Eski Masaüstü Görünüm

Kur’an’da Mecaz


Selamün Aleyküm.

Test yayını olmasına rağmen yine de anlaşılmasına katkı olması ümidi ile;

Kur'an da mecaz kavramını nasıl anlamalıyız? Geniş bir konu ama genel hatları ile yaklaşımımız nasıl olmalı? Rabbimizin zatına ait örnekler verilerek her şey, her olay mecaz olarak değerlendiriliyor.

Selam ve dua ile Allah'a emanet olunuz.

Ömer AYDOĞAN

Ve aleykümselam değerli kardeşim!
Mecaz kelimesine "Bir sözcüğün cümle içersinde gerçek anlamından tamamen farklı bir anlamda kullanılmasıdır" tarifi getirildiği gibi "Bir sözcüğün cümle içersinde gerçek anlamıyla ilgili-ilintili farklı bir anlamda kullanılmasıdır" tarifi de getirilmektedir. Bazı ayetlerin zahir manası hiç dikkate alınmadan nefse göre teviline kapı aralıyan ilk tarifi değil de ikinci tarifi esas aldığımızda Kur'an'da mecaz olduğunu elbetteki söyleyebiliriz. Kur'an'daki mecazla ilgili olarak ilk tarifi esas alarak "Zahir anlamından tamamen ayrı, ilgisiz-ilintisiz bir anlamı olabilir" diyenlerin, Kur'an'ı anlamak isteyen müslümanlar olarak soracağımız "Neden?" sorusunu cevaplamaları gerekir.

Neden?
Bilmemiz gereken gerçekleri bizlere kişiye özel vahiy veya ilham yoluyla değil kalemle öğreten (genele açık harf, kelime ve cümlelerle beyan eden) Rabbimiz bunu neden yapsın ki? Ayetteki söz konusu kelimenin zahir anlamıyla hiçbir ilgisi-ilintisi olmasa, bu kelime ayeti anlamak isteyen müminler için gerçek anlamdan uzaklaştırıcı ve yanıltıcı bir kelime olmaz mı? Apaçık bir beyan olan İlahi kelamı ve bu kelamın Sahibi olan Rabbimizi hiç tereddüt etmeden böyle bir isnattan tenzih etmemiz gerekmez mi? Bizler tenzih ediyor ve bu nedenle Kur'an'daki mecazla ilgili olarak ikinci tarifi esas alıyoruz.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu yaşıma kadar Kur'an'daki mecaz anlatımlarla ilgili olarak en ufak bir sorun yaşamadığım gibi mecaz konusunda yapılan tartışmaları da aklen kavrayabilmiş ve yeterince anlayabilmiş değilim. Çünkü Kur'an'daki mecaz anlatımlar inkar edenler ve kalblerinde hastalık bulunanlar için fitne çıkarmaya yönelik bir malzeme veya tartışma konusu olsa da, İlahi vahye iman eden ve İlahi vahyi dikkatli bir ciddiyet içinde okurken bu vahyin kastettiği manayı düşünüp-anlamaya çalışan müslümanlar için bir sorun veya tartışma konusu olacağını düşünmüyorum. Müslümanlar arasındaki muhtemel tartışmalar, hangi ayetlerde mecaz olup-olmadığı hususunda olabileceği gibi Kur'an'a gereken ciddiyeti göstermeyen farklı çevrelerde de bazı mecaz ifadelere zahir ve gerçek anlamla ilintisiz teviller getirme konusunda kendisini gösterebilir. Tabi ki sebeb veya niyet ne olursa olsun, ayeti aklen anlaşılır kılmaya veya nefse göre yorumlamaya yönelik böylesi yaklaşımlardan müslümanların önemle sakınması gerekir.

Kur'an'da mecaz anlatımlarla ilgili ileri sürülen ayetlerden bazı örnekler verecek olursak, bu gibi ayetlerin mü'minler ve ayetlerde kastedilen manayı düşünüp-anlamaya çalışan müslümanlar için bir sorun veya tartışma konusu olmadığını görebiliriz. Tabi ki mecaz olduğu ileri sürülen bazı ayetlerde kesinlikle mecaz olmadığını da belirtmeliyiz. Mesela;

Eğer inkar ederseniz, çocukların saçlarını ağartan bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? (73-Müzzemmil 17)

ayetinde mecaz değil açık bir gerçeklik olduğu gibi;

Görmedin mi göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler... (22-Hacc 18)

ayeti de insan dışındaki varlıklara ait secdenin mahiyetini bilmesek bile, secde etme gerçeğini bir başka manaya tevil etmememiz gereken bir ayettir. Şimdi mecazla ilgili olarak makul görülen ayetlerden bazı örnekler verelim;

Küfre sapanların misali, bağırıp-çağırmadan başka bir şeyi duymadan haykıranın misali gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl erdirmezler. (2-Bakara 171)

Kim bunda (dünyada) kör ise o kimse ahirette de kördür ve yol bakımından daha şaşkın-daha sapıktır. (17-İsra 72)

Bu ayetleri dikkatlice okuyan hangi müslüman, ayetlerdeki zikredilen sağırlığın, dilsizliğin veya körlüğün fiziki olduğunu zanneder ki? Kaldı ki ayetlerin tefsir hakkını öncelikle Kur'an'a veren müslümanlar, bu ayetin açık tefsiriyle ilgili olarak;

Andolsun ki Biz cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir hatta daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir. (7-A'raf 179)

buyruğunu okuyan ve anlayan müslümanlardır. Bazı kardeşlerimiz İsra 72'nin sitedeki meallinde "Kim bunda (dünyada) kör ise.." ifadesini daha anlaşılır kılmak için neden "Kim bunda (dünyada hakka karşı) kör ise.." şeklinde vermediğimizi sorabilir. Bu şekilde vermememizin nedeni, kafirlerin bile dünyada inkar ettikleri birçok hakkı ahirette görüp-tasdik edeceklerinden hareketle, bu ayette zikredilen körlüğün neye veya nelere karşı bir körlük olduğu konusunda kesin bir bilgiye ulaşamadığımız içindir.

Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar ve ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular, O da onları (sapıklıkları içinde bırakıp) unuttu. Şüphesiz ki münafıklar, fasıkların (yoldan çıkanların) ta kendileridir. (9-Tevbe 67)

Bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan dolayı tadın azabı. Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın. (32-Secde 14)

Kur'an-ı Kerim'de bu ayetleri dikkatlice okuyan bütün müslümanlar, elbetteki ayetlerde zikredilen ve kastedilen gerçeği anlayan müslümanlardır. Musa Aleyhisselam gibi;

... Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz. (20-Taha 52)

diyen her müslüman, Rabbimize nisbet edilen bu unutmanın (unutma fiiliyle ilgili ve ilintili olarak) 'bulunduğu hale terketme-bırakma' anlamına geldiğini bildikleri için bu gibi ayetleri;

(Onlara) denilir ki "Bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi Biz de bugün sizi (yardım ve rahmetten yana) unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir ve sizin için hiçbir yardımcı yoktur." (45-Casiye 34)

şeklinde anlarlar. Çünkü;

(Onlara denilir ki) "Bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan dolayı tadın azabı. Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın." (32-Secde 14)

ayetinde beyan edildiği gibi unutmaktan münezzeh olan Rablerinin, "Biz de sizi unuttuk" buyurduğu bu kimseleri azabla cezalandırdığını ve cezalandırmayı hiç unutmadığını görürler.

Bu konuyla ilgili ayetlerde dikkate almamız gereken bir başka husus ise unutma fiili birkaç ayette Allah'a nisbet edilirken, diğer ayetlerde "Biz" denilen bir çoğunluğa nisbet edilmektedir;

Onlar dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edindiler ve dünya hayatı da onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını nasıl unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkar ettilerse, Biz de bugün onları (ateşte) unuturuz. (7-A'raf 51)

(Allah da) "İşte böyledir. Sana ayetlerimiz gelmişti fakat sen onları unuttun, bugün de sen (aynı şekilde) böyle unutulmaktasın" buyurur. (20-Taha 126)

Bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi Biz de bugün sizi (yardım ve rahmetten yana) unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir ve sizin için hiçbir yardımcı yoktur. (45-Casiye 34)

Kendileri Allah'ı unutmuş böylece O da onlara kendilerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar fasık olanlardır. (59-Haşr 19)

Bu ayetlerdeki "Biz" ifadesine meleklerle beraber mü'minlerin de dahil olduğunu ve Rabbimizden bir rahmet olarak bu mü'minlerin de yaptıkları nedeniyle azaba müstehak olanlar için (dünya hayatında en yakınları, en sevdikleri olsa bile) üzülmeyeceklerini ve onları yardım ve rahmetten yana unutacaklarını anlayabiliriz.

Allah'ın ipine sımsıkı yapışın, dağılıp-ayrılmayın ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini zikredip-hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizi birleştirip-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olmuştunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Hidayete (doğru yola) eresiniz diye Allah size ayetlerini böyle açıklar. (3-Al-i İmran 103)

Bu ayette "Allah'ın ipine sımsıkı yapışın" buyurulurken elbetteki yün veya pamuktan yapılan bir ip değil, Rabbimizin emir ve nehiylerini beyan eden hükümler kastedilmektedir. Bu hükümlere sımsıkı tutunmanın "Allah'ın ipine sımsıkı tutunmak" olarak ifade edilmesi ise konuyla ilgisiz-ilintisiz bir ifade değildir. Çünkü kuyuya düşen bir insanın kurtulabilmesi ve yerüstüne çıkabilmesi için kendisine uzatılan ipe sımsıkı tutunması ne kadar önemliyse; ahseni takvim üzere yaratıldıktan sonra esfele safiline çevrilen (aşağıların aşağısına indirilen) insanların da felaha kavuşarak ebedi kurtuluşa yükselebilmeleri için başlı başına rahmet olan bu ipe sımsıkı tutunmaları ondan çok çok daha fazla önemlidir.

Onlar Allah'ın kadrini (yüceliğini-kıymetini bilip) hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer bütünüyle O'nun kabzında-avucundadır. Gökler de O'nun (kudret) eliyle dürülüp-bükülmüştür. O (sübhandır), onların şirk koşmakta olduklarından münezzeh ve yücedir. (39-Zümer 67)

Sana (söz verip) biat edenler ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Artık kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, ona da büyük bir ecir-mükafat verecektir. (48-Fetih 10)

Mülk elinde olan (Allah) çok yücedir-mukaddestir. O, her şeye kadirdir (güç yetirendir). (67-Mülk 1)

Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Vech-i İlahi (Allah'ın yüzü) oradadır. Şüphe yok ki Allah Vasi'dir (lutfu ve rahmeti geniştir), Alim'dir (hakkıyle bilendir). (2-Bakara 115)

Yakınlara, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Allah'ın cemalini (yüzünü ve rızasını) isteyenler için bu (harcamalar) daha hayırlıdır ve felaha (kurtuluşa) erenler de onlardır. (30-Rum 38)

Rabbimizle ilgili bu gibi ayet-i kerimeler bazı çevrelerde tartışma konusu olsa da, İlahi vahye gereken ciddiyeti göstererek okumaya ve düşünmeye çalışan müslümanlar için anlaşılması zor ayetler değildir. Bu müslümanlar Vech-i İlahinin mahiyetini hiç bilmeseler de, ayetin zahirine sadık kalarak Vech-i İlahiye hiç kuşku duymadan iman ettikleri gibi Yedullahi (Allah'ın eli) ifadesine de aynı anlayışla yaklaşıp, bu ifadeyi öncelikle failin değil fiilin mahiyetiyle ilgili bir tarif olarak anlarlar. Mesela "Sana (söz verip) biat edenler ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir..." buyruğunda şanı yüce Rabbimiz bu biat fiiline Kendisinin de katıldığını, Kendisinin de dahil olduğunu beyan etmektedir.

Bu gibi ifadeleri failin değil fiilin mahiyetiyle ilgili bir tarif olarak anlamamız elbetteki Kurani bir anlayıştır. Nitekim;

Yahudiler "Allah'ın eli sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar. Bilakis O'nun elleri açıktır, nasıl dilerse öyle verir... (5-Maide 64)

ayetinde görüleceği gibi herşeyi hakkıyle bilen Rabbimiz "Allah'ın eli sıkıdır" ifadesinin failin değil fiilin bir tanımı olduğunu bilerek "O'nun elleri açıktır, nasıl dilerse öyle verir" buyurmaktadır.

İlahi gerçeklik böyle iken Rabbimizin Zatıyla ilgili bu gibi ayetler niye tartışılıyor veya yanlış anlaşılıyor sorusu gündeme gelebilir. Böylesi konulardaki temel yanılgılar, insanların kendilerinden hareket ederek Allah'ı tanımlamaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Birçok kitab çalışmamızda önemle üzerinde durduğumuz bu yanılgıyla ilgili olarak "Beklenen Müslümanlara - Yaratılış ve İnsanlık Tarihi" çalışmamızda şunları söylemiştik;

"...Rabbimize ait bazı esma ve sıfatların, farklı ve sınırlı bir içerikte bizlerde de bulunmasının, bizler açısından hem müsbet ve hem de menfi sonuçları olmaktadır. Bu özelliklerin sınırlı da olsa bizlerde olmasının müsbet sonucu, Rabbimizin esma ve sıfatlarının bizim için çok genel anlamda anlaşılabilir olmasıdır. Mesela Rabbimiz bizlere görme, işitme veya sabır özelliklerini vermeseydi, Rabbimizin Basir, Semi ve Sabır sıfatlarının en genel anlamda bile ne olduğunu anlayamaz ve bu anlaşılmazlık içinde "Görmek, işitmek ve sabretmek de neyin nesidir?" derdik. Ancak benzer özellikler sınırlı bir içerikte bizlerde de olduğu için, Rabbimizin bu esma ve sıfatları hakkında genel ve doğru bir anlayışa sahip olabiliyoruz. Meselenin müsbet yönünde atılan ilk adım ve bu ilk adımın müsbet sonucu budur.

Bu özelliklerin bizlerde de olmasının menfi sonucu ise, bu müsbet yönde ikinci adımı atmamız ve kendimizden hareketle Allah'ın esma ve sıfatlarının mahiyetini Rabbe özel olarak tanımlamaya kalkışmamızdır. İşte durmamız ve haddimizi bilerek duraksamamız gereken nokta budur. Çünkü ilk adımı atmamız ve kendimizden hareketle Rabbimizin esma ve sıfatları hakkında çok genel bir anlayışa sahip olmamız ne kadar doğru ise; aynı istikamette ikinci adımı atarak yine kendimizden hareketle Rabbimizin esma ve sıfatlarını O'na özel bir içerikte tanımlamaya kalkışmamız, o kadar yanlıştır. Bu yaklaşım Allah'ı Kendi Zatına göre tanımak değil, alemlerin Rabbi olan Allah'ı kendimize göre tanımlamak olur!. Oysa Allah bizlerden ve bizlerin böylesi tanımlamalarından çok yüce ve çok münezzehtir.

Fakat ne yazık ki böylesi yanılgılara düşülebilmekte ve insanlara Rabbimizi tanıtmayı amaçlayan esma-ül hüsna kitablarında bile, Allah'a ait birçok esma, bu esmanın insanlara yansıyış biçimine göre tarif edilmektedir. Mesela Es Sabr olan Rabbimiz, hiç kuşkusuz ki sabır sahibidir. Ancak Rabbimizin sabrını, kendi sabır anlayışımıza göre açıklayıp, kendi sabrımıza göre tanımlayamayız. Çünkü bizim sabır anlayışımız ve sabır amelimiz, zaman ve mekan içinde gerçekleşmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Mısır dönemindeki İsrailoğulları Firavun'a ve Firavun'un zulmüne uzun yıllar sabretmişlerdir. Şimdi bundan hareketle "Rabbimiz de Firavun'a ve Firavun'un zulmüne uzun yıllar sabretmiştir" diyemeyiz. Çünkü zamandan ve mekandan münezzeh olan, Firavun'un doğumunu, helakını ve cehennemdeki akibetini aynı anda gören Rabbimizin Sabır esması, bizlerdeki bu sabır anlayışının çok ötesinde ve çok farklı ufuklarındadır...."

Biraz uzun fakat gerekli olan bu alıntıyı yaptıktan sonra bazı esmaların çok cüzi bir şekilde bizlere yansımış olduğunu kabul etsek de söz konusu yanılgılara düşmemek için;

Hiç O'nun (esmalarında bir benzeri, bir) adaşı olduğunu biliyor musun? (19-Meryem 65)

veya

... O'nun benzeri hiçbir şey yoktur ... (42-Şura 11)

ayetlerine iman eden müslümanlar olarak "O kesinlikle bize ve hiçbir yaratılmışa benzemez" deriz. Sınırlı bir menzili ve keyfiyeti olan görme duyumuzdan hareket ederek herşeyi hakkıyle gören Basir'i tanımlayamayacağımız gibi, şimdiki zamana bağlı sabrımızdan hareketle zamandan ve mekandan münezzeh olan Rabbimizin sabrını tanımlayamayız. Rabbimizi kendimize göre tanımlamaktan sakınmamız ise elbetteki bizleri Rahman olan Allah'ı ayetlere göre tanımaya-anlamaya çalışmaktan alıkoymamalıdır.

Ömer kardeşim,
Kur'an'daki mecazla ilgili olarak şimdilik özetle söyleyebileceklerim bu kadar. Benim için bir sorun, bir problem olmadığı için üzerinde müstakil bir araştırma yapmadığım bu meselede bilmem gerekirken bilmediğim veya yanlış anladığım hususlar varsa lütfen Mehmed kardeşinizi uyarıp-ikaz ediniz.

19 Aralık 2013
Mehmed ALAGAŞ



Yorum Yap


Yorumlar yeniden eskiye doğru sıralanmıştır.
Sıralamayı çevirmek için tıklayınız.

Ömer Aydoğan
12-01-2014 23:38
#222
Günümüzde özellikle sizin de belirttiğiniz gibi"ayeti aklen anlaşılır kılmaya veya nefse göre yorumlamaya yönelik böylesi yaklaşımlardan"ne yazik ki çokça karşılaşmaya başlamıştık.Ayrıca Rabbimize ait esmalar için fail ve fiilin mahiyetine dair güzel açıklamarınız için duadan başka bir şey demiyor, Allah'a hamd ederek Cennet umudu ile selamlıyorum.
insandergisi.com
19-12-2013 13:34
#185
Sorular İle İlgili Genel Bilgilendirme!

Bazı kardeşlerimizden önemli sorular gelmesine ve tarafımızca ciddiye alınmasına rağmen yoğunluk ve çalışmalar nedeniyle hemen cevap verilmese de bu gibi ciddi soruların "Cevaplanacak Sorular" dosyasına konulduğunu ve en kısa zamanda -ziyaretçi seviyesinin dikkate alındığı- önem ve öncelik sırasına göre cevaplanacağını bildirmek isteriz…




Güvenlik Kodu (*)
İşlemin sonucunu aşağıya yazınız : 28 çarpı 2 = ?


(*) Zorunlu

LÜTFEN DİKKAT:
IP numaranız kaydedilmektedir. Yorumlarınız sebebiyle ilgili kişi ve kurumların yasal işlemler başlatabileceğini unutmayınız. Aşağıdaki sebeplerle yorumlarınız onaylanmayacaktır.
  • Küfür, hakaret, tehdit, rencide edici ifadeler
  • İnançlara saldırı
  • Büyük harflerle yazılmış cümleler