Eski Masaüstü Görünüm

Ayet altı "Oku" ikonu bazı kullanıcılarda çalışmamaktadır. Sorun ile ilgili çalışmalarımız devam etmektedir.
Fâtiha Suresi1Bakara Suresi2Âl-i İmrân Suresi3Nisâ Suresi4Mâide Suresi5En'âm Suresi6A'râf Suresi7Enfâl Suresi8Tevbe Suresi9Yunus Suresi10Hûd Suresi11Yusuf Suresi12Ra'd Suresi13İbrahim Suresi14Hicr Suresi15Nahl Suresi16İsrâ Suresi17Kehf Suresi18Meryem Suresi19Tâ-Hâ Suresi20Enbiyâ Suresi21Hac Suresi22Mü'minûn Suresi23Nûr Suresi24Furkan Suresi25Şuarâ Suresi26Neml Suresi27Kasas Suresi28Ankebût Suresi29Rûm Suresi30Lokman Suresi31Secde Suresi32Ahzâb Suresi33Sebe Suresi34Fâtır Suresi35Yâsin Suresi36Sâffât Suresi37Sâd Suresi38Zümer Suresi39Mü'min Suresi40Fussilet Suresi41Şûrâ Suresi42Zuhruf Suresi43Duhân Suresi44Câsiye Suresi45Ahkaf Suresi46Muhammed Suresi47Fetih Suresi48Hucurât Suresi49Kaf Suresi50Zâriyât Suresi51Tûr Suresi52Necm Suresi53Kamer Suresi54Rahmân Suresi55Vâkıa Suresi56Hadid Suresi57Mücâdele Suresi58Haşr Suresi59Mümtehine Suresi60Saf Suresi61Cum'a Suresi62Münâfikûn Suresi63Teğabün Suresi64Talâk Suresi65Tahrim Suresi66Mülk Suresi67Kalem Suresi68Hâkka Suresi69Meâric Suresi70Nuh Suresi71Cin Suresi72Müzzemmil Suresi73Müddessir Suresi74Kıyamet Suresi75İnsan Suresi76Mürselât Suresi77Nebe Suresi78Nâziât Suresi79Abese Suresi80Tekvir Suresi81İnfitâr Suresi82Mutaffifin Suresi83İnşikak Suresi84Bürûc Suresi85Târık Suresi86A'lâ Suresi87Ğâşiye Suresi88Fecr Suresi89Beled Suresi90Şems Suresi91Leyl Suresi92Duhâ Suresi93İnşirâh Suresi94Tin Suresi95Alak Suresi96Kadir Suresi97Beyyine Suresi98Zilzâl Suresi99Âdiyât Suresi100Kâria Suresi101Tekâsür Suresi102Asr Suresi103Hümeze Suresi104Fil Suresi105Kureyş Suresi106Mâ'ûn Suresi107Kevser Suresi108Kâfirûn Suresi109Nasr Suresi110Tebbet Suresi111İhlâs Suresi112Felâk Suresi113Nâs Suresi114
A'lâ Suresi87A'râf Suresi7Abese Suresi80Âdiyât Suresi100Ahkaf Suresi46Ahzâb Suresi33Âl-i İmrân Suresi3Alak Suresi96Ankebût Suresi29Asr Suresi103Bakara Suresi2Beled Suresi90Beyyine Suresi98Bürûc Suresi85Câsiye Suresi45Cin Suresi72Cum'a Suresi62Duhâ Suresi93Duhân Suresi44En'âm Suresi6Enbiyâ Suresi21Enfâl Suresi8Fâtiha Suresi1Fâtır Suresi35Fecr Suresi89Felâk Suresi113Fetih Suresi48Fil Suresi105Furkan Suresi25Fussilet Suresi41Ğâşiye Suresi88Hac Suresi22Hadid Suresi57Hâkka Suresi69Haşr Suresi59Hicr Suresi15Hucurât Suresi49Hûd Suresi11Hümeze Suresi104İbrahim Suresi14İhlâs Suresi112İnfitâr Suresi82İnsan Suresi76İnşikak Suresi84İnşirâh Suresi94İsrâ Suresi17Kadir Suresi97Kaf Suresi50Kâfirûn Suresi109Kalem Suresi68Kamer Suresi54Kâria Suresi101Kasas Suresi28Kehf Suresi18Kevser Suresi108Kıyamet Suresi75Kureyş Suresi106Leyl Suresi92Lokman Suresi31Mâ'ûn Suresi107Mâide Suresi5Meâric Suresi70Meryem Suresi19Mü'min Suresi40Mü'minûn Suresi23Mücâdele Suresi58Müddessir Suresi74Muhammed Suresi47Mülk Suresi67Mümtehine Suresi60Münâfikûn Suresi63Mürselât Suresi77Mutaffifin Suresi83Müzzemmil Suresi73Nahl Suresi16Nâs Suresi114Nasr Suresi110Nâziât Suresi79Nebe Suresi78Necm Suresi53Neml Suresi27Nisâ Suresi4Nuh Suresi71Nûr Suresi24Ra'd Suresi13Rahmân Suresi55Rûm Suresi30Sâd Suresi38Saf Suresi61Sâffât Suresi37Sebe Suresi34Secde Suresi32Şems Suresi91Şuarâ Suresi26Şûrâ Suresi42Tâ-Hâ Suresi20Tahrim Suresi66Talâk Suresi65Târık Suresi86Tebbet Suresi111Teğabün Suresi64Tekâsür Suresi102Tekvir Suresi81Tevbe Suresi9Tin Suresi95Tûr Suresi52Vâkıa Suresi56Yâsin Suresi36Yunus Suresi10Yusuf Suresi12Zâriyât Suresi51Zilzâl Suresi99Zuhruf Suresi43Zümer Suresi39
Alak Suresi96Kalem Suresi68Müzzemmil Suresi73Müddessir Suresi74Fâtiha Suresi1Tebbet Suresi111Tekvir Suresi81A'lâ Suresi87Leyl Suresi92Fecr Suresi89Duhâ Suresi93İnşirâh Suresi94Asr Suresi103Âdiyât Suresi100Kevser Suresi108Tekâsür Suresi102Mâ'ûn Suresi107Kâfirûn Suresi109Fil Suresi105Felâk Suresi113Nâs Suresi114İhlâs Suresi112Necm Suresi53Abese Suresi80Kadir Suresi97Şems Suresi91Bürûc Suresi85Tin Suresi95Kureyş Suresi106Kâria Suresi101Kıyamet Suresi75Hümeze Suresi104Mürselât Suresi77Kaf Suresi50Beled Suresi90Târık Suresi86Kamer Suresi54Sâd Suresi38A'râf Suresi7Cin Suresi72Yâsin Suresi36Furkan Suresi25Fâtır Suresi35Meryem Suresi19Tâ-Hâ Suresi20Vâkıa Suresi56Şuarâ Suresi26Neml Suresi27Kasas Suresi28İsrâ Suresi17Yunus Suresi10Hûd Suresi11Yusuf Suresi12Hicr Suresi15En'âm Suresi6Sâffât Suresi37Lokman Suresi31Sebe Suresi34Zümer Suresi39Mü'min Suresi40Fussilet Suresi41Şûrâ Suresi42Zuhruf Suresi43Duhân Suresi44Câsiye Suresi45Ahkaf Suresi46Zâriyât Suresi51Ğâşiye Suresi88Kehf Suresi18Nahl Suresi16Nuh Suresi71İbrahim Suresi14Enbiyâ Suresi21Mü'minûn Suresi23Secde Suresi32Tûr Suresi52Mülk Suresi67Hâkka Suresi69Meâric Suresi70Nebe Suresi78Nâziât Suresi79İnfitâr Suresi82İnşikak Suresi84Rûm Suresi30Ankebût Suresi29Mutaffifin Suresi83Bakara Suresi2Enfâl Suresi8Âl-i İmrân Suresi3Ahzâb Suresi33Mümtehine Suresi60Nisâ Suresi4Zilzâl Suresi99Hadid Suresi57Muhammed Suresi47Ra'd Suresi13Rahmân Suresi55İnsan Suresi76Talâk Suresi65Beyyine Suresi98Haşr Suresi59Nûr Suresi24Hac Suresi22Münâfikûn Suresi63Mücâdele Suresi58Hucurât Suresi49Tahrim Suresi66Teğabün Suresi64Saf Suresi61Cum'a Suresi62Fetih Suresi48Mâide Suresi5Tevbe Suresi9Nasr Suresi110

A'râf Suresi


A'râf Suresi 206 ayettir. Nüzulü Mekke'de olup 39. sure olarak inmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de 150 sayfa numarasında yer almaktadır.

Hata! Lütfen tarayıcınızın ayarlarını kontrol edip daha sonra tekrar deneyin.

. ayet ile . ayet arasını

بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

الٓمٓصٓۜ



Elif, Lam, Mim, Sad.
-1

كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ



(Bu) kendisiyle insanları uyarıp korkutman ve mü'minlere de bir zikir (öğüt-hatırlatma) olmak üzere sana indirilen bir Kitab'dır. Artık bu hususta göğsünde bir sıkıntı olmasın.
-2

وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ



Biz nice ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken zorlu azabımız onlara geliverdi.
-4

فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ



Azabımız onlara geliverince "Biz gerçekten zulme sapanlardandık" demelerinden başka yakarıp-çağırışları olmadı.
-5

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ



Andolsun ki kendilerine (resul) gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere de (resullere de) soracağız.
-6

فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ



Andolsun ki (yaptıkları her şeyi) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Çünkü biz gaibler (onlardan habersizler) değildik.
-7

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ



Kimin de tartıları hafif gelirse, bunlar da ayetlerimize zulüm (haksızlık) etmelerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır.
-9

قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ



(Allah) "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?" buyurdu. (İblis) "Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın onu ise çamurdan yarattın" dedi.
-12

قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ



(Allah) "Öyleyse oradan in, orada büyüklenmek senin hakkın-haddin değildir. Hemen çık çünkü sen zelil (aşağılık) olanlardansın" (buyurdu).
-13

قَالَ اَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ



O da "Bana (insanların) yeniden dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi.
-14

قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ



(Allah) "Sen mühlet verilenlerdensin" dedi.
-15

قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ



Dedi ki "Öyle ise beni (onunla) azdırmana karşılık, and içerim ki ben de (onu ve soyunu) saptırmak için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım."
-16

قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ



(Allah) "Yerilmiş (alçaltılmış) ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun ki onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım" buyurdu.
-18

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ



Derken şeytan, kendilerine gizli kalan çirkin yerlerini (fücurlarını) açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
-20

وَقَاسَمَـهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ



Ve onlara "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin etti.
-21

فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ



Böylece onları aldatarak (bulundukları mevkiden) düşürdü. Ağacı tattıkları anda çirkin yerleri (fücurları) kendilerine açılıverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Rableri de kendilerine "Ben sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" diye nida etti.
-22

قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ



Dediler ki "Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz."
-23

قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ



(Allah) dedi ki "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır."
-24

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشاً۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ



Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi (fücrunuzu) örtecek elbiseyle bir de size süs kazandıracak elbise indirdik (varettik). (Nefislerdeki fücru örten) takva elbisesi elbette daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. (İman edenler) böylece hatırlayıp-öğüt alırlar.
-26

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ



Ey Ademoğulları. Şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini (fücurlarını) kendilerine göstermek için (takva) elbiselerini açarak onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de (aldatıp) bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizleri görmektedirler. Biz şeytanları, iman etmeyenlerin velileri (dostları) kıldık.
-27

وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ



Onlar 'çirkin bir hayasızlık' işlediklerinde "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bunu bize emretti" derler. De ki "Şüphesiz Allah, 'çirkince hayasızlıkları' emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"
-28

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ



De ki "Rabbim adaleti emretti. Her mescidde (secde yerinde) yüzlerinizi (O'na) doğrultun ve dini yalnız Allah'a halis kılarak O'na dua edin. Sizi ilkin yarattığı gibi (yalın ve yalnız olarak yine O'na) döneceksiniz."
-29

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ



Ey Ademoğulları. İçinizden size ayetlerimi haber veren resuller geldiğinde, kim korkup-sakınırsa ve (halini-davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
-35

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ



Allah'a karşı yalan yere iftira düzenden ya da ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? İşte onlara Kitab'taki nasibleri erişecektir. Sonunda kendilerine gönderdiğimiz elçilerimiz gelip canlarını alırken (onlara) "Allah'tan başka tapmakta olduklarınız nerede?" dediklerinde "Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp kayboldular" derler. Ve onlar gerçekten kafir olduklarına kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
-37

قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعاًۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَاباً ضِعْفاً مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ



(Allah onlara) "Cinlerden ve insanlardan sizden önce gelip-geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin" buyuracak. Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lanet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca sonrakiler öncekiler için "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı. Öyleyse (onlara) ateşten kat kat artırılmış bir azab ver" diyecekler. (Allah da) "Herkes için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek.
-38

وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟



Öncekiler de sonrakilere "Sizin bize göre (hayırda) bir üstünlüğünüz (kötülükte bizden bir farkınız) yoktur. O halde yaptıklarınızın karşılığı olan azabı tadın" derler.
-39

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ



Şüphesiz ayetlerimizi yalan sayanlar ve onlara karşı büyüklenenler (var ya), işte onlar için göğün kapıları açılmaz ve deve de iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. Biz mücrimleri (suçlu- günahkarları) işte böyle cezalandırırız.
-40

لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ



Onlar için cehennem ateşinden döşekler ve üstlerine de (yine ateşten) örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.
-41

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ



İman edenlere ve salih amellerde bulunanlara gelince -ki Biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını-fazlasını yüklemeyiz- işte onlar da cennet ashabı-halkı olanlardır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.
-42

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ



Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa söküp-atarız. Altlarından ırmaklar akar ve derler ki "Bizi buna hidayet eden (ulaştıran) Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi, biz hidayete erecek değildik. Andolsun ki Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara "Yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennet işte budur" diye seslenilecek.
-43

وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ



Cennet ashabı (halkı) cehennem ashabına "Biz Rabbimizin vadettiğini hak (gerçek) olarak bulduk, siz de Rabbinizin vadettiğini hak (gerçek) olarak buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da "Evet (bulduk)" derler. Bunun üzerine aralarında bir çağırıcı "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun" diye bağırır.
-44

وَبَيْنَـهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ



İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A'raf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere "Size selam olsun" derler ki bunlar henüz girmeyen fakat (girmeyi şiddetle arzu edip) umanlardır.
-46

وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ



A'raf ashabı-halkı, kendilerini simalarından tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek "Ne (malca ve sayıca) çokluğunuz, ne de büyüklük taslamalarınız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı" derler.
-48

اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ



Allah onları hiç bir rahmete erdirmeyecek diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (derler ve dünya hayatında hor görülen o kimselere) "Girin cennete artık sizin için hiçbir korku yoktur ve siz mahzun da olmayacaksınız" (denilir).
-49

وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ



Cehennem ashabı (halkı) cennet ashabına "Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan akıtıp-verin" diye seslenirler. Onlar da "Allah bunların ikisini de kafirlere haram (yasak) kılmıştır" derler.
-50

وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ



Andolsun ki Biz onlara bir Kitab indirdik. İman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere, onu bir ilim üzere çeşitli biçimlerde açıkladık.
-52

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟



Onlar illa ki onun (gerçekleşecek) tevilini mi bekliyorlar? Onun tevilinin geleceği (haberlerin gerçekleşeceği) gün daha önce onu unutanlar "Gerçekten Rabbimizin resulleri bize hakkı getirmişler. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri döndürülmemiz mümkün mü ki işlediklerimizden başkasını yapsak" diyeceklerdir. Onlar gerçekten kendilerini hüsrana uğratmışlardır ve uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp-kaybolmuşlardır.
-53

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ



Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan sonra da arşı istiva eden (mekandan münezzeh kudretiyle kuşatan) Allah'tır. Gündüzü kendisini durmaksızın kovalayan geceyle örten, güneşi, ayı ve yıldızları kendi buyruğuyla müsahhar (emre hazır-yararınıza uygun) kılandır. Haberiniz olsun yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir-mukaddestir.
-54

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاًۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ



Islah edilmesinden sonra yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkarmayın. O'na korkarak ve umud taşıyarak dua edin. Allah'ın rahmeti muhsinlere (iyilik yapıp-güzel davrananlara) elbette ki çok yakındır.
-56

وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَاباً ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ



Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjdeci olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir beldeye sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ola ki düşünüp-ibret alırsınız.
-57

وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِداًۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟



Güzel beldenin bitkisi Rabbinin izniyle (güzel) çıkar, kötü olandan ise faydası az olandan başkası çıkmaz. İşte Biz şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
-58

لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ



Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki "Ey kavmim. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım."
-59

قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ



Kavminin önde gelenleri "Gerçekten biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler.
-60

قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ



O "Ey kavmim, bende bir sapıklık yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinden (gönderilmiş) bir resulüm" dedi.
-61

اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ



Size Rabbimin risaletini (vahyettiği gerçekleri) tebliğ ediyor, size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy ile) biliyorum.
-62

اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ



Sizi uyararak sakınmanız ve böylece rahmete kavuşturulmanız için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size zikrin (hatırlatmanın) gelmesine şaşırdınız mı?
-63

وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ



Ad'a da (Ad toplumuna da) kardeşleri Hud'u (gönderdik). (Hud) "Ey kavmim. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?" dedi.
-65

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ



Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar dediler ki "Gerçekte biz seni 'sefihlik-ahmaklık' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz."
-66

قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ



(Hud) "Ey kavmim" dedi. "Bende 'sefihlik-ahmaklık' yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinden (gönderilmiş) bir resulüm" dedi.
-67

اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ



Size Rabbimin risaletini (vahyettiği gerçekleri) tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.
-68

اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣـطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ



Sizi uyarıp-korkutmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin (hatırlatmanın) gelmesine şaşırdınız mı? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını-üstün kıldığını hatırlayın. O halde Allah'ın nimetlerini zikredip-hatırlayın ki felaha (kurtuluşa) eresiniz.
-69

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ



Dediler ki "Sen bize yalnızca tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten sadıklardan (doğru sözlülerden) isen bize vadettiğin şeyi getir."
-70

قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ



(Hud) "Artık sizin üzerinize Rabbinizden bir azab ve gazab gerekli kılındı (kesinleşti). Allah'ın kendileri hakkında hiçbir ispatlı delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın (düzüp uydurarak) isimlendirdiği birtakım isimler (düzme ilahlar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
-71

وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَـالِـحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ



Semud'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih onlara) "Ey kavmim. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir. Allah'ın bu dişi devesi size bir ayettir (mucizedir). Onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın. Sakın ona kötülükle dokunmayın sonra sizi elim-acıklı bir azab yakalar" dedi.
-73

وَاذْ‌كُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَـفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُوراً وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتاًۚ فَاذْكُـرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ



(Allah'ın) Ad'dan (Ad kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini düşünüp-hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlarında evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın da, yeryüzünde fesatçılar (bozguncular) olarak karışıklık çıkarmayın.
-74

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحاً مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ



Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (mustaz'aflara) "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" dediler. Onlar da "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız" dediler.
-75

قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّـذ۪ٓي اٰمَنْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ



Büyüklük taslayanlar (müstekbirler) ise "Biz de sizin inandığınızı inkar edenleriz" dediler.
-76

فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ



Derken dişi deveyi öldürdüler ve Rablerininin emrine karşı çıkıp (Salih'e) "Ey Salih eğer gerçekten gönderilenlerden (peygamberlerden) isen vadettiğin şeyi getir" dediler.
-77

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَ



Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
-78

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَـكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ



O da onlardan yüz çevirdi ve "Ey kavmim. Andolsun ki size Rabbimin risaletini (vahyettiği gerçekleri) tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi.
-79

وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ



Kavminin cevabı "Onları (Lut ailesini) memleketinizden sürüp çıkarın. Çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demelerinden başka bir şey olmadı.
-82

فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ



Bunun üzerine Biz de karısı dışında onu ve ailesini kurtardık. O (karısı) ise geride kalanlardandı.
-83

وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟



Ve onların üzerine bir (azab) sağanağı yağdırdık. Mücrimlerin (suçlu-günahkarların) uğradıkları sona bir bak.
-84

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ



Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik. Şuayb onlara) dedi ki "Ey kavmim. Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların eşyasını (gerçek değerinden) düşürüp-eksiltmeyin ve ıslah edilmesinden (düzene konulmasından) sonra yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkarmayın. Eğer inanıyorsanız, bunlar sizin için daha hayırlıdır."
-85

وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ



O'na iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoyarak ve onu eğri göstermek isteyerek her yolun başında oturmayın. Hatırlayın ki siz az (ve güçsüz) iken O sizi çoğalttı. Fesad (bozgunculuk) çıkaranların nasıl bir sona (akibete) uğradıklarına bir bakın.
-86

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ



Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb) dedi ki "Biz istemesek de mi?"
-88

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ



Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a karşı iftira etmiş (yalan söylemiş) oluruz. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona (sizin dininize) geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a tevekkül ettik (O'na güvendik). Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında Sen hak ile hüküm ver. Sen hakimlerin (hüküm verenlerin) en hayırlısısın.
-89

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ



Derken onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında dizüstü çökekaldılar.
-91

اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ



Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında 'hiç refah içinde yaşamamış' gibi oldular. Asıl hüsrana uğrayanlar (iman edenler değil), Şuayb'ı yalanlayanların kendileri oldu.
-92

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟



(Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve dedi ki "Ey kavmim. Andolsun ki size Rabbimin risaletini (vahyettiği gerçekleri) tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Artık ben, kafir bir topluluğa nasıl acıyıp-üzülebilirim?"
-93

ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ



Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve (Bizi unutup) "Atalarımıza da (bazan) şiddetli sıkıntılar (bazan da) refah ve genişlikler dokunmuştu" dediler. Biz de onları hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik.
-95

وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ



Eğer o ülkelerin halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, elbette ki üzerlerine hem gökten, hem de yerden nice bereketler (bolluklar) açardık. Ancak onlar yalanladılar, Biz de onları yapıp-ettikleri nedeniyle yakalayıverdik.
-96

اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ



Ya da o ülkeler halkı kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, azabımızın onlara gelmeyeceğinden emin miydiler?
-98

اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ۟



Onlar Allah'ın düzeninden-tuzağından (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Hüsrana uğrayan topluluktan başkası Allah'ın tuzağından emin olmaz.
-99

اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ



Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara bu gerçek belli değil midir ki, eğer Biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
-100

تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ



İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun ki resulleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların kalplerini böyle (kapatıp) mühürler.
-101

وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ



Onların çoğunda Biz ahde vefa (verdikleri söze bağlılık görmedik) bulmadık ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak bulduk.
-102

ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ



Sonra onların ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve önde gelen çevresine gönderdik. Onlar ona (Musa'ya ve ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte fesadçıların (bozgunculuk çıkaranların) nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
-103

وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ



Musa dedi ki "Ey Firavun. Ben alemlerin Rabbinden (gönderilmiş) bir resulüm."
-104

حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ



Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak hakkı (gerçeği) söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.
-105

قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ



(Firavun) dedi ki "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve sadıklardan (doğru sözlülerden) isen onu göster (bakalım)."
-106

فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ



Bunun üzerine (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir sü'ban (koskoca bir yılan-ejderha) oluverdi.
-107

وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟



Ve elini (koynundan) çıkardı, o da anında bakanlara bembeyaz (oluverdi).
-108

قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ



Firavun kavminden (bazı) ileri gelenler dedi ki "Bu gerçekten bilgin bir sihirbazdır."
-109

يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ



Sizi yurdunuzdan sürüp-çıkarmak istiyor. (Firavun, o halde) "Siz ne diyorsunuz?" (dedi).
-110

قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ



Dediler ki "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, şehirlere de toplayıcılar yolla."
-111

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ



Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler.
-112

وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ



Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki "Şayet biz üstün gelirsek, bize kesinlikle bir ücret (bir armağan) vardır değil mi?"
-113

قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ



(Firavun) "Evet" dedi. "(Ayrıca) siz yakınlarımdan olacaksınız."
-114

قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ



(Musa) "Siz atın" dedi. (İplerini, asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
-116

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ



Biz de Musa'ya "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da atıverince) bir de baktılar ki, bu onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
-117

فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ



Böylece hak ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları batıl-boş olup gitmişti.
-118

فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ



İşte (Firavun ve yakınları) orada yenilmiş olup, hor ve hakir (aşağılanmış) duruma düştüler.
-119

وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ



Sihirbazlar ise (hep birlikte) secdeye kapandılar.
-120

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ



Musa'nın ve Harun'un Rabbine.
-122

قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ



Firavun dedi ki "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz öyle mi? Bu (yaptığınız) hiç şüphesiz halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz."
-123

قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ



(Önceden sihirbaz olan mü'minler) "Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz" dediler.
-125

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ



Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki "Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesad çıkarsınlar, seni ve ilahlarını terketsinler diye mi (serbest) bırakacaksın?" (Firavun) dedi ki "Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz."
-127

قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِۚ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ



Musa kavmine "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki yeryüzü Allah'ındır, kullarından dilediğini ona varis (mirasçı) kılar. (En güzel) akibet muttakilerindir (korkup-sakınanlarındır) " dedi.
-128

وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ



Andolsun ki Biz, Firavun hanedanını öğüt alıp düşünsünler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
-130

فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ



Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu bizim için" derler, eğer kendilerine bir kötülük gelirse (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, onların uğursuzluğu (başlarına gelen musibetler) Allah katındandır ama onların çoğu bilmezler.
-131

وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ



Onlar "Bizi büyülemek için bize mucize olarak her ne getirirsen getir, biz yine de sana inanacak değiliz" dediler.
-132

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ



Biz de ayrı ayrı ayetler (mucizeler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, zararlı haşere (buğday güvesi), kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine de büyüklük tasladılar ve mücrim (suçlu-günahkar) bir kavim oldular.
-133

فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ



Ne zaman ki onların erişebilecekleri belli bir süreye kadar o azabı onlardan kaldırıp-gideriverdik, onlar hemen andlarını bozdular.
-135

وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَـنَٓا اِلٰهاً كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ



İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken kendilerine ait bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar. Musa'ya dediler ki "Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize (görünür) bir ilah yap." O "Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz" dedi.
-138

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ



Onların içinde bulundukları şey (din) yok olmaya mahkumdur ve yapmakta oldukları şeyler de (ibadetler de) batıldır.
-139

وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟



Hatırlayın ki size en kötü işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun hanedanından (ailesinden) sizi kurtardık. İşte bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardır.
-141

وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكاًّ وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقاًۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ



Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi de onunla konuşunca "Rabbim, bana (Kendini) göster, Seni göreyim" dedi. (Allah) "Beni asla göremezsin. Ama şu dağa bak, eğer o yerinde karar kılabilirse (durabilirse) sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince onu param parça etti, Musa da baygın düştü. Ayılıp-kendine geldiğinde "Sen sübhansın (münezzehsin-yücesin). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.
-143

قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ



(Allah) "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol."
-144

وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ



Biz ona levhalarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve) "Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzel şekilde sarılıp-tutsunlar. Size fasıkların (yoldan çıkmışların) yurdunu pek yakında göstereceğim" (dedik).
-145

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟



Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayanların amelleri (iyi de olsa) boşa gitmiştir. Onlar yaptıkları (kötü) amellerden başka bir şeyle mi cezalandırılırlar.
-147

وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلاًۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ



(Tur'a gitmesinin) ardından Musa'nın kavmi, zinet-süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara bir yol gösteremediğini görmediler mi? Onu (ilah) edindiler ve zalimlerden oldular.
-148

وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ



Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşünce ve kendilerinin de gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana (ebedi ziyana) uğrayanlardan olacağız" dediler.
-149

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ



Musa kavmine oldukça kızgın ve üzgün olarak döndüğünde "Benim arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları attı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona) "Annemoğlu, bu topluluk beni cidden zayıf gördü ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla bir tutma" dedi.
-150

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟



(Musa) dedi ki "Rabbim. Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın."
-151

وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ



Kötülük işleyip de bunun ardından tevbe ve iman edenler için hiç şüphe yok ki Rabbin bundan sonra elbette Gafur'dur (çok bağışlayandır), Rahim'dir (rahmetiyle çok esirgeyendir).
-153

وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ



Musa'nın kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca levhaları aldı. (Levhalardan birinin) nüshasında "Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır" (yazılıydı).
-154

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ



Musa, (mikatımız) tayin ettiğimiz süre için kavminden yetmiş adam seçip ayırdı. Onları şiddetli bir sarsıntı tutuverince dedi ki "Rabbim, eğer dileseydin onları da, beni de daha önceden helak ederdin. (Şimdi) içimizdeki sefihlerin (aklını kullanmayan ahmakların) yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O (olup-bitenler) Sen'in denemenden başka bir şey değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete (doğru yola) eriştirirsin. Bizim velimiz Sen'sin. Öyleyse bizi bağışla, bizi merhametinle esirge, Sen bağışlayanların en hayırlısısın."
-155

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعاًۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ



De ki "Ey insanlar. Ben Allah'ın hepinize (bütün insanlara) gönderdiği bir resulüyüm-elçisiyim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür." Öyleyse Allah'a ve resulüne iman edin. Ki bu ümmi peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete (doğru yola) ermiş olursunuz.
-158

وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ



Musa'nın kavminden hakka ileten (hak ile irşad eden) ve onunla adalet yapan bir topluluk vardı.
-159

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطاً اُمَماًۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ



Biz onları (İsrailoğullarını) ayrı ayrı oymaklar halinde oniki topluluk olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya "Asan'la taşa vur" diye vahyettik. Ondan oniki pınar fışkırdı ve her topluluk su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik) "Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyin." Ama onlar (emirlerimizi dinlememekle) Bize değil ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.
-160

وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ



Onlara "Bu şehirde oturun, istediğiniz gibi yeyin, 'Hitta' (dileğimiz bağışlanmadır) deyin ve kapısından secde ederek girin (ki Biz de) hatalarınızı bağışlayalım. Muhsinlerin (iyilik yapıp-güzel davrananların ecirlerini) daha da artıracağız" denildi.
-161

وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ



Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında' balıklar onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları nedeniyle onları böyle (yine de rahmet dolu bir ikazla) imtihan ediyorduk.
-163

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ



Onlardan bir topluluk "Allah'ın kendilerini helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde, (öğüt verenler) "Rabbinize karşı mazaret olması (mazur görülmemiz) için, bir de belki sakınırlar (umuduyla)" dediler.
-164

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ



Kendilerine hatırlatılanı (ve verilen öğütleri) unuttuklarında ise Biz kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri (ve zulümden sakındırmayanları) ise yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.
-165

فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ



Onlar 'kibirle haddi aşıp' kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince, onlara "Aşağılık maymunlar olun" dedik.
-166

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ



Ve Rabbin, onları en kötü azaba sürükleyip-düşürecek kimseyi kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini ilan etti. Şüphesiz ki Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O Gafur'dur (çok bağışlayandır), Rahim'dir (rahmetiyle çok esirgeyendir).
-167

وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَماًۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ



Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olanlardır. Onları (anlayıp) dönerler diye iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik.
-168

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ



Onların ardından yerlerine Kitab'a mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) şu değersiz olanın (dünyanın) geçici metaını (yararını) alıyor ve "(Nasıl olsa) yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri (başka) bir yarar gelince onu da alıyorlar. Oysa kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitab üzerine misak (söz) alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı? Ahiret yurdu (Allah'tan) korkanlar için daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?
-169

وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ



Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar (ise) kuşkusuz Biz salih olanların ecrini-mükafatını kaybetmeyiz.
-170

وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟



Bir zamanlar dağı sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine kaldırmıştık da onlar neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (O zaman demiştik ki) "Size verdiğimi kuvvetle tutun ve onda olanı zikredip-hatırlayın ki böylece sakınırsınız."
-171

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ



Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılarak "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bunun nedeni) kıyamet günü "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
-172

اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ



Ya da "Bizden önce atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir nesiliz (kuşağız). İşleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?" dememeniz için.
-173

وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ



İşte Biz (anlayıp) dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.
-174

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّـذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ



Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz (açıkça gösterdiğimiz) kişinin haberini oku-anlat. O bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan da onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.
-175

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ



Eğer Biz dileseydik, onu bununla (gösterdiğimiz ayetlerimizle) yükseltirdik. Ama o (yüzünü semaya dönüp, hamdedeceğine) yere saplandı ve kendi hevasını (nefsi arzularını) izledi. Onun durumu, üstüne varsan da, bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu da böyledir. Artık gerçek olan kıssayı (yaşanmış bu olayı) onlara anlat ki (akledip) düşünsünler.
-176

مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ



Allah kime hidayet verirse artık o hidayeti (doğru yolu) bulmuştur. Kimi de şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da hüsrana-ziyana uğrayanlardır.
-178

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ



En güzel isimler (esmaü'l-hüsna) Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde eğriliğe (batıl teville şirk ve inkara) sapanları bırakın. (Onlar) yaptıklarının cezalarını yakında çekeceklerdir.
-180

وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟



Yarattıklarımızdan hakka yöneltip-ileten ve onunla (hakla) adaleti uygulayan bir ümmet vardır.
-181

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ



Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, Biz onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.
-182

وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ



Onlara bir süre (mühlet) veriyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim (tuzağım) çok çetindir.
-183

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ



Onlar arkadaşlarında delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O sadece apaçık bir uyarıp-korkutucudur.
-184

اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ



Onlar göklerin ve yerin melekutuna (hükümranlığına), Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğine bakıp-düşünmüyorlar mı? Bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?
-185

مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ



Allah'ın saptırdığı (sapıklıkta bıraktığı) kimseye hidayet verecek yoktur. (Allah) onları tuğyanları (azgınca taşkınlıkları) içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakır.
-186

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ



Sana saatin (kıyamet vaktinin) ne zaman geleceğini-vuku bulacağını soruyorlar. De ki "Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağırlaşmış-ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir." Sanki sen onu (gaybden gizlice) biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki "Onun ilmi ancak Allah katındadır ama insanların çoğu bilmezler."
-187

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟



De ki "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı (görülmeyeni) bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırmak isterdim ve bana bir kötülük de dokunmazdı. Ben ancak iman eden bir topluluk için uyarıcı ve müjdeleyiciyim."
-188

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ



O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle sükun bulması (durulup-yatışması) için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nihayet (yükü) ağırlaşınca ikisi de Rableri olan Allah'a "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua ettiler.
-189

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ



Ama (Allah) onlara salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O'na ortaklar koşmaya başladılar. Allah elbette ki onların şirk koşmakta olduklarından (münezzeh ve) yücedir.
-190

اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ



Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?
-191

وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ



Oysa (bu şirk koştukları şeyler) ne onlara bir yardıma, ne kendi nefislerine yardım etmeye güç yetirebilirler.
-192

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ



Onları hidayete (doğru yola) çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.
-193

اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ



Onların yürüyecek ayakları mı var? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki "Ortak koşmakta olduklarınızı çağırın sonra bana (istediğiniz) düzeni (tuzağı) kurun da bana göz bile açtırmayın."
-195

اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ



Hiç şüphesiz benim velim Kitab'ı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapar.
-196

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ



Sen af yolunu benimse, ma'rufu (iyiliği) emret ve cahillerden yüz çevir.
-199

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ



Eğer sana şeytandan bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü O Semi'dir (herşeyi işitendir), Alim'dir (hakkıyle bilendir).
-200

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ



Takvaya erenlere (korkup-sakınanlara) şeytandan bir vesvese eriştiğinde, (bunu ayetlere göre) iyice durup-düşünürler ve bakarsın ki (gerçeği hemen) görüp bilmişlerdir.
-201

وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ



(Şeytanın) kardeşlerine gelince (şeytanlar) onları sapıklığa sürüklerler. Sonra da (yakalarını) bırakmazlar.
-202

وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ



Onlara bir ayet getirmediğin zaman "Sen onu derleyip-toplasaydın ya" derler. De ki "Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur'an) Rabbinizden gelen basiretlerdir (gözleri açacak delillerdir), iman eden bir kavim için hidayet ve rahmettir."
-203

اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ



Hiç şüphesiz ki Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten asla kibirlenmezler (büyüklenmezler). O'nu tesbih ederler ve O'na secde ederler.
-206