Eski Masaüstü Görünüm

Türkçe Kur’an Meali


Euzubillahimineşşeytaniracim Bismillahirrahmanirrahim

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınarak, Rahman ve Rahim olan Rabbimizin adıyla başlıyoruz. Bizlere bu yüce Kitab'ı indiren ve günümüze kadar ilk günkü tazeliğinde koruyan Rabbimize hamdederiz. Bir hidayet rehberi olarak bu Kitab'ın bizlere indirilmesinde büyük bir rahmet vesilesi ve yaşanmasında rahmet örneği olan Resulullah (s.a.v.) Efendimize, bütün nebilere, resullere, sıddıklara, şehidlere ve salihlere salat ve selam ederiz.

Kur'an-ı Kerim'i okurken ve dinlerken, nasıl bir Kitab'ı okuduğumuzu ve dinlediğimizi bilmemiz gerekir. Kur'an-ı Kerim herkese, her kesime hitab eden açık ve anlaşılır bir Kitab'dır. İnsanların akıl, kültür, tahsil ve anlayış farklılıkları dikkate alınarak farklı biçim-anlatım veya versiyonlarda değişik kitablar halinde inmemiştir. Kur'an-ı Kerim tek bir Kitab'dır ve kültür veya anlayış farklılıkları ne olursa olsun herkese hitab etmekte ve her kesim için açık-anlaşılır bir davette bulunmaktadır. Ayetlerin hiç tahsili olmayan kimseler için bile açık ve anlaşılır olması, ilimde kendilerince yüksek noktalara gelmiş olan kimselerin bu ayetlerden daha fazla faydalanamayacakları anlamına gelmez.

Sureleri veya ayetleri anlam içerikli fotoğraflara benzetirsek, bu fotoğraflara kendi bulundukları yerden bakan kimseler dahi genel ve önemli gerçekleri farkedebilirler. Ancak bu surelere ve ayetlere -Kelam Sahibine tevekkül duygusuyla- yaklaşıldıkça ve Kur'an-ı Kerim'in bütününe bağlı tefekkür faaliyetleriyle ayetlerle ilgili fotoğraflar büyütüldükçe (bir önceki gerçeği tekzip etmeyen fakat anlam ve içeriğini zenginleştiren) yeni yeni gerçeklerle karşılaşılmaktadır. Sure ve ayetlerle ilgili bu fotoğraflar doğru bir istikametteki düşünsel çalışmalarla ne kadar büyütülürse büyütülsün pixel değerleri sonsuza doğru gittiğinden (beşeri fotoğraflarda son durak olan pixellerle-donuk renk kareleriyle değil) daha derin gerçeklerle karşılaşılmakta ve hangi anlayış seviyesine yükselinirse yükselinsin, İlahi kelamın bu yüceliğini görüp-bilenler için hiçbir zaman "Artık tamam. Bu sure ve ayetler hakkıyle görülmüştür, görülecek başka bir şey kalmamıştır" aşamasına gelinememektedir.

İşte bizler böyle bir Kitab'a,

böylesine muhteşem bir nimete sahip olan insanlarız. Ayetleri bu bilinçle okuyup dinlemeli, bu farkındalıkla düşünüp-tefekkür etmeliyiz. İçinde yaşadığımız böyle bir dünyada kendisini temizleyip-yenileyerek diri kalmak isteyen her kardeşimize, günde en az yirmi ayeti (tegannisiz sade bir kıraatle) metninden dinlerken, doğruya yakın bir mealden takip etmelerini önemle tavsiye ediyoruz. Bizim tavsiye dediğimiz bu farza göre kendilerini proglamlayıp, iş-seyehat veya hastalık gibi engelleri dikkate alarak programlarını iki-üç gün önünden takip edecek olan kardeşlerimizin, büyük hayır ve rahmetlerle karşılaşacağını umuyoruz.

Kur'an-ı Kerim'i bu sitede dinleyip mealini takip etmek istiyen kardeşlerimiz için ihlaslı okuyuşunu yüreğimizde hissettiğimiz Davud Kaya kardeşimizin güzel kıraatiyle birlikte "kuranmeali.org" sitesinden aldığımız kelime mealini de ilave ettik. Bu kardeşlerimize teşekkür ediyor ve Rabbimizden hayırlarına vesile olmasını diliyoruz.

İlk orijinalini seksenli yılların ortasında Ali Bulaç'ın mealinden alıp bilgisayara yüklediğimiz ve genel Kur'an anlayışıyla 25-30 yıldır tashih ettiğimiz türkçe mealin ise doğruya oldukça yakın bir meal olduğunu düşünüyoruz. Bu türkçe meal üzerinde ayet metnine sadık kalıp Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak gücümüz nisbetince titizlikle çalışmamıza rağmen elbetteki henüz farkedemediğimiz hatalarımız olmuştur. Bu hatalarımız mealde (arapça ifadenin bire bir karşılığını veremediğimiz için) olabileceği gibi, parantez içi ilavelerimizde de olabilir. Çünkü Kur'an ayetleri anlam itibariyle hem çok derin, hem de çok boyutludur. Parantez arası ilavelerimizle kendimize göre çok önemli gördüğümüz bu anlamlardan birisine işaret ederken, bizim gördüğümüz anlamdan çok daha önemli olan bir başka anlamı istemeyerek perdelemiş olabiliriz. Böylesi hatalarımızla karşılaştığınız zaman lütfen bizleri hemen ikaz ediniz. Ayrıca "kuranmeali.org" sitesinden aldığımız kelime meali bölümünde de bazı kelimelere anlam verilirken, ayete yüklenen genel anlam zannıyla bazı kelimelerin sözlük anlamı dışına çıkılmış olabilir. Bu gibi hataları gördüğünüzde bizleri uyarıp-ikaz ediniz ki bu çalışma hem sizin için, hem de kardeşleriniz için rahmet olsun.

Umduğumuz bu rahmetin sahibi olan Rahman'a emanet olun..

Mehmed ALAGAŞ



Yorum Yap


Yorumlar yeniden eskiye doğru sıralanmıştır.
Sıralamayı çevirmek için tıklayınız.

Orcan Tanyalçın
26-08-2021 00:00
#5179
Teşekkürlerimi iletmek için yazıyorum.

Bir sorum yok. Teşekkürüm şunun için; Arapça bilmemem nedeni ile değişik kaynaklardan tercümeler okuyarak Kur'an'ı anlama gayretindeyim. Kaynaklarım; Elmalılı Hamdi Yazır, Süleyman Ateş, Mehmet Okuyan, Bayraktar Bayraklı, Ömer Nasuhi Bilmen gibi değerli ilim insanlarıdır. En doğru meallleri sizde okudum. Bu bir gerçektir. Tercüme eden çoğu insan zannederim Kur'an'a saygıları nedeni ile kelime kelime (motamot) tercümeden vazgeçemiyor. Bence önemli olan "Mana" dır. Kur'an'la manada hemhal olmak. Bir adam dünyada başka ne isteyebilir ki? Ben sizin meallerinizde bunu görüyorum. Şahidim ki; Yüce Allah size değer vermemiş olsa, siz bu mealleri bizlere sunamazdınız. Bunu bilin istedim.


Bekir Ziya
18-11-2020 14:24
#4908
Selamün Aleyküm

Ne güzel bir açıklama bu hocam. Allah sizden razı olsun, ilminizi arttırsın Hocam.
Mehmed Alagaş
18-11-2020 14:01
#4907
Ve aleykümselam
Rahman (olan Allah) Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (açıklananı ve açıklamayı) öğretti. (55-Rahman 1…4)
Bekir kardeşim ayetteki sıralamayı dikkate alarak “Allah insanı yaratmadan önce Kur’an’ı kime öğretti?” sorusunu soruyorsun. Kur’an’ın ana kitab olan Levh-i mahfuzda bulunduğunu dikkate aldığımız zaman Rabbimizin insandan önce varolan seçilmiş varlıklara öğrettiğini düşünebilirsin. Ancak bu ayetler insanı muhatap aldığı için “Allah Kur’an’ı kime öğretti?” sorusunun ilk cevabı, bu soruya muhatap olan insandır. Meseleyi mahlukata göre değerlendirdiğin zaman elbetteki “İnsan yaratılmadan, insana nasıl öğretilir?” sorusuna takılabilirsin. Böyle bir durum veya sıralama mahlukat düzleminde söz konusu olsa da, zamandan ve mekandan münezzeh Rabbimiz için söz konusu değildir. Bizler sebeb olmadan sonuca ulaşamazken, bir şeyi yaratmak için sebebe muhtaç olmayan Rabbimiz önce sonucu daha sonra sebebi yaratabilir. Mesela aşağıdaki ayet-i kerimeyi bu anlayışla ele alabiliriz.,
“Biz de duasını kabul ederek kendisine Yahya'yı ihsan (armağan) ettik, eşini de salih (bedenen ıslah edip-doğurmaya elverişli) kıldık… (21-Enbiya 90)”
Şimdi Rahman suresindeki ayetlerin sıralanışına dikkat eden Bekir’e göre “Önce eşini salih (bedenen ıslah edip-doğurmaya elverişli) kıldık sonra kendisine Yahya'yı ihsan (armağan) ettik” denilmesi gerekirdi değil mi? Ama öyle değil. Çünkü O Rahman sebeb sonuç ilişkisindeki sıralamaya mecbur değil.
Dua ile..
Bekir Ziya
18-11-2020 13:36
#4906
Rahman 1...4

Selamün aleyküm hocam. Rahman Suresinde Rabbimiz, Kur'an'ı öğretti ve insanı yarattı diyor. Kur'an Allahu Teala'nın ezeli ilminden olduğu ve insan da mahluk için sıralamayı anlayabiliyorum ama Rabb'imiz Kur'an'ı kime öğretti, onu bir türlü anlayamadım. Rabb'imiz Kur'an'ı önce kime öğretti Hocam?
Mehmed Alagaş
15-10-2020 12:45
#4871
Ve aleykümselam Turgut kardeşim
İlgin ve duaların için Allah razı olsun. “Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı-devamlı ol. Hiç O'nun (esmalarında bir benzeri, bir) adaşı olduğunu biliyor musun? (19-Meryem 65)” ayetinde de beyan edildiği gibi Allah’ın esmalarında mutlak ve bilinen yegane sahip yine Rabbimizdir. Bilinen ve mutlak sahip olan Rahman, Rahim, Rauf, Gafur… sadece O’dur. Zaten arapçada “El” takısı da bu gerçeği belirtmektedir. Meal türkçe olduğu için "El" takısını kullanmadan “Rahman, Rahim, Rauf, Gafur…” diyor ve bu sıfatların mutlak manada sadece Allah’a ait olduğunun bilinmesini istiyoruz. Ayette de belirtildiği gibi bu esmalarda O’nun bir adaşı yoktur.
Turgut Akçakaya
15-10-2020 12:33
#4870
Sevgili hocam ALLAH razı olsun. RABBim ilminizi, takvanızı ziyade buyursun. Haddim değil elbette ama yazdığınız Kur'an meali ile ilgili makalenizden cesaret alarak katkıda bulunmak istedim. Çoğu ayetin sonunda yer alan ALLAH ın esmasını çevirirken, başlarındaki "el" takısı sanki karşılık bulmamış gibi. Parantez içlerinde biraz karşılık bulsa da, bu her esmada olmamış."ALLAH Rauf(merhametli olan)dur" ayetinde olduğu gibi. Bu çeviriler yapılırken en azından ALLAH el Rauf olandır veya ALLAH el aziz olandır şeklinde olmalı değil midir. Bu önemli olmasaydı elbetteki RABBimiz böyle zikretmez direk Rauf, Aziz, Hakim derdi. Daha öncede dile getirmiştim, harika bir eser. Nerdeyse başka meal okuyamaz oldum. Ama acizane farkettiğim bu oldu. Selam ve hürmetle, ALLAH a emanet olun.
Mehmed Alagaş
02-09-2020 12:41
#4833
Ve aleykümselam

Güzel duaların için Allah razı olsun Turgut kardeşim. Senin de dediğin gibi ayet metinli büyük boy olarak basmaya niyetimiz var, dua edin de Allah kolaylaştırsın. Ayet metnini ve Kur’an bütünlüğünü dikkate alarak tashih ettiğimiz bu meal çalışmamızın tashihi yaklaşık otuz yıldır sürmekte olup son nefesimize kadar devam edecektir. Elinizdeki meali yayınladıktan sonra bile yüzlerce ayette kısmi tashihlerde bulunduğumuz için mealin son şekli sitede yer aldığı gibidir. Gördükleri çok küçük hatalarda bile bizleri uyararak çok önem verdiğimiz tashihe katkı veren bütün kardeşlerimizden “Rahman razı olsun” diyor, rahmet dolu uyarılarının devam etmesini diliyoruz.
Turgut Akçakaya
01-09-2020 17:31
#4832
Kur'an Meali

Es Selamü aleyküm muhterem hocam. Mealleri çok irdeleyen ve bir ayet için onlarca meal karşılaştırma "hastalığı" olan biriyim. Bu durum haşa Kitabımızdaki çelişki ve tutarsızlıktan değil çeviricilerin çelişki ve tutarsızlığından. Elimden geldiği kadar Kur'an talebesi olmaya çalışmasam ayetlere verilen bazı manalar şüpheye düşürecek cinsten. Zorlamalar, kimseyi incitmemek adına verilen manalar, direk çeviri yerine buram buram yorum kokan çeviriler... Kimisi de resmen istediğini almak için haşa Kur'an'a sopa çekiyor. Kur'an bütünlüğünün dışında kalan çeviriler vs.. İnsan Kur'an okurken yorulur mu? İnanın bu sebeblerden yorulur. Hangisi doğru hangisi Kur'an'ın ruhuna uygun derken bir de bakmışsınız bitkin düşmüşsünüz. İşte bu anlamda gönlünüze, aklınıza, ilminize rahmet, ne güzel bir meal çalışmasıdır bu. Kitabı edindim ALLAH razı olsun. MaşaAllah. Ama muhderem hocam İnşaAllah niyetiniz vardır, mushaflı meal bekliyoruz. Okuduğumuz metnin arapçasına da göz atmanın pratikliği ve ihtiyacı adına lütfen mushaflı meal de basın.. Selam ve sevgilerimle.
Mehmed Alagaş
29-08-2020 12:47
#4824
Ve aleykümselam

Şükran kardeşim Zariyat 56 kulluk ve ibadetle ilgili tek ayet olsaydı, Allah’ın yaratmadaki dilemesini sizin de belirttiğiniz gibi “Bana” diyerek tek olasılığa bağlayamazdık. Ancak konuyla ilgili diğer ayetleri aynı bütünlükte değerlendirdiğimiz ve Allah’ın öncelikle şerri değil hayrı dilediğini dikkate aldığımız zaman imtihandaki İlahi muradın sadece Allah’a kulluk olduğunu söyleyebiliriz. İlmi kariyerinizden hareketle bu konuyla ilgili olarak "Müteşabih Müslümanlar" çalışmamızdan çok faydalanabileceğinizi düşünüyoruz.
Dua ile..


Şükran Karataş
29-08-2020 12:31
#4823
51-Zâriyât Suresi Ayet: 56

Sayın Mehmed Alagaş Üstadım;

Sayfanıza, tevakufen İlah ve İnsan konusu için, Ruhun bedenle birleşmesi hakkında araştırma yaparken karşılaştım. Sayfanızın özelliği ve güzelliğini de takdir etmeden geçemeyeceğim.

Sure zariyat 56 da aklıma takılan bir konuyu sizinle istişare etmek istedim. Üniversiteyi Arapça ve İslami ilimler üzerine yaptım, lakin Arapçamı ilerletme imkanım olmadı.


وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ. Burada Allah cc 'L' harficerini kullanarak, " Ben cin ve insanları sadece ibadet etsinler diye yarattim." diyor. (ya'buduni veya liya'buduni) demiyor. Biz otomatikman buradan Allah cc na ibadeti anlasak bile (...Bana ibadet etsinler diye yarattım...) demek ne kadar doğru olur acaba.

Hürmetlerimle

Şükran Karataş

Not: Bunlar da Mevlamın bana bağışladığı konular :

ve devamı...


Mehmed Can
25-08-2020 16:47
#4818
Selamunaleykum

Bekir ziya kardeşimin sorusu vesilesi ile verdiğiniz cevap beni bu konuda oldukça ayrıntılı aydınlattı Aĺlah senden razı olsun Mehmed hocam ayrıca Bekir ziya kardeşime güzel sorusu için de duâ ediyorum.
Selâm ve dua ile..
Bekir Ziya
25-08-2020 15:50
#4817
Selamün Aleyküm

Vaktinizi ayırıp sorumu cevapladığınız için teşekkür ederim hocam. Sağolun varolun.
Mehmed Alagaş
25-08-2020 12:49
#4815
Ve aleykümselam Bekir kardeşim

Bu ayetlere ön kabulsüz yaklaştığımız zaman anlatım akışı içinde Adem (a.s.) ve eşinin kastedildiğini görebiliriz. Burada önemle dikkate almamız gereken husus, doğan çocukları konusunda Allah’tan başka sebebler gören Adem (a.s.) ve eşinin bu yaklaşımları Rab katında ortak koşma olarak nitelenmesine rağmen tevbeyi gerekli kılan bu yaklaşımların Adem (a.s.) ve eşini bildiğimiz anlamda müşrik durumuna getirmediğidir. Ki Rabbimizin “Gerçek şu ki Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti. (3-Al-i İmran 33)” buyruğunda da belirttiği gibi alemler üzerine seçtiği Adem (a.s.)’ın bu hatasından döndüğünü ve kesin olarak tevbe ettiğini anlayabiliriz.

Peki hataları neydi, Allah’a neyi ortak koşmuşlardı?
Tabi ki kendilerini yani karı-koca olarak birleşmelerini bir katkı olarak görmüşlerdi. Nitekim günümüz dünyasındaki müslümanlar da dahil olmak üzere doğan çocuklarında kendilerinin de bir payı olduğunu düşünen, hisseden, söyleyen herkes Adem (a.s.) ve eşinin yaptığı bu hatayı tekrarlamaktadır. Bu hatayı bizler gibi sıradan insanlar yaptığı zaman makul karşılayan ve affeden Rabbimiz, Adem (a.s.) ve eşi yaptığı zaman bunu makul karşılamamış ve anladığımız kadarıyla kendilerini şiddetle ikaz etmiştir. Bunun nedeni devamındaki “Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? (7-A'raf 191)” ayetinde de işaret edildiği gibi onların bizler gibi ana babadan doğan değil yaratılan insanlar olmasıydı. Kendileri doğmayıp-yaratıldıkları için doğan çocukta kendilerinin de bir payı olduğunu düşünmeleri onlar için mazur görülmez bir durumdu.
Dua ile..

Bekir Ziya
25-08-2020 12:16
#4814
A'raf 189.190 hakkında

Selamün Aleyküm, 189 - O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle sükun bulması (durulup-yatışması) için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nihayet (yükü) ağırlaşınca ikisi de Rableri olan Allah'a "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua ettiler. (7-A'’râf 189
190 - Ama (Allah) onlara salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O'na ortaklar koşmaya başladılar. Allah elbette ki onların şirk koşmakta olduklarından (münezzeh ve) yücedir. (7-A'’râf 190) Sitenizden aldığım Araf Süresinin 189 ve 190. ayetlerini bağlamından koparmadan okuyunca sanki kendilerine verilen çocukla Allah'a(cc) şirk koşanların Adem ve Eşi olduğu anlaşılıyor.Bir kısım tefsirciler Adem ve Eşidir derken, Razi de Adem ve Eşi olabilir demiş. Eğer Adem ve Eşi ise, çocuğa karşı duydukları ölçüsüz sevgi mi bu hitaba sebep olmuş acaba? Tereddütte kaldım Hocam. Açıklarsanız sevinirim Hocam.
Mehmed Alagaş
22-06-2020 14:37
#4767
Ve aleykümselam

Murat kardeşim linkte anlattıklarını dinledik, ayeti anlamaya çalışırken zorlandığını ve bazı boşlukları kendi anlayışınla doldurduğunu gördük. Ayetleri tefekkür ederken ayetlere mana vermek için değil ayetlerdeki hak manayı anlamak için tefekkür etmeli ve ayetlerin zahir anlamından hiç uzaklaşmamalıyız. Sözünü ettiğin ayet ise Kur’an’daki en müşkil 4-5 ayetten birisi niteliğindedir. Dikkat edersen birçok ayetin hikmetine ve hak manasına ulaşabilmek için ayetine göre “Bunda iman edenler için…”, “Bunda akledenler için…” “Bunda sabredenler için ayetler vardır” şartı belirtilirken, bu ayetteki hak mana böylesi şartlara bağlanmamış ve konu akışının dışında “Allah kime hidayet verirse o hakka (doğruya) ulaşmıştır” buyurularak bu konudaki hakkı bulmanın Allah’ın dilemesine bağlı olduğu belirtilmiştir.

“(Onlara baktığında) görürdün ki, güneş doğduğunda mağaralarının sağına sapıp-meyleder, batarken de onları sol yandan (teğet) geçer-giderdi ve onlar onun geniş boşluğundalardı. İşte bu (durum) Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet verirse o hakka (doğruya) ulaşmıştır, kimi de saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bir veli bulamazsın. (18-Kehf 17)”

Üzerinde onlarca yıl düşündüğümüz bu ayet diğerleriyle birlikte ele alındığında zamanda yolculuğun ilmi sebeblerini ve yöntemini açıklamaktadır. Nitekim kendisine sebebler verilen Zülkarneyn (a.s.)’ın da aynı yöntemi kullandığını ilgili diğer ayetlerde görüyoruz. Ne maksatla kullanılacağını bilemediğimiz için Rabbimizin lutfuyla bu konuda karşılaştığımız bazı gerçekleri şimdiye kadar yazı düzleminde paylaşmak istememiştik. Şimdi ise bir kararsızlık içindeyiz. Paylaşmaya karar verirsek “Zamanda yolculuğun yöntemi ve Ashab-ı Kehf” başlığında yeni bir birlikte değerlendirme açabiliriz.
Dua ile..
Murat Toere
22-06-2020 13:16
#4766
Saygıdeğer hocam Mehmet Alagaş

Kehf suresi 17. ayet birçok ilim ve bilimi içerisinde barındırıyor. Lütfen bu ayeti de benim anladığımın ötesinde değerlendirirseniz sevinirim. Youtube linkinde konu ile ilgili birkaç değerlendirme yaptım. Siz de gözden geçirin ve bu konuyu lütfen işleyin.


insandergisi.com :

Video artık kullanımda olmadığı için yayından kaldırılmıştır.

12 Haziran 2022


Mehmed Alagaş
18-04-2020 13:25
#4446
Ve aleykümselam

Sorduğun sorunun cevabını alıntıdaki “..kurtulmak için araya bir vesile koymak veya Allah’ın izniyle bu vesileden yardım beklemek, bizler için, bizler gibi müslümanlar için çok tabi ve Rabbimizin makbul olmasa da makul karşılayacağı bir şey olmasına rağmen; Yusuf Aleyhisselam gibi bir peygamber için, küçük de olsa bir hata idi..” cümlesiyle ve devamındaki açıklamayla veriyoruz Fatma. Yeterli olmadıysa 23 Mesele kitabımızın “Peygamberlerde günah anlayışı” bölümünü dikkatlice tekrar okuyabilirsin.
Fatma Ceren
18-04-2020 00:52
#4445
Selamun Aleyküm

Cevabınız için teşekkür ediyorum lakin anlayamadığım husus şu, Musa a.s. bizzat kendisi de unutma işinin içinde iken, bu açıklamanızı anlayabiliyorum. Fakat Yusuf a.s. unutma işinin tamamen dışında. Neden Yusuf a.s.'ın hem de haksız yere zindana atıldığı halde, oradan kurtulmaya gayet insani olarak bir vesile tayin etmesini "hata" olarak tanımlıyoruz? Ve unutan kişiyi neden hiç sorgulamıyoruz? Siz ayetlerin zahiri manasından kopmadan yorumlamayı bize öğrettiniz. Bu öğretiyle, en sade halde, kurtulan adam (bilmediğimiz) bir hata yaptı, şeytan ona unutturdu ve sonucunu da tıpkı kadınların tuzağının sonucunu haksızlıkla ödediği gibi Yusuf a.s. yıllarca daha zindanda kalarak ödedi... diyemez miyiz? Onca sıkıntıya maruz kalan Yusuf a.s.'ın hem de işlemediği bir suç nedeniyle tutulduğu zindandan dışarıya bir bağlantı fırsatını değerlendirmek istemesinin, tevekkülündeki eksiklikle tanımlanması Yusuf a.s.'ı düşündüğümde içimi acıtıyor...
Mehmed Alagaş
17-04-2020 14:11
#4444
Ve aleykümselam Fatma

“Gerçek şu ki iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir sultanı-nüfuzu (yaptırım gücü) yoktur. Onun sultanı-nüfuzu (yaptırım gücü) ancak onu veli (dost) edinenler ile onunla Allah'a ortak koşanlar üzerindedir. (16-Nahl 99.100)” ayetlerinde de de beyan edildiği gibi şeytan aleyhillanenin mü’minler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir yaptırım gücü yoktur. Bu durum Rabbimizin açık bir vaadi olmasına rağmen şeytan aleyhillanenin nasıl olup da mü’minlerin ve hatta bazı peygamberlerin işlerine müdahale edebildiğini soruyorsun.

Bu olayda üç ayrı taraf vardır. Rabbimiz, şeytan aleyhillane ve biz mü’minler. Rabbimiz vaadinden dönmeyeceğine, şeytan müdahale etmekten vazgeçmeyeceğine göre bu durumun sadece bizle, bizim hatalarımızla ilgisi vardır. Daha açık bir ifadeyle şeytan aleyhillaneye bu müdahale fırsatını bazı yaptıklarımız veya yapmadıklarımızla bizler verdirmekteyiz. Bu genel yaklaşımla söz konusu ettiğin ayetleri anlayabilmemiz hiç zor değildir.,

“İkisinden kurtulacağını sandığı (kendisine verdiğimiz ilimle kurtulacağını düşündüğü) kişiye "Efendinin yanında beni an (hatırlat)" dedi. Fakat şeytan, efendisine anıp-hatırlatmayı ona unutturdu ve böylece (Yusuf) daha nice yıllar zindanda kaldı. (12-Yusuf 42)”

Bu ayeti “Yaratılış ve İnsanlık Tarihi” kitabımızda şöyle açıklamıştık.,
“..Burada dikkatimizi çeken husus gencin unutması ve efendisine hatırlatmaması değildir. Çünkü ayet-i kerimede bunun nedeni bildirilmekte ve “Şeytan ona unutturdu” buyurulmaktadır. Bizim burada dikkatimizi çeken ve üzerinde durmamız gereken husus, bir peygamberin tenbihine ve Yusuf Aleyhisselam gibi bir peygamberin temennisine, şeytanın nasıl müdahale ettiği, nasıl müdahale edebildiği veya bu müdahale fırsatını nasıl bulduğudur? Nasıl oluyor da bu lanetli şeytan, bir peygamberin tenbihini unutturarak, o peygamberin çok uzun yıllar zindanda kalmasına neden olabiliyor!.
Bu soruyu düşündüğümüz zaman, şeytan aleyhillanenin bu müdahale fırsatını Allah'a rağmen elde etmediğini, kesinlikle elde edemeyeceğini biliyor ve ona bu müdahale fırsatını, herşeyi hakkıyle gören ve bilen Allah'ın verdiğini anlıyoruz. Sonra "Neden, iyi ama neden?" sorusu düşüyor gönlümüze. Ve kıssayı ve Yusuf Aleyhisselam'ı ve onun zindan arkadaşına söylediği bu sözü tekrar tekrar düşünmeye başlıyoruz.
"Efendinin katında beni an"
İşte bu söz, hiç kuşkusuz ki Rahman olan Rabbimizin katında yadırganan, hoş karşılanmayan bir söz olmuştu. Çünkü kurtulmak için araya bir vesile koymak veya Allah’ın izniyle bu vesileden yardım beklemek, bizler için, bizler gibi müslümanlar için çok tabi ve Rabbimizin makbul olmasa da makul karşılayacağı bir şey olmasına rağmen; Yusuf Aleyhisselam gibi bir peygamber için, küçük de olsa bir hata idi. Rahman olan Rabbimiz, özellikle tüm peygamberlerin sadece Kendisine yönelmelerini, ne isteyeceklerse önemle ve öncelikle Kendisinden istemelerini dilemektedir.
Kaldı ki Yusuf Aleyhisselam’ın bu konuda daha özel bir konumu da vardı. Çünkü uzun yıllar önce kuyuya bırakıldığında, hiçbir vesilenin ve habercinin bulunmadığı o kuyunun karanlık derinliğinde, Rahman olan Allah onu görmüş, ona seslenmiş ve onu kurtarmıştı. Bu apaçık yardımı yaşayan Yusuf Aleyhisselam’ın, zindan arkadaşına “Efendinin yanında beni an, benim durumumu anlat” demesi, elbetteki Rabbimizin hoşnutlukla karşılayacağı bir söz değildi. Çünkü bu sözü bizler gibi ayakta durmakta zorlanan sıradan bir müslüman değil, Yusuf yani Kerim oğlu, Kerim oğlu, Kerim oğlu Kerim olan Yusuf Aleyhisselam söylüyordu.

Yusuf Aleyhisselam zindan arkadaşına bu sözü söylemeye niyetlendiğinde, şanı yüce Rabbimiz “Ey Yusuf!. Sen zindana onların hükmüyle girmedin ki, onların merhametiyle veya adaletiyle çıkasın!. Benim veli olduğum, Benim dost ve yardımcısı olduğum bir kulu, Bana rağmen kim zindana atabilir ki!. O halde Benim, sadece Benim İlahi takdirimle orada bulunuyorsan, Ben’den başkasına niye haber gönderiyor, içinde bulunduğun durumu Ben'den başkasının hatırlamasını, Ben'den başkasının görmesini neden istiyorsun? Ben sana yetmez miyim ya Yusuf?” deseydi, Yusuf Aleyhisselam bir anlık hata ile söyleyeceği o sözü, ağzından çıkmadan dişleriyle parçalamaz ve o sözden hemen uzaklaşmaz mıydı?
Elbetteki uzaklaşırdı.
Ancak bu olay, kıssadaki diğer bazı olaylar gibi gerçekleşmesi mukadder olan bir İlahi takdirdir. Daha önce Yusuf Aleyhisselam’ı kurtların yemesinden endişe eden Yakup Aleyhisselam’ın bir anlık korkusunu nasıl yorumlamışsak; Yusuf Aleyhisselam’ın bu küçük hatasını da aynı şekilde yorumlamamız gerekecektir. Çünkü İlahi takdir gereği yaşanması gereken bir imtihan, bazen küçük bir gaflet ve küçük bir hata vesilesiyle de olsa illa ki yaşanacaktır. Bu İlahi takdirin önüne geçmek veya bu İlahi takdiri değiştirmek mümkün değildir.
Şimdiki takdir ise,
Yusuf Aleyhisselam’ın daha uzun yıllar zindanda kalması, karanlık zindandaki sabır ve tevekkülle, nur dolu bir iç aleme ve çok aydınlık bir kişiliğe kavuşmasıdır!..”

Fatma bu yazılanlar yeterli, öyle değil mi? Kehf suresindeki şeytanın unutturmasında ise Musa (a.s.)’ın bir hatasıyla karşılaşıyoruz.,

“Hani Musa genç-yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar (devamlı gideceğim ve sahilden) hiç ayrılmayacağım, ya da (yakın zamanda ulaşamazsam bu yolda) uzun yıllar yürüyeceğim." Böylece ikisi, ikinin (iki denizin) birleştiği yere ulaşınca balıklarını unuttular. (Balık da) denizde 'bir tünel veya bir menfez bulup' kendi yolunu tutup-gitti. (İki denizin birleştiği yeri) geçtiklerinde, (Musa) genç-yardımcısına "Kuşluk yemeğimizi getir, yaptığımız bu yolculuktan andolsun ki epey yorulduk" dedi. (Genç-yardımcısı) dedi ki "(Başıma geleni) gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı, o da şaşılacak bir şekilde (bir yolla) denizde kendi yolunu tutup-gitti." (18-Kehf 60…63)

Bu ayetlere dikkat edilirse balığı unutan sadece genç yardımcı değildir. “Balıklarını unuttular” ifadesine Musa (a.s.) da dahildir. Peki şeytan aleyhillane Musa Aleyhisselama bile balığı nasıl unutturabilmiştir? yine “Yaratılış ve İnsanlık Tarihi” kitabımızda açıkladığımız gibi Musa (a.s.)’ın yola çıkarken kesin konuşması ve İnşaallah” dememesidir. Nitekim Kehf suresinin ana konularından birisi de, bir işe niyetlenirken kesin konuşulmaması ve “İnşaallah” denilmesidir.
Fatma Ceren
17-04-2020 13:07
#4443
Yusuf Suresi Ayet: 42

Selamun aleyküm Mehmed Abi,
bu ayette ve Kehf suresinde de, şeytanın unutturduğu ifadesi geçiyor. Hâlbuki şeytanın herhangi bir zorlayıcı etkisi ve gücü yoktur. Bu unutturmayı nasıl anlamalıyız?
Teşekkürler.
Mehmed Alagaş
23-02-2020 13:56
#4399
Selamunaleyküm

Fuat kardeşim yakin kelimesinin bir şeyi şüpheden uzak bir şekilde sağlam, kesin ve doğru olarak bilme anlamını esas aldığımızda, Kur’an-ı Kerim’e göre biz insanlarda herhangi bir gerçeğe karşı yakin oluşması genelde üç ayrı biçimde gerçekleşmektedir. Bunlardan ilki “Ve onlar sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de yakinen (kesin olarak) inanırlar. (2-Bakara 4)” buyruğunda ifade edildiği gibi imani bir yaklaşım ve salih amellerle elde edilen yakindir. Bu salih mü’minler ahireti henüz görmemiş olsalar dahi ahirete yakinen inanırlar. İkincisi “Hayır, eğer siz ilm'el yakin (kesin bir bilgiyle) bilmiş olsaydınız. Elbette alevli ateşi (ilm'el yakin) görürsünüz. (102-Tekasür 6)” ayetleriyle beyan edilen ilm’el yakinliktir. Tahkiki imana ve ilme dayalı bu yakinlik insanı öyle bir dereceye çıkarır ki, alevli ateşi anlatan ayetleri okurken ilm’el yakin bu iman ile alevli ateşi görüp-hissederler. Yakini oluşturan üçüncü husus ise “Sonra onu hiç tartışmasız ayne'l yakin (gözünüzle-somut olarak) göreceksiniz. (102-Tekasür 7)” buyruğunda belirtilen ayne’l yakin durumudur. Ayetleri açıkça görmekle ilgili bu ayne’l yakin durumu kişiye özel konumlarda “Böylece İbrahim'e yakinen (kesin olarak) inananlardan olması için göklerin ve yerin melekutunu (hükümranlığını) gösteriyorduk. (6-En'am 75)” şeklinde gerçekleşirken, insanlığın geneline şamil olarak ölümden sonra perdelerin kalkmasıyla gerçekleşmektedir. Nitekim inkarcıların öldükten sonra “Sonunda yakin (kesin bir gerçek olan ölüm) bize gelip-çattı." (74-Müddessir 47)” diyerek ölümü değil yakini zikretmeleri, perdeler kalktıktan sonra ayne'l yakin karşılaştıkları gerçeklerin ölümden çok daha önemli olduğunu göstermekte ve bu inkarcılar “…Şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir de salih amelde bulunalım. Artık biz yakinen (kesin olarak) inananlarız… (32-Secde 12)” demektedirler.

Bu kısa açıklamadan sonra şu hususu dikkate almalıyız ki peygamberler de dahil olmak üzere mü’minlerin dünya hayatında imanla, salih amelle, ilimle ve bazı ayetleri görerek elde edecekleri yakin, hiçbir şekilde bütün İlahi hakikatlere yönelik genel bir yakin değildir. Bazı mü’minler Allah’a, ahirete, resullerine ve kitablarına yakinen iman ederken ve peygamberlerde bu yakin yelpazesi daha geniş iken bütün bunlar genel değil kısmi yakin durumlarıdır. Nitekim birçok konuda yakin elde etmiş olan Resulullah (s.a.v.)’i muhatab alan “Ve sana yakin (perdelerin kalkacağı ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et. (15-Hicr 99)” ayetinde de kendisinde zaten var olan kısmi değil, ölüm ve ayne’l yakin ile gerçekleşecek olan genel yakin durumu işaret edilmektedir.
Dua ile..
Fuat Arslan
23-02-2020 12:33
#4398
Sure: 15-Hicr Suresi Ayet: 99

Merhaba Mehmed Bey;
Hicr 99’da geçen yakin kelimesi genel kabul görmüş anlamıyla “üzerinde şüphe olmayan bilgi demek. Bir çok mealde sizin de patantez içinde yazdığınız ölüm olarak çevrilmiş. Bir hocamız Hakkel yakin manasındadır ölüm anlamı yoktur diyor. Burada geçen yakin kelimesine. Sizİn Türkçe çevirisinde yakin yerine üzerinde şüphe olmayan gerçek bilgi olarak kullanmamanızın nedeni nedir acaba? Bu kelime ile ilgili bilgilerinizi paylaşırsanız çok sevinirim.
Kenan Balli
03-12-2019 19:56
#4327
Selâmünaleyküm,

Hocam Size Bazi Ateist cevrelerin kötu amacla kullandiklari bir ayet hakkinda bilgi almak istiyorum cevap verirseniz sevinirim 50 yakin meal inceledim Bazi müfessirler Baska ankam veriyor Bazi hocalar Baska anlam veriyor .Ayet hud süresi 78 bu Ayeti kullanan Ateist ler Hz lut a.s kizlarini nasil olurda spik bir kavme kizlarimla evlenin diye bilir diyorlar ve bunuda kullaniyorlar Bazi hocalar bunun kavmin kizlari icin söyledigini söylüyorlar Bu ayeti hic bir yorum olmadan allahin nedemek istedigin ögrenmek istiyorum hocam.Ateistlerle bu konuda tartsdigimizda hicr 71 suresinide bizlere de gösteriyorlar bu konuda sizin degerli bilginizden yararlanmak istiyorum hocam.bu olay tevrat Sodom ve gomoranin yikilis bölümundede geciyor.Hz.lut a.s kizlarini evlendirdigi geciyor bunuda bir parantez bilgi olarak yazdim Hocam .Selam ve dua ile..


insandergisi.com :

Sayın Kenan BALLİ,
Ve aleykümselam değerli kardeşimiz birçok tefsirde yeterince anlaşılmayan bu ayet "Beklenen Müslümanlara - Yaratılış ve İnsanlık Tarihi" kitabında açıklanmaktadır. Sitedeki mealde de bu açıklığı görebileceğinizi hatırlatarak ilgili kitaptan kısa bir alıntı paylaşıyor saygı ve selamlarımızı sunuyoruz;

"...Yine durdu, yine ne yapacağını şaşırdı Lut Aleyhisselam. Bu gözü dönmüş insanlara ne söyleyeceğini, ne söylemesi gerektiğini bilemedi. Onların daha önce talip oldukları fakat "Sizler müslüman olmadan, kızlarımı nikahlama hakkınız yoktur" diyerek, onlara vermediği kızlarına baktı. Belki bu sapıklıktan vazgeçerler umuduyla kızlarını işaret ederek "Ey kavmim. İşte benim (sizlere daha önce vermediğim) kızlarım, bunlar(ı nikahlamanız) sizler için daha temizdir. Artık Allah'tan korkun ve beni misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan (reşid) bir adam da yok mu? (11-Hud 78)" dedi.

Yoktu, Lut Aleyhisselam'ın evini basan azgınlar arasında, ne yazık ki aklı başında hiçbir adam yoktu. Nitekim Lut Aleyhisselam’a dönerek ve ona daha önce söylediği "Sizler müslüman olmadan, kızlarımı nikahlama hakkınız yoktur" sözünü hatırlatarak "Andolsun, senin kızlarında bizim hakkımız olmadığını sen biliyorsun. Bizim (şimdi) ne istemekte olduğumuzu da gayet iyi biliyorsun. (11-Hud 79)" dediler..."


Mehmed Alagaş
30-01-2019 22:36
#3724
Ve aleykümselam Melike kardeşim,

İnsanlar bazı kararlar vereceği, bazı tercihlerde bulunacağı zamanlar yüzlerini öncelikle dikkate aldıkları kişilere çevirirler. Bazısı eşini, bazısı çocuklarını, bazısı amirini, bazısı patronunu önceleyerek bu kararları verirler. Varoluşçuluk felsefesine göre bu bir insanın özneliğini kaybederek nesne durumuna düşmesi ve özgürlüğünü kaybetmesi anlamına gelir. İslam’da ise yaratılmış kulları değil sadece ve sadece Allah’ı özne olarak kabul etmek, bu eşsiz özneye yüzümüzü dönmek ve diğer yaratılmışlar karşısında özgürlüğü yaşamak vardır. Dolayısıyle bu ve benzer ayetlerdeki yüzü Allah’a döndürmenin ve O’na teslim etmenin geniş anlamı, dünya hayatında karşılaşacağımız her meselede yüzümüzü öncelikle Allah’a çevirmek, önemle Allah’ı dikkate almak ve O’nun emirlerini tam bir teslimiyetle yaşayarak rızasını kazanmaya çalışmaktır. Yüzümüzü Allah’a döndürdükten sonra elbetteki O Rahman’a hem dua eder, hem de tenzih ve takdislerde bulunuruz.
Melike Aktaş
30-01-2019 22:33
#3723
Sure: 31-Lokman Suresi Ayet: 22

Yüzünü Allaha yöneltmek dua ederek mi yöneltmektir??
Mehmed Alagaş
13-09-2018 12:18
#3322
Ve aleykümselam

Murtaza kardeşim sitedeki bu meal çalışmamızda birçok ayeti daha açık hale getirebilmek için parantez içi ifadeler kullandık. Dolayısıyle anlayamadığın ayetler konusunda öncelikle sitedeki mealimize bakabilir yine anlayamazsan sorunu tekrarlayabilirsin. Mesela söz konusu ayeti şu şekilde vermiştik.,

“Sen onların hidayet bulmalarını (ısrarla) ne kadar çok istesen de, Allah saptırdığına (sapıklığa müstehak gördüğüne) hidayet vermez. Onların yardımcıları da yoktur. (16-Nahl 37)”

Anlaşıldı değil mi?
Murtaza Sayın
13-09-2018 12:15
#3321
Selamün aleyküm

Mehmet abi buradaki Allah cc saptırmasını biraz açıklarsanız sevinirim yani insanın iradesi olayın neresinde selam ve dua ile.
Nahlesi37. Ayet“Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola ilet-mez. Onların yardımcıları da olmaz.”
Mehmed Alagaş
28-02-2018 14:50
#2928
Ve aleykümselam

Murtaza kardeşim cünup olmamak kaydıyle namaz abdesti olmaksızın Kur’an-ı Kerim’i istediğimiz zaman okuyabiliriz. Bu arada Fatih Sağlam kardeşimizin haklı uyarısı üzerine Bakara 30 ayet mealini şu şekilde tashih ettiğimizi bildiririz.,

“Hani Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" demişti. Onlar da "Biz Seni övüp-yüceltir ve takdis ederken orada fesad çıkarır ve kanlar akıtır birini mi (halife) kılacaksın?" dediler. (Allah) "Şüphesiz Ben sizin bilmediğinizi bilirim" dedi. (2-Bakara 30)”

Açık söylemek gerekirse kılmak-yapmak anlamına gelen ‘cailun’ kelimesine, aralarında sözleşmişler gibi ‘yaratmak” anlamını veren meal hazırlayıcılarını anlayabilmiş değiliz. Kelimenin açık anlamı belli iken nasıl bir cüretle bu değişikliği yapıyorlar ki? Daha önce de Sebe 13 ayetindeki timsaller anlamına gelen ‘temasile’ kelimesine de heykeller anlamını vermişler ve arapça bilmeyen bizler uzun yıllar Süleyman (a.s.)’ın niye heykeller yaptığını düşünmüştük. Oysa kelimenin gerçek anlamını verselerdi, müslümanlar bu meseleyi çok daha önce anlayabilirlerdi. Yıllar önce kitab çalışmalarımızda yer alan ikazı önemle tekrarlıyor ve Bakara 30 ayet mealiyle ilgili uyarısı için Fatih kardeşimize teşekkür ediyoruz.,

“..Rablerinin rızasını gözeterek Kur'an-ı Kerim mealini hazırlayan bazı kimseleri, çok ciddi bir sadakate davet etmek istiyoruz. Çünkü müfessirlerin içine düştüğü kişisel tevil hatasına, meal hazırlayan bu kimseler de düşmekte ve bazı ayetleri anlaşılır kılmak için, ayet metninde olmayan kelimeleri tercih edebilmektedirler. Bu büyük bir cürettir ve vebali de gerçekten çok büyüktür. Tabi ki meselenin bir de müslümanlar açısından kul hakkı boyutu vardır. Mesela arapça bilmeyen müslümanlar olarak, Rabbimizin kelamını bizlere tercüme eden bu kimselerden beklediğimiz çalışma, bu tercümede metne sadık kalmaları ve sözlük veya gramer açısından birden fazla anlamı olan kelimelerde, en yakın anlamı tercih etseler bile diğer anlamlarını ya dipnotta veya parantez içinde vermeleridir.

Meal hazırlarken "Biz anlatımda edebi bir akışkanlık olmasını ve ayetlerin de insanlarca anlaşılır kılınmasını istiyoruz!." diyerek, metne sadakatten uzaklaşamazsınız. Sizler de biliyorsunuz ki anlatımdaki edebilik, sadece ve sadece Kur'an-ı Kerim'in İlahi kelamındadır. Edebi akışkanlığı değil, metne sadakati öncelemesi ve önemsemesi gereken sizler, İlahi kelamın Sahibi ne buyuruyorsa, bizlere onu, sadece onu tercüme edin. Merak etmeyin bu kelam Sahibi, meramını hakkıyle anlatan ve sizin katkınıza muhtaç olmayan bir Sahip'tir…”
Murtaza Sayın
28-02-2018 00:51
#2927
selamün aleyküm

Kuranı kerimi abdessiz okuya bilirmiyiz okunur yada okunmaz yönündeki ayet ve hadisler varmı biraz bilgi vere bilirmisiniz şimdiden rabbim razı olsun selamün aleyküm.
Fatma Ceren
08-01-2018 09:04
#2779
Teşekkür

Cevap için teşekkür ederim Mehmed abi. Allah(c.c.) razı olsun.

Göz kırpması kadar kısa bir "Ol" emriyle dilediği her şeyi yapan Rabbimizin, gökleri ve yeri altı gün gibi bir süreçte yaratması gibi bu konuyu da aynı eksende değerlendirebiliriz diye düşünmüştüm. İlahi sünnetullah gereği her şeyin kayıt altında tutulması bir ihtiyaç değil ama bir vaad kapsamında düşünülebilir belki. Zaman ve mekânın tümü yokluğa iade edildikten, her madde, her nesne yok olduktan ancak her özne tekrar yaratıldıktan sonra; hepsinin varlığının ispat ve delili olacak bu kayıt diye düşünüyorum. Haşa Allah(c.c.) buna mecbur değildir ama böyle olması da tıpkı diğerleri gibi, O'nun işlerindeki muazamlıktan ve mükemmelikten kaynaklıdır.

Allauâlem. Doğruyu Allah(c.c.) bilir. Zannımız, nefsimizden değil bize bildirilen bir ayeti tefekkürden kaynaklıdır inşallah.
Mehmed Alagaş
07-01-2018 13:34
#2778
Ve aleykümselam

Fatma kardeşim, Mehmed abin henüz Levh-i Mahfuz’un ne olduğunu ve bu ana kitaba küçük veya büyük herşeyin yazılmış olmasının (İlahi takdir mi, İlahi murad mı, İlahi izin mi, İlahi ilim mi… vs. gibi) ne anlamlara geldiğini ve mahiyetini bilmez iken bunun hikmeti konusunda nasıl konuşabilsin ki? Bizim bilebileceğimiz senin de belirttiğin gibi Kendi Zatına ait bir ihtiyaçtan değil, seçilmiş olan melek, cin ve insan gibi yaratılmışlarla ilgilidir.
Fatma Ceren
06-01-2018 21:08
#2777
Selamun aleyküm

Aşağıdaki soru/cevap bağlamında şunu sormak isterim;

Bizle ilgili olanlar, insanı irşad etmek ve şahitlik bakımından kitap ve kayıt olarak tutuluyorsa; Allah katındaki Levh-i Mahfuz'da her şeyin yazılı olmasını nasıl anlamalıyız? El Âlim olan Rabbimiz her şeyi biliyor ve kuşatıyorken...
Mehmed Alagaş
05-01-2018 16:43
#2775
Ve aleykümselam Yunus kardeşim

Şahitliği önemseyen ve bizleri hakka şahitliğe davet eden Rabbimiz, yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza şahit olarak Kendisi yeter iken bizler açısından bununla yetinmeyip bütün amellerimizi kayda aldırarak bizlere ahirette okuyacağımız yazılı bir günlük değil yazılı bir ömürlük hazırlatmakta ve hiçbir itiraza açık kapı bırakmadan yaptıklarımıza meleklerle birlikte kulaklarımızı, gözlerimizi, derilerimizi ve nefislerimizi şahit getirmektedir.

Hakka şahitlik duasıyla..
Yunus Karadağ
05-01-2018 16:15
#2774
Selamunaleyküm

Mehmet Abim geçenlerde dinlediğim bir Kuran programında Mücadele suresi okunmaktaydı. Altta ise meali geçmekteydi. Şu ayet geçince "Allah'ın göklerde ve yerde olanların hepsini hakkıyle bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Gizli toplantılarda) fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur, beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsunlar, her nerede olsalar O mutlaka kendileriyle beraberdir. Sonra kıyamet günü kendilerine bütün yaptıklarını haber verecektir. Muhakkak ki Allah (Alim'dir) herşeyi hakkıyle bilendir. (58-Mücâdele 7)" bir an kafamdan şu soru geçti: Rabbimiz Alîm iken her şeye şahitken neden kayıt meleklerini yaratsın. Ayetin devamındaki ayetler (10.) okuduğumda hemen tevbe ettim. Ama abimin bu konuda kalbime mutmainlik verecek bir yardımı olabilir acaba dedim. Şimdiden Allah razı olsun selamunaleykum.
Mehmed Alagaş
07-11-2017 15:03
#2612
Ve aleykümselam

Ramazan kardeşim kalplerin mühürlenmesiyle ilgili ayet-i kerimeleri araştıracak olursan, bu mühürlenmenin fıtri veya doğuştan olmadığını, kişinin İlahi vahye yaklaşımının bir neticesi olduğunu görebilirsin. İlahi bir sünnet gereği gerçekleşen bu mühürlemeden sonra kalbi mühürlenen kişinin son nefesine kadar devam edecek olan imtihanının anlamsızlaşabileceği istifhamına kapılıyorsun. Tabi ki makul bir istifhamdır bu. Ancak bilinmesi gerekir ki son nefese kadar herkes için tevbe mümkündür ve kalbi mühürlenenler de dahil herkes anlayış seviyesine göre tevbeye davet edilmektedir. Dolayısıyle kişinin yaptıklarının bir neticesi olarak mühürlenen kalplerin, kişinin tevbe ve pişmanlığı ile yumuşayabileceğini, hakka inanabileceğini düşünebiliriz. Nitekim aşağıdaki ayet-i kerimede “..Pek azı dışında onlar inanmazlar” ifadesiyle belirtilen istisna da, tevbe ederek durumlarını ıslah eden böylesi kimselere işaret etmektedir.,

“Ancak sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı küfre sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Doğrusu Allah, küfürleri sebebiyle ona (kalplerine) mühür vurmuştur. Pek azı dışında onlar inanmazlar. (4-Nisa 155)”
Ramazan Demir
07-11-2017 13:47
#2611
Selam aleykum

Bakara 7.ayet hemen hemen tüm meallerde aşağıdakine benzer şekilde çevrilmektedir;

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟

"Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azab onlar içindir."

İnsana hayat veren Allah hayat süresini "ecelin müsemma" olarak belirtmiş ve tüm bu sürenin insan için imtihan olduğunu bildirmiştir. (mesela 67/2)

Fakat yukarıdaki ve daha bir çok ayet (meal) yaşarken insanın gerçeği görmesinin engellendiği anlamı vermektedir.

Kalbi ve kulakları mühürlenip gözlerine perde çekilen insanın artık gerçeği görmesi mümkün değildir. Yani ölmeden gerçeği görmesi engellenmektedir. Ama öte yandan istese bile göremeyeceği, duyamayacağı ve anlayamayacağı bu gerçeklerden sorumlu tutulacaktır.

Kur'an'da bir çelişki yoktur. Ama çelişki gibi duran bu durumun Kur'an bütünlüğüne göre nasıl anlayacağız?
Mehmed Alagaş
26-10-2017 16:21
#2574
Selamunaleyküm

Mehmed kardeşim söz konusu ayette “Sonra onun soyunu bir sülale'den (süzülmüş bir özden), hakir-bayağı bir sudan yapmıştır. (32-Secde 8)” buyurulmakta ve bu ifade birkaç ayet-i kerimede de aynen geçmektedir. Bunda rahatsızlık duyabileceğimiz veya övünebileceğimiz bir durum yoktur. Yaratılışındaki kalkış maddesini önemseyen İblis’in, isyanında ısrar etmesi nedeniyle nasıl bir Şeytan durumuna geldiğini Kur’an-ı Kerim’de görüyoruz.

Biliyoruz ki bir varlığa değer veya önem kazandıran husus hangi maddeden yaratılmış olmasından değil, nasıl ve ne şekilde yaratıldığından ve bu yaratılışla ne yaptığından kaynaklanır. Bu yaratılışta Halık olan Rabbimizin yüceliğini de görüyoruz. Mesela kuyumcular zaten değerli olan altını kullanarak değerli bir bilezik yaparken, şanı yüce Rabbimiz Kendi yarattığı bayağı bir sudan ahsen-i takvim üzere bir insan ortaya çıkarmaktadır.

Hamd O’nadır…
Mehmet İlerler
26-10-2017 15:47
#2573
Sayın Hocam

Secde Suresi 8. ayet meallerde zayıf, hakir, değersiz olarak geçiyor doğru mudur? Yani "mehin" kelimesinin değersiz olması beni rahatsız etti. İnsan değersiz bir sudan mı yaratıldı?


Fatma Ceren
05-06-2017 01:16
#2422
Selamun Aleyküm

İlk sorumla ilgili olarak;
"Nisa 136. ayetini bu açıklama ışığında düşünmeliyiz." demem inşallah yanlış olmaz.

"Ey iman edenler. Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitab'a ve bundan önce indirdiği Kitab'a iman edin.....(4 NİSA-136)

İkinci sorumla ilgili açıklamanızı henüz anlayamadım.
Düşünüyor, teşekkür ediyor, iyi çalışmalar diliyorum.
Mehmed Alagaş
01-06-2017 03:44
#2418
Ve aleykümselam Fatma kardeşim

İmanın keyfiyeti olduğu gibi nelere iman edileceği gibi bir kemiyeti de vardır. Sözünü ettiğin ayette keyfiyetten ziyade kemiyetin ön plana çıktığını görüyoruz. Nitekim Kitabın indirilmeye başlamasıyla birlikte bu kemiyet yelpazesi açılmaya başlamakta ve Efendimiz (s.a.v.) de dahil olmak üzere tüm müslümanlar nelere ve nasıl iman etmeleri gerektiğini daha iyi anlamaya başlamaktadırlar. Bu nedenledir ki inen her ayette müslümanların imanı hem keyfiyet ve hem de kemiyet açısından artmaktadır.

İkinci soruna gelince, bu soruyu Rabbani yol ve Sünnetullah kitabında cahiliye toplumunun mahiyetini açıklarken cevaplandırmıştık. Senin de bileceğin gibi Kur’an-ı Kerim’e göre Hakkı bilen bir toplulukta sapmalar başladığı zaman bu sapan kimseler tekfire muhatap olurken, Hakkı bilmeyen cahili toplumlarda sapan insanlar tebliğe muhatap kılınırlar. İşte sözünü ettiğin ayet hangi toplumun cahiliye toplumu olduğunu beyan etmekte ve babaları uyarılıp-korkutulmamış bir toplumdaki sapan insanları gafil olarak tanımladığı için bu insanları tekfirle değil tebliğle muhatab almamız gerektiğini beyan etmektedir.

Dua ile..
Fatma Ceren
01-06-2017 03:11
#2417
Selamun aleyküm,

Önce Ramazan ayınız mübarek olsun diyorum. İki sorum var, birincisi;

"...Sen Kitab nedir, iman nedir bilmiyordun...." Şura 52. ayetin ilk bölümündeki, resulün kitap nedir bilmediğini anlıyorum ancak, haniflerden olan ve şirkten putlardan uzak duran güzel ahlakı tamamlayan bir insanın "imanı bilmemesi" ifadesini anlamıyorum.Hz. Muhammed(s.a.s.) vahiyden önce de yalnız bir olan Allah'a iman etmiyor muydu? Bunu açıklarsanız memnun olurum. İkinci sorum;

Babaları uyarılıp-korkutulmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir kavmi uyarıp-korkutman için (gönderildin). (36-Yâsin 6)

Allah hiçbir kavmi uyarmadan azab etmeyeceğini bildiriyor, pek çok ayette. Ve onları gafletten kurtarmak için uyarıyorken bu ayette "Babaları uyarılmamış.." ifadesini anlamıyorum. O zaman onlara -haşa zulmedilmiş olmazmı? Hele de uyarılmadıkları için gaflette kaldılarsa? Ayrıca babaları uyarılmamış bir kavimden nasıl hanifler, muvahhidler çıkabiliyor?

Teşekkür eder iyi çalışmalarınızın devamını dilerim.
Selamlar.
Mehmed Alagaş
06-05-2017 14:16
#2372
Ve aleykümselam

Doğru söylüyorsun Ümit kardeşim. Güzel ikazın ile gerekli tashihi yapıyoruz.
Ümit Öztüfekçi
06-05-2017 14:12
#2371
Selamunaleyküm

Maide suresi 3. ayetinde; ve el mevkûzetu : ve şiddetli bir darbeden dolayı (kesilmeksizin) ölen hayvan yazıldığı halde, Türkçe'ye çevirirken sadece "vurulmuş" olarak çevrilmiş. Avlanan hayvanlar içinde "vurulmak" kelimesi kullanıldığı için Türkçe çevirisinde buna da dikkat etmek daha açıklayıcı olur. Çünkü haram olan darbe sonucu ve kanı akmaksızın ölen hayvandır. Saygılarımla...


Mehmed Alagaş
21-04-2017 02:28
#2353
Selamunaleyküm

İsra 84 ayetinin öncesinde “İnsana bir nimet verdiğimizde (nimeti kendinden bilip, Bize) sırt çevirir ve yan çizer. Ona bir şer-kötülük dokunduğu zaman da (Bizden bilip, rahmetimizden) umudsuzluğa kapılır. (17-İsra 83)” denilmekte ve daha sonra “De ki "Herkes kendi şakilesine (yoluna ve mizacına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir." (17-İsra 84)” buyurulmaktadır.

Bu ayetler öncelikle doğru yol ve doğru tavırla ilgili olup, herhangi bir kimsenin tercih ettiği yola ve bu yolda şekillenen kişiliğine göre davranmakta olduğu beyan edilmektedir. İlahi davet veya İlahi takdir karşısında doğru ve yanlış olmak üzere farklı yaklaşımlar gösterilmesi, İslam fıtratı üzere yaratılan insanların fıtri özelliklerinden değil, kişisel tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Farklı özellik ve meziyetlerde yaratılmamız ise kulluk tercihimiz üzerinde değil, bu tercihle yaptığımız işlerdeki başarı veya başarısızlıklar üzerinde müessirdir.
Kerimdikmen
21-04-2017 01:56
#2351
İsrâ suresinin 84'üncü ayetinden, herkes her isi yapamaz anlami mi cikar?
Mehmed Alagaş
06-04-2017 21:19
#2329
Selamunaleyküm

Uyarındaki iyi niyet için teşekkür ederim İzzet kardeşim. Bir ayeti meallendirirken gerçek ilim adamlarının yaklaşımlarını dikkate almayı önemsesek de, ayetin Kur’an bütünlüğündeki anlamını ve ayetlerin ayetlerle tefsirini çok daha fazla önemsiyoruz. Bizler bu ayeti “(Yegane) Hak Melik olan Allah yücedir. Sana O'nun vahyi inip-tamamlanmadan önce Kur'an'da (sana henüz vahyedileni dilinle tekrarlamada) acele etme ve "Rabbim, ilmimi artır" de. (20-Taha 114)” şeklinde meallendirirken yaptığımız parantez içi açıklama, ayetlerin ayetlerle tefsirine dayalı bir açıklamadır. Meseleyi Kur’an bütünlüğünde ele alsaydın sen de bu ayetin müslümanların genelini değil Resulullah (s.a.v.)’i muhatab aldığını ve aşağıdaki ayetlerle anlam ilişkisi içinde olduğunu anlayabilirdin.,

“Onu (inen vahyi, kavrayıp bellemek için) aceleye kapılıp, dilini onunla hareket ettirip durma. Hiç şüphesiz onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana eksiksiz) okutmak Bize aittir. O halde Biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da Bize aittir. (75-Kıyamet 16..19)”

Dua ile..
İzzet Akçay
06-04-2017 21:15
#2328
Tâ-Hâ Suresi Ayet: 114'ün bu şekilde parantez içi ile meallendirilmesi çok yanlış olmuştur. Bu ayatin Kur'an'a muhatab olan herkese/her kesime özel olan bir hitabı vardır ve Kur'an'ın tamamını okuyup anladan ondan bağlayıcı yorum ve hüküm çıkarılmaması yönünde önemli bir İKAZ VARDIR.

Lütfen klasik meallerin tekrarını yapmak yerine biraz da mesela Muhammed ESED gibi, Mehmet Okuyan gibi Kur'an'a ömrünü adamış Kur'an Adamlarının gayretlerini de göz önüne alarak, bu siteden faydalanacak insanlara öncülük ediniz. Gayretinizi ve bu güzel hizmetinizi elbette takdir ettiğimi de belirtmeliyim. Benim ki sadece yapıcı bir tenkidtir. Selam ve Dua ile...
Hüseyin Mert
05-04-2017 14:52
#2326
mealden almıştım, fakat yazıları çok küçük ve sıkıştırılmış olduğu için okurken zorlanıyorum.
insandergisi.com :

Sayın Hüseyin MERT!
Değerli kardeşimiz, bu sorunun farkında olduğumuzu,ve inşallah yeni baskıda giderileceğini sizin vesilenizle tüm kardeşlerimize bildirir, saygı ve selamlarımızı sunarız.

Mehmed Alagaş
08-02-2017 15:21
#2224
Selamunaleyküm

Yusuf kardeşim selam vermeyi ve soru sormadan önce söz konusu ayetin bizim sitedeki mealine bakmayı unuttun herhalde. Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin Allah’tan başka taptıkları şeyler iki ayrı grupta değerlendirilir. Bunlardan ilk grup putlar ve kendilerine tapınılmasını isteyen azgın müstekbirlerdir ki Kur’an bunlarla ilgili olarak tapanların da, tapılanların da ateşe gireceğini beyan eder. Bir de müşriklerin ilahlaştırarak taptıkları peygamberler ve salih kimseler vardır ki, kendilerinin ilahlaştırılmasına ve tapınılmasına kesinlikle rıza göstermeyen bu kimseler, Kur’an’da farklı olarak değerlendirilir ve tapanlarla kendilerine tapılanlar birbirinden ayrılırlar.

Bizler söz konusu ayet-i kerimeye “O'nun dışında tapmakta oldukları şefaatte bulunmaya malik değildirler. Ancak hak ile şehadet edenler bunun dışındadır ve onlar (kimlere şefaat edebileceklerini) bilirler. (43-Zuhruf 86)” mealini verirken kendilerine tapılan bu iki ayrı grubu dikkate almış ve müşriklerin taptıkları arasında hak ile şehadet edecek olan salihler olsa da, o salihlerin bu müşriklere şefaat etmeyeceğini-edemeyeceğini belirtmiştik.

Umarım anlaşılmıştır..
Yusuf Arı
08-02-2017 15:19
#2223
Sure: 43-Zuhruf Suresi Ayet: 86

O'nun dışında tapmaktıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler. Ancak hakka şahitlik edenler bunların şefaat edemeyeceklerini bilirler

şeklinde bir çeviri ne kadar doğru olabilir.
Abdullah..
08-11-2016 19:51
#1978
Selamun Aleyküm

Kehf suresinde Zülkarneyn(a.s.)'ın bir sebebe tabi olup yaptığı yolculuklar dikkate alındığında, Hacc 15'te kendisine yardım edilen ve kendisinin de Allah'ın yardımını ve verdiklerini üstün tuttuğu kişiden yani Zülkarneyn(a.s.)'dan bahsedildiğini düşünüyorum. Allahualem...

Dua ile...
Mehmed Alagaş
07-11-2016 12:30
#1972
Ve aleykümselam

Bekir kardeşim “Yaratılış ve İnsanlık tarihi” çalışmamızın Nuh (a.s.) bölümüyle birlikte Yecuc ve Mecucle ilgili olarak yazdıklarımızı birlikte değerlendirirsen, söz konusu parantez içi açıklamanın ne anlama geldiğini daha iyi anlayabilirsin.

Abdullah kardeşim Hacc 15 ayetinde kastedilen kimsenin Efendimiz (s.a.v.) olmadığını daha önce belirtmiş ve bunun ötesinde yeterince anlayamadığım bu ayet konusunda kanaatlere dayalı açıklamalarda bulunmak istemediğimi ifade etmiştim.
Dua ile..
Bekir Ziya
06-11-2016 15:45
#1967
Selamun Aleykum Hocam

Meryem Suresi, son ayetinde paranteze aldiginiz Yecuc ve Me'cuc ifadesini neye dayanarak yazdiginizi anlamadim. Sanki zorlama bir aciklama gibi geldi bana. Bu konuda bir izahat yapabilir misiniz?
Abdullah..
05-11-2016 20:58
#1965
Selamun Aleyküm

Hacc suresinin 15. ayetinde, kendisine yardım edileceği bildirilen kişi peygamber efendimiz midir? Eğer öyle olsaydı "ona" değil de "sana/resulümüze" ifadesi kullanılmaz mıydı?

"Göğe bir sebep uzatma" fiilinin, kıyamete yakın bir dönemde vuku bulacağını da düşünerek sordum, umarım bir sakıncası yoktur. Cevap verirseniz sevinirim.


"Kim Allah'ın ona dünyada ve ahirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa, durmaksızın göğe bir sebeb uzatsın sonra kesiversin de bir bakıversin, kurduğu hileli-düzen onun öfkesini giderebilecek mi?" (22-Hac 15)
Fatma Ceren
15-10-2016 15:54
#1939
Teşekkür

Kafirlerden bahseden bu ayeti ve müminlere "Allah'ın rahmetinden sakın umud kesmeyin!" ayetlerini, şimdi çok daha iyi anladım.

Özellikle son cümle, başka ayetlere bakışımı da derinleştirdi.
Teşekkür eder iyi çalışmalar dilerim.
Mehmed Alagaş
14-10-2016 13:27
#1936
Ve aleykümselam

Güzel ve üzerinde düşünülmesi gereken bir soru.
Ayeti anlamak için ilk sorumuz, bu umud kesmenin dünyada mı yoksa ahirette mi olduğudur. İnkarın dünya hayatında olması ve bu gibi kimselerin ahirette azaba girmeden önce son bir umud ile dünyaya tekrar geri gönderilmelerini istemeleri, bu umud kesmenin ahirette değil dünya hayatında olduğuna işaret etmektedir.

Ayeti anlamakla ilgili ikinci sorumuz ise bu kimseler Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar ettikleri için mi Allah’ın rahmetinden umud kesiyorlar, yoksa İlahi rahmetten umud kestikleri için mi Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar ediyorlar?

Her iki olasılık birbiriyle ilintili gözükse de, kalkış noktasında inkardan önce Allah’ın rahmetinden umud kesme vardır. Çünkü Allah’ın rahmetinden umud kesmeseler, Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar ederler mi?

İslam fıtratı üzere yaratılışları itibariyle Allah onlardan rahmetini esirgememiş, onlar yönelişleri nedeniyle Allah’ın rahmetinden umud kestikleri için Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar etmişlerdir.

Ayeti daha iyi anlamakla ilgili diğer bir sorumuz ise Rabbimiz bu kimseleri tanımlarken neden “İşte onlar Benim azabımdan sakınmayan kimselerdir” ifadesi yerine “İşte onlar Benim rahmetimden umud kesmiş kimselerdir” ifadesini kullanmıştır.

Her iki ifade de doğru olmakla birlikte Rabbimizin azabtan sakınmamayı değil rahmetten umud kesmeyi ön plana çıkarmasının hikmeti, Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar eden bu kimselerin yitirdikleri, nail olamayacakları rahmetin, karşılaşacakları azabtan çok daha büyük olduğu içindir.
Dua ile..
Fatma Ceren
13-10-2016 13:19
#1935
Selam Mehmed abi,

Ankebut 23 ayeti bağlamında, Allah'ın rahmetinden umud kesmekle ilgili bir sorum var.

"Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenler, işte onlar Benim rahmetimden umud kesmiş kimselerdir. Elim-acıklı azab da onlaradır." (29-Ankebût 23)

Mesela,
Yusuf 87'de Yakup(a.s.)'ın oğullarına ya da Zümer 53'de Allah resulünün kendi aleyhlerinde aşırı gidenlere "Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin!" uyarısını anlamakta zorlanmıyorum; çünkü Allah'a iman edenler ancak rahmeti umabilir ve zaten onlarda var olan umudu kesmemeleri söyleniyor.

Fakat Ankebut 23' de, Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenler söz konusu iken; bunlarda zaten rahmet umudu yok ki, neden "umudu kesmiş kimselerdir" buyuruluyor?
Fatma Ceren
17-06-2016 02:22
#1798
Teşekkür

Allah'ın Zatını ya da Zatında ne olduğuyla ilgili değil, nefs kelimesinin kullanışıyla ilgili sorumun cevabını aldım, teşekkür ediyorum.
Mehmed Alagaş
17-06-2016 00:52
#1797
Ve aleykümselam

“Biliyorsan konuş alim sansınlar, bilmiyorsan sus arif sansınlar” diye bir söz vardır. Siteyi takip edip, sınıfta olanların bu suskunluğuna bakınca sınıfta alim mi az, arif mi çok bilemiyorum.
Herneyse..

Kur’an-ı Kerim’de nefs kelimesi bizler için iki ayrı anlamda kullanılırken, Rabbimiz için Zat’ı, Kendisi anlamında kullanılmaktadır. Zat’ında, Kendisinde ne olduğunu ise İsa (a.s.) bilmiyorsa, ben hiç bilmiyorum.,

“… Sen bende olanı bilirsin ama ben Sen'de olanı bilmem…” (5-Maide 116)
Fatma Ceren
15-06-2016 23:49
#1796
Selamun Aleyküm

Cevabınız için teşekkür ediyor ve müsaadeniz varsa kısa bir soru daha sormak istiyorum.

Taha 41, Maide 116, Enam 12, 54 , Al-i İmran 28 ve 30. ayetlerde Allah'ın "kendisi" şeklinde meal verdiğiniz "nefs" kelimesinin kullanılması üzerinde düşünüyorum. Nefs insana has bir özellik iken Allah'ın kendi zatı için nefs kelimesini kullanmasından ne anlamalıyız? Buradaki "nefs" başka bir şey midir?

Mesela bu ayetteki "alâ nefsi-hi: kendi nefsi üzerine, kendi üzerine"

"De ki "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki "Allah'ındır." O, rahmeti Kendi üzerine yazmıştır. Sizi kendisinde kuşku olmayan kıyamet gününde tartışmasız toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar (bu gerçeklere) inanmazlar. (6-En'âm 12)"

ya da bu ayetteki, "li nefsî: kendim için"

"Seni Kendim için seçtim." (20-Tâ-Hâ 41)

Teşekkür ederim.


Mehmed Alagaş
11-06-2016 04:52
#1788
Ve aleykümselam Fatma kardeşim

Kur’an-ı Kerim’de ulul elbab ile ilgili ayetleri araştırdığımız zaman bunların belirgin özelliklerinin zikir, hikmet ve hayır sahibi olmalarını görürüz. Bizler de Kur’an-ı Kerim’deki bu genel tanımlamayı esas alarak parantez içi açılımı olarak verdik.

Hacc suresindeki “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki (orada olanları) akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şu ki gözler (fiziki anlamda) kör olmaz ancak sinelerdeki kalpler kör olur. (22-Hacc 46)” buyruğu ise bizler için akıl kalp ilişkisine işaret etmekte ve kullanıcı makamında aklın değil kalbin olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah’a ve gaybe iman eden kalbin ufku, sadece bilgi ve görselliğe dayanan aklın ufkundan çok daha geniştir. Kalbin bu geniş ufkunu kuru akılcılıkla sınırlandırmaya kalkanlar, isteyerek veya istemeyerek gerçeklik ufuklarını daraltan ve kalplerini körelten kimselerdir. Oysa mü’minlere yakışan ve kalp ile uyumlu olan akıl, yeterince anlayamadığı veya kuşatamadığı İlahi gerçeklere iman eden, bu gerçeklerle kalp arasında bir engel, bir köstek olmayan temiz akıldır.
Fatma Ceren
11-06-2016 03:12
#1786
Selamün Aleyküm Değerli Mehmed abi,

Size ulul elbab hakkında sormak istiyorum. Diğer meallerde aynı ifade "saf, temiz akıl sahipleri ya da sırların sahipleri" şeklinde çevirilmiş; siz ise "zikir, hikmet ve hayır sahibleri" anlamını vermişsiniz. Bunu biraz açıklar mısınız?

İkinci sorum ise yine konu bağlamında; Hacc 46'da geçen "kalbin akletmesi" fiilinden ne anlamalıyız?

Teşekkür eder hayırlı çalışmalar dilerim.
Mehmed Alagaş
21-05-2016 23:45
#1755
Ve aleykümselam

Doğru söylüyorsun Fatih kardeşim. Ayetlerin mealinde “karşılığını görür” ifadesinin kullanılması, ahirete kalmış bilerek veya bilmeyerek yaptığımız bütün günahlarımızın karşılığını göreceğiz anlamına gelir. Dikkat ederseniz bu cümlemde “ahirete kalmış” ifadesini kullanıyorum. Çünkü dünya hayatında samimi tevbelerde bulunulan günahlar, ahirette bir kötülük olarak karşımıza çıkmayacak, Tevvab ve Settar olan Rabbimiz onları rahmetiyle örtecektir. Hesap gününde açıkça göreceğimiz günahlarımız ise samimi tevbelerle terketmediğimiz veya yeterince dikkate almadığımız günahlar olacaktır.

Dolayısıyle söz konusu ayet meallerinde “karşılığını görür” ifadesinin kullanılması, tevbe veya tevbe ayetleriyle değil Fatma kardeşimizin gündeme getirdiği Nisa 48 ayetiyle çelişir. Tevbe veya tevbe ayetleriyle çelişmemesinin nedeni, hesap gününde tevbe ve tevbe fırsatı olmayacağı içindir. Daha açık bir ifadeyle tevbe biz insanlar için sadece dünya hayatında kullanabileceğimiz muhteşem bir rahmettir.

Nisa 48 ayetindeki bağışlama ise özellikle hesap günüyle ilgilidir. Çünkü Allah (c.c.) dünya hayatında bilerek veya bilmeyerek şirk koşan insanları tevbeye davet etmekte, samimi tevbelerde bulunanları elbetteki bağışlamaktadır. Bağışlanmayacak olan şirk, tevbe etmeden şirk üzere ölen müşrik ve kafirlerin şirkidir.

”Allah Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, büyük bir günahla iftira etmiş olur. (4-Nisa 48)”
Fatih Saglam
21-05-2016 18:32
#1749
selamunaleykum.

 ""6. O gün insanlar gruplar halinde çıkarlar ki yaptıkları işler kendilerine gösterilsin.

 7. Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür.

 8. Kim de zerre ağırlığınca kötü amel yapmışsa onu görür.""


Çogumuzun yanlis bildigi bir noktayi acikliga kavusturmak istiyorum abi.
bu surenin 6. Ayetinde allah, insanlarin nicin toplanacagini belirtmistir. Amelleri kendilerine gosterilsin diye. Yani yaptigimiz ameller bize izletilecek. 7. Ve 8. Ayette gecen "onu görür" ifadesi ise cogu mealde "karsılıgını görür" seklinde yanlis meal edilmektedir. Oysa burada karsiligini gorur ifadesi yoktur. Buradaki" gormek" fiili manasindadir.baska bir deyisle, yaptigimiz iyi ve kötü seyler film seridi gibi bize izletilecek ve biz de olup biteni en ince ayrintisina kadar görecegiz.

Zatenher kotu seyin karsiligini gormek "tevbe" ve bagislanma kurumlariyla celismektedir.

allaha emanet olun


Mehmed Alagaş
21-05-2016 00:31
#1746
Ve aleykümselam

Dünya hayatında yaptıklarımızın ve yapacaklarımızın hukuki yönü “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer-kötülük işlerse onu görür. (99-Zelzele 7.8)” ayetleriyle bildirilmektedir. Meselenin bu hukuki yönünü anlayan insanlar, af ve bağışlanmanın Allah’tan talep edilecek bir hak olmadığını da anlamış olurlar. Yapılan bir yanlışın veya işlenen bir günahın af edilip-edilmemesi, Rabbimizin lutfuna ve dilemesine kalmış bir husustur. İşte şanı yüce Rabbimiz Nisa 48 ayetinde bizlere meselenin bu yönünü açıklamakta, şirk dışında kalan günahlardan dilediğini-dilediği kimselere bağışlayacağını beyan etmektedir. Bu bağışlamada elbetteki bireysel zaaflar ve ikrah durumlarıyla birlikte kişilerin diğer amellerine de bakılacaktır.

Bununla beraber “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” hükmü gereğince şirk dışında kalan her günahın herkese bağışlanmayacak olması, bu af ve bağışlanmanın her şartta talep edilecek bir hak olmadığı içindir.

Bu sorunun geniş cevabı, yazdığımız kısa cümlelerin geniş anlamındadır.
Fatma Ceren
20-05-2016 14:41
#1743
Nisâ Suresi Ayet: 48

Selamun aleyküm Değerli Mehmed abi,
bu ayeti okurken "dilediğine" ifadesin hep "dilediğini" şeklinde okumuşum. Yani şirk dışında dilediğini bağışlar anlamında.

Ayetin,
"...Bunun dışında kalanı ise dilediğine bağışlar..." kısmını nasıl anlamalıyız?

Cevabınıza şimdiden teşekkür eder hayırlı ve bereketli çalışmalar dilerim.
Mehmed Alagaş
18-05-2016 22:09
#1741
Selamunaleyküm

Teşekkür ederim Tolga kardeşim. Dikkatimizden kaçmış olan önemli bir hususu bizlere güzel bir şekilde hatırlatıyorsun. Mealde “şeyler” ifadesini kullananlar, müşrikler Kur’an bütünlüğünde canlı ve cansız şeylere tapındıkları için bu geniş anlamı tercih etmişler. Ancak senin de belirttiğin gibi bu ayette söz konusu geniş anlam değil, “kimseye” ifadesiyle sadece şahıslar muhatab alınıyor. Bu ayet mealini “Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap-karşılık vermeyecek olan kimseye dua edip-yalvarandan daha sapık kimdir? Oysa onlar bunların dua edip-yalvarmalarından habersizdirler. (46-Ahkaf 5)” şeklinde düzeltiyoruz.
Tolga Aksoylu
18-05-2016 19:22
#1739
Ahkaf Suresi Ayet: 5

Sanırım "şey" kelimesi Türkçeye Arapçadan gelmiştir. Yani "şey" kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir. Manası bizim Türkçede kullandığımız gibidir."Şey" kelimesini, ne olduğunu tam bilemediğimiz durumlarda, canlımı, cansızmı, anlayamadığımızda vb. kullanırız. Ahkaf suresi 5. ayette "mimmen" kelimesine karşılık olarak kullanılmış ve tercümede çoğu meal kitablarında buşekilde yapılmıştır. Bence bu 5. ayetin tercümesini yaparken, ayetin asıl ulaşması gereken manadan uzaklaştırıyor. Bence bu büyük bir hata. Mimmen kelimesini kimseler diye çevirmek yerine şeyler diye çevirirsek ayetin asıl anlatmak istediği konu rayından çıkıyor. Ayette demek istiyor ki; Yatırlar, evliyalar vb. gibi(tam doğru kelime sabahın bu saatinde aklıma gelmedi) ölüp bu dünyadan göçmüş kimselerin kabri başında yada herhangi biryerde, Allah'a dua etmek varken, onlara dua edip medet ummayın, onlar sizin ettiğiniz duaları bile duymazlar demek istiyor. Mimmen i şey diye çevirirsek ölenlere dua etmek meşrulaşır, yanlıştır.
Mehmed Alagaş
28-04-2016 15:20
#1715
Selamunaleyküm

Ada kardeşim 'namaz' kelimesi geleneksel anlayışın ötesinde diğer karşılıkları da içinde barındıran bir kavram olduğu için 'musalline' kelimesinin doğru ve yeterli bir karşılığı olduğunu düşünüyorum.
Ada Mert
28-04-2016 15:19
#1714
Hocam

"min el musalline" kelimesi destek verenler, yaslananlar, ibadet edenler, ve namaz kılanlar anlamlarına gelmekte iken, sadece namaz kılanlardan olarak alınmakta. Özel olarak namaz ibadetinden ziyade, namazı da içerecek şekilde bütünüyle tevhid eylemlerinin sahibi olarak anlamlandırmak dogru bir yaklaşım olmaz mı? Bizi bu konuda aydınlatır mısınız?
Mehmed Alagaş
15-01-2016 12:00
#1559
Selamunaleyküm

Ve aleykümselam Fatih kardeşim
Bir düşünce ve araştırma mahsulü olan yorumun için teşekkür ederim. Bizler gibi konuyla ilgili olan kardeşlerimiz de yazdıklarını dikkatle değerlendireceklerdir. Daha önce araştırma yapmadığım bu konuda, Tarık 7 ayetiyle ilgili olarak meni veya insan olduğu konusunda farklı görüşler olduğunu gördüm. Her iki tarafın da makul görüşleri olduğu için bu ayetin iki olasılığa da açık bir ayet olup-olmadığını da araştırmamız gerekir. Mesela uzman hekim olan bir kardeşimiz konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir.,

“7. ayetteki bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkan olanı meni olarak kabul etsek te bence bir çelişki yoktur. Çünkü biliyoruz ki meni bir karışımdır ve testislerde üretilir. Embriyolojik olarak incelendiğinde erkeklerde testislerin Mesonephrondan geliştiğini biliyoruz. Mesonepron sağda ve solda olmak üzere 2 tanedir ve anne karnındaki bebeğin (fetus diyoruz) kaburgaları ile vertebrası (bel kemiği) arasındadır. Kabaca böbreklerin bile daha üzerindedir. Fetusun gelişmesi ile birlikte Mesonepronlar (her iki tarafta) testis, epididymis, vas deferens ve seminal vesicle haline gelir ki testis haricincekiler üretilen meninin dışa atılması için gereklidir. Fetusun doğumuna doğru bu iki testis inguinal kanal dediğimiz kanallardan inerek skrotum dediğimiz torbalara inerler. Çoğu yeni doğan erkek bebeklerde her iki testis doğumda torbalardadır. Nadir olmamakla birlikte inmemiş testis denilen durumlar olabilir. Bu bebeklerin testisleri kasıklarında veya çok yukarda böbreklerinin yerleşiminde bile olabilirler. Bu durumlarda çocuk cerrahları bu testisleri torbaya indirmek için ameliyat yaparlar. Kısaca özetlemek gerekir ise, meniyi üreten testisler aslında kaburgalar ile bel kemiği arasında oluşmakta daha sonra torbalara inmektedir. Bu konuda en ufak bir şüphe yoktur (Modern embriyolojiye göre). detaylı bilgi şu adresten öğrenilebilir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.”

Tekrar teşekkürler güzel kardeşim.


Fatih Sağlam
14-01-2016 12:39
#1557
Selamunaleykum Mehmed Abim.

Siteye koymuş olduğunuz Kuran Mealinde, yanlış meal yapılan bir ayete dikkat çekmek istiyorum. Tarık Suresi 7. ayete parantez içi olarak konulmuş olan (Bu Su) ifadesinin doğru olmadığını anlatmaya çalışacağım inşallah.

Tarık 5 - İnsan bir baksın, neden-hangi şeyden yaratıldı?
Tarık 6 - (O) dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.
Tarık 7 - (Bu su) bel-sırt kemiği ile göğüs kemiği-kafesi arasından çıkmaktadır.
Tarık 8 - Hiç şüphesiz ki (Allah), onu (tekrar aslına) döndürmeye kadirdir.

Tarık suresi 5. ayetinde insanların neden yaratıldığı soruluyor. 6. ayetinde “o” zamiri, insanı kastederek, insanın atılan bir sudan yaratıldığı söyleniyor.

Ne oluyorsa işte bu ayetten sonra oluyor. 7. ayette yine insandan bahsedildiği halde, yani zamirin insan olduğu bilindiği halde bizim meal yazıcılar buradaki zamiri suya nispet ediyorlar ve parantez açıp “bu su” ifadesini kullanıyorlar. Oysaki burada bel-sırt kemiği ile göğüs kafesi arasından çıkan “erkek üreme hücreleri” değil, bizzati insanın kendisi.Yani Bebek.
Meal yazıcıların ekseriyeti, buradaki zamirin “su” olduğunu okuyucuya resmen dikta ediyorlar. Hal böyle olunca, spermin testislerde çıktığını bilenler bu ayete ve kurana şüphe ile yaklaşmaya başlıyorlar.

8. ayette ise zamiri su yerine tekrar insana yönlendiriyorlar. Peki, 7. ayette zamir neden insan değildi?

Bu durumun oluşmasında en büyük suç, kurana “Duraklar” koyup bu duraklara göre kuran okunmasını kural haline getiren Secavent Efendi denilen zatı muhteremde. Bilerek yada bilmeyerek kuran ayetlerinin anlamlarını kaydırarak ve sınırlayarak çok ama çok yanlış işlere imza atmış. 6. ayetin sonunda bir lamelif durağı konmuş. Kim koymuş? Allah mı? Hayır. Secevent Efendi koymuş. Bu durağa göre; 6. ayetin sonunda durulmaması gerekiyor. (Eğer durulursa anlam değişecek tabi. Değişen anlamda kendisine ters gelen bir anlam) Kendince 7. ayette kastedilenin “su” olduğunu düşünmüş ve şimdiye kadar da Müslümanların ekseriyetine bunu düşündürtmüş ne yazıkki.

Bu Noktada konuşmama bir alıntıyla son vereyim:

Ayette “essulb” ve “etteraib” kelimelerine gelen “lam-ı tarif” lahikası bu kelimelere “belirlilk” manası verir. Bu kelimelerin erkek ve kadına nispet edilmesini düşündürecek bir “mülkiyet zamiri eki” yoktur. Sadece Kaburga ve omurga arasından çıkar” denmiştir. Kadının /erkeğin kaburgasından” gibi bir ifade kullanılmamıştır. Bu da ayetten bu organların iki cinse aidiyetinin düşünülmesi için açık bir karine olmadığını göstermektedir. Nitekim ayetlerin anlam itibariyle gelişi mananın açıklığa açıklığa kavuşturulmasında çok mühimdir.

5-6-7 -: insan nasıl yaratıldığına baksın, fışkıran bir sudan yaratıldı. Bel ile kaburga arasından çıkar. Bu ayetler arasında Arapça fiil çekimleri açısından farklılıklar vardır. Altıncı ayette “Mazi” (geçmiş zaman ) varken, yedinci ayette “muzari” (şimdiki geniş zaman) fiili kullanılmıştır. Bu açıdan bu iki ayet aynı cümle değildir ve birleştirilemez. Bazı tercümelerde “kaburga ile omurga arasından atılan sudan yaratıldı” şeklinde iki ayet birleştirlmektedir. Bu sayede sanki “karın içinden su fışkırması” gibi bir yanlış anlaşılma ortaya çıkmaktadır. Bunu ise karşıt tezlerinisamimi olmayan bir hahişkarlıkla kollamak isteyen İslam karşıtları sürekli malzeme olarak kullanmaktadır. Halbuki ayetlerin ikisi birbirinden farklı durumları anlatmaktadır.

5-6-7 : insan nasıl yaratıldığına baksın. Fışkıran spermden yaratıldı. (Bebek annenin ) bel ve kaburgası arasından çıkar.

Allaha emanet olunuz.
Bekir Ziya
12-03-2015 20:23
#903
Kur'an meali guzel olmus ama ben sizden meal- tefsir bekliyordum dogrusu. Ozellikle Yaradilis ve İnsanlik Tarihi adli eserinizdeki ayetlerin ayetlerle tefsirini bu calismada dip notlarla zenginlestirmis olsaydiniz eminim harika bir calisma olurdu . Bu sayede bazi parantez ici aciklamalariniz daha iyi anlasilmis olurdu. Bir okurunuza, su an bir calismam yok demissiniz. Fakat daha once Yecuc ve Mecucle ilgili mustakil bir calisma yapacaginizi soylemistiniz. Anlasilan, anlasilamamaktan yorulmussunuz hocam. Selam ve saygilar...
Mehmed Alagaş
11-03-2015 00:03
#896
Ve aleykümselam Kemal kardeşim

Dualarımız elbetteki karşılıklı. Rahman olan Rabbimiz hepimizi Kur’an-ı Kerim’in aydınlık coğrafyasında bir araya getirsin. Hud suresi 40. ayet-i kerimeyi daha iyi anlayabilmemiz için aşağıdaki ayeti dikkate almamız gerekecektir.

“De ki "Bana (görüşünüzü) söyler misiniz? Eğer (jeoterm derecesi düşerek) suyunuz yerin dibine geçecek olsa, bu durumda kim size (yerin dibinden) bir akar su getirebilir? (67-Mülk 30)”

Yerüstünden aşağı doğru inildikçe sıcaklığın her 33 metrede 1 derece yükselmesine jeoterm derecesi denilmektedir. Derine inildikçe artan bu sıcaklık nedeniyledir ki toprağın devamlı olarak bünyesine aldığı su belli bir derinlikten aşağı inememekte ve yerüstüne yakın bir katmanda kalmaktadır. Yukarıdaki ayetin işaret ettiği nimet, bilimsel varsayımlara göre yeryüzü soğurken binlerce yıldır bu jeoterm derecesinin değişmemesi ve suyun (bizlerin geri getiremeyeceği) derinliklere kaçmamasıdır.

Bu ayeti dikkate aldığımız içindir ki tufanla ilgili olan “Sonunda emrimiz geldiği ve tandır kaynayıp-feveran ettiği (jeoterm derecesi hızla yükseldiği) zaman… (11-Hud 40)” ifadelerindeki tandırın kızışıp-kaynamasından jeoterm derecesinin yükseldiğini ve sıcaklıkla buharlaşan suyun yerüstüne çıktığını anlayabiliyoruz.

Kardeşlerimize selam..
Kemal Erkent
10-03-2015 21:44
#894
Selamun Aleykum,

Hazırlamış olduğunuz Türkçe Kur'an Mealini dikkatle ve ilgiyle okuyoruz. Ve sizlere dua ediyoruz. Hud suresi 40.ayetteki (jeoterm derecesi hızla yükseldiği) ifadesi ile ilgili bir açıklama yapmanızı rica ediyorum.
Allah emeklerinizi zayi etmesin, sizlerin de, bizlerin de, razı olacağı bir halimizle O'na kavuşmayı nasip etsin.
Mehmed Alagaş
06-03-2015 22:33
#885
Ve aleykümselam güzel kardeşim

Allah senden de razı olsun. İnşallahu Teala aslı nasıl ki hayırsa, aslına sadık kalmaya çalıştığımız bu meal çalışması da aynı şekilde hayırlara vesile olur. Çalışmalarım var fakat kitaba yönelik değil.

Şimdiye kadar müslümanların ve ümmetin durumunu dikkate alarak ihtiyaç hissettiğim konularda kendi çapımda kitab çalışmalarım oldu. Yeterince anlaşıldığını zannetmediğim ve bazılarının güncel değil yarıncal olduğu bu çalışmalar için Allah’a hamdediyor ve yeni bir kitab çalışmasına şu an için ihtiyaç hissetmiyorum.

Zaten kitab yazmak için hiç kitab yazmadığım gibi mecbur kalmadıkça Allah’ın dini adına yazmak da sevdiğim, istediğim ve talip olduğum bir çalışma değil. Fakat bazı durumlarda kulluk sorumluluğu insana bu mecburiyeti hissettiriyor. Mesela şu an için “Sona Son Kala” çalışmasını yapmasaydım, halk tabiriyle iki elim kanda olsa bu çalışmayı Allah’ın izniyle yapar, yayınlar ve bu çalışma için Allah’a hamdettikten sonra saflığımdan kaynaklanan bir iyimserlikle bu çalışmanın müslümanlar için ciddi bir silkelenme vesilesi olabileceği umuduna kapılabilirdim.

Herneyse güzel kardeşim. Yazılmayan değil yaşanmayan çok şey olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Dua ile..
Selami Özcan
06-03-2015 20:52
#884
Selamunaleyküm

Mehmet hocamla birlikte bu mealde emeği geçen her müslümandan Allah razı olsun. Ciddi bir ihtiyacımızı karşıladı. İnşaallah farkı ve değeri anlaşılır. Bu arada Mehmed hocama yeni bir kitab çalışması varmı diye sormak istiyorum. Umarım vardır. Allah yardımcımız olsun.


Güvenlik Kodu (*)
İşlemin sonucunu aşağıya yazınız : 36 çarpı 2 = ?


(*) Zorunlu

LÜTFEN DİKKAT:
IP numaranız kaydedilmektedir. Yorumlarınız sebebiyle ilgili kişi ve kurumların yasal işlemler başlatabileceğini unutmayınız. Aşağıdaki sebeplerle yorumlarınız onaylanmayacaktır.
  • Küfür, hakaret, tehdit, rencide edici ifadeler
  • İnançlara saldırı
  • Büyük harflerle yazılmış cümleler