Selamunaleyküm
Mehmet hocam bazı kitaplarınızı okudum, Allah razı olsun. Size bir sorum olacak. Bizlere hadislerin öneminden bahsederek hadis okumaya teşvik eden hocalarımız, anlayamayacağımız için Kur'an meali okumamızın caiz olmadığını söylüyorlar. Bizlere tefsir ilmi okumadan ve arapça bilmeden Kur'an'dan yanlış hükümler çıkaranlardan örnek verdikleri için biz meal okumaktan çekiniyoruz. Hocalarımız Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek istiyorsak arapça öğrenmemizin şart olduğunu veya arapça öğrenememişsek tefsirleri okuyabileceğimizi söyledikleri için tefsir okumaya gayret ediyoruz. Ama benim içime yine de sinmiş değil. Herkesin yazdığı veya türkçeye çevirdiği birçok kitabı okumamız caiz iken Kur'an mealini okumamız niye caiz değil? Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? <<< Abdullah >>>
Ve aleykümselam Abdullah kardeşim,
Son zamanlarda "Kur'an meali okumak caiz değildir" söylemi, ne yazık ki çok sık karşılaştığımız bir söylem olmuştur. Merak ediyoruz arapça bilmeyen müslümanları Kur'an meali okumaktan uzak tutmaya çalışanlar, aynı müslümanları hadis meali okumaya neden teşvik ediyorlar? Kur'an'ı mealden okuyarak anlayamama veya yanlış anlama riski hadisler için geçerli değil mi? Öyle görülüyor ki buradaki sorun meal okumak değil, Kur'an meali okumaktır.
Bildiğiniz gibi son yüzyıla kadar bağnaz bir muhafazakarlık adına Kur'an-ı Kerim değişik dillere çevrilmemiş, bu İlahi mesaj değişik dillerdeki dünya insanlarına ulaştırılamamıştır. Kur'an-ı Kerim'in diğer dillerle birlikte türkçeye çevrilmesinden sonra meal okunmaya ve İlahi mesaj okunup-düşünülmeye başlanmıştır. Bu İslam adına elbetteki önemli bir adım ve önemli bir gelişmedir. Çünkü insanlar birçok meselede hocaya danışma ihtiyacı duymadan İlahi davetin aslıyla karşılaşmakta ve Rablerinin kendilerinden ne isteyip-istemediğini açıkça okumaktadırlar.
Tabi ki bu gelişme Allah'ın dini ile insanlar arasında iletişimi sağlayan ve kendilerine din adamı denilen geniş bir kesimi rahatsız etmiştir. Çünkü daha önce istedikleri gibi yönlendirdikleri müslümanlar meal okumaya başlayıp, birçok İlahi gerçeğe dinin asli kaynağında şahit olduktan sonra bu geleneksel din adamlarının asırlardır anlattıkları hurafelere, yalan yanlış rivayetlere karşı çıkmaya başlamışlar ve bu sözde din adamlarının halk nezdindeki itibarlarını ciddi bir şekilde lekelemişlerdir.
Bu durumdan çok rahatsız olan ve bildikleri arapça ile okudukları birkaç kitabı yegane sermaye telakki eden bu din adamları ise Türkiye'de "Rabbim benden ne istiyor?" sorusunun cevabını öğrenebilmek için meal okuyan müslümanlara "Mealciler" yaftasını vermişlerdir. Mealci dedikleri bu müslümanların ayetlere dayalı haklı eleştirilerine önceleri yalan yanlış rivayetlerle karşı çıkmaya çalışan fakat ayetlerin açık anlamı karşısında bunu başaramayan söz konusu din adamları, daha sonra meal okumalarına rağmen fazlaca düşünmeden hatalı sonuca ulaşan kimselerin her yanlışını, meal okuyan bütün müslümanlara nisbet etmeye başlamışlardır.
Bu elbetteki ilimden ve insaftan uzak bir yakıştırmadır. Çünkü ayetleri yanlış anlamanın veya hak hükme batıl yorum getirmenin, ayetin metnini veya mealini okuyup-bilmekle bir ilgisi yoktur. Kaldı ki günümüzde arapça bilen birçok kimsenin laf ve dilbilgisi canbazlığı ile apaçık olan muhtelif ayetleri nasıl tevil ve tahrif etmeye çalıştıklarına da şahit oluyoruz. Dolayısıyle anlayışında ve imanında eksiklik, niyetinde bozukluk olan kimsenin konuştuğu dil ister arapça, ister türkçe olsun, aynı yanlışa düşerek aynı sapıklığa yönelebilmektedir.
"Kur'an meali okumak caiz midir, değil midir?" sorusu, dinini ve davasını bilen müslümanların tebessümle karşılayacakları tuhaf bir sorudur. Böyle bir soru "Allah'ın benden ne istediğini Allah'ın Kitab'ından okuyup öğreneyim mi, öğrenmeyim mi?" sorusu gibidir. Kur'an'daki "Siz bu Kitab'tan sorulacaksınız" buyruğu arapça bilsin veya bilmesin bütün müslümanları muhatap alan bir buyruk olduğuna göre hesap gününde Rabbimize "Ya Rabbi arapça öğrenemedik ve yirmi cilt tefsir alıp okumaya da imkanımız olmadığı için bizi bu Kitab'tan muaf tut, sorgulama" diyebilir miyiz?
Biz diyemeyiz. Çünkü böyle bir mazeretimizin olmadığını, olamayacağını biliyoruz. Resulullah (s.a.v.) son peygamber, Kur'an-ı Kerim son İlahi Kitab olduğuna göre elbetteki bu son Kitab değişik dillere tercüme edilecek ve dünya insanlarının istifadesine sunulacaktır. Zaten Rabbimizin dilediği de budur. Nitekim bu konumuzla ilgili olarak Rahman olan Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır.,
"Eğer biz onu a'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık onlar mutlaka "Onun ayetleri tafsilatlı olarak açıklanmalı değil miydi? Arap olana a'cemi (lisanda bir Kitab) olur mu?" derlerdi. De ki "O (arap veya a'cem olsun) iman edenler için hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise (arap veya a'cem olsun) kulaklarında bir ağırlık vardır ve (Kur'an) onlara körlüktür-kapalıdır. Sanki onlara (kendilerinden ilgisiz) uzak bir yerden seslenilir."(41-Fussilet 44)
Bu ayet bizlere bizi anlatan, bizim durumumuza açıklık kazandıran bir ayettir. Kendi dillerinin dışında İlahi bir Kitab'la muhatab ve mükellef olan insanlar, bu durum karşısında "Kitab bizim lisanımızda gönderilmeli değil miydi veya biz bu lisanı bilmediğimiz için Kitab'tan sorumlu değiliz veya bu Kitab'ı anlayabilmemiz için lisanını öğrenmemiz-bilmemiz gerekmez miydi?..." şeklinde birçok itirazları gündeme getirebilirlerdi. Şanı yüce Rabbimiz bu muhtemel itirazların sadece bir tanesini doğru kabul etmekte ve ayette bu hak itirazı zikretmektedir.,
"Onun ayetleri tafsilatlı olarak açıklanmalı değil miydi? Arap olana a'cemi (lisanda bir Kitab) olur mu?"
Ayetin bu bölümünü tefekkür ettiğimiz zaman tevil veya tefsir kelimesi kullanılarak "Onun ayetleri tevil veya tefsir edilmeli değil miydi?" şeklinde ifade edilmediğini görürüz. Bunun nedeni zamanlar ve mekanlar üstü olan ayetlerin, belli bir zamana ve döneme sığdırılarak tefsir edilemeyeceği, kıyamete kadar peyderpey tecelli edecek olan geniş anlamının sınırlandırılamayacağı içindir. Bunu anlayamayanlar son cümlemizi düşünerek ve yavaş yavaş tekrar okuyabilirler.
Netice olarak ayette tevil veya tefsir kelimesi değil, önemine binaen sureye ismini veren fussilet kelimesi kullanılmaktadır. Fussilet kelimesi açıklamak, tafsil etmek, bir şeyi ayrıntılarıyla anlaşılır halde yazmak veya söylemek anlamına gelmektedir. Burada sormamız gereken soru, İlahi Kitab'ın lisanını bilmeyen insanlar için ayetlerin tafsil edilerek ayrıntılarıyla açıklanması ne demektir ve bunu kim yapacaktır? Burada yapılması gereken iki ayrı iş vardır. Birincisi arapça dilbilgisi kaidelerine sadık kalınarak ve gerekirse dip notlar düşülerek veya parantez içi açılımlarla ayetlerin bir başka lisana tercüme edilmesi, bu titizlikle hazırlanan mealin o lisanı konuşan insanlar için açık ve anlaşılır olmasıdır.
İkinci iş ise ayetlerin tafsil edilerek ayrıntılarıyla açıklanmasıdır. Mesele bu noktaya geldiği zaman bazı aklı evveller "İşte arapça bilen alimlerin yapması gereken ve yaptığı da budur" diyeceklerdir. Onlara sağ elimizi hafifçe kaldırıyor ve "Burada durun" diyoruz. Çünkü mufassal bir Kitab olan Kur'an-ı Kerim ayetlerinin tafsil ve ayrıntılarla açıklama hakkını önce kendisinde görerek hiçbir kimseye vermemektedir. Biz insanların, biz müslümanların yapması gereken sadece ve sadece birincisini gerçekleştirmek ve sıhhatli bir meal ortaya koymaya çalışmaktır. İkincisi olan ayetleri tafsil ederek ayrıntılarıyla açıklama işini bizzat Kur'an yüklenmekte ve bu vasfın öncelikle sadece kendisinde bulunduğunu beyan etmektedir.,
"(Bu Kur'an) Rahman ve Rahim'den indirilmedir. Bilen bir kavim için ayetleri 'ayrıntılarıyla açıklanmış' arapça olan bir Kitab'dır."(41-Fussilet 2.3)
Fussilet kelimesi bu ayette de geçmekte, bu yüce Kitab kendi ayetlerini kendi ayetleriyle tafsil ederek açıkladığını beyan etmektedir. Ayetlerini ayetler ile açıklayan, her hangi bir konudaki mütaşabih-benzer ayetlerini birbiriyle açıklayarak muhkem hale getiren Kur'an-ı Kerim, bu İlahi açıklamaya kimlerin mazhar olacağını da ayetin devamında zikretmekte ve bizleri bir üst ufuğa davet etmektedir.,
"De ki "O (arap veya a'cem olsun) iman edenler için hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise (arap veya a'cem olsun) kulaklarında bir ağırlık vardır ve (Kur'an) onlara körlüktür-kapalıdır. Sanki onlara (kendilerinden ilgisiz) uzak bir yerden seslenilir."
Evet,
Rabbimizin İlahi buyruğundan da anlaşılacağı üzere ayetlerdeki hak mesajın anlaşılması, hak mananın kavranılması lisana veya dil şartına değil, sadece ve sadece iman şartına bağlanmaktadır. Arap olmamasına ve arapça bilmemesine rağmen "Bu Rabbimin kelamıdır" diyerek iman ettikleri ayet meallerini Rablerinden duymuşçasına tefekkür eden, ayetleri ayetlerle anlamaya çalışan bir dünya müslümanı, söz konusu ayetlere böyle yaklaşmayan bir araptan elbetteki çok daha iyi anlayacak, çok daha iyi kavrayacaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in araplar veya acemler için değil iman edenler için hidayet olduğunun açık bir göstergesi de, Türkiye'de Kur'an'a dönüş hareketiyle başlayan ve gelişen İslam anlayışının birçok arap ülkesini geride bırakmasında görülebilir.
Sonuç olarak apaçık olan Kur'an'ı en ince ayrıntısına kadar anlamakla, ayetleri uzun uzun tefsir etmekle değil, ayetleri okuyup anlamaya çalışmakla ve anladığımız kadarıyla amel etmekle mükellefiz. Daha açık bir ifadeyle mükellefiyetimiz, anladığımız kadardır. Burada önemli olan İlahi kelamdaki hak anlamın, ayetlerin zahirine sadık kalınarak doğru bir istikamette anlaşılmaya çalışılması ve herkesin aynı anlam istikametinde olmak şartıyla ulaşabildiği menzilde-anlayabildiği hak anlama iman dolu bir teslimiyet göstermesidir.
Arapça bilmeyen bir müslüman olarak önce kendimiz sonra meal okuyan diğer kardeşlerimiz için araştırarak yazdığımız ve "Kur'an nedir? Ne için indirilmiştir? Faydalanabilme şartları nelerdir?" sorularını yine yüce Kitabımızdan cevaplandırdığımız "Kur'an'a Yönelirken" çalışmamız, meal okuyan kardeşlerimiz için bir mukaddime olmakta ve okudukları Kitabı anlamada yol göstermektedir. Bu kitab çalışmamızda da belirttiğimiz gibi temiz bir kaynaktan temiz bir su alabilmek için öncelikle testilerimizdeki eski ve bulanık suları nasıl ki dökmemiz gerekiyorsa, Kur'an'a da ön yargı veya ön kabullerle bulanmış bir zihinle düşüncelerimizi tasdik ettirmek için değil, bu ön kabullerden sıyrılmış temiz bir zihinle İlahi gerçekleri öğrenebilme kaygısıyla yönelmemiz gerekir.
Yine bu kitab çalışmamızda açıkladığımız gibi okuduğumuz ayetleri düşünürken ayetlere anlam vermek için değil, ayetlerdeki hak anlamı bulabilmek için düşünmeye gayret edeceğiz. Çünkü hiçbir ayet, bizlerin vereceği güzel bir anlama muhtaç bir ayet değildir. Ayetlerin hak anlamı zaten o ayetlerin içindedir. Burada ayetlere kolay olan tanımlayıcı yöntemle değil, zor ama doğru olan tanıma yöntemiyle yönelmemiz, ayetin zahir anlamından zerre kopmadan o ayetlerdeki hak manayı anlamaya çalışmamız gerekir. Nitekim bu nedenledir ki otuz yıldır okuyup tefekkür etmemize rağmen hala anlayamadığımız birçok ayeti kendi anlayışımıza göre güzel ve akli de olsa tanımlama veya anlamlandırma cihetine gitmiyor, ayetler arası bağlantılarla tanımak ve anlamak için çalışmaya devam ediyoruz.
Arapçadan başka dili konuşan müslümanlar için arapça bilmeden Kur'an anlaşılmaz görüşünden hareketle zihinlerini değil ağızlarını açarak "Meal okumak caiz değildir" diyenlerin niyetlerine ve İslam'ın düz yolunu yokuş gösteren yorumlarına katılmasak da bu sözlerine katılıyor ve biz de "Meal okumak caiz değildir" diyoruz. Çünkü Fussilet suresindeki ayetin açık anlamıyla birlikte "Oku" emri arapça bilmeyen bütün müslümanları da kuşatan bir emir ise bu müslümanların meal okuması caiz değil apaçık bir farzdır. Dua ile..
<<< Mehmed ALAGAŞ >>>