Es Selamün Aleyküm hocam,
Bu günlerde kardeşler arasında şöyle bir soru dolanmakta; Malumunuz Suudi işgal kuvvetleri Mekkeyi işgal etmiş durumdalar. Ve Müslümanların kıblesi olan Kabe şu an işgal altında. Ve bu işgalde yetmiyormuş gibi bu işgal devleti firavunlara yardım etmekte. Bu ortamda bazı kardeşler Hacc'a gitmenin doğru ol(a)mayacağını söylemekte çünkü Hac paralarının firavunlar (Mısır,Abd vs..) gibi ülkelere gittiğini söylemekteler. Bu düşünceyi kabul etmeyen diğer kardeşler de Hacc'ın farz olduğunu ve Efendimiz'in(a.s) müşriklerin elindeyken bile hac için yola çıktığını söylemekteler. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Allah Razı Olsun. Selam ve dua ile... <<< Zeynel ABİDİN >>>
Sayın Zeynel ABİDİN!
Bu konuda yayınlanmış olan "RAHMETE YOLCULUK" kitabının sormuş olduğunuz soruya cevap niteliği taşıyabilecek "NEREYE GİDEYİM?" ve "NİYET" bölümünü sizin vesilenizle tüm kardeşlerimizin istifadesine sunuyoruz;
----------------------------------------------------------------------------
"Bazen sıkıldığınızı, bazen bunaldığınızı hisseder, bütün sorunlardan uzaklaşmak için bir yerlere kaçmaya, eksiklerinizi gidermek için bir yerlere gitmeye karar verirsiniz. Ve iç dünyanızda küçük bir fısıltı ile önemi büyük bir soruyu seslendirirsiniz; "Nereye gideyim?"
Bu sorunun cevabı kimlik ve kişiliklere, çevre ve imkanlara göre değişebilir. Manevi sıkıntılardan uzaklaşabilmek için gidilen ya da gidilmek istenilen yerler, çoğu kez maddi alemde güzel denilen yerlerdir. Betonarme şehir yaşantısında bunalan insanlar için yemyeşil dağlar, serin yaylalar veya mavi denizler genellikle tercih edilen yerlerdir. Manevi sıkıntılarını veya eksiklerini, maddi nedenlere bağlayan ve çözümü yine maddede arayan bu anlayış, maddi alemin şimdiki zamanla sınırlı kısır ikramıyla yetinmek zorundadır.
Günümüzdeki birçok müslümanı veya müslümanım diyen kimseleri de böylesi bir cahili anlayıştan müstağni görebilmemiz mümkün değildir. Çünkü manevi açlıklarını, maddi alemde gidermeyi önceleyen bu şaşkınlar da yazlıklarıyla, kışlıklarıyla ve büyük bir cüretle "Cennetten bir köşe" dedikleri sayfiyelik tesisleri ile "Nereye gidelim?" sorusuna beş yıldızlı cevaplar verebilmektedirler!. Bir çuval pirince açlık çekerken, kırık bir pirinç tanesiyle yetinmek zorunda kalan bu anlayış; tüm arayışlarını bütün bir ömür boyu sürdürse de, gideceği hiçbir yerde aradığı mutmainliği bulamayacak bir anlayıştır.
Oysa yaşadığımız sıkıntılar,
içine düştüğümüz bazı bunalımlar açık bir gerçektir. Birçok konuda eksikliklerimizin olduğu da doğrudur. Bütün bu sıkıntılardan ve bunalımlardan uzaklaşabilmek, bütün bu eksikliklerimizi giderebilmek için sorduğumuz "Nereye gideyim?" sorusu da, elbetteki sorulması gereken doğru bir sorudur.
Peki,
sorulması gereken bu doğru sorunun, doğru cevabı ne ola ki!."Nereye gideyim?" sorusuna nasıl bir cevap bulmalıyız ki, bu cevapla birlikte diğer aradıklarımızı da bulmuş olabilelim!. Bu soruya nasıl bir cevap verelim ki bulduğumuz bu cevab dertlerimizi devaya, bunalımlarımızı göz ve gönül aydınlığına çevirebilsin!.
"Nereye gideyim?"
Bu önemli soruyu nefsinize yöneltip, nefsani cevaplarla didişmek istemiyorsanız, her meselede her mü'minin yaptığı ve yapması gerektiği gibi öncelikle Kur'an-ı Kerim'e yöneliyor ve bu dosdoğru sorunuzu, doğrunun en temiz kaynağı olan Kur'an'a soruyorsunuz.,
"Nereye gideyim?"
Kur'an-ı Kerim'e yönelttiğiniz bu soru, suya atılan bir taş gibi halkalar meydana getirmekte ve birbirini takip eden her halka, birbiriyle uyumlu cevaplar vermektedir; Ne için yaratıldığınızı ve ne olduğunuzu bilerek kendinize gelin, kendinize gidin... Aile sorumluluğunuzu ve ne yapmanız gerektiğini bilerek evlerinize gidin... Sıla i rahimde bulunun, akrabalarınıza gidin... Yakın çevrenizdeki yardıma muhtaç yoksullara gidin, düşkünlere gidin, hastalara gidin... İslam'ı anlamak ve İslam'ı anlatmak için insanlara gidin...
Hiç kuşkusuz ki önce bunları,
önce bu cevapları yaşıyorsunuz. Daha sonra ise Kur'an-ı Kerim'in birer birer verdiği bu cevapları birer birer yaşayan ve yaşamaya çalışan bir mü'min olarak, sorularınıza devam edebilme hakkını kendinizde görebiliyor ve başınızı gönlünüzün en alt noktasına eğerek "Peki sonra, sonra nereye gideyim?" diyorsunuz. Nitekim bu son sorunuz ile cevapların en büyüğü, cevapların en görkemlisiyle karşılaşmaya başlıyorsunuz.,
"Gerçek şu ki insanlar için kurulan ilk ev, Bekke'de (Mekke'de kurulan) mübarek ve alemler için hidayet olan (Kabe'dir). Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse, o emniyet-güvenlik içindedir. Ona bir yol bulup-güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de küfre saparsa, bilsin ki Allah alemlerden müstağnidir (muhtaç olmayandır)."(3-Âl-i İmrân 96,97)
"Hani Biz İbrahim'e Ev'in (Ka'be'nin) yerini belirtip-hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik) "Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rüku ve secdeye varanlar için Evimi tertemiz tut." İnsanlar içinde haccı duyur. Gerek yaya, gerekse derin (vadileri)-uzak yolları aşarak yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler. Kendileri için yararlara şahid olsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde (kurban ederken) O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yeyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun. Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyti Atik'i (en eski Ev'i) tavaf etsinler."(22-Hac 26...29)
Evet,
sorduğunuz son güzel soruya, güzelin gerçek sahibi olan Rabbimizin verdiği cevap, biz müslümanların dikkate alması, düşünmesi ve anlamaya çalışması gereken bir cevapdır. Çünkü Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bizleri Beytullah'a, bizleri Kabe i Muazzama'ya, bizleri gerçek bir hanif, gerçek bir halil olan İbrahim (a.s.)'a, bizleri alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah (s.a.v.)'e ve bu seçkin insanların yaşadıkları kutsal beldeye davet etmektedir.
Önce susuyorsunuz!.
Bu güzel daveti ve bu güzel davetin Sahibini düşünüyorsunuz. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) tarafından ciddiye alınmanın verdiği onurla hafifçe ürperdiğinizi ve içinizin bir hoş olduğunu hissediyorsunuz. Kabe'nin Rabbi, Kabe'nin sahibi olan Allah (c.c.) sizlere gerçek bir değer vermekte ve sizleri Kabe'sine, sizleri Beyt'ine davet etmektedir. Ne diyeceğinizi şaşırıyorsunuz!. Aklınıza ilk gelen, hali vakti yerinde birçok insanın esneyerek verdiği "Şimdi olmaz. İnşaallah ilerde, inşaallah yaşlanınca!." cevabı oluyor. Önce aklınıza, sonra dilinizin ucuna gelen bu cevabı biraz düşününce, dilinizin ucunda bir leş varmış gibi tiksindiğinizi hissediyor ve bu leşi hiç kimsenin göremeyeceği bir çukura tükürmek istiyorsunuz. Çünkü iman ettiğiniz Kur'an-ı Kerim'de bu İlahi davetin sahibi olan Rabbimiz "Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır.." buyurmaktadır.
Ve bu davete
ve bu İlahi davete icabet edememenin yegane haklı nedeni, bu davete güç yetirememektir. Hacca gitmeye güç yetirebiliyorsanız ve içinde bulunduğunuz şartlar itibariyle hacca gidebilecek bir durumdaysanız, ilk fırsatta hacca gitmemeniz için başka hiçbir haklı nedeniniz, başka hiçbir haklı mazeretiniz yoktur. Önemli olan Kabeye gitmenin bir yolunu bulmak ve bu yola güç yetirebilmektir.
Peki siz,
siz buna güç yetirebilecek olan mü'minlerden misiniz? Gerçi her insana göre farklı cevaplar bulabilen bir sorudur bu!. Parası olanların zamanı, zamanı olanların parası olmaz genellikle!. Kazançlı gözüken bir yatırım için gözünü kırpmadan varını yoğunu satabilen veya bu yatırıma aylarını, yıllarını ayırabilen birçok kimse; iş hacca gitmeye geldimi yedi günün hesabını yapabilmekte veya yedi sülalesinin, yetmiş yıllık istikbalini düşünebilmektedir!.
Oysa hacca gitmek bir darlık değil bin genişlik,
bir yoksulluk değil bin zenginlik,
bir kıtlık değil bin bolluk,
bir azlık değil bin bereket vesilesidir. Dolayısıyle bütün bunları bilen ve bütün bunlara iman eden bir mü'min olarak Rabbinizin daveti karşısında hiç bocalamadan, hiç oyalanmadan gönlünüze yöneliyor ve gönlünüzden yükselen şu cevabı açık bir şekilde ifade ediyorsunuz.,
"İnşaallah!. İnşaallah en kısa zamanda!. İnşaallah ilk fırsatta Ya Rabbi!.."
Sizi yaratan ve yaşatan Rabbinizin İlahi daveti ile karşılaşan bir mü'min olarak, içinde bulunduğunuz durumu gözden geçiriyor ve umreye ya da hacca gidebilecek imkanlara sahip olup olmadığınızı düşünüyorsunuz. İlk genel değerlendirmenizde ev ve iş gibi asli ihtiyaçlarınızın dışında böyle bir imkana sahip olduğunuzu görmenize rağmen nefsinizden şöyle bir vesvesenin fısıldandığını duyabilirsiniz.,
"Hacca gitmeye imkanım var ama daha şunları şunları yapmam, bunlara bunlara vakit ayırmam da gerekli!."
Bu vesvese karşısında duraksadığınızı hissediyorsunuz. Çünkü sizlere akli, sizlere mantıklı gelen gerekçelerdir bunlar. Gerçekten o işleri de yapmanız, bu işlere de vakit ayırmanız gereklidir!. Bir tercihle karşı karşıya olduğunuzu biliyor fakat karar veremiyorsunuz!. Oysa sizleri Beytullah'a davet eden ve sahip olduğunuz imkanları kazanmanızı nasib eden Rabbiniz, asıl itibariyle sizleri hem davet eden ve hem de uçak biletleriniz dahil bütün masraflarınızı lutfuyla sizlere nasib eden, sizlere gönderen bir davet sahibidir. Sizler ise sahip olduğunuz bu imkanları kendinizden, kendi çalışmalarınızdan bilerek, "Bu imkanlarım ile hacca mı gideyim yoksa şu işlerimi mi yapayım?" diye düşünüyorsunuz!.
Tabi ki tercih sizin!.
İsterseniz sizlere lutfedilen imkanlar ve uçak bileti ile Beytullah'a gidersiniz, isterseniz uçak biletini satarak bu imkanla bir hacetinizi giderir, bir def i hacet yaparsınız!. İsterseniz falanca işleri erteleye erteleye Beytullah'a gidersiniz, isterseniz haccı erteleye erteleye kabire gidersiniz!. İsterseniz ne yaptığını bilen ve çevresindekilere yardım eden dinç bir müslüman olarak Kabe'yi tavaf edersiniz, isterseniz çevrenizdekilerden yardım dilenen aciz bir ihtiyar olarak tahtıraverana bindirilir ve kendisi tabuta, üstünde oturanı ise mevtaya benzeyen bu tahterevanlar ile Kabe etrafında döndürülürsünüz!. Tercih sizin!.
İşte bu noktadaki tercihiniz İlahi davete icabet etme noktasında olduğu zaman, önce Hak'kın sonra halkın duyacağı bir cümle ile bu niyetinizi ifade ediyorsunuz.,
"Niyet ettim hacca gitmeye.. Niyet ettim Beytullah'a gitmeye.."
Bu niyetinizi duyan ancak ne anlama geldiğini yeterince anlamayan bazı tanıdıklarınız, sizlere değişik sorular yöneltmeye başlıyorlar.,
-Neden niyet ettin ve neden gidiyorsun hacca?
-Arabistan'ı gezip, görmek için mi?
-Araplara döviz götürmek için mi?
-Hacı olmak için mi?
-Hacı desinler diye mi?
-Neden niyet ettin ve neden gidiyorsun hacca?
Değişik insanlardan gelen bu değişik sorular karşısında ne cevap vereceğinizi hiç şaşırmıyor ve hacca gitme nedeninizi tek bir cümle ile ifade ediyorsunuz.,
"Rabbimin emri, Rabbim çağırıyor ve ben gideceğim?"
Bu kısa cevabın derin manasını anlamasanız da, nedenini, niçinini, hikmetini yeterince bilmeseniz de bu cevaba kilitleniyor, bu cevaba sımsıkı tutunuyorsunuz.,
"Rabbimin emri, Rabbim çağırıyor ve ben gideceğim?"
-Neden gideceksin?
"Bilmiyorum, Rabbim çağırıyor."
-Gideceksin de ne olacak?
"Bilmiyorum, Rabbim çağırıyor."
-Bunun hikmeti ne?
"Bilmiyorum, Rabbim çağırıyor. Ve susun ve soru sormayın artık!. Çünkü hiçbir felsefi ve akademik sorunun, hiçbir felsefi ve akademik cevabını bilmiyorum, bildiğim ve iman ettiğim gerçek şu; Rabbim çağırıyor. Bunun için yollara düşecek ve Rabbimin bu emrini yerine getirmek için Kutsal topraklara gideceğim. Onun için susun, hepiniz susun ve önümden çekilin, Rabbim çağırıyor..."
Evet,
ciddi ve samimi bir şekilde niyetlendiniz artık. Bu apaçık niyetinizde koyulaşmanıza ve netleşmenize rağmen halk arasında sıkça kullanılan "Hacılık nasip olmayacak kişiyi deve üstünde yılan sokar" atasözünü hatırlıyorsunuz. Bu kuşku sizi rahatsız ediyor ve boynunuzu bükerek usulca fısıldıyorsunuz.,
"Ben niyet ettim. Sen nasib et Ya Rabbi..."
<<< insandergisi.com >>>