Eski Masaüstü Görünüm

Ayet altı "Oku" ikonu bazı kullanıcılarda çalışmamaktadır. Sorun ile ilgili çalışmalarımız devam etmektedir.
Fâtiha Suresi1Bakara Suresi2Âl-i İmrân Suresi3Nisâ Suresi4Mâide Suresi5En'âm Suresi6A'râf Suresi7Enfâl Suresi8Tevbe Suresi9Yunus Suresi10Hûd Suresi11Yusuf Suresi12Ra'd Suresi13İbrahim Suresi14Hicr Suresi15Nahl Suresi16İsrâ Suresi17Kehf Suresi18Meryem Suresi19Tâ-Hâ Suresi20Enbiyâ Suresi21Hac Suresi22Mü'minûn Suresi23Nûr Suresi24Furkan Suresi25Şuarâ Suresi26Neml Suresi27Kasas Suresi28Ankebût Suresi29Rûm Suresi30Lokman Suresi31Secde Suresi32Ahzâb Suresi33Sebe Suresi34Fâtır Suresi35Yâsin Suresi36Sâffât Suresi37Sâd Suresi38Zümer Suresi39Mü'min Suresi40Fussilet Suresi41Şûrâ Suresi42Zuhruf Suresi43Duhân Suresi44Câsiye Suresi45Ahkaf Suresi46Muhammed Suresi47Fetih Suresi48Hucurât Suresi49Kaf Suresi50Zâriyât Suresi51Tûr Suresi52Necm Suresi53Kamer Suresi54Rahmân Suresi55Vâkıa Suresi56Hadid Suresi57Mücâdele Suresi58Haşr Suresi59Mümtehine Suresi60Saf Suresi61Cum'a Suresi62Münâfikûn Suresi63Teğabün Suresi64Talâk Suresi65Tahrim Suresi66Mülk Suresi67Kalem Suresi68Hâkka Suresi69Meâric Suresi70Nuh Suresi71Cin Suresi72Müzzemmil Suresi73Müddessir Suresi74Kıyamet Suresi75İnsan Suresi76Mürselât Suresi77Nebe Suresi78Nâziât Suresi79Abese Suresi80Tekvir Suresi81İnfitâr Suresi82Mutaffifin Suresi83İnşikak Suresi84Bürûc Suresi85Târık Suresi86A'lâ Suresi87Ğâşiye Suresi88Fecr Suresi89Beled Suresi90Şems Suresi91Leyl Suresi92Duhâ Suresi93İnşirâh Suresi94Tin Suresi95Alak Suresi96Kadir Suresi97Beyyine Suresi98Zilzâl Suresi99Âdiyât Suresi100Kâria Suresi101Tekâsür Suresi102Asr Suresi103Hümeze Suresi104Fil Suresi105Kureyş Suresi106Mâ'ûn Suresi107Kevser Suresi108Kâfirûn Suresi109Nasr Suresi110Tebbet Suresi111İhlâs Suresi112Felâk Suresi113Nâs Suresi114
A'lâ Suresi87A'râf Suresi7Abese Suresi80Âdiyât Suresi100Ahkaf Suresi46Ahzâb Suresi33Âl-i İmrân Suresi3Alak Suresi96Ankebût Suresi29Asr Suresi103Bakara Suresi2Beled Suresi90Beyyine Suresi98Bürûc Suresi85Câsiye Suresi45Cin Suresi72Cum'a Suresi62Duhâ Suresi93Duhân Suresi44En'âm Suresi6Enbiyâ Suresi21Enfâl Suresi8Fâtiha Suresi1Fâtır Suresi35Fecr Suresi89Felâk Suresi113Fetih Suresi48Fil Suresi105Furkan Suresi25Fussilet Suresi41Ğâşiye Suresi88Hac Suresi22Hadid Suresi57Hâkka Suresi69Haşr Suresi59Hicr Suresi15Hucurât Suresi49Hûd Suresi11Hümeze Suresi104İbrahim Suresi14İhlâs Suresi112İnfitâr Suresi82İnsan Suresi76İnşikak Suresi84İnşirâh Suresi94İsrâ Suresi17Kadir Suresi97Kaf Suresi50Kâfirûn Suresi109Kalem Suresi68Kamer Suresi54Kâria Suresi101Kasas Suresi28Kehf Suresi18Kevser Suresi108Kıyamet Suresi75Kureyş Suresi106Leyl Suresi92Lokman Suresi31Mâ'ûn Suresi107Mâide Suresi5Meâric Suresi70Meryem Suresi19Mü'min Suresi40Mü'minûn Suresi23Mücâdele Suresi58Müddessir Suresi74Muhammed Suresi47Mülk Suresi67Mümtehine Suresi60Münâfikûn Suresi63Mürselât Suresi77Mutaffifin Suresi83Müzzemmil Suresi73Nahl Suresi16Nâs Suresi114Nasr Suresi110Nâziât Suresi79Nebe Suresi78Necm Suresi53Neml Suresi27Nisâ Suresi4Nuh Suresi71Nûr Suresi24Ra'd Suresi13Rahmân Suresi55Rûm Suresi30Sâd Suresi38Saf Suresi61Sâffât Suresi37Sebe Suresi34Secde Suresi32Şems Suresi91Şuarâ Suresi26Şûrâ Suresi42Tâ-Hâ Suresi20Tahrim Suresi66Talâk Suresi65Târık Suresi86Tebbet Suresi111Teğabün Suresi64Tekâsür Suresi102Tekvir Suresi81Tevbe Suresi9Tin Suresi95Tûr Suresi52Vâkıa Suresi56Yâsin Suresi36Yunus Suresi10Yusuf Suresi12Zâriyât Suresi51Zilzâl Suresi99Zuhruf Suresi43Zümer Suresi39
Alak Suresi96Kalem Suresi68Müzzemmil Suresi73Müddessir Suresi74Fâtiha Suresi1Tebbet Suresi111Tekvir Suresi81A'lâ Suresi87Leyl Suresi92Fecr Suresi89Duhâ Suresi93İnşirâh Suresi94Asr Suresi103Âdiyât Suresi100Kevser Suresi108Tekâsür Suresi102Mâ'ûn Suresi107Kâfirûn Suresi109Fil Suresi105Felâk Suresi113Nâs Suresi114İhlâs Suresi112Necm Suresi53Abese Suresi80Kadir Suresi97Şems Suresi91Bürûc Suresi85Tin Suresi95Kureyş Suresi106Kâria Suresi101Kıyamet Suresi75Hümeze Suresi104Mürselât Suresi77Kaf Suresi50Beled Suresi90Târık Suresi86Kamer Suresi54Sâd Suresi38A'râf Suresi7Cin Suresi72Yâsin Suresi36Furkan Suresi25Fâtır Suresi35Meryem Suresi19Tâ-Hâ Suresi20Vâkıa Suresi56Şuarâ Suresi26Neml Suresi27Kasas Suresi28İsrâ Suresi17Yunus Suresi10Hûd Suresi11Yusuf Suresi12Hicr Suresi15En'âm Suresi6Sâffât Suresi37Lokman Suresi31Sebe Suresi34Zümer Suresi39Mü'min Suresi40Fussilet Suresi41Şûrâ Suresi42Zuhruf Suresi43Duhân Suresi44Câsiye Suresi45Ahkaf Suresi46Zâriyât Suresi51Ğâşiye Suresi88Kehf Suresi18Nahl Suresi16Nuh Suresi71İbrahim Suresi14Enbiyâ Suresi21Mü'minûn Suresi23Secde Suresi32Tûr Suresi52Mülk Suresi67Hâkka Suresi69Meâric Suresi70Nebe Suresi78Nâziât Suresi79İnfitâr Suresi82İnşikak Suresi84Rûm Suresi30Ankebût Suresi29Mutaffifin Suresi83Bakara Suresi2Enfâl Suresi8Âl-i İmrân Suresi3Ahzâb Suresi33Mümtehine Suresi60Nisâ Suresi4Zilzâl Suresi99Hadid Suresi57Muhammed Suresi47Ra'd Suresi13Rahmân Suresi55İnsan Suresi76Talâk Suresi65Beyyine Suresi98Haşr Suresi59Nûr Suresi24Hac Suresi22Münâfikûn Suresi63Mücâdele Suresi58Hucurât Suresi49Tahrim Suresi66Teğabün Suresi64Saf Suresi61Cum'a Suresi62Fetih Suresi48Mâide Suresi5Tevbe Suresi9Nasr Suresi110

Kehf Suresi


Kehf Suresi 110 ayettir. Nüzulü Mekke'de olup 69. sure olarak inmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de 292 sayfa numarasında yer almaktadır.

Hata! Lütfen tarayıcınızın ayarlarını kontrol edip daha sonra tekrar deneyin.

. ayet ile . ayet arasını

بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْـكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجا۔ًۜ



Hamd (şükür dolu övgü), Kitab'ı kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık (çelişki ve eğrilik) kılmayan Allah'a aittir.
-1

قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ



Kayyum (doğru-kalıcı bir Kitab'tır) ki, Kendi katından şiddetli bir azabla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan mü'minlere güzel bir mükafat olduğunu müjdelemek için (onu indirdi).
-2

مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَداًۙ



Onlar orada ebedi kalacaklardır.
-3

مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْۜ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۜ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً



Bu konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne büyük. Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar.
-5

فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَسَفاً



Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmazlarsa, sen onların ardından esef ederek (çok üzülerek) neredeyse kendini mahvedeceksin.
-6

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً



Biz yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir zinet (süs ve cazibe) kıldık ki, onların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.
-7

وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَع۪يداً جُرُزاًۜ



Biz (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru bir toprak kılacağız.
-8

فَضَرَبْنَا عَلٰٓى اٰذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِن۪ينَ عَدَداًۙ



Böylelikle mağarada nice yıllar onların kulaklarına (perde) vurduk.
-11

ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ اَيُّ الْحِزْبَيْنِ اَحْصٰى لِمَا لَبِثُٓوا اَمَداً۟



Sonra iki gruptan (Kehf ve Rakim Ehlinden) hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
-12

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ



Biz sana onların kıssalarını hakkıyle (gerçek ve yeterli olarak) anlatıyoruz. Onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini arttırdık.
-13

وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ۬ا مِنْ دُونِه۪ٓ اِلٰهاً لَقَدْ قُلْـنَٓا اِذاً شَطَطاً



Onların kalplerini (sabır ve sebatla) pekiştirmiştik. (Onlar) kıyam ettiklerinde (kavimlerine) demişlerdi ki "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir, biz ilah olarak O'ndan başkasına tapmayız, (bunun aksini) söyleyecek olursak, andolsun ki saçmalamış oluruz."
-14

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍۜ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ



(Kavimlerinden ayrılınca gördükleri Rakim ehline dediler ki) Şu bizim kavmimiz O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onların ilah olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya. Allah'a karşı yalan düzüp-uydurandan daha zalim kim olabilir?"
-15

وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً



(Rakim Ehli demişti ki) "Madem ki siz onlardan ve (onların) Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde size bir fayda ve kolaylık sağlasın."
-16

وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟



(Onlara baktığında) görürdün ki, güneş doğduğunda mağaralarının sağına sapıp-meyleder, batarken de onları sol yandan (teğet) geçer-giderdi ve onlar onun geniş boşluğundalardı. İşte bu (durum) Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet verirse o hakka (doğruya) ulaşmıştır, kimi de saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bir veli bulamazsın.
-17

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً



Sen onları uyanık sanırsın oysa onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de girişte iki kolunu uzatmıştı. Eğer (yukarıdan bakıp) onların durumuna muttali olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın ve (gördüklerinden) için korku ile dolardı.
-18

وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً



Böylece (Rakim ve Kehf ehli) aralarında sorup-sorgulasınlar diye onları uyandırdık. (Rakim ehlinin) içlerinden bir sözcü dedi ki "Ne kadar kaldınız?" (Kehf ehli) dediler ki "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık." (Rakim ehlinin diğerleri) dediler ki "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir." (Rakim ehlinden bir sözcü dedi ki) "Şimdi birinizi şu (gümüş) paranızla şehre gönderin de hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin. Ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
-19

اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً



Çünkü onlar sizi farkedip-üzerinize gelirlerse, sizi taşlayarak öldürürler veya dinlerine geri çevirirler ve bu durumda ebediyyen felah (kurtuluş) bulamazsınız.
-20

وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً



Böylece (sonraki insan kuşaklarını) onlardan (onların durumundan) haberdar ettik ki, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve o saatin (kıyametin) kendisinde şüphe bulunmadığını bilsinler. Hani (ashab-ı kehf öldükten sonra) kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı. (Olayın hikmetini bilenler) "Onların üstüne bir bina-duvar inşa edin (mağarayı kapatın), Rableri onları daha iyi bilir" dediler. Onların işine galip gelenler (sözleri geçenler) ise (İnşaallah demeden) "Yanlarına mutlaka bir mescid yapacağız" dediler.
-21

سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْماً بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِراًۖ وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَداً۟



Diyecekler ki "Üç'tüler, onların dördüncüsü de köpekleridir." Ve "Beş'tiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu) gayba (bilinmeyene, karanlığa) taş atmaktır. (Kimileri de) "Yedi'dirler, onların sekizincisi de köpekleridir" diyecekler. De ki "Onların sayısını Rabbim bilir, onları (yaratılmışların) pek azı bilir." Öyleyse onlar konusunda (delillerle) açıkta olanlar (bu bildirilenler) dışında tartışma ve onlar hakkında hiç kimseye bir şey sorma.
-22

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَايْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَداًۙ



Hiçbir şey hakkında "Ben bunu yarın (mutlaka) yapacağım" deme.
-23

اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَداً



Ancak "İnşaallah (Allah dilerse yapacağım)" de. Unuttuğun zaman ise Rabbini zikret ve "Umulur ki Rabbim beni doğruya, bundan daha yakın olan bir yola iletir" de.
-24

وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً



Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve (uyandıktan sonra orada yaşayarak) dokuz daha kattılar.
-25

قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً



De ki "(Rakim ehlinin) ne kadar kaldıklarını Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O ne güzel görendir, ne güzel işitendir. Onların O'ndan başka bir velisi yoktur. O Kendi hükmünde (hükümdarlığında) hiç kimseyi ortak kılmaz."
-26

وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً



Rabbinin Kitab'ından sana vahyedileni oku. O'nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur ve O'nun dışında sığınılacak (hiçbir şey) bulamazsın.
-27

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً



Sabah akşam O'nun vechini (Zatını-rızasını) isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının zinetini (geçici güzelliklerini) isteyerek gözlerini onlardan ayırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi hevasına (nefsi arzularına) uyan ve işinde haddi aşana (aşırılığa gidene) itaat etme.
-28

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً



Ve de ki "Hak Rabbinizdendir". Artık dileyen iman etsin, dileyen küfre sapsın. Biz zalimler için bir ateş hazırlamışız ki, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Onlar feryatla yardım istediklerinde, 'erimiş maden gibi' yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. O ne kötü bir içki ve ne kötü bir destektir.
-29

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلاًۚ



Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise Biz güzel amel işleyenlerin mükafatını elbette zayi etmeyiz.
-30

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ



İki bağ da yemişliklerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve arasından da bir ırmak fışkırtmıştık.
-33

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً



Onun başka gelirleri de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona "Ben mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm" dedi.
-34

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَب۪يدَ هٰذِه۪ٓ اَبَداًۙ



(Gurur ve kibirle) kendi nefsine zulmederek bağına girdi (ve arkadaşına) dedi ki "Bunun sonsuza kadar helak olacağını sanmıyorum."
-35

وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّ۪ي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً



"Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Eğer Rabbime döndürülüp-götürülecek olursam şüphesiz bundan daha hayırlı bir akibet (sonuç) bulacağım."
-36

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذ۪ي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًۜ



Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki "Seni topraktan, sonra bir nutfeden-damladan yaratan, sonra da seni bir adam haline getireni inkar mı ettin?"
-37

وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ



Bağına girdiğin zaman Maşaallah (Allah ne güzel dilemiş), Allah'tan başka kuvvet yoktur" demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından kendinden az görüyorsan."
-39

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ



Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.
-40

اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَط۪يعَ لَهُ طَلَباً



Veya suyu dibe çekilir de, bir daha onu arayıp-bulmaya güç yetiremezsin.
-41

وَاُح۪يطَ بِثَمَرِه۪ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ ف۪يهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّ۪ٓي اَحَداً



(Derken) onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. (Ürün almak) uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturakaldı. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de (dünyevi pişmanlıkla) şöyle diyordu "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım."
-42

وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًۜ



Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendini de kurtaracak güçte değildi.
-43

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّۜ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً۟



İşte burada velayet (yardım ve dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap (mükafat) bakımından hayırlı, akibet bakımından da hayırlıdır.
-44

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً



Onlara dünya hayatının misalini ver. (Dünya hayatı) gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla yeryüzünün bitkileri (önce gürleşip) birbirine karışmış, arkasından rüzgarların savurduğu kuru çöp kırıntısı oluvermiştir. Allah her şeye muktedirdir.
-45

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً



Mal ve çocuklar, dünya hayatının zinetidir (çekici süsüdür). (Karşılığı) baki olan salih ameller ise Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, emelce de (karşılığı umudla beklenen olarak da) daha hayırlıdır.
-46

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ



Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (çöl gibi) görürsün. Hiç birini bırakmaksızın onları (haşredip) toplarız.
-47

وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً



Onlar saflar halinde Rabbine sunulmuşlardır. (Dünya hayatında inkar edenlere) "Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize gelmiş oldunuz. Oysa size vadedilenlerin gerçekleşeceği bir (haşr ve buluşma) zamanı tayin etmediğimizi sanmıştınız değil mi?" (denir).
-48

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟



Kitab (ortaya) konulduğunda, mücrimlerin (suçlu-günahkarların) onda (yazılı) olanlardan korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?" (Dünya hayatında bütün) yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
-49

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً



Hani meleklere "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'in dışında hepsi secde etmişlerdi. O cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Şimdi siz Ben'i bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Onları Bana tercih etmek) zalimler için ne kadar kötü bir değiştirmedir.
-50

مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً



Göklerin ve yerin yaratılışında da, kendilerinin yaratılışında da Ben onları şahid tutmadım. Ben sapıp-saptırıcıları yardımcı edinmiş değilim.
-51

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً



(Allah'ın küfre sapanlara) "Benim ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın" diyeceği gün, onları çağırırlar fakat kendilerine cevap vermezler. Biz onların aralarına bir uzaklık-uçurum koyduk.
-52

وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟



Mücrimler (suçlu-günahkarlar) ateşi görmüşler, içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır. Fakat kaçacak bir yer bulamazlar.
-53

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً



Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden mağfiret (bağışlanma) dilemekten alıkoyan şey, evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini veya azabın göz göre göre ansızın gelip çatmasını (şüpheli ve alaycı bir merakla) beklemek olmuştur.
-55

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً



Biz resulleri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. Küfre-sapanlar ise hakkı batıl ile ortadan kaldırmak için mücadele etmektedirler. Onlar Benim ayetlerimi ve uyarılıp-korkutuldukları şeyleri (helak ve azabı) alaya alırlar.
-56

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً



Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle-hatırlatıldığı zaman onlara sırt çeviren ve önceden yaptıklarını (amellerini) unutandan daha zalim kimdir? Biz onların (o zalimlerin) kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da, onlar asla hidayet bulamazlar.
-57

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً



Senin Rabbin Gafur'dur (çok bağışlayandır). Eğer yaptıklarından dolayı onları (hemen) yakalayıverseydi, onlara azabı çabuklaştırırdı. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, bundan kaçıp kurtulacakları bir yer (sığınak) bulamayacaklardır.
-58

وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟



İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler. Biz onların helakleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.
-59

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً



Hani Musa genç-yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar (devamlı gideceğim ve sahilden) hiç ayrılmayacağım, ya da (yakın zamanda ulaşamazsam bu yolda) uzun yıllar yürüyeceğim."
-60

فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً



Böylece ikisi, ikinin (iki denizin) birleştiği yere ulaşınca balıklarını unuttular. (Balık da) denizde 'bir tünel veya bir menfez bulup' kendi yolunu tutup-gitti.
-61

فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتٰيهُ اٰتِنَا غَدَٓاءَنَاۘ لَقَدْ لَق۪ينَا مِنْ سَفَرِنَا هٰذَا نَصَباً



(İki denizin birleştiği yeri) geçtiklerinde, (Musa) genç-yardımcısına "Kuşluk yemeğimizi getir, yaptığımız bu yolculuktan andolsun ki epey yorulduk" dedi.
-62

قَالَ اَرَاَيْتَ اِذْ اَوَيْنَٓا اِلَى الصَّخْرَةِ فَاِنّ۪ي نَس۪يتُ الْحُوتَۘ وَمَٓا اَنْسَان۪يهُ اِلَّا الشَّيْطَانُ اَنْ اَذْكُرَهُۚ وَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِۗ عَجَباً



(Genç-yardımcısı) dedi ki "(Başıma geleni) gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı, o da şaşılacak bir şekilde (bir yolla) denizde kendi yolunu tutup-gitti."
-63

قَالَ ذٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِۗ فَارْتَدَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمَا قَصَصاًۙ



(Musa) dedi ki "İşte bizim de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi (sahildeki) izleri üzerinde geriye döndüler.
-64

قَالَ لَهُ مُوسٰى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلٰٓى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْداً



Musa ona dedi ki "Sana öğretilen ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?"
-66

قَالَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً



Dedi ki "Sen, benimle beraber olmaya kesinlikle güç yetirip-sabredemezsin."
-67

وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلٰى مَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ خُبْراً



Hubren (önce ve sonra ilmiyle) kuşatıp-kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?
-68

قَالَ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ صَابِراً وَلَٓا اَعْص۪ي لَكَ اَمْراً



(Musa) "İnşaallah beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Senin hiçbir emrine-işine karşı gelmeyeceğim" dedi.
-69

قَالَ فَاِنِ اتَّبَعْتَن۪ي فَلَا تَسْـَٔلْن۪ي عَنْ شَيْءٍ حَتّٰٓى اُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْراً۟



Dedi ki "Eğer bana uyacaksan, ben sana (içyüzünü) açıklamadıkça hiçbir şey hakkında bana soru sorma."
-70

فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا رَكِبَا فِي السَّف۪ينَةِ خَرَقَهَاۜ قَالَ اَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ اَهْلَهَاۚ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً اِمْراً



Böylece yola koyuldular. Nihayet bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) dedi ki "İçindekileri batırıp-boğmak için mi onu deldin? Andolsun ki sen büyük (çok vahim) bir iş yaptın."
-71

قَالَ اَلَمْ اَقُلْ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً



(Salih kul) dedi ki "Benimle beraberliğe kesinlikle güç yetirip-sabredemezsin demedim mi?"
-72

قَالَ لَا تُؤَاخِذْن۪ي بِمَا نَس۪يتُ وَلَا تُرْهِقْن۪ي مِنْ اَمْر۪ي عُسْراً



(Musa) "Beni (bir an için) unuttuğumdan dolayı 'sorgulayıp-suçlama' ve bu işimden dolayı bana güçlük çıkarma" dedi.
-73

فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا لَقِيَا غُلَاماً فَقَتَلَهُۙ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْساً زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً نُكْراً



Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, (salih kul) hemen onu tutup-öldürüverdi. (Musa) dedi ki "Bir cana karşılık (kısas) olmaksızın, masum bir canı mı öldürdün? Andolsun ki sen kötü bir iş yaptın."
-74

قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً



(Salih kul) dedi ki "Ben sana benimle beraberliğe kesinlikle güç yetirip-sabredemezsin demedim mi?"
-75

قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْراً



(Musa) "Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana mazur (yeterli mazerete ulaşmış) olursun" dedi.
-76

فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً



Böylece ikisi (yine) yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip onlardan yemek istediler fakat (kasabada herkes) onları (ücretsiz) konuklamakdan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, (salih kul) hemen onu doğrultuverdi. (Musa) dedi ki "Eğer isteseydin, buna karşılık bir ücret alabilirdin."
-77

قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً



(Salih kul) dedi ki "İşte bu (soru), benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin tevilini-içyüzünü haber vereceğim."
-78

وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ



Erkek çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.
-80

فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْماً



Rablerinin onlara, temizlikçe daha hayırlı ve daha şefkatli-merhametli birini vermesini diledik.
-81

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ



Gerçekten Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona (yapmak istediği) her şey için bir sebeb (yol ve imkan) verdik.
-84

فَاَتْبَعَ سَبَباً



O da (sebebe tabi olup) bir yol tuttu.
-85

قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً



(Zülkarneyn) dedi ki "Kim zulme saparsa biz onu azablandıracağız. Sonra da Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırıverir."
-87

وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْراًۜ



Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık (mükafat) vardır. Ve ona emrimizden (onun için) kolay olanını söyleyeceğiz.
-88

ثُمَّ اَتْـبَعَ سَبَباً



Sonra (yine sebebe tabi olup) bir yol tuttu.
-89

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ



Sonunda güneşin (geçmişte) doğduğu (zamana) ulaşınca, onu (güneşi) kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.
-90

كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْراً



İşte böyle idi. Biz onun yanında olan herşeyi (bildiklerini ve yaptıklarını) hubren (evvel ve ahir ilmiyle) büsbütün kuşatmıştık.
-91

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَباً



Sonra (yine sebebe tabi olup) bir yol (daha) tuttu.
-92

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً



İki seddin arasına ulaştığında, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir (hak) sözü anlayıp-kavramayan bir kavim buldu.
-93

قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْماًۙ



Dedi ki "Rabbimin beni sağlam bir iktidarla içinde bulundurduğu (nimet ve imkan) daha hayırlıdır. Siz bana güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel yapayım."
-95

فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً



Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşmaya, ne de onu delmeye muktedir olabildiler.
-97

قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ



(Zülkarneyn) dedi ki "Bu (engel, size) Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği zaman O bunu dümdüz eder. Rabbimin vaadi haktır."
-98

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ



(Seddin dümdüz olacağı) o gün, Biz onları birbiri içinde dalgalanır halde bırakmışızdır. Sur'a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya getirip-toplamışızdır.
-99

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضاًۙ



O gün, küfre sapanlara cehennemi öyle bir göstereceğiz ki (dehşet içinde dehşete düşecekler).
-100

اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلاً



Küfre sapanlar, Beni bırakıp da kullarımı (kendilerine yeterli) veliler edindiklerini mi sandılar? Biz cehennemi kafirler için son durak-son konak olarak hazırladık.
-102

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ



De ki "Size amel (yaptıkları işler) bakımından en çok hüsrana (ebedi ziyana) uğrayacak olanları haber verelim mi?"
-103

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً



Onlar iyi-güzel iş yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatındaki bütün çabaları-çalışmaları boşa giden kimselerdir.
-104

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً



İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Onların amelleri boşa gitmiştir. Kıyamet gününde onlar (iyi-güzel sandıkları ameller) için hiçbir tartı tutmayacağız.
-105

ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً



İşte onların cezası, (ahireti) inkar edip, ayetlerimi ve resullerimi alaya aldıkları için cehennemdir.
-106

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً



Orada ebedi olarak kalıcıdırlar ve (ebediyyen hiç bıkıp-sıkılmadan) oradan ayrılmak istemezler.
-108

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً



De ki "Rabbimin (katında karşılığı olan) kelimeleri (yazmak) için deniz mürekkeb olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce deniz tükenirdi, yardım için bir benzerini (bir o kadarını) getirsek bile."
-109