Esselamu aleyküm Mehmed abi
Bir kardeşim evde annesi ile yaşadığı bir sorununu çözüm için bana anlatmak istedi... Ben de kendisini dinlediğimde annesinin hoşuna gitmeyen kötü vasıflarını bana anlatmaya başladı... Konuştuk ve sorunlara çözüm bulmaya çalıştık. Yalnız daha sonra farkında olmadan gıybete düştüğümüzün farkına vardım. Çünkü annesinin kötü vasıflarını bana anlattı ve ben de dinledim.. Mehmed abi düşününce şöyle bir çıkmaza girdim.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki; "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?". "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine; "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam; "Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam; "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."."
Biz bu hadise göre hiç bir kardeşimiz ile sorunlarımızı konuşamayacak mıyız?
Berat TEKİN
Sayın Berat TEKİN!
Gerek sormuş olduğunuz sorunun gündeme gelmesi, gerekse içinde bulunduğumuz dönemde Müslümanların birbirlerine olan yaklaşım şekillerini tekrar gözden geçirmesi için "Vahdete 7 Adım" kitabının "Müslümanlara Yaklaşım" başlığından bir bölümü tüm kardeşlerimizin istifadesine sunuyor ve konuyla ilgili yorum ve görüşlerinizi bekliyoruz:
... Onu (o iftirayı) işittiğinizde mü'min erkeklerle mü'min kadınların kendileri (kendilerinin de dahil olduğu mü'minler) hakkında hüsnü zanda bulunup "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? (24-Nûr 12)
"İfk hadisesiyle ilgili olarak nazil olan bu ayet i kerimedeki "... kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup ..." ifadesine dikkat edecek olursak, iftiraya maruz kalan bir mü'mine hakkında hayırlı bir zanda bulunup "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demek, asıl itibariyle kişinin kendi müslümanlığı, kendi mü'minliği, kendi nefsi hakkında hayırlı bir zanda bulunmasıdır. Çünkü mü'min ve müslim kimliğine değer veriyorsak, "Mü'minler ve müslimler, şunları şunları yapmaz" diyorsak, aslını bilmediğimiz bir çirkin habere nasıl inanabilir ve kendimizin de bir mensubu olduğumuz mü'minler kimliğini, böyle bir haberle nasıl kirletebiliriz ki!. Aslını bilmediğimiz çirkin bir habere inanarak mü'minler ve müslimler hakkında kötü bir zanda bulunmamız, onlardan önce bizim mü'min kimliğimizi lekelemez, bizim müslim kimliğimizi kirletmez mi?
Fakat ne yazık ki günümüz müslümanları bu önemli konuda yeterince bilinçli değillerdir. İslam düşmanlarının veya cahil kimselerin uydurdukları yalan haberlere ravileri dikkate alarak kendileri inanmasalar bile, bu yalan haberi başkalarına naklederek, yalan haberin sadık ravileri durumuna düşmekteler ve bu yalan haberi, inanılır bir haber durumuna getirmektedirler!. Oysa doğruluğunu bilmedikleri bir haberle karşılaştıkları zaman, bu haberi ya duydukları yerde gömmeleri, ya da bu haberi tahkik etmeleri gerekmektedir.
Ama böyle olmuyor!.
Özellikle grup taassuplarının yaşandığı düzlemlerde, muhalif gruplardaki müslümanlarla ilgili kötü bir habere (sanki rahmetli bir vahiy inmiş gibi) sevinçli bir imanla yaklaşılmakta ve bu kötü haber sahte bir üzüntü, açık bir heyecan ve gizli bir sevinçle dilden dile dolaştırılmaktadır.
Ve sonrada,
ve sonrada eller semaya kaldırılıp, suizanla kararmış kalplerle, dedikoduyla kirlenmiş dillerle "Ya Rabbi bizlere rahmet et, bizlere yardım et" duasında bulunuluyor!. Gönüllerden arşa değil, ağızlardan burna bile yükselmeyen böylesi dualar ile İlahi affa ve İlahi yardıma mazhar olacağımız zannediliyor!.
Lütfen kendimize gelelim!.
Müslümanlar elbetteki umumu ilgilendiren hataları, umumu ilgilendiren yanlışları gündeme getirecekler ve diğer müslümanların bu gibi yanlışlardan sakınmalarına gayret göstereceklerdir. Fakat bunu yaparken insaflı ve itidalli olmamız, şeytani vesveselere, şeytani kışkırtmalara kapılmamamız gerekir. Çünkü müslümanların en büyük düşmanının, yine müslümanlar olacağını gayet iyi bilen ve dolayısıyle müslümanların arasını ayırmak, müslümanları birbirine düşman etmek isteyen şeytan aleyhillane, müslümanları insaf ve itidalden uzak bir vadiye davet etmektedir.
Nitekim bu şeytani davetin tesirinde kalan müslümanlar, birbirlerini devamlı olumsuz yönleriyle görmekte ve bu olumsuz yönleriyle anlatmaktadırlar. Tabi ki böylesi bir bakış ve böylesi yaklaşımlar, müslümanların düzelmesine ve birbirlerini sevmelerine değil, birbirlerine buğz etmelerine ve ayrılmalarına neden olmaktadır.
Bu gibi hatalara düşmememiz için,
bütün müslümanların öncelikle birbirlerine olumlu yönlerini dikkate alarak bakmaları, olumlu yönleriyle değerlendirmeleri ve olumlu yönleriyle tanımlamaları gerekir. Müslümanlar arasındaki sevgiyi, dayanışmayı ve yakınlaşmayı arttıracak olan bu rahmetli yaklaşımı gerçekleştirebilmek için, bu konuda dikkat etmemiz gereken iki önemli husus vardır;
Bunlardan birincisi bütün müslümanlara, bu müslümanların olumlu ve güzel yönlerini dikkate alarak bakmak, bu müslümanları öncelikle bu güzel ve olumlu yönleriyle değerlendirmektir. İkincisi ise bir müslümana diğer bir müslümandan bahsederken, söz konusu müslümanın olumlu ve güzel yönlerini dikkate alarak bahsetmektir. Daha açık bir ifadeyle söz konusu müslümanın hayrını anlatan, hayrını nakleden, hayırlı bir ravi olmamızdır.
Bunu gerçekleştirmenin en kolay yolu ise,
herhangi bir müslümandan bahsedeceğimiz zaman, o müslümanın yanımızda, yanıbaşımızda olduğunu kabul etmektir. O müslüman yanımızdayken ondan nasıl bahsedecek, sözümüze ve ifade tarzımıza nasıl dikkat edeceksek; o müslümanın yokluğunda da aynı nezaketi, aynı rahmeti dikkate almak durumundayız. Çünkü o müslüman yanımızda olmasa da, o müslüman bizi görmese de, o müslüman bizi duymasa da, o müslümanın sahibi, o müslümanın Rabbi olan Allah (c.c.) bizi görmekte ve bizi duymaktadır. Nitekim bizleri her yerde gören ve işiten şanı yüce Rabbimiz, biz müslümanları gıybetten menetmekte ve gıybet etmeyi, ölü eti yemeye benzetmektedir. Bu benzetmedeki ölü veya ceset, kendisi hakkında gıybette bulunduğumuz kardeşimizin cesedidir. Onun gıyabında konuşurken söylediklerimize müdahale edemeyecek, kendisini savunamayacak durumda olan bu kardeşimiz, ölü bir ceset gibidir. İşte bu durumdaki kardeşimizin gıybetini yapmak, hoşlanmayacağı sözleri onun gıyabında konuşmak; o kardeşimizin ölü etini ısırmak, ölü etini çiğnemek ve onun savunmasız cesedini yemek gibidir.
Peki bizler,
biz müslümanlar, canlı aslandan diyar diyar kaçan, fakat ölü bir aslanla karşılaştıkları zaman onun cesedine saldıran akbabalar veya leş kargaları gibi miyiz?
Tabi ki değiliz, tabi ki olmamalıyız!.
Allah'ı dikkate alan ve Allah'tan korkan bir müslüman, müslüman kardeşinin hakkını, müslüman kardeşinin hukukunu, bu kardeşinin hem varlığında ve hem de yokluğunda gözeten kimsedir. Çünkü Allah'tan korkan bir müslüman, kardeşi hakkında ya hayır konuşmayı veya susmayı tercih eden bir kimliğe, bir kişiliğe, bir karaktere sahiptir. Dolayısıyle bazılarımıza basit gibi gözükecek olan bu rahmetli yaklaşımlara sahip olduğumuz, kardeşlerimize hayırlı bir gözle bakıp, onlar hakkında hayır konuştuğumuz zaman; hiç şüpheniz olmasın ki müslümanlar birbirlerini daha çok sevecekler, birbirlerine daha fazla yaklaşacaklardır.
Buraya kadar anlattıklarımızı samimi bir şekilde tasdik edecek olan bazı kardeşlerimiz "İyi, iyi de, bu gibi nasihatler değişik anlatımlarla birçok kez gündeme geldi, fakat gözle görülebilir bir yararı olmadı!" diyebileceklerdir.
Söylenen bu söz ve yapılan bu tesbit doğru olabilir!.
Ancak gündeme gelen bu nasihatlerin bir faydası olmamışsa, bu durumdaki yanlışlık yapılan nasihatlerde değil, bu nasihatlere yaklaşım biçimindedir. Çünkü gündeme getirilen bu gibi nasihatler, ne yazık ki bazı istisnalar dışında muhatapsız kalan nasihatler olmuştur. Bu nasihatlerle karşılaşan birçok müslüman, bu nasihatleri başkasının, başkalarının yaşamasını beklemişlerdir!. Meseleye en iyimser ve en olumlu yaklaşanlar ise bu nasihatlerin hep birlikte yaşanmasından yana olmuşlar ve "Gelin hep birlikte bu hükümleri, gelin hep beraber bu prensipleri yaşayalım" demişlerdir.
Tabi ki bu da olmamıştır!..
Çünkü bu önemli mesele, pratik yaşantımızda toptan halledilebilecek bir mesele değildir. "Ben" düzleminde halledilmeden, "Biz" düzleminde halledilmesi mümkün olmayan bu soruna, öncelikle "Ben" düzleminde yaklaşmamız gerekmektedir. Herhangi bir hastalıktan muzdarip olduğumuz zaman, bu hastalığa derman olan ilacı kullanmak için nasıl nasıl ki diğer hastaları beklemiyor, "Diğer hastalar kullanırsa, ben de kullanırım" demiyorsak, bizler için şifa olan bu İlahi prensiplere de aynı şekilde yaklaşmalıyız. Bizler için şifa olan bu prensipleri yaşamamız, kimlik ve kişiliklerde bir devrim gerçekleştirecekse, bu devrimi öncelikle kendi nefislerimizde gerçekleştirmeliyiz.
Asr ı saadet dönemindeki müslümanların birbirleri ile ilişkileri ve yaşadıkları kardeşlik, hiç şüphesiz ki örnek almamız gereken bir kardeşliktir. Bu seçkin müslümanların yaşadıkları bereketli ilişkileri ve rahmetli kardeşlikleri görerek, bunların erişilmez olduğunu düşünmek ve zamanımızda böylesi kardeşliklerden umud kesmek yanlıştır. Çünkü cahiliyenin karanlığından, tevhidin aydınlığına kavuşan bu müslümanlar, sihirli bir değnek ile bir halden diğer bir hale geçmemişlerdir.
Bu müslümanlardaki değişiklik,
İlahi hükümlere iman ve teslimiyet ile gerçekleşmiştir. Nitekim bu insanları değiştiren İlahi hükümler, bizlerin de erişebileceği bir yerdedir. Yeter ki bu hükümlere onlar gibi iman etmesini ve onlar gibi teslim olmasını bilelim. Hiç kuşku duymadan iman ettiğimiz Kur'an-ı Kerim müslümanların birbirlerine böyle yaklaşmalarını emrediyorsa, bu İlahi emirlerle öncelikle kendimizi, kendi nefislerimizi mükellef tutalım.
Önce ben adam olayım,
önce ben güzelleşeyim anlayışı, hiç kuşkusuz ki bencil bir anlayış değildir. Çünkü bütün müslümanlar İslami anlamda adam olma, kimlik ve kişiliklerini güzelleştirme gibi tüm hayırlarda, birbirlerine karşı "Önce siz buyurun!" demekle değil, bu hayırlarda birbirleriyle yarışmakla mükelleftirler.
Daha önceki birçok çalışmamızda belirttiğimiz gibi,
karşı tarafın bir sahabe gibi olmasını beklemeden, öncelikle bizim, bizlerin birer sahabe gibi olması gerekir. Çünkü hesap gününde, kendisine güzel davranışlarda bulunulanlar değil, güzel davranışlarda bulunanlar mükafatlandırılacaktır. Nitekim Ali'yi Hz. Ali, Ömer'i Hz. Ömer yapan gerçek, müslümanlardan gördükleri güzel davranışlar değil, kendilerinin müslümanlara gösterdikleri güzel davranışlardır. Bir insan yıllarca fedakar davranışlara muhatap olsa, kendisine yöneltilen bu davranışlarla fedakar olmaz. Fedakar olmak, fedakar davranışlara muhatap olarak değil, fedakar davranışlarda bulunarak gerçekleşir. Nitekim çevresine fedakar davranan bir insan, çevresinden hiçbir fedakarlık görmese dahi, o insan yine fedakar, çok daha fedakar bir insandır. Dolayısıyle sahabe gibi olmak, sahabe gibi olabilmek, sahabe muamelesine muhatap olmamızla değil, sahabe muamelesini yapmamızla, sahabe gibi davranmamızla mümkündür.
Evet,
çok genel olarak ele aldığımız müslümanlarla ilişkiler meselemiz ve bu meselemizle ilgili değindiğimiz sorunlar, bilgisizlikten ziyade bildiklerimizi yaşamamaktan kaynaklanan sorunlardır. Meselenin teorik düzleminde yüzlerce ayet i kerimeyi delil getirerek gayet rahat konuştuğumuz, pratik düzleminde ise binlerce musibetle karşılaştığımız bu ilişkiler meselemizde, açılması gereken tıkanıklıkları açmak, çözülmesi gereken düğümleri çözmek istiyorsak, Rahman olan Rabbimizin rızasını gözeterek meseleye şöyle yaklaşmalıyız;
Düğüm bendedir ve öncelikle benim çözmem gerekir!."
12 Ekim 2014
insandergisi.com
Mehmed Alagaş 21-10-2014 20:16 #729 | Allah sizlerden de razı olsun güzel kardeşim. Kimlik tercihi çalışmamızın kısa ve özel bir çalışma olduğuna biz de katılıyoruz. Bununla beraber yaşadığımız dünyada sağlam bir kimlikle doğrulabilmek için, bu kimliklerimize Kurani bir özgeçmiş vermeyi amaçlayan "Beklenen müslümanlara Yaratılış ve İnsanlık tarihi" çalışmamızın da gerçekten çok önemli olduğunu tekrar hatırlatmak istiyoruz. Dua ile.. |
Mesut Koca 20-10-2014 21:12 #728 | Allah cc razı olsun Müslümanların aslı faslı olmayan haberlerle ilgili tavırlarının kendi mü'min kimlikleriyle ilişkilidir sözünüz muhteşem güzel bir söz güzel Abim.Eşimin teşvikiyle sizin Kimlik tercihi kitabınızı hayatımda okuduğum en değerli kitabınız oldu.Allah cc çalışmalarınızı hayırlı mubarek kılsın.Allah cc sizi ve ailenizi cennet ehlinden etsin. |