, kendilerini kıyametle helak edecek sürecin fitilini elleriyle yakan sapık ve şaşkınlar hariç geride kalan gafil insanların hidayetine vesile olabilmek için inşallah var gücüyle Allah’a davet edenlerden olmayı umuyoruz.

İnşaAllah o günlere ulaşırsak, Sünnetullah’ın gerçekleşmesiyle meydana gelen ilahi ayıklamadan alnının akıyla kurtulup Allah Resulunun bahsettiği rüzgarın ruhunu kabzettiklerinden oluruz.

Sizin, ailenizin ve sınıftaki tüm kardeşlerimizin bayramı mübarek olsun.

Mehmed Can
23-05-2020 11:28
#4707
Selamunaleykum,

“Hakkınızı helal edin” diyorsun, varsa helal-i hoş olsun hocam. Asıl sen hakkını bizlere helal et..
Rabbimize hamdolsun kardeşlerimizle birlikte, bu birlikte değerlendirme başlığı vesilesi ile bereketli ve Rahmet dolu bir Ramazan ayını geride bıraktık.. Bayramın mübarek olsun...

Muammer hocamın'da bayramını tebrik ediyor, şu güzel dua ve temennisine yürekten Amiiin diyorum.
"Dostluğumuz kardeşliğimiz cennete kadar devam etsin, cennetliklerden olma dileğiyle Allah'a emanet olalım...."

Talha
23-05-2020 08:18
#4704
SELAMÜN ALEYKÜM

Asıl sen hakkını helal et bizlere hocam... Sabırla dinledin, kusurlarımızı hoş gördün... Vaktini bizlere infak ettin Allah razı olsun...
Rabbimiz Hakka teslim olup iman edenlerden ve daima Hakkı savunup haykıranlardan kılsın... Bizleri omuz omuza, sırt sırta şeytana ve askerlerine karşı yalnızca Allah'dan korkarak ve Hakka sarılarak cehd edenlerden etsin...
Ve bu şerefli mücadeleyle sürdürülen hayatın sonunda canımızı müslümanlardan olarak alsın...
Asıl yurdumuz da, İnşaallah birlikte yaşayacağımız cennet olsun...
Bereket ve hayırla geçsin bayramımız...
Allah a emanet olun...
Harun Can
23-05-2020 04:18
#4703
Allah razı olsun.

Var ise hakkımız helâl hoş olsun, siz de hakkınızı helâl edin hocam... Rabbimiz hakikat de birleşmeyi ve o hakikat üzere iken ölüm ile karşılaşmayı nasip etsin.
Selam ve dua ile.
Muammer Özkan
23-05-2020 02:46
#4701
Selam ve dua ile

Değerli dostum sevgili kardeşim hasretle kucaklarım şahsında tüm kardeşlerimize selam ederek bayramımızı tebrik ederim. Allah razı olsun. Uzun yıllarını vererek ihlasla, tefekkürle, sabırla, müthiş gayretle getirdiğin çalışmanı öz olarak özet olarak bu ramazanda biz kardeşlerine öyle ikram ettin ki; bunun bizlere Allah’ın bir lutfu olduğuna inanıyorum. Rabbime Hamdi şükür ediyorum tekrar teşekkür ediyorum. Çok özledim dua ediyorum dostluğumuz kardeşliğimiz cennete kadar devam etsin, cennetliklerden olma dileğiyle Allah'a emanet olalım....
Mehmed Alagaş
22-05-2020 23:42
#4698
Ve aleykümselam

Ramazan başında kardeşlerimize açtığımız bu değerlendirmeyi, ramazan sonu itibariyle kısaca toparlayacak olursak ilk bölümde Deccal zihniyetinin insanı nasıl tanımladığına ve bu tanımlamadan hareketle ne yapmak istediklerine açıklık getirmeye çalışmıştık. Bunlar insanı seri üretilen canlılar sandığından, her parmak izi gibi farklı olan gönülleri ve ruhu dikkate almadan dijital damgalama ve dijital yular aparatlarıyla istedikleri yöne götürebileceklerini zannetmektedirler. Neyinize güveniyorsunuz diye sorulduğunda ise “İnsanlara ait milyonlarca terabaytlık veriler” cevabını vermekteler!.

İnsanlara ait milyonlarca terabaytlık veri!.
İşte dijital dünyada silahtan ve paradan daha çok güvendikleri hazineleri!. Ne yazıktır ki bu muazzam(!) hazineyi önemsedikleri ve Levh-i Mahfuzun mahiyetini bilmedikleri için, Google ve benzeri servislerdeki veri birikimini üst aklın Levh-i Mahfuzu olarak tanımlayan şaşkınlar da vardır. Deccal zihniyetinin elinde diyelim ki son elli yıldır milyarlarca insanın ne yaptığını, nelere ne tepki verdiğini bildiren veriler vardır. Bu sapık zihniyetin savaş açtığı Allah’ın Levh-i Mahfuzun'da ise ilk yaratılıştan başlayıp ahiret hayatını da kapsayacak şekilde olmuş ve olacak her şeyin bilgisi vardır. Onlar insanların ne yaptıklarını, yaptıktan sonra bilirken; Allah (c.c.) bütün insanların ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını YAPMADAN ÖNCE bilmektedir. Aşağıdaki ayet meali parantez içi açıklamalarla birlikte, orantısız bilgi ve orantısız güce dayalı bu savaşın sonucunu şimdiden göstermektedir.,

“Onlar (Bizim bilip-gördüğümüz) hileli bir düzen-tuzak kurdular. Biz de onların (bilip-görmediği) farkında olmadığı bir düzen-tuzak kurduk. (27-Neml 50)”

Dengesiz bir savaş olduğunu elbetteki hepimiz görüyoruz. Ancak azgınlaşarak haddi aşan ve Allah’a savaş açmak isteyen bu Deccal zihniyetinin ta kendisi değil midir? Bu şaşkın ve sapıklar kendilerini helak edecek dinamitin fitilini, kendileri ateşlemiyor mu? Giriş yazısında linkini verdiğimiz Harari, tabiattaki canlıların doğal ayıklama ile bir ileri aşamaya geçtiklerini söylemektedir. Bunu söyleyen ve tarih hocası olduğunu belirten Harari, binlerce yıldır Sünnetullah’ın gerçekleşmesiyle meydana gelen İlahi ayıklamadan hiç haberi yok gibi konuşmaktadır. Oysa yapay zekalara değişmeyen Sünnetullah yasalarını yükleseler ve “Geçmişte Allah’ın davetini inkar edilen kavimler bu Sünnetullah’ın gereği olarak helak edildiklerine göre günümüzde aynı daveti inkar edecek olan bizlerin akibeti ne olur?” diye sorsalar, bütün yapay zekalar robotik bir sesle “Öngörülen bütün olasılık ve senaryolarda sizlerin de kesinlikle helak olacağı görülüyor” cevabını vereceklerdir.

Dünyada son gelişen olaylara ve virüs saldırılarına baktığımız zaman, Rabbimiz izin verdiğinde bu Deccal zihniyetinin dünya insanlarına karşı ne kadar gaddar ve acımasız olabileceklerini anlayabiliyoruz. Görüldüğü kadarıyla bu sisli dönemde Deccal zihniyeti dünyada tek devlet hedefine Rabbimizin müsaade edeceği kadar yaklaşacak, bu hedefe ulaşabilmek ve nüfus planlaması yapabilmek için biyolojik ve nükleer silahları kullanmaktan çekinmeyecektir. Ancak bu sisli dönemdeki gelişmeler ne olursa olsun, bunların akabinde ayetler bir bir tecelli edecek ve dünya Sünnetullah sürecine illa ki girecektir.

Rabbinize yüzünüzü dönmüş ve O’na tevekkül etmiş mü’minler iseniz bu sisli dönemden kendi adınıza endişelenmeniz gereken bir durum yoktur. Bizler gücümüz nisbetince görebildiğimiz küçük çukurlara düşmemeye çalışırsak, tevekkül ettiğimiz Rabbimiz göremediğimiz veya güç yetiremeyeceğimiz derin uçurumlardan bizleri elbette koruyacaktır. Değerlendirmenin başında da söylediğimiz gibi hesap gününde üzülmeyecek ve mahzun olmayacak bir kulluk içinde yaşıyorsak, dünyada ne yaşanacak olursa olsun mahzun olmamıza gerek yoktur.
Tevhidi kulluğumuzu yaşamaya ve insanları bu tertemiz kulluğa davet etmeye Rabbimizin lutuf ve yardımıyla devam edeceğiz. Azgınların ve sapıkların medya teşvikleriyle çığ gibi arttığı bu dünyada, virüse karşı sosyal mesafeye dikkat ettiğimiz gibi küfre karşı da itikadi mesafeye dikkat edeceğiz. Sünnetullah ile ilgili ayetler tecelli etmeden önce, bu ayetleri Kur’an’da gören ve iman eden müslümanlar olarak hazırlıklı olacak ve bu ayetlerin dünyadaki milyonlarca gafil ve şaşkın insanın hidayetine vesile olması için tek merci olarak Allah’a dikkat çekecek ve insanları Gafur ve Rahman olan Yaratıcı’ya davet edeceğiz.

Elbetteki inkarlarından dönmeyecek, küfürlerinde ısrar edecek geniş kesimler de olacaktır. Tecelli eden birçok ayete iman etmeyecek olan bu kesimler, gökyüzünde uçan kuşları Allah tutmadığı zaman ne olacağını görecekler ve duman halinde gelen azap karşısında “Rabbimiz bu azabı bizden kaldır. Biz (artık) iman edicileriz. (44-Duhan 12)” demelerinden sonra bile küfre dönecekleri için kıyamet bu kafirlerin üzerine kopacaktır.
Genel helak olan kıyamette mü’minler ne olacak diye sorarsanız, Rabbimizin açık bir vaadi gereği elbette kurtulmuş olacaklardır. Sizlere Sünnetullah’ın dört aşamasını verirken, dördüncü aşamada “Helak hükmünün gerçekleşmesi” demiştik. Hakkınızı helal edin, bir cümle eksik yazmışız. Dördüncü aşama “Mü’minlerin kurtarılması ve kafirlerin helak edilmesi” şeklinde olacaktı.

Dünya genelinde bir helak söz konusuyken mü’minler nereye gidecek, nasıl kurtulacak sorusuna ise Resulullah (s.a.v.) cevap vermekte ve İlahi vaade uygun olarak bize ulaşan birçok haberinde 'Kıyamet kopmazdan önce Allah'ın Yemen taraflarından (ipekten daha yumuşak) bir rüzgar göndereceği, bu rüzgarın (her nerede olursa olsun dünyadaki bütün) mü'minlerin ruhunu kabzedeceği ve kıyametin kafirler üzerine kopacağı' (Sahih i Müslim 117) beyan edilmektedir.

Bu değerlendirmenin İnşaallah hayırlara vesile olduğunu umud ederek sizlerden şimdilik izin istiyor ve “Hakkınızı helal edin” diyoruz. Bizler yorulmuş olsak da bu değerlendirmede ele aldığımız ayetlerle ilgili kardeşlerimizin çalışmaları ve araştırmaları tabi ki devam edebilecektir.

Pazar gününe ulaşabilirsek “Bayramınız mübarek olsun.”
İnşirah Melal
22-05-2020 03:29
#4695
Selamunaleyküm

Değerli hocam, bizler dergi çalışmaları ile ektiğiniz tohumlara yetişemedik lakin fidana dönüşen eserlerinizle büyürken Allah'ın Kelamı gibi hiçbir kelamın olmadığını öğrendik. "Ki onlar sözü işitirler ve en güzeline uyarlar..."(39-Zümer 18) ayetinin klavuzluğunda "Allah sözün en güzelini ..... indirdi."(39-Zümer 23) ayetine iman ederek beşeri kelamları Rahman'ın Furkan'ına arz etmeye gayret ederken, "Kullarıma söyle, (birbirlerine) sözün en güzel olanını-en güzel tarzda söylesinler...."(17-İsrâ 53) emrini yerine getirebilmek için cehdettik.. Tüm bunlar için Rabbime hamdederken, öğrettiklerinizle çelişmeyen ve çokça şahid olduğum bu örnekliğinizden dolayı asıl bizler size müteşekkiriz diyorum...

Bazılarının "tükürdüklerini yalamaktan çekindiği" bu DÜMDÜZ dünyada, yalayıp yuttuğumuz küre dünya yalanını, açık ayetlerle karşılaştıktan sonra kusabilmek kolay olmadığı gibi, bunun çok daha fevkinde olan meselelerde "itibar, maddiyat vs." gibi dünyevi kayıpları hiç umursamadan HAK'ka rağbet edebilmek, HAK nasihatlere ve uyarılara kulak verebilmek ne güzel bir HAMD vesilesidir..!

Fidanların kurutulup çer çöpe dönüştürüldüğüne şahid olduğumuz bir zaman diliminde, bizler gibi aciz fakat samimi fidanları Hak Kelam ile hiç yılmadan yıllardır sulayana teşekkür, sulatana şükürler olsun.. Fidanlarınız İnşaallah ağaç oluyor hocam, kendinize fazla yüklenmeyin de özlediğiniz meyveleri görmeniz ve yemeniz nasip olsun.. Rabbim cümlemizi korusun..

Tefekküre ve takibe devam ediyorum inşaallah..
Köksal Şahin
22-05-2020 02:27
#4694
Selamünaleyküm Mehmed Abi,

Bir önceki yorumum hakkında yazdığınız cümlelerle beni mahçup ettiniz, asıl ben teşekkür ederim böyle bir bakış açısı kazanmamıza vesile olduğunuz için. Elhamdülillah.. “Sebe’nin yaşadığı yerdeki (Güney Amerika) çok eski sedir ağaçlarının gövdelerinde Süleyman A.S.’ın Sebe’ye gittiği dönemi yansıtan sıradışı figürler var mıdır yok mudur şimdilik bilemiyoruz” diyor ve konuya bir ufuk daha açıyorsunuz. Sizin yazdıklarınızdan sonra konuyu ilk kez incelerken, Nazca çölündeki büyükçe bir kuş figürünün hüdhüd (ibibik) kuşu ile birebir aynı olduğunu görünce “SübhanAllah!” diyebilmiştim sadece. Demek ki Mayalar kendilerini Süleyman A.S.’a tanıtan Hüdhüd’ü de unutmamışlar.. Merak eden kardeşlerimiz bu benzerliği internetten görebilirler ki zaten o kadar uzun gagası ve aşağıya doğru geniş kuyruğu olan başka da bir kuş bulamayacaklar muhtemelen. Burada kendimce önemli bulduğum diğer bir konuyu da paylaşmak istiyorum müsaadenizle. Bazı kardeşlerimiz A’raf 187’yi göstererek Kıyamet saatinin açıklanamayacağını, onun ansızın geleceğini ve bu yüzden vaktinin önceden bilinemeyeceğini iddia ediyorlar.

Sana saatin (kıyamet vaktinin) ne zaman geleceğini-vuku bulacağını soruyorlar. De ki "Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağırlaşmış-ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir." Sanki sen onu (gaybden gizlice) biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki "Onun ilmi ancak Allah katındadır ama insanların çoğu bilmezler." (7-A'râf 187)

Amenna ve sadakna “Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz.” Bu açık ayet ile sizin yazdıklarınıza baktığımızda, siz de şu cümleleri kullanıyorsunuz.

“Mayalılara bu ileri takvim bilgisini 52 yıllık döngülerle Süleyman (a.s.) vermiş ise (ki ayetlerin işaret ettiği gerçek budur) 2012 yılında sona eren döngüden sonrasını ALLAH’IN İZNİYLE (2020, 2030’a kadar bile) hiç vermemesi, kıyamet saatini bildiren bir haber değil kıyamet saatiyle ilgili bir ayet bırakması anlamına gelir. Zaten Rabbimiz de “Andolsun ki Sebe'nin oturduğu yerlerde bir ayet vardır… (34-Sebe 15)” buyurarak, buraya KENDİ İZNİYLE bir ayet bırakıldığına işaret etmektedir.”

A’raf 167 de Rabbimiz kıyamet vaktine ait haber ve alametleri ancak Kendisinin açıklayabileceğini söylerken, sizler de kıyamet alameti olarak bırakılan bu ayetin Süleyman (a.s.)’ın insiyatifi ile değil Allah’ın izniyle konulduğunu söylüyorsunuz. Ben burada hiçbir çelişki görmüyorum. Eğer Rabbimiz bir Resûlüne verdiği imkan ile bu bilgiye muttali olmasını sağlamışsa -ki Zülkarneyn kıssasında sağladığını görüyoruz- bu resul Cin 27’de beyan edildiği gibi bu bilgiye vakıf olmakta ancak kendi kararıyla hiç kimseye bir imada bile bulunmasına izin verilmemektedir. Buradan anladığımız husus da Sebe’ye bırakılan ayetlerden birisi takvim döngülerinin 2012 de bitmesi ise kıyametle ilgili bu ayeti, bu alameti Süleyman (a.s.) ancak Allah’ın izniyle yapmıştır ve Allah’ın kıyametle ilgili bu alameti Kendisinin koyması A’raf 187 ile kesinlikle çelişmemektedir.

"Hiç şüphesiz o saat (kıyamet vakti) yaklaşarak-gelmektedir. Herkes yaptığının karşılığını görsün diye onu neredeyse gizliyorum." (20-Tâ-Hâ 15)

Bu ayetteki “neredeyse” lafzını dikkate alırsak, konuyla ilgili anlatılanların ayetlerle çelişmediğini, aksine ayetlerin işaret ettiği aynı gerçek olduğunu görmek de mümkündür. Rabbimizin kendi izniyle ve bir Resûlü eliyle kıyametin son dönemine işaret eden bir alamet koyması, kıyametin ansızın gelecek olmasına da mani değildir. Fakat ne gariptir ki kıyametin her an kopacağına iman ettiklerini söyleyen birçok müslüman, ayet ve alametlerden hareketle “Dünya için son 44 yıl olabilir” denildiğinde tuhaflaşmakta ve ölüm meleğiyle karşılaşmışlar gibi ne diyeceklerini şaşırmaktadırlar.

İyi ama bu arkadaşlar zaten “Kıyamet her an kopabilir” demiyorlar mıydı?
Mustafa Kayhan
22-05-2020 02:09
#4693
Esselamü aleyküm

Yazmanın zor olduğunu bilmemize rağmen, yazamadığımız ve düşüncelerimizi layıkıyla anlatamadığımız, bir hakikattir. Zaten Mehmed Abimiz, bu konuda çok sefer duygu ve düşüncelerini paylaşmıştır. Sınıftaki kardeşlerimize sundukları katkıdan, Mehmed Abimizin verdiği harika malumattan sonra bazı hususları ifade etmek istiyorum.

Rabbimiz ne yapacak değerlendirmesinde Sünnetullah'ın dört aşamasından ve bu aşamalardan ilkinde gösterilecek mucizelerin olduğundan, mühlet aşamasında ise verilecek olan bazı musibetler olacağından bahsedilmiştir. Hakikaten kendi adıma ifade etmek istiyorum, bunlar çok değerli hakikatler ve ayrımlardır. Bunları anlamamıza, Kurandaki hakikatleri görmemize vesilen olan Mehmed Abimizden Rabbim razı olsun diyoruz. Bu bağlamda Fil vakasına atıf yapılmış ki Sünnetullah insanların gündeminde yer etsin. Buna acaba ashab-ı kefhi de ilave etmek mümkün müdür? Ya da bu daha farklı bir duruma mı uymaktadır? Bunu anlamadığımı ifade etmek istiyorum.

Rabbimizin, gaflette olduğu bu zamanda dünya insanlarının Sünnetullah'a göre helak edilmeyeceğini bir vesileyle dile getirmiştiniz Mehmed Abi. Çünkü inananlar ile inanmayan veya inkar edenler arasındaki ayrım, henüz gerçekleşmemiştir. Bu gerçekleşmenin olması ve Sünnetullah'ın da dünya insanlığının gündemine girmesi için iki denizin buluştuğu ve fakat karışmadığı mucizesinin aşikar olmasının beklendiğini beyan etmiştiniz. Yine aynı şekilde firavunun bedeninin çürümemiş bir biçimde bulunarak ve Sünnetullahın bir gereği olarak dünya insanlarını uyarması gerektiği de beyan edilmektedir.
Bütün bunları, insanlığın Sünnetullah hafızasının tazelenmesi için gerekli olduğunu beyan ettiniz sevgili Mehmed Abim. Hakikaten bu var ya, yani beşerin Sünnetullah hafızasının tazelenmesi, çok muhteşem bir hakikat. Zaten Rabbimiz de Kur'an'da defalarca "Sizden öncekilerin akibetine bakmaz mısınız" buyurarak, bu hafızanın önce zihinlerde tazelenmesini dilemiyor mu? Allah razı olsun. Ayrıca bunların dışında yine insanlığın Sünnetullah hafızasının tazelenmesi için belirtilenlerden daha başka ayetlerin de olabileceğine işaret ediyorsunuz.

Ümmet genel bir gaflet içindeyken insanlığın son helake sürüklendiği bu zamanda Allah ne yapacak sorusu da gerçekten harika ve muhteşem bir sualdir.

Mehmet Abimizden talebimiz, Sünnetullah hafızasının tazelenmesi ve davetin hak bir davet olduğunun anlaşılması adına Kuran'da daha nelerin beyan edildiğini detaylandırmasıdır.
Mehmed Alagaş
22-05-2020 00:32
#4692
Ve aleykümselam

Ne güzel düşünmüş ve araştırmışsın Köksal. Dün akşam da İnşirah kardeşim 10 yıl önce yazdığımız “2012 ve İki deniz arası” kitabımızdan yaptığı bir alıntı ile bizi yüz yüze getirmiş ve son yorumlarımızda dile getirdiğimiz anlayışımız ile çelişki arzettiğini söylemişti. Alıntı şöyleydi.,

“Bunun gibi daha birçok sorumuzun akla yatkın mantıklı cevapları olsa da, Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde aradığımız hak cevapları henüz bulabilmiş değiliz. Ancak bu cevapları bulamamıza rağmen, ayetlerin genel anlatımından Sebe denilen ve İlahi davetle karşılaşan bu kavmin, nankörlükleri nedeniyle bahçe nimetlerinden mahrum bırakıldıklarını ve sonraki dönemde de (bahçelerinden rızıklanamadıkları için yöneldikleri ticari) seferlerindeki (az kar getiren) yakınlıktan şikayet etmeleri nedeniyle uzaklara savrulduğunu ve efsaneler kılındığını biliyoruz. Bu açık bilgiden hareketle hiç kuşku duymadan söyleyebiliriz ki Hüdhüd'ün haber getirdiği Sebe, Süleyman Aleyhisselam zamanında efsane olduğu bu dönemi yaşayan Sebe'dir. Çünkü Süleyman Aleyhisselam'a "Senin (şu an bilmediğin) kuşatıp öğrenemediğin şeyi, ben kuşatıp öğrendim.." diyen Hüdhüd, Süleyman Aleyhisselam'ın bile nerede olduklarını, ne yaptıklarını ve nasıl yaşadıklarını bilmediği, yani efsane kılınan bir kavmi bulduğunu ve bu kavimden haber getirdiğini bildiriyordu.”

İkinize de ayrı ayrı teşekkür ediyor ve İnşirah kardeşimize hak veriyoruz. Alıntının başında “aradığımız hak cevapları henüz bulabilmiş değiliz” desek de daha sonra “hiç kuşku duymadan söyleyebiliriz ki Hüdhüd'ün haber getirdiği Sebe, Süleyman Aleyhisselam zamanında efsane olduğu bu dönemi yaşayan Sebe'dir” diyoruz. Hakkınızı helal edin. Araştırmanın o aşamasında atlas okyanusunda su altında kalan adalar gerçeğini henüz anlayamadığımız için Hüdhüd’ün sözlerinden hareketle Süleyman (a.s.)’ın henüz bilmediği bu Sebe’yi, efsane olduğu dönemi yaşayan Sebe olarak dile getirmişik!. Hem de hiç kuşku duymadan söylüyoruz!.
Tekrar hakkınızı helal edin diyoruz. Çünkü geldiğimiz noktadaki anlayışımıza göre Belkıs’ın elçileri ve Belkıs Süleyman (a.s.)’ın yanına gelebildikleri için, bu geldikleri dönem Atlas okyanustaki adaların su altında kalmadığı yani onların henüz efsane olmadığı dönemdir. Sebe suresinin başlarında zikredilen “"Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin. İşte temiz-güzel bir belde ve bağışlayan bir Rab." dönemin ise Süleyman (a.s.)’ın hak tebliğine muhatab oldukları dönem olduğu anlaşılmaktadır. Süleyman (a.s.)’ın oradan haberdar olmamasının nedeni ise okyanus ötesi o yere henüz gitmediği içindir. Yeni baskılarda bu tashihi yapacak olsak da, eski baskıları okuyan kardeşlerimizin bu tashihi dikkate almalarını istirham ediyoruz.

İnşirah kardeşimize dikkat ve anlayışından dolayı tekrar teşekkür ettikten sonra meseleyi yine aynı dikkatle takip eden ve araştıran Köksal kardeşimizin yorumuna geçebiliriz. Kardeşimizin anlatılanların ötesinde bunları düşünmesi ve gündeme getirmesi çok güzel. Biz de yıllar önce bu ayeti araştırırken Sedir ağacı üzerinde durmuş ve bu ağacın eskiden gemi yapımında kullanıldığını öğrenmiştik. Ancak bu kadar uzun ömürlü olduklarını bilmediğimiz için meselenin bu boyutu üzerinde hiç durmamıştık. Şimdi Köksal kardeşimiz Türkiye’de 2300 yaşından büyük sedir ağacının olduğunu söylüyorsa, Sebe’nin yaşadığı yerde 2500 yaşına ulaşan ağaçlarda olabilir.
İyi ama orada bu kadar yaşlı sedir ağaçlarının olmasının bizler açısından açık ayet özelliği ne olabilir? Açık ayet diyoruz çünkü Rabbimiz bu zamandaki insanlara da hitap ederek “Sebe’nin oturduğu-meskun olduğu yerde ayet vardır” buyuruyorsa, bu bütün bir insanlık için açık bir ayet olacaktır. Zaten ayete dikkat ettiğimizde Sebe’nin yaşadıklarında yani inkarlarında veya nankörlüklerinde değil Sebe’nin oturduğu yerde ayet vardır denilerek, o yerde ortaya çıkacak önemli bir ayetten bahsedilmektedir. 19. ayette ise “Biz de onları efsaneler kıldık ve darmadağın edip dağıttık. Bunda elbetteki çok sabreden ve çok şükreden herkes için ayetler vardır. (34-Sebe 19)” buyurularak, birden fazla ayet olduğuna da işaret edilmektedir.

Bizler araştırmamızda daha belirgin oldukları için Mayalılara ait yazıtları, duvarlardaki uçan çanak içindeki sakallı adam figürlerini ve özellikle takvimlerini ön planda görmemize rağmen elbetteki başka ayetler de olabilir. Köksal kardeşimizin söylediklerinden hareketle orada bulunabilecek 2500 yaş üzerindeki bir sedir ağacının nasıl açık ayet olabileceğini düşündüğümüz zaman ise bizim aklımıza sadece bir olasılık geliyor. Yıllar önce bazı ağaçların -ki ceviz olarak hatırlıyoruz- etrafındaki bazı şeylerin adeta fotoğrafını çekerek gövdelerine insan, hayvan, bitki figürü olarak yansıttıklarını duymuştuk. Süleyman (a.s.)’ın Sebe’ye gittiği döneme şahit olan yaşlı sedir ağaçlarının gövdelerinde, şahit oldukları sıra dışı görüntülerden kaynaklanan olağan üstü figürler var mıdır-yok mudur bilemiyoruz. Şayet böylesi ayetler de varsa, bu ayetlerin de yarınlarda ortaya çıkabileceğini düşünüyoruz.

Araştırmaya ve ayetleri anlamak için çalışmaya devam edeceğiz..
Köksal Şahin
21-05-2020 23:29
#4691
Sebe’deki ayet

Selamünaleyküm Mehmed Abi,

Açıklamalarınız için Allah razı olsun, faydalanmaya devam ediyoruz. Ayetler hakkında daha önce hiç dikkatimizi çekmeyen farklı bakış açılarını ilgi ve merakla takip ediyoruz, elinize-emeğinize sağlık, Rabbim ecrinizi versin İnşallah. Bir kardeşimle Sebe’deki ayetle ilgili konuyu tartışırken fark ettim, Sebe’deki ayet, aynı bölümün devamında açıklanıyor olamaz mı?

“Andolsun ki Sebe'nin oturduğu yerlerde bir ayet vardır. Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki) 'Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin. İşte temiz-güzel bir belde ve bağışlayan bir Rab.' Ancak onlar yüz çevirdiler, Biz de onlara Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Nankörlük etmelerinden dolayı onları böyle cezalandırdık. Biz nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız?" (34-Sebe 15-16-17)

Anladığım kadarıyla Sebe kavmi yüz çevirdiği için meyve veren bahçeleri Arim seli ile tarumar edilmiş ve yerlerine farklı özellikte iki bahçe meydana getirilmiş. 'Ayet' olarak bu iki bahçe gösterilirken özellikle sedir ağacına dikkat çekiliyor. Araştırınca gördüm ki sedir ağaçları çok uzun süre yaşayabiliyormuş, mesela Türkiye’de halen yaşayan en eski sedir ağacı 2300 yaşındaymış. Sedir gibi iğne yapraklı sekoya ağacı ise 5-10 bin yıl yaşayabiliyormuş. Bölgede çok yaşlı sedirlerin veya sekoyaların olduğu karşılıklı iki bahçe bulunursa bu ayeti görme imkânımız olabilir mi? Allahûalem.


Talha
21-05-2020 06:55
#4687
SELAMÜN ALEYKÜM

Subhanallah... Allahuekber...
Birkaç gündür yeniden başladığım ve sonlarına geldiğim "Beklenen Müslümanlara Yaratılış ve İnsanlık Tarihi" kitabını sana yazmayı nasibeden Allah'a hamdolsun diyorum hocam...
Birçok meselede Allah'ın izniyle Hakkı anlama ve teslim olma gayreti içerisinde olsam da anlatabilme ve ifade etme özürlü olmamayı beceremiyorum... Rabbim hayırlısıysa bu lutfa eriştirsin...
Başından sonuna kadar içtenlik ve samimiyetle, akli olmaktan ziyade kalbi bir hissiyatla yazıldığına şahitlik ettiğim kitapta Sünnetullahı daha iyi anladığımı düşünüyorum inşaallah...
Nitekim sona yakın bir yorumda Sebe melikesinin teklifine verdiği cevabı daha siteye girmeden kitapta okumuş ve bir tuğla daha yerine oturmuştu bende... İşte yine aynı teklif ve karşılığında yine aynı cevap... Belkıs, Süleyman aleyhisselama Rabbi tarafından verilenleri görünce teslim olmuş ve bağışlanma dilemişti... Umarız günümüz şaşkınları da teslim olup, bağışlanma dileyebilirler.

Rabbimiz yerden çıkartacağı "Dabbenin" hakkı söylediği o zamana şahit olup, onunla birlikte aynı hakka sarılmışlar ve haykıranlar olarak onu karşılamayı nasibetsin...

Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir...
Bunlar çok değerli uyarı ve işaretler... Âlemlerin Rabbine teslim olanlardan olabilmemiz duasıyla... Allah razı olsun...
Mehmed Alagaş
21-05-2020 04:50
#4686
Ve aleykümselam

Yaklaşık bir aydır anlattıklarımızı yeterince anlayıp sadece Dabbetül arzın kim olduğunu anlayamamışsan, anladıkların sana fazlasıyla yeter Bekir kardeşim. Çünkü dünyanın gidişatı konusunda asıl anlatmak istediklerimiz onlardı. Allah ömür verirse Dabbeyi de çıkınca görür ve merakını giderirsin..

Bekir Ziya
21-05-2020 03:25
#4684
Selamün Aleyküm

Değerlendirmenin sonuna kadar sadece dikkatli bir şekilde takip etmeyi tasarlamıştım ama yaptığınız tespit ve yorumların satır aralarında öyle şeyler söylüyorsunuz ki soru sormamak mümkün değil Hocam. Şahsen şimdiye kadar Dabbetül arz'ın NE olduğunu merak ediyordum; sayenizde artık KİM olduğunu merak ediyorum Hocam!
Mehmed Alagaş
21-05-2020 00:46
#4683
Ve aleykümselam

Ayetlerle beyan edilen her hakka baş sallayarak “Eyvallah” diyen Kemal Sallabaş kardeşimizin bu sorusu, bazı çevrelerce de sorulan bir sorudur. Bu soruyu soran arkadaşlar Süleyman (a.s.)’ın Mayalılara son döngüyü vermemiş olmasını, kıyamet saatini bildirmek olarak anlamaktadırlar. Aslında Kur’an’da da bildirildiği gibi bir Resulün bunu bilmesi ayrı şey, bildirmesi ayrı şeydir. Süleyman (a.s.) bunu kimseye bildirmemiş, önüne ve arkasına konunulan gözetleyici-korucular nedeniyle de Şeytan aleyhillane de dahil hiçbir cin onun kalbine veya beynine nüfuz ederek bu bilgiyi alamamıştır.

Mayalılara bu ileri takvim bilgisini 52 yıllık döngülerle Süleyman (a.s.) vermiş ise (ki ayetlerin işaret ettiği gerçek budur) 2012 yılında sona eren döngüden sonrasını ALLAH’IN İZNİYLE (2020, 2030’a kadar bile) hiç vermemesi, kıyamet saatini bildiren bir haber değil kıyamet saatiyle ilgili bir ayet bırakması anlamına gelir. Zaten Rabbimiz de “Andolsun ki Sebe'nin oturduğu yerlerde bir ayet vardır… (34-Sebe 15)” buyurarak, buraya KENDİ İZNİYLE bir ayet bırakıldığına işaret etmektedir.

Bizim ısrarla “Maya takvimiyle ilgili haberler doğruysa, bu bir kehanet değil ayettir” dememizin nedeni de budur. Kur’an’da zikredilen kıyamet alametleri nasıl ki kıyamet saatini bildiren değil yaklaştığını haber veren ayetler ise Sebe’nin yaşadığı yere bırakılan bu ayet de oldukça yaklaşan kıyamet için bir alamettir. Diyeceksiniz ki “Maya takvimiyle ilgili haberler doğruysa ve bu Allah’ın bıraktığı bir ayet ise dünya olarak son 44 yıldayız.”
Bu Allah’ın bıraktığı bir ayet ise elbetteki en fazla 44, en azın bilgisi ise hala Rabbimizin katında..
Kemal Sallabaş
20-05-2020 23:51
#4682
Selamünaleyküm

Mehmed hocam geçmiş yorumları tekrar tekrar okuyup anlamaya çalışıyorum ama henüz anlayamadığım bir husus var;
Maya takviminde 2012 den sonraki dönemin olmaması Süleyman (as) ile ilgiliyse, Süleyman (a.s.)'ın kıyamet saatiyle ilgili bilgi vermesi anlamına gelmez mi? Şayet böyle ise açıklamaması gereken bir konuda ipucu vermiş olup "onun önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar" ayetiyle çelişmiş olmaz mı?

Mehmed Alagaş
20-05-2020 00:25
#4679
Ve aleykümselam

Sakin ve sağlam adımlarla anlayışını geliştiren Çağkan kardeşimize teşekkür ediyoruz. İnşirah kardeşimizin yorumunda yer alan “Bu musibetten kurtulabilmek için tüm servetlerini Zülkarneyn (a.s.)’a vergi olarak ödemeye hazır olduklarını görüyoruz” ifadesi dikkatimizi çekti. Ayette tüm servetlerini kastetmedikleri anlaşılsa da “Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahib olsa bunu (azabdan kurtulmak için) mutlaka fidye olarak verirdi… (10-Yunus 54)” buyruğunu dikkate aldığımız zaman İnşirah kardeşimize hak veriyor ve Zülkarneyn (a.s.) bunlardan binlerce yıldır biriktirerek bir birbirlerine aktardıkları tüm servetleri istemiş olsaydı, üstesinden gelemeyecekleri bu musibetten kurtulabilmek için verirlerdi sonucuna biz de ulaşıyoruz. Tabi ki Zülkarneyn yani Süleyman (a.s), kendisine değerli hediyeler getiren Sebe melikesinin elçilerine söylediği gibi bunlara da aynı cevabı vermekte ve “Rabbimin beni sağlam bir iktidarla içinde bulundurduğu (nimet ve imkan) daha hayırlıdır.. (18-Kehf 95)” diyerek bu teklifi reddetmektedir.

İnşirah’ın sorularına gelince, bizler yaptığı alıntılar arasında bir farklılık veya bir çelişki görmüyoruz. “Dünya Düz mü?” başlığından yapılan alıntının başında belirttiğimiz gibi söz konusu sedleri-bucakları aşabilmek Ye’cüc ve Me’cüc için söz konusu olduğu gibi yeryüzünde yaşayanlar için de söz konusuydu. Rabbimiz Rahman suresinde “Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu. Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahman 33)” buyururken yeryüzünde gezip-dolaşan insleri ve cinleri değil, bunlardan çok daha kalabalık olduğu için “Maşere” kelimesini kullanarak ye’cüc ve me’cücü ilk muhatap olarak almaktadır. Nitekim konulan sedler ye’cüc ve me’cücü yeryüzünden engellemek için konduğundan, bunların kendileri için konulan sedleri aşabilmeleri mümkün değildir.
Ayetteki ikinci ve gizli muhatap ise yeryüzünden sürgün edilmeyen insler ve cinlerdir. Rabbimizin yaptığı bu sedler yeryüzünde bulunanların dışarı çıkmaması için değil ye’cüc ve me’cücün içeri girmemeleri için yapıldığından, içerde bulunanların bir sultan-bir güç ile sedde gedik açabilmeleri mümkün olmaktadır. Dolayısıyle bu sedlere dışarıdan girmek ile bu sedleri içerden delmek aynı anlama gelmemektedir.

Mesele bu noktaya geldiği zaman bazı meraklı kardeşlerimize şunu da hatırlatmak isteriz ki, oldukça geniş ve derin meselelerde bazı gerçeklere vakıf olmak, meselenin künhüne yani tamamına vakıf olmak anlamına gelmez. Burada haddimizi bilmemiz ve anlayabildiğimiz kadarına sımsıkı sarılmamız gerekir. Gündeme getirdiğimiz ayetlerden konuya ilişkin bazı gerçekleri anlayan kardeşlerimiz, konunun bütünlüğüne dair bütün boşlukları doldurma telaşına düşmekte ve akli yorumlarla bu boşlukları doldurmaya çalışmaktadırlar.
Arkadaşlar ayetlere dayalı bir çalışma yapıyorsanız, bu çalışmada ne kadar akli ve mantıki de olsa ayetlere dayanmayan bir malzeme kullanmayacaksınız. Çünkü defalarca söylediğimiz gibi bir sorunun onlarca mantıklı cevabı olmasına rağmen tek bir hak cevabı vardır. Bilmediğiniz bir konuyu araştırırken, ayetlere dayalı olarak bildiğiniz çok az gerçek olsa dahi bu gerçeklere sımsıkı sarılacak ve gördüğünüz boşlukları akli yorumlarla doldurmaya çalışarak mantıklı tahmin çukuruna düşmeyeceksiniz.

Mesela Musa (a.s.) kıssasından Salih kulun deldiği geminin batmadığını ve insanların ölmediğini anladığımız için kitap çalışmamızda kardeşlerimize “Bu geminin niye batmadığını” düşünmelerini söylemiştik. Elbetteki geminin niye batmadığını bizler de yıllarca düşündük. Ancak düşünürken ayetlerden elde ettiğimiz parça gerçeklere sımsıkı sarılarak bu gerçeklerden uzak vadilere savrulmaktan sakındık. Ayetlerden bildiğimiz gerçeklerden birisi iki denizin birbirine asla karışmadığı idi.
Musa (a.s.) ve salih kulun bindiği geminin insanları karşı tarafa yani Medyen yakasına götürmeleri söz konusu olabileceği gibi sahil boyunca aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya götürmeleri de söz konusuydu. Yolculuk hangi tarafa olursa olsun olayda gördüğümüz kuvvetli olasılık, iki denizin bir tarafında başlayan yolculuğun, denizin öteki tarafında bitmesiydi. İşte bu noktada denizin bir tarafında su alan gemi, denizin öteki tarafına geçtiği zaman su almaya devam eder mi sorusunu düşündük. İki denizin suyu birbirine karışmıyorsa, diğer tarafa geçtiği zaman su almasının durduğunu ve geminin batmadığını-batmayacağını anlayabilirdik.
Fakat bunu anlamamıza rağmen Allah’ın dini adına yine bunu kesin olarak söyleyemedik. Çünkü iki deniz üzerinde gemilerin geçmesine izin veren Rabbimizin bu izni, tanklarına su alıp-tahliye eden denizaltılar için geçerli midir ve bunun örnekleri var mıdır henüz bilmiyorduk. Bunları bilmediğimizden dolayı ulaştığımız noktayı dile getirmemiş ancak batmadığından emin olduğumuz geminin, niye batmadığını müslümanların düşünmesini istemiştik. Bizler ayetlere dayanmasına rağmen Allah’ın dini adına bunları söylemekten sakınmış isek bazı kardeşlerimizin ayetlere hiç dayanmayan akli ve mantıki açıklamalardan çok daha fazla sakınmaları gerekmektedir.

İnşirah kardeşimiz Sünnetullah’a dayalı tehdidin en yalın haliyle Zülkarneyn (a.s.) tarafından yapılıp-yapılmayacağını soruyor. İnşirah kardeşimiz ahir zamanda yaşayan Muhammed ümmetidir ve bu görev Muhammed ümmetine dahil olan mü’minlerin görevidir. Gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla Zülkarneyn yani Süleyman (a.s.), Allah’ın kendisine verdiği iktidarını şeytandan bilip, bu ilmi edinebilmek için binlerce yıldır kendisinin peşine düşen Deccal zihniyeti ile hesaplaşırken bu zihniyete karşı Sünnetullah istikametinde mücadele veren mü’minlere de yardım edecektir. Zaten “O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman onlara yerden bir dabbe (bir canlı) çıkarırız da, bu onlara insanların (bizzat şahit oldukları) ayetlerimize yakinen (kesin bir şekilde) inanmadıklarını söyler. (27-Neml 82)” buyruğunda işaret edildiği gibi çıkacak olan dabbenin kim olduğu anlaşıldığında, sorduğun sorunun önemi kalmayacak ve dünya insanlarının mü’minler tarafından ayetlerle hakka davet edildiği açıklık kazanacaktır.

İnşirah kardeşimiz “Camdan kubbe şeklindeki tasvirleri de doğru bulmadığınız için sedler ve bucaklarla ilgili zihnimde doğru bir tasvir oluşturmakta zorlanıyorum” diyor. Niye zorlanıyorsun İnşirah, hiç zorlanma!. İlla ki zihninde şekillendirmek zorunda mısın? Bak sedlerin ve bucakların gerçek mahiyetini Mehmed abin de bilmiyor ve anladıklarıyla yetinerek zihninde şekillendirmek için hiç zorlanmıyor.
Bilmediğimiz ve zihnimizde tasvir edemediğimiz o kadar çok şey var ki, zorlanıp motoru mu yakalım!. Zaten depresyondayız!
İnşirah Melal
19-05-2020 20:17
#4678
Selamaleykum

Hiçbir hak sözü anlamayan Deccal zihniyeti dünyanın tek sözcüsü olarak konuşacaksa ulus devletlerin önemini yitirip ülkelerin bir şehir ya da eyalet gibi tek merkezden yönetileceği günler gelebilir demektir. Yıllardır yaşanan gelişmeler ve bugün gelinen nokta gösteriyor ki, şimdiye kadar perde arkasından ve toplumları ürkütmeden yürüdükleri bu hedeflerine yine aynı toplumları "çok sevdirdikleri(!) dünya hayatını kaybetmekle" korkutarak varabilecekler ve tek dünya devletine (maalesef büyük bir teveccühle) resmiyet kazandırabileceklerdir.

Fakat dünyadaki sözde hükümranlıklarıyla kibirlenerek dünya insanlığını köleleştirecek olan bu deccal zihniyetinin sınır tanımazlıkları sebebiyle kendi elleriyle sedleri deldikten sonra büyük bir musibetle karşılaşacaklarını, böylesi bir musibetten kurtulabilmek için de acziyet içinde tüm servetlerini Zülkarneyn(as)a vergi olarak ödemeye hazır olacaklarını görüyor ve anlıyoruz.

Bu noktada bir kaç sorum var hocam;
Sünnetullah sürecinin 4 aşamasından bahsetmiş olmanıza rağmen dikkatle takip ettiğim yorumlarınızda ikinci aşamasını fazla zikretmediğinizi farkettim. Örneğin; "Şanı yüce Rabbimizin davetin ilk aşamalarında gösterdiği ayet ve mucizeler, davete muhatap olan insanları zora sokmayacak, İlahi davetin Hak kaynaklı olduğunu gösterecek ayet ve mucizelerdir." diyerek birinci aşamasında "iki deniz arasının ve firavunun cesedinin bulunması" gibi bazı beyyinelerin açıklık kazanacağını söylemiş, başka bir yorumda da şu ifadelerinizle ye'cuc ve me'cuc'ün Sünnetullah'ın üçüncü aşamasında zuhur edeceğini açıklamıştınız;

"...dabbetül arz, ye’cuc ve me’cuc’ün çıkması ve en sonunda duman gibi ayet tecellileri, Sünnetullah’ın üçüncü aşaması olan mühlet döneminde karşılaşılacak olan dayanılması zor ayet tecellileridir. "

Sünnetullah'ın dördüncü aşamasının "Allah’ın emrinin gelmesini beklemek" olduğunu bildiğimize göre, "ikinci aşamasında geçmiş kavimlerden örnekler vererek “Bu davet, Allah’ın davetidir. Bu İlahi daveti reddederseniz, bu daveti reddeden bütün kavimler gibi sizler de helak olacaksınız. Bu Allah’ın sünnetidir ve bu sünnette en ufak bir değişiklik söz konusu değildir” şeklindeki tebliğ ve tehdidin en yalın haliyle Zülkarneyn (as) tarafından yapılacağını söyleyebilir miyiz? Zira bu deccal zihniyeti Zülkarneyn (as) 'ın kendilerini kurtarabilecek bir kudrete sahip olduğunu bildiklerine göre, sedleri delmeden önce O'nunla ve bu Hak davetle karşılaşmış olmaları gerekir..!? Bu karşılaşmanın nasıl ve ne şekilde olacağına dair bir soru erken bir soru mu olur?


Diğer bir sorum;
"..Ayetlerden hareketle iki seddin birbirinden uzak olmadığını anladığımız zaman ise göğün ve yerin bucaklarının yakın mekanlarda olduğunu anlıyoruz." demişsiniz. "Antartika'nın Ötesi - Ye'cuc ve Me'cuc" başlığı altındaki bir yorumda ise "..iki seddin birleştiği yerin Antartika olduğu anlaşılmaktadır. Zaten ye’cuc ve me’cuc de, bu iki seddin birleştiği yerde açılacak delikten çıkacaklar..." ifadelerine yer vermiştiniz. Konuyla ilgili "Dünya Düz Mü?" başlığındaki bir yorumunuz ise şu şekildeydi;

"..Daha açık bir ifadeyle söz konusu sedleri-bucakları aşabilmek ye’cuc ve me’cuc için söz konusu olduğu gibi yeryüzünde yaşayanlar için de söz konusuydu. Nitekim yakın göğden çıkışı engellediği söylenen ve pratikte henüz yalanlanamayan Van Allen kuşağı, Rabbimizin bu ayette zikrettiği göğün sed veya sınırlarından birine işaret ettiği gibi Antartika da yerin sınırına, bucağına işaret etmekte ve iki sed arasının, bu iki ayrı seddin birbirine kavuştuğu Antartika’nın buz duvarı ile yine Antartika ufku arasında olduğunu düşünebiliriz..."

Hocam, gerçekten aynı şeyleri tekrar tekrar ne kadar da çok anlatmışsınız. Lütfen hakkınızı helal edin ama utana sıkıla da olsa sormak istiyorum; şayet yanlış hatırlamıyorsam camdan kubbe şeklindeki tasvirleri de doğru bulmadığınızı dikkate alırsam zihnimde doğru bir tasvir oluşturmakta zorlanıyorum? Alıntıladığım bazı ifadelerde mi yanlışlık var ben mi anlamıyorum çözemedim?
Çağkan Ersan
19-05-2020 04:54
#4676
Selamun aleyküm

Değerli hocam Rabbim maddi- manevi sıkıntılarımıza şifa versin, kalplerimize inşirah versin, bu kıymetli cehdinizi bereketlendirsin, imtihanınızı kolaylaştırsın .
Zülkarneyn(a.s)' dan yardım isteyenler kimler diye düşünürken bunların vaziyet eden bir merci edasında olmaları dikkatimi çekiyordu.Yeryüzündeki fesada karşı yardım istemeleri olumlu-olumsuz kimlikleri hakkında düşündürürken söylediğiniz şekilde dünyanın temsilcisi olarak konuşuyor olmaları zihnimi açtı. Ayrıca yeryüzünü etkileyen bir fesadın giderilmesi için ödenecek ücreti-vergiyi ödeme teklifleri bir tarafta dünyada otorite olduklarını gösterirken, diğer tarafta Zülkarneyn (a.s.) karşısındaki acizliklerini göstermektedir. Şeytani zihniyetin tek dünya devleti planı anlattıklarınızla beraber taşları daha da yerine oturtuyor sanırım, dua ile...
Mehmed Alagaş
19-05-2020 00:22
#4675
Ve aleykümselam

Nuh (a.s.)’ın duasıyla yer üstünden uzaklaştırılan Ye'cüc ve Me'cüc aynı cinse ait kavimler olsaydı, onlarla yeryüzü arasına sed koyan Rabbimiz, elbetteki sadece bir sed koyardı. Ancak “Ey sakaleyn (arzdaki iki ağırlık olan ins ve cin), yakında size de yöneleceğiz. (55-Rahman 31)” buyruğunda da iki olarak belirtildiği gibi bunlar yer üstünden uzaklık verilen ins ve cin topluluklarıdır. Bu nedenle “Ey (en büyük-en kalabalık) cin ve ins topluluğu. Eğer göklerin ve yerin sınırlarından (sedlerinden) aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin. Ancak bir sultan (güçlü bir delil-sebeb) olmaksızın aşıp-geçemezsiniz. (55-Rahman 33)” buyruğunda ifade ettiği gibi Rabbimiz yer üstünden sürgün edilen insler için yerin bucaklarına bir sed koyarken, cinler için de göğün bucaklarına bir sed koymuştur.

Yerin ve göğün bucaklarının ne olduğunun anlaşılması ise öncelikle dünyanın düz olduğunun anlaşılmasıyla mümkündür. Dünyayı hala küre zannedenlerin bu ayetler hakkında söyleyebilecekleri bir söz değil, bir kelime bile yoktur. Düz dünya gerçeğini ve bu dünyayı çevreleyen Antartika buzullarını anlayan kardeşlerimiz, yerin bucaklarının ne olduğunu da anlayacaklardır. Ayetlerden hareketle iki seddin birbirinden uzak olmadığını anladığımız zaman ise göğün ve yerin bucaklarının yakın mekanlarda olduğunu anlıyoruz.

Kitablarımızda da belirttiğimiz gibi yerin ve göğün bucaklarına Allah tarafından konulan bu sedleri, Ye'cüc ve Me'cüc kendi imkanları ile kesinlikle delip-geçemezler. Önceki yorumda da belirtiğimiz gibi onlara bu sultanı-gücü Deccal zihniyeti verecek ve bu zihniyet kendi elleriyle yaptıklarından dolayı dünya Ye'cüc ve Me'cüc musibetiyle karşılaşacaklardır.

Zeyd'in ikinci sorusununa gelirsek ‘hemen hemen hiçbir sözü anlayıp-kavramayan bir kavim buldu’ denilerek, Ye'cüc ve Me'cüc’den değil tek bir kavimden bahsedilmektedir. Nitekim devamındaki ayette de "Ey Zülkarneyn. Ye'cuc ve Me'cuc yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana vergi-ücret verelim mi?" diyenler de aynı kavimdir. Birbiri peşi sıra gelen bu iki ayeti küçük bir parantez ilavesiyle daha iyi anlayabiliriz.,
‘Hemen hemen hiçbir (Hak) sözü anlayıp-kavramayan bir kavim buldu’
Şimdi mana oturdu ve bu konuşanların kimler olduğu anlaşıldı öyle değil mi? Fakat bu oturan mana, hiçbir hak sözü anlamayan Deccal zihniyetinin Zülkarneyn (a.s.) ile dünyanın tek sözcüsü olarak konuştuğuna da işaret ediyor!..


Zeyd Der Ki
18-05-2020 23:51
#4674
Selamunaleyküm

Ciddi araştırmalara saygı duyduğum için ayet ayet konulan taşları hiç yerinden oynatmadan aşağıdaki ayetleri daha iyi anlamaya çalışıyorum.

“İki seddin arasına ulaştığında, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü anlayıp-kavramayan bir kavim buldu. Dediler ki "Ey Zülkarneyn. Ye'cuc ve Me'cuc yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana vergi-ücret verelim mi?" (18-Kehf 93.94)”

Ayette bir değil iki sedden bahsedilmektedir. İlk sorum neden iki? İkinci sorum ise ‘hemen hemen hiçbir sözü anlayıp-kavramayan’ kavim tefsirlerde yazıldığı gibi Ye'cüc ve Me'cüc müdür?
Mehmed Alagaş
18-05-2020 02:01
#4673
Ve aleykümselam

Turgut kardeşim o mühendis arkadaşlarına “… Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.. (57-Hadid 25)” ayetindeki demirde olan büyük kuvvetin ne olduğunu sorsan da demirin asıl keyfiyetine ilişkin hak bir cevap alamayacağını söyleyebiliriz. Çünkü Deccal zihniyetinin sahip olduğu günümüz bilim ve teknolojisi bile bunu bilmediği için Ye’cüc ve Me’cüc çıktığında açılan seddi kapayamayacaklar ve demirin ne olduğunu babası Davut (a.s.) gibi çok iyi bilen Süleyman (a.s.)’dan yardım dileneceklerdir.

Bu arada site mealinde bir tashih yapmak istiyoruz. Meallerin hepsinde Kehf suresindeki ayetler “Güneşin doğduğu veya battığı YER” şeklinde geçtiği için bu ayetleri yıllardır böyle kabul ederek anlamaya çalışıyor ve meallerde YER yazmasına rağmen ‘yer ve zamana’ işaret ettiğini söylüyorduk. Yanlış mealden doğru anlam çıkarmak bu olsa gerek!. Ancak ayet metninde YER ifadesi olmadığını yıllar sonrasında yeni anlayabildik!. İşte Mehmed abinizin çapı!. Bu ayetler üzerinde yıllarca duracaksın ve Fahreddin Razi’nin de YER dediğini dikkate alarak ayet metnini hiç incelemeyeceksin!. Rabbim affetsin diyerek bu iki ayet mealini şöyle tashih ediyoruz.,

“Sonunda güneşin (son) battığı (zamana) ulaşınca, onu 'kara-sıcak bir gözede' batmakta buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki "Ey Zülkarneyn (istiyorsan) onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin." (18-Kehf 86)”

“Sonunda güneşin (geçmişte) doğduğu (zamana) ulaşınca, onu (güneşi) kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. (18-Kehf 90)”
Turgut Akçakaya
18-05-2020 00:33
#4672
Demire dökülmüş bakır

Selamün aleyküm ve rahmetullah.Sevgili Mehmet Ağabeyim.Daha önce sitede bir beraber değerlendirme olmuş ve korlanmış demirin üzerine dökülen bakır eriyiğinin seddin saglamlasmasi adına pek bir etkisinin olmayacağını söyleyen mühendis arkadaşlar olmuştu.Aceba kıyamet öncesi yeryüzünü kaplayacak olan dumanla korlaşmış demirin üzerine dökülen bakır eriyiğinin reaksiyonu sonucu ortaya çıkabilecek gaz veya dumanın bir alakası olabilirmi.Selam ve dua ile
Mehmed Alagaş
17-05-2020 23:30
#4671
Ve aleykümselam

Sınıftaki Menekşe kokusunun nereden geldiğini anlamanın memnuniyeti ile konumuza devam ediyoruz. Zamanda yolculuğu günümüz anlayışına göre değerlendirenler “Geçmişe giden bir çocuk babasını öldürdüğü zaman kendisi nasıl var olacak?” gibi çelişkilere dikkat çekerek bunların açıklanmasını istiyorlar. Bu gibi çelişkilere düşenler, zamanda yolculukta Allah gerçeğini dikkate almayanlardır. Zamanın ve mekanın gerçek Sahibi olan Allah, zamanda yolculuk da dahil her yola ilmi bir sebeb verdiği Zülkarneyn (a.s.)’ı dahi hubren kuşatarak yaşanmış tarihe müdahale etmesine izin vermemiştir.,

“İşte böyle idi. Biz onun yanında olan herşeyi (bildiklerini ve yaptıklarını) hubren (evvel ve ahir ilmiyle) büsbütün kuşatmıştık. (18-Kehf 91)”

Güneşin insanlar üzerine doğduğu geçmişe ve son olarak körelip-batacağı zamana giden Zülkarneyn (a.s.), sizin de bildiğiniz gibi yaşanmış tarihte kalan o insanlarla her hangi bir iletişime Rabbimiz izin vermediği için girmiyor, giremiyordu. Geleceğe yaptığı yolculukta ise içinde bulunduğu zaman dilimi, tarihi süreçte henüz yaşanmamış zaman dilimi olduğu için Rabbimiz o insanlarla görüşmesine ve Ye’cüc Me’cüc’ün aştığı seddi onarmasına izin vermektedir. Dolayısıyle Kur’an-ı Kerim’de bedene zarar vermeden çok büyük hızlara çıkarak zamanda yolculuk yapmanın ilmi elde edilse bile alemlerin Rabbi olan Allah’ın peygamberine dahi izin vermediği bir şekilde yaşanmış tarihin bir harfini bile değiştirmek mümkün değildir. Ayetlerle bildirilen bu gerçeğe rağmen sadece bilgisini elde ettiği yöntem ile geçmişe gitme cürretini gösterecek bir şaşkın olursa, onun da muhtemel akibeti yaşanmış tarihin değiştirilmesine izin vermeyen Rabbimizin elindedir.

Bu gibi konulara kısaca girmemiz, yaşadığımız dünyanın yarınlarda nelerle karşılaşacağına dair genel bir anlayışınızın olması ve araştırma yapmak isteyen kardeşlerimize de yol göstermek içindi. Bilmelisiniz ki tek dünya devletine gitmekte olan Deccal zihniyeti, Antartika’nın ötesine duydukları merak ile bu buzulları delecekler ve kendi elleriyle yaptıklarının bir neticesi olarak Ye’cüc Me’cüc musibetiyle karşılaşacaklardır.

Kitaplarda ayetlerle açıkladığımız gibi Nuh ‘a.s.)’ın tufandan sonra yaptığı ve tüm insanlık için rahmet olan duasıyla (Nuh 26) yer yüzünden uzaklaştırılan Ye’cüc ve Me’cüc, kendi imkanlarıyla aşamayacakları seddi (Rahman 33) Deccal zihniyetinin sağladığı sultan-güç ile aşacaklar ve tüm dünyaya musallat olacaklardır. Şunu bilmenizi istiyoruz ki bu olay Ye’cüc ve Me’cüc’ün yeryüzüne ilk ve son çıkışları olacak, Zülkarneyn yani Süleyman (a.s.)’ın erimiş demir ve bakırla onaracağı sed (Kehf 96-Rahman 35) ancak Sur’a üfürüldükten yani kıyamet koptuktan sonra dümdüz olacaktır (Kehf 97.98).

Bakın küçücük bir paragrafa, ne kadar çok gerçek sıkıştırdık.
Anlamamız duasıyla..

Menekşe
17-05-2020 17:36
#4670
Selamun Aleyküm

Mehmet Ağabey yazılarınızı ve yapılan yorumları hayretle okuyorum. Bildiğimizi sanıp da hiç bilmediğimiz ne gerçekler olduğuna şahit oluyorum. Üzerinde tefekkür etmeye çalıştıkça ufkumun aydınlandığını hissediyor ve teşekkür ediyorum. Yorum yapan kardeşlerim gibi sohbete dahil olacak yeterlilikte değilim ancak ben de sınıftayım.
Allah razı olsun sizden.
Mehmed Alagaş
17-05-2020 00:55
#4667
Ve aleykümselam

Hayr içerikli dualara amin derken, 35 yıllık dava arkadaşım ve dostum olan Mus’ab’a “Eyvallah güzel kardeşim” diyorum. Gördüğümüz kadarıyla önemli İlahi gerçeklerin genel düzlemde anlaşılmaması, bizden çok bazı kardeşlerimizi üzüyor, hüzünlendiriyor. Bizler ise nasıl hamdedersek hamd edelim Hakkı anlamanın şükrünü yerine getiremediğimiz için İlahi takdir gereği yeterince anlaşılamamanın hüznünü de yaşamıyoruz. Çünkü biliyoruz ki takdir mü’minler için her zaman hayırdır, hayrın ta kendisidir.

Ayrıca bazı gerçeklerin genel düzlemde anlaşılamamasının önemli bir nedeni de, bu gerçeklerin araştırılmadan anlaşılması hayli zor gerçekler oluşudur. Mesela kendilerine araştırmacı denilmesine rağmen yeterince araştırma yapmadan bizlere itiraz eden ve “Zülkarneyn (a.s.)’ın zamanda seyahat ettiğini nereden çıkarıyorsun?” diyen kardeşlerimizden öncelikle şu iki ayet-i tefekkür etmelerini ve birkaç sorumuzu cevaplamalarını istiyoruz.,

“Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca, onu 'kara-sıcak bir gözede' batmakta buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki "Ey Zülkarneyn (istiyorsan) onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin." (18-Kehf 86)

(Zülkarneyn) dedi ki "Kim zulme saparsa biz onu azablandıracağız. Sonra da Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırıverir. Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık (mükafat) vardır. Ve ona emrimizden (onun için) kolay olanını söyleyeceğiz." (18-Kehf 87.88)”

İlk ayette Rabbimiz Zülkarneyn (a.s.)’a “"Ey Zülkarneyn (istiyorsan) onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin." buyurmaktadır. Birbirine zıt iki ayrı tavsiye, ister azap et-ister iyi muamelede bulun!. Rabbimiz hangi kavmin, hangi toplumun kaderini bir kimsenin keyfi kararına veya kişisel görüşüne bırakır? Ki Yunus (a.s.) dahi kavmine gönderilen bir peygamber olmasına ve kavmini yıllarca hakka davet etmesine rağmen Sünnetullah sürecindeki mühlet aşamasının bitmesini beklemeden kavmini terkettiği için Rabbimiz o kavmi helak etmemiş, Yunus (a.s.)’ı tekrar kavmine göndermiştir. Peki Zülkarneyn (a.s.) o kavmi hakka davet eden bir peygamber olmadığına göre Rabbimiz o kavim hakkında niye birbirine zıt iki ayrı tavsiyede bulunarak onu muhayyer bırakıyor?
Bize bu sorunun cevabını vermek için Kur’an’ı araştırdıkları zaman ya hiçbir şey bulamadan “Allah bilir” diyecekler, ya da araştırmalarını derinleştirerek Sünnetullah’a göre bu kavmin mühlet dönemini doldurdukları için kendileri hakkında helak hükmünün kesinleştiği kavim olduğunu anlayacaklardır. Zaten Sünnetullah’ın son dönemiyle ilgili ayetler incelendiği zaman Rabbimiz bütün peygamberlerini muhayyer bırakmakta, haklarındaki hüküm kesinleşen o kavimler için artık öğüt vermekten vazgeçmeleri “Ve gözleyip-bekleyin, biz de gözleyip-beklemekteyiz." (11-Hud 122)” demeleri tavsiye edilmektedir. Mühlet döneminin sonu olan bu bekleme sürecinde daha önce gelen ayetlere iman etmeyenlerin artık iman etmelerinin de bir yararı olmayacağı bildirilmektedir.,

“Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Oysa Rabbinin bazı ayetlerinin geleceği gün daha önce iman etmemiş veya imanıyla bir hayır kazanmamış kimseye (o günkü) imanı yarar sağlamaz. De ki "Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz." (6-En'am 158)

Kısaca özetlediğimiz bu gerçeği anlayanlar, güneşin karanlık bir gözede batacağı yere-zamana giden Zülkarneyn (a.s.)’ın karşılaştığı kavmin, (helak yani kıyamet öncesi) Sünnetullah gereği haklarındaki hükmün kesinleştiği kavim olduğunu da anlayacaklardır. Şimdi ikinci sorumuza geliyoruz, madem bu kavim hakkında helak hükmü kesinleşmiştir Zülkarneyn (a.s.)’ın aşağıdaki sözlerinin o kavim için ne anlamı ve ne faydası vardır?

“Kim zulme saparsa biz onu azablandıracağız. Sonra da Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırıverir. Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık (mükafat) vardır. Ve ona emrimizden (onun için) kolay olanını söyleyeceğiz." (18-Kehf 87.88)”

Araştırmak için yorulmasınlar biz söyleyelim, hiçbir faydası ve anlamı yoktur. Çünkü Sünnetullah gereği o kavim hakkında verilen hüküm değişmez ve değiştirilemez olduğu için illa ki gerçekleşecektir. Peki bizlerin dahi bildiği bu Sünnetullah gerçeğini Zülkarneyn (a.s.) bilmiyor muydu? Elbetteki biliyordu. O halde gereksiz ve anlamsız bir nasihatte mi bulundu? Tabi ki hayır. Şimdi patlama noktasına gelerek “Eee yeter artık, işin aslı ne?” dediğinizi duyuyoruz. Bakın size bir örnekle anlatalım.,
Yüz kişinin masum bir insanı linç ederek öldürmelerinden dolayı Allah’ın kısas hükmü gereğince ölüme mahkum olduklarını görüyorsunuz. Bu yüz kişinin içinde ne cürüm işlediklerini bilen bir çoğunluk olmasına rağmen ne yaptıklarını veya nereye sürüklendiklerini bilmeyen gafil insanlar olduğunu da görüyorsunuz. Hatta bu gafillerin içinde diyelim ki sizin değer verdiğiniz bir yakınınız da var. Haklarında hüküm kesinleşmiş olan bu gafiller veya yakınınız için yapabileceğiniz bir şey var mı? Kısas hükmü değişmeyeceğine göre yapabileceğiniz hiçbir şey yok.

Fakat siz “Gerçekten Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona (yapmak istediği) her şey için bir sebeb (yol ve imkan) verdik. (18-Kehf 84)” buyruğunda bahsedilen Zülkarneyn (a.s.) iseniz ve ayetteki herşeyin içinde zamanda ileri veya geri gidebilmenin ilmi sebebleri de varsa ve müdahale etmek istediğiniz olay mutlak zamana göre henüz yaşanmamış yani yaşanmış tarihe geçmemiş bir olaysa işte o zaman, ancak ve ancak o zaman yapabileceğiniz hak ve anlamlı bir şey vardır. Elinizdeki bu imkanla elbetteki linç olayının öncesine gider ve linç gerçekleşmezden ve hüküm kesinleşmezden önce onlara nasihatte bulunmak istersiniz. İşte Zülkarneyn (a.s.)’ın yaptığı tebliğ de, Sünnetullah hükmü henüz kesinleşmemiş döneme dönerek yaptığı bir tebliğ olduğu için hem anlamlı, hem de yerinde bir tebliğdir. Dolayısıyle Kehf suresinin 86. ayeti ileri zaman diliminden bir tabloyu gösterirken, 87.88. ayetleri bundan önceki zaman diliminde yapılan veya yapılacak olan tebliği haber vermektedir.
Bakın Kehf 86, 87 ve 88. ayetleri Kur’an bütünlüğünde araştıran bizlerin ayetler ışığında ulaştığımız sonuç budur ve bu sonuca göre Ye’cüc ve Me’cücün çıkması, yaşadığımız zaman diliminde henüz yapılmayan seddin yapılması da dahil her ayet birbiriyle çelişmeden yerli yerine oturmaktadır. Ayetlere dayalı açıklamalarımıza bir itirazınız veya Kehf 86..88’e dair ilmi bir açıklamanız varsa bilmek isteriz. Tabi ki tefsirlere de bakabilirsiniz.

Zihnen yorulduğunuzu hissettik, yüklemeler ağır mı oldu?
İnşirah Melal
16-05-2020 18:11
#4665
Selamaleykum

Kıymetli hocam, birkaç gündür satır aralarında kullandığınız bazı ifadeleri tefekkür edip araştırıyor ve notlar alarak yorum hazırlıyordum. Zira o ifadelerde kitaplardakilerden farklı bazı ip uçları yakalamıştım. Lakin son iki yorumunuzla vitesi arttırarak yine-yeniden SÜBHANALLAH..! dedirttiniz bizlere..

Dünden beri bıraktım önceki yorumların satır aralarını, satır satır yazdığınız son yorumlarınızı defalarca okuyup düşünüyor ve araştırarak anlamaya çalışıyorum. Elbette ki tamamen anlayabilmiş değilim fakat korkumu ve ümidimi arttıran bu tefekkürlerde bir yerlere vardıkça, bir şeyleri anladıkça sükun bulup hamdediyorum.. Bu sebeple de daha fazla beklemeden size eşlik ettiğimi söylemek istedim; "Evet hocam..! Vallahi Rahman'a kul olmak çook çoook güzel..!"

Rabbim anlayışlarımızı arttırsın ve umudu HAK ve HAKİKATTE birleşmek olan biz kullarını muhafaza etsin.
Tefekküre ve takibe devam ediyorum inşaAllah...
Orhan Akdeniz
16-05-2020 16:11
#4662
Selamun aleyküm

İlmi araştırmalarda uzun yıllara yayılan çalışmalar ile anlaşılmayan veya yanlış anlaşılan ayetlerin Kur'an bütünlüğündeki derin ve açık anlamına ulaşıp buna göre yaşayan ve müslüman kardeşlerinle paylaştığın ve bizlere bir usul örneğinde de gövde dal-dal gövde ilişkisiyle ayetleri Kur'an bütünlüğünde, somutlaştırilması (muhkemleştirilmesi) açıklamalarından dolayı Allah senden razı olsun.

“2012 den sonra dünya kıyamet sürecine girecekse, bu bir kehanet değil ayettir” ifademizi değiştirmemize gerek yok, öyle değil mi?" diyorsun.
EVET Abi hiç gerek yok ELHAMDÜLİLLAH

Mus'ab Kuşçuoğlu
16-05-2020 03:01
#4661
Selamunaleykum

Benim güzel abim,
Allah seni aklı selim-kalbi selim sahibi eylesin.

Son iki yorumun birincisini okuduğumda gönülden dualar ettim, çokça etkilendim.
İkinci yorumunu da şimdi okuyunca sana yazmak zorunda kaldım.

Rabbim mahçup etmesin, bu aydınlatıcı bilgiler yaklaşmakta olan haziruna mevcudiyet kazandırıyor.
Rabbim fehmetmeyi bizlere nasib ve müyesser eylesin.

Mehmed Alagaş
16-05-2020 00:41
#4660
Ve aleykümselam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu

Önceki yorumumuzda “Maya yazıtlarında yer alan haberler doğru ise bunlar bir kehanet değil ayettir” cümlemizi anlayamadıkları için “Ayet olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?” diyen kimseler bilmelidir ki bunu biz çıkarmıyoruz “Andolsun ki Sebe'nin oturduğu yerlerde bir ayet vardır…” (34-Sebe 15)” buyuran Rabbimiz söylüyor. Bizlerin yaptığı ise ayetlerden hareketle Sebe’nin yaşadığı yerin bazı müfessirlerin belirttiği gibi Süleyman (a.s.)’ın haberdar olduğu yakın bir belde olan Yemen olamayacağını, Hüdhüd’ün konuşmalarından ve Sebe suresindeki ayetlerden hareketle okyanus ötesi bir yer olduğunu anlamamız ve anlatmamızdır.
Bu gerçeklerin henüz anlaşılmaması ise insanların içinde bulunduğu halle ilgilidir. Bildiğiniz gibi Eric Van Daniken denilen sapık Mayalılara ait bu yazıtları, duvara oyulmuş geniş çanak içinde oturan adam kabartmasını ve Nazca çölündeki gökten görülebilen figürleri esas alarak “Tanrıların arabaları” kitabını yazmış ve milyarlarca insanın uzaylılara inanmasını sağlamıştı!. Deccal zihniyetinin özelliği hak ayetlere batıl yorumlar getirerek, dünya insanlarını bu ayetlerden uzaklaştırmaktır. Cebel-i Tarık boğazının iki deniz arası olduğu ve firavunun cesedinin bulunduğu gibi batıl haberler, sizin de bildiğiniz gibi müslümanlar da dahil olmak üzere insanlar arasında hızla yayılıp-kabul görmüştü!.

Hak ayetlere batıl yorum getiren haberler insanlar arasında hızla yayılmasına rağmen hak ayetlere yine ayetlerle getirilen hak açıklamalar ise genel olarak gündeme gelmemekte ve “Ben müslümanım” diyen kesimler tarafından bile dikkate alınmamaktadır. İşte bu tuhaf durumun nedeni, yukarıda da yazdığımız gibi insanların içinde bulunduğu halle ilgilidir. İnsanlar neye müstahak ise kendilerini müstahak oldukları akibete yaklaştıracak batıl haber ve görüşleri, şeytani ve nefsi teşviklerle bir anda kapışmaktadırlar!.

Muhammed ümmeti de dahil olmak üzere dünya insanlarının bu genel durumunu dikkate aldığımız zaman hak etmişliğimizden değil O’nun lutfuyla özel nimetlere mazhar olduğumuzu anlıyor, böyle bir dünyada bizlere hakkı hak, batılı batıl olarak gösteren Rabbimize “Sana Senin layık olduğun gibi hamdolsun, şükürler olsun” diyoruz.
Rahman’a kul olmak ne güzel..
Turgut Akçakaya
15-05-2020 05:24
#4658
Sona son kala

EsSelamü aleyküm ve Rahmetullah.
Bismillah. Kıymetli hocam ve ağabeyim daha önceki mesajıma yaptığınız yorum ve katkı için teşekkür ediyor ve RABBim razı olsun diyerek başlamak istiyorum. Az önce Elhamdülillah Sona son kala isimli çalışmanızı bitirdim (üç oturumda). Sizin yıllarca kafa ve kalp yorarak kaleme aldığınızı bir çırpıda okuyup bitirmek elbette biraz sindirim sıkıtısı oluşturuyor. Hazmedip faydaya dönüştürmek için bazı paragrafları tekrar tekrar okuyup not alıyorum. Kitap bittiğinde de İnşaAllah tekrar okumanın hesaplarını yapıyorum. Çünkü insanın içinde bulunduğu hal ile, okuduklarından anladıklarının doğru orantılı olduğunu düşünüyorum. Hem yazdıklarınıza hemde bir ufuk açıp gerisini bizim gayretlerimize bıraktığınız meseleler üzerinede düşünmeye çalışıyorum. Ki bu ilahi bir yöntemdir. Biz buna yüce kitabımızdan da aşinayız aslında. 17 yılda anladığınız bir hakikati de (görürdün ki) tüm detayları ile anlatmamanızı emin olun anlayış ve saygıyla karşılıyor ve asla bir ilmi taassuptan kaynaklanmadığını ALLAH ın izniyle biliyorum.
Kur'anı daha iyi anlayabilmemiz ve satır aralarınada girip hakikatleri ıskalamamamız adına yazılmış, böyle buram buram emek ve çile kokan kitapları size yazdırdığı içinde RABBime şükrediyorum. Okuduğum bütün kitapları da aslında bu maksatla okumaya çalışıyorum. Zira gayrisinin zaman israfı ve boş şeyler olduğunu düşünüyorum. Beni kitaplarınızda tutan şey, aslında değindiğiniz bazı konularda, kalben tatmin olmama rağmen ifadede sıkıntı yaşadığım bazı meselerde sizinde kafa yorup örneklerle izah etmeye çalışmanız ve tamamen Kur'ani bakış açınız. Salih kul ve Musa nebimizin kıssasındaki Musa nebimizin sabredemediği 3.olayın öncekilere göre daha sabredilebilir olduğu halde uyarılmasına ve son bir hakkının kalmış olmasına rağmen yine de itiraz etmesine getirdiğiniz yorum gibi. Bu yüzlercesinden sadece biri. Kitabı bu dikkatle okuyunca aslında bu bahsin açılmasına konu olan dünya nereye gidiyor ve ALLAH ne yapacak sorunuzun cevabını da burada verdiğinizi ve ete kemiğe büründürmek kısmının kaldığını anlamaya başladım İnşaALLAH. (Tabiki doğru anlamışsam) Bilmiyorum belki diğer kitaplarınızda ayetlerden anladığınız daha somut örnekler vermiş olabilirsiniz. Hepsini okuyunca sizi daha iyi anlayacağımı ümid ediyorum.
Alemlerin Rabbine emanet olun. Selam ve dua ile.
Mehmed Alagaş
15-05-2020 00:25
#4656
Selamunaleyküm

Konuşup-yazışmadıkları sessizlikte kendilerini iyi hissedenler, birbirlerini seven ve birbirleriyle iyi anlaşan insanlarmış. Bizler bu sessizlikte kendimizi iyi hissediyor ve sizlerin de iyi hissettiğini umarak konumuza devam ediyoruz. 2012 ve İki deniz arasını okumadıkları ve maya takviminde 2012’nin ne anlama geldiğini araştırmadıkları halde “Mehmed Alagaş 2012 de kıyamet kopacağını bekliyordu ama kopmadı!.” diyerek bizler hakkında gereksiz ifadeler kullanan kimseler varmış. Bunların aralarında müslümanların da olduğunu dikkate alarak bizler hakkında suizanda bulunup günaha girmemeleri için kısaca uyarmak istiyoruz.
Arkadaşlar Maya takvimi, günümüzde kullandığımız takvimlerin çok ilerisinde bir takvimdir. Bizim kullandığımız takvimler dört yılda bir artık gün ile yaşanan zamanı dengeye oturmaya çalışırken, çok daha hassas olan Maya takviminde böylesi eksiklikler yoktur. Bu takvimin aynı periyodu takip etmesi yani güneş yılına göre her döngünün gün sayıları 52 yılda bir eşitlendiği için bu takvim 52 yıllık döngüler halinde hazırlanmıştır. Mayalılar binlerce yıl geriden gelen bu takvimin, 2012 yılından sonrasının olmadığını söylemektedirler. Daha açık bir ifadeyle son döngü 2012 tarihinde bitmekte ve ondan sonraki döngü yazıtlarda yer almamaktadır.

Peki bundan ne anlam çıkar?
Önce astronomiyle ilgili bu hassas takvimin ilmi kaynağı nedir diye soruyoruz. Bu soruyu araştırırken Maya yazıtlarında “Gökten metal çanak içinde kızıl sakallı kutsal adam geldi. Bize darı dikmesini öğretti..” ifadeleriyle karşılaşıyoruz. Uzun yıllar sonra bulundukları coğrafyayı terkedip güney Peru’ya yerleşenlerin Nazca çölünde sadece göklerden görülebilecek hayvan figürleri yaptıklarına şahit olunca, kendilerine her konuda yardımcı olan bu kutsal adamı çok sevdiklerini ve bu dev figürlerle “Tekrar geleceksen, biz buradıyız” mesajını verdiklerini anlıyoruz.
Bu kutsal adam acaba bizim tanıdığımız kutsal adamlardan mı diye Kur’an’ı araştırdığımızda ise Süleyman (a.s.) ile karşılaşıyoruz. Önce Süleyman (a.s.)’ın emrine verilen rüzgar ile hangi mesafelere kadar gidebildiğini anlayabilmek için aşağıdaki ayeti tefekkür ediyoruz.,

“Süleyman için de (yaya veya binekli) sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgarı (müsahhar, emrine hazır-seyahatine uygun) kıldık… (34-Sebe 12)”

Tabi ki bu mesafeyi tespit edebilmemiz, "Sabah gidişi bir ay" denilirken ölçü olarak neyin alındığını bilmemizle mümkündür. Hacla ilgili ayet-i kerimelerde "Gerek yaya, gerekse binekler üstünde sana gelsinler. (22-Hacc 27)" buyurarak bu iki ayrı olasılığı özellikle zikreden Rabbimiz; bu meselede böyle bir ayrıntıya girmeyerek, sınırlama getirilmeyen bu buyruğun, her olasılığa açık olduğuna işaret etmiştir. Meseleyi Süleyman Aleyhisselam'ın kendi zamanına göre ele alırsak, bu mesafeye yaya ve binekli olmak üzere iki ayrı ölçüm getirebiliriz. Normal şartlarda saatte 4 km. hızla, molalar dışında günde on saat yürüyebilecek olan bir yayanın, bir ayda alacağı mesafe yaklaşık 1200 km. civarındadır. Aynı yolculuk saatte 40 km. yol alabilen bir atla yapıldığı zaman, bir ayda alınan mesafe 12.000 km. civarında olmaktadır.
Günümüzdeki imkanlardan faydalanarak önümüze koyduğumuz dünya haritasında Süleyman Aleyhisselam'ın bulunduğu yeri yani kalkış noktasını Kudüs olarak ele alırsak, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan bu mesafelerin, nerelere kadar uzandığını görebiliriz. Yaya olasılığından hareketle bulduğumuz 1200 km. civarındaki en önemli yer, Kudüs'e kuş uçuşu olarak (ki Süleyman Aleyhisselam da böylesine düz bir güzergahda gidiyordu) yaklaşık 1220 km. olan Kabe-i Mükerreme'dir. Dolayısıyle "Rabbimizin içinde bereketler kıldığı yer neresidir?" sorusunun, kalbimize mutmainlik veren ilk cevabı, İbrahim Aleyhisselam'ın duasıyla bereketlenen bu yer olmaktadır.
"Sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan.." buyrukta sadece yaya olasılığı zikredilseydi, kalbimize mutmainlik veren bu cevapla yetinecek ve elbetteki başka bir cevap aramayacaktık. Ancak bu İlahi buyruk yaya olduğu gibi atlı olasılığına da açık olduğu için, bir ayda binekle gidilebilecek olan 12.000 km.lik mesafeyi de dikkate almamız gerekecektir. Nitekim harita üzerinde Kudüs'ü merkez alarak 12.000 km.lik mesafenin nerelere uzandığına baktığımız zaman, pergelimizin bir ayağı Kudüs'te iken diğer ayağının Amerika'da olduğunu görüyoruz. Bir peygamber olan "Süleyman Aleyhisselam buralara neden gitmiştir?" sorusunun, insan merkezli bir cevabı olacağından, o dönemlerde "Amerika'da insanlar var mıydı?" sorusunu soruyoruz. Tarihi bilgiler ve günümüze kadar gelen kalıntılar bu sorumuza "Evet, Aztekler ve Mayalar vardı" cevabını veriyor. Bunların bulunduğu Meksika bölgesinin ve özellikle Azteklerin yaşadığı Mexico City'nin Kudüs'e olan mesafesinin, kuş uçuşu yaklaşık 12.500 km. olduğunu farkediyoruz.
Süleyman (a.s.)’ın bu uzun mesafeye sabah gidip akşam dönmesi için saatte en az 6000 km. hızla gitmesi gerektiğini anladığımız zaman ise bu seyahatleri açık havada yapamayacağını bildiğimizden büyük havuz büyüklüğünde metal çanakları yemek için değil seyahat için yaptırdığını da farkediyoruz. Bu fark edişle yazıtlarda yer alan cümleyi tekrar okuyoruz.,
“Gökten metal çanak içinde kızıl sakallı kutsal adam geldi.”
Metal çanaklı bu kutsal adam gerçekten Süleyman (a.s.) mı sorusunu daha ciddi araştırmaya devam ediyor ve Hüdhüd’ün “Senin (bilgi veya haberle henüz) kuşatıp öğrenemediğin şeyi (ben ulaşıp) öğrendim ve sana Sebe'den yakin (kesinlikle doğru) bir haber getirdim (27-Neml 22)” dediği yerin, coğrafi olarak nereye tekabül ettiğini anlayabilmek için aşağıdaki ayetleri tefekkür ediyoruz.,

“Andolsun ki Sebe'nin oturduğu yerlerde bir ayet vardır… Onlarla mübarek-bereketli kıldığımız memleketler arasında (deniz üstünde) görünebilen beldeler (adalar, konaklama yerleri) kıldık ve orada (okyanusta) gidip-gelme (sefer imkanlarını) takdir ettik. (Onlara) "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik). Onlar (ticari hırs ve tamahla) "Ey Rabbimiz. Seferlerimizin arasını aç-uzat" dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Biz de onları efsaneler kıldık ve darmadağın edip dağıttık. Bunda elbetteki çok sabreden ve çok şükreden herkes için ayetler vardır. (34-Sebe 15..19)”

Amerika ve ana kıtalar arasındaki Atlas okyanusunda daha önceleri insanların yaşadığına dair yapıtlar bulunan birçok adanın su altında kaldığını öğrendiğimizde, Sebe halkının bu adalarda konaklamak suretiyle Atlas okyanusunu geçtiklerini ve “Seferlerimizin arasını aç-uzat" demelerinden sonra görünen bu adaların su altında kaldığını anlıyoruz.
Sebe halkının Mayalılar olduğuna dair her taş yerli yerine otururken, Mayalıların bu takvim ilmini söz ettikleri kutsal adamdan alıp-almadıklarını merak ediyoruz. Merak ettiğimiz diğer bir husus ise 52 yıllık bu hassas takvim döngülerini Mayalılara bu kutsal adam vermişse, 2012 den sonraki dönemi niye vermemiştir? Yoksa Mayalılardan günümüze kadar tevatürle gelen habere 2012 den sonraki 52 yıllık döngü tamamlanmadan kıyamet mi kopacaktır?
İyi ama kutsal adamın böyle bir öngörüde bulunabilmesi için kıyametin ne zaman kopacağını bilmesi gerekmektedir. Peki Kur’an-ı Kerim’e göre kıyametin ne zaman kopacağını bilen ancak hiç kimseye bildirmeyen bir Resul var mıdır? Rabbimiz vardır buyuruyor.,

“O, gaybı bilendir. (Kıyamet saatiyle ilgili) gaybını kimseye zahir etmez-açmaz. Ancak beğenip-seçtiği (açmayı dilediği) bir Resul bunun dışındadır. (Ona açıp-zahir ettiği için) onun önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar. (72-Cin 26.27)”

"Kıyamet Saatini Bilen Resul" başlığında tane tane açıkladığımız gibi bu Resul, Zülkarneyn lakabıyla güneşin en son battığı zamana giderek bu bilgiye yaklaşık olarak şahit olan fakat bunu hiç kimseyle paylaşamayan Süleyman (a.s.) idi ve Sebe halkına bu takvim bilgisini verirken 2012 den sonraki döngüyü vermemişti!. Niye vermemişti sorusunun cevabı ise dünyanın hızla yaklaştığı akibette görülmektedir.

Bu çok özet açıklamadan sonra 2012 ve İki deniz arası kitabımızda yazdığımız “2012 den sonra dünya kıyamet sürecine girecekse, bu bir kehanet değil ayettir” ifademizi değiştirmemize gerek yok, öyle değil mi?


Mehmed Alagaş
14-05-2020 01:10
#4655
Ve aleykümselam

Ciddi ve seviyeli yorumlar, bu değerlendirmeyi yaptığımız kardeşlerimizin de seviyesini ve kalitesini gösteriyor. Değerlendirmeyi ciddiyetle takip ederken yorum yazan veya konunun akışını bozmamak için yazmayan her kardeşimize teşekkür ediyoruz. Son yorumlarımızdaki “(Kendisine ve getirdiklerine karşı) küfredilip-nankörlük edilmiş olana bir mükafat olmak üzere (bu gemi) gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. Andolsun ki Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (54-Kamer 14.15)” ayetlerinden hareketle yüksek dağların üzerinde Nuh’un gemisini arayanlar, aradıkları ayetin ve bu ayetin beyyinesinin Kur’an’da olduğundan habersizdirler…” sözlerimizden hareketle gemiyle ilgili bu beyyinenin ne olduğunu soran kardeşlerimiz vardır.

Biz sitedeki Kur’an mealimizde 15. ayeti “Andolsun ki Biz bunu (geminin lutfumuzla yüzmesini) bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (54-Kamer 15)” şeklinde vererek, söz konusu ayetin gemide değil geminin yüzmesinde olduğuna işaret etmiştik. Tabi ki bu önemli işaretin kaynağı bizim küçücük aklımız değil konuyla ilgili diğer ayetlerdi.,
“Gerçek şu ki … insanlara yararlı şeylerle denizde yüzen gemilerde … akleden bir kavim-topluluk için gerçekten ayetler vardır. (2-Bakara 164)”
“Size Kendi rahmetinden taddırması, O'nun fazlından (rızkınızı) aramanız için emriyle gemileri yürütmesi.. O'nun ayetlerindendir. (30-Rum 46)”
“Size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için gemilerin Allah'ın nimetiyle denizde akıp-gittiğini görmüyor musun? Bunda elbetteki çok sabreden, çok şükreden kimseler için ayetler vardır. (31-Lokman 31)”
“(Nuh ve beraberindeki mü'minlerin) zürriyetlerini-soylarını dolu gemide taşımamız da kendileri için bir ayettir. (36-Yasin 41)”
“Denizde yüksek dağlar gibi (akıp-giden) gemiler O'nun ayetlerindendir. (42-Şura 32)”
“Allah Kendi emriyle içinde gemiler yüzüp-gitsin de (siz) O'nun fazlından (lutfundan) ararsınız ve şükredersiniz diye denizi sizin için müsahhar (emre hazır-yararınıza uygun) kılmıştır. (45-Casiye 12)”

Bu ayet-i kerimeleri konu bütünlüğünde tefekkür ettiğiniz zaman insanlara bırakılan ayetin Nuh’un gemisi değil, gemilerin suda yüzmesi, yüzebilmesi olduğunu anlıyorsunuz. Sonra Rabbinizi çok az olsa da tanıyorsanız, Kur’an’da defalarca dikkat çekilen bu ayetin, suyun kaldırma kuvvetiyle falan ilgisi olmadığını, olamayacağını anlıyorsunuz. Çünkü bu ayetlerde Rabbiniz sizlere “Elinizdeki taşı bıraktığınızda, bu taşın düşmesi Allah’ın ayetlerindendir” gibi bilinen fizik kanunlarıyla ilgili bir örnek vermiyor. Normal fizik kanunlarının ötesinde bir gerçeğe işaret ederek gemilerin denizde yüzebilmesinin başlı başına bir ayet olduğuna dikkat çektiği gibi son ayette “.. şükredersiniz diye denizi sizin için müsahhar (emre hazır-yararınıza uygun) kılmıştır” buyuruyor.

Peki denizi faydalanabilmemiz için müsahhar kılmasaydı ne olurdu? Nuh tufanından önce deniz insanların yararına müsahhar değil miydi? Rabbimiz denizi bizim yararımıza müsahhar kılmak için ne yapmış, denizin hangi asli özelliğini değiştirmiştir?
Bu soruların cevaplarını bilmiyor, konuya ilgili ve bilgili olabilecek arkadaşlarla araştırmalara devam edilmesini istiyoruz. Çünkü mahiyetini bilmesek de, gemilerin denizde yüzmesinde sıra dışı bir ayet olduğuna hem aklen, hem de kalben iman ediyoruz. Nitekim Mehmed abiniz aklen iman etmekten bahsederken, kendisinin de mahiyetini anlayamamakla birlikte hiç kuşku duymadan aklen iman ettiği ayetlerden birisi de budur.

Köksal Şahin
13-05-2020 22:59
#4654
Selamünaleyküm Mehmed Abi,

İki önceki yorumunuzda “Sona Son Kala” ve “2012 ve İki Deniz Arası” kitaplarını birlikte andığınız için dün Sona Son Kala’dan başladım okumaya ve az önce bitirdim bu kitabı.
Elhamdülillah.
Şanı yüce Rabbime ne kadar hamd etsem azdır.
Kuran’a dayalı hak gerçekleri görmeme ve bu gerçeklere ulaşmanın yollarını -idrakim oranında- öğrenmeme vesile olduğunuz için Rabbim sizden razı olsun, elleriniz, kalbiniz dert görmesin sevgili abim.
Musa A.S. kıssasındaki Salih Kul’un kim olduğuyla ilgili tespitinizi okuyup sonra ayetleri bir de bu gözle tekrar okumaya başladım ama tamamlayamadım..
İşlediği ana konunun dışında, benim açımdan kitabın tamamı “Kuran’ı nasıl okumalı ve nasıl anlamalıyız?” dersi oldu açıkçası ve dersimi de aldım Elhamdülillah.
Bazı ayetler hakkında verdiğiniz kısa ipuçları ilerleyen zamanda üzerlerinde konuşacağımız konulardan olur İnşallah.

Kitabı bitirmeden önce ve bittikten sonra son yorumunuzu da dikkatle okudum birkaç kez.
Firavun ve ordusunun Musa A.S. ve beraberindekileri takip ederken helâk olduğu yerin “coğrafi bir ayet” olduğuna (iki deniz arası) iman ettim.
Tıpkı kendisi de ayrıca bir ayet olan “Firavun’un bozulmamış cesedi” gibi, suların birbirine karışmadığı ve gemilerin suyu adeta “ikiye bölerek” gittiği iki deniz arası da Rabbimiz’in diğer bir ayetidir.
Bu ayetlerin ahir zaman insanları için aşikâr hale gelmiş beyyineler olarak ortaya çıkacağına da iman ettim, Elhamdülillah.

Velhasıl..
“iki deniz arası” ve firavunun cesedi konusunda basında çıkan bütün batıl haberleri terk ediyor, kalben mutmain şekilde hak olana iman ediyor ve bunu bana nasip ettiği için Rabbime şükrediyorum.
Ayrıca iki deniz arası ve Firavun’un cesedi dışında dünyanın düzlüğünün ve günümüz teknolojisine rağmen yerin ve göğün sınırları dışına çıkılamadığının açık-seçik ortaya çıkacak olmasının da bu beyyinelerden biri olacağını düşünüyorum.
Hatta diğer iki beyyineye nazaran bu beyyinenin insanlar için daha farklı bir yeri olduğunu düşünüyorum. Çünkü bilim putunun sahipleri oturup kendi putlarını yemek zorunda kalacaklar ve bilim dinine iman etmiş milyonlarca insan büyük bir yalanla yüzleşecekler ve bunun dünya üzerinde sarsıcı etkileri olacaktır.
Son söz olarak "Allah-u alem" yani Allah bilir ve Allah bildirir diyorum.
Harun Can
13-05-2020 04:06
#4649
Elhamdülillah

Yeterli oldu hocam. Anlatıp, aktarmada güçlük yaşasam da. Daha öncekilerde olduğu gibi Kalbim mutmain. Düşünüyor, taşınıyorum gösterdiğin deliller ile ilerleyip anlamaya ve algılamaya çalışıyorum ve gönlüme çok yatkın geliyor. Ayetler karşısında akli bir itirazda bulunmam ise mümkün değil.
Her sözü dinleyip, güzel olana uymamız gerektiğini, emir ve tavsiye eden Rabbimiz, sözün doğruluğunu ve güzelliğini de elbette kendi muhkem ve sözün en güzeli olan kitabıyla muhakeme ve mukayese ederek bulmamız gerektiğini de söylüyor.
Ve ben belki köyü sizin gibi göremiyor olabilirim. Ama biliyorum ve inanıyorum ki orda bir köy var çok da uzak da olmayan...
Selam ve dua ile.
Mehmed Alagaş
13-05-2020 00:13
#4643
Ve aleykümselam

Yorumlara teşekkür ediyor ve merve kardeşimize “Merhaba” diyoruz. Bu davada 30 yıldır beraber olduğum Metin kardeşimiz, Sünnetullah ve beyyinelerle ilgili birçok gerçeğe vakıf olan ve uzun yıllardır her yerde bunu anlatmaya çalışan bir kardeşimiz olmasına rağmen sözü bize bırakarak kendisini sessizliğe aldı. Çünkü bizler gibi o da biliyordu ki bazı gerçekleri anlamak zor olsa da, bu gerçekleri herkese anlatabilmek çok daha zordur. İnşirah kardeşim geçmiş değerlendirmelerde az kişi de olsa bazı vagonların istasyona vardığını belirtiyor. Zaten bizlerin de Rabbimizden dileği kemiyetçe az olsa da keyfiyetçe yeterli kardeşlerimizin olması. Bu nedenle Köksal’ ın kamuya daha açık olma kaygılarına pek katılmıyor, sesimizin ulaştığı kardeşlerimizle bu gerçekleri paylaşmamızın yeterli olacağını düşünüyoruz. Çünkü biliyoruz ki yakın tarihte dünyanın rengini değiştirecek olan mü’minler, bunu kemiyetleriyle değil keyfiyetleriyle gerçekleştireceklerdir. Yapmaya çalıştığımız Hak davetin yaygınlaşıp-yaygınlaşmaması ise Allah’ın hikmetli takdirindedir.
Dünyayı Sünnetullah sürecine girdirecek olan ilk beklenen tecellinin iki deniz arası ve Firavun’un korunmuş cesedi olduğunu söylemiştik. Metin ve İnşirah gibi birçok kardeşimiz için görünür olan bu köy, meseleye yeni olan veya zihinleri yanlış verilerle bulanmış olan kardeşlerimiz tarafından henüz görünememiş olabilir. Oysa tecelli etmesi beklenen diğer beyyinelere göre tecelli edecek olan bu mucizenin anlaşılması araştırmacı müslümanlar için çok daha kolaydır. Araştırma yapmadan itiraz edip “Bunu nereden biliyorsunuz?” diyenlere ise “Sizin araştırmadığınız, tefekkür etmediğiniz ayetlerden biliyoruz” demekten başka söyleyecek bir sözümüz yoktur.

Hepimiz biliyoruz veya bilmeliyiz ki Kur’an-ı Kerim açık ve mufassal bir Kitab olduğu için bizler için gerekli olan her soruyu cevaplamaktadır. Çünkü Rahman olan Rabbimiz ayetleri ayetlerle açıkladığını, müteşabih ayetleri bile Kur’an bütünlüğünde diğer ayetlerle açıklayarak muhkem hale getirdiğini bildirmektedir. Dolayısıyle manası kolay anlaşılır olmayan ayetler hakkında sorduğumuz bütün gerekli sorular, bizler bulsak da bulamasak da Kur’an-ı Kerim’de mutlaka cevabı olan sorulardır. Zaten birçok kardeşimizden farklı olarak bazı gerçeklerle karşılaşmamızın en önemli nedeni de, Rabbimizin lutfuyla ayetlere sorulması gereken soruları sorup, bu soruların cevabını Kur’an bütünlüğünde ve her taş çelişkisiz olarak yerli yerine oturacak şekilde bulmaya çalışmamızdır.
Yaptığımız çalışmalarda her hak sorunun hak cevabını bulabiliyor muyuz? Elbetteki hayır. Bulduklarımızı ve mutmain bir kalp ile tasdik ettiklerimizi kardeşlerimizle paylaşırken, yıllardır bulamadıklarımız hakkında susuyor ve çalışmalarımıza devam ediyoruz. İşte Kur’an’da bulduğumuz ve kalbimizi mutmain eden cevaplardan birisi de iki deniz arası ve firavunun cesedinin nerede bulunacağıdır. Yıllar süren araştırmalarımıza en kısa yoldan tanıklık etmek isterseniz, sizlerle birlikte sadece birkaç ayet üzerinde durabilir ve sormamız gereken soruları birlikte sorabiliriz.,

“Dediler ki "Ey Musa, onlar orada olduğu sürece biz hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada oturacağız." (Musa) "Rabbim, ben kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum (söz geçiremiyorum). Artık bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır" dedi. (5-Maide 24.25)”

Biliyoruz ki bu olaydan sonra Musa (a.s.) ile kavminin arası ayrılmış, kavmi yol bilmez bir şekilde 40 yıl çöllere terk edilmiştir. Bu olayı yaşarcasına düşünürken Musa (a.s.)’ın iç dünyasını anlamaya çalışıyor ve kardeşiyle baş başa kaldıktan sonra “Ya Rabbi başlangıçta yanımda sadece kardeşim vardı ve şimdi de kardeşimle baş başayım. Onlarca yıl mücadele ve onca mucize ne içindi Ya Rabbi. koskoca denizi bu fasıklar topluluğunu kurtarmak için mi ikiye ayırdın? Ayrıca ben de yaşlandım, kavmim yanımda olmadığına göre bana verdiğin bu levhaları kimlere bırakacağım?” sorularını, sorup-sormadığını merak ediyoruz. Bu soru aklınızdayken şu ayeti tekrar tekrar okuyorsunuz.,

“Hani Musa genç-yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar (devamlı gideceğim ve sahilden) hiç ayrılmayacağım, ya da (yakın zamanda ulaşamazsam bu yolda) uzun yıllar yürüyeceğim." (18-Kehf 60)”

Yaşlanmış ve mücadeleden yorulmuş Musa (a.s.)’ın, salih bir kul ile buluşmak konusundaki bu azminin, bu kararlılığının nereden kaynaklandığını düşünüyorsunuz. Dünyevi bir neden olmadığı aşikar. Bir ikinci sorunuz ise Rabbin belirlediği buluşma yeri neden iki denizin birleştiği yer, neden kolay bulunabilecek bir şehir veya mabed değil de Musa (a.s.) dahi nerede olduğunu bilmediği iki denizin birleştiği yer? Yardımcının genç olduğu neden bildiriliyor ve genç olmasının göreviyle ne ilgisi var?
Devam eden kıssayı bu sorularla tefekkür ettiğiniz zaman kendinizi ilk sorunuzun cevabına biraz yaklaşmış hissediyorsunuz. Yaşı ilerlemesine rağmen bu uzun yolculuğu göze alan Musa (a.s.)’ın, cevabını bulamadığı soruları cevaplayabilmek için bu salih kul ile buluşmak isteyebileceğini düşünüyorsunuz. Nitekim kıssada yaşanan her olayda da, Musa (a.s.)’ın aradığı cevaplarla karşılaştığını görüyorsunuz. Mesela daha önce açıkladığımız duvar hadisesindeki çaresiz babadan aldığı ders ile levhaları ne yapması gerektiğini anlıyor ve bu levhaları öyle bir tevekkülle Allah’a emanet ediyor ki bu emaneti melekler taşıyor.,

“Peygamberleri onlara "Onun hükümdarlığının belgesi, size (levhaların bulunduğu) Tabut'un gelmesidir ki onda Rabbinizden bir sekine (güven duygusu ve huzur) ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden arta kalanlar vardır. Onu melekler yüklenip-taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda sizin için kesin bir ayet (delil) vardır" dedi. (2-Bakara 248)”

Buluşma yeri niye iki denizin birleştiği yer oldu sorusuna ise yine Musa (a.s.)’ı anlamaya çalışarak yaklaşıyorsunuz. İki denizin birleştiği yerin, kendi asasıyla vurarak ayrılmasına vesile olan yer olduğunu gören ve bu iki denizin asla birbirine karışmadığını bilen Musa (a.s.), bu gördükleriyle mucizenin henüz bitmediğini, devam ettiğini anlayabildiği için “Denizi niye yardın?” sorusuna da gelecek nesiller adına cevap bulabiliyor. İki denizin birleştiği yerin hikmetini anlamak için konuyla ilgili ayetleri tek tek incelemeye devam ediyorsunuz.,

“Denizi olduğu gibi açık bırak. Onlar (orada) boğulacak bir ordudur. (44-Duhan 24)” ayetinden hareketle, iki denizi birbirine salarak birleştirenin Musa (a.s.) olmadığını anlıyorsunuz. Peki bu iki denizi birbirine kim saldı sorusuna açık cevap olarak şu ayetle karşılaşıyorsunuz.,

“Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. (55-Rahman 19)”

Rabbimiz bu iki denizi birbirine salarken bir ayet, bir işaret koydu mu diye sorduğunuzda ise şu ayetle karşılaşıyorsunuz.,

“İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur. Biri (diğerine göre daha) tatlı ve susuzluğu giderici, diğeri ise (daha) tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir berzah (engel) ve aşılmaz bir sınır koymuştur. (25-Furkan 53)”

Rabbimiz bunu niye yaptı ve Kur’an’da bu mucizeden niye sık sık bahsediyor sorularınıza ise kıyamete kadar sürecek olan Sünnetullah gerçeğiyle cevap veriyorsunuz. 4000 yıl önce denizi yararak bu mucizeyi gerçekleştiren Rabbimiz, iki deniz arasına günümüz bilimselliğinin açıklayamayacağı bir berzah koyarak mucizenin devam ettiğini ve ahir zamandaki Deccal yandaşlarının da aynı Sünnetullah’ın gereği olarak küfründe ısrar eden Firavun ve yandaşları gibi helak edileceklerini bildirmektedir. İlk günkü tazeliğiyle karşımıza çıkacak olan bedenin Firavun’a ait olup-olmadığı ise iki deniz arasında ortaya çıkacağı için hiç tartışılmayacaktır.

Yeterli olmadıysa yıllardır yaptığımız gibi bir daha, bir daha anlatabiliriz..
Merve Gizem Gürsoy
12-05-2020 22:22
#4642
Kur'an'ı Rab'ça anlamak

Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, lütfu ve inayeti hakkıyla iman eden kulları üzerine olsun. Değerli Mehmed Alagaş hocam, yazdıklarınızı ilk okuduğum günden bu yana bana kattıklarınız ve katmaya devam ettiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ediyorum. Rabbimiz sizi mükafatlandırsın. Yazınızın bir bölümünde "Burada mesele ayetin türkçe karşılığını anlamanın ötesinde Rabça karşılığının anlaşılması ve İlahi hikmetin kavranılmasıdır. Nitekim müşkil bir ayetin türkçe karşılığını anlamak birkaç saat sürerken, bu gibi ayetlerin Kur'an bütünlüğündeki derin anlamına ulaşmak onlarca yıl sürmektedir." diyorsunuz. Ve bir yorumunuzda "Mesela bir çoğunuz evlerinizde Kur’an’ı eline alıyor ve “Öyleyse insanlardan korkmayın, Ben'den korkun.. (5-Maide 44)” ayetini okuduğunuz zaman bu açık gerçekliğe hiçbir akli itirazın olmadan tasdik ederek geçiyorsunuz. Diyelim ki gece vakti bir dağın başındasınız, gök yarıldı ve Rabbiniz sizlere “İnsanlardan korkmayın, sadece Ben'den korkun..” diye seslendi. Bu ses üzerine insanlarla konuşmalarınızda yaptığınız gibi bu sözü aklen tasdik edeyim mi-etmeyim mi düşüncesine hiç kapılmadan iman eder ve haşyet duygularıyla dünyada insanlara zulmeden tüm müstekbirlerin gözünüzde küçülüverdiğine şahit olursunuz. İyi ama evde okuduğunuz kelam ile dağda şahit olduğunuz kelam aynı Rabbin kelamı değil mi?" demişsiniz. Bu ifadeleriniz beni öyle derinden etkiledi ki.. Çok eksik olduğumu ve Kur'an okurken yanlış metod izlediğimi farkettim. Yıllar önce Kur'an'ı mealiyle okumaya başladığımda, bazı tavsiyeleri dikkate alarak günde bir cüz bitirmeye çalışıyordum. Bunu uzun süre devam ettirdim. Şartlarım gereği çalışmaya başladığımda ise günde bir cüz okumasam da on sayfaya tamamlamaya çalışıyordum. Tabi tahmin edeceğiniz üzere arapçasıyla birlikte olunca hızla okuyup geçiyordum. Sizin de belirttiğiniz gibi bu beyne bilgi depolamak oluyor. Her hangi bir konuda ilgili ayetleri hemen hatırlıyordum. Oysa derinleşemedikten ve ayetleri indiriliş gayesi istikametinde anlayamadıktan sonra bilginin insana ne yararı olur ki? Bu ifadelerinizi dikkate alarak bakış açımı değiştireceğim İnşaallah. Buradaki yorumları dikkatle okuyup sessizce takip ediyorum. Maşallah kardeşler bir hayli yol almışlar. Bende düzenli olarak takip etmeye çalışacağım. Allah sizlerden razı olsun.

Selam ve Dua ile..
Mehmed Can
12-05-2020 18:39
#4641
Selamunaleykum

Rabbime hamdolsun ki, cahiliye dönemimi geride bıraktığım yıllarda çok da geç kalmadan senin gibi bir klavuz, bir dost, bir ağabey ile tanışmak nasip oldu Mehmed abi. O yıllardan bu zamana kadar birçok meselede sadece soruların cevabını değil, hangi sorunun sorulacağını ve cevaba giden yolları göstererek aslında bizlere bir usul, bir metod, bir bakış açısı kazandırdın. Bazen o an için anlayamayıp, konuyla ilgili getirdiğin açık ayetlere iman ederek zaman içinde yaşayıp-gördükten sonra idrak ettiğim meseleler de oldu. Geçen yıllarla, esen rüzgarlarla savrulan insanları gördükçe bizleri çağırdığın sağlam Kur'an limanı için sana hep dua ettim ve ediyorum. Bu değerlendirme başlıkları vesilesiyle son kitaplarında anlayamadığım bazı meselelerin daha da açıklık kazandığını,   o cevaplara giden yolları da biz kardeşlerinle paylaştığını görerek en başından beri dikkatle ve ilgiyle takip ediyorum.

Bu meselede de anladığım boyutların yanı sıra, anlayamadığım ya da anlatamayacağım hususlar olsa da önceki yorumlardaki şu nasihatini dikkate alıyor, sınıftaki sessiz kardeşlerimin de dikkate almasını tavsiye edip takibe devam ediyorum.

"..İman kalp ve akıl ile oluyor diyorsun ama iman asıl itibariyle kalb ile oluyor. İman etmekten ziyade bilmek isteyen akıl, kalbin kullandığı bir araçtır ve tahkiki imanın gerçekleşmesinde kalbe yardım eder. Ancak taklidi imandan sakınmak için -ki sakınmamıza illa ki gerek yoktur- akıllarını kalplerinin önüne geçirenler, her İlahi gerçeği akli temellere oturtamadıkları için bu gerçekleri küçücük akıllarıyla tevil etme ve bunun da ötesinde kabul etmeme yanlışına düşmektedirler. İşte bu noktada gerçek mü’minler, iman mükellefiyetinin akıllarını da kuşattığını idrak ederek, akıllarının ulaşamadığı İlahi gerçeklere de (temiz aklın bir gereği olarak) akıllarıyla da iman etmektedirler. Ki tahkiki imanda aklın bilmesi-anlaması söz konusu iken burada aklın imanı söz konusudur ve Rabbimiz katında bu çok makbul bir imandır."
Metin Karakaş
12-05-2020 03:30
#4640
Hocam selam aleykum,

İnsanların hidayetine vesile olmak adına yaptığınız tüm hak çalışmalar için Rabbim sizden razı olsun.
Her zaman dediğim gibi seni öncelikle kendine değil Allah'a ve kitabına çağırdığın için seviyor, sayıyor ve çalışmaların aracılığıyla insanları Allah'a kulluğa davete çağırmaya çabalıyorum. Allah izin verdiği müddetçe bu çabamı gücümün tıkandığı yere kadar yapmaya azimliyim. Senin kadar vakıf olamasak da ortaya koyduğun hak delillere biz de iman ediyor ve gücümüz yettiğince insanları Sünnetullah çerçevesinde tevhid akidesine davet ediyoruz.

Senin de bildiğin gibi insanların ortaya koyduğun hak delillere ve ayetlere dayalı tanımlamalara iman edip dosdoğru bir kimlikle ve Kur'an merkezli olarak kulluklarını yaşamaları, cenneti ve rahmeti umabilmeleri için ayetlere dayalı birer vesiledir.

Benim için bunun ötesi yıllar alacak ciddi Kur'an çalışması gerektirdiği için, benim buna şimdilik ne vaktim ne de enerjim var.Bildiklerimle bu değerlendirmeye ben de çok şeyler katabileceğimi düşünmüştüm ama size yetişemediğimi hissediyorum. Anlattıklarınızı anlamaya çalışmaktan, anlatmaya fırsat bulamadığım için sen ve kardeşlerimden helallik diliyorum.

Rabbimin benim ve ailemin ayaklarını hak dininde sabit kılmasını umuyor ve kendimi sınıfta sessize alırken Sizi ve kardeşlerimi pür dikkat dinlemeye devam ediyorum.
Sizin de dediğiniz gibi hocam “Hüküm Hak, akibet hayır”.


İnşirah Melal
12-05-2020 01:39
#4639
Selamaleykum

Eyvallah hocam.. "Dünya Düz Mü?" başlığındaki yorumlarınızdan birinde değerlendirmenin gidişatı ile ilgili şöyle bir benzetme yapmıştınız;
"..Kendimizi ara sıra raylara oturmamış vagonları çekmeye çalışan bir lokomotife benzetiyoruz. “Bu örnekteki raylar ne ola ki?” diye soracak olursanız, utana sıkıla “Ayetlere hiç kuşku duymadan iman etmek ve bunu ifade etmekten hiç çekinmemek” cevabını verebiliriz. İlmi bir çekinceyle susmayı tercih ederek yazılanları ciddiyetle takip eden kardeşlerimiz elbetteki çoğunluktadır. Fakat anlayış ve anlatım düzleminde belli bir seviyeye gelen arkadaşlarımızın suskunluğunu neye yoralım ki?.."

Bu sözlerinizle kendilerine düşünür denilen düşünmeyenleri kastettiğinizi biliyoruz. Bizler o değerlendirmeden sonra rayları ayetlerle açık bir şekilde ortada olduğu için anlaşılması çok daha kolay olan o meselede son istasyona erişenlerle birlikte yolumuza devam ediyoruz. Ancak siz de takdir edersiniz ki, arka vagonlar istasyona en son erişenler oluyor. Bugün için adım adım yürüyerek geldiğimiz bu köyü gören çok fazla kişi olmasa da attığınız her adımda bıraktığınız izleri takip edenler, elbette bu köyü de göreceklerdir..! E tabi ki sizin de her fırsatta hatırlattığınız gibi önce kendilerini “Zikrettiğiniz ayetlerle döşenmiş o Ray'lara" oturtup malum istasyona varmaları şartıyla..!

İlk verdiğinizde çok etkilenerek, etrafımdaki kardeşlerimle de her fırsatta paylaştığım gövde-dallar/somut-soyut örneği o kadar yerinde o kadar güzel bir örnek ki; sadece bu konularda değil, tüm ihtilaflı meselelerde samimiyetle yaklaşan müslümanlara ışık tutacak ve Âl-i İmrân Suresi'nin 7'inci ayetine tefsir niteliği taşıyan bir örnek..!

Ve bu örneğin anlattıkları doğru anlaşılmadan, bütün vagonlar Ray'lara oturabilecekmiş gibi gözükmüyor..!
"Allah kolaylık versin” duasıyla.
Mehmed Alagaş
11-05-2020 23:45
#4638
Ve Aleykümselam

Beyyinelerle ilgili İnşirah kardeşimizin yaptığı alıntılar, gerçekten üzerinde durulması ve araştırılması gereken alıntılardir. Kur’an-ı Kerim’deki bu beyyineler arasında, halk arasında kıyamet alameti denilen dabbetül arz, ye’cuc ve me’cuc’ün çıkması, duman gibi ayetlerin yanı sıra insanları zora sokmayacak, davetin ve davetin asli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in Hak bir İlahi Kitab olduğunu tüm insanlara göstererek bu yüce Kitab’ı dünya gündemine getirecek beyyineler de vardır. Bütün bu beyyineler Sünnetullah sürecine giren dünyanın, Sünnetullah’ın her aşamasına göre karşılaşacağı beyyinelerdir. Burada önemli olan bu beyyinelerin tecellisindeki hikmetleri kavrayarak, Sünnetullah’ın hangi aşamasında hangi beyyinelerle karşılaşılabileceğini dikkate alarak hazırlıklı olmak ve bu beyyineleri İlahi murada uygun olarak gündeme getirmektir. Mesela kitaplarımızdan konuya vakıf olan kardeşlerimizin de anlayabileceği gibi dabbetül arz, ye’cuc ve me’cuc’ün çıkması ve en sonunda duman gibi ayet tecellileri, Sünnetullah’ın üçüncü aşaması olan mühlet döneminde karşılaşılacak olan dayanılması zor ayet tecellileridir.
Bizlerin öncelikle üzerinde duracağı beyyineler elbetteki insanları zora sokmadan yapılan davetlerin ve Sünnetullah sürecinin hak olduğunu gösterecek beyyinelerdir. Bu beyyineler neler olabilir sorusuna, Kur’an’ı dikkate alan ve araştıran mü’minler olarak tabi ki tek bir cevap veremiyoruz. Çünkü bu muazzam Kitab’da 15 asır öncesinden bildirilen öyle İlahi hakikatler vardır ki, insanlar için her biri başlı başına bir beyyine, bir mucize niteliğindedir. Bunların ne olduğunu araştırmak için Kur’an’da “Bunda insanlar için ayetler vardır” ifadesi geçen ayetleri önce ve sonrasını dikkate alarak tefekkür edebilirsiniz. Rabbimiz birçok ayette bu ifadeyi kullanmasına rağmen sözü edilen ayet, sözü edilen İlahi gerçeklik henüz tecelli etmemiş veya insanlar tarafından henüz anlaşılmamış ise bilin ki kıyamet kopuncaya kadar bu ayetler illa ki tecelli edecek, illa ki anlaşılacaktır.

“Kur’an-ı Kerim ilim değil sadece ibadet kitabıdır” diyerek ilmi günümüz bilimselliğinde arayanlar, aradıkları ilimle değil belayla karşılaşacaklardır. Oysa yöneldikleri bilimsellik zamanı tarif etmekten aciz iken Kur’an-ı Kerim Zülkarneyn kıssasında zamanda yolculuktan söz etmekte ve Ashab-ı Kehf olayında bunun yöntemini açıklamaktadır. “(Kendisine ve getirdiklerine karşı) küfredilip-nankörlük edilmiş olana bir mükafat olmak üzere (bu gemi) gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. Andolsun ki Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (54-Kamer 14.15)” ayetlerinden hareketle yüksek dağların üzerinde Nuh’un gemisini arayanlar, aradıkları ayetin ve bu ayetin beyyinesinin Kur’an’da olduğundan habersizdirler.
Ahir zamanda İsa (a.s.)’ın gelmesini bekleyen müslümanlar (Rabbimizin hangi çağda nelere önem verildiğini dikkate alarak peygamberlerini o konularda ayet ve mucizelerle gönderdiğini dikkate almadıkları için) içinde bulundukları bilim ve teknoloji çağına bir peygamber gelecek, bir peygamber uğrayacaksa, bu peygamberin Zulkarneyn kıssasında bildirildiği gibi kendisine zaman da dahil her yol için bir sebeb, bir ilim verilmiş olan Süleyman (a.s.) olacağını hiç anlamazlar.
Ve bunlar gibi daha birçok beyyineler… İşin hazin tarafı kendilerine araştırmacı denilenler bile bu beyyineleri, bu gerçekleri Kur’an’dan anlayamadıkları gibi anlayan kardeşlerinin anlattıklarından da anlayamamaktadırlar!. Yıllardır neden anlamadıklarını, anlayamadıklarını yine yıllar önce şu cümlelerle ifade etmiştik.,

“İslami araştırmalarda bulunduğumuz konular veya meseleler genellikle ağaç gibidir. Kur'an-ı Kerim bazı ayetlerle meselenin gövdesini beyan ederken bazı ayetler de bu gövdeye bağlı olan dalları beyan eder. Gövdeye bağlı olan bir dalı açıklayan ayeti gövde yerine koymak ne kadar yanlış ise bu dalları gövdeden bağımsız olarak ele alıp-açıklamaya çalışmak da o kadar yanlıştır. En kolay araştırma konuları Kur'an-ı Kerim'de gövdesi ve dalları somut yani müşahhas olarak verilen konulardır. Bu konuları araştırmak ve müslümanlarla ortak bir çizgide anlayarak anlatmak genellikle kolaydır.
Kur'an-ı Kerim'de bazı konular ise gövde somut ve anlaşılır ayetlerle verilirken, dallara ait bazı ayetler soyut yani mücerret olarak verilmektedir. Araştırmacı kardeşlerimiz bu durumlarda ciddi bir dikkat ile somut gövdeden hareket ederek, dallara ait soyut ayetleri müşahhas yani somut hale getirebilirler.
Meselenin daha zor olan üçüncü kademesinde ise konuya ait dalları beyan eden ayetler Kur’an’ın muhtelif yerlerinde somut iken araştırmacı kardeşlerimiz için gövde soyut yani mücerret bir durumdadır. Böylesi konularda araştırma yapan kardeşlerimizin büyük bir dikkat ve derinlik ile somut ayetlerin hepsini ayrı ayrı tesbit etmeleri ve bu ayetlerin ortak istikametinden hareket ederek gövdeyi somutlaştırmaları gerekir. Tabi ki çok ciddi ve uzun çalışmalar gerektiren araştırmalardır bunlar. Böylesi araştırmalarda konuya hakim olarak sonuca ulaşmak ve meseleyi anlamak zor olduğu gibi ulaştığınız sonucu kardeşlerinizle paylaşabilmek de zordur. Çünkü yüz ayrı dalın ortak istikametinden hareketle ulaştığınız gövdeyi kardeşlerinize anlaşılabilir kılmanız, onların da bu yüz ayrı dalın ortak istikametini görmelerine ve anlamalarına bağlıdır.
Nitekim ahir zamanla ilgili "Sona son kala" ve "2012 ve İki deniz arası" kitablarımız, kardeşlerimiz tarafından en az anlaşılan kitablar olmuştur. Çünkü somut yani müşahhas olan ana gövdeden, soyut yani mücerret olan dallara doğru yaptığımız diğer kitab çalışmaları daha rahat anlaşılabilir iken ana gövde soyut olduğu için somut dallardan soyut gövdeye doğru yaptığımız ve soyut gövdeyi ancak somut dalların birleştirilmesiyle somutlaştırdığımız çalışmalar, kendileriyle birebir konuştuğumuz kardeşlerimiz dışında kalanlar için çok daha zor anlaşılan kitab çalışmaları olmuştur..”

Araştırma yöntemleriyle ilgili bu yazdıklarımızın ne anlama geldiğini henüz anlamayanlar, bu yöntemden hareketle yaptığımız araştırmalar sonucu yazdığımız kitabları illa ki anlayacağız iddiasında bulunmasınlar. Bu araştırmacıların zamanda seyahati anlamaları bir yana, anlaşılması çok daha kolay olan iki deniz arası ayetini bile anlayamadıklarını görüyoruz. İnşirah kardeşimiz de son yorumunda, birlikte yaptığımız bu değerlendirmede adım adım geldiğimiz köyü göstererek klavuzluk yapmakta ve yine de ihtiyaden “Umarım hızlı gitmemişimdir” demektedir.
Hızlı gitmedin İnşirah ama bir say bakalım köyü gören kaç kişi var?
Mustafa Aksel
11-05-2020 03:49
#4636
SELAMÜNALEYKÜM

Dünyadaki hadiseleri okuduğumuzda düzenin artık eskisi gibi olamayacağı aşikar, şöyle bir gerçek de var ki, bu yaşananlar Rabbimize rağmen yaşanabilecek planlar değil… Köksal abinin değindiği nokta çok önemli diye düşünüyorum. Batılı yaymak için sosyal medya namlularını insanlığa çevirmiş bu deccal zihniyetine karşı, bu araçları Hakkı ortaya koymak için daha etkili ve nitelikli kullanmalıyız diye düşünüyorum. Evet Kur'an'ın hiçbir yerinde Rabbimiz bizlere devlet kurmayı emretmiyor ama öyle bir emir var ki durduğumuz her dakika savaştan kaçmak anlamına gelebilir; “(O halde) sen kafirlere itaat etme ve onlara bununla (Kur'an'la) büyük bir cihad ver. (25-Furkan 52)

Bizler biliyoruz ki, batıl gündemlerden sıyrılıp Hak bir gündem oluşturmaya niyet edersek Rabbimiz de bizlere kapılar açacaktır. Bu zihniyeti günümüz dünyasında silah, para ya da herhangi bir beşeri güçle yenmemizin mümkün olmadığını görebiliyoruz ama Allah'a olan imanımız ve sadakatimiz ile göstereceğimiz gayretin asla sonuçsuz kalmayacağını da biliyoruz;

İşte bu bilinçle tecelli edeceğine iman ettiğim beyyinelerle ilgili yorumları dikkatle takip ediyorum..


İnşirah Melal
10-05-2020 23:05
#4635
Selam aleykum

Yorumları dikkatle, vefanın merkezinde yaşanan dostluk ve kardeşlikleri muhabbetle takip ediyorum. Bu önemli meselede bir akış içinde ilerlerken, Mehmed hocamın bazı yorumlara cevap vererek konuyu ve bizi dinlendirdiğini düşünüyor, bundan dolayı da teşekkür ediyorum. Son yorumunda “Sünnetullah öncesi yaşadığımız bu sisli dönemde” ifadesini kullanarak, yaşadığımız dünyanın henüz Sünnetullah sürecine girmediğine işaret edince aklımıza gelen ilk soru “Dünya Sünnetullah sürecine ne zaman girecektir?” oluyor. Lakin bu soruya açık bir cevap aramadan önce hocamın önceki yorumunda bizlere ilettiği şu cümlelerin önemle üzerinde durulması gerektiğine inanıyorum;

“Şanı yüce Rabbimizin peygamberlerine yönelik bu genel yaklaşımını ve yardımlarını dikkate aldıktan sonra günümüze gelecek olursak, Sünnetullah istikametindeki bu tevhidi mücadeleyi verebilmemiz için nelere muhtaç olduğumuzu tek tek açıklayabiliriz. Önce deriz ki “Ya Rabbi, biz insanları Sana davet edip Sünnetullah ile tehdit edeceğiz ama son helaktan bu yana 4000 yıl geçtiği için günümüz insanları geçmişteki helakları masal-efsane olarak görüyor. Sen bu insanların, Fil vakasında gördüğümüz gibi Sünnetullah hafızalarını tazeleyecek misin?” Kur’an’a dayalı olarak yaptığımız davetin hak olduğunu göstermek için yaklaşık 15 asır önce indirdiğin ayetlerin beyyinelerini açıklayıp, tecellilerini gerçekleştirecek misin? İlahi daveti yine kabul etmezlerse, mühlet döneminde onlara açık musibetler gönderecek misin? İşte haklı gerekçelere dayanan bütün bu haklı sorularınıza, Hak’kın ta Kendisi olan Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de verdiği hak bir cevap vardır., EVET..”

Mehmed hocamın bütün çalışmalarını yakından takip etmeye çalışan bir müslüman olarak buna ben de şahitlik ediyor ve Sünnetullah çizgisindeki tevhidi mücadeleye talip olan her kardeşim gibi Rahman’ın vaadlerine iman ederek “Rabbimiz, bize resullerine vadettiklerini ver ve kıyamet gününde bizi 'hor ve aşağılık' kılma. Şüphesiz ki Sen vaadinden asla dönmezsin. (3-Al-i İmran 194)” duasında bulunuyorum. Bu anlatılanlardan hareketle üzerinde durmak istediğim konu, hangi beyyine ve tecellileri, Sünnetullah’ın hangi aşamasında beklememiz gerektiğidir. Çünkü aynı yorumda şu ifadeler de geçiyordu;

“Şanı yüce Rabbimizin davetin ilk aşamalarında gösterdiği ayet ve mucizeler, davete muhatap olan insanları zora sokmayacak, İlahi davetin Hak kaynaklı olduğunu gösterecek ayet ve mucizelerdir. Davetin hak olduğunu görmelerine ve Sünnetullah ile tehdit edilmelerine rağmen yine inkar eden ve “Bu azap vaadi hak ise hemen gelsin” diyenlere üçüncü aşama olan mühlet döneminde gönderilen ayet ve mucizeler ise insanlar küfürden dönsünler diye onlar için başlı başına bir dert ve musibet olan ayet ve mucizelerdir”

Bu ifadelerden Sünnetullah’ın ilk aşamasında İlahi davetin Hak kaynaklı olduğunu gösterecek olan ayet ve mucizelerin, davete muhatap olan insanları zora sokmayacağını anlıyoruz. Kur’an-ı Kerim’deki beyyineler ve ayetler üzerine ciddi araştırmalarda bulunan hocamızın, bunlardan bir çoğunu kitablarına aktararak bizlerle paylaştığını da biliyoruz. Tüm bunları dikkate aldığımda; ilk tecelli edecek beyyinenin, İki deniz arası ve iki deniz arasında bulunacak olan Firavun’un korunmuş cesedi olacağını anlıyorum. Zira bu beyyine insanları zora sokmayacak, insanlar için dayanılması zor bir musibet olmayacak olan bir beyyinedir.!

Bu ön tecelliler ile dünya insanlarının hem Sünnetullah hafızaları tazelenmiş olacak, hem de bu davetin asli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in hak bir Kitab ve davetin de hak bir davet olduğu açıklık kazanacaktır. Nitekim dünya da bu tecelliden sonra Sünnetullah sürecine bil fiil girmiş olacaktır. Mehmed hocamın son yorumlarından genel olarak benim anladıklarım bunlardır.. Çoğunlukla geride kaldığım bu değerlendirmede umarım bu yorumumla hızlı gitmemişimdir.
Köksal Şahin
10-05-2020 06:50
#4632
Bütünlük ve kamuoyu

Selamünaleyküm,

Bize imanı sevdiren, küfrü, yoldan çıkmayı ve isyanı çirkin gösteren Rabbimize hamdolsun. Vefat eden Ercan kardeşimizi şahsen tanımasam da Mehmed Abi'nin şahitliğine itibar ediyor ve duasına "amin" diyorum, Rabbim geride kalanlarına sabırlar versin..

Mehmed Abi'nin maddeler haline getirip özetlediği hareket yönteminin bütünlüğünü, yine kendisinin yaptığı bir teşbihle vurgulamak istiyorum. Sadece secde ederek veya sadece rükû ederek "namaz kıldım" denilemez. Çünkü namaz kendisini oluşturan tüm parçaları ile bir bütündür, bir farzı bile eksik bırakıldığında eda edilen şey namaz değildir. Yaşadığımız çağı "koyu cahiliye dönemi" olarak tarif ettiğimize göre, Rabbimizin emrettiği şekilde yapılacak mücadelenin her aşaması da toplamda bir bütünü ifade etmekte ve her bir merhalenin ayrı ayrı ifa edilmesi gerekmektedir. O yüzden; insanları Allah'a davet edip Cennet'i müjdelemeden ve Sünnetullah gereği karşılaşmamız muhtemel helâk gerçeği ile yüzleştirmeden oturup Allah'ın emrinin gelmesini beklemek, kendi içinde tutarsız bir davranış olacağı gibi sahiplerini de böyle bir helâktan kurtarabilir mi bu da ancak Âlim olan Rabbimizin bileceği bir konudur.. "Ne yapalım elimiz kolumuz bağlı, bizim onlara gücümüz yetmez" şeklindeki bir anlayışın varacağı nokta elbette bu olacaktır. Belki insanlardan ve teknolojiden/iletişim imkânlarından uzak veya insanlarla iletişimde sorun yaşayan müslümanlar için bu bir mazeret olabilir ki bu gibi kardeşlerimizin de en azından kalpleri ile buğz etme yükümlülükleri vardır.. Ancak eli ayağı tutan, insanlarla iç içe yaşayan ve her türlü iletişim imkânına sahip kardeşlerimizin "iyiliği emredip kötülükten sakındırma" yükümlülüklerinin olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Yoksa insanlara Sünnetullah'ı anlatmak ve hayra davet etmek sadece bu sitedeki üç-beş müslümanın görevi değil elbette.

Mehmed Abi'nin bahsettiği ve biraz daha detaylandırmasını ümit ettiğimiz ayetlerin gerçekleşmesini (beyyineler, mucizeler, tecelliler ve insanların Sünnetullah hafızasını tazeleyecek Rabbani hadiseler) heyecanla bekliyoruz. Ancak bu beklentiye girmeden önce, içerisinde bulunduğumuz davet, müjdeleme ve korkutma aşamasında sesimizi olabildiğince fazla sayıda insana duyurmamız gerektiğini düşünüyorum ki Allah'ın izni ile bir kamuoyu oluşturulabilsin ve yeri-zamanı geldiğinde insanlar gözlerini nereye çevireceklerini iyice bilsinler. Bunun için de bu sitenin daha fazla insan tarafından takip edilmesini sağlamaya yönelik çalışmalar yapmamız gerektiği kanaatindeyim. Meydanı dünyevi heva-hevesleri için Allah'ın ayetlerini gizleyen din! adamlarına ve Deccal'in emrindeki dünya medyasına bırakmamak için bu hazırlıklara önceden başlamak gerek. Gerçi gönül ister ki Sünnetullah gerçeğini anlatan binlerce site olsun, yüzlerce alim olsun ama maalesef ufukta görünen birileri yok şimdilik ve korkarım "küre dünya" itikadlarıyla yüzleşmeden de kimse olamayacak bu meydanda. En doğrusunu Rabbim bilir..
Muammer Özkan
10-05-2020 04:14
#4630
Selam dua sevgi

Deli demelerinden değil, Rabbimizin razı olmadığı bir durumda bulunmaktan hayıflanırız. Allahtan başka rabler edinenler, özellikle bu son dönemde bilimsellik putuna secde eden akıllılar; Allah’ın apaçık gidiniz dediği yolu ve istikameti bırakarak , kendi akıllarıyla kutsadıkları bilimin kendilerine verdiği navigasyonla köprüler aramaya devam etsinler, o günün delileri güzel müslümanlar ise onlar köprüyü bulamadan dereyi çoktan geçmiş olacaklar İnşaallah. Belamlar, kandırılanlar, bilimi kutsayarak ayetlerin gösterdiği gerçekleri göz ardı edenler, bilime ters düşmeme adına tevil edenler, Sünnetullah gerçeğini ve hikmetini anlamayanlar; istedikleri kadar uğraşsınlar, çeşitli tezgahlar kursunlar, çırpınsınlar; Sünnetullah öncesi bazı ayet ve mucizeler öyle berrak ve açık olarak ortaya çıkacak ki; aklı selim herkes kralın çıplak olduğunu görecektir. Halkımızın küçük kıyamet dediği ölümden kaçış ve kurtuluş olmadığı gibi, büyük kıyametten de kaçış ve kurtuluş olamayacaktır. Bize bizlere düşen Tevhidi çizgimizi koruyarak insanları tevhide davet etmektir. Alagaş kardeşimizin de ifade ettiği gibi o günler; yaşı yetmişe dayanmış biz kardeşlerinize nasip olur mu bilemiyoruz. Önemli olan o günkü tevhid erlerinin bu olaylar ve bu olayların vuku bulduğu dönemlerde ne yapacakları, neyi sunacakları, neyi konuşacakları gibi konular üzerinde bilinçli, donanımlı ve dolu olmalarıdır.. Kimliklerimizin her yeni güne Rabbimizin razı olacağı ve istediği bir şekilde gelişim göstermesidir. Kimliklerimizin Kuran bütünlüğünde ve Allah Rasülünün örnekliği dikkate alınarak onarılması ve oluşturulması çok önemli diye düşünüyorum,
Münih’ten selam ve dualar
Mehmed Alagaş
10-05-2020 01:37
#4629
Ve aleykümselam

Ercan isimli bir kardeşimizi dün gece Rabbimize uğurladık. “Allah rahmet etsin, taksiratını affetsin” diyor ve bu duaya amin demenizi diliyoruz. Tabi ki dünya imtihanı ve dünya sürgünü henüz bitmeyen biz mü’minler, Rabbimizin yanında durarak bizlere izzet kazandıran mücadelemize devam edeceğiz.

Çok önemli konumuzu işlerken ahir zamanda açıklık kazanacak beyyinelere değinmeye başlamıştık. Bu konulara önem vermemizin, önemli bir nedeni vardır. Uzun yıllardır tecelli edecek bu beyyineler üzerinde araştırma yapmamız ve her fırsatta kardeşlerimizle paylaşmaya çalışmamız, Kur’an’ın haber verdiği bu beyyineler tecelli ettiği zaman meydanların bel’amlara kalmaması içindir. Hiç kuşkunuz olmasın ki Deccal’in emrindeki dünya medyası, bu tecellileri eğip-bükmeye kalkışacaklar ve büyük ünvanlar verdikleri din adamları vasıtasıyla farklı mesajlara tevil ettirebileceklerdir. Mesela iki deniz arası mucizesi tecelli ettiği zaman dünya medyasında boy gösterecek olan bu bel’amlar, bunu inkar edilemez bir mucize olarak görecekler ve bu mucizeyi Allah’ın kudretine bir delil olarak kabul edip dosyayı kapatmak isteyeceklerdir!. Oysa yaratılmış alemdeki herşey Allah’ın kudretine bir delil iken bu tecellideki İlahi murad, dünya insanlarının Sünnetullah hafızalarının tazelenmesidir.

Deccal’in emrindeki dünya medyası bunu yapabilir, İlahi tecellileri sulandırmak ister mi diye bir soru sormayınız. Elbetteki isterler ve bunu başarabileceklerine de inanırlar. Asırlardır para ve bilimsel masalların gücüyle insanları aldatmak bu şeytani zihniyet için çocuk oyuncağı olduğu için tabi ki bu sulandırmayı yapmaya da yelteneceklerdir. Hiçbir insanı özellikle müslümanları aldatamazlar diyen saf arkadaşlarımız olabilir. Ya Hu bu adamlar Kur’an-ı Kerim ifadesiyle dümdüz ve dönmeyen bir karar yeri olduğu açıklanan bu dünyayı, bilimsellik adına söylenen safsatalarla dönen bir küre olduğuna inandırmadılar mı, böylesine gülünç bir yalanı insanlara asırlardır yutturmadılar mı? Bu büyük yalanı bilimsel denilen görsel yalanlarla dünya insanlarına ve bunun da ötesinde müslümanlara dahi öyle yuttururlar ki, yuttuklarını hazmedip görsel yalanlara adeta iman eden bu müslümanlar bile bilimsellik putunu kırmak isteyen kardeşleri açık ayetlere ve tarafsız gözlemlere dayanan tesbitlerle “Dünya düz ve dönmüyor” dediklerinde gülerek alaya alırlar veya bu müslümanlara deli gözüyle bakarlar!.
Müslümanların geneline bakıp “Öyle değil mi?” diye sormuyoruz. Çünkü peşlerinden gittikleri alim ve hocalar bile hala öyle!. Gerçi bizlere deli demelerini de pek yadırgamıyoruz. Yıllar önce bize deliliğin ne olduğunu sorduklarında, yaşadıklarımızdan hareketle psikolojik çeşitlemelere girmeden “İnsanlarla paylaşamadığı, insanlara bir türlü anlatamadıkları gerçeklerle karşılaşan insanlara toplum tarafından deli denir” demiştik. Bizler de henüz bu gerçekleri genel düzlemde anlatıp-paylaşamadığımıza göre bizlere deli denilmesini yadırgamamalı, makbul olmasa da makul karşılamalıyız.

Kemal Sallabaş kardeşimiz (ki bu arada eski ve eskimez dostum Kemal Songür'e de "Eyvallah kardeşim" diyorum) imani heyecanla “Avazımızın çıktığı kadar” bunları anlatmalıyız diyor. Sakin ol Kemal, Sünnetullah öncesi geçirdiğimiz bu sisli dönemde bizler yine sakin bir şekilde tevhidi yaşayıp, insanları bu tevhide davet etmeye devam edeceğiz. Ancak tecelliler başlayıp, dünya Sünnetullah sürecine girdiğinde, işte o zaman “Bunlar Allah’ın ayetleridir ve bu ayetlerin tecellisindeki İlahi murad da budur” diyerek Sünnetullah'ı genel gündeme getirecek ve meydanı bel’amlara bırakmadan sesimiz kısılıncaya kadar haykıracağız.
Tabi ki Rabbimiz kime ömür verirse..
Kemal Songür
09-05-2020 22:34
#4628
selam ve dua ile

Allah'ın rahmeti, bereketi, nusreti üzerinize olsun. Rahman'ın lutfuyla tanıdığımız günden beri (33 yıl) öncelikli derdi-tasası Kur'an'ı doğru anlamak-yaşamak ve kardeşleriyle paylaşmak için geceli gündüzlü cehd ettiğine şahidlik ettiğimiz Mehmed ağabeyimizi Allah için seviyoruz. Gerçekten Kur'an ile tanış olmamıza vesile oluşu, adil şahidliği ve mü'minlere yönelik merhameti, okuma azmimizi tetiklemesi, bizlere gösterdiği abiliği-dostluğu için Rahman rahmetiyle kuşatsın ve razı olsun duasıyla. Buradaki bütün kardeşlerimize sevgilerimizi ve muhabbetlerimizi sunuyorum.
Selam ve dua ile.
Orhan Akdeniz
09-05-2020 20:18
#4626
Dünya nereye gidiyor

Selamun aleyküm Rabbimize layık olduğu gibi Hamd olsun ve şükürler olsun. Bugün ve yarınlara yönelik bekleyen değil beklenen müslümanlar için çok çok önemsediğim bu siteyi ciddi bir şekilde takip ediyor ve takdir ediyorum.

Kuran'i gerçeklerin yakın tarihte ümmet gündemine gireceğinden hiçbir kuşku duymuyuruz.
Rahmet ve Rahmete mashar olmak bizlere yakışmasa da, Rahmet ve merhamet etmek O'na Rahman olan Allah'a çok çok yakışmaktadır. İnsanların Allah'tan ve Sünnetullah'tan gafil olduğu bir donemde, Resulullah(s.a.v)'in risaletinden önce Fil Olayının yaşanması kesinlikle tesadüfi bir olay olmayıp, Rahmana ait aynı rahmet ve merhametin bir tecellisidir. Fil Olayı yaşanmakta ve Sünnetullah ile tehdit edilen insanlara helakla ilgili çok açık bir ayet gösterilmektedir.

Günümüzde müslümanlar da dahil olmak üzere koyu bir karanlık ve şaşkınlık yaşamaktadırlar. İlahi davete muhattab olan insanların kıyamet öncesinde Sünnetullah hafızalarını tazelemek için Rahmandan sona son kala bazı beyyineler açığa çıkacaktır. Bu beyyineler en batıl dindarından en koyu ateistine kadar bütün insanlık için yeterli olacak ve Rabbimizin dilemesiyle somutlaşacaktır. Selam ve dua ile..
Kemal Sallabaş
09-05-2020 17:49
#4625
SELAMÜNALEYKÜM

Yazı ve yorumları okuyunca tefekkür edip taşları yerine oturtmaya çalışıyor, anlamadan yorum yapmak veya belirli bir akış içinde ilerlemek için gösterilen çabayı boşa çıkarmak istemediğimden, bazı yorumları okuyup tıkandığımda soru sormaktan çekiniyor fakat o soruların cevaplarını genelde bir sonraki yorumunda buluyorum amca. Şunu anladım ki;
Belirtmiş olduğun 4 aşamanın gerçekleşmesi Sünnetullah gereğidir.. Bizlerin ise bu helaktan ve azaptan kurtulması, karşılaşacağımız hakikatlere iman etmemize, sonra da bu iman doğrultusunda yaşayarak kabuğumuza çekilmeden ve avazımızın çıktığı kadar, gece, gündüz, gizli, açık tebliğ etmemize bağlıdır.

Zaman kısıtlı.. Dert çok.. Bu derde muhtaç olduğu halde dertlenen azdır.. Zaten seni de bu durum ayrıca dertlendirmektedir. Bir söz vardır amca; ‘’dert adamı söyletir’’ bizler de bu araştırmalar ile hakkı görüp iman edip anlatmanın gayretinde ve derdinde olacağız inşallah. Karşılaşılan gerçeklerin yoğunluğunun derdi yüklenmekle orantılı olduğunu düşünüyorum. Allah dağına göre kar verir. İmtihanı kaybetme korkusu taşıyan biz kullarını da taşıyabileceği yükün fazlasından muhafaza etsin Rabbim..

Bu süreçte gökten kapı da açılsa iman etmeyeceklerin olduğunu bilerek doğru insanlarla karşılaşmayı, zamanı en iyi şekilde kullanabilmeyi diliyor, Hadi olan Rabbimiz'den hidayet isterken, hidayete ulaştıracağı kullarına da bizleri vesile kılması için dua ediyorum;

"Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak ve oradan yukarı yükselseler (yine inanmazlar). Mutlaka "Gözlerimiz döndürüldü, biz büyülenmiş bir topluluğuz" derler. (15-Hicr 14, 15)
Metin Karakaş
09-05-2020 15:21
#4622
Selam aleykum

Size ne kadar teşekkür etsek azdır hocam,

Her türlü cahiliyenin, günahın, fasıklığın tavan yaptığı şu asr-ı rezalet çağında bizlere insanlığın ebedi kurtuluşuna vesile olabilmek için umut veriyor ve bu Sünnetullah daveti için gerekli işaretlerin müjdesini veriyorsunuz.

Yoldan sapmışlara karşı tek kişi dahi olsak bu davet için başta Allah’ın yardımı olmak üzere apaçık ayetlerle insanları hakka davet ve helakla ilgili toplumsal hafızanın tazelenerek davetin hak bir davet olduğunu göstermek için bazı ayetlerin tecelli edeceğini anlıyoruz.

Çalışmalarınız vesilesiyle kıyamet öncesi son çağda gerçekleşecek ve birkaç mü’minin hak davetine destek olacak bir mucizenin de yıllardır anlatmaya çalıştığın iki deniz arası ve Firavun'un bozulmamış cesedinin ortaya çıkması olduğuna tekrar tekrar iman ediyor ve şanı yüce Rabbimize de insanları Sünnetulah sürecine dahil edecek ve kurtuluşlarına vesile olabilecek bu ayetler için tekrar tekrar hamd ediyoruz.

Hiç şüphesiz ki dirisinin değil ölüsünün insanlığa faydası olacak Firavun'un kokmamış cesedi çağdaş firavunlara karşı çok büyük ve ibretlik bir tehdit olacak, iki deniz arası mucizesi de bilimi Allah’ın üstüne çıkarmaya çalışan sözde bilimselcileri ve onlara inanan kitleleri de bizzat şahit olacakları İlahi kudret karşısında aciz bırakacaktır.
Mehmed Alagaş
09-05-2020 02:14
#4620
Ve aleykümselam

40 yıllık dava arkadaşımız Muammer Özkan’a teşekkür ediyor, dualarına amin diyoruz. Yusuf kardeşimiz ruh ile iman arasındaki bağlantıyı soruyor. Yusuf ısrarla belirttiğimiz gibi mahiyeti konusunda çok az bilgimiz olan ruh, İlahi menşelidir. Yani Hak’tandır ve Hak’tan olan Hak’kı sever. Hakka iman da hak olduğu için ruhumuz bu imanı sever, bizi imana teşvik eder ve bizim de bu imanı sevmemize, sımsıkı sarılmamıza yardımcı olur. Hak kaynaklı olan ruh küfrü ve isyanı çirkin gördüğü için kendisiyle barışık olan mü’minlerin de bunları çirkin görmelerine yardımcı olur. Nitekim aşağıdaki ayet-i kerime, bu İlahi lutfa işaret etmektedir.,
“… Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde değerli kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin gösterdi. İşte bunlar irşad (doğruya ulaşmış) olanlardır. (49-Hucurat 7)”
Burada önemli olan ruhu dikkate alıp-ruh ile barışık olarak, ruhun sevdiği takva ile nefsin hoşlandığı fücuru örtmeye, vücut coğrafyasının yönetiminde fücuru değil takvayı etkin kılmaya çalışmaktır. İman kalp ve akıl ile oluyor diyorsun ama iman asıl itibariyle kalb ile oluyor. İman etmekten ziyade bilmek isteyen akıl, kalbin kullandığı bir araçtır ve tahkiki imanın gerçekleşmesinde kalbe yardım eder. Ancak taklidi imandan sakınmak için -ki sakınmamıza illa ki gerek yoktur- akıllarını kalplerinin önüne geçirenler, her İlahi gerçeği akli temellere oturtamadıkları için bu gerçekleri küçücük akıllarıyla tevil etme ve bunun da ötesinde kabul etmeme yanlışına düşmektedirler. İşte bu noktada gerçek mü’minler, iman mükellefiyetinin akıllarını da kuşattığını idrak ederek, akıllarının ulaşamadığı İlahi gerçeklere de (temiz aklın bir gereği olarak) akıllarıyla da iman etmektedirler. Ki tahkiki imanda aklın bilmesi-anlaması söz konusu iken burada aklın imanı söz konusudur ve Rabbimiz katında bu çok makbul bir imandır.

Artık konumuza geçebiliriz. İki önceki yorumumuzda Sünnetullah’a değinmiş ve genel çerçeveyi belirtmek için şunları söylemiştik.,
“Azgınlaşan kavim veya devletlerin karşısında tek kişi de olsalar dahi bütün peygamberlerine Sünnetullah istikametindeki aynı yolu göstermiş ve dört aşaması olan aynı mücadeleye davet etmiştir.
1. İnsanları açık ayetlerle Allah’a davet etmek
2. İlahi daveti reddenleri kendileriyle değil Allah ile Allah’ın toplumsal helakla ilgili sünnetiyle tehdit etmek
3. Yine iman etmemişlerse onlara mühlet vermek
4. Allah’ın emrinin gelmesini beklemek
Bu dört aşamanın ilk aşamasında davetçi ve davetçinin tebliği ciddiye alınmıyorsa, Rahman olan Rabbimiz bazı ayetlerin tecellisi ile bu davete dikkat çekmekte ve insanlara davetin hak bir davet olduğunu göstermektedir..”
Bu satırları tefekkür eden kardeşlerimiz “Birçok peygamber kıssasında Sünnetullah istikametindeki bu tevhidi mücadeleyi aynı şekilde görüyoruz ama bu peygamberlere Rabbimizin birçok ayet ve mucizelerle yardım etmesi söz konusu. Bu İlahi yardımlara mazhar olabilecek yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre, ahir zamandaki üç-beş müslüman bu tevhidi mücadeleyi nasıl sürdürecektir?” diyebilirler. İşte bu kardeşlerimize Kur’an’dan mutmain olmuş bir kalp ile şu müjdeyi veriyor “Sünnetullah istikametindeki tevhidi mücadeleyi veren peygamberlere Rahman olan Rabbimiz nasıl ki ayet ve mucizelerle onlara destek vermişse, aynı imani heyecanla bu tevhidi mücadeleyi verecek olan ahir zaman mü’minlerine de yepyeni ayet ve mucizelerle destek olacaktır” diyoruz.
Bizler bu kutlu ve mübarek davada Rabbimizin yanındaysak, hiç ama hiçbir kuşkunuz olmasın ki Rabbimiz de ayet ve mucizeleriyle yanımızda olacaktır. Bu ayet ve mucizelerin ne olduklarını ayet ayet konuşmazdan evvel, Rabbimizin Sünnetullah istikametinde tevhidi mücadele veren peygamberlerine hangi aşamada, hangi keyfiyetteki ayetlerle yardımcı olduğunu anlamamız gerekir.
Şanı yüce Rabbimizin davetin ilk aşamalarında gösterdiği ayet ve mucizeler, davete muhatap olan insanları zora sokmayacak, İlahi davetin Hak kaynaklı olduğunu gösterecek ayet ve mucizelerdir. Davetin hak olduğunu görmelerine ve Sünnetullah ile tehdit edilmelerine rağmen yine inkar eden ve “Bu azap vaadi hak ise hemen gelsin” diyenlere üçüncü aşama olan mühlet döneminde gönderilen ayet ve mucizeler ise insanlar küfürden dönsünler diye onlar için başlı başına bir dert ve musibet olan ayet ve mucizelerdir.

Ayrıca gördüğümüz bir husus daha vardır ki Sünnetullah gereği helak edilen kavimler tarih sahnesine birbirine yakın zamanlarda çıkmışsa, tebliğe muhatab olan kavimlerin helakla ilgili Sünnetullah hafızaları henüz taze olduğu için bu kavimlere gelen peygamberler insanları Sünnetullah ile tehdit ederlerken yakın zamanda gerçekleşen helakları örnek göstermektedirler. Ancak Mekke ve çevresine gönderilen Resulullah (s.a.v.)’in döneminde olduğu gibi son toplumsal helakın üzerinden 2000 yıl gibi uzun zaman geçmiş ise Rahman olan Rabbimiz lutfuyla Sünnetullah ile tehdit edilecek olan insanların Sünnetullah hafızasını tazelemektedir. Nitekim risaletten 40 yıl önce Ebrehe ordusunun helak edildiği fil vakası, Mekke ve çevresindeki insanlar için İlahi helak hafızalarının tazelenmesini sağlamıştır.
Şanı yüce Rabbimizin peygamberlerine yönelik bu genel yaklaşımını ve yardımlarını dikkate aldıktan sonra günümüze gelecek olursak, Sünnetullah istikametindeki bu tevhidi mücadeleyi verebilmemiz için nelere muhtaç olduğumuzu tek tek açıklayabiliriz.

Önce deriz ki “Ya Rabbi, biz insanları Sana davet edip Sünnetullah ile tehdit edeceğiz ama son helaktan bu yana 4000 yıl geçtiği için günümüz insanları geçmişteki helakları masal-efsane olarak görüyor. Sen bu insanların, Fil vakasında gördüğümüz gibi Sünnetullah hafızalarını tazeleyecek misin?”
Kur’an’a dayalı olarak yaptığımız davetin hak olduğunu göstermek için yaklaşık 15 asır önce indirdiğin ayetlerin beyyinelerini açıklayıp, tecellilerini gerçekleştirecek misin?
İlahi daveti yine kabul etmezlerse, mühlet döneminde onlara açık musibetler gönderecek misin?
İşte haklı gerekçelere dayanan bütün bu haklı sorularınıza, Hakkın ta Kendisi olan Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de verdiği tek bir cevap vardır.,
EVET..
Yusuf Can
08-05-2020 20:44
#4618
Selamunaleyküm

Amca son yorumlarında, dünyayı saran deccal zihniyetine karşı Rabbimizin ne yapacağını, yine Rabbimizin toplumlarla ilgili Sünnetullahı çerçevesinde aktardın. İçimi titreten bu muazzam kudretin farkındalığı, biz aciz kullarda ancak İman ile oluşabilecektir. Her yorumunda "Peki biz ne yapacağız?" sorusuyla alakalı dikkatimi çeken en kilit nokta İMAN oldu. Hatta öyle ki, bu imanın yokluğu ya da eksikliği, kendilerini süper güç olarak gören deccal zihniyetine ve bu zihniyete uşaklık yapanlara karşı, hakka teslim olduğunu söyleyen kalplerdeki batıl korkuları tetikliyor, tevekkülü öldürüyor, Takdir-i İlahi'yi unutturuyor. Bu noktada araştırırken karşılaştığım ayetleri ve anladıklarımı paylaşarak bir de soru sormak istedim;

"Bedeviler "İman ettik" dediler. De ki "Siz iman etmediniz ancak 'teslim olduk' deyin. İman henüz kalplerinize girip-yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resülü'ne itaat ederseniz, O sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Hiç şüphesiz Allah Gafur'dur (çok bağışlayandır), Rahim'dir (rahmetiyle çok esirgeyendir)." (49-Hucurât 14)

Rabbimiz bu ayette henüz iman kalplerine yerleşmemiş olanlara "iman ettik değil teslim olduk deyin" diyerek ikazda bulunurken, başka bir ayette de iman etmiş kullarına iman etmelerini buyuruyor;

Ey iman edenler. Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitab'a ve bundan önce indirdiği Kitab'a iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitab'larını, resullerini ve ahiret gününü inkar ederse, kuşkusuz sapıklığın en koyusuna (en derinine) düşmüş olur. (4-Nisâ 136)

İman ile ilgili bu ayetleri okuduktan sonra, Rabbimizi tanımamız gerektiğini düşünmenin yanı sıra iman etmenin akıl ve kalp ile olacağını daha da iyi kavradım. Lakin İnşirah abimin Ruh yorumundan sonraki cevabında senin de "bunların ruh cevherinden ayrı düşünülemeyeceğini" vurguladığını görünce, idrakımızı zorlayan İman gerçeği ve Allah'ın fıtratımıza bahşettiği Ruh hakikatini yaratılışımızla alakalı ayetlerle birlikte düşünmeye başladım. "Deccal zihniyetinin algoritma hesaplarında aşamayacakları çıta iman ve farklı gönüller iken Ruh için bu zihniyetin ağa babası olan şeytan aleyhillanenin bile aşamayacağı çıta" demiştin. Sorum şu amca; Ruh ve iman arasındaki bağlantıyı nasıl anlamalıyız? Ruh meselesini fazla derinleştirmeden geçmek istediğini farketmeme rağmen sormadan geçemedim. Kitaplarından bildiğim güzel örneklerine birini daha ekleyip en azından bu bağlantıyı daha iyi anlamamızı sağlayamaz mısın? Kendi Tur'larımızda okuduğumuz ayetlerle Rabbimizin yanımızda olduğunu iliklerimize kadar hissedebilmek ve 4 aşaması olan yükümlülüklerimizi tüm dünyevi korku ve endişelerden arınmış bir şekilde yerine getirebilmek biraz da bu bağlantıyı kurabilmekle mümkün değil mi?

Belki zamansız bir soru oldu, hatta ben bu yorumu yazarken senin attığın son yorumda, "acaba hızlı mı gidiyoruz" diyerek paylaştığın kıssayı okuduğumda, yorumumu göndermeye biraz daha cekindim ama heyecanıma ver amca. Çünkü bu soruyu "Beklenen Müslümanlara" kitabındaki Musa (as) kıssasını okuduğu için, İman ve Ruh arasındaki bağlantıyı düşünürken ister istemez, Tur'da Rabbimiz kendisiyle konuşmuş olmasına ve iman etmiş olmasına rağmen gönlündeki Rab sevdasıyla “Rabbim, göster Kendini, göreyim Seni" diyen Musa (as)'ı hatırlayan bir yeğenin soruyor. Dua ile...


Muammer Özkan
08-05-2020 07:35
#4617
Selam dua

Selam sevgili dostlar canlar.. Tebrik ve takdirle. Rabbimize Hamdle ve şükürle siteyi ciddi bir şekilde tefekkürle takip ediyorum. Samimiyyet tablosunu samimi olarak gözlemliyor kalbime nefes alıyorum. Öğrenme, bilinçlenme, araştırma, tefekkür etme, dertlenme, sorumluluk, yapılamayanlara nedamet, neleri yapmadığımızı sorgulama, nasıl olmalıyız, nasıl anlamalıyız konularında: ayetlerin Türkçe karşılığını anlamanın ötesinde, Rabça karşılığının anlaşılması ve İlahi Hikmetinin kavranılması ile bize kutlu bir sayfa açan bu gayretlere dua ederek Rabbimizin bereketlendirmesini diliyorum..

Kitabımızın ayetlerinin Rabça anlam ile hikmetlerini gün yüzüne çıkarıp yaşadığımız zamana, yarınlara yönelik olaylara hikmetlerini kavrayarak bakma ve anlama noktasında kutlu bir adım olarak görüyorum içinde bulunulan çizgiyi... Hepimizin ölüme doğru adımlar attığını biliyorum. İnşaallah doğru yolda doğru adımlarla gidenlerdenizdir. Rabbim merhamet etsin saptırmasın. Dünya nereye gidiyor? Şeytani üst akıl ne yapmak istiyor? Müslümanlar ümmet olarak ne yapıyor ve ne yapamıyor? Bu soruların cevabını hakkıyla bilen Rabbimizin ilahi takdiri ne olacak? Ben de bu soruların cevabıyla daha doğrusu bu sorulara cevaplar arayarak; bu ramazan gündemimi meşgul ediyorum... Özgürlüğümün ve ahlakımın sigortası olarak tevhidi görerek, sövmeden yanlışları söylemeye, yanlışın yanlışlığını ifadede ederken yanlış yapmamaya, hakaret etmeden Hakkı dillendirmeye, överken de, yererken de ahlaktan ve edepten ayrılmamaya gayret sarf ediyor sizleri özlüyor dua ediyorum...

Acizane Sünnetullah gerçeğinin Rabça anlam ve hikmetiyle kavranmasının arefesinde olduğumuzu düşünüyorum. Belli bir müslüman topluluk tarafından önce kavranmasının, bilinmesinin ve yakinen iman edilmesinin akabinde, Sünnetullah gerçeğinin Allah'ın lütfuyla vereceği ve kıyamet öncesi insanlığın karşılaşacağı bir takım ayetlerle gündeme oturacağını düşünüyorum.. Merhamet ve adaletin çarmıha gerildiği, insan duygularının yok edildiği, Allah'tan başka rablerin çoğaltıldığı, buhranlı bir cahiliye dönemindeyiz. Ancak Sana kulluk ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz diyerek Allah’a yönelen insanlarımızın nerelere ve kimlere yöneldiklerini gördüğümüz bu günlerde işimiz hiç kolay değil, Allah’a emanet olun Rabbim hayırlarla karşılaştırsın ...
Mehmed Alagaş
08-05-2020 03:24
#4616
Ve aleykümselam

Dikkat ederseniz verdiğimiz kıssadan hareketle (Haşa) “Bizi hayvan yerine mi koyuyorsunuz?” diyen bir şaşkınla karşılaşmadık. Bu durum birbirimizi doğru anladığımızı ve sınıfın kalitesini gösteriyor. Oduncu kıssası da hoşuma gitti. Son on yıla kadar ayetleri tefekkür ederken uyur ve ayetle yatıp-sureyle kalktığımı hissederdim. İşin garip tarafı rüyamda bilgisayarı açıp Kur’an dosyamdaki hangi kelimeyi aratırsam aratayım, hepsi dosdoğru ayetler olarak karşıma çıkıyordu. Tabi ki o günler geçmişte kaldı. 25-30 yıl gece uyumamam nedeniyle seratonin eksikliğinden değil bitmişliğinden kaynaklanan depresyon rahatsızlığına uğrayınca son yıllarda ayetle yatmak bir yana düşüncelere kapılmadan gece uykusu alabilmek için her gece türkçe bir dizi açıyor, yorganın altında gözlerim kapalı onu dinleyip-dikkatimi ona vererek bu boş sözlerle uyuyabiliyorum. Tabi ki boş sözleri dinlerken uyuyunca, rüyamda da dolu işler yapmıyor, yapamıyorum.

Herneyse, Köksal kardeşimizin yorumunu okuduk. Bekir Ziya kardeşiniz de yayınlamadığımız bir yorumunda, bizler bu önemli meseleleri işlerken Kovid 19’u ve çekirgeleri gündeme getirmek istemişti. Oysa Kovid 19 gibi musibetler, Deccal zihniyetinin şeytani senaryolarında olup, Rabbimizin müsaade ettiği için gerçekleşen musibetlerdir. Çekirge istilaları haberleri üzerinde de fazla durmamıza gerek yoktur. Oğlum Hüseyin’in de bana dün hatırlattığı gibi hayvanlarda ortak bir ümmet bilinci vardır ve Rabbimiz bu hayvanları sadece ve sadece “Kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir mülke sahip olan” Süleyman (a.s.)’ın emrine vermişti. Demek ki bu genel yönlendirme kendisinden sonra kimseye verilmeyecektir!..
Biz son yorumumuzda elbetteki mühlet zamanındaki musibetlerden bahsettik. Ancak Kur’an-ı Kerim’de ayet ayet haber verilen bu musibetleri, sakın ola ki böylesi musibetlerle mukayese etmeyin. Ayrıca bilmelisiniz ki dünya insanlarının Sünnetullah’la ilgili tarihi hafızaları henüz tazelenmediği gibi Sünnetullah ile tehdit de dünya genelinde gündeme gelmedi. Daha açık bir ifadeyle gördüğümüz kadarıyla dünya Sünnetullah sürecine henüz girmedi. “2012 ve İki deniz arası” kitabını yayınladığımız geçmiş yıllarda hiç olmazsa müslümanlar tarafından bu kitabın anlaşılacağını, gündeme geleceğini ve bu tecelli ile dünyanın Sünnetullah sürecine gireceğini düşünmüştük.
Çok önemli olan bu ayetin önemi ve tecelli edeceği konusunda yine hiç ama hiçbir kuşkumuz olmamasına rağmen İlahi takdirdeki zamanlamanın bizim beklentimizin ilerisinde olduğuna şahit olduk ve dünyada yaşananlara bakarak bunun da hikmetini anlamaya başladık. Biliyor ve iman ediyoruz ki İlahi takdir her zaman hayırdır. Konu ilerledikçe bu İlahi takdirdeki hikmeti İnşaallah sizler de anlayacaksınız.
Mehmed Can
08-05-2020 01:08
#4614
Selamunaleykum,

Mehmed abicim kıssadaki amcayı okuyunca daha biraz önce izlediğim videodaki bir başka kıssanın nasıl da tevafuk ettiğini düşünerek, kıssadaki hisseyi alıp kıssayla cevap vereyim istedim;

Hattat Mehmed adında bir zat hatıratında "yaşlı bir oduncu benim 'hattat mehmed' olmamı sağlamıştır diyerek şöyle bir anı paylaşıyormuş;
"Bahçemdeki odunları kırması için penceremde oduncunun gelmesini bekliyordum. O yıllarda oduncu demek iri cüsseli, güçlü kuvvetli, iki baltalı adam demekti. Gelir, odunları parçalar 2 saatte 1 altın alıp giderdi. İkindi karanlığı çökmüş olmasına rağmen oduncu hala gelmeyince, "eyvah odunlar kaldı" diye düşünürken, köşeden cılız bir ses duydum; "Oduncuuu..!"
Döndüm baktım ki, 80 yaşlarında beli bükülmüş, badi badi yürüyen bir adam.. Kendi kendime "Yahu bu adam nasıl kırsın bizim koca odunları.!"diye geçirdim içimden. Fakat baktım ki kendinden çok emin yürüyor, "Oduncuuu..!" diye bağırırken sesi titremiyor, sorayım bakalım bizim odunları kırabilecek mi diyerek seslendim "Amca gel bak bakalım bizim odunları kırabilir misin?" Döndü ve tebessüm ederek; "Oğlum ben odun kırıcıyım" dedi. Odunlara bakıp 1 saatte kırabileceğini söyleyince, "Amca olur mu hiç bunlar 2 saatten önce kırılır mı?" dedim. "Oğlum ben oduncuyum, kırdıracaksan söyle" deyince, merak ettim ve "Tamam amca, peki ne kadar alacaksın?" diye sordum, "2 altın" dedi. "Ya amca bunun ücreti 1 altın değil mi?" dediğimde ise "Benim ücretim 2 altın, 1 saatte kırar 2 altınını alırım" dedi.. "Buyur kır" dedim ve başladım seyretmeye;

Zaten 1 tane olan baltasını güzelce bileyledi, sonra bir yer yaptı kendisine ve adeta odunlarla, kütüklerle konuşmaya başladı.. Etrafında dönüyor, bakıyor, nereden nasıl vuracağını belirliyor ve bir vuruşta bölüyordu. En budaklı parçaları bile ikinciyi vurmadan kırdı ve 1 saatte bitirerek "2 altınımı getir" dedi. Ben şaşkınlıkla izlediğim bu işten sonra koşarak gidip 2 altını verdim ve kendisinden helallik isteyerek "Bunun sırrı nedir?" diye sordum, "O kadar ileri gitme evlat, sen benim 1 saatime 2 altın ödedin 50 yıllık sırra bedavaya ulaşmak istiyorsun" dedi gülümseyerek... Beni de gülümseten bu cevap karşısında "Peki sana 2 altın daha versem, söyler misin?" dediğimde ise "Bir cümle söylerim, benim bir cümlem 2 altın" dedi. Hemen 2 altın daha verip merakla o cümleyi bekledim. Gözümün içine bakarak "Evlat sen cömert bir adamsın, sana birkaç cümle söyleyeyim" diyerek devam etti;

-Ne iş yaparsın?
-Ben hattatlık yapmaya çalışıyorum.
-Yani Elif yapıyorsun, vav yapıyorsun, besmele yazmaya çalışıyorsun. Peki oğlum sen hiç rüyanda elif gördün mü?
-Hayır amca.
-Peki vav da mı görmedin? Ya mim? Sen hiç besmele yazmadın mı rüyanda?
-...?
-Senden hattat olmaz oğlum, bırak bu işi.!
-Amca niye böyle diyorsun?
-Bak oğlum..! Ben 50 yıldır odun kırıyorum.. Bu yaşımda bile hala gece sabahlara kadar rüyalarımda odun kırıyorum... Bir adam ki, hayallerini rüyalarına sokamamış ise O adamdan hiçbir şey olmaz oğlum..!

Dedi ve gitti... Ardından penceremde oturup düşünmeye koyuldum.. İşte ben ondan sonra rüyalarımda elif görmeye başladım, mim görmeye başladım.."

Yani güzel abim, bizlerin bu kıssadaki oduncu olmadığı aşikar, ama hamdolsun ki odunlar da değiliz. :) Kimimiz hala oduncunun odun kırışını izlemekte, kimimiz ise penceresinde oduncunun sözlerini düşünmekte. Rabbim kıssadaki amcadan çok daha cömert olan, yıllarının tecrübesini yılmadan usanmadan paylaşan sen güzel abimden Razı olsun..


Talha
08-05-2020 00:06
#4613
SELAMÜN ALEYKÜM

Eyvallah amcam... Allah razı olsun... Ruhlarımız genç fakat nefislerimizi fazla özgür kıldığımız için nefsimiz yaşlanmış... E gönüllerimize de nefsimiz şu an daha çok tesir ediyor maalesef...
Ben kendi adıma böyleymiş gibi hissediyorum... Çünkü eğer ruhlarımızla daha aktif bir ilişki içinde olabilsek özellikle son yorumunda belirttiğin hakikatlerden ve Rabbani Yol ve Sünnetullah kitabında ki "Açık küfrünüz ve bu isyankarlığınız ile sizleri helak olmuş görüyoruz" haykırışını yapmadan önce uyarmaya başla diye gönüllerimize bir aktivasyon kodu yollaması lazım...
"Daha ne duruyorsun neyi bekliyorsun?" diye...
Bu sefer de ben mi çok hızlı gittim?

Köksal Şahin
07-05-2020 23:55
#4612
Musibetler

Selamünaleyküm,

Sanki biraz hızlı gidiyoruz Mehmed Abi.
Yazılanları okuyup sindirmek ve söyleyeceklerimizi söylemek için biraz zamana ihtiyaç var, en azından kendi adıma durum böyle.

Son yorumunuzdaki bir bölümü düşünüyordum :
"Küfründe inat eden kavimler, davetçi müslümana veya müslümanlara “Doğru söylüyorsan bu azabı getir” demelerine rağmen Rabbimiz üçüncü aşamada bu kavimlere mühlet vermekte ve bu mühlet zarfında değişik musibetler göndererek onların küfürden vazgeçmeleri için fırsat tanımaktadır. Bütün bunlara rağmen küfürlerinden vazgeçmedikleri zaman dördüncü aşamada davetçi ve davete iman eden mü’minleri kurtararak kafirleri topluca helak etmektedir."

Şu an öyle bir dönemden geçiyoruz ki "bu mühlet zarfında değişik musibetler göndererek" dediğiniz hali fiilen yaşamaktayız sanki. Covid-19'u Allah'ın gönderdiği (yayılmasına izin verdiği) bir musibet olarak değerlendirebilir miyiz? Eğer böyleyse ve toplumların yaşamında da kitlesel olarak Allah'a yöneliş olmadığına göre sırada başka musibetler olmalı.
Metin Karakaş
07-05-2020 23:33
#4611
Selam aleyküm hocam,

Sevdiğim bir müslüman olan İnşirah kardeşimin dediği gibi sınıfta senden başka amca yok ki zaten sınıftakilerin çoğu da sana amca diye hitap ediyorlar. :) Allah hepsinin hayrını versin.

Biz bu değerlendirmede hızlı mı gidiyoruz yavaş mı gidiyoruz bilmiyorum ama dünya ve içindekiler hızlı bir şekilde kaçınılmaz sona doğru yaklaşıyor.

Şanı yüce Rabbimiz bizlere dinini de, Rabbani davetini de gereken hızda yaşamayı nasip etsin.
Rabbimiz bizleri insanları cennete davet etmeden cehenneme terketmekten de, hor gördüklerini hoş görmekten de uzak tutsun.(amin)
İnşirah Melal
07-05-2020 22:57
#4610
Selam aleykum

Siz mi hızlı gidiyorsunuz, biz mi ağır kalıyoruz bilmiyorum hocam. Nüfus cüzdanlarına bakılarsa aramazdaki en yaşlı amca siz gözükürken, yorumlara bakılırsa aramızdaki en genç kişi de sizsiniz hocam. :) Nitekim yorumlardaki duygu ve heyecana özellikle de son yorumunuzdaki 33 yıl öncesine uzanan sözlerinizi aynı hissiyatla paylaşmanıza bakılırsa hiç yaşlanmadığınız anlaşılıyor..! Kendi adıma konunun geldiği yer ile ilgili bir yorum ve soru hazırlığındayken, gülümseterek zihinlerimizi rahatlatan bu kıssanıza tepkisiz kalamadım.. Anlattığınız kıssadan aldığım hissemle döneceğim inşaallah.. Dua ile..
Mehmed Alagaş
07-05-2020 22:22
#4609
Ve aleykümselam

Acaba hızlı mı gidiyoruz?
Bir müslüman doğudaki kardeşlerine konferans vermek için salona girince, koskoca salonda bir kişinin sadece bir ihtiyarın oturmakta olduğunu görmüş. Konuşmaktan vazgeçip “Amca ne yapalım?” diyerek kürsüden ineceği sırada yaşlı adam elini kaldırarak “Oğlum ben hayvanları beslemek için ağıla girdiğim de, tek bir hayvan da olsa beslemeden çıkmam” demiş. Bu sözden etkilenerek gaza gelen müslüman başlamış konuşmaya, yaşlı adamın ikazından duyduğu heyecanla anlattıkça anlatmış. Aradan üç saat geçmesine rağmen gencin susmadığını gören yaşlı adam tekrar elini kaldırmış. Genç konuşmacı “Ne oldu amca?” diye sorunca “Evladım ağılda tek bir hayvan varsa, ben bütün yemi onun önüne atmam? Artık dur” demiş.
Bunu niye anlattık?
Aranızda yaşlı bir amca varsa bizi ikaz etsin.
Metin Karakaş
07-05-2020 02:06
#4606
Umulur ki (Umarız ki) dönerler

Allah razı olsun Mehmed abim, Rabbimizi bizlere tanıttığın için..

Zamana muhtaç olan sabretme eyleminin Allah için değil bizler için olduğunu senden ilk duyduğumda bu vahyin şekillendirdiği aklıma hemen yatmış sabrın, ummanın, umutlanmanın tüm noksanlıklardan münezzeh olan alemlerin Rabbi Allah’ın değil bizlerin vasıfları olduğunu anlamıştım.

Rabbimiz Musa as’a “Firavun'a gidin çünkü o (gerçekten) azmıştır.Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki (umabilirsiniz ki) düşünüp-öğüt alır, ya da huşu duyup-korkar." (20-Taha 43-44) derken karşımızda çağdaş firavunlar da olsa bu umudla davette bulunmamıza işaret ediyor.

İnsanlara bu umuddan uzak bir şekilde yaklaşanlar çok olmasına rağmen Allah'a hamdolsun ki bizler dünya insanlarının batıl üzereyken ölmelerini değil, hidayete kavuşarak müslümanca ölmelerini temenni ediyoruz.

Ve biliyoruz ki dünya mazlumlarına batı ülkelerinin halkları değil yöneticileri zulmetmektedir. Firavunların dahi hidayetini umarak davette bulunan mü'minler elbetteki bu gafil halklara beddua etmeyecek, bütün dünya insanlarına yönelik ıslah ve hidayet dualarına devam edecektir.

Yazı ve yorumlarınızla bizlere "Yanınızda ben varım" değil "Yanınızda Allah var" demeniz ve bunu bizlere hissettirmeniz, bizleri ayağa kaldırıyor ve titremeyen ayaklar ile dik durmamızı sağlıyor.
Allah razı olsun.

Mehmed Alagaş
07-05-2020 00:59
#4604
Ve aleykümselam

Yorumlarımızda “Azgınca bu gelişmeler karşısında Rabbimiz ne yapacak ve bizler ne yapmalıyız?” dediğimiz zaman bazı kardeşlerimiz yanlarında Kimin olduğunu farkedemedikleri için “Bu koskocaman dünyada 3-5 müslüman ne yapabiliriz ki?” diye düşünebilirler. Rabbinize yaklaşarak biraz yukardan bakın büyük sandığınız şu küçücük dünyaya!. Yeryüzünü bir belde, bir şehir gibi düşünün. Azgın ve sapıkların doluştuğu bilmem kaç bin nüfuslu Ad, Semud, Lut kavminde yaşıyor olsaydınız bir mü’min olarak ne yapmanız gerekiyorsa, gözünüze büyük gelen ancak küçücük olan bu dünyada da onu yapacaksınız.
“Ne yapacağız?” diyecek olursanız, bizlere örnek olan bütün peygamberler ne yapmışlarsa aynısını yapacağız. Kur’an-ı Kerim’deki peygamber kıssalarını ayet ayet inceleyen kardeşlerimiz, Rahman olan Rabbimizin bütün peygamberlerlerine aynı yolu, aynı istikameti gösterdiğine şahit olacaklardır. Sünnetullah esas alınarak gösterilen bu istikamet, mü’minler bir veya birkaç kişi olsa da kesinlikle değişmeyen bir istikamettir. Dolayısıyle “Üç-beş kişi ne yapacağız?” diyen kardeşlerimizin, iman etmiş bu birkaç kişinin ne yaptıklarına, neyi-nasıl başardıklarına dikkat etmeleri gerekir.

Şanı yüce Rabbimiz kafirlerin azgın ve güçlü olduğu toplumlarda, mü’minlerin bir veya birkaç kişi olduğuna bakarak ve kafirlerle mü’minler arasındaki orantısız güç dengesini dikkate alarak yapmak istediklerinden vazgeçmez ve mü’minlerin de vazgeçmesini istemez. Çünkü bu mü’minlerin yanında bizzat Kendisi vardır. Azgınlaşan kavim veya devletlerin karşısında tek kişi de olsalar dahi bütün peygamberlerine Sünnetullah istikametindeki aynı yolu göstermiş ve dört aşaması olan aynı mücadeleye davet etmiştir.,

1. İnsanları açık ayetlerle Allah’a davet etmek
2. İlahi daveti reddenleri kendileriyle değil Allah ile Allah’ın toplumsal helakla ilgili sünnetiyle tehdit etmek
3. Yine iman etmemişlerse onlara mühlet vermek
4. Allah’ın emrinin gelmesini beklemek

Bu dört aşamanın ilk aşamasında davetçi ve davetçinin tebliği ciddiye alınmıyorsa, Rahman olan Rabbimiz bazı ayetlerin tecellisi ile bu davete dikkat çekmekte ve insanlara davetin hak bir davet olduğunu göstermektedir. İkinci aşamasında geçmiş kavimlerden örnekler vererek “Bu davet, Allah’ın davetidir. Bu İlahi daveti reddederseniz, bu daveti reddeden bütün kavimler gibi sizler de helak olacaksınız. Bu Allah’ın sünnetidir ve bu sünnette en ufak bir değişiklik söz konusu değildir” buyurmaktadır.
Küfründe inat eden kavimler, davetçi müslümana veya müslümanlara “Doğru söylüyorsan bu azabı getir” demelerine rağmen Rabbimiz üçüncü aşamada bu kavimlere mühlet vermekte ve bu mühlet zarfında değişik musibetler göndererek onların küfürden vazgeçmeleri için fırsat tanımaktadır. Bütün bunlara rağmen küfürlerinden vazgeçmedikleri zaman dördüncü aşamada davetçi ve davete iman eden mü’minleri kurtararak kafirleri topluca helak etmektedir.

İşte Kur’an-ı Kerim’de en çok anlatılan bu Sünnetullah gerçeği ile karşılaştığımız zaman imani bir heyecanla ayağa kalkmış ve koskoca yüreğimizden geçenleri küçücük ağızlarımızla telaffuz ederek, Rabbani yol ve Sünnetullah kitabında şunları yazmıştık.,

“Andolsun ki Firavun hanedanına da uyarılar geldi. Onlar bizim ayetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Sizin kafirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır? Yoksa sizin için kitaplarda bir beraat mi var? Yoksa onlar: "Biz birbirleriyle yardımlaşıp öcünü alan bir toplumuz mu” diyorlar? (54 Kamer 41...44)”

Şanı yüce Rabbimiz bu soruyu çok açık bir şekilde sormaktadır. İlahi hükümleri yalanlayarak, bu hükümlere karşı çıkarak Firavun'un yolunu izleyen günümüz müstekbirleri helak edilen o kafirlerden daha mı hayırlıdır?
Ne fark vardır aralarında?
Hama celladı Hafız Esad ve yandaşları, mü'minleri ateşe atarak kendileri ateş ehli olan ashab-ı uhdud değil midir?
Kabe'ye tahakküm eden Suud hanedanının, Dar'ün Nedve eşrafından ne farkı vardır?
Reagan, Gorbaçov, Saddam, Mübarek ve bunların halefleri birer Firavun değil midir?
Firavunların küfrü,
firavunların isyanı,
firavunların azgınlığı,
firavunların zulmü bunlarda yok mudur?
Yoksa bu kafirler için kitaplarda bir beraat mi var?
Allah'ın arzında Allah'a isyan edecekler; Allah'ın kulu olan insanları kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda kendilerine kul yapacaklar; şeytani hüküm ve görüşlerle, yeryüzünde fitne ve fesadı yaygınlaştıracaklar; ezdikleri ve sömürdükleri insanları açlığa ve yoksulluğa mahkum edecekler; içki, kumar, zina ve her türlü rezaleti meşrulaştıracaklar; 'Rabbimiz Allah' diyerek insanları Allah'a kulluk yapan ve 'Rabbimiz Allah' diyerek insanları Allah'a kulluğa davet eden mü'minleri cezalandıracaklar; Allah'ın ayetleri ile Allah'a kulluğa davet edilmelerine rağmen dünyevi çıkar ve menfaatleri için bu İlahi daveti inkar edecekler; Resulullah (s.a.v.)'in sünnetine tabi olan dünya müslümanları tarafından Sünnetullah ile uyarılıp tehdit edilmelerine karşılık: "Bu eskilerin masallarıdır" diyecekler ve aynı küfürlerinde ısrar edecekler..
Ve bunlara,
bütün bunlara rağmen bu isyankarlar beraat mi edecek?
Bu kafirler için kitaplarda bir beraat mi var?
Bahçelerinde besledikleri din görevlilerine, papazlara, hahamlara sorsunlar; Allah'ın emirlerine isyan eden kafirler için İlahi kitaplarda bir beraat var mı?
Yoksa onlar "Biz birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan bir toplumuz" mu diyorlar?
Allah'ın emrine, Allah'ın azabına ve Sünnetullah'a karşı birbirlerine mi güveniyorlar?
Hemen birleşsinler..
Nato ve Varşova paktının gizli ilişkisini açığa vursunlar. Uluslararası şirketlerden maddi destek, aldattıkları ve sömürdükleri ülkelerden asker toplasınlar. Füzelerini, tanklarını, savaş uçaklarını, savaş gemilerini, atom bombalarını sıra sıra, bölük bölük hazırlasınlar..
Sonra,
sonra da Kremlin veya Beyaz Saray'ın balkonuna çıkarak yıldızlara ve muhteşem kainata baksınlar. Kime karşı savaş açtıklarını anlamaya çalışsınlar ve ona göre bir savaş stratejisi düşünsünler!..
Böyle bir isyana, komik ve trajedik bir savaşa kalkıştıkları zaman basit insanlar olarak gördükleri biz gariplerin fikrini ve görüşünü soracak olurlarsa, bu sapık ve şaşkınlara: "Açık küfrünüz ve bu isyankarlığınız ile sizleri helak olmuş görüyoruz" deriz…”

Evet,
33 yıl önce kitapta bunları yazmış, bunları haykırmıştık. Rabbimiz bir 33 yıl daha ömür verse yine aynı gerçeği haykırmaya devam edeceğiz. Elbetteki geçtiğimiz 33 yılda Rabbimizin lutfuyla yaptığımız araştırmalarda karşılaştığımız bizler için yepyeni gerçekler ve beyyinelerle donanmış olarak..
İnşirah Melal
06-05-2020 23:24
#4603
Selam aleykum

“.. Eğer Allah insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler yıkılır-giderdi… (22-Hacc 40)” ayetini okuyunca bu yerlerin bu günlerde bomboş kalmış olmasını düşündüm... Belki yıkılıp gitmediler ama insanların kolayca vazgeçip terkedebildiği yerler haline geldikleri sanırım aşikar! Kim bilir belki ilahi bir mesaj belki de şeytani bir provadır..! Elbette ki "Allah bilir" diyerek öylesi müminlerden olabilmeyi umuyoruz hocam. Ancak Hac suresinin Medeni oluşunu ve hitabın "Rabbimiz Allah" dır dedikleri için yurtlarından sürüldükten sonra Medine’de devlet kuran müminler olduğunu düşünürsek, bu İlahi vaad sanki bireyleri değil de Allah’ın dinine yardım eden İslami yönetimleri muhatab alıyor. Ve ne yazık ki ben günümüz dünyasında öylesi müminlerden oluşan İslami bir iktidar göremediğim gibi devamındaki ayette özellikleri açıklanan müminler topluluğunu da göremiyorum;

Onlar ki, kendilerini yeryüzünde yerleştirip iktidar sahibi kılarsak namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu (iyiliği) emrederler, münkerden (kötülükten) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu (neticesi ve karşılığı) Allah'a aittir. (22-Hac 41)

Rabbimizin Sabır esmasıyla ilgili açıklamalarınıza gelince; o değerlendirme başlığında da kalbimde makes bulmuş, size dua ederek önceden dilimize doladıkları "Rabbimiz sabrediyor" ifadesini artık vahye uygun olarak "Rabbimiz onlara mühlet veriyor" şeklinde düzeltmiştim. Bu mühletin ne zamana kadar olduğunu ise Sünnetullah çerçevesinde ele aldığımızda, sizin de ifade ettiğiniz gibi müstekbirlerin kendilerini mutlak güç ve mutlak otorite olarak tanımlayıp-ilan ettikleri zamana kadar olduğunu anlayabiliriz. Nitekim yukarıda zikredilen ayetlerin devamında da bunu görebiliyoruz;

Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nuh, Ad, Semud kavmi de (peygamberlerini) yalanlamıştı. İbrahim'in kavmi ve Lut'un kavmi de. Medyen halkı da (Şuayb'ı yalanlamış), Musa da yalanlanmıştı. Ben o küfre sapanlara bir süre tanıdım sonra onları yakalayıverdim. (Bir bak, inkarcıları) inkarım nasıl oldu? (22-Hac 42..44)

Zaten Kur'an bütünlüğündeki ilgili ayetleri dikkate aldığımızda da, apaçık bir belge, apaçık bir uyarı ya da beyyineler ile karşı karşıya kalmalarına rağmen Hakka karşı kibirleriyle inkarlarına devam eden bu müstekbirlerin ve takipçilerinin Sünnetullah gereği helak edildiklerini net bir şekilde anlıyoruz.

Tüm bu hakikatler ışığında bugünün dünyasına baktığımızda ise, insanlığın ekseriyetine vaziyet ettiği aşikar olan deccal zihniyetinin akibetinden kuşku duymamakla birlikte, Sünnetullah'ın tecellisine doğru giderken bu müstekbirlerin batıla sürükledikleri toplumlara merhametle bakıyor ve üzülüyoruz. Bizler küçücük kalplerimizle bu gaflet haline üzülüp kısık seslerimizle Rabbimize "..karşı mazaret olması (mazur görülmemiz) için, bir de belki sakınırlar (umuduyla).." (7-A'raf 164) Hakkı anlatmaya çalışırken, merhametin kaynağı olan Rabbimizin yüreklerimizi serinleten nidaları ile hamdediyoruz;

Senin Rabbin 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir resul (elçi) göndermedikçe şehirleri (zulümle) helak edici değildir. Zaten Biz (uyarılmalarına rağmen) halkı zulmetmekte olan şehirleri helak etmişizdir. (28-Kasas 59)
Halkı (birbirini uyarıp) ıslah eden kimseler iken senin Rabbin o memleketleri zulüm ile (haksız yere) helak edecek değildir. (11-Hûd 117)
Biz bir uyarıcı-korkutucu olmaksızın hiçbir ülkeyi helak etmiş (yıkıma uğratmış) değiliz. (Onlara öğüt verilmiş) hatırlatma (yapılmıştır). Biz zulmedenler değiliz. (26-Şuarâ 208-209)
“İşte bunun (bu tebliğin) nedeni, halkı gafil haldeler iken Rabbinin ülkeleri zulüm ile helak edici olmadığındandır. (6-En'am 131)”

Elhamdulillahi Rabbilalemin...
Aklen ve kalben iman ediyorum ki, kıyamet öncesinde Hakikatin sesi muhakkak duyulacaktır. Ve anlıyorum ki, üzerinde durduğunuz ve bizlerin dikkatini çektiğiniz husus, takvim belirlemekten ziyade bu sürecin nasıl işleyeceği, dünyanın nelerle karşılaşacağı ve bizlerin neyi ne kadar yapacağıdır. Bugüne kadar paylaştıklarıyla ufkumuzun genişlemesine vesile olan siz değerli hocama bir kez daha teşekkür ediyor tüm bu gerçekler ışığında tefekküre ve takibe devam ediyorum inşaallah...
Salih Can
06-05-2020 22:16
#4602
Selamunaleyküm

Önceki yorumlardan birinde hızlı okuma ve anlama ile ilgili uyarıda bulunmuştun amca. Bu uyarından sonra yarısına geldiğim Kur'an mealini kapatıp baştan ve farklı bir gözle okumaya başladım. Mahcup oldum Rabbimden af diledim, çünkü bir haftadır değerlendirmesini yaptığımız "şeytani akıl ne yapmak istiyor" sorusuna cevap olacak ayetlerden birini 5 gün önce okuyup geçmişim. Yani kitapda yazan harfleri bırak kalbimi, beynime bile yollamadan gözlerimle yolcu etmişim;

Allah onu (şeytanı) lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi "Andolsun ki kullarından belli bir pay edineceğim". (4-Nisâ 118) Onları mutlaka şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık (saçma) kuruntulara düşüreceğim. Onlara kesin olarak davarların kulaklarını yarmalarını emredeceğim ve Allah'ın yaratışını (yaratılanların, yaratılış biçimini) değiştirmelerini de emredeceğim. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı veli-dost edinirse, kuşkusuz o apaçık bir hüsrana uğramıştır. (4-Nisâ 119) (Şeytan) onlara vaad ediyor ve onları (olmadık) kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey vadetmez. (4-Nisâ 120)

Nisa suresi 118. ayetinde Rabbimiz şeytanın yandaşlarına insanın yaratılışını değiştirmelerini emredeceğini yani fıtrata ve selim tabiata aykırı davranmalarını emredeceğini söylüyor. 119. ayette ise senin de son yorumunun son cümlesinde söylediğin gibi bunun sadece bir aldanış olduğunu söylüyor;

''hiç kuşkunuz olmasın ki Rabbimiz onların o noktaya gelmesine müsaade eder ve onları kendilerini en güçlü hissettikleri işte o noktada, onların gerçekten bir nokta kadar olduklarını göstererek perperişan eder.''

Maruf Can
06-05-2020 08:38
#4600
Selamunaleyküm

Bu platformda ilk kez yorumda bulunuyorum, zannediyorum ki sınıfın en küçüğü ve aynı zamanda dersin en sessiz takipçisiyim. Her okuduğumu yeterince anlayamadığımı bilsemde, yüreğinden yazıya döktüklerini her okuduğumda içimi ürpermekten alıkoyamıyorum.
Kalemine, yüreğine sağlık.
Allah senden razı olsun Mehmed Amcam.
Mehmed Alagaş
05-05-2020 23:44
#4597
Ve aleykümselam

Değerlendirdiğimiz konuyu dağıtan veya konunun öncesine ve sonrasına uzanan yorumları şimdilik yayınlamaya gerek duymadan, bulunduğumuz aşamayı pekiştire pekiştire ilerlemeye devam edeceğiz. Bundan sonra yorumlarınız olacaksa sadece bulunduğumuz aşamayla ilgili olsun. Bu arada kardeşlerimizin yorumlarına da teşekkür ediyoruz. Salih’in dediği gibi dünya çukurunun batıl molozlarla doldurulmasını seyretmekle değil elimizde bir çay kaşığı dahi olsa, bu kaşıkla boşaltmaya çalışmakla mükellefiz. Salih’in belirttiği gibi o dünya çukuru batıl molozla tamamen dolmayacak ve biz mü’minlerin varolacağı, nefes alacağı ve aynı nefesle hakkı haykıracağı boşluklar Rabbimizin lutfuyla her zaman olacaktır.

Dünyadaki son gelişmeleri yakından takip eden ve Kur’an’a vakıf olarak bu gelişmeler karşısında Rabbimizin ne yapıp-ne yapmayacağını yine Kur’an bütünlüğünde araştıran kardeşlerimiz “.. Eğer Allah insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler yıkılır-giderdi… (22-Hacc 40)” ayetinin ışığında, Allah (c.c.) her ikisi de emparyalist olan küreselcilerle ulusalcıları birbirlerini kırdırır mı?” sorusuna cevap arayabilirler. “Son sözlerimiz ne olurdu?” başlığında meselenin bu boyutuyla ilgili olarak şunları söylemiştik.,

“Son on yılda şeytani üst aklın iki ayrı kolu olan küresel sermaye ile evanjelistler arasında bir çatlak, bir mücadele olduğu söylenmektedir. Küreselcilerle evanjelist tavanda değil tabanda bir çatlak olduğu doğru olmasına rağmen bunların birbirleriyle ciddi ve denk bir mücadeleleri söz konusu değildir. Asıl itibariyle musevi, hıristiyan veya evanjelist değil katıksız bir şekilde pagan olan ve şeytana tapan küresel sermaye bir yol ayırımına gelmiş, asırlardır taşıyıp-beslediği siyonistler de dahil olmak üzere ehl-i kitab safrasından artık kurtulmaya karar vermiştir. Şeytani üst akılın Amerika’yı artık gözden çıkardığını yıllar önce yazmıştık. Evanjelist ve siyonist halk kesimlerinin küreselciler hakkında “Bunlar bizim dini ve ailevi değerlerimizi yok etmek istiyorlar” demeleri doğru bir söz olsa da, bu kesimleri kontrol altında tutan ve harekete geçiren lider kimseler yine aynı şeytani zihniyette bağlı pagan kimselerdir. Nitekim evanjelist ve siyonistleri bu küreselcilere karşı değil de kendileri gibi semavi dine sahip olan müslümanlara karşı savaşa kışkırtmaları, en üst kademede bir ayrılık olmadığını ve Armageddon savaşıyla bunlardan da kurtulmak istediklerini göstermektedir.”

Bu sözlerimizi yeterince anlayanlar, kendilerine küreselci, evanjelist veya ulusalcı denilse de bütün bu yapıların tavan yani yönetim düzleminde aynı Deccal zihniyetine bağlı olduğunu da anlayacaklardır. Asıl itibariyle tek merkezli Deccal organizesine bağlı olan bu yapılar birbirini kıramaz veya savaş yapamaz demiyoruz. Bu yapıların samimi tabanlarına yönelik nüfus planlaması dahilinde kitlesel imhalara varan savaşlara kalkışsalar da, sonuç olarak ortak hedefleri olan Deccal zihniyetinin tek devlet iktidarına ulaşmak isteyeceklerdir.
Ayrıca Hac 40 ayetindeki Rabbimizin defetme hadisesi, ayetin öncesi ve sonrasında yer alan mü’minlerin duruş ve mücadelesiyle ilgilidir. Ayetin tamamında “Onlar sadece "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı haksız yere yurtlarından sürgün edilip-çıkarıldılar. Eğer Allah insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler yıkılır-giderdi. Allah Kendisine yardım edenlere mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah Kavi'dir (her kuvvetin gerçek Sahibidir), Aziz'dir (üstün ve güçlü olandır). (22-Hacc 40)” buyurulmakta ve bu vaadin gerçekleşmesi böylesi mü’minlerin varlık şartına bağlanmaktadır.
Bu sorunun cevabını Rabbimize bırakıp “Allah bilir” dedikten sonra bizler Allah’ın bildirdiği Sünnetullah meselesine geçebilir ve kıyametten önce illa ki bu süreci yaşayacak olan dünyanın nereye gittiğini, nereye gideceğini konuşabiliriz. Bazı hocalar Rabbimizin esmalarını, bu esmaların kendilerine yansıyan küçücük tecellilerinden hareketle kendilerine göre açıkladıkları gibi bazı kardeşlerimiz de gelişen olaylar karşısında Rabbimizin ne yapacağını ve bazen haddi aşarak ne yapması gerektiğini kendilerine göre cevaplamaktadırlar.

Oysa İlahi gerçeklik böyle değildir!.
Mesela bizler beşer olarak tehlikeli bir oluşum gördüğümüz zaman haklı bir endişeye kapılarak “Bu oluşum büyümeden daha da kuvvetlenmeden yok edilmelidir” deriz. Ancak Rabbimizin mutlak esmalarının ne anlama geldiğini ayetler ışığında tefekkür edip farkettiğimiz zaman beşeri düzlemde ne kadar tehlikeli gelişim veya oluşum olursa olsun Cebbar ve Kahhar olan Rabbimizin her türlü endişe ve kaygıdan münezzeh olduğunu anlarız. Yaşanan bu durumlar karşısında birçok müslüman Esma-ül hüsna kitablarından hareketle “Rabbimiz sabrediyor” demektedirler!. Hayır, bu zulümlere sabreden biziz, Rabbimiz niye sabretsin ki?

Daha önce de açıkladığımız gibi sabır şimdiki zamanda yaşanan bir ameldir. Zamandan münezzeh olan ve Deccal zihniyetine uşaklık yapan sapıkların önceden ne yaptıklarını, şimdi ve sonra ne yapacaklarını, sonuç olarak cehennemdeki durumlarını aynı anda gören Rabbimiz, ateşlerine ateş katan bu sapıkların neyine sabredecek ki? Rabbimizin sabrı yaratılmışlara yönelik değil Kendi Zatında ve Kendine karşıdır. “Rahmetim gazabımı geçmiştir” başlığında açıkladığımız gibi bu sabrını gazabına karşı kullanmış ve bizler için muazzam bir lutuf olarak rahmeti gazabını geçmiştir.
Dolayısıyle bizler aciz kullar olarak tehlikeli bir oluşumdan endişe duyarak “Bunu büyümeden yok etmeliyiz” derken, bir nebze de olsa Rabbimizi tebessüm ettirdiğimizi düşünüyorum. Ve biliyor ve iman ediyorum ki her hangi şeytani bir oluşum günümüzdeki Deccal zihniyeti gibi “Biz dünyada insanlığı kontrol altımıza aldıktan ve her imkana-her güce sahip tek devlet olduktan sonra bizi kimse yıkamaz” düşüncesine sahip ise -ki böyle olduğunu görüyoruz- hiç kuşkunuz olmasın ki Rabbimiz onların o noktaya gelmesine müsaade eder ve onları kendilerini en güçlü hissettikleri işte o noktada, onların gerçekten bir nokta kadar olduklarını göstererek perperişan eder.

Zaten genel gidişat da bunu gösteriyor..
Metin Karakaş
05-05-2020 23:21
#4596
Selam Aleykum,

Sünnetullah ile ilgili olarak Rabbani yol ve Sünnetullah kitabını okuduğum zaman iman ettim ki tüm peygamber kıssalarında belirtildiği gibi toplumların akıbeti bu sünnetullaha göre gerçekleşecek ve sünnetullah yasaları kıyamete kadar geçerli olacaktır.

Önceki kavimlerden farklı olarak Allah resulü (sav) son peygamber olarak tüm insanlığa gönderildiği için onun mesajıyla dünyadaki tüm insanlara rabbani mesaj mü’minlerce iletilecek ve son toplumsal helak kıyamet olacaktır.

Bir daha peygamber gönderilmeyeceği için biliyoruz ki sünnetullah çerçevesindeki bu hak daveti yapabilmek için öncelikle hak bir topluluğun oluşması ve bu davetin aynen Allah’ın elçileri gibi yapılması gerekiyor.

Burada çok önemli olan bir husus da aynen Allah’ın elçileri gibi merhametle insanların helakını değil kurtuluşunu dilememiz ve davetimizi bu merhamet üzerine bina etmemiz.
Salih Can
05-05-2020 19:35
#4595
Selamunaleykum,

Dünya emperyalizmini yerle yeksan edecek bir bomba... Aradan 33 sene geçti o gün ki emperyalizm bugün daha da güçlenerek "şeytani üst akıl" olmuş.. O gün kıpırdamayan yaprakların bugün ki halleri de ortada.. Düşman gelişip güçlenmişken, o gün tepki vermeyenlerin şimdi ayağa kalkacaklarına dair ne kadar umutlanabiliriz bilmiyorum?! Ama gözümün önündeki tablo aynen şu şekilde;

Dünyayı büyük bir çukur olarak düşünelim, çukurun başında çukura kepçe makinasıyla kum atan deccal ve onun attığı kumları çukurdan çıkarmaya çalışan elinde kürek olan üç-beş müslüman var. Etraflarında ise kepçenin çukuru mutlaka dolduracağına inanan görmediğinin kudretine değil de gördüğünün kuvvetine inanan bir topluluk var. Kalabalık topluluk dev bir kepçenin karşısında ellerindeki küreklerle canhıraş mücadele eden o üç-beş müslümana acıyarak bakar.. İçlerinden biri elindeki küreği bırakmadan kalabalığa, onların durgunluğuna acıyarak haykırır;


"Ey insanlar kepçenin doldurmaya çalışmasıda, bizim boşaltmaya çalışmamız da bir çabadır ve ilk söz de son söz de Sünnetullah'ındır.. Ve unutmayın ki, ALLAH'ın bir vaadi vardır. "Biz, her insanın kuşunu (amelini ve nasibini) kendi boynuna doladık. Kıyamet gününde onun için açılmış bulacağı bir kitabı önüne çıkarırız. (17-İsrâ 13). Su olmayan yerde kulu Nuh'a gemi yaptıran Allah bu gayretli teslimiyetinizin mukafatını verecektir." der. Böylesi bir ikazın sonunda kalabalıkdan O müslümanlara yardıma gidenlerin akıbeti de kepçeyi kullananın ve onu izleyenlerin akıbetide bellidir. Merak edilen şey çukurun akıbetiyse, onun da akıbeti bellidir, o çukur dolmayacak. Her şeyi hakkıyla bilen Rabbimiz, bize örnek gösterdiği helak olan kavimlerde peygamberlerine ve yanındakilere gayret etmelerini emretmiştir. Musa a.s denize asayı vurasıya kadar dünyevi akıbetini bilmiyordu. Velhasılı Allah gayretimizi görmek istiyor, çukur zaten dolmayacak.!


Şimdi bana, bize düşenin ise "en doğru şekilde nasıl kürek sallanır"ı iyi anlayıp ona göre hareket etmektir diye düşünüyor takibe devam ediyorum inşaallah..


Köksal Şahin
05-05-2020 03:07
#4591
Kimler tehlike altında?

Selamünaleyküm,
Mehmed Abi'nin Rabbani Yol ve Sünnetullah kitabıyla ortaya koyduğu, dünyanın en gelişmiş silahlarından ve en kalabalık ordularından daha güçlü bir hakikat var. Kitabı okuyup bu hakikati idrak ettiğim zaman içimi kaplayan huzur ve güven duygusunu şimdi nasıl tarif edebilirim bilmiyorum (Elhamdülillah). Hep düşünürdüm, dünyanın içinde bulunduğu bu durum nereye kadar böyle gidecek, buna kim, nasıl "dur" diyecek, biz ne yapmalıyız diye. Eskiden olsa verilecek çok cevabım ve aklım! vardı ama zaman içerisinde gördüm ki verilecek doğru düzgün hiçbir cevabım yok, nereye el atsam elimde kalıyor. Allah'a dua ediyordum bana hak olanı, doğru yolu göstermesi için.
Kerim Rabbim'e sonsuz şükürler olsun ki Mehmed Abi'nin yazılarını ve kitaplarını o dönem çıkardı karşıma. Ve daha okuduğum ilk kitapta tam da sorularımın cevaplarını buldum; önce yaşadığın çağı tanımla sonra bu tanımın gerektirdiği amellere yönel ve Sünnetullah'ı bil ki hem kalbine huzur olsun, hem de insanları onunla uyarasın.

Allah'ın bu gerçekten "bomba gibi" hakikati görmeyi, o Arapça'yı sular seller gibi bilen, el üstünde tutulan, 'hikmetlerinden sual olunmaz' büyüüük alimlere değil de Mehmed Abi'ye ve bizlere nasip etmiş olması enteresan değil mi? Kendilerine alim! denilen bu büyüklerimiz/abilerimiz gerçekten samimi iseler büyüklenmeyi bırakıp hak gerçeklere boyun eğsinler. Önce 'küre dünya' saçmalığıyla yüzleşsinler sonra oturup bu meseleleri okusunlar, Sünnetullah gerçeğini öğrensinler ve Allah rızası için anlatsınlar insanlara. Eğer bunu yapmazlarsa, peşlerinden sürükledikleri insanların vebalini de üstlenerek oturup beklesinler gelecek olanı..

Sözü fazla uzatmadan Mehmed Abi'ye bırakmak istiyorum çünkü şu aşağıda yapacağım alıntının üzerine ilave edebileceğim bir şey yok. Rabbim tekrar tekrar kendisinden razı olsun, başımızdan eksik etmesin, sağlıklı, uzun ve hayırlı ömürler versin.

Rabbani Yol ve Sünnetullah; Sayfa 189, 190, 191 :
- Hakkı bilmelerine rağmen, haksızlık karşısında sükût edenler!
- Resûlullah S.A.V.'in razı olmadığı, boyun eğmediği zalime ve zulme boyun eğenler, razı olanlar!
- Allah'ın hükmünü bilmelerine rağmen şeytani hükümleri inkâr etmeyenler, inkâr ettirmeyenler!
- İnsanları Allah'a kulluğa davet ederken, şeytana ve şeytanın dostlarına kulluktan men etmeyenler!
- Allah'tan korkup sakınmayanlar!
- Zalim ve zulüm karşısında susmayı "müslümanca bir sabır" olarak adlandıranlar!
- Çevresindeki uyuşmuş ve uyuşturulmuş insanların kendisine yönelttikleri sevgi, saygı ve itibar ile hoşnut olup, bu cahili değerler ile Allah katında da değerli olduklarını zannedenler!
- Malından ve canından taviz vermeyip, Allah'ın hükmünden taviz verenler!
- Yapmadıklarını söyleyip, emrolunmadıkları işleri yapanlar!
- Üç günlük dünya hayatını, ebedi hayata tercih edenler!
- Var olan Allah'tan değil, yok olan yokluktan korkanlar!
- Müslümanca yaşamasını bilmezken, müslümanca ölmekten söz edenler!
- Zelil bir yaşantıyı, Allah'ın lütfu ile gerçekleşebilecek olan izzetli ve onurlu bir şehadete tercih edenler!...

İşte bunlar, bütün bunlar zalimin zulmünde ve mazlumun günahında hisse sahibidirler. Allah'ın azabı zulmeden zalimlerle birlikte, zulme rıza gösteren bu kimseleri de kuşatacaktır.

"Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden sadece zulmedenlere isabet etmez. Bilin ki Allah'ın azabı çok şiddetlidir." 8-Enfâl 25
Bu ayet-i kerimede belirtilen kimseler, zalimin zulmüne güçleri nisbetince müdahale etmeyen kimselerdir. Dolayısıyle zalimlerin müstahak oldukları azap, zulme rıza gösteren bu kimselere de dokunmaktadır. Bu kimseler, zalimlere azap edilirken kurtulacak olan kimseler değildir. Rabbimizin ilahi vaadine muhatap olan müminler, güçleri nispetince kötülükten sakınan ve kötülükten sakındıran, iyiliği yaşayan ve iyiliği emreden müminlerdir.

"..Biz kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları da yapmakta oldukları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakalayıverdik." 7-A'raf 165


Cihan Özbay
05-05-2020 01:49
#4590
Selamun aleykum.

Mehmed amca Allah razı olsun inşallah senden. Gerçekten yazıların ya da yorumların elhamdulillah ki birçok kardeşimde olduğu gibi beni de irkiltti, hüzünlendirdi ve derin düşüncelere itti. Meğersem ben o imani heyecanımı Kuranı her okuduğumda hissetmiyor, hissedemiyormuşum çok yoğun bir şekilde... Ayetler üzerinde çokça tefekkür etmek bir kez daha önem kazandı bende. Tabi ki amel noktasındaki acizliğim de beni epeyce düşündürdü ve de utandırdı.

‘Ben kardeşlerimle imani bilgilerden ziyade imani duyguları paylaşmak istediğim için sadece bilgi alış-verişini ve akademik konuşmaları sevmiyor ve bununla yetinemiyorum. Çünkü düşüncenin ne olduğu, nasıl düşünüldüğü ve düşünce metotları üzerine Kurani araştırmalar yapan bir kardeşiniz olarak gördüm ki, aklen anladığımız bir gerçeği beynimize naklederken, bunun da ötesinde iman ettiğimiz bir gerçeği kalbimize nakletmekte, kalbimize mal etmekteyiz.’ Yorumunun bu kısmı üzerinde özellikle düşündüm ve kendi açımdan ufak birkaç değerlendirme de ben ekleyeyim dedim...

Yapısı ve amacı gereği dini ilimler özelde de İslami ilimler hakkında salt ‘bilgi’ vermeyi, sonrasında da bu salt ‘bilgi’ yi diğer insanlara özellikle de gençlere çocuklara öğretmeyi -buna sadece nakletmek de diyebiliriz- meziyet-görev sanan bir kurumdan bir bölümden mezun olan birisiyim. Bizler aldığımız eğitimde bilgi alışverişi şöyle dursun sadece bilgi verişi gördük, koca koca akademisyen hocalarımızın istisnai bir kısmı hariç kendi akademik, entellektüel birikimlerini bize naklettiklerine, şahsi odalarındaki hükümranlıklarıyla bize karşı egolarını nasıl tatmin ettiklerine şahit olduk. Bakıp da düşünüyorumda imani bilgi nerede imani duygu nerede... Rasulullah'ın (a.s) ‘Faydasız ilimden Allah’a sığınmasını' da bu açıdan değerlendirince günümüz eğitim-öğretiminin de dünya gibi nereye gittiğini de anlamamız çok zor olmuyor. Tekrardan Allah razı olsun, dualarına gönülden amin diyorum.

Artık son yorumunu dikkatle okuyor ve Sünnetullah meselesine odaklanıyorum..


Mehmed Alagaş
04-05-2020 23:41
#4588
Ve aleykümselam

Vedud olan, mü’minleri seven, mü’minler tarafından sevilen ve mü’minlere birbirlerini sevdiren Rabbimize hamd ederek konumuza devam ediyoruz. Geçen yorumlarda ruhtan bahsettiğimiz zaman bazı kardeşlerimiz halk arasında yaygın olan “Ruh ikizi” ifadesi doğru mu diye sordular. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyor ve Kur’an’a göre ruh değil Havva validemiz gibi birçok nefs ikizlerinin olabileceğini ifade ediyoruz. Bu konuyu şimdilik derinleştirmeden konumuza geçelim.

İkinci bölümümüzün ana sorusu olarak “Dünyayı saran Deccal zihniyetine ümmet olarak tepki veremediğimize göre her şeyden hakkıyle haberdar olan Rabbimiz ne yapacaktır?” demiştik. Rabbimizin hikmet dolu fiilleri konusunda “Hikmetinden sual olunmaz” diyen müslümanlar “Sorduğunuz bu soru, biz aciz kullar için haddi aşan bir soru değil midir?” diyeceklerdir. Önce şunu belirtelim ki bizler Rabbimizin fiil ve hükümlerindeki hikmetten sual eder, anlayabilirsek şükreder, anlayamazsak “Amenna” diyerek hamdederiz. Kaldı ki bu meseleyi değerlendirirken hikmetten değil sünnetten, Sünnetullah’tan sual edeceğiz.
Bildiğiniz gibi Rabbimizin toplumların akibetiyle ilgili sünneti Kur’an-ı Kerim’de sık sık beyan edilmekte ve bu Sünnetullah’da en küçük bir değişim ve değişiklik olmadığı, olamayacağı beyan edilmektedir. Dolayısıyle bu önemli meseleyi Sünnetullah’a göre değerlendirmek ve muhtemel akibetleri ayetlerle açıklamak, kehanette bulunmak veya gayba taş atmak değildir. Rabbimiz çok açık ve net bir şekilde ister küçük bir kavim olsun, isterse dünya genelinde tek bir devlet, İlahi çağrı karşısında ne yaparlarsa neyle karşılaşacaklarını beyan etmiştir.,

“Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek (düşmanlık yaptılar). Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını dönüp-kuşatmaz. Onlar öncekilerin sünnetinden (onlara uygulanandan) başkasını mı gözleyip-beklemektedirler? Sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir tebdil (değişme-değiştirme) bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir tahvil de (azabı başka şeye çevirme, döndürme de) bulamazsın. (35-Fatır 43)”

Sünnetullah’la ilgili bu ayetleri kendi Tur’unda okuyan bir mü’min, ayetlerle Allah’a davet ettiği bir firavun veya bir müstekbir ne kadar güçlü gözükürse gözüksün, ayetleri inkar ettiği zaman onun akibetinin ne olacağını açıkça görecek ve Musa (a.s.) gibi şu açık imani cevabı verecektir.,

“Andolsun ki Biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik. İsrailoğullarına sor, (Musa) onlara geldiği zaman Firavun ona "Gerçekten ben seni kesinlikle büyülenmiş sanıyorum" demişti. O da "Andolsun ki bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini (artık) sen de bilmişsin. (Bunu bilerek küfredince) ben de seni kesinlikle yıkılmış-helak olmuş sanıyorum" demişti. (17-İsra 101.102)”

Musa (a.s.)’ın bu kesin sözleri, Sünnetullah’a olan imanından kaynaklanan sözlerdi. Çünkü Rahman olan Allah ona toplumlarla ilgili bu Sünnetullah’ının kesinlikle ve kesinlikle değişmeyeceğini bildirmişti. Peki her peygamber kıssasında karşımıza çıkan bu Sünnetullah gerçeği, günümüzde de geçerli midir? Kendilerine alim denilen bazı şaşkınlar bu Sünnetullah’ı tabiatta süregelen Adetullah çerçevesine sığdırmaya kalkışırlarken, bir kısmı da bu Sünnetullah’ın toplumsal helak boyutunu peygamberlerin dönemleriyle sınırlandırmakta ve yeni bir peygamber gelmeyeceği için İlahi daveti reddeden toplumların bu Sünnetullah’a göre helak edilmeyeceğini söylemektedirler!.

Bunu Sünnetullah’ın Sahibi Allah adına söylerken, ilimden değil cehaletten kaynaklanan ne büyük cesaret değil mi? Konuşmaktan ve uyarmaktan başka yapacak bir şey yok, ne yazık ki böyle bir toplumda yaşıyoruz. Zaten böylesi alimler (!) nedeniyledir ki 33 yıl önce yayınladığımız “Rabbani yol ve Sünnetullah” kitabını, 33 yıldır anlatmaya devam ediyoruz. Bakın bu önemli konuda yıllar önce ne demiştik.,

“Seksenli yılların ilk yarısında toplumsal Sünnetullah gerçeğiyle karşılaştığımız, dünya emperyalizmini yerle yeksan edecek bir bombayla karşılaşmanın heyecanını yaşamış ve aynı heyecanla “Rabbani Yol ve Sünnetullah” kitabını yazarak, bu İlahi gerçeği müslümanlarla paylaşmak istemiştik. Kitabı yayınladıktan sonra kendilerini zayıf ve yalnız hisseden müslümanlar arasında büyük bir yankı uyandıracağını ve müslümanların ortak bir Sünnetullah çizgisinde bir araya gelebileceklerini umuyorduk. Ancak samimi ve istisnai katılımlar olsa da, müslümanların genel düzleminde dallar veya gövdeler değil, yapraklar bile kımıldamadı!.”

Evet, kıpırdamadı!. Çünkü müslümanlara ve cemaatlere yol gösteren yukarıdaki alimler (!), Sünnetullah’la ilgili kendi kanaatlerini öne sürerek ve bizimle hiç tartışmaya girmeyerek meseleyi kapatıverdiler!. Tabi bizim için bu mesele, kıyamete kadar kapanmayacak bir meseledir. Birçok defalar söylediğimiz gibi toplumsal bir helak olan kıyamet, bu Sünnetullah’ın bir tecellisi olarak kopacak ve kıyamet öncesi tüm insanlar bu Sünnetullah ile karşı karşıya getirileceklerdir. Çünkü kıyamet, Sünnetullah’a göre haktan ve hakikatten gafil insanların üzerine kopmayacaktır.,

“İşte bunun (bu tebliğin) nedeni, halkı gafil haldeler iken Rabbinin ülkeleri zulüm ile helak edici olmadığındandır. (6-En'am 131)”

Anlaya anlaya, tekrar anlatmaya devam edeceğiz İnşaallah..
Kemal Sallabaş
04-05-2020 21:45
#4587
Selamünaleyküm

Benim dertli amcam
Allah senden razı olsun, bu emeklerine bizler şahidiz Allah nezdinde hiç bir emek zayi olmaz.
Dertli amcam diyorum çünkü dertli olmanın da bir nimet olduğunu biliyorum. Derdin sebebi ve yoğunluğu iman ile orantılıdır ve Allah için çekilen dertler ecir olarak dönecektir. Bu dünyada Allah İçin sevinip , Allah İçin üzülüp, Allah İçin dertlenebiliyor isek ahirette yüzü gülenlerden olacağız İnşallah...
Sınıftaki kardeşlerimiz duygularımıza tercüman oldu aslında ama bireysel olarak muhakkak herkesin Farklı oranlarda etkilendiği aşikar. Bir duyguyu, bir ahvali değerli kılan onu fiiliyata dökmekteki amaçta yatar. Bir gün bir örnek vermiştin ve içinde kibir taşıyan niyetlerle büyük ameller yapmak yerine ihlaslı olarak yolda yürürken insanlara eziyet verecek bir şeyi yerden alıp çöpe atmanın Allah katında çok daha değerli olduğunu söylemiştin.
Bu örnek de beni çok etkilemişti... Her fırsatta amelin büyüklüğünden ziyade gönülden yapılmasını nasihat ettin bizlere. Bu gün daha iyi anlıyorum önemini, bu birlikte değerlendirelim başlığında konuşulan gönüller meselesi ile yazmış olduğun yorumla beraber düşündüğümüzde taşlar yerine oturdu. Gönüller Allah’a bağlı ve Allah'a karşı açık ise çok büyükmüş amcam...
Ve bunu sadece iman etmiş olanlar anlayacak.
Metin Karakaş
04-05-2020 13:48
#4585
Selam aleykum

Kardeşlerimin duygularına katılıyor ve birgün bu dünyadan teker teker eksileceğimizi bilsek de Mehmed Can abim gibi "Allah seni başımızdan eksik etmesin" diyorum sevgili abim.

Bizleri mü'min ve müslümanlardan kılan, seni hakla sonra da bizi senle buluşturan Allah’a hamd olsun güzel abim.

Rabbimiz hakkıyle biliyor ki sana olan ilgimiz, sevgimiz senin şahsından değil senin Allah'a, Kitabına, elçilerine olan yakınlığından ve imanındandır.

Kişi sevdiğiyle beraberdir ve inşaAllah hocam öncelikle kendi adıma bizdeki cılız imani coşkunun çoğalıp gafil insanları ebedi kurtuluşa sabır ve merhametle davet edebilecek seviyeye gelmesi için biz kardeşlerine dua etmeni istiyoruz.

Ve yine diyorum ki bizleri kardeş kılana layık olduğu şekilde hamd olsun.


Gülsüm Alagaş
04-05-2020 03:41
#4582
Selamunaleyküm

Kadın olmamdan kaynaklansa gerek bir önceki yorumda kısa konuşmaya özen göstermeme rağmen bazı şeyleri illa ki ilave etmek istiyorum. Kardeşlerimizin yorumlarını okudum ve davayı kendisine dert edinen ve bu dertle dertlenen Mehmed abilerinin derdiyle dertlendiklerine şahit oldum. Abinizin bu son yorumunda söylediklerini daha önce kendisinden duyduğumda kendi halimden utandım. (Kendisine söyleyemesem de) nefsimi temize çıkarmak için savunmaya geçip “Senle biz bir miyiz, senin yaşadıklarını yaşamamızı, senin hissettiklerini hissetmemizi bekleyemezsin” dedikten sonra evlendiğimiz ilk yıllarda bana yaptığı bir nasihati hatırlattım kendisine. Bana “Her duygu, herkesle paylaşılmaz. Her duygunu herkesle sakın paylaşma. Seni deniz olup-coşturan duygularını şayet paylaştığın kişi bu bu konuda çölse, bu paylaştıklarını buhar edip-yok eder” demişti. Kendisine bu nasihatı hatırlatıp niye paylaştığını sorunca “Paylaşmak zorunda olduğumuz gerçekler bizim değil ümmetin malı. Ayrıca bu çölleri sulamak ve buralarda çiçek yetiştirmek zorunda olduğumuzu da unutma” dedi.

Ben de söz bitti. Mehmed abiniz bu yorumunda vahyi Musa (a.s.)’ın Allah’la Tur’daki buluşmasında olduğu gibi Tur’da okumamız gerekir diyordu. İyi de biz kendi Turlarımıza ne kadar yakındık? Önce ne olup-ne olmadığımızı fark edip kendimize gelmeden, kendi Turlarımızı nasıl bulacaktık ki? Kendi Turlarımıza çıkıp, Rabbimizle her an karşı karşıya olduğumuzu hissedip, sağ ellerimizle tuttuğumuz her ne dünyevi güvence varsa Rabbimizinin Musa (a.s.) kıssasında belirttiği ve Mehmed abinizin açıkladığı gibi elimizden atıp, kendi Turlarımızdaki kutsal ateşte yakmadıkça, belimizi büken dünyevi ağırlıklardan kurtulup ayağa kalkamayacağız.

Çok konuşmak zorunda kaldığım için hakkınızı helal edin.


Harun Can
04-05-2020 03:15
#4581
EYVALLAH ve de ELHAMDÜLİLLAH

RABBİMİZ senden razı olsun, hoşnut olmuş ve olunmuş olarak cennetine buyur etsin amcam-hocam. Ve bizleri de dahil etsin. Saat geldiğinde cennetlikler ve cehennemlikler yerlerini bulduğunda; "Vah bize..!" deyip yok olmayı isteyenlerden değil, bu günlerine hamdedip RABBİNİ razı etmenin mutluluğunu ve mükafatını yaşarlarken sedirlerde sohbet edenleren etsin inşaALLAH...

Yorumunla bana korku ve huzur duygularını birlikte yaşattın;
Korkmamın sebebi Rabbimizden ve hükmünden gerçekten gerekli haşyeti duyamıyor olma ihtimalim.
Huzur bulmamın sebebi de aranan kriterlerin sadece ilim ve akedemik yazılar olmadığını temiz ve sağlam bir imanın olduğunu hatırlatmandır.
Öncülük ve önderlik etmenin elbet mükafatı ve ecri farklıdır. Fakat kendinde bu gücü ve nimeti bulamayıp, şeytan aleyhillanenin de vesvesesi ile öncülük edenleri kıskanmaktan veya olmuyor yapamıyorum deyip arı imanına zeval getirenlerden olmaktan ALLAH'a sığınır, öncü olamasam da o kardeşimin(amcamın) sırtını yaslayabileceği bir mümin ve bir kardeş olmayı niyaz ederim...

Uyarın için de teşekkür ederim, maksadımı bildiğini ve anladığını düşünsem de, uyarınla artık dikkat edeceğim bir şey daha öğrendim. Evet üç kız babası olan ben, kendini ve neslini önemsemeyen ve es geçenlerden olmadım (olmama gayretindeyim) ve olmadan da emanetini teslim etmek çabam ve duamdır..Henüz anlayabilecek yaşlarda olmasalar da, neticede bilmeleri ve yaşamaları gereken gerçekleri kendilerine söylüyor, "daha küçükler vakti gelince anlatırız" demiyorum. Ve biliyor musun amca bunu yapmamdaki sebeplerin içerisinde senden de bir pay var. Bir kitabında düzlem örneği vermiştin; "Doğru taşların doğru yerlere oturabilmesi için o taşın oturabileceği bir yer var ve taşı doğru yere yerleştirmek gerek" diyordun. ALLAH senden ve babamızdan razı olsun, bizlerde bu taşları koyabileceğimiz yerler açtınız ve ALLAH a hamdolsun bizlere aksaklıklar ve hatalar olsa da muhakeme yapıp olabildiğince doğru yerlere koymayı nasip etti... Neslimizin ve toplumun üzerinde bir tahakkümümüz yok. Yapabileceğimiz bu doğru taşların yerini oluşturup vakti geldiğinde doğru yerlere koymalarını RAHMAN dan niyaz etmek.

Hakkını helal et, sevgi ve saygı ile ellerinden öperim amcam ...
Yusuf Can
04-05-2020 03:02
#4580
Ah amcam ahh..!

Okuduğum son yorumundan sonra sınıfın sessiz takipçisi olarak ilk yorumumun ilk sözleri "Ah amcam ahh" olsun istedim. Elhamdulillah ki "neden sessiz kaldım" sorusuna senin çok uzatmamak için "herneyse" diyerek kestirdiğin yorumunda çok net bir cevap bulup kendi cevaplarımın kısırlığını gördüm. Ve bir kez daha elhamdulillah..!
Belki gönüller ve duygular farklı, lakin iman edilen gerçekler veya hak ta birlesen imanlar müminlere ayna olup kendisini gösteriyor.. Bana ayna olup kendimi gösterdiğin için Allah razı olsun diyor, kalpleri elinde tutan ve evirip çeviren Allah'a sonsuz şükürlerimi sunuyorum..

Hissettiğin yalnızlık duygusu Allah şahit beni çok derinden üzüyor amca...
Yalnız değilsin diye bağırasım geliyor avazım çıktığınca...
Rabbime duam bu yazımı bir çığlık görüp ,
Biz kardeşlerini de hissetmendir, hemen yamacında..
Ben buradayım amca.. Sınıfında..


Köksal Şahin
04-05-2020 02:01
#4579
İmza defteri

Selamünaleyküm,

Mehmed Abi sizi Allah için çok seviyorum.
Önce bende balyoz etkisi oluşturan şu satırlarınızı tekrar paylaşmak istiyorum :
"Mesela bir çoğunuz evlerinizde Kur’an’ı eline alıyor ve “Öyleyse insanlardan korkmayın, Ben'den korkun.. (5-Maide 44)” ayetini okuduğunuz zaman bu açık gerçekliğe hiçbir akli itirazın olmadan tasdik ederek geçiyorsunuz. Diyelim ki gece vakti bir dağın başındasınız, gök yarıldı ve Rabbiniz sizlere “İnsanlardan korkmayın, sadece Ben'den korkun..” diye seslendi. Bu ses üzerine insanlarla konuşmalarınızda yaptığınız gibi bu sözü aklen tasdik edeyim mi-etmeyim mi düşüncesine hiç kapılmadan iman eder ve haşyet duygularıyla dünyada insanlara zulmeden tüm müstekbirlerin gözünüzde küçülüverdiğine şahit olursunuz. İyi ama evde okuduğunuz kelam ile dağda şahit olduğunuz kelam aynı Rabbin kelamı değil mi?"
Bunları okuduktan sonra gidip bir önceki yorumunuzu tekrar okudum, nereye duyarsız kaldık, neyi ihmal ettik de Mehmed Abi bize gücendi, kendini yalnız hissetti diye. Kendi adıma birçok şeyi eksik bıraktığımı fark ettim. İşte bir tanesi:
"Rabbe inanan ve ruhuyla barışık olan mü’minler olarak şeytanın bütün çömezlerine acıyarak bakıyor ve “Elinizden geleni yapın, bizler de yapmakta olanlarız” diyoruz."
Evet, imani bir heyecanla bu sözünüzün altına imzamı atıyorum.
Rabbim sizden razı olsun.
Adem Eker
04-05-2020 01:51
#4578
Sadece gönülden bir ELHAMDÜLİLLAH diyebiliyorum.

Salih Can
04-05-2020 01:43
#4577
Çocukken kibrit kutusundan bir kibrit çıkarıp yakardım, yaktığım kibriti kutudaki diğer kibritlerin içine koyardım ve kutu bir anda harlar küçük bir ateş topu olurdu. Bu anlamsız işlem bana zevk verirdi. Sonraları felsefe merakı sonra tasavvuf ve en sonunda fıtraten aslım olan islam'a dönünce, bu kibrit olayına farklı bakmaya başladım. Karanlığı aydınlatmak için bir kibrit, genel karanlığı uyandırmak için ilk kibrit çöpüyle tutuşturulmuş bir kibrit kutusu lazım.
Sen ilk tutuşan ve diğerlerini tutuşturan ilk kibritsin amca, bizler bu platforma ve bu siteye senin deyiminle yazar değil yaşar olmaya geliyoruz. Öncü olmak, yön veren olmak, yakmak için yanmak bir tercih midir yoksa bir takdir midir bilemem ama sana Hz. Ömer'in duasını edebilirim. Ya Rabbi amcamın omuzlarındaki yükü hafifletme, onun omuzlarını kuvvetlendir.
Sana muhabbetim bana yol gösteren, bakış açımı değiştiren bir amcam olmandan ötürüdür. Ve tabi ki Allah'ın bizi kardeş kılmasıdır. Şayet bir yanlış veya hatan olursa bunu düzeltmek de bizim üzerimize borçtur. Aynı yükünü paylaşmanın, omzunu güçlendirmenin üzerimize borç olduğu gibi.
Son yorumundan sonra böylesi bir yorum yazmaktan kendimi alıkoyamadım. Konunu dışına çıkmış gibi oldum ama aslında konunun tam da bizle ilgili kısmına geldim. Bu davada herkesin misyonu farklı kimi yazar, kimi konuşmacı, kimi ekonomist, kimi de dinleyici olacak ama herkes aynı secdeye varıp, aynı kefeni giyecek. Dinimize göre bu vasıflar ayrıcalık değil zenginliktir.
Velhasılı güzel amcam eğer bulunduğun yer tercihse birşey diyemem ama takdirse yorulabilirsin ama duramazsın.
Ellerinden öperim selam ve dua ile..
Mustafa Aksel
04-05-2020 01:23
#4576
SELAMUN ALEYKÜM

Hislerim nasıl kelimelerle tarif edilir bilmiyorum ama son yorumdaki İnşirah abimin de belirttiği özellikle dağ örneği böğrüme yumruk gibi oturdu.. Meğer biz bu ayete hakkıyla iman etmezmişiz dedirtti. Vallahi bu noktada sınıfta kaldığımı sayende anladım Mehmet amca.. İnan ki ayet yüreğime oturdu, bu noktadan sonra gerçekten okurken ayetlere bakış açım artık eskisi gibi olmayacak inşaallah. Allah senden ebeden razı olsun senin ve tüm mümin kardeşlerimizin dünya ve ahiret sıkıntılarını gidersin. Şu an kendimi babası için ayet inen ve onu iliklerine kadar yaşayan Halid Bin Velid gibi hissettim verdiğin örneği okurken. Soğuk soğuk terledim, İnşaallah artık çağrılara uyan, derslere katılan ve gür sesler olmak için mücadele eden kısımdan olmaya gayret edeceğim.
Buradaki şahısların derdinin asla tekasür-çokluk olmadığı Rabbin şahitliğiyle aşikar bende buna yakinen şahidim. Sonradan tanıştığım kardeşlerimin hiç biri ne beni kendilerine çağırdı ne de başka birilerine.. Buradaki düstur adam kazanmak değil adama kazandırmak. Bu düsturla yapılan davetler ise sadece Rahman olan Allah'a.. Ben aranıza sonradan katılan aklı evvel bir kardeşinizim. Sitedeki yazıları genel manada takip etmeye çalışan ama özellikle birlikte değerlendirelim kısımlarını kaçırmamaya çalışan bir kardeşiniz. Her ne kadar aktif olarak yorumlarda bulunmasam da sınıfta arka sıralarda dersleri takipteyim ve bir çok kardeşimizin böyle olduğuna da şahidim. Açıkçası ben kendi adıma maksadın hasıl olmasının önüne geçmemek için ve sadece yorum yapmış olmak için yorum yapmaktan kaçınan biriyim. Bu süreçte okuduğum yazıları kavramam sindirmem hayata geçirmem haliyle zaman alıyor. Çünkü burada yazılanlar Kur'an'da yaptığımız yüzeysel okumalar gibi değildi (haşa Kur'an değil bizim kıt anlayışımızdır yüzeysel olan) Ben şahsen söylenenleri sindirdim hamd olsun. Bunun da sebebi Mehmet amcanın konuyla ilgili bütün ayetlere gitmeden birşeye doğru dememesi ve hepsini bütün kurana dayandırması. Rabbim İnşallah ferasetimizi ve basiretimizi genişletsin anlatırken de dilimizin bağını çözsün...
İmani heyacanı yaşama konusunda sınıfta yalnız değilsiniz İnşallah. Ben ve benim gibi bir çok kardeşimiz sınıfta bunu hissediyor sadece parmak kaldırmaya çekiniyoruz.
Talha
04-05-2020 01:02
#4575
SELAMÜN ALEYKÜM

Ah be güzel amcam... Ah be dertli amcam... Şimdi yanında olup sana sımsıkı sarılabilmek vardı... Belki de seni bu noktaya taşıyan unsurlardan biri de bu yalnızlığın... Bazen gerçekten çok büyük rahmet... Keşke burdaki kardeşlerimizle birlikte bu Ramazan da itikafa girebilsek...
Fahri Suna
04-05-2020 00:56
#4574
bu duyguyu yaşatan ALLAHA hamdolsun

selamın aleyküm
Mehmed amca yazılarını arka sıra öğrencisi olarak yeni okumaya başladım. Bu zamana kadar vakit ayırmayıp kaçırdığım çok şey için kendi adıma çok üzüldüm. Son yorumunda "Aslında imani bir heyecanla yazdığım cümleleri aynı imani heyecanla okuyan ancak duygularını yazıya dökmeyen kardeşlerimin de olduğunu bildiğim gibi bazı yorumlarda da bu imani heyacanı görüyor fakat geneli dikkate aldığım zaman bununla yetinemiyorum.'' diyorsun. Rabbime dua ediyorum duygularımı yazıya bildiklerimi dilime dökebilmek için insanlara anlatma yeteneğim olsun diye. Son yazdığın yazı ve örnek bende farklı duygular uyandırdı içimde. Bir hüzün duygusu oluşturdu, uzandığım yerden adeta ayağa kaldırdı verdiğiniz örnek. Mehmed amca ALLAH senden ebediyen razı olsun. Hakkını bizlere helal et... Selam ve dua ile
Gülsüm Alagaş
04-05-2020 00:53
#4573
Selamunaleyküm

Mehmed abinizin son yorumunu okuduktan sonra sadece “Elhamdülillah, elhamdülillah” diyebildim. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz bedevilere “İman ettik demeyin müslüman olduk deyin” buyuruyor. Allah’u alem ilki realiteden hareketle akılla, ikincisi ise haktan hareketle kalple yapılan tasdik. İlahi gerçekleri bir veri olarak bilmelerine rağmen inanmayanlar “Onların gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler, kalpleri vardır fehmetmezler” hitabına maruz kalırken, aynı verilere iman eden mü’minler için Rahman olan Rabbimiz bu mü’minlerin işiten kulağı, gören gözü oluyor. Zaten bu nedenledir ki Kur’an-ı Kerim’de bildirilen hakikatlere iman eden müslümanlar, Hakkın ta Kendisi olan Rahman’ın bu lutfu ile iman ettikleri hakkı bizzat kendileri görmüş ve işitmişçesine şahitlik edebiliyorlar. Karşılaştıkları hakikatleri sadece aklen tasdik edenler ise şeytan aleyhillanenin yine akli olan vesveseleri karşısında sendelemekten kurtulamıyorlar.
Çok düşünüp-az konuşan Mehmed abinizi kendime örnek alarak sözü uzatmıyor ve dua etmeye devam ediyorum.

Mehmed Can
04-05-2020 00:21
#4572
Selamunaleykum,

"Yalnızlığımda bana imani bir heyecan veren duygularımı satırlarda paylaştığım zaman yine yalnız kaldığımı, yalnızlıktan pek kurtulamadığımı hissediyorum. İşin menfi tarafı yalnızken Biz olduğumuzu düşünerek denizler genişliğinde yaşadığım bu duygular, paylaştıktan sonra çoğalmak bir yana kişiye özel küçük göller durumuna dönüşüyor. Aslında imani bir heyecanla yazdığım cümleleri aynı imani heyecanla okuyan ancak duygularını yazıya dökmeyen kardeşlerimin de olduğunu bildiğim gibi bazı yorumlarda da bu imani heyacanı görüyor fakat geneli dikkate aldığım zaman bununla yetinemiyorum. Böylesi durumları yaşarken bir beşer olarak üzülsem de elbetteki hiçbir kardeşime kızmıyor, kırılmıyorum. Biliyorum ki her insan başka bir alem ve herkesin meziyetleri ve zaafları farklı."

Allah seni başımızdan eksik etmesin İnşaallah, yazının sonuna zor ulaştım dönüp, dönüp bu cümleleri tekrar tekrar okudum ve okuyacağım. Senin bu halini en iyi bilen ve anlayanlardanım ama gereği gibi ifade edemiyorum.. Hakkını helal et bu kardeşine, Allah beni af etsin, Allah seni başımızdan eksik etmesin İnşaallah. Ne olur kızma bize, sakın terk etme kardeşlerini, seni senin anlattığın gibi tam anlayıp, beyinimizdeki bilgiler kalplerimize tam manası ile işleyip bizi heyecanlandırmıyor ise ne olursun Yunus (as)'ın umudsuzluğuna düşerek bizi terketme güzel abim.. "Beklenen Müslümanlar "Senin dertleşip, değer, kıymet verdiğin bu kardeşlerinin soyundan olacak Biiznillah. Ben buna inanıyorum abim. Biliyorsun ki bu önemli meseleleri ve bizlere örnek olan Kur'an'ın kıssalarını Allah'ın izni ile senin anladığın ve anlattığın gibi anlatanlara rastlamadık bu coğrafyada. Vallahi de Billahi de seni sıksak da, seni üzsek de peşini bıkmadan usanmadan dikkatle takip etmeye devam edeceğiz.. Ömrümüz çok kısa abim bu fırsatlar bir daha elimize geçmez.. Dua ediyorum, ellerinden öpüyorum abim..
İnşirah Melal
04-05-2020 00:14
#4571
Selamaleyküm

Hiç beklemeden ve düşünmeden yazıyorum.
"Diyelim ki gece vakti bir dağın başındasınız, gök yarıldı ve Rabbiniz sizlere “İnsanlardan korkmayın, sadece Ben'den korkun..” diye seslendi.

Allahuekber...! Vallahi gözlerim dola dola okudum yazdıklarınızı.. Sizin ise ağlayarak, titreyerek yazdığınızdan hiç şüphem yok.. Ben size ne diyeyim ki hocam.. Ben sizi çok biliyorsunuz diye değil, yaşayarak bildiğiniz, bildirirken tekrar tekrar aynı heyecanla yaşayabildiğiniz için seviyorum.. Rabbim biliyor ki siz bende çok kıymetli çok değerlisiniz.. Rabbimin katında çok daha kıymetli çok daha değerli olasınız.. Bizler sizi çok seviyoruz hocam, Allah da sizi sevsin, sevindirsin...
Mehmed Alagaş
03-05-2020 23:07
#4569
Ve aleykümselam

Birçok kardeşimiz bu birlikte değerlendirmenin çok verimli ilerlediğini söylemesine rağmen Mehmed abinizin ciddi bir sorunu, bir sıkıntısı var arkadaşlar. Yalnızlığımda bana imani bir heyecan veren duygularımı satırlarda paylaştığım zaman yine yalnız kaldığımı, yalnızlıktan pek kurtulamadığımı hissediyorum. İşin menfi tarafı yalnızken Biz olduğumuzu düşünerek denizler genişliğinde yaşadığım bu duygular, paylaştıktan sonra çoğalmak bir yana kişiye özel küçük göller durumuna dönüşüyor. Aslında imani bir heyecanla yazdığım cümleleri aynı imani heyecanla okuyan ancak duygularını yazıya dökmeyen kardeşlerimin de olduğunu bildiğim gibi bazı yorumlarda da bu imani heyacanı görüyor fakat geneli dikkate aldığım zaman bununla yetinemiyorum. Böylesi durumları yaşarken bir beşer olarak üzülsem de elbetteki hiçbir kardeşime kızmıyor, kırılmıyorum. Biliyorum ki her insan başka bir alem ve herkesin meziyetleri ve zaafları farklı.

Yaşadığım sıkıntının ve karşılaştığım sorunun aslında kendimle ilgili olduğunu da biliyorum. Ben kardeşlerimle imani bilgilerden ziyade imani duyguları paylaşmak istediğim için sadece bilgi alış-verişini ve akademik konuşmaları sevmiyor ve bununla yetinemiyorum. Çünkü düşüncenin ne olduğu, nasıl düşünüldüğü ve düşünce metotları üzerine Kurani araştırmalar yapan bir kardeşiniz olarak gördüm ki, aklen anladığımız bir gerçeği beynimize naklederken, bunun da ötesinde iman ettiğimiz bir gerçeği kalbimize nakletmekte, kalbimize mal etmekteyiz. Unutmayın ki beyninize mal ettiğiniz gerçekler iç dünyanızda bile tartışılabilir gerçeklerken, iman ederek kalbinize mal ettiğiniz gerçekler artık tartışılmaz gerçeklerdir. Ve çok iyi bilin ki bir insanın, bir müslümanın temel davranışlarını da, beyinlerindeki verilerden ziyade kalplerine mal ettikleri bu tartışılmaz gerçekler belirlemektedir.
İşin çok daha önemli olan diğer tarafı ise beynimizdeki gerçekler bizler için kupkuru veriler iken iman ederek kalbimize mal ettiğimiz gerçekler duygu hasıl etmekte ve o gerçeklere sımsıkı sarılarak yaşamamızı kolaylaştırdığı gibi amellerimize derin anlamlar da katmaktadır. Peki karşılaştığımız İlahi gerçekleri kalbimize indirmemiz, gönlümüze mal etmemiz için nasıl iman etmeliyiz? İşte bu konudaki genel yanılgı akli tasdik ile imanın birbirine karıştırılmasıdır. Bir gerçeği aklen tasdik etmek, o gerçeği kalbe değil beyne mal eder ve hiçbir imani duygu uyandırmaz
Hiç kuşku duymadan iman etmek ise aklen tasdiğin çok ötesinde bir şeydir. İman etmek, bizlere henüz gayb olan İlahi bir gerçeği aklen tasdik etmek değil onu görmüşçesine şahitlik etmektir. Her hangi bir ayetin beyan ettiği gerçeğe imanınız ile Allah’a olan imanınız arasında en ufak bir fark var ise o ayete tekrar iman etmeniz gerekir. Çünkü Allah’a iman ile Allah’ın ayetlerine iman arasında en ufak bir fark olamaz ve olmamalı. Zaten bu nedenledir ki ayetlere gereği gibi iman etmek konusunda Tur örneğini vermiş ve Kur’an-ı Kerim’i herkes kendi Tur’unda okusun, kendi Tur’unda dinlesin demiştik. Çünkü Musa (a.s.)’ın Tur’da muhatap ve müşerref olduğu kelam nasıl İlahi bir kelamsa, Kur’an sayfalarında sessiz ve sakin bir şekilde yer alan kelamlar da aynı İlahi kelamdır.

Mesela bir çoğunuz evlerinizde Kur’an’ı eline alıyor ve “Öyleyse insanlardan korkmayın, Ben'den korkun.. (5-Maide 44)” ayetini okuduğunuz zaman bu açık gerçekliğe hiçbir akli itirazın olmadan tasdik ederek geçiyorsunuz. Diyelim ki gece vakti bir dağın başındasınız, gök yarıldı ve Rabbiniz sizlere “İnsanlardan korkmayın, sadece Ben'den korkun..” diye seslendi. Bu ses üzerine insanlarla konuşmalarınızda yaptığınız gibi bu sözü aklen tasdik edeyim mi-etmeyim mi düşüncesine hiç kapılmadan iman eder ve haşyet duygularıyla dünyada insanlara zulmeden tüm müstekbirlerin gözünüzde küçülüverdiğine şahit olursunuz. İyi ama evde okuduğunuz kelam ile dağda şahit olduğunuz kelam aynı Rabbin kelamı değil mi?

Evde okurken sizlerde bu duyguları uyandırmıyorsa, Kimin kelamını okuyup-dinlediğinizin farkında değilsiniz demektir. Bu kelamın bilgilerini alabilir, beyninizin derin raflarında üst üste yığabilirsiniz. Rabbimizin Kur’an’da verdiği örneğe göre bilgi dolu bu kitabları beyin denilen merkebe yükleyebilirsiniz. Biraz düşünmez misiniz, Resulullah (s.a.v.)’in “Faydasız ilimden Sana sığınırım Ya Rabbi” derken kastettiği ilim de gerekli olmayan ve gerekli olsa da kalbe inmeyen böylesi ilimler değil midir?
Kendilerine bilgi küpü denilen böylesi kimselerle konuştuğum zaman Rabbim biliyor ki sevmiyor, sevemiyorum bu insanları. İmandan ziyade bilgiye önem veren bu gibi insanlar mevcut birikimleri ile bizim söylediğimiz yüz gerçekten doksanını bilgi olarak anlasalar dahi bizim söylediğimiz yüz gerçekten onunu anlayan ve imani bir heyecanla bu anlayışlarını gösteren kardeşlerimiz bizlere çok, çok daha yakın oluyor. Ve bu kardeşlerimizi Allah için çok, gerçekten çok seviyoruz. Çünkü biliyoruz ki Deccal zihniyetine karşı bilgi ile değil iman ile karşı koyabileceğiz. Bizleri bilgimiz değil iman ettiğimiz ve bu imani heyecanla gereğini yaptığımız gerçekler kurtaracaktır.

Her peygamberin kendi kavimlerini Deccal’le korkuttuğunu bilen mü’minler olarak bu Deccal zihniyetinin her köşe başını tuttuğu böyle bir dünyada ayakta kalabilmemiz, bilgi ile değil iman ile mümkündür. Rahman olan Rabbimiz Deccal zihniyetinin ve çağdaş firavunların üzerine “..ayetlerimle gidin, şüphesiz ki Biz sizinle birlikteyiz (ve herşeyi) işitmekteyiz. (26-Şuara 15)” buyurmaktadır. İşte Deccal zihniyetinin karşısında ve böyle bir dünyada bu ayeti akıllarıyla tasdik edenler değil, bu ayete iman edenler ayakta kalabilecektir.

Sözün çok uzayacağını hissettiğimiz her yerde söylediğimiz gibi yine “Her neyse” diyerek devam edelim. Bu önemli değerlendirmeye artık başladığımıza göre isteyenle imani bilgi, isteyenle imani duygu alışverişi yaparak devam etmek durumundayız. Son yorumları okuduk, hepsi Metin kardeşimizin yaptığı gibi önemli gerçeklere dikkat çekiyor. Teşekkür ediyor ve dualarına amin diyoruz. İmani yorgunluğunu yorumunda hissettiğim Turgut Akçaya kardeşimiz ise bizlere Nuh (a.s.)’ın “"Gerçekten ben yenik düştüm. Artık Sen intikam al" (54-Kamer 10)” derken ki duygularını hatırlattı.

Bak Turgut Rahman olan Rabbimiz “Şüphesiz iman edip de salih amellerde bulunanlar, namazı kılanlar ve zekatı verenler, onların ecirleri-mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (2-Bakara 277)” buyuruyorsa, bu mahzun olmama ve korkmama hali sadece ahirete yönelik değildir. Yaşadığımız şimdiki zamanda ahirette mahzun olmayacağımız bir hal, bir duruş, bir amel içindeysek, şimdi de mahzun olmamamız gerekir. Bizlerin üzüntüsü ve korkusu, Deccal zihniyetinin peşine takılan insanlar nedeniyledir.

Harun Can ise yorumunda “Başta kendimiz ve ailemizden (yakın çevremizden) başlayarak yaşamamız gerekirken, kendimizde ve içimizde olanı bırakıp (önemsemeyip) toplumun ıslahı için çabaladık ve bu sürecin neticesinde elimizin altında olanlarında uçup gittiğini geç de olsa görmüş olduk” diyor!. Buradaki “Biz” ifadesiyle kimleri kastediyor bilmiyoruz ama biz hiç öyle olmadık ve İnşaallah olmayacağız da.

Yukarıda dediğimiz gibi devam ediyoruz..
Metin Karakaş
03-05-2020 19:05
#4567
Aleykum selam kardeşlerim,

Allah razı olsun hocam, bu asrı rezalette bizleri mü'minlerden ve size hem kardeş hem de öğrenci kılan şanı yüce rabbimize hamd olsun.

Şeytan için önemli olan nihayetinde insanlığı kendisine vaadedilen ateşe götürmek. Bu yüzden uşakları ile bazen ayrı düşebilir.O lanetli için sonuçta ateşi boylayacaksa insanların muhafazakar kimliklere sahip olmasının yada islamı batıl ideolojilerle sentezlemesinin hiç bir önemi yoktur. Şeytan da uşakları da, ayetlerde belirtildiği gibi Allah'ın muhlis kullarını asla saptıramayacaklarını biliyorlar. Mü’minler de biliyorlar ki onlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar ve hangi hesapları, hileli düzenleri kururlarsa kursunlar dünyada tek başımıza da kalsak ikincisi Allah olandan daha güçlü kimse yoktur ve şeytani hileleri mü’min gönüllere tesir edemeyecektir:

“…Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir şeyle zarar veremez. Allah hiç şüphesiz, onların yapmakta olduklarını kuşatmıştır. “
(3-Al-i İmran 120)

Ne kadar veriye sahip olurlarsa olsunlar, hangi algoritmaları geliştirirlerse geliştirsinler kalpler Allah’ın elindedir. Peki bizler ne yapacağız ? Acaba bu şeytani algoritma hesaplarından mı sakındıracağız insanları, yoksa onları hak dine sabırla davet edip muhlislerden olarak mı korunmalarını dileyeceğiz deccal zihniyetlerden?

Allah'a ve ahirete iman olmadığı sürece insanların çoğunun dünyayı önceleyip her şeyin başı sağlık diyeceklerini ve bilimsellik putunun peşinden gidip onlardan medet umacaklarını düşünüyorum. Genel anlamda insanları aynen Allah'ın elçileri gibi Allah'a kulluğa davet etmeli, en etkili nasihat olan ölümü hatırlatmalı ve cehennemle uyarıp cennetle müjdelemeliyiz. Bizler yeter ki az da olsak neyi, ne kadar, ne zaman ve nerede konuşacağımızı bilelim ve umutla , sabırla ve merhametle davet edelim. Sayıca az da olsak Rabbimiz sünnetullah yasaları gereği zamanı geldiğinde davetçi mü’minlerin sesini duyulması gereken yerlere duyuracaktır. Unutmayalım ki salgın, hastalık gibi vakitler uyarı için çok daha uygun vakitlerdir çünkü böylesi süreçlerde insanların kalpleri, gönülleri Allah’a yaklaşır ;

“Onlar gemiye bindikleri zaman (denizde bir sıkıntıyla karşılaşınca) dini yalnızca O'na 'has kılan gönülden bağlılar' olarak Allah'a yalvarıp-yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca da, hemen şirk koşarlar. (29-Ankebut 65)

Bazı kardeşlerimizin önce bireysel ıslah ve en yakından başlayarak uyarma ve kendini ıslah etmeyen toplumu da ıslah edemez yönündeki düşüncelerine de GÖNÜLDEN katılıyorum. Genel davetle ilgili şimdilik bunları söylemekle beraber özel olarak davetin kimlerce, hangi metodla, hangi zeminlerde ve hangi araçlarla yapılacağını da ayrıca değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Ben sadece bizler neyi ne kadar yapıyoruz ve yapamıyoruz sorusuna değindim ama deccal zihniyetinin bu kalkışmaları karşısında Allah ne yapacak sorusunu da zaten bildiğimiz gibi mü’minlerden, mü’minlerin sünnetullah çerçevesindeki davetinden ayrı olarak değerlendiremeyiz.
Talha
03-05-2020 06:31
#4563
SELAMÜN ALEYKÜM

Bugüne Kur’andan bakınca görebildiğimiz şey bence çok net...
Onca yaşamış kavim...
Onca bolluk ve refah...
Onca işlenen cürüm...
Onca uyarı ve uyarıcı...
Onca bela ve musibet...
Onca ayet ve apaçık mucize...
Onca kurtuluş...
Ve onca helak...
Cürümlerin hepsinin ve daha da fazlasının ziyadesiyle işlendiği günümüz dünyası.! Ve tabiki yine Sünnetullah gereği sırasıyla gerçekleşecek olan süreç...Bu sürecin ortalarında olduğumuzu düşünüyorum, yani çeşitli bela ve musibetlerle sınanma aşamasında.. Zira onca kavmin uzantısı olan bolluk ve refah içinde yaşayan milletler, atalarının işledikleri onca cürmün uzantısı olan ve zirve yapmış çirkinlikler, onca uyarıcının uyarılarının var olduğu bir Kitap ve bu Kitapla uyarmaya gayret eden uyarıcılar.. Fakat akıllanmayan ve çoğunluğunun akıllanmayacak olduğu kesin olan insan topluluğu.. Ve tabi ki Sünnetullahın geldiği nokta... Bela ve musibetlerle imtihan aşaması.. Bu aşamada inşaallah, ayakları İslam üzere sabit kalanlardan, yani hakikati görme fırsatı verilmiş insanlar olarak gözlerimiz, kulaklarımız ve kalplerimizle şahitlik edip teslimiyet gösterenlerden, bunun neticesinde iman ve salih amelle örnek olup hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden oluruz..

Ki bu aşamadan sonra gelecek olan ayetlerde ve apaçık mucizelerde apışıp kalmayalım inşaallah.. Firavunun cesedi ortaya çıktığında, yecüc ve mecüc yerin sınırlarını aşıp tepelerden akın akın üzerimize geldiğinde, bize yol gösterip toparlayacak olan ve seddi inşa edecek olan Zülkarneyn a.s ile aynı safta yer alabilmek nasibolur inşaallah.. Bizler görür müyüz bilmiyorum ama nesillerimizi inşaallah bu istikamet üzere yetiştirebilirsek şuan yapmamız gerekeni yapmış oluruz diye düşünüyorum.. Ve bu kurtuluştan sonra gelecek olan surun üfürüleceği kıyamet saati... Yani Son Helak...

Rabbimiz bizleri ve nesillerimizi muhafaza etsin... Bize biçilen vazifenin şuurunda yaşamayı nasibetsin... Ve bu şuurla mücadele ederken Müslümanlar olarak canımızı alsın...
Turgut Akçakaya
03-05-2020 03:26
#4561
ALLAH ne yapacak

"Evet,
dünyayı saran Deccal zihniyetine ümmet olarak tepki veremediğimize göre her şeyden hakkıyle haberdar olan Rabbimiz ne yapacaktır?Ve Rabbimizin yanındaki mü’minler olarak biz ne yapmalı, insanları nasıl uyarmalıyız?"

Epeydir sınıftayım ama bu ilk mesajım ve bu sorunun cevabını bekliyorum. Son teknolojik gelişmelerin (internet, sosyal medya, cep telefonu vs)in insanlarda nasıl bir etki oluşturduğunu ve sürü haline getirdiğini gördükçe, Alemlerin RABBinin bizim elimizle bir müdahalesinin söz konusu olmayacağı ihtimali, neredeyse benim için ihtimal olmaktan çıktı. ALLAH tan ümit kesmekten yine ona sığınırım. Ama sünnetullah düzleminde düşünüldüğünde ve bugün kendi çocuklarımıza bile, gayretlerimize rağmen model olamayışımız(en azından kendi nefsim için böyle) şeytanın ve ordusunun bu son silahları ile ALLAHın doğrudan ve mubin bir yardımını almadan baş etmenin çok zor olacağını düşünmeme sebep oluyor. Kendimi bildim bileli bir Kur'an talebesi olmaya çalışıyorum. Bu bilinçle de çocuklarımı yetiştirmeye çalışıyorum. İnşaALLAH nefret ettirmeden ama tamamen de tozpembe göstermeden, beden ve akıl yaşlarını da dikkate alarak, Kur'an uslubuyla bazen müjdeleyerek bazende korkutmak şeklinde bir yol seçtim. Buna rağmen onlara farklı mecralardan sunulanlar dikkatlerini daha çok çekiyor. Hamdolsun bir kötülüğe bulaşmadılar ama öncü bir nesil olmadıklarını böyle devam ederse de olamayacaklarını anlamak zor değil. Pasif iyi olmaya devam edecekler çok çok. En yakın tebliğ ve cihad saham olan ailemde bile bu kadar dirençle karşılaşmak, yukarıda yazdığım gibi düşünmeme neden oluyor. İzole bir hayat sürmek de mümkün olmadığına göre, duruşumuzu yine Kur'an ile güncelemede, Mehmet abinin yukarıdaki sorusunun cevabının önemli olduğunu düşünüyorum. Belkide zamanımızın da iyice daraldığını dikkate alacak olursak, hocamızın bizi bu meraktan biran önce kurtarmasının hayırlı olacağı kanaatindeyim. Çünkü bize Kur'an eczanesinin bir ilacının prospektüsü ile cevap vereceğini biliyorum inşaALLAH. Ne dersiniz sevgili ağabeyim. Selam ve muhabbet ile.
Fatma Ceren
03-05-2020 03:01
#4560
Selam Cümle Haziruna

Şimdiki sorumuz, sizin de belirttiğiniz gibi Deccal zihniyetine ümmet olarak tepki veremediğimize göre her şeyden hakkıyle haberdar olan Rabbimiz ne yapacaktır?

Bizim ne yapacağımızdan önce Rabbimizin ne yapacağı sorusunu düşündüm ve tıpkı önceki yorumumda gönlümün akledebilmesi için geçmiş kavimlere baktım. Ve Kur'an'a bakıp bugünü okumaya uğraştım.

Geçmiş kavimlerde, yaşadığımız sürecin nereye tekabül ettiğini aradım. Ve nesli bozmak, kaos kargaşa fesat çıkarmakta olan bir çoğunluk ile içlerinde "mazeretimiz olsun diye uyarıyoruz" diyen bir toplum gördüm. Adım adım takip ettiğimde, Allah(c.c.)'ın bu fesatçılara hemen müdahale etmediğini, öncesinde "deve ..vb.." gibi denemelerden geçirdiğini; onları aciz bırakan ayetler gösterdiğini ve azap gelmezden evvel bile bir mühlet tanıdığını gördüm.

Bugün de süreç bu şekilde işleyecektir ve Rabbimiz verdiği bu mühlette, gerçek müminlerle yalancıları ayıracak. Eleyecek... Sonra da insanlığı aciz bırakacak bir ayet gösterecek ve dünya azaptan/kıyametten evvelki son dönemece girecek. Diye sünnetullaha göre bir işleyişi eksikleriyle beraber düşünmeye çalıştım. İlgiyle takipteyim.

Çağkan Ersan
03-05-2020 01:37
#4559
Gönül Birliği

Rabbimize yaşattığı bu gönül birliği için hamdolsun. Gönüllerin Sahibinin de Allah olduğu noktasına geldiğimiz bu bölümde Mehmed hocamın yönelttiği yeni soruda da gönüller konuşacak, gönüller konuşmalı diye düşünüyorum. Sonucu itibariyle “Ne Yapmalı” sorusu aslında zor gibi görünse de atacağımız bütün adımları düşünmektense öncelikle önümüzdeki ilk adıma odaklandığımızda zorluğun içindeki kolaylıkları farkedeceğimizi düşünüyorum.

Sünnetullah çerçevesinde tabiki kendimizden başlama noktasını göz ardı etmeden, Allah Resulü(SAV)’, in de tavsiyesiyle iki günü eşit olmadan yaşama bilincini yine hatırlamalı ve geldiğimiz bilinç seviyesinde de bildiklerimizi uygulama noktasını tekrar hatırlayıp birbirimize hatırlatmalıyız. Bunun yanında özellikle bildiklerimizi muhkemleştirme konusu da önemli diye düşünüyorum. Çünkü kıyamete kadar Rabbimizin korumasında olan Kitabı Kerim her çağa mesaj sunmakta ve canlılığını korumaktadır. Dolayısıyla çağa ait yeni mesajlarla karşılaşıyorsak bunları da muhkemleştirmek önem kazanıyor.

“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. O halde hayırlarda birbirinizle yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Hiç şüphesiz Allah her şeye kadirdir (güç yetirendir).” (2-Bakara 148) ayetiyle müslümanların da fiziki birliğin ötesinde yine gönül birliği noktasını tekrar hatırlamaları gerektiğini söyleyerek hocamı ve sınıfı dikkatle ve heyecanla takibe devam ediyorum inşallah.

Harun Can
03-05-2020 00:14
#4557
SELAMUNALEYKUM

'' Evet, dünyayı saran Deccal zihniyetine ümmet olarak tepki veremediğimize göre her şeyden hakkıyle haberdar olan Rabbimiz ne yapacaktır? Ve Rabbimizin yanındaki mü’minler olarak biz ne yapmalı, insanları nasıl uyarmalıyız? ''

Amca bu paragrafında ben bir kayıp yaşadığımızı (zaman kaybı) görüyorum ne yazık ki. İmtihan için gönderildiğimiz bu dünya hayatında, Rabbimiz ile aramızdaki bağ, sebepler ve sonuçlar veya yaptıklarımızın neticesi olarak güçlenip zayıflayan bir bağdır ve akibetimizi belirleyecek olan da budur.
Demek istediğim bu paragrafı şöyle yazmak isterdim, ki sen bu haliyle 40 yıldır yazıyor-söylüyorsun;

"Rabbimizin yanında olan müminler olarak bizler böyle yapmalı, uyarmalı ve bunun neticesinde ümmet olarak tepkimizi ortaya koymalı ve dünyayı saran bu deccal zihniyetine karşı Rabbimizin ne yapacağına hep birlikte şahit olmalıyız."

Dünya genelindeki müslümanlar olarak biz bu sıralamada bir yanılsamaya düştük ve hata yaptık sanırım. Kitabımızda bize aktarılıp anlatılan tüm peygamber kıssaları ve tarihlerinde (istisnalar hariç) genelde tek bir kişi(zayıf ve yalnız)olarak başlayan ve akabinde belli bir metod ve sıralama ile genişleyip bereketlenen bir durum söz konusu. ALLAH ın lütuf ve nimet olarak verdiği bereket ve çokluk(güç) bireysel olarak yapılan amellerin ve çabanın neticesi olduğunu unutup, ancak ALLAH'ın ihsan edebileceği toplumsal ıslah ve ümmetsel bir güce odaklandık. Başta kendimiz ve ailemizden (yakın çevremizden) başlayarak yaşamamız gerekirken, kendimizde ve içimizde olanı bırakıp (önemsemeyip) toplumun ıslahı için çabaladık ve bu sürecin neticesinde elimizin altında olanlarında uçup gittiğini geç de olsa görmüş olduk(inşallah görülebilir)

Evet bunlar kitaplarında çokça bahsettiğin ve altını güzelce çizdiğin hususlar, ALLAH sende razı olsun. Belki bu sebeple tekrara düşmemek için üzerinde duracağımız bir konu değildir ama bu duygularımı paylaşmak ve sormak istedim;

Hal böyle iken ve durumlar buralara gelmiş iken, es geçtiğimiz kendimiz, ailemiz ve yakın çevremize tekrar başa dönüp olması gerektiği gibi başlamak için artık çok mu geç? Rabbimiz toplumun ıslahı ve hidayetini gecikmiş olsak da Bismillah deyip başlayabilen kullarının eliyle bugün zayıf olsalar da yarın nasip eder mi ?

Hatırlayın, hani sizler sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf-aciz görülüyordunuz. İnsanların sizi kapıp-yakalayıvermelerinden korkuyordunuz da O sizi (yerleşik kılıp) barındırdı. Sizi yardımıyla destekledi ve size temiz şeylerden rızıklar verdi. Böylece şükredersiniz.(8-26)
Bu (sünnetin nedeni) bir kavim kendilerinde olan nimeti (kendileri zulümle) değiştirinceye kadar, Allah onlara verip-bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz Semi'dir, Alim'dir.(8-53)
Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad (bozgunculuk) olur.(8-73)
Köksal Şahin
02-05-2020 03:38
#4556
Ne yapılmamalı?

Selamünaleyküm,

Deccal zihniyetine verilecek en büyük tepki tam da istemedikleri şeyi ısrarla yapmak olmalı; yerin ve göklerin Hükümranı'na, alemlerin Rabbi olan Allah'a boyun eğmek ve O'nun emirlerine sımsıkı sarılıp yasaklarından kaçınmak. Eğer kitleler halinde bunu yapmazsak, azgınlığa ve sapkınlığa meyledersek, hem Allah'ın rahmetinden mahrum kalacağız hem de Sünnetullah gereği geçmiş insanların bir bölümünün karşılaştığı sonla bizim de karşılaşmamız kaçınılmaz olacak. Eğer şimdi ses verirsek, zulme ve sapkınlığa tepki gösterir, insanları hayırlı olana, Allah'ın yoluna davet edersek, o zaman umulur ki zalimlerle birlikte helâk edilmeyiz.

Önceden düşünürdüm; şu adam mesela, müslüman değil ama kimseye kötülük de yapmıyor, gayet düzgün biri, insanlara yardım ediyor, kimsenin hakkını yemiyor, ... vb. Rabbimiz neden bu tür insanlar için "zalim" sıfatını kullanır ki? Sonra Kuran'ı daha detaylı incelediğimde gördüm ki bu insanların zulümleri başkalarına değil, kendi öz nefislerineymiş. Kendilerini yaratan ve rızıklandıran Rab'lerini tanımayan bu insanlar, kendi elleriyle kendilerini Cehennem'e taşıdıkları için bizzat kendilerine zulmeden zalimlerden oluyorlar, yoksa Allah onlara zulmetmiyor.

Geçtiğimiz aylarda sevdiğim bir abimin kardeşi bir trafik kazasına karıştı ve kullandığı araçla bir insanın ölümüne neden oldu. Hadisenin kaza olduğu ve kasıt olmadığı görgü şahitleri ve olay yeri inceleme ekipleri tarafından teyit edilmişti. Bahsi geçen abim ne yapmak gerektiği konusunda görüşümü sordu. Ben de merhumun ailesine gerekli taziye ziyaretinin yapılmasını ve eğer anlayışlı/müslüman kimseler ise onları Allah'ın hükmüne davet etmek gerektiğini tavsiye edip şu ayeti hatırlattım :

"Ey iman edenler. Allah'a itaat edin, Resule ve sizden olan emir sahiblerine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız onu Allah ve Resulüne arz edin (onların emirlerine göre halledin). Bu (sizler için) hem hayırlı ve hem de sonuç bakımından daha güzeldir." (4-Nisâ 59)

Sonra konuyu Kuran'da araştırdık ve Nisâ Suresi 92. ayeti bulduk, dersimize iyice çalıştık. Merhum, çevresinde müslüman olarak bilinen iyi bir insanmış, doktormuş aynı zamanda. Eşi de dış görünüm itibariyle mütedeyyin bir insanmış, bunu sonradan öğrendik. Ancak daha herhangi bir adım atmaya fırsat kalmadan karşı tarafın seri şekilde ceza davası ve maddi/manevi tazminat davaları açtığını öğrenince abim artık yapacak bir şey kalmadığını söyledi ve sonra dava süreci ilerledi, halen devam ediyor.

Bunu şunun için anlattım; maalesef kendini müslüman olarak tanımlayan insanlar diğer müslüman kardeşleriyle yaşadıkları küçük/büyük her problemde, inandıkları ve teslim olduklarını iddia ettikleri Allah'ın hükmüne başvurmak yerine derhal mahkemelere koşuyorlar ve kazandıkları helâl! tazminatları çoluk çocuklarına yedirebiliyorlar.

"Ne yapılmalı" değil de "ne yapılmamalı" örneği oldu bu ama işte müslümanlar olarak hâlimiz budur.
Fatma Ceren
02-05-2020 00:59
#4554
Selamun Aleyküm

Biz de bu kardeşliğe hamd ediyoruz Mehmed abi. Allah(c.c.) razı olsun.
Gönüllerin algoritmasını yapılandıramayacak olan bu zihniyet, çeşitliliğe karşı savaş açmış ve Allah(c.c.)'ın kişiye özel tasarladığı gönülleri TEK TİPLEŞTİRME yönünde ilerliyor. Çeşitlilik insanı yorar ve takibi, kontrolü zordur. İlk adımda zihinleri köleleştiren Deccal zihniyeti ilerki aşamada gönülleri köleleştirmenin derdinde. Aynı şeyi sevmeleri, aynı şeyden nefret etmeleri, aynı şeylere değer verip, bir olay durum karşısında aynı şeyleri hissetmeleri gibi. Bu otomatik ve basit düşünce sisteminde insanlara korku, endişe ve kaygı yükleyerek kendine bağımlı kılıyor.
Bu kısa girişle, uyarmak istediğimiz dünya insanlarının genel profiline dikkat çekmek istedim.
Şimdiki sorumuz, sizin de belirttiğiniz gibi Deccal zihniyetine ümmet olarak tepki veremediğimize göre her şeyden hakkıyle haberdar olan Rabbimiz ne yapacaktır?
Bunu bilen ve ona göre davranan mü'minlerden olmak duasıyla..
Mehmed Alagaş
01-05-2020 23:58
#4551
Ve aleykümselam

Bizi sizlerle kardeş yapan Allah’a hamdolsun ve siz güzel mü’minleri cehennem azabından korusun.

Yorumların hepsi yerli yerinde. Fatma kardeşin yapay zekalı robotlarla ilgili tesbiti ve mü’minler boyutundan getirdiği çözümleme çok güzel. Metin kardeşimizin uyarısı da yersiz değil ama kalp-gönül meselesini ruhtan ayrı ele almak da pek mümkün değil. Bizler Deccal ve Deccal zihniyetinin algoritma hesaplarının farklı gönüller sahibi insanlar ve özellikle mü’minler üzerinde etkili olamayacağını konuşurken, İnşirah kardeşimiz “Ruh” diyerek henüz kalp ve iman sorununu çözemeyen Deccal zihniyetinin önündeki çıtayı yükseltmektedir.
Bu “Ruh” çıtasını Deccal zihniyeti değil, bu zihniyetin gerçek fikir babası olan Şeytan aleyhillane bile aşamayacaktır. Çünkü “Ruh” denilen İlahi cevher, Şeytan aleyhillanenin bile bilip-kavrayabileceği bir cevher değildir. Şeytan aleyhillane ruhun ne olduğunu bilip-dikkate alsaydı, insanlarla cinleri mukayese ederken iki ayrı varlığın sadece hamurunu dikkate alarak “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın onu ise çamurdan yarattın (7-A'raf 12)” diyebilme şaşkınlığında ve sapıklığında bulunmazdı. Oysa Rabbimiz secde emrini vermezden önce “Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye kapanın." (15-Hicr 29) buyurarak, bu insani yapıda hamurun ötesinde ne olduğunu beyan etmişti.

İnşirah kardeşimiz “Ruh” diyerek ve ruh ile gönül ilişkisine dikkat çekerek, çıtayı Deccal zihniyetinin değil bizzat şeytan aleyhillanenin yetişemeyeceği yüksekliğe kaldırdıktan sonra Rabbe inanan ve ruhuyla barışık olan mü’minler olarak şeytanın bütün çömezlerine acıyarak bakıyor ve “Elinizden geleni yapın, bizler de yapmakta olanlarız” diyoruz. İnsanların gözünde muazzam rakamlar olarak gözükse de üç-beş kuruşluk paraya sahip olduktan sonra kendilerini Malik-ül mülk, bilmem kaç terebaytlık veriye sahip olarak kendilerini Habir ve Alim zannedenler, bu gülünç zan ile Kahhar olan Allah’ın onlar için hazırladığı cehennemdeki yerlerine yaklaşmaktadırlar. Dileriz ki dönerler, Kahhar ve Cebbar olan Allah ile çelik-çomak oynamaya kalkmazlar!.

Kemal kardeşimiz amaçlarının ne olduğunu soruyor. Amaç noktasında şeytan aleyhillane ile ona çömezlik yapan yaşayan insanları tek bir amaç etrafında toplayamayız. Şeytan aleyhillanenin bütün amaçları ahirete yönelik iken ona çömezlik yapan insanların amacı görünürde dünyaya ve dünya iktidarına yöneliktir. Dolayısıyle bazı konularda ikileme düşmeleri de söz konusudur. Mesela dünya iktidarını ellerine geçirmek isteyen şeytanın çömezleri gereksiz gördükleri insanları öldürmek isteseler de, şeytan aleyhillane inanan insanların öldürülerek cennete gitmelerini değil, yaşayıp saptırılmalarını ve küfrettikten sonra cehenneme gitmelerini amaçlar. Böylesi ikilemlerde yine de son söz, bu çömezleri elinde oynatan şeytan aleyhillaneye aittir.

Birlikte değerlendirmemizin bu ilk bölümünde, meseleyi Allah’a ve Allah’a inanan salih müslümanlara göre değerlendirdiğimizde, Deccal ve Deccal zihniyetinin bu mü’minler üzerinde hiçbir etkilerinin ve zorlayıcı güçlerinin olmadığını, olamayacağını anlıyoruz. Deccal zihniyetinin ne yapmak istediği ile birlikte kalbe ve ruha ait bu çok kısa açıklamaları şimdilik yeterli görsek de, isteyen arkadaşlarımız Metin kardeşimizin de belirttiği gibi gönle ait soruları ayetler ışığında kişisel olarak anlamaya devam edebilirler.
Fazla vaktimiz olmadığı için bu meseleleri özet geçtikten sonra üzerinde durmak istediğimiz ve asıl dertli olduğumuz konu, bu şeytani zihniyete aldanan geniş kitlelerdir. Nitekim değerlendirmemizin ilk bölümünde, bu Deccal zihniyetinin dünyayı ve dünyalığı önemseyen insanlar üzerinde çok etkili olacağını söylemiştik. Nitekim bu değerlendirmemizin önemli bir nedeni de, bu aldanan kitleleri gücümüz yettiğince uyarmaya ve ikaz etmeye çalışmaktır. Bu uyarıya devam etmemizin nedeni de, aşağıdaki ayet-i kerimede beyan edildiği gibidir.,

“Onlardan bir topluluk "Allah'ın kendilerini helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde, (öğüt verenler) "Rabbinize karşı mazaret olması (mazur görülmemiz) için, bir de belki sakınırlar (umuduyla)" dediler. (7-A'raf 164)”

Evet,
dünyayı saran Deccal zihniyetine ümmet olarak tepki veremediğimize göre her şeyden hakkıyle haberdar olan Rabbimiz ne yapacaktır?
Ve Rabbimizin yanındaki mü’minler olarak biz ne yapmalı, insanları nasıl uyarmalıyız?


Kemal Sallabaş
01-05-2020 23:00
#4550
SELAMÜNALEYKÜM

Gelinen bu noktada şeytan ve dostlarının kullandıkları tüm enstrümanların yanına çok kıymet verdikleri verileri de ekleyip insanları algoritma hesaplarıyla hackleme çabalarının mutlak manada başarıya ulaşamayacağını anlıyoruz. İyi ama şeytan aleyhillane Allah’a sığınan Müslümanlar'ı etkileyemeyeceğini, diğer insanlarda ise zorlayıcı bir yaptırım gücü olmayacağını zaten bildiğine göre yapmaya çalıştıkları asıl şey ne? “Muktedir ve Kaviy olanın Allah değil (haşa), verileri ve bilimi elinde tutan biziz” algısını kabul ettirmeye çalışmak mıdır? Bu şekilde kendini güçlü göstermek ve korkulacak merciyi kendileri olarak göstermeye mi çalışıyorlar?

Gerek teknoloji gerek ortaya attıkları virüsler ve hastalıklarla “sizi biz hasta ederiz, biz iyileştiririz, biz yaşatırız ve biz öldürürüz “diyerek, yaptıkları yayınlar ile de bu güce ulaştıklarını anlatıp korku mu empoze ediyorlar? Bu noktaya geldiğimde aklıma İbrahim As. İle Nemrut ‘un diyaloğu geldi;

"Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" deyince, o "Ben de diriltir ve öldürürüm " demişti. İbrahim "Allah güneşi doğudan getirir, (haydi) sen de onu batıdan getir" deyince, o küfre sapan afallayıp kalmıştı. Allah, zalim kimseleri hidayete (doğru yola) erdirmez."
(2-Bakara 258)

Zihniyetlerinin bugün de aynı olduğu görülüyor.. Ortaya çıkardıkları bilimsellik putunu güce dayandırarak müstekbirliklerini ortaya koyuyorlar. İstedikleri kadar teknolojiyi , bilimi kullanıp bizler hakkında veri toplasalar da bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’tan daha yakın olamazlar. Bu durumun farkında olan şeytan, farkında olmayanları etkileyeceğini de gayet iyi biliyordur. Mehmed amcam; deccal ve deccal zihniyetinin yapmak istediği şeyin; insanlığın bilimsellik putunu tamamen Rab edinmesi için verilere dayalı algoritmalarla korkuyu hedefleyip-pompalamak olduğunu söyleyebilir miyiz?
Talha
01-05-2020 17:08
#4549
SELAMÜN ALEYKÜM

Napalım amca alıştırılmışız! (alışmışız) çeşit çeşit yemeğe... Nasıl olsa hepsi aynı yerde toplanıyor diye. Ama bu aralar tek çeşit yemeğe alışmaya başladığım gibi şunu da öğrendim ki ne kadar çok çeşit o kadar zor sindirim ve o kadar az fayda. Bu arada Mehmed Can amcamızın hatırlattığı turşu tadı da iştahımızı arttırdı.
İnşaallah bu bereketli sofrada da her çeşitten ayrı ayrı lezzet almak, sindirmek ve faydalanmak nasibolur...

Daha önceki değerlendirmelerimizde bahsettiğim bir düşüncem vardı... Belki eksiklikleri var ama daha da güzel oturmaya başladı kafamda... İnsanın oluşumunda ki üç faktörden bahsederek insanın ruh, nefis ve bedenden oluştuğunu düşündüğümü söylemiştim.
Ruh ve nefs...
Eğer duyu organlarımızın bağlantısını Ruh ile ne kadar kuvvetlendirirsek, -bu da Ruhun parçası, besleyicisi Kuran ile oluyor- nefsin etkisi o kadar azalmaya başlıyor... Dolayısıyla yine Rabbimizin Kuranda bahsettiği nefs mertebeleri oluşmaya başlıyor...
Tam tersi durum da ise nefse esir olmuş bir bedende ruhun etkisi azalıyor, izzetini, şerefini, nurunu kaybediyor ve artık mühürleniyor... Yani ruhunu kaybetmiş cesetlere dönüşüyor... Rabbim muhafaza etsin...

Subhanallah... HafazanAllah... Elhamdülillah...
Metin Karakaş
01-05-2020 14:07
#4547
Gönlüme söz geçiremiyorum

"Gönlüme söz geçiremiyorum" ifadesi geldi aklıma. Acaba burada dünyevi bir amaçla da olsa gönlün algoritmasının aklın ve duyu organlarının algoritmasından farklı olduğu mu söyleniyor bilinçsizce.
Başta iman olmak üzere vicdanın, sevginin, merhametin ve hüznün başkenti kalp/gönül olduğu için Allah’ın izniyle aynen peygamberler gibi ahiretten dünyaya bakıp hakkıyle ahiret gününe iman edenlerin imani algoritmasına nefse dayalı algoritma hesaplarının etki edemeyeceğini anlıyor ve Rabbimize layık olduğu şekilde hamd ediyoruz.

Parmak izleri farklı olmasaydı, insanın yaratılışında ne eksik olurdu ki derken, parmak izi farklılıklarının kimliğimize işaret etse de kişiliğimize ve tavırlarımıza bir etkisi olmayacağını belirtmek istemiştim. Ancak gönüllerin farklı farklı oluşu, Mehmed abinin söylediği gibi her insani yapının farklı gönüller üzerine inşa edildiğini ve tüm eylemlerimizde kişiye özel tezahürleri olduğunu gösteriyor.
Gönlün ruh ile bağlantısını “Sonra onu düzeltip-tamamladı ve ona ruhundan üfledi. Sizin için (genelde aynı) işitme, görme (duyusu) ve (özelde ayrı) gönüller var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz?” (32-Secde 9) ayetinden mi anlıyoruz bilmiyorum ama değerlendirme sürecinde ruha geçmemiz büyük bir adım olmadı mı?
Ben şahsen bu süreçte daha yıllardır kullandığımız gönülden bağlanmak , gönül rızası, gönülden vermek, alçak gönüllü olmak gibi ifadeleri bile farklı yaratılan gönüllerle tam olarak ilişkilendirmekte zorlanırken, siz nasıl ruha geçtiniz kardeşler?
Devam inşaAllah.

Harun Can
01-05-2020 03:36
#4545
SELAMUNALEYKUM

Yorumları takip ediyor , anlamaya çalışıyor ve Hakikatin idrakını RABBİM den niyaz ediyorum.
Aslında elim biraz yemek yapmaya yatkındır ama, burda kollarımı sıvayamıyorum. Eksik bir malzeme var ise gidip almayı, elinin lezzetine güvendiğim aşçıyı seyretmeyi ve tenceredekini kısık ateşte karıştırırken bu lezzetli yemeğe dair bana anlattığı püf noktaları dinlemeyi kendime daha yakın buluyorum.

Örneğin hakkında az şey bildirildiği söylendiği için çok düşünmeye gerek duymadığım Ruh ile ilgili belki de en bilmemiz gereken şeyi öğrendim. Ve bu bilgi meseleyi daha iyi anlamama da vesile oldu.
Allah senden Razı olsun Mehmed amca..

Ayrıca hem Ruh ile ilgili açıklamanı hem de daha önce okuyup unuttuğum "DİVANE" den alınan güzel ve değerli satırları tekraren hatırlatan inşirah melal kardeşime de dua ediyorum.
Fatma Ceren
01-05-2020 03:30
#4544
Ve Aleyküm Selam

İnsan Allah'a sadece aklıyla değil gönlüyle yönelirse, kendini korur ve kurtarır. Kendisine özel tasarlanan gönlünün temel fonksiyonu budur. Uzun bir zamandır Kur'an'ı değiştiremeyeceğini anlayan Deccal zihniyeti, onu okuyacak olan insanı aşama aşama değiştirerek emellerine ulaşmaya çalışıyor.

(Halkı) zulmediyorken helak ettiğimiz nice ülkeler vardır. Onların (yurtları) altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları ve (yıkılıp-terkedilmiş) yüksek sarayları. Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki (orada olanları) akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şu ki gözler (fiziki anlamda) kör olmaz ancak sinelerdeki kalpler kör olur. (22-Hac 45-46)

Ayetler uyarınca, insan yeryüzünde gelmiş geçmiş kavimlere Sünnetullah nazarıyla bakmazsa, gönlü fonksiyonunu yapamayacak hale gelir ve en sonunda körleşir. Yaptığı robota bir Ruh üflemek bir yana gerçek anlamda bir kendinlenik-bir şahsiyet veremeyeceğini iyi bilen bu zihniyet, Samiri misali insanlara ürettiği putlara üfletecek, duydukları geçici böğürtülerle insanı kendinden geçirerek fıtri şahsiyetinden uzaklaştıracaktır. Bu böğürtülerden vicdanının, vahyin sesini duyamaz hale gelince; zihinlerden başlayıp, yaşantılarda devam eden bu savaş gönüllerin istilasıyla tamamlanacak ve bir çoğunda bu işleyiş başarılı olacaktır...Oluyor da.

Peki bundan kimler etkilenmeyecek? Kur'an'ı, günümüzde olup bitenlerin ışığında değil de, bugün olup bitenleri Kur'an ışığında anlamaya çalışıp tedbir alanlar diyebilirim kısaca. Bu bakış, tüm algoritma hesaplarını yerle yeksan eden bir bakıştır ve Sünnetullah gerçeğini, işleyişini kavramayı şart koşar. Ancak bunu yapabilenler sonrasında Allah'ın kendileriyle beraber olmasını umabilir.

İnşirah Melal
01-05-2020 01:52
#4543
Selamaleykum..

Hocam birkaç kere daha okumam gerekir dediğim yorumu tekraren okuduktan ve diğer kardeşlerimizin de katkılarından sonra algoritmalar ile ilgili daha da netleştiğimi düşünüyorum elhamdulillah..

Yorumlar ile Parmak izleri ve DNA gibi her gönülün farklı olduğu gördüğüm kadarıyla açıklık kazandı. Fakat bütün beşeri algoritmaları alt üst edecek bir hakikat daha var ki ondan yeterince bahsedilmedi.;"RUH"(!) Evet Ruh hakkında fazla bir şey bilmiyoruz ama sitenin bir kaç farklı bölümünde ayetlerden hareketle ruhun yaratılmış bir şey olmadığını söylemiş ve aklımda kaldığı kadarıyla şunları ifade etmiştiniz;

“Uzun yıllar önce Said Havva ‘Ruh terbiyemiz’ isimli kitabı yayınladığında buna karşı çıkmış ve kitab isminin “Nefs terbiyemiz” olması gerektiğini söylemiştik. Çünkü İlahi menşeli olan ruh, terbiye edilmesi gereken bir cevher değildir. Kalbimizi ve gönlümüzü hakka davet eden, hakka çevirmeye çalışarak hakkı ve imanı sevdiren bu İlahi cevher, sadece rahmet olan bu özelliklerinden dolayı ölümden sonra kabzedilecek ve kişi cehenneme gitse dahi azaptan uzak kalacaktır”

Dikkat çekmek istediğim husus ise mü’min kalplerle sıkı bir ilişkisi bulunan, mü’minlerin eylem ve tavırlarına etki eden ve kalp veya nefs gibi yaratılmış olmanın dışında İlahi menşeli olan bu Ruh, Sünnetullah dışında hangi algoritma ile açıklanabilecektir ki? Kaldı ki “Ol” deyince olduruveren Rabbimizin, beşeri aklın anlayabileceği bir algoritması var mıdır?

Ben de diğer kardeşlerim gibi insanı algoritmalarla tanımaya ve tanımlamaya çalışan bu şeytani aklın ancak "Ruh” larına sırt çevirip-nefislerine dönenleri etkileyebileceklerini, fakat menşei ilahi olan ve sadece hakkı dikkate alan ruhları ile barışık yaşayan insanlığın bu şeytani telkinlerden etkilenmeyeceğini düşünüyorum. Ruhlarına ihanet etmeyen bu mü’minlerin ise menşei yine ilahi olan "Kitab"a göre yaşamalarının çok elzem olduğunun altını da kalınca çiziyorum. Zira Kitab'a muğayir atılan her adım bu tek gözlü deccal zihniyetine aralanmış bir kapı olacaktır ki, Allah muhafaza durum şu olur;

Kim Rahman'ın zikrini (yüz çevirip) görmezlikten gelirse, Biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık bu (şeytan) onun yakın bir dostu olur.Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları (doğru) yoldan alıkoyarlar. Onlar ise kendilerinin hidayette (doğru yolda) olduklarını sanırlar. (43-Zuhruf 36-37)

ilgiyle takipteyim inşaallah..
Metin Karakaş
01-05-2020 01:46
#4542
Selam aleykum

Mehmed abi, her ne kadar hak yolda yaptığın çalışmaları benimsiyor, takip ediyor ve insanlara ulaştırmaya çalışıyor olsak da sanıyorum ben de dahil sınıftaki bazı arkadaşlar bu değerlendirme derslerine yeni yeni katıldığımız için usulde bazı hatalarımız, acemiliklerimiz oluyor. Ve birazda heyacanla birşeyler söyleyelim, senin yanında duralım diyerek acele davranıyor ve dediğin gibi ortaya karışık türlü koyabiliyoruz.

Ve sevgili abim, dediğin gibi vaziyet etmeye çalışan şöför sensin ve bizler de yoldan sapmadığın sürece o araçtan inmeye niyeti olmayan kardeşleriniz. Araçtan inmememizin önemli bir nedeni de, her durumda ayetleri dikkate alan bu aracın, bizleri mü'min olarak gitmek istediğimiz hak menzillere yaklaştırması.

Bize karşı sabrından dolayı teşekkür ederken birlikte düşünmeye devam ediyor ve tüm kardeşlerime de hayırlar diliyorum.

Köksal Şahin
01-05-2020 01:14
#4540
Mesaj alındı Mehmed Abi.
Yorum yazarken bazen gereksiz detaylara girip bütünlüğü kaybettiğim, biraz da aceleci davrandığım konusunda tereddütlerim vardı.
Son yorumumun yayınlanmayan kısmını görselerdi arkadaşlarım sizi daha iyi anlarlardı muhtemelen.
Öğretmen sizsiniz.
Uyarılarınızı dikkate alacağım İnşallah.
Fatma Ceren
01-05-2020 01:03
#4539
Selamun Aleyküm

O çekiç darbelerinden epey nasiplenmiş biri olarak iki Mehmed Abinin yazışmasını gülümseyerek okudum. Allah razı olsun. Bu durum, çekiç darbelerinden önce olsaydı muhakkak öfke ile okurdum eminim...

Buraya yorum yazarken kendi hatam şu oluyor; olayın bütününü, hepsini kavrayamadıklarımla birlikte her şeyi her sözü hemen söyleme ve konuyu bitirme çabası... Halbuki kavramak sadece zihinle olsaydı, bana özel tasarlanıp bahşedilen gönlüme ne gerek vardı öyle değil mi? Harariydi, Deccaldi derken bu Konu 11 in, bana benle ilgili çok şey öğreteceğine inanıyor ve dikkatle takibe devam ediyorum.

Selamlar.
Mehmed Can
01-05-2020 00:08
#4538
Demirciye hürmetlerimle, bu güzel çekiçten canımın hiç acımadığını belirterek.
Mehmed Alagaş
30-04-2020 23:53
#4537
Ve aleykümselam

Türlüden kaçınırken turşu durumuna düştük!. Haklısın Mehmed kardeşim, senin bu haklı kaygını biz de hissettik. Ancak birlikte yaptığımız bu değerlendirme de bir taraftan konuyu işlerken, diğer taraftan da kardeşlerimize anladığımız bir konuyu nasıl anlatmamız gerekir usulü üzerine yardımcı olmamız gerekiyordu. Mehmed abilerini senin gibi tanıyan ve seven kardeşlerimizin bizi anlayacağını ve şevklerinin kırılması bir yana daha da artacağını umud ediyoruz. Bu duruma bir söz uyarlamamız gerekirse “Kılıç olmak isteyen demir, demircinin çekiçlerinden şikayet etmez”. Durumumuza uydu mu? Ki bu sözdeki vasat demirci biz oluyoruz.
Mehmed Can
30-04-2020 23:43
#4536
Selamunaleykum,

Mehmed abi buraya, sofraya yemek koyan kardeşlerim vitamini bol doğal lezzette yemekler ortaya çıkarıyor ve biz de farkındalığımız ölçüsünde faydalanıyorduk diye düşünüyordum ki, bu düşüncelerin üstüne senin bu turşu tadında eleştirel yorumunu okuyunca, biraz şaşkınlıkla acaba kardeşlerimin şevkini kırar mı diye düşünmeden geçemedim. Aslında biz asıl gurme olarak seni biliyoruz bırak arkadaşlar ortaya bu konuda anlayışlarını rahatlıkla sunsunlar ve sen de kardeşlerime bu lezzetleri öncelik sırasına göre gurmelik ustalığını ortaya koyarak açıklasan daha iyi olur diye düşündüm. Sana olan sevgim ve duâm ile..


Mehmed Alagaş
30-04-2020 22:38
#4534
Ve aleykümselam

Bütün kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Yorumları dikkatle okuyor ve satır aralarında çok güzel fikirler ve konuyu anlayışı ifade eden kelimeler olduğunu görüyoruz. Ancak anlatımlarda zorlanmalar ve bazı eksiklikler var. Bunu söylerken hiç birinizin yazar olmasını beklemiyoruz. Zaten biz de yazar değiliz, anladıklarımızı konuşur gibi mektup yazma rahatlığı içinde yazıp-geçiyoruz. Burada söylemek istediğimiz husus, bazı arkadaşlarımızın yorumları ortaya konulan türlü gibi. Türlü yemek olarak güzel olsa da ve uzman gurmeler türlünün içindeki değişik tatları ayrı ayrı farketseler de, herkes gurme olmadığı için bu tatların ayrı ayrı bilincine varamıyor. Anlatımlarımızda türlüden vazgeçmemiz, hangi tatları öne çıkarmak istiyorsak domadı domat, eti et, salçayı salça olarak tarif ederek bu tatların anlaşılmasına yardımcı olmamız gerekir. Ayrı ayrı analiz edilmesi gereken meseleleri, tek bir tencerede türlü olarak sofraya koymamalıyız. Söz konusu yorumlarınızın içinde çok güzel fikirler olsa da -ki var- bu fikirlerden önemsediğiniz birkaç tanesini ön plana çıkararak altını çizmeniz ve bunları açmaya çalışmanız kardeşlerinizin meseleyi anlaması için daha faydalı olacaktır.
Bu açıklamamız türlü olmadı değil mi?
Salih Can
30-04-2020 21:21
#4533
dipnot

Kuran bize insanın kodlarını veriyor tabi ki bu bilgilere vakıf olmak ya da bu bilgileri hakkı ile çözmek mümkünse bile kolay değildir. ilk yaratılan adem a.s cennette yaşam olarak eksiksiz bir yaşam sürerken şeytan konusunda uyarılmış olmasına rağmen ve daha şeytanın hiçbir askeri ya da dostu yokken bir hata yaptı.
Hatanın oluşumuna bakarsak şeytanın şu taktiğini görürüz Şeytan hz. ademin yaşamına bakıyor gözlüyor ve yeterli veriye ulaşınca hz.ademin aklında bir boşluk açıyor ve diyor ki bu ağaca yaklaşmama sebebin burada ebedi kalmaman içindir. Dikkat cekmek istediğim nokta şeytanın taktiği, insana görsel duyusal ve akılsal yaklaşıp insanın aklını ruhundan ayırması. Hz. yunus gemiye binerken şeytan ona elle tutulur bir ilerleme olmadığını aklına soktu ve oda hayr umarak yola çıktı. hz.ademd e hz. yunus da hatanın farkına varıp tevbe ettiler, çünkü ruhları akıllarına baskı yaptı, imanları onlara hata yaptığını söyledi.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün cemel vakası sıffin savaşı vs, ama bunların örnek olabilmesi için bizlerin hayatına yansıması lazım.Şeytan ve dostlarının bize nerden yaklaşacağını bilirsek ne yapmamız gerektiğinide biliriz.Bu yüzyıl da üst akıl dediğimiz şeytani aklın insanlara yaklaşımı belli bizi bilime inandırıp aklımızı onlara göre özgür kılmak istiyorlar, asıl amaç beyni ruhdan fıtrattan ayırmak.
Yazı yayınlandığı günden beri kendimi ben kimim sorusunu düşünmekden alıkoyamıyorum.Araştırmalarımda hep bu yönde.Düşmandan önce kendimi tanımalıyım diye düşünüyorum, bazı nimetler imtihan sebebidir.biz insanları üstün kılan nimet beyinse eğer bu nimetin kibirlendirdiği her birey şeytani üst aklın açık hedefidir.Çünkü bizleri kalbimizden değil beynimizden vuracaklar.
Mustafa Kayhan
30-04-2020 20:30
#4531
Sınıfta

Esselamu Aleyküm Mehmed Abi ve sınıftaki diğer kardeşlerimiz!. Ben de sınıfta olduğumu bildirmek istiyorum.
Köksal Şahin
30-04-2020 17:33
#4529
Selamünaleyküm

Mehmed Abi’nin toparlayıcı ve -her zamanki gibi- öğretici yazısının düşündürdüklerini, konuyu mecrasından uzaklaştırmadan paylaşmaya çalışacağım;

Bildiğim kadarıyla “gönül” kelimesinin diğer dillerde bir karşılığı yok. Göğsümüzün içerisinde hareket halinde olan bir et parçası, hakkında çok az bilgimizin olduğu “ruh” ve kısmen bilgi sahibi olduğumuz “duygu, akıl, bilinç” gibi kavramlar. Gönül kelimesi ile ifade edilen tek somut varlık bulunur; kalp. Bilim dinine göre kalbin temel görevi vücuda kan pompalamaktan ibaret. Ancak Kuran’a baktığımız zaman kalbin kan pompalamanın ötesinde idrakin, akletmenin, duyguların, hatta Rabbimiz dilediğinde vahyin “somut” merkezi olduğunu görüyoruz. Bütün bunları düşündüğümüzde vücudumuza kan pompalayan bu organın Kur’an itibariyle kalp değil, kalbin yeri olduğunu anlıyoruz. Mehmed abi gibi kafayı yercesine düşünmeye devam ettiğimizde ise metafizik ve çok geniş olan kalbin veya gönülün, küçücük olan fiziki bedenle irtibat kurduğu küçük bir panel olduğunu farketmeye başlıyoruz. Bu kadar fark ediş bize yeter dedikten sonra Mehmed Abi’nin satırlarını hatırlıyoruz; ’’Daha açık bir ifadeyle Rahman olan Rabbimiz bizlere genel ve özel nimetler bahşetmiştir. İnsanlar olarak göz kulak, dil dudak, el ayak gibi genelde aynı nimetlere mazhar iken gönül gibi kişiye özel muhteşem bir nimete de mazharız. İşte bunu anladığımız noktada “O’na, O’nun layık olduğu gibi hamdolsun, şükürler olsun” diyoruz.” Devam eden satırlarında Mehmed Abi kısa ve öz olarak açıkladı ama “gönlün kişiye özel olması” konusunu biraz daha açmak istiyorum. Beynin, gözün, kulağın, organların, kalbin mekanik işleyişi bilinebilir, bunlara mekanik olarak müdahale de edilebilir (tıp), bu organlar manipüle de edilebilirler (artırılmış gerçeklik!). Ancak içerisinde kalbin de bulunduğu gönül sisteminin işleyişini yalnızca El Musavvir olan Allah bilir. İçindekileri ise kişinin kendisi dışında yalnızca Allah bilir, hem de hakkıyla bilir yani kişinin kendisinden bile daha iyi bilir. İşte bu yüzden her gönül kişiye özeldir, Allah’tan başkası onu hakkıyla bilemez;

“Haberiniz olsun ki onlar, O’ndan gizlemek için göğüslerini (başka düşüncelere) çevirirler. Oysa onlar (gizlilik) örtülerine bürünürlerken Allah gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilmektedir. Çünkü O, göğüslerin özünde saklı olanı bilendir.” (11-Hûd 5) ’’Göklerde ve yerde olanları bilir. Sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah ’sinelerin özünde’ olanı hakkıyle bilendir.” (64-Teğabün 4)

Cahid Eker kardeşimiz de bu gerçeği şu şekilde dile getirmişti; ’’Bu şeytani planları ortaya koyanlar görece olarak gözlerimiz ya da kulaklarımızı yanıltabilirler lakin içindeki imanı muhafaza ettiğimiz sürece gönüllerimize hükmedemezler. Çünkü ’’..Allah, kişi ile kalbi arasına girer...’’ (8-Enfâl 24)”

Rabbimizin sözüne kulak verdiğimizde görürüz ki şeytanın kalbe (gönüllere) yapabileceği tek müdahale vesvese vermektir, oradan bir şey alma şansı yoktur. Artık şeytanın ve yardımcılarının bütün amacı artırılmış gerçeklik vaadedip artırılmış vesvese vermek. Bütün o algoritma, yapay zekâ, insan 2.0, nesnelerin interneti, … vb söylemlerinin arkasında yatan şey bu : İnsan vücuduna, beyin hücrelerine, kalbe ve diğer organlara kalıcı bir şekilde kapağı atıp; vesvesenin, nefsi gıdıklamanın ve duyuları manipüle etmenin organik yollarını keşfetmek ve insan bedenini internete açmak. Bunu yapabilmelerinin en temiz! yolu insanları ikna etmek tabi ki. İblis’in yancısı Harari aşağıdaki sözleriyle ne yapılacağını zaten açıkça ilan etmişti ;

’’Bugün mahremiyet dediğimiz şey üzerine yapılan büyük savaş, mahremiyet ve sağlık arasında olacak. Çok daha iyi bir sağlık hizmeti alma karşılığında bedeninizde ve beyninizde neler olduğuyla ilgili erişim izni verir misiniz? Tahminim; sağlık kolayca kazanacak.’’

Bunlar sağlık kazanacak derken ve sağlığı seçenleri peşine takarken, “Her nefis ölümü tadacaktır” buyuran Rabbimize iman eden müminlere ise Allah yetmektedir. İman dolu gönülleri ise ne yaparsa yapsın yolundan çeviremiyorlar. Bunca küfre ve fitneye rağmen halâ Allah’tan başka ilah tanımayan, namaz kılan, zekât veren, iyiliği emredip kötülükten sakındıran ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar var hayranlık duyulacak şekilde. Hepsine selam olsun.


Kemal Sallabaş
30-04-2020 01:32
#4526
SELAMÜNALEYKÜM

Sınıftaki herkesten Allah razı olsun her bir yorum ufkumuzu açmakta meseleyi kavrayıp düşünmemizde çok etkili oluyor.
Gönüllerin ayrı yaratılması meselesi bizlerdeki cüzi iradenin önemli bir kaynağı ve anlamı oluyor diye düşünüyorum. Ve gönülleri değiştiremeyeceğini çok iyi bilen şeytan, dostlarını beyne yönlendirip beyni hedef almaya çalışıyor gibi..
Peki, imtihan için geldiğimiz bu dünya hayatında bizlerin kendi özgür irademiz ile Allah'a isyan etmemizi isteyen bunun için de gönüllerimize yani cüzi irademize türlü oyunlar sunarak ele geçirebileceğini düşünmemizi isteyebilir mi? Neticede bu şekilde düşünmeye meyletmek bile İmtihan dünyasınında Rabbi olan Allah'a karşı bir başkaldırı olmaz mı? Müslümanlar sadece bu şekilde düşünerek bile şeytanın istediği ilk adımı atmış olmazlar mı?

Tabi bu soruları gönüllerin farklılığını, cüzi irade ile bağlantılı olduğunu düşünerek çıkartıyorum. Hızlı mı gittim bilmiyorum ama mesele gönüllerin ayrı yaratılması noktasına gelince beyni gönülden tamamen bağımsız olarak düşünemiyorum..? Mehmed amcamın bir yazısında belirttiği gibi mü’min insanlarda beyin gönlün bir aracı, bir yardımcısı iken, bu şeytani zihniyet bütün hesaplarını beyin üzerine yaparak, gönülü beynin gölgesinde bırakmak istiyor. Kur’an’daki kalplerin kararması da bu olsa gerek.
Metin Karakaş
29-04-2020 23:46
#4525
Selam aleykum hocam,

Allah razı olsun, yerinde ve haklı uyarınız için yine teşekkür ediyorum.
Bu önemli ve haklı uyarıyı dikkate alarak kendi vitesimi boşa alıyor ve ayağımı gazdan çekiyorum. Mehmed abinin son yorumundan hareketle "Acaba her gönül farklı mıdır? Benzer gönüller de var mıdır?" meselesini düşündüm. "Hayır, Biz onun parmak uçlarını dahi yeniden derleyip-düzenlemeye kadiriz (gücümüz yeter). (75-Kıyamet 4)" ayet-i kerimesinde Rabbimiz her parmak ucunun, her parmak izinin farklı olduğuna işaret ediyor. Parmak izleri farklı olmasaydı, insanın yaratılışında ne eksik olurdu ki? Bence hiçbir şey. Fakat yüce Yaratıcımız bizim için fazla önemli olmayan parmak uçlarımızı ve DNA larımızı dahi farklı yaratmışsa, bizler için çok daha önemli ve ayırıcı özelliği olan gönülleri aynı yaratmış olabilir mi?
Mümkün değil diyorum.
Mehmed abinin dediği gibi "Her insani yapı birbirinden farklı gönüller üzerine bina edilmiştir".
Düşünmeye devam ediyoruz.
Mehmed Alagaş
29-04-2020 23:14
#4524
Ve aleykümselam

Bu siteyi kurduğumuz ilk günlerde, site kardeşliğine dahil olmak isteyen arkadaşlarımızı sitenin Kur’an bölümünden her gün en az yirmi ayet dinleyip, mealinden takip etmelerini istemiştik. Sonra duydum ki bazı arkadaşlarım arapça metnini dinlemeden sadece mealini okumaya başlamışlar. Nedenini sorduğumda ise ayet mealini okuduktan sonra ayetin arapça tilavetinin bitmesini beklemek uzun zaman alıyormuş!. Mehmed abiniz 40 yıldır Kur’an okumasına rağmen ayet mealini okuyup-düşünürken tilavet bitip öteki ayete geçtiği için tilaveti durdurmak zorunda kalırken, hızlı okuyan bu kardeşlerimiz tilavetin bitmesini beklemekten sıkılıyorlarmış!. Hızlı okuma gibi hızlı anlama kursları da var, onlar bu kurslara mı gidiyor bilmiyorum.

Bu sözlerimden hareketle sakın ola ki hızlı anlama kursu aramayınız. Çünkü böyle bir şey olamaz. Bize “Bir ayeti hızlı anlamanın bir yolu var mı?” diye sorsaydınız, çömez olduğumuz yıllarda “Kur'an’a vakıf olursanız, ayetleri anlamanız da hızlanır” derdik. Ama yaşayarak gördük ki bu cevap da yanlışmış. Çünkü Kur’an’a vakıf oldukça, ayetlerin anlam yelpazesinin daha da genişlediğini görüyor ve daha önceleri 20 dakikada okuyup-düşündüğünüz kısa bir sureyi 2 saate sığdıramıyorsunuz.

Daha önceleri kitab çalışmalarımızda da önemle değindiğimiz hızlı okuyup-hızlı anladığını zannetme sorunu, günümüz müslümanlarının önemli sorunlarından birisidir. Bu kardeşlerimiz bir paragraflık bir cümleyi okudukları zaman içinde bilmedikleri bir kelime bulunmayan sade bir cümle olduğu için anlayıverdiklerini zannediyorlar!. Oysa anladıkları şeyler sadece türkçe cümlelerdir, bu cümlelerin anlam derinliği değil. Sizler zamanın kıymetini bilerek bir kitapta açıklayacağınız bir konuyu kardeşlerinize bir cümle ile verdiğinizde “Bunu anlamadık” itirazıyla karşılaşmadığınız gibi “Bunu anladık, haydi öteki konuya geçelim” dediklerini duyuyorsunuz. Fakat ne dediğinizi anladığını söyleyenlere konuyla ilgili bir soru sorduğunuzda bir kitablık değil yarım sayfalık dahi bir şey anlamadığını görüyorsunuz. Ki ben bu duruma yakın çevremde hatta kendi ailemde bile şahit oluyorum.

İşte bu birlikte değerlendirmenin kalitesini düşürmemek ve faydalı olmasını sağlamak için böylesi hatalara düşmememiz gerekir. Bu nedenle İnşirah kardeşimin “Okudum, birkaç kez daha okumam gerektiğini farkettim” cümlesini önemsiyor ve kendisine teşekkür ediyoruz. Bu birlikte değerlendirmeye gücü nisbetince vaziyet etmeye çalışan bir abiniz varsa, konunun akış hızını ve ne zaman vites değiştirilmesi gerektiğini bu abinize bırakın. Gelen yorumlardaki yazılan ve yazılmayanlardan, konunun ne kadar anlaşılıp-anlaşılmadığını zaten bu abiniz takip ediyor.
Yapmamız gereken konuyu değerlendirirken attığımız her adımı bireysel olarak değil diğer kardeşlerimizin de anlayacağı şekilde muhkemleştirmeye yardımcı yorumlarda bulunmak ve böylesine sağlam adımlarla ilerleyebilmektir.
İnşirah Melal
29-04-2020 22:29
#4523
Selam aleyküm

Mehmed hocamın yorumunu şimdi okudum, birkaç kez daha okumam gerektiğini farketmiş olsam da gecikmeden yazmak istedim. Özellikle son bölümü hariç hemen seslendirip paylaşmak istediğim Müminlerin inancını ve direncini arttıracak, ayrıca da meselenin mahiyetini idrak ettirecek harika bir açıklama daha olmuş. Allah razı olsun..
Metin Karakaş
29-04-2020 18:22
#4522
Hocam Allah razı olsun

Konuyu özetlemiş-toparlamışsınız ve değerlendirmenin bu kısmının yavaş yavaş sonuna geldiğimizi anlıyoruz.

Her insanda hemen hemen aynı duyu organları olsada özelde ayrı ayrı gönüller ve ayrı algoritmalar mevcut.Yani insanlıkta nefsin, gözlerin, kulakların algoritması hemen hemen aynı olsada gönüllerde neredeyse insan sayısı kadar farklı farklı algoritmalar var.

Nasıl ki sırat-ı müstakim bir tane olmasına rağmen ona giden yollar, hidayete giden süreçler farklı farklı olabiliyorsa işte bunun gibi gönüller de başta yaratılışa olmak üzere, çevresel şartlara, eğitime, psikolojiye, zevklere, özlemlere göre farklı biçimlerde oluşabiliyor.

İnsanlara tahakküm etmek isteyen şeytani üst akıl sevgi, merhamet, hüzün gibi duygulardan oluşan gönülleri dikkate almadan geliştirdikleri tek yüzlü algoritmalarla ancak kendileri gibi hayata tek yüzden bakıp ahirete iman etmeyen kitleler üzerinde tesirli olabileceklerdir.

Eyvallah, sınıftakiler olarak çok özel olmasada gele anlamda bunu anladık. Ve yorumda bulunan tanıdık kardeşlerimizle birlikte Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerden olmayı da umuyoruz.

Şeytan ve dostlarının sinsi planlarının Allah’a ve ahiret gününe iman edip şeytandan Allah’a sığınanlara etkisinin olmayacağını, Şeytan’ın insanlara karşı bir yaptırım gücünün olmamakla beraber etkisine aldıklarının kendisini veli edinenler olduğunu biliyoruz.(14-İbrahim 22)

Peki bunları anladıktan sonra ne yapacağız?

Bu tehlikelerden insanları korumak için üst aklın algoritma hesaplarından ve bunların şeytani sonuçlarından mı bahsedeceğiz yoksa önceliği Allah’a ve ahiret gününe dikkat çekmeye verip bu imanla insanların şeytani tehlikeleri değerlendirmelerini ve uzak durup korunmalarını mı isteyeceğiz?

Yani Müslümanlar olarak ne yapıyoruz ve yapamıyoruz diye sorarken kasdettiğimiz şeytani algoritmalara karşı mı ne yapıp yapmadığımız yoksa genel anlamda Müslümanlar olarak neleri yapıyor ve neleri yapamıyoruz?

Bu değerlendirmeye göre sanıyorum Mehmed abimizin kasdettiği ikincisi yani bu şeytani hesaplardan haberdar olmakla birlikte bizlerin genel olarak nasıl bir kimlikle var olduğumuz ve bu kimlikle neler yapıp yapamadığımızdır.

Evet, bizler durduğumuz yer olarak ve genel algoritmalarımızla ne yazık ki Allah’ın elçilerinin, onların özel algortimalarının fersah fersah uzağındayız.

Deccal zihniyeti insanlığı kendine köle etmek amacıyla yalancı cennetleri için sabırla ve azimle bunca çalışma yaparken bizler insanlık için sonsuz cennet karşılığında neler yapıyoruz ve yapamıyoruz?


Selami Özcan
29-04-2020 12:12
#4519
Selamunaleykum

Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı. (Bilgi toplamanız için genelde aynı) işitme, görme (duyusu) ve (fehmedip-anlamanız için özelde ayrı) gönüller verdi ki şükredesiniz. (16-Nahl 78)
Ayetlerdeki parentez içi açıklamaların Kur-an bütünlüğü içinde, metne sadık kalarak değerlendirmeler olduğunu şimdi daha iyi anladım ve gördüm.
Kıymetli açıklamaların için Aĺlah razı olsun hocam. Dikkatle takipteyim duâ ile...
Talha
29-04-2020 04:55
#4517
SELAMÜN ALEYKÜM

Eyyyvallah amca Amin... Allah razı olsun...
O halde bizler gönlümüzü Allahın istediği şekilde yönlendirip Kuran ile terbiye edersek ve duyu organlarımızın geri kalanınıda gönülle bağlantılı hareket ettirirsek kurdukları bu düzenden yana zarar görmeyeceğimizden emin olabilir miyiz? Bunun yanında yapmamız gereken ne gibi fiiller ya da almamız gereken ne gibi önlemler olabilir?
Mehmed Alagaş
29-04-2020 03:02
#4516
Ve aleykümselam

Bütün kardeşlerime anlamlı ve konuya katkısı olan güzel yorumları için teşekkür ediyorum. Köksal kardeşim algoritma tarifinin ötesinde mantığına da açıklık getirmiş. İnşirah kardeşimin “Divane” kitabından yaptığı alıntı, konumuzun anlaşılması için gerçekten çok önemli. Bu kısa alıntı yapay zekaya insanı yüklemeye çalışanların, yüklemeye çalıştıkları şeyleri daha kendilerinin bile anlamadığını gösteriyor. Bu şaşkınlar yaşayarak farkında oldukları korku, umud, sevgi, heyecan gibi duyguları yapay zekaya yüklemek bir yana ne olduğunu tarif etmekten bile acizdirler. Ki çok düşünmeme rağmen yaşadığım bu duyguları tarif etmekten ben de acizim ve aciz olduğumu biliyorum. İçinde olduğumuz zamanın ne ve nasıl olduğunu tarif edemediğim gibi.
Yorumlarda algoritmaya ait yeterli tarif ve açıklamalar yapıldığına göre bu konumuzun ilk bölümünü toparlamaya çalışalım.

Seksenli yılların sonlarında insan psikolojisini, insan davranışlarının temellerini ve birbiriyle ilişkilerini Kur’an’dan anlayabilmek için Kur’an’daki insana ait bütün fiilleri tek tek çıkardıktan sonra ayetlerdeki ip uçlarını dikkate alarak bu fiillerin sebebleriyle birlikte birbiriyle münasebetleri ve hangi fiilin hangi fiili tetiklediği üzerinde çalışmalara başlamıştım. Kur’an’da lafız değil anlam taraması yaparak ve ayetlerin öncesini ve sonrasını dikkate alarak yaptığım bu çalışmada, nefs kaynaklı dünya ve dünyalık sebebli fiillerin anlaşılması ve birbirleriyle olan zincirleme münasebetlerinin kavranması gayet kolaydı. Burada anlaşılır bir algoritma varsa -ki vardı- bu zincirleme ve genel algoritmayı görebilmek hiç zor değildi.
Fakat özellikle peygamberi olan ve müminlere de yansıyan birçok fiilleri tahlil ettiğiniz zaman bu genel algoritmanın hiçbir işe yaramadığını görüyordunuz. Aynı etkiler veya aynı sebeblerin aynı sonuçları doğurmasını beklemek bir yana umulan sonuçların tam tersiyle karşılaşıyordunuz. Daha açık bir ifadeyle bu fiiller, dünyaya dünyalık bir gözle bakan çoğunluğun algoritmasına çok aykırı fiillerdi. Nitekim bu fiilleri genel geçer algoritma ile açıklamak mümkün olmadığı için, dünyaya bu algoritma ile bakanlar önce peygamberlere daha sonra ise peygamberleri örnek alan mü’minlere bu genel algoritmaya hiç uymadıkları için “Deli veya mecnun” demektedirler.

Açıkça söylemek gerekirse bu şaşkınlığı ben de yaşamış, “Yaratılış ve insanlık tarihi” çalışmasını yaparken küçücük kalbimle empati kurmaya çalıştığım peygamberlerin bazı davranışlarıyla karşılaştığım zaman ben de hayretlere düşmüş “Bu olay karşısında bu tavrı gösteren bir peygamber riya yapmadığına göre, bir insanın böyle bir olay karşısında samimi olarak bu davranışı gösterebilmesi için nasıl bir kimliğe, nasıl bir kişiliğe sahip olması gerekir?” sorusu altında ezilmiş, Rabbimin lutfuyla bu sorunun cevabıyla karşılaştığım zaman ise küçüldükçe küçülmüştüm. Çünkü bu sorunun tek bir cevabı vardı. Bizler dünyadan ahirete bakarken, onlar ahiretten dünyaya bakıyorlardı. Onlar yakinen iman ettikleri ahirette, Allah’ın huzuruna çıkacakları hesap gününde duruyorlar ve karşılaştıkları dünyevi olaylara bu hesap gününden bakarak, hesabı en kolay olacak davranışlara karar veriyorlardı.
Şimdi düşünebiliyor musunuz? Ben bir mü’min iken ve yaratılmış insana yönelik araştırmamı ne yarattığını hakkıyle bilen Rabbimizin Kitab’ından yaparken anlayamadığım bu imani algoritmayı, meseleye tek gözle bakan tek gözlü Deccal’in teknolojisi veya bilimselliği nasıl anlayacaktır? Bunlar bedensel salgılar ve yüz mimikleri gibi sonuçları gözlemleyip, Rabbimizin 15 asır önce indirdiği “Eğer Biz dileseydik onları sana gösterirdik de sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, sözlerinin üslubundan da (anlatım biçiminden de) tanırsın. Allah bütün amellerinizi bilir. (47-Muhammed 30)” ayetinden habersiz yüz mimikleri konusunda bilmem kaç sezonluk dizi yaparlar. Daha sonra ise bu bedensel tepkilerin el yordamıyla sebeblerini ararlar ve bir sebeb buldukları zaman meseleyi tamamen çözdüklerini zannederler.
Bu kısa akıllılara “Haddinizi bilin ve ağır olun” demek isteriz. Bu araştırmayı Kur’an’dan yapmış bir müslüman olarak görünür sonucun sebebini bulmanın hiç yeterli olmadığını araştırmanın ilk dönemlerinde anlamıştım. Bazı sonuçların sebebini gördükten sonra tek bir sebeble meselenin bitmediğini anlayıp sebebin sebebini, sebebin sebebinin sebebini bulunca bu sebebler silsilesinin bitmediğine, zincirleme olarak devam ettiğine şahit olarak aciz bir şekilde yerime oturmuştum. Nitekim insanlara yönelik aynı etkinin binlerce ayrı sonuç vermesinin nedeni de buydu.

Herneyse, “Mehmed abi insan davranışları üzerine yaptığın bu çalışma tamamlandı mı?” diyecek olursanız, elbetteki tamamlanmadı, haddimi ve acizliğimi bilerek bu çalışmayı yüksek bir rafa kaldırdım. Çünkü çalışmalarımın bir aşamasında insani fiillerdeki ruh ile irtibatlı olan gönlün etkisini gördüğüm ve gönül üzerine kısa bir araştırma yaptığım zaman anladım ki her insani yapı farklı gönüller üzerine bina edilmiştir. İşte Rabbimin lutfuyla bana ışık tutan açık ayet-i kerimelerden birisi.,

“Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı. (Bilgi toplamanız için genelde aynı) işitme, görme (duyusu) ve (özelde ayrı) gönüller verdi ki şükredesiniz. (16-Nahl 78)”

Bu ayet-i kerimeleri tefekkür ederken önceleri ben de birçok müfessir gibi çelişkiye düştüm. Çünkü birden fazla olan göz, kulak tekil olarak zikredilirken, bir tane olan gönül çoğul olarak zikredilmekteydi!. Ama daha sonra Rabbimizin lutfuyla anladım ki bu ayet bir insanı değil bütün insanları muhatab aldığı için her insanda AYNI olan göz kulak tekil olarak zikrederken, her insanda AYRI olan gönül çoğul olarak zikredilmektedir. Daha açık bir ifadeyle Rahman olan Rabbimiz bizlere genel ve özel nimetler bahşetmiştir. İnsanlar olarak göz kulak, dil dudak, el ayak gibi genelde aynı nimetlere mazhar iken gönül gibi kişiye özel muhteşem bir nimete de mazharız. İşte bunu anladığımız noktada “O’na, O’nun layık olduğu gibi hamdolsun, şükürler olsun” diyoruz.

Gönüllerle ilgili bu gerçekle karşılaştığım zaman anladım ki her gönlün algoritması farklı. Hepimiz aynı gözlerle aynı şeyi görmemize, aynı kulaklarla aynı şeyi duymamıza rağmen aynı gönüllere sahip olmadığımız için aynı söz ve aynı görüntüler karşısında farklı algılarla ve kişiye özel farklı tercihlerle farklı tepkilerde bulunabiliyoruz. İşte bu nedenledir ki farklı gönüllerin genel algoritmasını anlamak, anlayabilmek mümkün değildir.
Diyeceksiniz ki “Deccal zihniyetinin algoritma hesapları ve senaryoları başarılı olacak mı?” Dünyaya tek gözle bakan Deccal’in bu senaryoları, ahireti dikkate almadan dünyaya sadece dünya gözüyle bakan tek gözlü kitleler üzerinde ne yazık ki etkili olacaktır. Bu Deccal zihniyeti yapay zekaya kaç trilyon terabaytlık veri yüklerse yüklesin muhteşem bir yaratılışta olan insan üstü bir robot yapamayacakları için, vaziyet etmek istedikleri insanları sadece nefsi istekler çerçevesinde küçülterek basitleştirmek ve dijital alemde yönlendirebilecekleri biyonik robotlar durumuna getirmek istemektedirler.

Rabbimiz Muhammed ümmetini ve bu ümmete daha sonra dahil olacak olan dünya insanlarını korusun..

İnşirah Melal
28-04-2020 22:07
#4514
Selam aleyküm

Anlamlı yorumları dikkatle takip ediyorum. Köksal kardeşimin “Neyin ve kimin algoritması?” başlıklı güzel yorumu, bana aynı şeytani üst aklın anunnakiler hikayesini hatırlattı. Mehmed hocamın “Yazıtlar Neyi Gösteriyor?” başlığında ele aldığı bu meseleyi hatırlarsanız, bu şeytani hikayeyi uyduranlar insanı yüksek teknolojiye sahip olan anunakilerin yarattığı akıllı bir tasarım olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyle “İnsan bir algoritmadır ve biz onu hekleyeceğiz” derken, bir yandan o akıllı tasarıma atıf yaparlarken diğer yandan bu tasarımın yeni mühendisliğine soyunmuş olabilirler mi?
Ne diyorsun Köksal kardeşim..


Cahid Eker
28-04-2020 19:45
#4513
Selamun Aleyküm

Herkesin kendilerine farklı meşgaleler aradığı, yoğun(!) gündemlerde boğulduğu şu günlerde bizlere böylesine mühim bir konu ile tekrardan hakikatin kapılarını aralamaya, olayları ve gelişmeleri Sünnetullah eksenli değerlendirmemize vesile kılan Mehmed amcadan Allah razı olsun.

"Dünya nereye gidiyor?"... Şeytan ve dostları asırlardır güttükleri hedeflerine varmak için ellerinden gelenin fazlasıyla çalışıyorlar. İzlediğimiz bu videolarda da bu planlarının bir kısmının nasıl işlendiğine, nasıl işleneceğine şahit olduk.
Harari'nin "bilişim gücü ve veriler"in insanın çözümlenmesi konusundaki ifadeleri aslında yapılmak istenilenler hakkında bir ipucu veriyor gibi yani diyordu ki;

"Bilim, evrimin yerini doğal ayıklanma ile akıllı tasarım ile değiştiriyor, bulutların üstündeki Tanrı'nın akıllı tasarımı değil, bizim akıllı tasarımımız ve bulutlarımızın akıllı tasarımı IBM bulut, Microsoft bulut bunlar evrimin yeni itici güçleri... Bilim, inorganik bölgeye girmek için hayatı kolaylaştırabilir, doğal ayıklanma ile şekillenen dört milyar yıllık organik yaşamdan sonra akıllı tasarımın şekillendirdiği inorganik yaşam dönemine giriyoruz. Verilerin mülkiyetinin bu kadar önemli olmasının nedeni budur..."

Aslında bir nevi deniliyor ki bizim akıllı tasarımımız oldukça yaşamla iç içe, tüm bu çalışmalar göğe baktığınızda gördüğünüz bulut'ların üstündeki Tanrı ile değil bizim bulut'umuzun (bulut/cloud) Tanrısı tarafından yani bilim tarafından ortaya konulacak üstelik bu Tanrı sizin inandığınız geleneksel dini değerlerin size sunduğu imkanları da sunuyor yani size mutluluk getireceğiz, bilim ve teknoloji ile size sonsuza kadar yaşayacağınız cenneti sunacağız hem de inandığınız dinlerin vaat ettiği gibi öldükten sonra değil burada, Dünya'da olacak tüm bunlar...

Allah'ın dinini günümüze ve kendilerine uyum sağlayamadığı bahanesiyle geçersiz kılma çabasında olanlar, bilimsellik putuna sarılanlar batıla sürüklenip gitmektedirler. Bu şeytani planları ortaya koyanlar görece olarak gözlerimiz ya da kulaklarımızı yanıltabilirler lakin içindeki imanı muhafaza ettiğimiz sürece gönüllerimize hükmedemezler. Çünkü "..Allah, kişi ile kalbi arasına girer..." (8-Enfâl 24) Rabbimiz bizleri şeytan ve dostlarının her türlü fitnesinden, onların tuzaklarından muhafaza eylesin...

Ben de tüm yorumlardan istifade ediyor ve konuyu takip ediyorum inşaallah.
Köksal Şahin
28-04-2020 17:28
#4512
Neyin ve kimin algoritması?

Selamünaleyküm,

Algoritmayı kısaca “bir sistemin işleyişiyle ilgili kurallar bütünü” olarak tarif edebiliriz.
Bu kurallar hangi durumlarda hangi adımların atılacağını tanımlar.
Yani algoritma önceden tanımlanmış/öngörülmüş durumlar ve komutlardan oluşur.
Algoritmanın en önemli özelliği, aynı girdilerin her zaman aynı çıktıları vermesidir.
Algoritma ile çalışan bir sistem, önceden tanımlanmamış bir durumla karşı karşıya kaldığında üç farklı davranış ortaya koyabilir; yersiz/anlamsız/-en iyi ihtimalle- rutin tepki, kısır döngü veya error/exit.
Bu durum algoritmanın kendisinden çok onu kurgulayana odaklanmak gerektiğine işaret eder çünkü hata yapacak ya da yapmayacak olan tasarımcıdır.
Estirilen rüzgârdan anladığımız kadarıyla yapay zekâ bu gibi problemleri aşabilecekmiş yani öğrenebilecekmiş ve her durumda anlamlı tepkiler verebilecekmiş.
Teorik olarak sonsuz sayıda ihtimallerin bulunduğu bir sistemde (gerçek hayatta) yapay zekânın bu şekilde stabil çalışabilmesi elbette mümkün değil.
O yüzden yapay zekâ kendisini tasarlayan ve kullanan gücün bir aparatı olmaktan öteye geçemeyecektir.

Peki organizmalar algoritma ile mi çalışıyor?
Diğer canlıları ve fiziksel özelliklerimizi konu dışında tutarsak insanın yapısını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz :
- Bedensel ihtiyaçlar
- İçgüdüler
- Duygular
- Akıl
- Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz; ruh
Akıl/akletmek; duyu organları ile elde edilen algının mevcut bilgilerle ilişkilendirilmesi olarak tarif edilebilir.
Peki bu ilişkilendirme nasıl gerçekleşiyor?
Salih Can kardeşimizin “insan organizmasının algoritmasındaki kilit nokta beyin değil ruhtur ve devamında ruhla beynin ortak çalışması olan bilinçtir.” cümlesi bu soruyu gayet güzel cevaplamış.
Mehmed Abi’nin kitaplarını/yazılarını yeni okumaya başladığım için daha önce tartışıldı mı bilmiyorum ama “akleden beyin midir kalp midir?” sorusunun cevabı da bu konuda kilit bir öneme sahip bence.
Beynimizi duyu organları ile algılanan bilgilerin depolandığı bir sabit diske (hard disk) benzetebiliriz.
Beynin diğer bir yönü de bütün sinir sisteminin toplandığı merkez olması, yani vücudumuzdaki sensörlerin (göz, kulak, burun, dil, deri) ve tüm sinirlerin bir ucu beyne bağlı.
İnsan vücudunda aynı girdilerin aynı çıktıları verdiği “fizyolojik” mekanizmaların belirli bir algoritmayla çalıştığını söyleyebiliriz (parmağımıza toplu iğne batırırsak canımız yanar).
Ancak aynı girdilerin farklı çıktılar verdiği mekanizmalar algoritmadan bağımsızdır ki Zeyd kardeşimizin altını çizdiği ayetler de bu konuya ışık tutuyor :
Her kulak aynı işi yapar, her göz de öyle.
Ama her “gönül” farklıdır.
Bu da “organizmalar algoritmadan ibarettir” tezini öncelikle insanlar için çöp kutusuna atar. İnsan gibi ruh sahibi bir varlığı “algoritma” ile tanımlamaya kalkmak büyük bir kandırmacadır.

“O zaman bu algoritma aşkı nedir?” sorusu geliyor akla.
Kemal kardeşimiz de sormuş aynı soruyu :
“ ‘Sizi sizden daha iyi tanıyan mekanizmaları sizlere yerleştirelim’ diye güzellemeler yapan bu iki ayaklı şeytanın cümlesi düşündürücü!! Bu sözleri bizlerin göremediğimiz yerlerden bizlerin zaaflarını gören şeytan aleyhillanenin özelliği ile beraber düşünebilir miyiz? Ve bu mekanizma ile bizleri daha iyi tanımak ve algoritmaları sunma niyetimiz var dediklerinde ise zaten insanlık tarihi boyunca insanları tanımış olan şeytan ve dostlarının böyle birşeye ihtiyaç duyduklarını sanmıyorum buradaki asıl amaç nedir, nasıl bir oyuna, vesveseye çekmek istemektedirler?"
Bir önceki yorumumda “Gelinen noktada artık aklı ve imanı "by pass" edip doğrudan nefse hitap etmek ve onu davranışlarımızdaki tek belirleyici yapmak istiyorlar.” yazmıştım. Bunu yapmak için yeni tasarımcı olarak yapay zekayı hazırlarlarken, El Musavvir olan eski ve ezeli Tasarımcının ne yapacağını acaba düşünüyorlar mı?

Şimdilik çok uzatmadan diğer yorumları ve bilhassa Mehmed Abi’nin görüşlerini takip edeceğim İnşallah.
Okuyan ve değerli yorumlarıyla katkı sağlayan tüm kardeşlerimden Allah razı olsun.
Metin Karakaş
28-04-2020 17:04
#4511
Farklı farklı gönüller

Öncelikle benim de katıldığım, Zeyd kardeşimizin “….şeytani algoritmaların ne derece etkili olup olamayacağı..” ifadesinden anlaşılabileceği gibi bu algoritmaların eyleme geçmesi ve etkili olabilmesi ancak ve ancak belli şartlar çerçevesinde mümkün olabilecektir.
Hocamızın hazırladığı mealde Nahl 78 gibi insanların ortak duyu organlarına ve duyu organlarından daha üstün olan akletme yeteneğine sahip farklı farklı gönüllerden bahsedilen ayetlerden anlamıştım ki görmekle bakmak, duymakla işitmek arasında çok fark vardır ve bu organlar fiziki olarak herkeste aynı çalışsada gönüllerin çalışma prensipleri farklı farklıdır.
Öyle ya gözler görür ama bakan kalptir, duyan kulaktır ama yine işiten kalptir;
“Andolsun ki Biz cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir hatta daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (7-A'raf 179)
Şüphesiz ki ne kulaklarına ağırlık konulanların duyma yeteneği ne de gözlerine perde çekilenlerin görme kaybı olacaktır. Casiye 23, Kehf 57 ayetlerinde bahsedilen bu kısıtlamaların fiziki değil kalbi olarak görme ve duyma ile ilgili ve bunun küfredenlerin kendi yapıp ettikleri sonucu gerçekleştiğini anlıyoruz.
Nefse yönelik algoritmaları geliştirip insanları kendine köle yapmak isteyen şeytani üst aklın gözlere, kulaklara daha doğrusu bunların gördüklerine ve duyduklarına fiziki anlamda müdahele edebilsede bazı kalplere öyle kolay müdahele edemeyeceklerini söylüyor ve ayetlerde neden tekil olarak değilde çoğul olarak gönüllerden bahsedildiğinin, duyu organlarının herkeste aynı prensiplerle çalıştığı aksine gönüllerin ise insanların tercihlerine, akletmelerine bağlı olarak farklı farklı şekillerde gelişip çalıştığını düşünüyor ve konu üzerinde tefekkür etmeye devam ederek sözü sınıftaki diğer kardeşlere bırakıyorum.

Kemal Sallabaş
28-04-2020 02:36
#4507
Aleykümselam

Tefekkür ettikçe daha derinlere aslında basit denilen yahut ilk adımları es geçen bizlerin sorular ve sorunlarının burada olduğunu görüyoruz. Aynı mantıkla cevabın da burada olduğunu düşünüyorum. Bizler fıtratımıza Kur'an yönlendirmesi ile baktığımızda bu duyu ve duyguların temizliğini görebildiğimiz kadarı ile ayırdedebiliriz. Ancak şeytan bu mekanizmalara fıtrata uygun bir mantık yüklemeyecektir. Güncellenen misyonlarla insanların sevdiği veya korktuğu şeylerin yansıması olarak vücutta salgılanan hormonların tespit edilip yönlendirilmesi olabilir.
Asıl hedeflerinin zihinlerimizi kendi isteğimiz , cüzi irademizle değiştirmek olacaktır diye düşünüyorum. Ki cehennemlik olalım, çünkü zapturapt altında irademizin dışında şeytan aleyhillanenin bilinci olmayan makinalarına dönüşmemiz onun işine gelmeyecektir. Bedenlerimizi köle yapmak değil ahiretimizi yakmak isteyen şeytanın hedefinin bu doğrultuda olduğunu düşünüyorum...

Selam ve dua ile..
Fatma Ceren
28-04-2020 01:34
#4498
Aleyküm Selam

Önce şuna dikkat etmeli, "gönüller" ifadesi ilk yaratmada da, ikinci yaratmada da geçiyor..(cennetliklerde)
Ayetlerdeki parantez içinde verilenlere bakınca, insana doğal yaratılışta verilen duyu organları ve fonksiyonlarının, insan müdehalesiyle sunileştirilerek çeşitlenebileceğine vurgu yapılıyor olabilir diye düşünüyorum. "Gönüller" ise, "Allah gönüllerinizde saklı olanı dahi bilir" ayetinden yola çıkarak, insana dair veri tabanına ve bunun merkezine dikkat çekilmiş olabilir. Zira bu çoğul ifade tekrar edilemez ve kopyalanamaz bir çoğulluğa delalet ediyor da olabilir... Şifreyi iki defa girmek gibi. Veri içinde çözülemeyen bambaşka kodlar gibi.. Allahualem!


İnşirah Melal
28-04-2020 01:18
#4497
Ve aleykümselam

Sınıftaki kardeşlerime katkılarından dolayı dua ediyorum.
Algoritmanın ne olduğu genel olarak anlaşılmış gibi. Benim dikkat çekmek istediğim konu, bu algoritmayı hazırlayanlar insanı gerçekten tanıyorlar mı? Bu konuyu düşününce Mehmed hocamın Divane kitabında yer alan şu konuşmaları hatırladım. Konuya katkısı olacağını düşünüyorum;

“….Omuzlarını kaldıran Kadir “Neyi, ne kadar düşünebildiğimi bilemiyorum” dedikten sonra meraklı bir ses tonuyla sordu.,
- İnsanı yeterince tanımanın bir yolu var mı?
Başını hafifçe sallayan Yakup hoca gülümseyerek “Olabilir” dedi. Biraz duraksadıktan sonra aynı gülümseme ile ilave etti.,
- Kendini tanıman.
Bu sıradan cevabın arkasında sıra dışı anlamlar olduğunu hisseden Kadir “Bunu nasıl yapacağım?” diye sordu.
- Bak Kadir!. Ben sana bunun kısa bir yolunu söyleyeyim. Bu zamana kadar hiçbir insan görmemiş ve insanın ne olduğunu hiç bilmeyen akıl sahibi bir canlıya, kendini anlatmaya ve tanıtmaya çalış.
Kaşlarını hayret anlamında kaldıran Kadir “Anlayamadım” deyince, Yakup hoca az önceki gülümsemesiyle “Denemeye başladığın an, anlamaya da başlayacaksın” dedikten sonra ilave etti.,
- Haydi ilk denemeyi birlikte yapalım. Hiç insan görmemiş ve insanın ne olduğunu hiç bilmeyen akıl sahibi canlı ben olayım. Şimdi bana kendini anlat.
- Ne anlatayım?
- En basit özelliklerinden başlayabilirsin.
Bu konuşmaların nereye varacağını pek anlayamayan Kadir, rahat bir şekilde anlatmaya başladı.,
- Ben yürüyen, yorulan, acıkan, yemek yiyen, konuşan, işiten, gören, düşünen bir canlıyım.
Yakup hoca elini kaldırarak “Dur bakalım sayın İnsan” dedikten sonra sormaya başladı.,
- Yürüyen dedin, yürümek ne demek, neyle ve nasıl yürüyorsun. Yorulan, acıkan ne demek? Konuşmak, işitmek nasıl bir şey? Gören dedin, görmek ne demek? Düşünen derken ne demek istedin? Düşünmek ne, nasıl bir şey?
Bu sorular üzerine meseleyi anlamaya başlayan Kadir, hafifçe gülümsedi. Bu bir insanın, diğer bir insana kendisini anlatması değildi. İnsanlar kendilerini birbirlerine anlatırlarken, ezbere yaşadıkları vasıfları, ezbere bildikleri kelimelerle anlatıveriyorlardı. Ancak karşıda farklı bir canlı olduğu zaman bunun açılması, bunun izah edilmesi gerekiyordu. İyi ama bu nasıl olacaktı? Gözün ne olduğunu bilmeyen ve o zamana kadar hiçbir şey görmemiş olan bir canlıya, görmenin ne olduğu nasıl anlatılacaktı? Düşünmeyi nasıl tarif edecek, nasıl tanımlayacaktı?
Yakup hoca kendilerini sessiz bir şekilde dinleyen Divane’ye “Haydi, sen de bana kendini anlat” diyerek, onu da konuşmaya dahil etmek istedi. Kısa bir süre düşünen Divane, önemsediği tek vasfını, tek cümleyle söyleyiverdi.,
- Ben seven bir canlıyım.
- Sevmek ne demek? Nasıl bir şey?
Divane bu soruyu tuhaf bulduğunu belli etmemeye çalışarak düşünmeye başladı. Aynı soruyu Divane’yle birlikte Kadir de düşünüyordu. Sevmek, her ikisinin de o yaşlarına kadar yaşadıkları, soludukları bir gerçekti. Ancak bunu nasıl anlatacaklar, nasıl tanımlayacaklardı ki? Sevgiyi ve sevdayı nasıl anlatabileceğini düşünen Kadir, o zamana kadar ezbere yaşadığı bu güzel duyguya ilk kez hayretle bakmaya, ilk kez keşfetmeye, ilk kez tanımaya ve anlamaya başladığını hissetti. İşte o an Yakup hocanın ne demek istediğini, kendisine neden böyle bir yol önerdiğini çok iyi anlamıştı. Çünkü insanı tanımayan bir canlıya, insan anlatılmaya çalışıldığı zaman, alışkanlık gafletiyle görülemeyen gerçekler görülebiliyor ve kendini karşı tarafa anlatmak isteyen insan, kendisini daha iyi tanıyor, daha iyi anlayabiliyordu.
Yakup hocaya sıkıntılı gözlerle bakan Divane “Düşündükçe bazı şeyleri daha iyi anlıyorum, daha iyi hissediyorum ama nasıl anlatacağımı bilemiyorum” dedi.
- Anlıyorum Ahmed. Çünkü sevmenin veya korkmanın ne olduğunu bilmeyen bir canlıya, sevmeyi ve korkmayı anlatmak elbetteki hiç kolay değil!.
- O zaman niye anlatmamızı istedin?
- İnsanı tanımayan bir canlıya insanı ne kadar çok anlatmaya çalışırsanız, insanı o kadar çok anlarsınız. Zaten Kadir de öncelikle insanı anlatmayı değil, insanı anlamayı istemişti.
Yakup hoca biraz duraksadıktan sonra “Öyle değil mi Kadir?” diye sordu. Kendisine yönelen bu soru üzerine başını tebessümle öne doğru sallıyarak “Aynen öyle” cevabını veren Kadir, saygı dolu bir sesle ilave etti.,
- Teşekkür ederim..”

Bu alıntıda hocamın "akıl sahibi canlı" dediği şeyin yerine yapay zekayı koyduğumuzda, bu yapay zekaya sevginin, korkunun, umudun, öfkenin algoritmasını yükleyecek olan şaşkınların öncelikle bu duyguların ne ve nasıl olduğunu anlamaları, tarif edebilmeleri gerekmez mi? Kendileri bu tariften ve bu anlayıştan uzak iseler neyi, ne kadar yapabilecekler ki? Örneğin izlediğim 'ex machina' filmindeki yapay zeka üzüldüğünü söylüyordu... Yapay zekaya bu üzüntü kavramını yükleyenler, üzüntünün ne olduğunu, neyin üzüldüğünü, nasıl üzüldüğünü kendileri tarif edebilirler mi ki?(!) Hiç sanmıyorum. Bu duyguyu sadece yaşadıkları için bildiklerini zannediyorlar..

Neyse.. Şimdi ben de Zeyd kardeşimizin sorusuna yoğunlaşarak tefekküre devam ediyorum inşaallah..
____________
28-04-2020 00:17
#4494
BİLGİLENDİRME..!
Değerli kardeşlerimiz;
Sitemizde yorum formunu doldurup gönder butonuna tıklayan bazı kardeşlerimizin; "Lütfen Sayfa Yenilemesi Yapmayınız..!" ikazı ile karşılaştığını ve yorumlarının bizlere ulaştığını zannettiklerini, bazı kardeşlerimizin ise ulaşmadığını anlamalarına rağmen yazdıklarının buharlaşıp kaybolmasından dolayı tekrar gönderemediklerini öğrenmiş bulunmaktayız. Yaşanan bu teknik sorundan dolayı kardeşlerimizin anlayışına sığınıyor bu sorunu çözmek için sitemizin yorum formu sistemini değiştirerek-yenilediğimizi bildiriyor, tüm kardeşlerimize saygı ve selamalarımızı sunuyoruz.
<<< insandergisi.com >>>

Zeyd Der Ki
27-04-2020 23:01
#4493
Birlikte düşünelim

Selamunaleyküm
Güzel yorumları dikkatle takip ediyorum. Algoritmanın ne olduğu anlaşılmış gibi. İnsan üzerine yapılan algoritma hesaplarının ne derece tutarlı olabileceğini anlayabilmemiz ise öncelikle aşağıdaki ayetleri tefekkür etmemize bağlıdır.,
“Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı. (Bilgi toplamanız için genelde aynı) işitme, görme (duyusu) ve gönüller verdi ki şükredesiniz. (16-Nahl 78)”
“Andolsun ki Biz onlara size vermediğimiz imkan (güç ve tasarruf yetkisi) vermiştik. Onlara işitme, görme (duyuları) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve ne de gönülleri kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlardı. (Sonunda) alay konusu edindikleri şey onları sarıp-kuşattı. (46-Ahkaf 26)”
“De ki "Sizi inşa edip yaratan, size işitme, görme (duyusu) ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?" (67-Mülk 23)”
Bu ayetlerde insanda birden fazla olan kulak ve göz tekil olarak zikredilirken “Allah, bir kişinin içinde (sinesinde) iki kalp kılmadığı gibi.. (33-Ahzab 4)” buyruğunda da belirttiği gibi bir kalp, bir gönül yaratılmışken çoğul yani 'gönüller' olarak ifade edilmesi, Fahreddin Razi’nin de belirttiği gibi müfessirleri çelişkiye düşürmüş ve zorlama yorumlarda bulunmalarına neden olmuştur. Şimdi bu soruyu kendimize sormamız ve sakince cevaplamamız gerekir. Bu cevabı ararken elbetteki bu konu üzerinde daha önce araştırma yapan Mehmed abinizin, site mealindeki parantez içi açıklamalarının ne anlama geldiğini de düşünebilirsiniz.
Salih Can
27-04-2020 22:25
#4492
Türkistanlı el-harezmi cebir adlı kitabında bir problemin çözümünde kullanılan en hızlı ve sade yol olarak kullanıyor algoritma kelimesini. Bilinene göre bu kelimeyi ilk kullanan kişi el-harezmidir.
İnsanları organizma olarak değerlendirirsek bizlerin patronu ruhumuzdur çünkü ruh aklı ve düşünceyi bilince çevirir ve tabi ki bu ruhun doğasında olan islam gerçeği bilince dönüşürse yıkılmaz bir kale olur. Ü st akıl bunu çözmüş olacak ki insanlara "Sizin patronunuz beyninizdir, sizlere ruhunuza bağlandığınız prangaları beyninizle kırma imkanı veriyoruz" dedi. Ve hayatımıza dair her soruyu bilimle açıkladı, açıklayamadığı soruları da bilimin cevabına göre değiştirdi. Daha önce konuştuğumuz konular bunlara örnektir. Üst akıl olan bu şer güçlerin algoritmasında yani onların kalesinde onların surlarında bir açık var. O da şu ki insan organizmasının argoritmasındaki kilit nokda beyin değil ruhtur ve devamında ruhla beynin ortak çalışması olan bilinçtir. Biz müslümanların okuyup anlayıp amenna dediğimiz, okuyup anlamayıp ama yine de eyvallah dediğimiz Kuran gerçeğini farketmişlerki bizleri kurandan uzaklaştırmak için bizlere hocacıklar verdiler her kesime kendi hocalarını verdiler. Bu medyatik hocalar da bilimsellikten deizme, deizmden ateizme giden yollara bilerek veya bilmeyerek taş döşediler. Bu 6000 yıllık plan yine işe yaradı. Algoritma matematiksel bir terimdir o yüzden diyorum ki bu planın çökmesi için bu planı sıfırla çarpmalıyız bu da insanların ruha ve fıtrata dönmesiyle mümkündür.
Dua ile
Metin Karakaş
27-04-2020 18:19
#4488
Selam Aleyküm kardeşlerim

Basit tanımla Algoritma, bir sorunu çözmek ya da bir işi yapmak veya bir amaca ulaşmak için tasarlanan çözüm yolu anlamına geliyor. Algoritma, problemleri adım adım çözme yöntemidir ve bu şekilde ifade etmesek de günlük hayatımızda birçok alanda bunu kullanıyoruz. Müslüman olmayan ama evrensel ortak ahlaki değerlere sahip olan bir insan da dahil doğumdan ölüme kadar geçen sürede belki de binlerce algoritma kullanırız. Algoritma yemek yapmaktan tutun da tüketim alışkanlıkları, okumak, evlenmek, çocuk yetiştirmek gibi kısa, orta ve uzun vadeli eylemlerde kendini gösterir. Tabi eğer Müslümansanız bu algoritmaların en tepesinde Allah’a ve ahiret gününe iman olduğu için tüm algoritmalar buna göre şekilleniyor ve nefsin baskın çıkması engelleniyor. Peki Harari vb zihniyetteki adamlar ne yapmak istiyor;

Köksal kardeşimizin belirttiği gibi nefsi yani insanı kontrol altına almak ve bununla toplum mühendisliğine soyunmak. Harari’nin birkaç videosunu izledim. Gerçekten dehşet projeler, Rabbim insanlığı korusun bu şeytani akıldan. Ben de sizlere konuyla alakalı olarak Barış Özcan’ın “Facebook’u silelim mi?” adlı şu videosunu izlemenizi tavsiye ediyorum;



Evet, insan yaşamından verdiğim örnek algoritmalarda insanın gerek ruhsal gerek biyolojik ve gerekse ahlaki sisteminin ortak/bütünleşik çalışmasının katkıları ve izleri var. Ben bu bilgilerden hareketle insanlardaki algoritmalara benzer ve hatta çok üzerinde algortimalar geliştirerek insanı heklemek isteyen şeytani aklın bu hedefini birkaç aşamada gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. Öncelikle veri toplanması ki sosyal medya vb platformlarda toplanan verileri yöneten çok çok gelişmiş bilgisayarlar insanların geçmişlerinden ve geçmiş davranışlarından, kişisel verilerinden hareketle onlara olması muhtemel profillerini çizip yüksek olasılıklı eylem tahminleriyle yönlendirme yapabilecek kadar tanıyor onları. Mesela facebook’da halen çalışan ve karşımıza çıkan arkadaşlık önerileri de bir algoritmaya dayanıyor. Beğendiğiniz sayfalar, paylaştığınız ve likeladığınız gönderiler, mevcut arkadaşlarınız gibi veriler bu algoritmayı çalıştırıp size ona göre önerilerde bulunuyor. Ses kaydıyla veri toplayarak mesela yanınızda telefon varken bahsettiğiniz teflon tavanın reklamını 1 saat sonra haber kaynağınızda görmeniz çok tehlikeli gelmeyebilir ama yakın bir gelecekte fb gibi ortamlarda kişisel verilerinize göre size en uygun eş tavsiyeleri çıkarsa pek şaşırmamak gerekecek ki sanırım sonraki aşamalarda bunlar da yapılacak.

İkinci aşamada ise bu verilere dayanarak insanı heklemek ve isteği şekilde tanrı gibi yönetmek isteyen şeytani zihniyet gelişmiş teknolojiye dayanan çip gibi aletleri de kullanacaktır. Verileri ve teknolojik aletleri kullanarak insanların evrensel algortimalarının dışında kendi amaçlarına hizmet edecek algoritmaları geliştirecekler. Tabi bunda yine nefse hoş gelen porno, bahis, çekilişle dünya cennetleri vb araçları fazlasıyla kullanacaklardır. Zaten şimdi bile porno ve bahis gibi şeytani oyuncakları kitleleri uyutmak için fazlasıyla kullanılan şeytani akıl teknolojisiyle kendini tanrı ilan ettiğinde izlemenin çok ötesinde sanki yaşıyormuş gibi hissettireceği sanal ötesi arttırılmış gerçekliğe dayanan sapık cinsellik oyuncaklarıyla iyicene esir alacaktır insanlığı.

Benim bu aralar izlediğim Westworld adlı bir bilimkurgu dizisi var. Dizinin ana konusu sıradan harcamalara doymuş zenginlerin her türlü vahşi, sapık fantazilerini gerçekleştirebildikleri çok gelişmiş insan benzeri robotlardan oluşan parklarda geçiyor. Bu parklardaki hikayeye dahil olan zengin oyuncular her türlü sapıkça fantezi, adam öldürme, isyan vb kurgulamalarla kendilerince eğlenceli vakit geçiriyorlar. Kurgu platformlarda kendileri silahla yaralanamıyorlar ama görevli denilen robotları öldürebiliyorlar. Ayrıca dizideki bazı karakterler önceden insanken parka gelip sonra kendi isteğiyle ya da zorla öldürülüp zihni bu androidlere kopyalanan insanlar. (Ayrıca bknz.Keanu Reeves-Replikalar adlı film) Dizide görevli denilen bu insanımsı gelişmiş robotlara park yöneticileri ellerindeki gelişmiş tabletlerle istedikleri duyguyu yükleyebiliyorlar, bunların seviyesiyle oynayabiliyorlar ve aynı şeyi yakın bir gelecekte insanlar üzerinde de deneyebilecek/yapabilecek olmalarının bilinçaltımıza yerleştirmeye çalışıyorlar.

Dizinin son bölümünde ise şöyle bir sahne vardı; Veri sisteminin yaratıcısı adam bir üçüncü dünya ülkesi liderinin karşısında seni biz başa getirdik gibi ukala bir şekilde konuştuğunda lider, askerlerimin yanında benimle nasıl böyle konuşursun diyor. Sistem yöneticisi şu anda ülkesinde bir karışıklık çıkmak üzere olduğunu ve isterse bunu önleyebileceklerini söylediğinde devlet başkanı kendisine böyle bir istihbarat ulaşmadığını söylüyor. Veri sistemi yöneticisi ise Biz sana bildirmek istemedik de ondan deyip ekliyor: Eğer dediklerimizi yapmazsan seni indiririz ve şu generalin senin yerinde geçer. İşte bu şekilde insan kontrolüne dayalı toplum mühendisliği ile istedikleri akımı, hareketi, tüketimi vb her türlü yönlendirmeyi yapmayı hedefliyorlar.

Şimdilik katkım bu olsun. Hayra karşı.


Çağkan Ersan
27-04-2020 02:19
#4479
Selamünaleyküm

Bu konunun farklı bir Ramazana denk gelmesi fiziken uzak kalmış bizler için hayır diye düşünüyorum. Aslında alışığız biz yalnızlığa, alıştık da. Ütopik fikirler peşinde koşup hayatın içinde değiliz kimilerine göre. Kimilerine göre de Alagaş ne derse kabul ediyoruz hemen..

Bu konuda bazı şeylerin söylenmesi gerektiğini hissediyorum. Nadiren denk geldiğimiz kadarıyla sana samimiyetle sorulan, anlaşılmadığında “ama bu konuda şu ayetler de var “ şeklinde itirazlara da muhatap olan sen Mehmed abimin, karşındakilerin yaşına ve ilmine bakmadan, vakit saat bilmeden, tekrar tekrar, samimiyetle gözlerinin içine bakarak nasıl bildiklerini paylaşma derdinde olduğuna şahit oldum, Rabbim de şahittir elbette. Kabul ettiklerimiz Kur’an’da gördüklerimizdi, anlayamadıklarımız ya da yeterince araştırma yapamadıklarımıza da Kur’ani bir itiraz bulamadık ve altını kalınca çizerek daha iyi anlayabilme adına not aldık inşallah.

Tabi ki insanın dikkate alınma ölçülerinden birisi de çizgisidir. Kimilerine göre ilk kitaplarında bahsettiğin tevhidi düşünceyi sürekli sakız etmediğin için, kimilerine göre de çağa/bilime yeterince ilgi göstermediğin?! için eleştirildin. Gel gör ki duruşundaki istikrarın yanında çalışmalarında bilimsel konularla ilgili gayretine de şahit olduk çoğumuz. Yani bilinsin ki senin kara kaşını kara gözünü değil Hakka olan aşkını sevdik amcam(hocam)..

Tüm bu yaklaşımları bir kenara bırakarak sınıftaki dostları selamlıyor ve yerimi İnşaallah daha dikkatli bir şekilde alıyorum. İlk ödevimi de yapıp Harariyi ibretle izledim. ”Şeytandan Allah’a sığınarak “ izleme tavsiyenin ne kadar önemli olduğunu hissettiren bir tip. Sorulan sorulara hazırlanmış paket cevaplar ve profesyonelce zihinlere verilen mesajlar, gerçekten şeytanca.. Rabbim şerlerinden korusun.

Algoritmalarla ilgili konuşacak olursak boş bir kağıdı kendi isteğimizle doldurmaya benziyor, verileri biz belirliyoruz. Belirlenmiş işlem basamaklarının sonuçları da belirli sayıda alternatiften oluşuyor. Mühendislik alanında bir oyun tasarlandığında atılan adımlara göre oluşacak basamaklar ve sonuçlar bellidir ve sınırlı sayıdadır. Günlük hayatta birçok alanda kullanılan algoritmanın temeli de matematiğe dayanıyor.” Evet -hayır” ya da “Doğru-yanlış” kelimelerini kullanacak olursak “1-0” rakamları ile sembolize ediliyor ve sürekli çatallanma ile bir yol çiziliyor diyebiliriz. Basit bir elektrik devresinde elektrik akımının ilerleyişi de buna benzerdir, anahtar kapalı iken “1” açık iken”0” ile temsil edilir. Bir matematik öğretmeni olarak algoritmanın küçük yaşlarda da artık gündeme geldiğini söylemek isterim. Çocukların girdikleri sınavlardaki soru tarzlarına bile yansımış durumda. Ayrıca robotik-kodlama dersleri de aynı mantığa dayanan ve erken yaşlarda verilebilen ön plandaki derslerden.

İnsanın biyolojik-nörolojik yapısında benzer sistemin olmasının yanında veri sayısının ve işlem basamakları ile sonuçlarının “sınırlılığı” ne kadar benzerdir sorusuna gelip duruyorum şimdilik?

Kemal Sallabaş
27-04-2020 02:14
#4478
Selamunaleyküm

Rabbim bu kısık ama gür ve içi dolu seslere ecir versin..
Şeytan ve dostlarının bu çabalarına karşı sürekli kendimi çek etmeye çalışıyorum. Görebildiğim oyunlarından Rahman ve Kaviyy olana sığınmaya ve fiili olarak da gard almaya ve çevreme anlatmaya çalışıyorum. Ama ya göremediklerim ? Bu noktada yaptığım hatalardan dolayı Rabbim beni ve tüm inananları affetsin ve bizleri hakkı anlatanlardan eylesin. Bizlere basiret ve feraset versin...

Harari denilen sapığı dinlerken aklıma samiri kıssası geldi;
kızıldenizi geçtikten sonra Allah'ın gözle görünür ayetini gördükten sonra firavundan kurtulmuş ama şeytana daha çok yaklaştığı ve israiloğullarına gözle görülebilen bir ilah yapmak istediğine şahit olmuştum Kuran da. Hala aynı yerdeler ve aynı telkinlerle insanları kendi saflarına çekmeye çalışıyorlar, somutluk ve gözle görülmekten bahseden bu şeytanlar hakkı görünmez olarak anlatmaya çalışıyorlar, önce korku verip sonra derdinizin devası bizde diyecek ve kendi saflarına katmaya çalışacaklar.

"Sizi sizden daha iyi tanıyan mekanizmaları sizlere yerleştirelim" diye güzellemeler yapan bu iki ayaklı şeytanın cümlesi düşündürücü!! Bu sözleri bizlerin göremediğimiz yerlerden bizlerin zaaflarını gören şeytan aleyhillanenin özelliği ile beraber düşünebilir miyiz? Ve bu mekanizma ile bizleri daha iyi tanımak ve algoritmaları sunma niyetimiz var dediklerinde ise zaten insanlık tarihi boyunca insanları tanımış olan şeytan ve dostlarının böyle birşeye ihtiyaç duyduklarını sanmıyorum buradaki asıl amaçnedir, nasıl bir oyuna, vesveseye çekmek istemektedirler ?

Güzel yürekli dertli amcam yazdığın yazı üzerinde tefekkür etmeye devam ediyorum, yorumlara ait sorularım olunca sınıfta parmak kaldıracağım İnşallah. Selam ve dua ile...

Fatma Ceren
27-04-2020 01:48
#4477
Selamun Aleyküm

Bismillah,

Harari zeki ancak akledemeyen biri olarak karşımıza çıktığında, Hak'tan uzak ama Hakkı savunduğunu zanneden bir çok Alim!den daha iyi bir yerlerde.. Zira bu Alimler'de bugün bir yapay zeka veya makro/mikro kosmoz hakkında bilgileri bile yok...

Neyse,

Organizmaların algoritmasından ilk bahseden Darwindir. Sonraları Evrim teorisyenleri genetik algoritma üzerine çalışmalar yapmışlardır.Big Bangle başlayan kimyasal olaylar, fiztolojik şekilde devam etmiş ve her canlı türünü zamansal döngüyle oluşturmuştur. Algoritma, kısaca bir hedefi, bir başlangıcı, metodolojisi, aşamaları ve sonuca götüren bir eylem planıdır.Mesela bir aşamada sorun yaşadıysanız döner onu tekrar yapılandırırsınız..Çok uzatmak istemiyorum, sonsuzluğu hedefine koyan Siyonizm bu çalışmalarıyla çok meşhur.Yapay doku, yapay organ konusunda epey ilerleme kat eden şeytani üst aklın hedefi Yaratıcı olmak. Yaratana açtığı savaşı ancak böyle yenebilir, kendi ilkelerine göre.Hedef belli, yapılan işler ortada(bir kısmı) ama unuttukları bir şey var; Yaratan Rabbin adıyla başlanmayan her iş, ki bu iş bunun zirve noktasıdır, yok olmaya mahkumdur.Bu yok oluşun, kimin eliyle olacağı ise günümüz müslümanlarına baktığımızda, bir meçhul...

Dünya nereye gidiyor? sorusu çok manidar. Her insan bir dünya, biz nereye gidiyorsak o da oraya gidiyor.Hepimize iyi yollar, yolculuklar...

Kısa bir girişle herkese Merhabalar, bu güzel günlerde bol tefekkürler. Mehmed Hocamıza da selamlar.
Mehmed Alagaş
27-04-2020 00:23
#4476
Ve aleykümselam

Anlamlı yorumlar için teşekkür ederiz. Kalbi bir anlatımla meseleye açıklık getiren Gülsüm bacınızın yorumuna Face sayfasında cevap veren bir kardeşimiz “İmanımızı kurtarmak için bu pazardan hemen çıkalım” yanıtını vermiş. Tebessümle okuduğumuz bu cevabı veren ve aynı düşüncede olan bütün kardeşlerimize hak veriyor ve tertemiz imanlarınızı iğrenç söylemlerle kirletmemek için internete hiç girmeden bu pazardan çıkma imkanınız varsa hemen çıkınız diyoruz. Çünkü öncelikle kendi imanınızdan, kendi kulluğunuzdan sorumlusunuz. Zaten Mehmed abiniz de bu sorumluluğu herkese yüklememiş ve insanlarla fikri tartışmalarda bulunmak yani onlarla diyaloğa geçmek konusunda rıhtım örneğini vererek “Kendinizi yüzen bir platform değil müstakim bir rıhtım olarak görüyorsanız, her gemiye halat atabilirsiniz” demişti. Çünkü müstakim bir rıhtım olarak bu bağlantıyı yaptığınız zaman rıhtımın gemiye değil, geminin rıhtıma yaklaşması umulabilir. Bizler de ayağımızı sırat-ı müstakimden ayırmamaya çalışarak, Deccal ve Deccal zihniyetinin şerrinden Allah’a sığınarak bu fikir pazarında bulunmaya ve Rabbimizin yardımıyla insanları uyarmaya devam edeceğiz.

Köksal kardeşim güzel yorumunda “Bugüne kadar medya, kültür, sanat, bilim ve eğitim gibi araçlarla hedef aldıkları şey insanın nefsiydi, onu akla ve imana üstün kılmak istiyorlardı. Gelinen noktada artık aklı ve imanı “By pass" edip doğrudan nefse hitap etmek ve onu davranışlarımızdaki tek belirleyici yapmak istiyorlar.” diyerek, meselenin özünü ifade etmiş. Zaten Kur’an’dan tanıdığımız şeytan aleyhillanenin binlerce yıldır yaptığı da bu değil mi? Aradaki yegane fark günümüzdeki şeytani telkinlerin dijital imkanlarla görüntülü olarak verilmesi.

Bizler yine de bu meseleye algoritmadan başlayalım diyoruz. Harari konuşmasında “Organizmalar algoritmadan ibarettir. Bu modern yaşam bilimlerinin en büyük kavrayışıdır. Gerçekten sadece biyokimyasal algoritmadan oluşan insanoğluna ait virüslerin olduğu organizmalar ve biz bu algoritmaların şifrelerini nasıl çözeceğimizi öğreniyoruz. Şimdi iki devrim birleştiğinde, bilgi teknolojisi devrimi, biyoteknoloji devrimiyle birleştiğinde elde ettiğimiz şey insanlığı hekleme yeteneği olacak” dedikten sonra heklediğimiz insanın mühendisliğini de yapabileceğiz demektedir.
Harari’nin “(insan da dahil olmak üzere) organizmalar algoritmadan ibarettir” sözü doğru ise şeytani üst aklın insan üzerine yaptığı bütün planlar da doğrudur. Çünkü mesele algoritma ise algoritma yönünden milyarlarca veriye sahip olan yapay zeka elbetteki insandan üstün olacak ve insanlara vaziyet edebilecektir.
Algoritmanın ne olduğunu ve “(insan da dahil olmak üzere) organizmalar algoritmadan ibarettir” sözünü değerlendirelim diyoruz.
Burhan Akdeniz
26-04-2020 23:25
#4475
Selamünaleyküm

Mehmet abi Kur’an'ın doğru anlaşılması adına 30-40 yıldır hiç üşenmeden bu konuları tekrar tekrar gündeme aldığın için Allah senden razı olsun. Ramazan ayına girdiğimiz bu günlerde başlatmış olduğun değerlendirmenin merkezinde hamd olsun ki yine Kitab-ı Kerim'imiz var;

"O Ramazan öyle bir aydır ki insanlar için hidayet olan (doğru yolu gösteren) ve furkan (hak ile batılı ayıran) KUR’AN o ayda indirilmiştir. ..." (2-Bakara 185)

Ayrıca kemiyetin değil de keyfiyetin önemli olduğunu her fırsatta hatırlattığın için kişi sayısına da takılmıyor, sadece ekseriyete üzülüp dua ederek sınıftaki yerimde olduğumu bilmeni istiyorum... Dua ile..


Salih Can
26-04-2020 21:37
#4472
"Dünya nereye gidiyor?" sorusuna verilecek cevabın, sebebler düzleminde üç belirleyici unsuru vardır. Bunlardan birincisi şeytani üst akıl ne yapmak istiyor, ikincisi müslümanlar ümmet olarak ne yapıyor ve ne yapamıyor, üçüncü ve en önemlisi ise ilk iki unsuru hakkıyle bilen ve mutlak belirleyici olan Rabbimizin İlahi takdiri ne olacaktır?
Dünya olanca gücü ve hızıyla kıyamete doğru gidiyor. Şeytani üst akıl dinsiz, vatansız, ahlaksız insan görünümlü robotlar sürüsü istiyor. Linkini attığınız Harari şempanzelerden bahsederken ve kendisinin eşcinsel bir ibne olduğunu belirtirken, şempanzelerin dahi fıtri yaratılışlarına aykırı olarak böyle bir sapıklığı, böylesine iğrenç bir rezilliği yapmadıklarından hiç söz etmiyor. İnsanın maymundan geldiğini söylemesine rağmen deneyler için bir sürü maymunu yani atasını laboratuvara attıklarını belirtiyor. Atasına bu zulmü reva görenlerin insanlara acıyacağını sanmıyorum ve insanlar maymundan gelmediyse bile bu üst aklın ALLAH'ın aşağılık maymunlar olun dediği kişilerin zihniyetinden geldiğine eminim (yani insanlar maymundan değil bu aşağılık maymunlar insandan gelmiştir deselerdi bi düşünürdüm).
Ve müslümanlar ne yapıyor sorusunun cevabı da ne yapmamaları gerekiyorsa onu yapıyorlar. Şundan eminim bu üst akıl Allah'a rağmen birşey yapamayacak, yapamazda. Sorun şu ki biz müslümanlar şeytana rağmen ne yapıyoruz. Bu savaşın sonucu dünya için takdiri değiştirmeyecek belki ama bizim cehdimiz Gülsüm ablamın dediği gibi mikrofonsuz da olsa haykırmamız ya da haykıranın yanında durmamız bizim ebedi alemde yerimizi belirleyecektir diye düşünüyorum. Selam ve dua ile Allah razı olsun amcam
Köksal Şahin
26-04-2020 02:55
#4470
Kısık ateşte pişen insanlık

Selamünaleyküm,
Mehmed Abi'yi geç tanıdım. Alim! ve İslami hareket! "piyasasının" dışında durması ve meselelere "Kuran ne diyorsa O" temelli yaklaşması beni etkiledi, aradığım samimiyeti ve dürüstlüğü buldum yazılarında. Bunun için Rabbime sonsuz hamdolsun. Önceki konular için geç kalmış olsam da şimdi bu başlık altındaki konuyu takip etmek üzere sınıftaki yerimi aldım. Değerli yorumlarıyla konuya katkıda bulunan tüm sınıf arkadaşlarıma da selamlar.

Kaynar ateşe atılan kurbağanın sıçrayarak kurtulduğunu ancak soğuk suya konulup kısık ateşte yavaş yavaş kaynatılan kurbağanın haşlanarak öldüğünü bilen arkadaşlarım, yorum başlığımın ne anlama geldiğini rahatça anlayacaklardır. Çünkü kısık ateşte pişirilen ve vahiyden habersiz olan insanlık ne yazık ki bu durumdadır. Kısık ateşte pişirilen bu insanlığa şeytani telkinlerde bulunan Harari'nin ilk videodaki son sözleri ise şöyleydi :

"Bugün mahremiyet dediğimiz şey üzerine yapılan büyük savaş, mahremiyet ve sağlık arasında olacak. Çok daha iyi bir sağlık hizmeti alma karşılığında bedeninizde ve beyninizde neler olduğuyla ilgili erişim izni verir misiniz? Tahminim; sağlık kolayca kazanacak."

Bugüne kadar; medya, kültür, sanat, bilim, eğitim gibi araçlarla hedef aldıkları şey insanın nefsiydi, onu akla ve imana üstün kılmak istiyorlardı. Gelinen noktada artık aklı ve imanı "by pass" edip doğrudan nefse hitap etmek ve onu davranışlarımızdaki tek belirleyici yapmak istiyorlar. Bunun için bedensel/zihinsel verilerimize ihtiyaçları var. Bu bilgileri insanların güle oynaya vereceğinden de eminler. Son virüs hadisesinde gördüğümüz üzere; insanlar virüsün gazabından emin olmak! için istenilenleri yapacak kıvama geldi sayılır.

Ancak unutulmasın :
"Hiçbir ülke yoktur ki kıyamet gününden önce Biz onu helak etmeyelim yahut şiddetli bir azab ile azablandırmayalım. Bu o Kitap'ta (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır." (17-İsrâ 58)
Gülsüm Alagaş
25-04-2020 23:23
#4469
Selamunaleyküm

Fikir alış verişlerinin yapıldığı bir pazar yerindesiniz. Elindeki mikrofonla büyük bir kalabalığa konuşan Harari isimli bir adam görüyorsunuz. Kendisini kararmış kalplerle dinleyen binlerce insan, gözlerini kapatıp ağızlarını açarak söylenenleri yutmaya çalışmakla meşgul. Acaba ne diyor merakıyla dinlemeye başlıyorsunuz.,

“Bizlerin ataları şempanzeler olsa da, tarih boyunca milyarlarca insan şempanzelerden geri ve aşağılık durumlara düşmüştür. Hiçbir şempanze “Bulutların üstünde bir tanrı var, O’nun cennetine girmek için elindekini başkalarına ver” denildiği zaman elindeki muzu başkalarına vermez. Şempanze olmasına rağmen bu aptallığı yapmaz…”

Binlerce insanın alkış seslerinden konuşmanın devamını anlayamıyorsunuz. Anladığınız şey ise insan kılıklı bu şeytanın, insanları önce hayvan seviyesine çekmek ve sonra da hayvanlardan aşağı bir duruma getirmek istemesi. Şeytanı Kur’an’dan tanıdığınız için bu konuşmalara değil bu sapıkça konuşmalara değer vererek alkışlayan insanlara şaşırıyorsunuz!.

İnsanı hayvan karşısında küçülten bu şeytani konuşmalardan Allah’a sığınarak uzaklaşsanız da, ellerindeki gelişmiş mikrofonlarla insanı para karşısında, insanı teknoloji karşısında, insanı bilimsellik(!) ve internet karşısında küçülten büyük konuşmacıların, büyük kalabalıklarıyla karşılaşıyorsunuz!. “Bu ne biçim fikir pazarı ve bu pazardan ne alınır ki?” sorusuyla ve bu pazara İlahi azabın her an gelebileceği korkusuyla pazardan çıkmaya niyetlenirken, mikrofonlardan uzak bırakılmış bir konuşmacının bağırmaktan kısılmış bir sesle etrafındaki üç-beş kişiye şunları anlattığını duyuyorsunuz.,

“İnsan yaratılış itibariyle yeryüzünün en değerli varlığıdır. Hiçbir para, hiçbir bilim, hiçbir teknoloji onun bir tırnağını dahi yaratamaz. Hiçbir şeyin kendiliğinden var olamayacağını bilen bu insan, sanal olmayan bu kainatın mutlaka ve mutlaka Hak bir Yaratıcısı olduğunu aklen bildiği için ona iman etmekte ve O’na kulluk yapma mertebesine yükselmektedir. Bu bizleri hayvanlardan ayıran akli ve imani bir özelliğimizdir. Bizler karnımız aç olsa dahi elimizdeki bir muzu insan sevgisiyle, merhamet duygusuyla, cennet umuduyla aç bir insana verirken, herhangi bir şempanze karnı tok olsa dahi bunu yapmaz. Çünkü insan olan biziz..”

Mikrofon ve medya gücü olmadan kısık sesle yapılan bu konuşmayı dinledikten sonra insanların doluştuğu bu pazardan çıkıp-çıkmama konusunda tereddüte düşüyorsunuz. Ne diyorsunuz çıkalım mı yoksa Mehmed abinizin dediği gibi sesi kısılmış konuşmacının yanına oturarak son vakte kadar hakkı söylemeye, hak ile uyarıp-korkutmaya devam edelim mi?

Ben de sınıftayım..
Metin Karakaş
25-04-2020 02:05
#4468
Sünnetullah gerçeği

Hocam sizinle aynı duyguyu paylaşıyor ve bilimsellik putuna karşı çıkmak bir yana ayetleri bilimperestliğe göre tevil etme ezikliğinde bulunan alim sıfatlı hocalara ben de yazıklar olsun diyorum. Kitaplarınızda belirttiğiniz gibi yıllardır bir deli sayıklaması ile tekrar ettiğiniz Sünnetullah gerçeği, son helak olarak gerçekleşecek kıyamet, maalesef kendilerini tevhide nisbet eden kimliklerin bile gündemine girmiyor, ümmeti muhammede helak yoktur, kişinin ölümü zaten kendi kıyametidir gibi bir savunuyla geçiştiriliyor.

Ne yazık ki Kur’an’da defalarca vurgulanan ve kıyamete kadar baki olacak Sünnetullah gerçeği yaşadığımız toplumda yok denecek kadar az bir şekilde dikkate alınıp dillendiriliyor. Gerçi ortada alim denilecek özelliklerde yalnız Allah’ı ve kitabını dikkate alan ve yalnız Allah’tan korkan ilim ehli yok ki Sünnetullah'ı da dikkate alıp gündem yapabilsinler. Allah adına konuşanların çoğu İslam’da olanlardan çok olmayanları anlatmakla, sanal gündemlerle meşgul. Oysa biliyoruz ki İslam’da olmayanları, batıl yaklaşımları anlatmaya ne ömür yeter ne de zaman. Çünkü işi bu olan batıl hep üretim halinde. Kur’an’ın bize bildirdiğine göre Sünnetullah ve yasaları kıyamete kadar geçerlidir ve onda değişiklik olmayacaktır;

“Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek (düşmanlık da yaptılar). Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını dönüp-kuşatmaz. Onlar öncekilerin sünnetinden (onlara uygulanandan) başkasını mı gözleyip-beklemektedirler? Sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir tebdil (değişme-değiştirme) bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir tahvil de (azabı başka şeye çevirme, döndürme de) bulamazsın.” (35-Fatır 43)

Sünnetullah gibi önemli Kur’ani gerçekleri kitabi değer ölçülerine göre değilde gözlerini açtıkları cemaat ya da grubun değer ölçülerine göre değerlendirenler Sünnetullah'ı dikkate almak bir yana sanki ömürlerinde ilk defa duymuş gibi boş gözlerle tepkiler veriyorlar. Kıssalardaki peygamber isimlerini sadece çocuklarına güzel isim rehberi olarak kullanmaktan başka bir şey yapmayanlar umarız defalarca tekrarlanan peygamber kıssalarını dikkate alır ve Sünnetullah yasalarını hakkıyle öğrenebilirler. Rabbani yol ve Sünnetullah adlı çalışmanda da belirttiğin gibi ;

“Grup seçimi, çoğu zaman kişinin istek ve kontrolü dışında vuku bulmaktadır. Çünkü bu kişi herhangi bir gruba talip olmadan önce, o grubun davetçileri bu kişiye talip olmakta ve Rabbani bir ölçüye sahip olmayan bu insanı, fazla zorlamadan kendi gruplarına dahil edebilmektedir. Yeni girdiği grupta bir takım değer ölçüleriyle karşılaşan bu insan, karşılaştığı değer ölçülerini tetkik ve tahkik etme durumunda olmadığı için bu ölçülere sahip çıkmaktadır. İçinde bulundukları grubu, bu grubun değer ölçülerine göre değerlendiren insanlar, elbetteki bu grubu hak bir grup olarak göreceklerdir.”

Evet güzel abim yine yıllardır tekrarladığın gibi iş yine gelip toplumsal değişimin başlangıcı ve temeli olan bireysel dönüşüme dayanıyor. Her ne kadar insanlar gözlerini yanlış gruplarda açsalar da rahman olan rabbimiz bireysel dönüşüm yasaları gereği aklını kullanıp vahyi merkeze alanlara yollarını gösterip dosdoğru yoluna eriştiriyor. Yeter ki hakka talip olsunlar..

Mehmed Alagaş
24-04-2020 23:41
#4466
Ve aleykümselam

Güzel dualara amin diyoruz. Talha ve İnşirah kardeşimizin de anladığı gibi amacımız kendimize değil hakka dikkat çekmek olduğu için yazımızın ilk bölümünde Hak adına batıl konuşmalarda bulunanlara önemle değinmiş ve hakkı arayış içinde olan samimi kardeşlerimizin bunlara itibar etmemeleri gerektiğini belirtmiştik. Çünkü Hak adına hakkı konuşmak ne kadar önemliyse, Hak adına konuşulan batılları reddetmek de o kadar önemlidir. Batılları diyoruz çünkü her batıl görüşte kısmi hak da olduğu için birçok kardeşimiz bir anlatımdaki hakkı dikkate aldığı için bu anlatımdaki batılları fark edebilme durumunda değildir.

Bu konuşanlar hakkı anlayamıyor mu diye soruyorsunuz. Belli ünvanlarla din adına konuşanlar arasında hakkı kısmen anlamalarına rağmen ayetleri BİLEREK eğip-bükenler olduğu gibi -ki bunlara karşı öfkemiz büyüktür- elbetteki bilmezlik içinde hayır konuşmaya çalışırken ciddi yanlışlar yapanlar da vardır. Ciddi dinleyici kitlesi olan bu kimseler sürekli olarak “Onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” diyerek işi Allah'a bırakıp kenarda beklemeyi tercih ederlerken, müslümanları da musibetlere karşı sabra davet etmekte ve bu musibetlerin büyük hayırlara gebe olduğunu söylemektedirler.

Diyeceksiniz ki onların bu söyledikleri Hak değil mi? Elbetteki hak fakat bütünsel hakkın sadece bir parçası!. Müslümanlar bireysel ve toplumsal olarak yaptıklarının veya yapmaları gerekirken yapmadıklarının neticesi olarak ciddi musibetlerle karşılaşmışlarsa, bu müslümanların sabırdan önce öz eleştiriye ve tevbeye davet edilmeleri gerekir? Zalimlerin zulmünden ve kınayıcıların kınamasından hiç çekinmeden “Sizler sırat-ı müstakimi terkederek ve bazı liderlerin peşinden giderek demokratik, seküler veya sofistik yollara savruldunuz. Bilmeyerek ve iyi niyetle de olsa liderlerinizin davetini Allah’ın davetinin önüne geçirdiniz. Ve sizler şunları şunları yaptığınız ve bunları bunları yapmadığınız için Allah’ın yardımından uzak kalarak bu musibetlerle karşılaştınız” demeleri gerekirdi. Bunları diyecekler ve onlara ciddi hatalarından dönerek tevbe etmelerini söyleyecekler ki, bu musibetlerin arkası kesilsin ve Allah’ın yardımına mazhar olabilsinler. Bu öz eleştiriler yapılmadan müslümanları sabra davet etmek ve kısmi ayetler ile yarınlar için umudlandırmak, ne yazık ki hakkın küçük bir parçası ile hakkın büyük bir kısmını örtmek demektir.

Allah hepimize hidayet etsin..
İnşirah Melal
24-04-2020 23:03
#4465
Selamaleykum

Mübarek Ramazan tüm kardeşlerimize hayrlar ve bereketler getirsin inşaallah diyerek herkesi selamlıyorum...

"Son sözleriniz ne olurdu?" diye soralı bir sene olmuş hocam. Bu geçen bir senede cevabınızla birlikte dünyayı ve yürütülen sistemi tekraren okuyup araştırdıkça yazınızın gerçekten çok çok özet olduğunu bir kez daha gördüm. Ve her taşın altından çıkan bilimsellik putunu gördükçe de, doğru yere odaklanmamızı sağladığınız için size teşekkür ve dua, Rabbimize hamd ettim.

Hocam öncelikle girizgah bölümünde malum kişilere bu kadar yer ayırmanıza gerek var mıydı diye düşündüğümü itiraf edeyim. Hatta belki de hamlığımın verdiği bir duyguyla "bırakalım şu kişilerden şikayet etmeyi de ne halleri varsa görsünler, biz işimize bakalım, meselenin önemini kavrayanlarla yolumuza devam edelim" diye geçirdim içimden. Fakat Nuh (as)ın gayretini ve sabrını dikkate alınca bu kadar kolay vazgeçmememiz gerektiğini ve aslında yaptığınız şeyin bir şikayet ya da yakınmanın berisinde "bir ümit" yapılan merhamet sersenişleri olduğu kanaatine vardım. Çabanıza ve çağrılarınıza bizler de Rahman olan Rabbimiz de şahiddir.

Madem girişi böyle yaptınız, uygun görürseniz buradan başlayıp bir soru yöneltmek istiyorum;
Söz konusu "hoca ve alimlerin" bir çoğunun Kur'an'ı merkeze koyduklarını söyleyen kişiler olduğunu da görüyoruz. Hatta konu bilimsellik olduğunda "modern bilimin mutlak doğru olmadığını, bugün söylediklerini yarın yalanlayabileceklerini" ifade ederek savunularını bilime değil Kur'an ayetlerine dayandırdıklarını iddia ediyorlar. Hatta ayetlerin ayetleri tefsir ettiğini dile getirip parçacı yaklaşımın hastalıklı olduğunu bile savunuyorlar. Fakat buna rağmen dünyanın sabit bir karar yeri olduğunu açıkça beyan eden ayetleri, dikkate almadıklarını söyledikleri bilimselliğe göre tevil etmeye devam ediyorlar? O zaman sorun nerede hocam? Daha mı derinlerde? Gerçekten tükürdüklerini yalamaktan, sahip oldukları itibarı kaybetmekten mi korkuyor bu adamlar? Yoksa gerçekten ANLAMIYOR-ANLAYAMIYORLAR MI?

Bunları takip eden kardeşlerimiz de sizin söylediklerinizi onlara test ettirdikleri ve hocaları onaylamadıkları için anlattıklarınızdan uzak duruyorlar. Meseleyi ayetlerle anlatıp niye onaylamadıklarını sorduğumuzda ise bize ayetlerle cevap vermek bir yana cevabı kendileri bile bilmiyorlar. Sizin gibi bizler de bu kardeşlerimiz için dua ediyoruz.
Talha
24-04-2020 19:06
#4463
SELAMÜN ALEYKÜM

Eyvallah dertli amcam.
Allah razı olsun.

Sünnetullahın adım adım işleyişine şahit olduğumuz bu dönemin sonunda inşaallah helak edilenlerle birlikte helak edilmez, birlikte kurtuluşa ereceğimiz amellerimiz ve kardeşlerimizle başkalarının da kurtuluşuna vesile oluruz...

'' Bilimselliğe karşı çıkmamak için ayetleri eğip-bükerek ilk insanın yaratılışını evrimle açıklamaya çalışanlar, tek bir insanın bile "Ol" hükmüyle evrim olmadan yaratılmasını akıllarına sığdıramayanlar, kıyametten sonra ki haşr olayında milyarlarca insanın hiçbir süreç ve evrim olmaksızın tekrar yaratılmasını hangi bilimsellikle açıklayacaklardır? Bu soruyu kutsadıkları bilimsellik putuna sorduklarında ise "Haşr da ne demek? Öyle bir şey yok!" cevabıyla karşılaşacaklardır. ''

İşte bu zihniyete sahip olanlar maalesef toplumun bilime bakışını dahada putlaştıran bir hizmet sundular. Eğer bundan tevbe edip dönmezlerse diğerlerinden çok daha vahim sonuçlarla karşılaşacaklarını düşünüyorum. Zira çağın en büyük putunun prim yapmasında müslüman toplumda en büyük etkisi bu zihniyet sayesinde oldu.

Bize gelince, farkına vardırıldığımız hakikatleri en gür seda ile savunmadıkça, anlatmadıkça, kısık sesle dile getirip pustukça, yani en sert ifadeyle hakikati gizledikçe sonumuz helak edilmekten farklı olmayacak diye düşünüyorum. Çok mu sert oldu bu düşünce bilmiyorum fakat iki üç kişiye anlatılınca alınan tepkiler neticesinde gardımız düşüyor ve şevkimiz kırılıyor diye görüyorum.

Hatta bir kardeşimiz bu mevzuyu açtığında suratların düştüğünü nerden açtın şimdi yine bu mevzuyu der gibi bakışlarına şahit olmak ve umursamamazlıktan gelmek gerçekten çok zor be amcam...

Neyse şimdilik çok uzattım hakkınızı helal edin... Konuyu takipteyiz inşaallah...

Rabbim Ramazanı hakkıyla yerine getirmeye gayret edenlerden, hanelerini mescit, nesillerini müminlerden kılsın...
Mehmed Can
24-04-2020 14:40
#4462
Selamunaleykum,

Öncelikle sınıfta bulunan herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum. Allah tuttuğumuz oruçları kabul buyursun, hayırlısıyla nice Bayramlara sağlık, sıhhat içinde ulaştırsın inşaallah..
"DÜNYA NEREYE GİDİYOR"adı altında başladığımız bu yeni dersimizde sınıftaki yerimi aldığımı bildirerek, Allah hepimizi hak ve hakikatte birleştirsin inşaallah duası ile, ...Selamlıyorum....

Harun Can
24-04-2020 04:31
#4461
SELAMUNALEYKUM

Rabbimiz ramazan ayını bereket ile geçirip hayırla bayrama ulaşanlardan, ömrünü bereket ile geçirip hayırla ahirine ulaşanlardan eylesin... Yazının giriş bölümünde bahsettiğin acı gerçekler , malesef bulunduğumuz coğrafyada ziyadesiyle karşılık bulmuş bir durum amca ve özellikle dikkatimi çeken şu ifaden üzerinden aklıma gelen örneği paylaşmak isterim;
''türkçe karşılığını anlamak yerine RAB ça karşılığını anlamak ''
evet Kuran ın bir dili ve bir ruhu var. Dilini dediğin gibi bir şekilde tercüme kaynaklardan istifade edip öğrenip anlamak mümkün, fakat maharet ve kurtuluş bu değil. Arapça okuyup anlayabilmek kurtuluşun anahtarı değil, eğer öyle olsa idi, arapça bilen kimse delalete düşmez, ayetleri gayet güzel idrak eder ve anlar idi.
Velhasıl o dili gayet iyi bilen ve hatta ayetler üzerine üzerine inmesine rağmen küfür ve inkarlarına devam eden mekke müşriklerinin meclisinden bir yiğit çıktı, hidayete mashar olup, daha önce zaten bildiği bir dilde inen Kitabı aslında bilmediğini görüp Rab ça anlamını öğrendi ve ruhunu kavradı, ALLAH ona Rahmet etsin Hz Ömer r.a öyle ki bütünlüğü ve manayı kavrayıp henüz inmediği halde isabet ettiği ayetler ve hükümler oldu...
Rabbim bizlere de Rab ça karşılığını görüp anlayabilme feraseti, yaşayıp tebliğ etme azmi ve gayreti versin...
Yazının diğer bölümü ile ilgili tavsiye ettiğin videoları tavsiye ettiğin şekilde dinleyip anlamaya ve yorumlamaya çalışacağım inşallah.
Rabbim ecrini versin , dua ile amcam.
Salih Can
24-04-2020 03:27
#4460
Selamün Aleyküm.

Allah razı olsun Mehmed amca, birlikte degerlendirelim dediğin yazıları okuyup seninle birlikte değerlendiremedim ve Allah affetsin ki daha önemli bir işim yoktu. İçinde bulunduğumuz musibet görünümlü nasihat imtihanında birlikte değerlendirelim çağrına en baştan başlayıp iştirak edicem inşallah. Dua ile.. Tüm alemlerin Rabbine emanet olun.
Metin Karakaş
24-04-2020 00:41
#4458
Selam aleykum

Mehmet abim, öncelikle şanı yüce rabbimiz sizin de mü'min kardeşlerimizin de ramazan ayını hayırlı kılmasını diliyorum.
Bu başlattığınız müslümanlar ve insanlık için çok önemli değerlendirme konusunun da hayırlı olmasını diliyorum.
İnşaAllah bu salgın günlerinde insanlığın muhtemel akıbetlerini değilde piyasanın gidişatını ve turizmin geleceğini merakla, cahiliye günlerini ise özlemle gözleyenlerin bir an da olsa sorgulamalarına vesile olur.


Güvenlik Kodu (*)
İşlemin sonucunu aşağıya yazınız : 8 çarpı 2 = ?


(*) Zorunlu

LÜTFEN DİKKAT:
IP numaranız kaydedilmektedir. Yorumlarınız sebebiyle ilgili kişi ve kurumların yasal işlemler başlatabileceğini unutmayınız. Aşağıdaki sebeplerle yorumlarınız onaylanmayacaktır.
  • Küfür, hakaret, tehdit, rencide edici ifadeler
  • İnançlara saldırı
  • Büyük harflerle yazılmış cümleler