Kur'an-ı Kerim'in ondört asırdır ümmet bilinciyle vahdete ve aydınlık bir küreselleşmeye davet ettiği müslümanlar, vahdet ve küreselleşmek bir yana farklı toplumlara, farklı mezheplere, farklı meşreplere bölünürken, şeytani davete icabet eden emperyalistler zulme dayalı dünya menfaatleri için biraraya gelmişler ve bu karanlık küreselleşmeyi gerçekleştirmişlerdir.
Artık günümüz dünyasındaki birçok ülke farklı coğrafi sınırlara ve farklı bayraklara sahip gözükmesine rağmen bütün bu ülkeler küresel emperyalizmin bir uydusu, bir eyaleti durumundadır. Bu acı gerçekliğin farkında olan müslümanlar, günümüz dünyasında küresel bir gölge altında kalan yöresel veya ülkesel hedeflerin anlamsızlığını da farkeden müslümanlardır.
Bilinmelidir ki küreselleşen böyle bir dünyada,
yüzlerce nedenle binlerce parçaya bölünmüş dünya müslümanlarının bölgesel sorunlarını konuşmamızın, genele yansıyan olumsuzlukları tartışmamızın pratik sonuç itibariyle hiçbir faydası olmayacaktır. Bu konuşma ve tartışmalarda doğru cevaplar bulunsa bile genel düzlemde tatbik edilemeyecek, bu sorunları heyecanla tartışan müslümanlar doğru ve yanlış görüşler arasında yeni fikirsel ayrılıklara düşeceklerdir.
Parçaları bir araya getirilmemiş, motor gücüne henüz kavuşmamış dağınık araba parçaları ile nereye gitmemiz gerektiğini niye tartışalım ki?
Dolayısıyle üzerinde durulması gereken en önemli ve en acil sorun, dünya müslümanlarının vahdetten uzak bir anlayışta, vahdetten uzak bir konumda bulunmalarıdır. Nitekim dünya gündemine yansıyan olaylar karşısında kendimizi güçsüz ve çaresiz hissetmemizin öncelikli nedeni de budur.
Birçok kitab çalışmamızda defalarca belirttiğimiz gibi binlerce yıllık insanlık tarihinde şeytan aynı şeytan, kafirler aynı kafir, müşrikler aynı müşrik olmasına rağmen müslümanlar aynı müslüman değildir günümüzde!. Daha açık bir ifadeyle müslümanlardan veya müslümanım diyenlerden başka özünde hiç kimse değişmedi ve hiç kimse değişmiyor bu alemde!. Mesela Asr-ı saadet dönemindeki müslümanların ortak bir tanımı, ortak bir kimliği vardı. Bir insan için "Allah ve Resulüne iman etti, müslüman oldu" denildiğinde, o insanın neleri terkedip nelere yöneldiği ve nasıl bir kimliğe sahip çıktığı müslümanların da ötesinde müşrikler ve kafirler tarafından bile bilinen gerçeklerdi.
Fakat günümüz dünyasındaki milyarlarca insan "Ben müslümanım" dediği zaman, bu güzel söz ne yazık ki ortak bir kimliği, ortak bir kişiliği, ortak bir yolu ve yoldaşlığı, dünyaya ve içindekilere karşı ortak bir yaklaşımı kastetmiyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim'deki karşılığı çok açık ve anlaşılır olan bu güzel sözün, günümüz yaşantısındaki karşılığı çok muğlak ve değişkendir. Dolayısıyle günümüz dünyasındaki pratik karşılığı muğlak ve değişken olan bu güzel söz yeterli görülmemekte ve "Ben müslümanım" diyen bir kişiye, "Tamam müslümansın, müslümansın da ama söyle bakalım, hangi bahçenin(!) gülüsün" denilmektedir. Asr-ı saadet döneminde çok yadırganacak olan bu soru, günümüzde yaşanan realiteye göre hiç yadırganmayan bir sorudur!. Çünkü tevhidi bir bütünlükte olması gereken İslam coğrafyası parçalanmış ve ortalık birbirinden kesin hatlar ile ayrılmış dikenli bahçelerle dolmuştur.
"Yaşayan Sıffin" yazımızda da belirttiğimiz gibi geleneksel bir atalar dinini benimseyen dünya müslümanları, asr-ı saadet döneminden sonra birbirleriyle ihtilafa düşen atalarının yolunu izlemişler ve tarihi süreçte çok daha fazla yozlaşan bu atalar dinini, artan bir bağnazlıkla takip etmişlerdir!. Artık hak ve hakikatin ölçüsü, tarihi ihtilaflardaki yerinize göre belirlenmektedir!. Bir müslümanın Kur'an-ı Kerim'i öncelemesi ve kendisini Kur'an'a göre tanımlaması, günümüzdeki din anlayışına göre önemsiz ve yetersiz bir tanımlamadır. Çünkü önemli ve öncelikli olan, "Müslümanım" diyerek onlara göre muğlak bir ifade kullanan bu kimsenin "Şii misin? Sünni misin? Şii isen hangi şiilerden, sunni isen hangi sünnilerdensin? " sorularına vereceği cevaptır.
Bu gibi önemli sorular cevaplanmadan, hangi dinin hangi mezhebinden, hangi mezhebin hangi meşrebinden, hangi meşrebin hangi fırkasından, hangi fırkanın hangi grubundan, hangi grubun hangi kolundan olduğu bilinmeden sadece "Müslümanım" diyen kişinin kim olduğu nasıl anlaşılacaktır ki? Hak din açısından çok garip ve çok acaip olan böylesi sorularla "Ne yapılıyor, ne parçalanıyor?" diye soracak olursanız, hedef alınan kurbanı görmek için ilk sorunun ilk bölümüne verilen ortak cevabı dikkate alınız. Zaten bu soru silsilesinde verilen tek ortak cevap da "Hangi dinin hangi mezhebindensin?" sorusunun "Hangi din?" bölümüne verilen "İslam" cevabıdır. Nitekim bu ortak cevaptan sonra verilen her farklı cevapla İslam'ın bütünlüğüne bir balta vurulmakta, verilen her farklı cevapla İslam ümmeti parça parça olmaktadır.
Bazı temiz yürekli kardeşlerimiz "Peki çare nedir?" diyeceklerdir. Bu samimi kardeşlerimize cevap vermeden hüzün dolu bir tebessümde bulunacak ve Ümmet-i Muhammed'in genel durumunu göstererek "Acaba çare arayan var mı?" diyeceğiz. Çünkü ümmetin genel düzleminde herkes mezhebinden, meşrebinden, fırka veya grubundan memnun ve hoşnut bir şekilde yaşantısını sürdürmekte, cennete kavuşacağı günü hiç acele etmeden beklemektedir!. Her mezhebin, meşrebin veya fırkanın vahdetten anladığı yegane şey ise diğerlerinin kendilerine dahil olmalarıdır. Çünkü kendileri hak üzere oldukları için başka bir mezhebe veya meşrebe dahil olmaları şaşkınlık ve sapıklık anlamına gelecektir. Dolayısıyle vahdet isteyen dünya müslümanları bu isteklerinde samimi iseler taassubdan kurtulmalı ve onların mezhebine veya meşrebine hemen tabi olmalıdır.
Bizlere "Peki çare nedir?" diyen temiz yürekli kardeşlerimize son olarak bu genel tabloyu gösterdikten sonra "Böylesi müslümanlara çare ne çare?" diyoruz. Nitekim bu çok önemli meseleyi Kur'an'a göre değerlendirdiğimiz ve ayetlerle açıkladığımız "Vahdete Yedi Adım" kitabımıza veya "Yaşayan Sıffin" çalışmamıza gösterilen sessiz ve tepkisiz ilgisizlik, ayetleri değil mezhep imamlarını veya meşreb önderlerini önceleyen kitlesel kalabalıklara, ayetlere dayalı çarelerin çare olmadığını göstermektedir.genel olarak doğru olsa da istisnai durumları belirtmek gerekmez mi? Nefsi zafiyetler ve mezhebi asabiyetler içinde kurtulma değil hafif çırpınma refleksi dahi gösteremeyen bu ümmete hüzünlü gözlerle bakarken gayriihtiyari Resulullah (s.a.v.)'i düşünüyoruz.
Onu çok özlediğimizi,
ona çok gerek duyduğumuzu hissediyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.v.) Efendimiz çok karanlık gördüğümüz bu zaman diliminde aramızda olsa, Efendimize (s.a.v.)'e karşı kim farklı mezhep ve meşreb iddiasında bulunabilir ve kim böylesi iddialar ile kendisini müslümanlardan ayrı veya gayrı görebilirdi ki!. Elbetteki müslümanım diyen bütün insanlar mezhep ve meşreb iddialarını bir kenara bırakarak Efendimiz (s.a.v.)'in etrafında toplanacak, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimizin Kur'ani emirleriyle ortak hareket edecek, güçsüz ve çaresiz gördüğümüz bu ümmette acizliğin zerresi bile kalmayacaktı.
"Hayali dünyaya bedel" bu güzel varsayımlara ne yazık ki fazla tutunamıyoruz. Çünkü Resulullah (s.a.v.) Efendimiz Musa (a.s.) gibi dönmek üzere Tur'a değil, dönmemek üzere Rahman'a gitmişti. Tabi ki şanı yüce Rabbimizin hikmet dolu bir takdiriydi bu. İçinde bulunduğumuz bu parçalanmışlıktan kurtulmanın yegane çaresi Resulullah (s.a.v.) veya yeni bir peygamber olsaydı elbetteki İlahi takdir böyle gelişmez, Rahman olan Rabbimiz Resulullah (s.a.v.)'i veya yeni bir peygamberi mutlaka gönderirdi. Ancak bunu gerekli görmeyen Rabbimiz, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bizzat aramızda olmasa da onun bizlere vereceği rahmetli emirlerinin tartışmasız kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i korumuş ve bir hidayet rehberi olan bu yüce Kitab'ı ilk günkü tazeliği ile bize ulaştırmıştır.
Peki,
İlahi takdirden anlaşılacağı üzere Rahman'ın bizler için yeterli gördüğü bu yüce lutuf bizlere, biz şaşkın ve gafillere yetmiyor mu? Bu Kitab'ı illa ki Resulullah (s.a.v.)'in açması, okuması ve anlatması mı gerekiyor? Böyle bir şeyi kesinlikle gerekli görmeyen Rabbimiz özenle koruduğu Kur'an-ı Kerim'in şifa, rahmet ve hidayet için yeterli olduğunu beyan ettiğine göre peygamber varisi olduğunu söyleyen, peygamberin bizatihi olmadığı zaman ve mekanda müslümanlara vahdet çizgisinde vaziyet etmesi beklenen alimler nerede? Her coğrafyadan yükselen ve "İşte ben o alimlerdenim" diyen binlerce haykırıştan neden ortak bir ses, ortak bir davet, ortak bir tavır yükselmiyor? Neden birileri oraya, birileri buraya, birileri şuraya davet ediyor?
Oysa söz ve konuşma düzleminde hepsi öncelikli kaynaklarının Kur'an olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarında ne kadar samimi ve haklı olduklarını kanıtlamak için de bütün konuşmalarında ve yazılarında birçok ayet-i kerimeye yer veriyorlar. Nitekim mezhep ve meşreplerin mukallidleriyle değil muhakkik veya fikir önderleriyle konuştuğumuz zaman da hepsi yollarının Kurani olduğunu iddia edip, hepsinin yol ve yöntemlerine delil olarak bazı ayetler getirdiklerini görüyoruz. O halde bu tuhaf durumun sebebi ne? Kur'an-ı Kerim'i yeterince tanıyıp-anlamayan kimselerin söyledikleri "Kur'anda bazı ayetlerin farklı anlaşılması, müslümanları değişik yol ve tavırlara sevkediyor" iddiası doğru mu? Bu mezhepler, meşrepler ve müslümanların çok farklı adreslere dağılmaları gerçekten Kur'an'dan mı kaynaklanıyor?
Hayır,
elbetteki hayır. Rabbimizi tenzih ettiğimiz gibi Rabbimizin yüce kelamı olan Kur'an-ı Kerim'i de böylesi batıl iddialardan tenzih ederiz. Çünkü Kuran bütünlüğünde birbiriyle çelişecek, birbirini tekzip edecek, birbirinden farklı anlaşılıp müslümanları farklı yollara sevkedecek tek bir ayet bile yoktur. "Varsa bu ayetleri lütfen bize iletin, üzerinde birlikte konuşalım" diyerek şu an için gereksiz tartışmalara da girmeyeceğiz"girmeyi düşünmüyoruz" denebilir mi?. Çünkü
Onlar hala Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok çelişkiler (uyumsuz-tutarsız şeyler) bulurlardı. (4-Nisa 82)
ayet-i kerimesinde beyan edildiği ve uzun yıllardır sürdürdüğümüz Kur'an çalışmalarında açıkça gördüğümüz gibi Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde birbiriyle çelişen ve müslümanları farklı adreslere davet eden tek bir ayet dahi yoktur.
Dikkat ederseniz anlam ve içerik olarak "Birbiriyle çelişen ayet yoktur" ifadesi yerine "Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde birbiriyle çelişen ayet yoktur" ifadesini kullanıyoruz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de tek başına ele alındığı zaman anlam ve içerik itibariyle birbiriyle çelişkili gözükebilecek yüzlerce müteşabih ayet-i kerime vardır. İşte bu ayetler muhkem zannedilip, kişisel yorumlarla bu müteşabih ayetlerden muhkem anlamlar çıkarıldığı zaman ümmetin bu günkü paramparça durumuyla karşılaşıyoruz. Nitekim mezhep veya meşreplerini müdafa eden fikir önderlerinin ileri sürdükleri, yol ve yöntemlerindeki farklılıklara delil olarak gösterdikleri ayetler de, Kur'an bütünlüğünden koparılmış ve bireysel yorumlara maruz kalmış müteşabih ayetlerdir.
Müteşabih ayetler muhkem zannedilip, kişisel yorumlarla bu ayetlerden muhkem anlamlar çıkarılması elbetteki sapmanın ve sapıklığa yönelmenin ilk küçük adımıdır. Bu küçük adımdan sonra bazı muhkem ayetler, muhkem zannedilen müteşabih ayetlere göre te'vil edilmeye başlanmakta ve bu önemli mesele çok daha vahim, çok daha tehlikeli bir içerik kazanmaktadır. Çünkü muhkem ayetlerin müteşabihlere göre te'vil edilmeye başlanması demek, Kur'an-ı Kerim'in anası ve yüce dinimizin kemik yapısı olan muhkem ayetlerin zayıflatılması, İslam'ı ayakta ve müslümanları bir arada tutan muhkem anlamlarından uzaklaştırılması demektir.
Böylesi sapmaların acı neticesi ise ümmet coğrafyasında görüldüğü gibidir. Kur'an-ı Kerim bütünlüğünden koparılmış müteşabih ayetlerin peşine düşen müslümanlar, Kur'an-ı Kerim bütünlüğünde beyan edilen muhkem müslüman kimliğinden uzaklaşarak müteşabih kimliklere yönelmekte ve istemeseler de birbirlerinden ayrı, birbirlerine muhalif olmaktadırlar. Nitekim dünya müslümanlarının küçük bir kısmı itikatta muhkem amelde müteşabih iken büyük bir çoğunluğu ne yazık ki itikat ve amelde müteşabihtir. Kur'an'ı bir bütün olarak dikkate almadıkları için eksik ve parça kimliklerle yaşayan bu müslümanlar, müteşabih ayetler gibi bazı hususlarda birbirlerine benzeseler de İslami anlayışları, İslami yaşayışları ve olaylar karşısındaki İslami tavırları birbirinden farklıdır. Hiç istisnasız hepsi müslümanız demelerine ve kendilerini Kur'an'a nisbet etmelerine rağmen bunlar ne yazık ki muhkem Kitab'ın müteşabih müslümanlarıdır.
Sonuç olarak anladık,
çok iyi anladık ki bu bölünmeler ve parçalanmışlık ayetlere nisbet edildiğine göre müslümanlar olarak öncelikle Kitab'ımızı ve bu Kitab'ı meydana getiren ayetleri doğru tanımamız, muhkem ve müteşabih konusuna açıklık getirmemiz gerekecektir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'deki muhkem ve müteşabih meselesi anlaşılmadığı sürece sağduyulu dünya müslümanları muhkem bir ortak kimliğe ve tamamlanmış bir kişiliğe ulaşamayacak, bazı konularda birbirine benzer fakat birbirinden ayrı müteşabih müslümanlar olarak yaşamaya devam edeceklerdir.
Mehmed ALAGAŞ
Ömer Muhtar 14-12-2014 17:59 #801 | selamaleyküm "...çünkü arayıcı düşünce yöntemiyle ayetlere yönelen bütün araştırmacıların aradıkları ve bulmak istedikleri gerçek, ayetin özünde olan aynı gerçektir. aynı adrese yönelen ve ayetteki aynı gerçeği bulup-anlamaya çalışan bu araştırmacılar, ilmi seviyelerine ve anlayış yeteneklerine göre birbirlerinden farklı menzillere ulaşsalar da, bunlar aynı anlayış istikametinde olan ve birbirini tekzip etmeyen farklı menzillerdir. bu araştırmacı müslümanlar arasında ulaşabildikleri farklı menzillerden kaynaklanan bir ihtilaf değil, aynı anlayış istikametinden kaynaklanan rahmetli bir birliktelik ve birbirini tekzip etmeyen bir bilgi alış-verişi vardır." bu cümleler beni islam ile ilk tanıştığım günlere götürdü; o günlerde yoğun bir kitap okumasına başlamış, ama belam kimdir? Allah adına aldatan kimdir? okuduğum araştırmacı yazarların arasında böyle kimseler varmı diye endişe ediyordum. o günlerde Kur'an-ı Kerimi de yeterince anlayamadığım için ölçü alamıyordum. işte alagaş kardeşimin bu cümlelerde belirttiği yaklaşım benim için ölçü oluyordu. karşılaştırmalı okuma yaparak aynı ayetler hakkında birbirini tekzip etmeyen, birbirini tamamlayan şekilde sonuca varan araştırmacı yazarların kitaplarını okuduğumda o yazarlar hakkında olumlu kanaatim pekişiyor ve rabbime hamdediyordum. Elhamdülillah alagaş kardeşimde bu yazarlardan biridir benim için. |
Mehmed Alagaş 17-12-2013 21:55 #173 | Ve aleykümselam Fatih kardeşim! Mest ayetiyle ilgili olarak yazdıklarına elbetteki ben de katılıyor ve özellikle soğukalgınlığı veya ayağında suya bağlı rahatsızlıklar yaşayan kardeşlerime uzun yıllardır ayaklarını yıkamayıp-gönül rahatlığı ile meshedebileceklerini söylüyorum. Şefaat konusunda yazdıklarını ise yeterince anlayamadım. Yorumunda “Şefaat bütünüyle Allah'a aittir!.” ayetiyle ters düştüğünü sandığınız ayetlerin meallerine bakınca internetteki mevcut meallerin % 90 nının yanlış olduğunu görmekteyiz." diyorsun. Mehmed abinin hiçbir ayetin hiçbir ayetle ters düşmeyeceğini defalarca söylediğini çok iyi bildiğinden hareketle ".. ayetiyle ters düştüğünü sandığınız" ifadesinin bir anlatım hatası olduğunu kabul ediyor ve daha dikkatli olmanı istirham ediyorum. İlgili ayetlerde meal yanlışları var derken meleklerle beraber Rahman'ın katında ahid alanların, Rahman'ın sözünden hoşlandığı kimselerin ve hak ile şehadet edenlerin Allah'ın izin vermesiyle şefaat edebilecekleri bildirilen bu gibi ayetlerde meal hatası olduğunu mu söylüyorsun? Meseleye tek boyutlu yaklaşıp "Allah'tan başka hiç kimse şefaat edemez" diyenlerin bu gibi ayetlere getirdikleri zorlayıcı teviller dışında gerçekten ciddi meal hataları olduğuna dair bir tesbitin varsa lütfen bu ayetleri ve bu ayetlerin doğru mealini Mehmed abine gönderiver. Kardeşlerimizle birlikte özellikle Rüstem abine selam ve sevgilerimi iletmek istiyorum. |
Mehmed Alagaş 17-12-2013 20:31 #172 | Merhaba Selçuk kardeşim! Şefaat olayında Yaratıcı'nın değil yaratılmışların konumunu ve fonksiyonunu açıklayan; "Şefaat etmek, bilindiği gibi bir kişinin kendisini azaptan kurtarabilmesinin ötesinde, birbaşka kişinin azaptan kurtulabilmesine vesile olabilmektir" tanımımızdan hareketle "Şefaatin yukarıdaki tanımına göre, Allah zümer ve enam surelerinde aracı olacağını mı ifade ediyor?" diyorsun!. Selçuk bu sorunda ciddi misin ve benim de bu soruyu ciddiye almam mı gerekiyor? Mehmed abinin şefaat olayında Rabbimizin konumuyla ilgili olarak kitabta yazdığı şu cümlelerden böyle bir sonuca mı ulaştın? "… Şefaatin yerini, zamanını ve kimlerin kimlere şefaat edebileceği gibi ayrıntıları açıklayan Rabbimiz, bu önemli meseleyi ayrıntıların ötesinde ve tüm vesilelerin üstünde hükme bağlarken şefaat olayının asıl itibariyle Kendisine ait olduğunu ve gerçek düzlemde Kendisinden başka şefaatçi olmadığını beyan etmektedir… Çünkü şefaatin yerini, zamanını, kimlerin şefaat edip etmeyeceğini, kimlere şefaat edilip-edilmeyeceğini ve hangi şefaatlerin kabul göreceğini sadece ve sadece Allah belirliyorsa, Allah elbetteki şefaatin gerçek ve yegane sahibi olmaktadır. Şefaatin gerçek sahibi olan Rabbimizin bazı yaratılmışlara şefaat izni vermesi, bu yaratılmışları şefaate ortak değil sadece ve sadece vesile kılmasıdır. Ayrıca bu Sünnetullah'a aykırı bir durum da değildir. Çünkü temel konularda hüküm koymak gibi uluhiyyetle ilgili fiillerde peygamberler de dahil olmak üzere hiç kimseye bu izni ve bu yetkiyi vermeyen Rabbimiz, rahmet ve merhametle ilgili fiillerde kullarını buna teşvik etmekte, onların rahmet ve merhamete vesile olmalarını dilemektedir. Kendisi Rezzak olmasına rağmen bizleri de yoksulu yedirmeye, Kendisi Rahman olmasına rağmen bizleri de rahmet ve merhamete davet etmektedir…" Lütfen anlamaya çalış.. |
Selcuk Ege 17-12-2013 11:54 #171 | Allah Şefaat Edebilir mi? (Yani Aracı olabilir mi?!!) Merhaba Mehmet Abi, hazır şefaat konusu açılmışken benimde ilave etmek istediğim birşeyler var. Halk arasında Şefaat; birini kurtarmak ya da birine yarar sağlamak maksadıyla bir büyüğün nezdinde ‘aracı’ olmak, suçlunun suçunu affettirmek için talepte bulunmak demektir. Şefaat etmek, bilindiği gibi bir kişinin kendisini azaptan kurtarabilmesinin ötesinde, birbaşka kişinin azaptan kurtulabilmesine vesile olabilmektir.(Mehmed ALAGAŞ, Müteşabih Müslümanlar, sayfa:98) Tanımı bu şekilde yapılan bir şefaat terimini Allah kuranda 2 yerde şöyle kullanmaktadır: “De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. (zümer 44) Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an'la) uyarıp-korkut; onların ondan başka ne velileri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki korkup-sakınırlar. (enam 6) Şefaatin yukarıdaki tanımına göre, Allah zümer ve enam surelerinde aracı olacağını mı ifade ediyor? Rabbimiz aracı değil hüküm sahibidir. Onun aracı olması mümkün olmadığına göre, o zaman tek seçenek kalıyor: Şefaatin tanımı, “aracı olmak” değil. Şimdi bu yeni duruma göre şefaat konusunda bütün taşlar yıkılmış olmuyor mu? Yıllarca bizim yukarıda ki tanımları yaparak kurana göre yanlış mı yaptık?, Yanlış mı yaptılar? Selametle... |
Fatih Sağlam 17-12-2013 10:00 #169 | AYAĞI MESH ETME VE ŞEFAAT Selamun Aleykum... Lise yıllarında ayağın mesh edilmesi olayı hakkında derin bir çelişkiye düşmüştüm. İnternetin yaygın olmadığı, hatta hiç olmadığı dönemden bahsediyorum. Her gün dedemin ve diğer ihtiyarların deriden yapılmış, her tarafı kapalı, bir tarafında fermuar olan, bir nevi ayakkabı olan mestlerini mesh edişlerini görür içime bir şüphe düşerdi. Çevremde ayakkabı üzerine mesh yapanları da görmüyor değildim. Bu konuyla ilgili bir sürü de hadis rivayetleri mevcuttu. Oysa o zamanlarda ulaşılabilir bir kaç Kuran mealini okuduğumda, Allah'ın abdest ayetini görüyor, “ayaklarınızı yıkayın!” emriyle irkiliyordum. Kuranda açıkça “yıkayın” denilen ayakların, hadisler ve sünnet baz alınarak mesh edilmesi bana açıkça yanlış gelen bir uygulama idi. Bir müddet sonra bu konuya eğilir eğilmez ve adını dahi o günlerde hiç bilmediğim tefsir kaynaklarına bakınca gördüm ki, Kuran “Ayaklarınızı yıkayın demiyor!” ayakların mesh edilmesi yada yıkanması konusunda tercihi bize bırakıyor. Ama ne yazık ki Kuran'ı Türkçeye tercüme eden meal yazarlarının mezhebi ve kişisel düşüncelerini Allah'a nispet ederek, Kuran'da olmayan bir şeyi bizlere nasıl yedirdiklerini fark ettim. Abdestle ilgili bu durum halen de devam etmekte. Açın bakın Maide 6. ayete. 24 mealden sadece 7 tanesi ayağın mesh edilebileceğini yazmış. Ali Bulaç ise parantez açarak “Yıkayın” demekte. Başka ayetlere de bakınca Ali Bulaç’ın bir çok ayet tercümesinin hatalı olduğu görünmekte. Durum buyken, biz bu meallere nasıl güvenebiliriz ki? Halk arasında otorite kabul edilmiş meal yazarları hala kuranı insanlara yanlış takdim ediyor, bizlerde onların yanlışları üzerinden çelişkileri gidermenin yollarını arıyoruz.Toplumda söylenegelen bir söz vardır: “bir deli bir kuyuya taş atmış, bin akıllı çıkartamamış.” Toplumun şefaat olayında düştüğü yanlışta işte tam burada başlıyor. “içinde Allah'dan başkasının Şefaati var” diye lanse edilen ayetlerin, Şefaatin bütünüyle Allah'a ait olduğunu söyleyen ayetlerle çelişemeyeceğini söyleyerek başka bir çıkar yolu arama yoluna gitmektedir insanlarımız. Müteşabih Müslümanlar adlı kitabın, 104. sayfasında aynen şöyle diyorsunuz Abi; “ilk 3 başlıkta zikrettiğimiz ayetler olmasaydı ve şanı yüce rabbimiz konuyla ilgili olarak sadece bu ayetleri indirseydi elbetteki “Allahtan başka hiç kimse şefaat edemez” diyerek meseleyi kapatırdık. Ancak Rabbimiz diğer başlıklarda gördüğümüz ayetlerde beyan edildiği gibi meleklerle beraber Rahmanın katında ahid alanların, Rahmanın sözünden hoşlandığı kimselerin ve hak ile şahadet edenlerin Allahın izniyle şefaat edebileceklerini bildirmektedir….” Abi, “Şefaat bütünüyle Allah'a aittir!.” Ayetiyle ters düştüğünü sandığınız, ayetlerin meallerine bakınca internetteki mevcut meallerin % 90 nının yanlış olduğunu görmekteyiz. Bu oran size fazla gelmesin, emin olun ki birkaç tanesi hariç hepsi yanlış tercüme etmiş. Bir iki harf eksik yada fazla yaparak anlamı öyle bir kaydırmışlar ki; kendi tarikat ve mezhebi düşüncelerinde yer alan şefaat algısına dönüştürmüşler. |
Ömer Muhtar 16-12-2013 22:28 #168 | şefaat ya da kader meselesi alagaş kardeşim Allah'ın selamı üzerine olsun, rabbim anlayışımızı genişletsin bu site ile ilgili ettiğim umud ve duaya rabbim inşaallah hayırlısı ile icabet etsin. üzüntüm odur ki; şefaat meselesi de kader meselesi gibi ümmet içinde bir yara. rabbim; eğer bu ihtilaflar bu dünya hayatında çözülecek ihtilaflarsa bize basiret ve feraset ver, anlayışımızı genişlet. yok, ahirette senin hak olarak doğrusunu açıklayacağın bir ihtilafsa biz ümmetimuhammedi vahdetten ayırma. amin. |
Mehmed Alagaş 16-12-2013 20:21 #167 | Ve aleykümselam Halime kardeşim! Müteşabih Müslümanlar çalışması, esas itibariyle aynı konuyla ilgili benzer ayetlerin birbiriyle tefsir edilmesini önceleyen ve öğütleyen bir çalışmadır. Bu kitab çalışmasının ana mesajını yeterince anlayamamış olacaksınız ki, şefaat konusundaki yaklaşımınızı konuyla ilgili ayetler bütünlüğüne değil, bu bütünlükten kopardığınız kısmi ayetlere dayandırıyorsunuz. Mesela aynı günde şefaatin olmayacağını beyan eden ayetlerle beraber şefaatin olacağını da bildiren ayetleri çelişkisiz bir şekilde anlayabilmemiz için hesap gününe ait getirdiğimiz açıklamayı anlamış olsaydınız, eleştirinizi meselenin sadece bir boyutunu açıklayan birkaç ayetle temellendirmezdiniz. Bu kitab çalışmamızda kimlerden şefaat beklenebilir konusunda; "Salih yaşantıları ve güzel akibetleri Kur'an-ı Kerim'de bildirilen peygamberler dışındaki kimselerden şefaat uman ve şefaat bekleyen insanlar, ilimden uzak zanni bir umud ve beklenti içindedirler" dedikten sonra, "Her ümmete kendi içlerinden bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Sana bu Kitab'ı (gerekli) her şeyi açıklayan, hidayet, rahmet ve müslümanlara da bir müjde olarak indirdik.(16-Nahl 89) hitabına mazhar olan Resulullah (s.a.v.)'in şefaatini ummak, müslümanlar için elbetteki en doğru ve en kuvvetli bir şefaat umudu olacaktır" dedik ve, "Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem de mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret (bağışlanma) dile. Allah sizin dönüp-dolaşacağınız yeri de, varıp duracağınız yeri de bilir. (47-Muhammed 19)" ayet-i kerimesindeki İlahi teşviğin hesab gününe kadar uzanabileceğini belirttik. Resulullah (s.a.v.)'in şefaat edebileceği ile ilgili umudumuzu bu ayetlerle kuvvetlendirip, açıklamaya çalışmamızı biraz anlamanızı ve Efendimiz (s.a.v.)'le ilgili bu kanaatinizi; "Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur'an'la) namaz kıl. Olur ki (sen de umabilirsin ki) Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a (övülmüş makama) ulaştırır. (17-İsra 79)" ve "(Ey Muhammed) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. (21-Enbiya 107)" ayetleri ışığında bir kez daha düşünmenizi diliyorum. Allah'a emanet olalım.. |
Halime Özdemir 16-12-2013 16:15 #165 | Şefaat S.A. müteşabih müslümanlar kitabında Peygamberin şefaat edebileceği sonucunu çıkarmışsınız. Bu çıkarım aşağıdaki ayetleri boşa çıkarmıyor mu? Ayrıca 23 ayetten sadece 8'i şefaaati şartlı ele almış, o da olumsuz anlamda. açık ayetler duruyorken nereye çeksen oraya çekilecek ayet mealleri üzerinden peygamberin şefaatçi olacağını söylemeniz doğru değil bence. “(O gün) hiçbir insanın bir başka insana fayda veremeyeceği gündür. Talimat vermek / Tasarrufta bulunmak tamamen Allah’a mahsustur.” [İnfitar /19] “Hiç kimsenin, hiç kimseye, hiçbir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, kimseden kurtuluş akçesi alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği günün dehşetinden korkun”. [Bakara /48], “Öyle bir günden korkun ki” ifadesi tüm insanları içine almaktadır. “Yargı Günü’nün ne olduğunu sen bildin mi? Evet, bildin mi nedir o Yargı Günü? O gün kimse kimse için bir şey’e mâlik olamaz, (kimse kimseye hiçbir şekilde yardım edemez) emir o gün Allah’ındır” [İnfitâr /19] “Cehennemde olanı sen mi kurtaracaksın?” hayırlı günler |
Abdullah 01-12-2013 14:06 #90 | ÖNEMLİ VE ÖZEL BİR TESPİT OLMUŞ "Müteşabih ayetler muhkem zannedilip, kişisel yorumlarla bu ayetlerden muhkem anlamlar çıkarılması elbetteki sapmanın ve sapıklığa yönelmenin ilk küçük adımıdır. Bu küçük adımdan sonra bazı muhkem ayetler, muhkem zannedilen müteşabih ayetlere göre te'vil edilmeye başlanmakta ve bu önemli mesele çok daha vahim, çok daha tehlikeli bir içerik kazanmaktadır. Çünkü muhkem ayetlerin müteşabihlere göre te'vil edilmeye başlanması demek, Kur'an-ı Kerim'in anası ve yüce dinimizin kemik yapısı olan muhkem ayetlerin zayıflatılması, İslam'ı ayakta ve müslümanları bir arada tutan muhkem anlamlarından uzaklaştırılması demektir." "muhkem ayetler, muhkem zannedilen müteşabih ayetlere göre te'vil edilmeye başlanmakta "...diyerek bu gün Ümmet coğrafyasının içinde bulunduğu durumun en önemli nedenlerinden birini resmediyorsunuz. HOCAM HÜRMET VE SAYGILARIMLA.. |