Kitaptan Alıntılar...
"Zamanın değerini bilerek,
zamanı gerçek manada değerlendirebilmek ise, hiç şüphesiz ki yaşanan zaman diliminde değerli şeylerin, değerli eylemlerin yapılmasıyla mümkündür. İlahi mesajda beyan edilen ölüm ve ölüm sonrası hesabını dikkate alarak yaptığımız ve yapacağımız bütün Rabbani eylemler, yaşadığımız ve yaşayacağımız zamanları değerlendirecek, değerli kılacak eylemlerdir. Nitekim hesabını verebileceğimiz anlar, hesap bilinciyle yaşadığımız böylesi anlardır.
Dolayısıyle hergün kendi nefislerimize yönelttiği miz "Bugün Allah için ne yaptın?" sorusunu aşarak, "Koskoca yirmidört saattir, Allah için yapman gerekirken, neleri yapmadın?" sorusunu sormamız gerekir. Çünkü muhteşem hesap gününde Allah için yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımız dan da hesaba çekileceğiz.
An be an soluduğumuz,
yaşadığımız fakat kıymetini bilemediğimiz zamanlardan hesaba çekileceğiz.
İlahi mesaj, bütün bunları idrak edebilmemiz, yaşadığımız zamanın kıymetini bilebilmemiz için bizlere ölüm gerçeğini hatırlatmaktadır. Ayrıca önemle dikkate almamız gereken bir diğer husus ise bizlere öleceğimizi bildiren İlahi mesaj, ne zaman öleceğimizi bildirmemiştir. İnsan ömrü belli bir süre ile standart hale getirilmemiştir. Bütün bunların önemli bir hikmeti, ölüm gerçeğinin her an gelebileceğini bilmemiz ve buna hazırlıklı olmamız içindir."
"Namaza durmak, Allah (c.c.)'dan namazda yardım dilemek, Allah'a müracaatın, Allah'a yakınlaşmanın en mükemmel yoludur. Sosyal yaşantılarında Allah'tan uzaklaşarak Allah'tan yardım dileyenlerin durumu ile, her namazda Allah'ın huzuruna çıkıp, Allah (c.c.)'a bizatihi müracaat ederek yardım isteyenlerin durumu hiç şüphesiz ki aynı değildir."
"Herhangi bir işverenin yanında çalışan işçi, işvereni kendisine "Namaz kıl" dediği zaman namaz kılıyor, "Namazı terkedip, şu işleri yap" dediği zaman, namazı terkedebiliyorsa, bu kişinin namazı Allah için değildir.
Çünkü Allah için kılınması gereken ve sadece Allah için kılınan namazlarda bir başkasına böyle bir bağımlılık olmadığı gibi, süreklilik de vardır;"
Rabbim, beni namazı(nda) sürekli olan kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (14-İbrahim 40)
Mehmed ALAGAŞ
Bekir Ziya 04-07-2019 16:36 #4189 | esselamu aleyküm Kur'an ve Siyer'den uzaklaşmanın sonucu olarak bu tür İslam dışı fikir ve görüşlerin Din'denmiş gibi cahil kitlelere pompalanması her devirde olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. Kur'an'ı ellerinde oyuncak(!) yapanların, İbni Arabi'nin kitapları için, ehli olmayan okumasın; ikazında bulunmaları ise rezillikten öte bir şeydir. Bestami, İbni Arabi, Hallac ve benzerlerinin kullandığı öyle ifadeler var ki, sıradan insan söylese taşlanır! Bu şahıslar etrafında örülen dokunulmazlık duvarları sayesinde topluma, putperest anlayışlar İslam diye, Hakikat diye içiriliyor maalesef. |
Mehmed Alagaş 03-07-2019 16:11 #4188 | Selamunaleyküm Hak aşıklarının yoluna yani tasavvufa girme meselesine cevap verirken vahdet-i vücut görüşünün bir sapıklık olduğunu belirtmemiz, vahdet-i vücudu ve Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” sözünü tevillerle savunanların tepkisini çekmiştir. İşin garip tarafı bazı Kuran araştırmalarımızı takdir eden kimselerin “Kur’an’ı ve tevhidi önemseyen müslümanlar olarak vahdet-i vücudu görüşüne karşı çıkmaktan, “Ben, ben” diyerek kendinizi Allah’dan ayırarak O’na şirk koşmaktan korkmuyor musunuz?” demeleridir. Suphanallah.. Önce ne yazdığımızı tekrarlayalım., “…Hak aşıklarının yoluna girme meselesi ise duygusal bir hüsnüzanla cevaplanacak mesele değildir. Bildiğiniz gibi söz konusu aşk olduğu zaman seven ve sevilen olmak üzere iki ayrı taraf vardır. Seven tarafın yaratılmış bir insan olduğunu dikkate aldığımızda, bu insanın yaratılmış bir başka insanı bile sevmeye takat getiremediğini ve Mecnun durumuna düştüğünü görebiliyoruz. Peki yaratılmış bir insanı sevmeye takat getiremeyen bizler, alemlerin Rabbi olan Allah’ı gerektiği gibi sevmeye takat getirebilir miyiz? Bizler kendi adımıza haddimizi biliyor ve aklımızı telef edecek böylesine iddialı bir yolun yolculuğuna talip olmuyoruz. Talip olan birçok kimsenin de kendilerini nasıl telef ettiklerini, herşeyde Leyla’yı gören Mecnun gibi herşeyde Allah’ı görmeye başladıktan sonra Yaratan ile yaratılmışı birbirine karıştırarak vahdet-i vücut sapkınlığına düştüğünü görüyoruz. Rabbimiz insanları ve cinleri Kendisini daha çok sevsinler diye değil, Kendisine ibadet etsinler diye yarattığını dikkate alarak aşıkların değil abidlerin yoluna talip olmamız, akibetimiz için çok daha hayırlı olacaktır. Nitekim bütün peygamberlerde Allah korkusundan kaynaklanan derin bir takva görmemize rağmen Allah sevgisinden kaynaklanan bir mecnunluk ve divanelik görmüyoruz. Vedud olan Rabbimizi gereği gibi seveceğimiz, sevebileceğimiz hayat, perdelerin kalkacağı ahiret hayatı olacaktır. Bu dünyadaki Rab sevgimiz ise korkuyla birlikte taşıdığımız itidalli bir sevgidir ve böyle olmalıdır. Haddimizi bilmemiz duasıyla..” Evet, konuyla ilgili bunları yazdık ve Kur’an ayetlerine dayalı ikazlar karşısında boynumuz kıldan incedir. Hangi cümlemizi hangi ayetle tenkid edecekseniz bekliyoruz. Bizlerin kulluk korkusuyla “Ben” diyerek yaptıklarımızın sorumluluğunu üstlenmemiz ise Rabbimizin Kur’an’da bizlere “Sen” dediği içindir. Resulullah (s.a.v.) gibi bilerek şirk koşmaktan elbetteki Allah’a sığınır ve sizlerin de sığınmasını isteriz. Lütfen aklınızı başınıza alınız. Varlık alemindeki birkaç şeyi İlah edinip Allah’a eş koşanların akibeti cehennem iken varlık alemindeki herşeye İlah diyenlerin ve herşeyi Allah’a eş koşanların akibeti ne ola ki? |
Mehmed Alagaş 20-06-2019 16:40 #4183 | Ve aleykümselam güzel kardeşim, Şeriata bağlı hak aşıklarının birçok sözünü ve dünyaya ait anlattıklarını biz de çok seviyoruz. Dünyaperestliğin oldukça yaygınlaştığı çağımızda, günümüz müslümanlarının da özellikle hikmete ağırlık veren aşıkların sözlerinden uzak kalmamalarını tavsiye ediyoruz. Hak aşıklarının yoluna girme meselesi ise duygusal bir hüsnüzanla cevaplanacak mesele değildir. Bildiğiniz gibi söz konusu aşk olduğu zaman seven ve sevilen olmak üzere iki ayrı taraf vardır. Seven tarafın yaratılmış bir insan olduğunu dikkate aldığımızda, bu insanın yaratılmış bir başka insana odaklanıp, sevgide yoğunlaştığı zaman aşka takat getiremediğini ve Mecnun durumuna düştüğünü görebiliyoruz. Peki bazı durumlarda yaratılmış bir insanı sevmeye takat getiremeyen bizler, alemlerin Rabbi olan Allah’ı gerektiği gibi sevmeye takat getirebilir miyiz? Bizler kendi adımıza haddimizi biliyor ve aklımızı telef edecek böylesine iddialı bir yolun yolculuğuna talip olmuyoruz. Talip olan birçok kimsenin de kendilerini nasıl telef ettiklerini, herşeyde Leyla’yı gören Mecnun gibi herşeyde Allah’ı görmeye başladıktan sonra Yaratan ile yaratılmışı birbirine karıştırarak vahdet-i vücut sapkınlığına düştüğünü görüyoruz. Rabbimiz insanları ve cinleri Kendisini daha çok sevsinler diye değil, Kendisine ibadet etsinler diye yarattığını dikkate alarak aşıkların değil abidlerin yoluna talip olmamız, akibetimiz için çok daha hayırlı olacaktır. Nitekim bütün peygamberlerde Allah korkusundan kaynaklanan derin bir takva görmemize rağmen Allah sevgisinden kaynaklanan bir mecnunluk ve divanelik görmüyoruz. Vedud olan Rabbimizi gereği gibi seveceğimiz, sevebileceğimiz hayat, perdelerin kalkacağı ahiret hayatı olacaktır. Bu dünyadaki Rab sevgimiz ise korkuyla birlikte taşıdığımız itidalli bir sevgidir ve böyle olmalıdır. Haddimizi bilmemiz duasıyla.. |
Abdullah 20-06-2019 16:29 #4182 | Selamunaleyküm Mehmed hocam. Hak aşıklarının sözleri, yazdıkları çok hoşuma gidiyor ve onların yoluna girmek istiyorum. Bu konudaki görüşünüzün ne olduğunu merak ediyorum. Benim için sizin cevabınız çok önemli. |
Mehmed Alagaş 28-09-2017 12:52 #2519 | Ve aleykümselam Sevgimiz karşılıklıdır İbrahim kardeşim. Allah’ı tesbih etmek, Allah’ı tenzih ve takdis ederek zikretmek, anmak, yüceltmek demektir. İnanarak ve farkındalıkla yapılan tesbihin, mü’minlerin kalplerindeki Allah telakkisini yücelteceği ve onları rahmete yaklaştıracağı aşikardır. Tesbih yaşamın her anında ferdi yapılabileceği gibi cemaatle de yapılır. Sahih rivayetleri dikkate almayarak “Kur’an’da namazdan sonra topluca tesbih yok” diyenler, cemaatle yapılan tesbihin Kur’an’daki önemini ve bereketini fark edemeyenlerdir. Kardeşi Harun’u yardımcı olarak isteyen Musa (a.s.)’ın “(Böylece) Seni çok tesbih edelim. (20-Taha 33)” ifadesinin ne anlama geldiğini düşünmeyenler, “Biz bunu (olayın içyüzünü ve hükmünü) Süleyman'a kavrattık. Herbirine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) yapanlar Biz idik. (21-Enbiya 79)” ayetinin manasını da düşünmemektedirler. Oysa biliyoruz ki cemaatle birlikte yapılan (namaz, tesbih, infak gibi) hayırlı ameller, ferd olarak yapılanlardan daha rahmetli ve daha bereketlidir. Bir müslüman tek başına yüz lira infak etmek yerine cemaatin topladığı yardıma yüz lira verdiği zaman, hem kendi yüz lirasının ecrini ve hem de cemaatin topladığı yekünün ecrindeki nasibini alır. Cemaatle birlikte yapılan tesbihde de böyle bir bereket vardır. Bu genel rahmeti ve bereketi dikkate alan Resulullah (s.a.v.), mü’minlerin namaz için bir araya toplanmalarını hayırlı bir fırsat görerek tesbihat nasihatinde bulunmuştur. Tabi ki tesbihatı sadece namaz sonralarına değil hayatımızın her anına yaymamız, bizleri genel rahmetin yanısıra özel rahmetlerle de karşılaştıracaktır. Dua ile.. |
İbrahim Gümüş 27-09-2017 20:50 #2518 | Selamun aleyküm Hocam sizi severek okuyorum. Görmek ve tanışmak da isterim, hemen hemen aynı ortamdayız ama denk gelemedik bir türlü. Neyse fazla uzun olmamısı için soruma geçiyorum; Allah'ı sıkça tesbih edin ayetindeki tesbih etmek, normal namaz sorası tesbih mi, yoksa kalpten anmak mıdır? Ayeti tam manasıyla anlayamadım.. Allah'a emanet olun inşallah. |
Abdullah.. 29-12-2016 01:12 #2039 | Teşekkürler Soruya verdiğiniz cevabın başkalarını ilgilendiren kısmı için teşekkür, aynayı bize tutan kısmı için tefekkür ediyorum. Tabi siz halihazırda tüm herkese hakkınızı helal ederek örnek de olmuşken; affeden affedilirse affetmeyen/affedemeyen affedilmez tezi umutsuzluk zerk ediyor. Nihai hüküm Allah(c.c.)'ındır sözünüze katılıyor ve iyi çalışmalar diliyorum. |
Mehmed Alagaş 19-12-2016 12:52 #2029 | Ve aleykümselam İslam’da kul hakkı önemli olduğu için müslümanlara insanlarla helalleşmeleri, helallik istemeleri tavsiye edilmiştir. Tabi ki maddi ve manevi boyuttaki bu helallik istemede, kişinin yaptığı hatadan veya eksikliğinden pişman olması ve gücü nisbetince hatasını telafi etmeye çalışması gerekmektedir. Bir müslüman bunu yaptığı zaman karşı taraf hakkını helal etsin veya etmesin, kendi yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. Burada müslümanların dikkat etmesi gereken husus, helallik istemek nasıl ki önemli bir mükellefiyet ise karşı tarafa merhametle yaklaşıp helallik vermek de o kadar önemli ve o kadar faziletli bir mükellefiyettir. Bu mükellefiyeti yerine getiren müslümanlar“Affeden, affedilir”müjdesine nail olması umulan müslümanlardır. Bu vesileyle bütün kardeşlerimden helallik diliyor, bütün kardeşlerime hakkımı helal ediyor ve“Nihai hüküm Allah’ındır”diyorum.. |
Abdullah.. 18-12-2016 16:56 #2027 | Selamun aleyküm, Kul hakkı ve bu hakkı helal etme konusuyla ilgili hep tereddütlerim olmuştur. Toplumda insanların birbirlerine yönelttikleri ve ilişkilerinde adeta silah gibi kullandıkları "Hakkımı helal etmiyorum" meselesi hak mıdır? Gerçekten haksız, akılsız, imansız biri hakkını helal etmese, haklı olan illa ona "helal ediyorum" dedirtmek zorunda mıdır? Bir de bu sadece söze mi bağlıdır. O kadar basit olamaz ama değil mi? Mesela müşrik bir anne müslüman olduğu için oğluna hakkını helal etmez ise, boşanan biri haksız olduğu halde eşine helal etmezse, zulmeden bir işveren işçisine helal etmezse...örnekler çoğaltılabilir... onların penceresinden bu helallik meselesi hak mıdır? Karışık sormuş olabilirim. Tekrar tekrar teşekkürler ediyorum. |
Mehmed Alagaş 26-01-2014 23:59 #302 | Ve aleykümselam Ahireti gözardı eden ve manevi değerlerini yitiren batı düşüncesinde iyilik kavramı, dünya hayatında karşılıklı menfaati gözeten ve bu temel üzerine oturan bir kavramdır. Zaten bu nedenledir ki yaşlanan ve evlatlarına bakmaktan ziyade bakıma, vermekten ziyade almaya muhtaç olan anne babalardan uzaklaşılmakta ve ilişkiler soğuyarak kopma noktasına gelmektedir. İyilikte böyle bir karşılıklı menfaati gözeten batı düşüncesinin etkisinde kalarak İsra 23'ü anlamlandırmaya çalışmak ciddi bir yanılgıdır. Bizim yanımızda yaşlılığa ulaşırlarsa (ki değişik olasılıklar da söz konusudur) onları hiç azarlamadan güzel söz söylememizin öncelikli nedeni bir sonraki ayette "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl (esirgeyip-merhamet ederek) bakıp-terbiye ettilerse, Sen de onları esirgeyip-merhamet et." buyurulduğu gibi yaşlıyken maddi veya manevi yapacaklarına değil bizler küçükken yaptıklarına ve (bir başka ayette beyan edildiği gibi) bunun öncesinde annelerimizin bizleri rahimlerinde zorlukla taşımalarına binaendir. Bir insana karşı borcumuz varsa, o insanın dini tercihi ne olursa olsun borcumuz düşmeyeceği gibi anne babamıza karşı evlatlık borcumuz da onların dini tercihine göre düşmez. Bu durum onlar zalim veya İslam düşmanı da olsa değişmez ve bizler yine evlad olarak onlara iyilik ve güzellikle yaklaşırız. Anne babamızın İslam düşmanı olduğu durumlarda bu genel yaklaşımımız sadece fiili savaş esnasında değişmekte, annemiz veya babamız düşman saflarındaysa onlara bir şey olmasın kaygısıyla geri çekilmemekteyiz. Çünkü savaş esnasında her müslüman kendi adına değil ümmet adına davranmak zorundadır. Anne babalarımız bizleri şirke veya kötülüğe davet ettikleri zaman ise bu gibi davetlere icabet etmememiz zaten ayetlerde belirtilmektedir. Bunun dışındaki durumlarda bizler bireysel olarak yani kendi adımıza iyilik ve güzellikle davranmaya devam ederiz. Böylesi iyi ve güzel yaklaşımların karşı tarafta nasıl bir etki yaptığı, kalbleri nasıl yumuşattığı ve bazı durumlarda nasıl güzel sonuçlara neden olduğu ise düşünen insanların anlayış alanı içindedir. |
Fatma Ceren 26-01-2014 23:11 #301 | Olabilir de, Sn.Aydoğan, yorumu yorumumu eleştirmek için de yazmış olabilirsiniz. Estğf. bir mahsuru yok ve burada Sn.Alagaş da dahil kimse mutlak doğru değil. Sn.Karakaş, sizin de anladığınız ayetteki bu açık mana dediğimi destekler nitelikte. Çünkü "senin yanında yaşlılığa ulaşırlarsa" demek, anne babanızla beraber yaşlanmanız demektir. Bir dönem sadece onlar yaşlanır bizler büyürken; şimdi onlarla beraber yaşlanıyorken , bizle beraber yaşlanacak evlatlarımızı büyütüyoruz demektir. Bu, inanç düşmanlığı yapmayan ebeveynlerin evlatlarına son bir armağanı gibidir ki hiç bir mümin bunu reddetmemelidir. Fakat sorumun hala anlaşılmadığını görüyor ve "Hayırlısı" diyorum. Selamlar. |
Ömer Aydoğan 26-01-2014 19:24 #300 | Sn.Ceren; Bu yorumu yazarken 25.01.2014 12:27 tarihli ilk "soru"nuza istinaden bir eleştiri olarak değilde cahili yaşantımızdan kaynaklanan bir eksikliği ifade için yazılmıştı.Teknik bir sorun yada 25.01.2014 20:32 tarihli ikinci sorunuzu yönelik olarak yapılmış bir yorum olarak görmeyiniz.Hakkınızı helal edin . Allah'a emanet olun |
Metin Karakaş 26-01-2014 19:18 #299 | selam aleykum ilgili ayette geçen "... senin yanında yaşlılığa ulaşırlarsa" ifadesini ben, "senin yanında kalırlarsa, onlara bakarsan, kendi evinde onlara bakmak zorunda kalsan da onlara öf bile deme.." şeklinde anlıyorum. |
Fatma Ceren 26-01-2014 17:31 #298 | Sn.Aydoğan, Sorumun ilhamı siz, ancak muhatabı Sn. Alagaş'tır. Son cümleleriniz, sorumu anlamadığınızı düşündürdü. Anlamadığınız bir soruya verilen cevabı yeter derecede ve en güzel şekilde bulmanızı saygıyla karşılıyorum. İlginiz ve açıklamanız için size, cevabı için Sn.Alagaş'a teşekkür ediyorum. Selamlar. |
Ömer Aydoğan 26-01-2014 14:31 #295 | Fatma kardeşim; Mehmed abi en güzel şekilde yeter derece sorunuza cevap vermiş, sorunun bana da hitap eden kısmı zannı ile; “Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmanızı emretti. (Ey mü'min) şayet onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara (hiçbir durumda) "Öf" bile deme ve onları azarlama, onlara güzel söz söyle. “ “Onları esirgeyip-merhamet ederek (üzerlerine alçakgönüllülük) tevazu kanadını ger ve de ki "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl (esirgeyip-merhamet ederek) bakıp-terbiye ettilerse, Sen de onları esirgeyip-merhamet et." (17-İsrâ 23-24) Ayet-i Kerim’e de sadece Rabbimize kulluk etmemiz ki anne babamız bu kulluğu kendilerine veya başkalarına ortak koşma gibi bir eyleme zorlarlarsa onlara bu konuda itaat etmememiz emredilmektedir. Özellikle yaşlılık durumlarında yanlarımızda kalma/olma gibi durumlarda nasıl ve ne şekilde davranacağımızı beyan etmektedir. Bu Ayeti okuyunca küçükken annemin geceleri üzerlerimizi örtmesini hatırlayıp, ya Rabbi onlar beni küçükken nasıl büyütüp geceleri üstümü örtülerse Sen de onların günahları ört onları Salihlerden kıl diye dua ettim. Anne babalarımız çoğumızun, İbrahim(a.s) -selam olsun- babası gibi değildir ki neden Rahmet ve Merhametle bizlere küçükken yaklaşan ebebeylerimize bizler müslüman gibi yaklaşmayalım. Selam ve dua ile. |
Fatma Ceren 25-01-2014 20:32 #293 | Selamun aleyküm Zalim olmak ile mümin yada müslüman olmamak aynı düzlemde değiller. Kur'an'da hiç bir kelimenin (haşa)gereksiz ya da fazladan kullanılmadığını düşündüğümüzde, İsra 23'te "onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırlarsa" ibaresini tefekkür etmeliyiz. Direkt "onlardan bir ya da ikisi yaşlılığa ulaştığında" denilebilirdi. Fakat bir anne ya da babanın, her halükârda ve hala evlatlarının yanında yaşlanması demek; onların inancı ve yaşantısı ne olursa olsun, evlatlarının yanında ve onlara her zaman destek oldukları anlamına gelir ki çocuklar küçükken sağlanan maddi/fiziki destek, ileriki yaşlarda gölgesine sığınılacak manevi desteğe dönüşmüştür. Bu fedakârlığı yapan anne ve baba, elbette ki incitici küçücük bir sözü dahi hak etmez. Bu bağlamda, tam tersini düşünelim. Evlatların ebeveynleri huzur evine terk ettiği vehameti karşısında, ebevenlerin evlatları dünyanın kucağına atıverdikleri gerçeği; emredilen "iyilik ve güzellikle" davranmayı çeşitlendirip ve derecelendirmez mi? Bu ifadenin "ihtiyaçtan arta kalanı" gibi bir ifade olduğunu düşünüyorum. Zira "iyilik ve güzellikle davranış" kişiye özel değişir. Sorumla ilgili olarak, şayet ortada bir zulüm ve İslam düşmanlığı varsa, hala cevabınızın yetersiz olduğunu ve meseleyi maslahat ile açıklamanızın, bu gibi insanlara taşıyacaklarından fazlasını yüklemeniz gibi bir sonucu doğuracağını düşünüyorum. Zira Allah(c.c.) taşıyamayacağını kullarına yüklemez ve beklemez. Teşekkür ederim. |
Mehmed Alagaş 25-01-2014 19:32 #291 | Ve aleykümselam Güzel yorumun ve hayırlı duaların için teşekkür ederim Ömer kardeşim. Güzel ve doğru görüşlerin karşı tarafta makes bulması, karşı tarafın özünde güzel ve doğru olduğuna işaret etmektedir. Rabbim sizleri lutfuyla daha da güzelleştirsin. Fatma kardeşim Kur'an-ı Kerim'de müslümanların yaşayan anne babalarına iyilik ve güzellikle yaklaşımlarını beyan eden hiçbir ayet-i kerimede, bu anne babaların mü'min veya müslüman olmalarıyla ilgili bir şart olmadığı gibi olmasına da gerek yoktur. Çünkü anne babaya iyilik ve güzellikle davranmak, anne babaların maslahatından önce evlatların kendi maslahatlarını, kendi iyiliklerini, kendi akibetlerini gözeterek yaptıkları davranışlardır. |
Talha 25-01-2014 15:16 #290 | SELAM Eyvallah ömer aydoğan abi... ilk başlarda heyecana kapılıp biz gençlerinde düştüğü bu büyük hataların sonuçlarını şuan toparlamakta çok zorlanıyoruz... bu yol gerçekten tek başına gidilebilecek kadar kolay bi yol değil... tuzaklarla dolu... seni daima uyaracak kardeşlerinin olması çok gerekli... Kuran penceresinden bakıp olayları kitaba göre yorumlayıp değerlendirebilmeyi hedef edinen kardeşler... Allah razı olsun mehmed amcadan ve hidayete talip olanlardan... |
Fatma Ceren 25-01-2014 12:27 #287 | Soru S.a. kitabın "Anne Babaya Güzel Muamele" bölümünü az önce okudum. Bu bahis her mümin, dolayısıyle her anne baba için geçerli midir? Geleneksel inancı olan ailelerden bahsetmiyorum. Geleneksel de olsa 'müslümanım' diyen ebeveynlerin, tevhidle karşılaşan evlatlarından -güya İslam adına- gördükleri eziyetlere bizzat şahit olmasam da çokça işittim. Kitabın bu bölümünde, konu ağırlıklı olarak bu minvalde ele alınmış gibi. Fakat anne, baba, veya her ikisi de, İslam düşmanı ise ve müslümanlara zulmeder bir konumdalarsa da mı, evlatları merhametle yaklaşmalı? Kafirlere karşı zorlu/şiddetli olmakla mükellef olan müminler, zalim kimliğine bürünen ve -bu uğurda uzak/yakın, evlat/yabancı demeden hatta yakınlarından başlayarak- müslümanlara savaş açan ve zarar veren zalimlere merhamet etmekle mükellef midirler? Sırf anne ve babadırlar diye! Dünya üzerinde gelmiş geçmiş böyle kimselerin de olduğunu okuyor biliyor olmamız, böyle bir soruyu aklıma getirdi. Cevap verirseniz memnun olurum. |
Ömer Aydoğan 25-01-2014 07:25 #286 | Kişiye Özel Selamün Aleyküm , Doksanlı yıllardı.Hızlı günlerimiz di o günler.Sabahlara kadar devlet yıkar devlet kurardık da sabah namazı ucu ucuna kılardık.Bizden ve bizim gibi düşünenlerden başka kimseyi müslüman görmezdik.Hatta anne babamızın bile tekfir edildiği yıllardı..İşte böyle bir ortamın içinde okudum bu kitabı.Adı gibi Kişiye Özel di.Namazın bana özel olduğunu ve onunla dirilmem gerektiği ve devrimin ilk önce bende gerçekleşmesi gerektiğini öğrendim.En önemlisi anne ve babama Rahmetle bakmayı bakabilmeyi öğrendim.Daha fazlası oda bende saklı.Adı üzerinde Kişiye Özel.Selamlıyorum sizi Mehmed abi.Rabbim den size hayırlı şifalar diliyorum.Cennet umuduyla. |